Ýslam Kültürü A-Ý
Pages: 1
Atiyye-Hediye-Mevhibe By: neslinur Date: 07 Nisan 2010, 15:09:02
Atiyye-Hediye-Mevhibe

Cenâb-ý Hak Kur´ân-ý kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Biz (dünyâyý isteyenlerin de, âhireti isteyenlerin de) her birine, kýsmet ettiðimiz rýzký veririz. Bu Rabbinin atiyyelerindendir. Rabbinin atiyyesi, ihsâný, (dün­yâda, mümin ve kâfir hiç kimseden) men edilmemiþtir." (Ýsrâ sûresi: 20) (E. Ans. c.1, s. 20)

Ebü´l-Abbâs Mürsî; "Peygamberler, ümmetleri için atýyyedir (ihsân, lütuf, baðýþtýr). Fakat Resûl-i ekrem efendimiz hediyedir. Hediye ile atýyye arasýnda fark vardýr. Atýyye muhtaçlara, hediye ise sevilenlere ve- rilir." demiþtir. Hediye, baðýþ, Allahü teâlânýn ihsâný mânâsýna gelen bir ke­lime daha vardýr ki o da mevhibedir. Hâce Ubeydullah-ý Ahrâr´ýn bu- yur­duðuna göre: "Ýlim iki çeþittir. Biri verâset, biri de ledün ilmidir. Verâ- set ilmi çalýþarak elde edilir, buna "kesbî" denir. Ýlm-i ledün ise, Allahü teâlânýn ihsânýdýr. Çalýþmadan elde edilir. Ýlâhî bir mevhibedir. Kullarýn­dan dilediðine verir, buna "vehbî" de denir." (E. Ans. c.1, s. 20)

Evliyânýn büyüklerinden Âhmed bin Alevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sultan ve devlet adamlarýndan bir þey kabûl etmezdi. Devlet adamlarý, bâzan kendilerinden olduðu belli olmasýn diye tanýnmayan kimselerle hediye gönderdiklerinde, Ahmed bin Alevî gönderenleri bilir, yine kabûl etmezdi. Bir defâsýnda, çok sevdiði hoþ kokulu öd aðacý gönderdiler, fa­kat yine kabûl etmedi. Bazýsý koyun, bâzýsý süt gönderirdi. O, hepsini geri çevirirdi. Bunlarýn dýþýnda, halktan olup da hediye getirenlerin hedi­yelerini kabûl eder, karþýlýk olarak da hediye verirdi. Hediyeleri ihtiyaç sâhiplerine daðýtýrdý.

Tâbiînin meþhurlarýndan ve hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Aranýzdaki düþük ve bayaðý kimse- lere ikrâm ediniz, onlara hediyede bulununuz. Çünkü onlar, sizi dünyâda ve âhirette, utanacak duruma düþmekten ve ateþten alýkoy­maktadýrlar. Ýnsan, utanýlacak ve âteþe düþmeye sebep olan þeyleri on­larda görerek, bunlardan kendisini korur."

Endülüs?te ve Mýsýr?da yetiþmiþ olan büyük velîlerden, Mâlikî mez­hebi fýkýh âlimi Ebü?l-Abbâs-ý Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: "Peygamberler, ümmetleri için atýyyedir. Fakat Resûlullah sallal- lahü aleyhi ve sellem efendimiz hediyedir. Hediye ile atýyye ara­sýnda fark vardýr. Atýyye muhtaçlara, hediye ise sevilenlere verilir."

Hindistan´ýn büyük velîlerinden Ebü´l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hediye kabûl etmekte ihtiyatlý idi. Haram iþleyen ve îtikâdý bozuk kimselerden hediye kabûl etmezdi. Aldýðý hediyeleri evinde husûsî bir köþeye býrakýrdý. Eðer kalbinde bir sýkýntý, bulanýklýk meydana gelirse, ertesi gün o hediyeyi getiren þahsa iâde ederdi. Sevenlerinden Afganlý bir zât, bir mikdâr yað getirmiþti. Ertesi gün yaðý geri gönderdi ve; "Bana bu yaðdan haram kokusu geliyor." buyurdu. O þahýs hayret içinde kaldý. Koyunlarý helâl para ile satýn almýþ, hanýmý da yaðý kendi eliyle çekmiþti. Evine dönünce yaðýn durumunu araþtýrdý. Koyunlarýndan bâzýsý bir ara baþkalarýnýn arâzisine giderek orada otlamýþ. Yaðdaki haramlýk kokusu­nun buradan geldiðini anladý.

Mevlevî Bereketullah ilk talebelerinden idi. Bir gün Ebü´l-Hayr´ýn hu­zûruna gelip, bir mikdâr para hediye etti. Bir iki gün dergâhta kaldýktan sonra, memleketine geri döndü. Ebü´l-Hayr arkasýndan þöyle bir mektup yazdý: "Sizin dönmek üzere izin aldýðýnýz gün ikindiden sonra kalbime hakkýnýzda bir lütufsuzluk, hoþnutsuzluk vâsýl oldu. Hemen sizi aradýk, fakat gitmiþsiniz. Hediyeniz geri gönderildi. Çünkü sizin hâliniz þüpheli­dir. Eðer durumunuz iyi olsa idi, kalbimde size karþý hoþnutsuzluk mey­dana gelmezdi. Biz her þahsýn hediyesini almadýðýmýz gibi, herkes de bizden nasîbdâr olamaz. Size düþen tövbe etmenizdir."

Musul âlimlerinden ve Evliyânýn büyüklerinden Feth-i Mûsulî (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir gün elli altýn getirilince, buyur­dular ki: "Her kim dilenmeksizin kendisine verilen bir þeyi reddederse; onu Allahü teâlâya karþý reddetmiþ olur." dedi. Bu yüzden bir akçe alýp geri- sini iâde etti.

Meþhur velîlerden Huzeyfetü´l-Mer´âþî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin, ikrâm ve ihsânlarý boldu. Fakir ve muhtaçlarýn ihtiyaçlarýný giderirdi. Mümkün olduðu kadar kimseden bir þey kabûl etmezdi. Bil­hassa düþük ahlâklý kimselerin hediyelerini almaktan insanlarý sakýndý­rýrdý. O; "Günahkarlarýn ve ahlâký bozuk kimselerin hediyelerini kabûl etmeyiniz. Eðer kabûl ederseniz, sizin onlarýn kötü fiillerine ve ahlâksýz hareketlerine râzý olduðunuz zannedilir." buyururdu.

Evliyânýn büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen âlim ve velîlerin meþhûrlarýndan Mazhar-ý Cân-ý Cânân (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini; Nevvâb Hân Firûzcenk, soðuðu þiddetli bir kýþ gü­nünde, üzerinde eski bir elbiseyle gördü. Bu hâlini görünce aðladý. Ya­nýnda bulunan adamlarýndan birine; "Biz ne bedbaht insanýz ki büyükle­rimizden bir zât hediye kabûl etmiyor ve ona hizmet etmekle þereflene­miyoruz." dedi. Bu hâdise üzerine Mazhar-ý Cân-ýCânân hazretleri; "Biz, zenginlerden bir þey kabûl etmemeðe, almamaða kararlýyýz. Hayat gü­neþimiz batmaya yüz tuttu, ömür bitmek üzere. Þimdiye kadar kabûl et­medik." buyurdu. Sonra Nevvâb Hân Firûzcenk, otuz bin rubiyye para hediye etmek istedi. Kabûl buyurmadý ve; "Biz sizin servetinizin yiyicisi deðiliz, onu fakirlere daðýtýnýz." dedi.

Yine Afgan serdârlarýndan biri, eþrefî denilen üç yüz altýn gönder­miþti. Bunu da kabûl buyurmayýp; "Her ne kadar hediyeyi kabûl etmek lâzýmsa da, mutlakâ kabûl etmek lâzým olduðuna dâir bir emir yoktur. Bize kendi talebelerimiz, ihlâs ve ihtiyatla, haram karýþmamasý için dikkat ederek hazýrladýklarý hediyeleri getiriyorlar, onlarý bile kabûl etmiyoruz. Kaldý ki, ümerânýn ve zenginlerin hediye edeceði þeylerin tam helâlden hazýrlanmýþ olduðu þüpheli olanlarý hiç kabûl etmeyiz. Onda insanlarýn hakký vardýr. Kýyâmet günü onun hesâbýný vermek zordur.

Mazhar-ý Cân-ý Cânân hazretleri kemâl derecede zühd ve tevekkül sâhibiydi. Dünyâdan ve dünyâya düþkün olanlardan son derece saký­nýrdý. Kendisine verilmek istenen hediyeleri kabûl etmezdi. Kabûl ettiði çok nâdir olurdu. Zamânýn pâdiþâhý Muhammed Þâh, vezîri Kameruddîn Hân ile Mirzâ Cân-ý Cânân´a haber gönderip, þöyle dedi: "Allahü teâlâ bize öyle bir mülk verdi ki, hatýrlarýndan her ne geçerse hediye olarak göndeririz, yeter ki istesinler." Mazhar-ý Cân-ý Cânân hazretleri bu teklif üzerine þu cevâbý verdi: "Allahü teâlâ Kur´ân-ý kerîmde meâlen; "...On- lara þöyle de; dünyânýn metâý pek azdýr..." (Nisâ sûresi: 77) buyu­rarak dün- yânýn yedi iklimindeki mal ve mülkün az bir þey olduðunu bil­dirdi. Az bir þey olan bu yedi iklimden biri de Hindistan olup, o da senin elinde bulun- maktadýr. Bunun kýymeti nedir ki? Büyüklerin himmetinin esâsý ise, on- dan uzak durmaktýr."

Yine o havâlinin devlet adamlarýndan biri, Mazhar-ý Cân-ý Cânân hazretleri için bir dergâh yaptýrdý ve bütün derviþlerin ihtiyâcýný da kar- þýlýyacaðýný bildirerek kabûl etmeleri için arzetti. Fakat Mazhar-ý Cân-ý Cânân hazretleri kabûl etmedi ve; "Bizim için her yer birdir. Allahü teâ- lânýn indinde herkesin rýzký takdir edilmiþtir. Vakti gelince herkes rýz­kýna kavuþur. Derviþlerin hazînesi sabýr ve kanâat olup, bu kâfidir." bu­yur- dular.

Mazhar-ý Cân-ý Cânân hazretlerine, devlet adamlarýndan biri Hin­distan´ýn meþhûr meyvesi olan "Enbe"den (Hint kirazý) bir mikdâr hediye göndermiþ ve kabûl etmesi için de çok yalvarmýþtý. Bunun üzerine iki tâne "Enbe" alýp gerisini iâde etmiþ ve; "Bu fakîrin gönlü, bunlarý kabûl etmek istemiyor." buyurmuþtu. Biraz sonra huzûruna bir bahçe sâhibi gelip; "Falan emîr, size gönderdiði enbeleri bizden zulüm ile alýp size hediye etti." dedi. Bunun üzerine mazlumun hakkýnýn verilerek, himâye edilmesini söyledi. Sonra da; "Sübhânellah, onun getirdiði bu yiyecek bi­zim bâtýnýmýza zararlý oldu." buyurdu. Ondan sonra da malý þüpheli kim­selerin ikrâmýný hiç kabûl etmedi. Yine bu hâdise üzerine; "Yiyeceklerin en zararlýsý kazançlarý þüpheli olan zenginlerin ikrâm ettiði yiyeceklerdir. Hattâ fakirlerin ikrâmlarý da þüphelidir. Çünkü onlar da, bu yemekleri ha­zýrlamak için, kazançlarý þüpheli olan zenginlerden borç alýyorlar." bu­yurdu.

Evliyânýn büyüklerinden, kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisi olan Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir hediye gelse, onu; "Biz hediyeyi geri çevir­meyiz" hadîs-i þerîfine göre geri çevirmez, ama husûsî iþlerine de sarf etmezdi. Daha temiz ve daha iyi yerden borç alýr ve fýkýhta bildirildiði þe­kilde "Bu daha helâldir ve daha iyidir." hükmü ile hareket eder ve hedi­yeyi oraya verirdi.

Muhaddis, zâhid, âbid, ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi (rahmetullahi teâlâ aleyh) Sultanýn hediyesini uy- gun görmeyip, almazdý. Basra emirlerinden birisi, Mâlik bin Dînâr?a on bin dirhem hediyye gönderdi. O da bu hediyyeyi, tamamen meclisinde hazýr bulunanlara taksim etti. Muhammed bin Vâsi? onun yanýna gelip; ?Þu mahlûkun sana hediyye ettiði parayý ne yaptýn?? diye sorunca, Mâlik de; ?Burada bulunanlara sor.? buyurdu. Onlar da, hepsini daðýttýðýný söy- lediler. Muhammed bin Vâsi?; ?Allah aþkýna doðru söyle parayý verdiði i- çin bu adama kalbin temâyül etti mi? Ýçinde buna karþý eskisinden daha fazla bir sevgi uyandý mý?? diye sordu. Mâlik de; ?Evet gerçekten öyle oldu. Þimdi ona daha çok temâyül ettim.? buyurunca þu cevâbýyla hâlini anlattý; ?Ýþte ben bundan korkarým.?

Türkistan da yetiþen velî ve mücâhid âlimlerden Sâbit Ebü´l-Meânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin Cumâ sohbetlerine devâm eden kimselerden birisi sohbetten sonra Ebü´l-Meânî´nin huzûruna girip müsâ- feha edemiyordu. O kendi kendine; "Onun huzûruna girenler yanla­rýnda hediyeler getiriyorlar. Ben ise hediye getiremiyorum." diye düþünü­yordu. O kimsenin þeyhin huzûruna girmekten çekindiðini gören oðlu; "Babacý- ðým niçin Sâbit Ebü´l-Meânî hazretlerinin huzûruna girmiyorsun?" diye sordu. Babasý; "Ben Þeyhin huzûruna elimde hediye olmadan gir­meye utanýyorum." dedi. Oðlu; "Babacýðým böyle düþünme. Diðer in­sanlar gibi sen de gir." dedi. O kimse Þeyh Sâbit Ebü´l-Meânî hazretleri­nin huzûru- na girip, onunla müsâfeha etti ve oturdu. Biraz sonra yemek sofrasý geti- rildi. Þeyh Ebü´l-Meânî hazretleri buyurdu ki: "Bâzýlarýnýza þa­þýyorum. Bizim yanýmýza ellerinde bir hediye olmayýnca gelmek istemi­yorlar. Onla- rýn böyle düþünmeleri yanlýþtýr. Çünkü biz el kadar ekmekle yetiniyoruz." buyurdu. O kimse düþüncesinin yanlýþ olduðunu anladýðý gibi Sâbit E- bü´l-Meânî hazretlerinin kerâmetini de gördü.

Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on seki­zincisi olan Ubeydullah-ý Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir defâsýnda talebeleri ve sevenleriyle birlikte, büyük bir kalabalýk hâlinde, þehre çok uzak olan bir arâziden geçiyorlardý. Hava çok sýcaktý. Uzakta kara ça­dýrlardan bir oba görünmüþtü. Bu obadan üç kiþi, hediye takdim etmek üzere yanlarýna yaklaþtý. Birisinin omuzunda semiz bir keçi, birinin de kucaðýnda, tahtadan büyük bir çanak içinde yoðurt vardý. Bu üç kiþiden oba reisi olan kimse, Ubeydullah-ý Ahrâr hazretlerine yaklaþýp, getirdikle­rini hediye olarak takdim etmek istediklerini bildirerek; "Bu keçi helâl maldýr ve size vermek üzere ayrýlmýþtýr. Yoðurt da temizdir. Kabûl bu­yurmanýzý istirhâm ederim." dedi. Ubeydullah-ý Ahrâr hazretleri; "Ben kimsenin hediyesini kabûl etmedim. Keçiyi yine sürüye kat. Yoðurda ge­lince, parasýný verip alabiliriz" dedi. Oba reisi yoðurdun buralarda kýymeti olmaz, boldur. Kimse para ile yoðurt almaz. Lütfen kabûl buyurunuz." dedi. "Kabûl etmeyiz." buyurup, hizmetçilerinden birine iþâret edip, yo­ðurdu bir Þahrûh altýnýna satýn aldýrdý. Önce kendisi yedi. Sonra yanýnda bulunanlarýn hepsine ikrâm ettiler.







radyobeyan