Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Tedvin By: armi Date: 31 Mart 2010, 12:28:05

TEDVÎN



Düzene sokmak, kitap yazmak, kaydetmek, defterleri bir araya getirmek. Bir terim olarak tedvîn; bir ilim dalýnýn daðýnýk haldeki konularýný tasnif ederek düzene sokmak, bunlarý belli bab ve kitaplar halinde birleþtirmek demektir.

Hz. Peygamber hayatta iken Kur´an-ý Kerim´in tamamý hurma dalý, kemik, taþ vb. þeylerin üzerine yazýlmýþ ve bir çok sahabe tarafýndan ezberlenmiþtir. Ramazan ayýnda Cebrail (a.s) Hz. Peygamber´e her gece gelir o da, kendisine o zamana kadar indirilmiþ olan Kur´an ayetlerini arzederdi. Arz metodu, önce Cebrail (a.s)´ýn okumasý, sonra Cebrail´in okuduðunu Hz. Peygamber´in okumasý þeklinde cereyan ediyordu. Resulullah (s.a.s)´ýn hayatýnýn son yýlýnda Kur´an tamamlandýktan sonra iki defa Cebrail´e arzedildi. Ve Hz. Peygamber Kur´an´ýn son þeklini aldýðýný bu arza göre onu bir de müminlere okudu. Sahabeden bir çoklarý Kur´ân´ý bu tertibe göre ezberledi.

Hz. Ebû Bekir (ö. 13/634) devrinde yalancý peygamber Müseylemetü´l Kezzâb´ýn adamlarýyla Yemâme savaþýndan beþ yüz kadar hafýz sahabînin topluca þehit edilmesi, baþta Hz. Ömer olmak üzere bazý sahabîleri Kur´an´ýn yok olmasý endiþesine sevketti. Çünkü Kur´an tedvîn edilerek henüz Mushaf haline getirilmemiþti. Ebû Bekir (r.a) Zeyd. b. Sabit (ö. 45/665) baþkanlýðýndaki bir komisyona, sahabenin elindeki yazýlý metinleri toplama, kontrol etme ve tedvîn etme görevini verdi. Toplama iþi tamamlandýktan sonra bu sahifeler Hz. Ebû Bekir´in, onun vefatýndan sonra Hz. Ömer´in ve daha sonra da Hz. Ömer´in vasiyeti üzerine kýzý Hafsa´nýn (ö. 41/244) yanýnda kaldý.

Hz. Osman devrinde Kur´an nüshalarýný tek bir Mushafta toplama zarureti ortaya çýktý. Çünkü Iraklýlar ile Þamlýlar, Ermenistan ve Azerbaycan´ýn fethi için bir araya gelince Þamlýlar Ubey b. Ka´b´ýn kýraatine, Iraklýlar ise Abdullah b. Mes´ud ve Ebû Mûsâ el-Eþ´arî´nin kýraatine göre okuyorlardý. Okuyuþlar arasýnda harflerin mahreç ve sýfatlarý; kýraat þekilleri bakýmýndan farklýlýklar vardý. Taraflar bir diðerinin okuyuþunu havalý sayýyordu. Huzeyfe b. el-Yemân Medine´ye dönünce Halîfe Hz. Osman (r.a)´a durumu ve bu konudaki endiþelerini bildirdi. Hz. Osman sahabe ile istiþare ederek Kur´ân´ýn istinsah yani, Mushaflar halinde yazýlýp çoðaltma iþini en saðlam hafýzlardan ve sahabenin ileri gelenlerinden dört kiþiye verdi. Bunlar Zeyd b. Sabit ile üç Kureyþ´li, yani Abdullah b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Âs, Abdurrahman b. el-Hâris b. Hiþam´dan ibaret bir ihtisas komisyonu idi.

Komisyon Hz. Hafsa´daki ana nüshayý örnek olarak aldý, bir kaç nüsha çoðaltýlarak Ýslâm þehirlerine gönderildi. Böylece lehçe farklýlýklarýnýn da önemli ölçüde düzeltildiði tedvîn, vahiy bakýmýndan tamamlanmýþ oldu. (Zekiyüddin Þa´bân, Usûlü´l-Fýkh, Terc. Ýbrahim Kafi Dönmez, Ankara, 1990, 48 vd.).

Sünnetin Tedvini:

Kur´an ayetleri indikçe bunlarý vahiy kâtiplerine yazdýran Hz. Peygamber, önceleri kendi hadislerinin yazýlmasýný yasaklamýþ, fakat hadislerin þifalý olarak rivâyet edilmesine izin vermiþtir. Yazým yasaðý, hadislerin ayetlerle karýþtýrýlmasý endiþesi olmalýdýr. Okuma yazma bilenlerin azlýðý ve yazý malzemesinin bulunamayýþý da buna eklenebilir. Daha sonra Allah elçisinin hadis yazýmýna izin verdiði görülür. Nitekim, hadis yazan 30-40 kadar sahabîden biri olan Abdullah b. Amr, bin dolayýnda hadis yazmýþ ve bunlarý bir sahife haline getirerek adýna da es-Sahîfetü´s-Sâdýka (Doðru Sahife)" demiþtir. Hadislerin büyük çoðunluðunu söz ve fiilleriyle nakleden raviler bu zengin kaynaðý sonraki nesillere aktarmýþlardýr. Hz. Peygamber´in vefatýndan sonra görülen hadis toplama yolculuklarý ve Hicrî 1. yüzyýlýn ortalarýndan itibaren görülen, daðýnýk haldeki hadis malzemesini bir araya toplama, hadisleri tasnif etme iþi (tedvîn) faaliyetleri, Ömer b. Abdülazîz devrinde valiliklere gönderilen emirnâmelerle resmî tedvîn halinde devam etmiþtir. Toplanan bu hadisler konularýna göre tasnif edilerek Hicrî II. asýr ortalarýndan itibaren hadis kitaplarý meydana getirilmeye baþlanmýþtýr. Günümüze ulaþan en eski hadis kitaplarý bu devreye aittir. Bundan sonra Hicri III. yüzyýlda "Kütüb-i Sitte? (6 kaynak kitap) denilen hadis külliyatýnýn meydana getirilmesiyle hadis ilmi tasnif ve tedvînde altýn çaðýna ulaþmýþtýr. Kütüb-i Sitte; Buharî (o. 256/869) ve Müslim´in (ö. 261/274) el-Câmiu´s-Sahih´leri ile Ebû Dâvûd (ö. 275/888), Tirmizî, (ö. 279/892), Nesâî (ö. 279/892) ve Ýbn Mâce´nin (ö. 275/888) "es-Sünen"lerinden ibarettir.

Fýkýh Ýlminin Tedvîni:

Hz. Peygamber ve dört halife döneminde hüküm ayet ve hadisleriyle ilgili problemler vahiy ve sünnetin ýþýðýnda, gerektiðinde ictihada da baþvurulmak suretiyle çözümleniyordu. Fýkýh ilminin tasnif ve tedvîni bu dönemde gerçekleþmedi.

Ayet ve hadislerden hüküm çýkarma metotlarýný belirleyen bir ilim dalý olan fýkýh usûlü kurallarý, meselâ; nasih, mensûh, mutlak, mukayyed gibi konular daha sahabe devrinde biliniyor ve gerektiðinde bunlara baþvuruluyordu. Ancak bu ilim o dönemde henüz yazýlý olarak tedvîn edilmemiþti .

Fýkýh usûlü ilmini baðýmsýz bir eser halinde ilk defa bir araya getiren kimse Ýmam Þâfiî (ö. 204/819)´dir. Er-Risâle adlý tek ciltlik eseri usûl konularýný kapsamaktadýr. Þâfiî´den sonra bu ilim dalýný tasnife baþka müctehidler de devam ettiler. Meselâ; Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) "Kitabu Taati´r-Rasûl", "Kitabü´n-Nâsih ve´l-Mensûh" ve "Kitabü´l-Ýlel" adlý eserleri yazdý. Bunlarý diðer fakihlerin kaleme aldýklarý usûl eserleri izledi. Kelamcýlarýn metoduna göre yazýlan Abdülcebbar el-Mu´tezîlî´nin (ö. 415/1024) el-Umde´si, Ebu´l-Hasen el-Basrî´nin (ö. 463/1071) el-Mu´temed´i, el-Cüveynî´nin (ö.* 4781/1085) el-Burhân´ý, Ýmam el-Gazzâlî´nin (ö.505/1111) el-Mustasfa´sý bunlar arasýnda sayýlabilir. Hanefiyye metoduna göre yazýlanlara da þunlar örnek verilebilir: el-Cassas´ýn (ö. 370/980) el-Usûl´ü, ed-Debûsî´nin (ö. 483/1038) Takvîmü´l-Edille´si, es-Serahsî´nin (ö. 483/1090) el-Usûl´ü.

Fýkýh ilminin tedvîni usûlden önce olmuþtur. Tabiîler devrinde yazýlan ve günümüze ulaþan en eski fýkýh kitabý, Þia´nýn geçerli kaynaklarý arasýnda yer alan, Zeyd b. Alî´ye (ö. 122/740) ait "el-Mecmû´ fi´l-Fýkh" adlý eseridir. Ýbn Nedîm´in (ö. 438/1047) belirttiðine göre, Ebû´z-Zinad´ýn (ö. 174/790) Medine´li 7 fakihin re´y ve ihtilaflarýný topladýðý bir eseri vardýr. Ancak bu eser günümüze ulaþamamýþtýr (bk. Ýbn Nedim, el-Fihrist, 315).

Hanefi" mezhebinin kurucusu Ebû Hanîfe´nin (ö. 150/767) ilim akademisinde yetiþkin müctehid öðrencileri hüküm ayet ve hadislerini serbestçe müzakere etmiþler ve bu müzakereler sýrasýnda Ýmam Muhammed eþ-Þeybânî (ö. 189/805) Hanefi mezhebinin görüþlerini kaleme alarak altý kitapta toplamýþtýr. Zâhiru´r-Rivâye, Mesâil-i Usûl veya Zâhir-i Mezheb denilen bu eserler þunlardýr: el-Mebsût veya el-Asl, el-Câmiu´s-Saðîr, el-Câmiu´l-Kebîr, es-Siyeru´s-Saðîr, es-Siyeru´l-Kebîr ve ez-Ziyâdât.

Zâhiru´r-Rivâye kitaplarý Hâkim eþ-Þehîd el-Mervezî (ö. 334/945) tarafýndan kýsaltýlarak bir araya getirilmiþ ve eser "el-Kâfi" adýný almýþtýr. el-Kâfi, Þemsü´l-Eimme es-Serahsî (ö. 490/1097) tarafýndan þerhedilmiþ ve el-Mebsût isimli bu eser 30 cilt halinde basýlmýþtýr. Serahsî´nin bu eseri Hanefi fýkhýnýn en muteber kitaplarýndan biridir. Böylece diðer mezheplerde de fýkýhta tasnif ve tedvîn faaliyetleri sürdürülmüþ ve kaynak eserler meydana getirilmiþtir.

Daha sonraki yüzyýllarda geniþ fýkýh kitaplarý kýsaltýlmaya, âdeta kanun metni hâlinde özetlenmeye baþlandý. Kudûrî´nin yazdýðý el-Muhtasar´ý ve Ýmam Muhammed´in el-Câmiu´s-Saðîr´i, Ebû Bekir el-Merðýnânî tarafýndan"el-Bidâye" adý ile zor ibareli kýsa metin haline getirilmiþtir. Bu eser de altýncý devir fakihlerinden olan Tacu´þ-Þerîa tarafýndan "el-Vikâye" adýyla yeniden kýsaltýlarak bir kanun metni haline getirilmiþtir. Torunu Sadru´þ-Serîa ise bu metni daha da kýsaltarak "en-Nikâye" adýyla bir hukuk el kitabý meydana getirmiþtir. Bu metinler dikkatlice incelenip kâidelerin baþlarýna birer numara konulsa kanun metni sayýlabilecek derecede öz ifadelere kavuþturulmuþtur. Meselâ;

Mýsýrlý Kadri Paþa´nýn 647 maddelik Aile ve Miras hukuku ile ilgili kanun metni, bir fýkýh metninin baþlýklarýna alt baþlýk, cümlelerine de birer madde numarasý konulmasýyla elde edilmiþtir. Ýþte Devlet yöneticilerinin ve hâkimlerin elinde bu kanun sayýlabilecek özlü metinler ve yine ayrýntýlý sorularýn cevaplarýný kapsayan fetva kitaplarýnýn varlýðý sebebiyle Osmanlý Ýmparatorluðunun 400 yýl kanunlaþtýrma faaliyetine ihtiyaç duymadýðý söylenebilir.

Ancak Avrupa ülkeleri daha düzenli kanun metinleri hazýrlayýp, bunlarý uygulamaya baþlayýnca Ýslâm toplumlarý da kanunlaþtýrma ihtiyacý duydu. Modern anlamda kanunlaþtýrma ilk olarak 18. milâdî yüzyýlýn baþlarýna doðru baþlamýþtýr.

Osmanlýlarda, Ahmed Cevdet Paþa baþkanlýðýndaki bir komisyonun hazýrladýðý "Mecelle" isimli 1851 maddelik borçlar, kýsmen eþya ve usul hukuku konularýný kapsayan kanun metni 1293/1876 da yürürlüðe konulmuþtur ve Türkiye´de Cumhuriyet dönemine kadar yürürlükte kalmýþtýr. Yine 1917 tarihli 157 maddelik Hukuk-ý Aile Kararnamesi, 65 maddelik Usul-i Muhâkemat-ý Þer´iyye Kararnamesi, Cezâ Kanunnâme-i Humâyun´u ile çeþitli yüzyýllarda geliþtirilerek devam eden Arazi Kanunnameleri bunlara örnek verilebilir.

Sonuç olarak, çeþitli dönemlerin toplum özellikleri ve sosyal olaylarýn yansýmasý kanunlarda görüldüðü için, özellikle vahiy ve sünnetin kesin çözüm getirmediði konular bir Ýslâm toplumunda oluþturulacak "Þurâ Meclisi"nde tartýþýlmalý ve kanun metni haline getirilmelidir. Böylece Ýslâm hukukuna iþlerlik kazandýrýlmýþ, yeni çýkan problemlere de çözümler getirilmiþ olur. Kýsaca Ýslâm Hukukunun her alanýnda kanunlaþtýrma çalýþmalarý yapýlmalý, vahiy ve sünnetin getirdiði sosyal ve ekonomik alanla ilgili çözümlerin toplumdaki olumlu sonuçlarý gözlenmelidir.

 


radyobeyan