Fazilet Kemalat By: neslinur Date: 28 Mart 2010, 18:03:01
Fazilet-Kemalat
Velîlerin büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmý, Ahmed bin Hanbel (rahme- tullahi teâlâ aleyh) sýk sýk talebesine buyururdu ki: "Meziyet, fazîlet, ilim ve irfân tamamlýðý iledir."
Âlim ve evliyâdan Amr bin Mürre (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebesi Selîm bin Rüstem anlatýr: Amr bin Mürre?ye selâm vermenin fazîleti sorulduðunda; "Bir kimse bir cemâate selâm verirse onun derece îtibârý ile fazîleti vardýr. Þâyet selâm verdiði kimseler onun selâmýna karþýlýk vermezlerse melekler onun selâmýna karþýlýk verir. Öbürlerine de lânet eder."
Evliyânýn büyüklerinden Ebû Bekr Vâsýtî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Utanan kiþinin alnýndan dökülen terler, ondaki fazîletin eseridir."
Büyük velî Þeyh Yavsý Mustafa Muhyiddîn-i Ýskilibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin en büyük fazîleti; on üçüncü Osmanlý Þeyhul- islâmý Ebüssü´ûd Efendi gibi, insanlara ve cinnîlere fetvâ veren bir oðul yetiþtirmiþ olmasýdýr.
Tâbiînin büyüklerinden, oniki Ýmâm?ýn dördüncüsü ve Hazret-i Hüseyin?in oðlu olan Ýmâm-ý Zeynelâbidîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri?nin þöyle buyurduðunu, Sâbit bin Ebî Hamza es-Simâlî nakletmiþtir: ?Kýyâmet günü, fazîlet sâhipleri kalksýn diye çaðrýlýr. Ýnsanlar arasýnda bir grup kalkar. Onlara hadi Cennet?e giriniz denilir. Onlar Cennet?e giderken meleklerle karþýlaþýrlar. Melekler nereye gidiyorsunuz derler. Cennet?e derler. Hesaptan önce mi Cennet?e giriyorsunuz? derler. Evet cevâbýný verirler. Sizler kimlersiniz? dediklerinde, biz fazîlet ehliyiz derler. Sizin fazîletiniz nedir? diye sorarlar. Onlar da, dünyâda bize hakâret edildiðinde tahammül ederdik. Bize zulmedildiðinde sabrederdik ve bize kötülük yapýldýðýnda affederdik derler. Bunun üzerine melekler, hadi Cennet?e giriniz. Sâlih amel iþleyenlerin mükâfâtý ne güzeldir, derler.
Ýyilikler, fazîletler, ahlâk ve huy güzellikleri, olgunluklar demek olan kemâlât, nübüvvet kemâlâtý ve vilâyet kemâlâtý olmak üzere iki kýsma ayrýlmaktadýr: Kemâlât-ý nübüvvet: Peygamberliðe ait üstünlükler olup, çok yüksek evliyâlýk makamlarýndan biridir. Þeyh Þihâbüddîn-i Sührever- dî demiþtir ki: "Bir müslüman, Allahü teâlânýn ihsâný ile, Ýslâmiyetin hakî- katine kavuþur, Ýslâm-ý hakîkî ile þereflenirse, peygamberlere tam uy- makla, o büyüklere vâris olarak kemâlât-ý nübüvvet makâmýna kavuþabi- lir. O yüksek derecenin nîmetlerini bol bol elde edebilir. (E. Ans. c.1, s. 20)
Ýmâm-ý Rabbânî; "Vilâyetin, velîliðin iki parçasý olan tarîkat ve hakîkat, þerîatin hakîkatini ele geçirebilmek için ve kemâlât-ý nübüvvete kavuþabilmek için iki þart gibidir." demiþtir. (E. Ans. c.1, s. 20)
Evliyâlýk makamlarýndan biri olan kemâlât-ý vilâyete gelince, bu konuda Ýmâm-ý Rabbânî; "Kemâlât-ý nübüvet (peygamberlik kemâlâtý), kemâlât-ý vilâyetten çok üstündür. Kemâlât-ý vilâyetteki ilerleme, kemâ- lât-ý nübüvvetteki ilerlemenin bir sûreti, görünüþüdür." demektedir. Þeyh Þihâbüddîn ise; "Þerîatin sûreti, kemâlât-ý vilâyet meyvelerini meydana getiren mübârek bir aðaç olduðu gibi, nübüvvet kemâlleri de mübârek bir aðaç gibi olan þerîatin hakîkatinin meyveleridir, demiþtir. (E. Ans. c.1, s. 20)
Büyük velî ve Hanbelî mezhebî fýkýh âlimi Ali bin Muhammed bin Beþþâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Þu dört haslet kiþinin kemâline alâmettir: Kalbi dünyâ sevgisinden kurtarýp, Allahü teâlânýn be- ðendiði þeyleri yapmak. Sonunda, hesâba çekilmeyi gerektirecek þeyleri terketmek, hâli hafîf ve yumuþak olmak. Dünyâlýk biriktirmeyi azaltmak."
KEMÂLE GELMEK ÝÇÝN
Ali Râmitenî ki, büyük bir evliyâdýr,
Her bir nasîhatinde, rabbânî tesir vardýr.
Buyurdu ki: "Bu yolda, kemâle gelmek için,
Çok gayret göstermesi, lâzým gelir kiþinin.
Yapsa da senelerce, mücâhede, riyâzet,
Yine de zor eriþir, maksadýna o gâyet.
Lâkin bir yol vardýr ki, riyâzetten ayrýca,
Ýnsaný maksûduna, kavuþturur kolayca.
Bu da, "Bir evliyânýn, kalbinde yer almaktýr,
Ve bir gönül ehlinin, gönlünü kazanmaktýr."
Zîrâ cenâb-ý Allah, çok sever bu kullarý,
Onlarýn hürmetine, açar çok kapýlarý.
Kalpleri, "Nazargâh-ý ilâhî"dir onlarýn,
Mahrum kalmaz hiç biri, o kalpte olanlarýn."
Ali Râmitenî´nin, sohbetine her yandan,
Ýnsanlar akýn akýn, gelirlerdi durmadan.
Dolup boþalýyordu, gece-gündüz hânesi,
Zîrâ onun sohbeti, cezb ederdi herkesi.
Bir hoca var idi ki, o devirde çok zengin,
Uðraþýrdý herkesi, kendine çekmek için.
Ziyâfetler verirdi, þehrin ahâlisine,
Ki herkes onu sevip, gelsinler hânesine.
Lâkin gelen olmazdý, yine ona çok kiþi,
O ise merak edip, anlamadý bu iþi.
Ve bir mektup yazarak, Ali Râmitenî´ye,
Dedi ki: "Herkes size, geliyor, acep niye?
Ben yemekler de, size gelir insanlar."
Buyurdu ki: (Hikmeti yedirip, yapsam da çok ihsânlar,
Yine bana deðil, þöyledir ki bu iþin,
Siz hizmet yaparsýnýz, "halka yaranmak" için.
Bizimse yoktur, aslâ, böyle bir düþüncemiz,
Allah´ýn rýzâsýdýr, yegâne, tek gâyemiz.
Kim halkýn rýzâsýný, düþünürse, mâlesef,
Ýnsanlarýn nezdinde, bulamaz izzet þeref.
Kim de Hak rýzâsýný, düþünürse sýrf eðer,
Ýnsanlar nezdinde de, kazanýr kýymet deðer.
Dediler ki: "Efendim, duâ ediyoruz hep,
Lakin kabûl olmuyor, sebebi nedir acep?"
Buyurdu ki: "Haramdan, yer ise eðer bir kul,
Hak teâlâ indinde, duâsý olmaz kabul.
Hiç günah iþlenmiyen, bir aðýz ile þâyet,
Her kim duâ ederse, kabûl olur o elbet."
Biri de kendisinden, isteyince nasîhat,
Buyurdu ki: "Evlâdým, nefsine verme fýrsat.
Zîrâ nefs-i emmâren kâfirdir senin þu an,
Ve Allah´a düþmandýr, sen de ol ona düþman.
Onun hîlelerine, aldanma hiç bir iþte,
Yoksa çok piþman olur ve yanarsýn ateþte.
Bu yolun büyükleri, nefsine muhâlefet,
Ederek Rablerine, ulaþtýlar nihâyet.
Kötü arkadaþtan da, çok sakýn ki evlâdým,
O seni felâkete, götürür adým adým.
Nefisten de kötüdür, zîrâ kötü arkadaþ,
Cehennem´e sürükler, seni o yavaþ yavaþ.
Gözünü iyi açýp, gelme ki hiç gaflete,
Yoksa dûçar olursun, ebedî felâkete.
Þeyh Rükneddîn Ebü?l-Feth (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, Hindistan?ýn büyük velîlerindendir. Büyüklerin hâl ve hayâtýný anlatan Siyer-ül-Evliyâ kitabýnda, Þeyh Nizâmüddîn Evliyâ hazretleri ile Þeyh Rükneddîn Ebü?l-Feth?in karþýlaþmalarý þöyle anlatýlýr: Þeyh Nizâmüddîn ve Þeyh Rükneddîn namaz kýldýlar. Daha sonra Þeyh Nizâmüddîn, Þeyh Rükneddîn?in yanýna vardý. Bir müddet sohbet ettiler. Ertesi gün Þeyh Nizâmüddîn, bugün kabrinin bulunduðu yere gitti. Orada yeni inþâat yapýlýyordu. Âniden; ?Þeyh Rükneddîn geliyor!? sesleri iþitildi. Þeyh Nizâ- müddîn, o gün orada büyük bir ziyâfet verdi. Yolculuk sebebiyle ayaklarý aðrýyan ve taht-ý revan üzerinde oturan Þeyh Rükneddîn?in önünde, ya- nýndakilerle birlikte oturup sohbet ettiler. Þeyh Rükneddîn?in kardeþi Þeyh Ýmâdüddîn Ýsmâil þöyle bir suâl yöneltti: ?Büyüklerin bir araya gel- mesi, ganîmettir. Onlarýn nefeslerinden hâsýl olan faydadan daha iyi bir þey yoktur. Bu fakîrin hâtýrýna, Resûl-i ekremin Medîne?ye hicretindeki hikmet ne olabilir diye geldi.? Þeyh Rükneddîn; ?Gâliba onun hikmeti; Resûl-i ekreme verilmesi takdîr olunan bâzý kemâl dereceleri vardýr ki, bunlarýn zuhûrunun, bu dünyâda Resûlullah efendimizin Suffa Eshâbý ile sohbet etmesine baðlý kýlýnmýþ olmasýdýr? buyurdu. Þeyh Nizâmüddîn de; ?Bu fakîrin hâtýrýna gelen þöyledir ki; onun hikmeti, Medîne?de bulu- nup da, Resûlullah efendimizin sohbetine kavuþmasý imkânsýz gibi olan bâzý fakîrlerin bu nîmetle þereflenmiþ olmalarýdýr? buyurdu. Derler ki, bu iki büyüðün, bu sözlerinden murâdlarý; birbirlerine karþý olan tevâzularý- dýr. Þeyh Rükneddîn?in maksadý: ?Bizim buraya gelmekliðimiz, kemâli- mizi arttýrmak ve istifâde etmektir.? Þeyh Nizâmüddîn?in bu sözünden murâdý; "Þeyh Rükneddîn?in Dehlî?ye geliþ maksadý, olgunlaþtýrmak ve faydalý olmaktýr? demekti. Siyer-ül-Evliyâ kitabýnýn müellifi burada þu a- çýklamayý ilâve eder: ?Bu fakîr derim ki; hiç þüphe yoktur ki, Eshâb-ý Suf- fanýn sohbetine baðlý olan Resûlullah efendimizin kemâl derecesi, irþâd ve olgunlaþtýrmak idi. Bununla dâveti yapmýþ, sevap kazanmýþ ve dere- celere kavuþmuþ olur. Yoksa murâd, hâþâ zâtýnýn kemâli deðildir.?
O hâlde, iki sözün de mânâsý ayný olur. Bu karþýlama yemeðinden sonra, hizmetçi, birkaç parça iyi kumaþý ve ince bir mendile baðlanmýþ yüz altýný þeyhin ayaðýnýn altýna koydu. Þeyh Rükneddîn; ?Altýnýný, paraný gösterme!? buyurdu. Þeyh Nizâmüddîn cevâbýnda: ?Zehâbeke ve mezhebek, gidiþini ve gittiðin yolu, yâni; altýn, yolu örtmektir ve derviþin hâlinin örtüsüdür. Derviþ, avâmýn gözünden bununla saklanýr? buyurdu. Þeyh Rükneddîn, bunlarý alýp almamakta tereddüd etti. Bunun üzerine Þeyh Nizâmüddîn, o mendili Þeyh Ýmâd?a teslim etti.
Konya´nýn büyük velîlerinden Ulu Ârif Çelebi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin babasý Sultan Veled hazretleri, bir gün oðlu Ârif Çe- lebi´ye; "Evlâdým! Sen her nereye baksan, Mevlânâ´yý görür, Mevlânâ´- dan bahsedersin. Küçük aklýnla mârifetlerden, Allahü teâlânýn zâtý ve sýfatlarýna âit ince bilgilerden anlatýrsýn. Sen Mevlânâ´nýn hâllerini ve makamlarýný ve bu mârifetlerini nereden biliyorsun da, bize hiç tenezzül etmiyorsun?" diye sordu. Ârif Çelebi de: "Efendim! Ben o yüce zâtý, mânevî âlemde gördüm. O da bu fakîri gördü ve kendi kemâlâtýný görebilecek gözün baðýþlanmasýna vesîle oldu." diye cevap verdi.
radyobeyan