Ýslam Kültürü A-Ý
Pages: 1
Fetva By: neslinur Date: 28 Mart 2010, 18:02:09
Fetva
Osmanlý âlim ve velîlerinin en meþhûrlarýndan, büyük devlet adamý Ahmed Ýbni Kemâl Paþa (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânýn da Yavuz Sultan Selîm Han 1512´de Osmanlý tahtýna oturup iç iþlerini yoluna koyduktan sonra, kývýlcýmlarý Irak ve Horasan´a yayýlmýþ olan þiânýn fitne ateþini söndürme plânýna koyuldu. Bunun için de devrin ilim adamlarýný yardýma çaðýrdý. Ýbni Kemâl, Ýdrîs-i Bitlîsî, Zenbilli Ali Cemâlî ve daha nice ilim adamlarý bu gö­reve koþtular. Dîvânda harb için tereddüd edenler vardý. Mesele fazla oyalamaya gelmemeliydi. Bu durumda Ýbn-i Kemâl þu fetvâyý verdi:

"Her türlü hamd ve senâ, kudret ve kerem sâhibi yüce Allah´a olsun. Selâtü selâm da doðru yolu gösteren hazret-i Muhammed aleyhisselâma ve O´na tâbi olanlara olsun.

Haberlerde geldiðine göre, aþýrý þiâya baðlý bir grup, Ehl-i sünnet vel-cemâat yolunda olan müslümanlarýn memleketlerinin pekçoðunu iþgâl ettiler. Oralarda kendi bâtýl yollarý ile görüþlerini yaydýlar. Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve hazret-i Osmân hakkýnda küfr, fenâ sözler söyle­diler. Bunlarýn halîfeliklerini inkâr ettiler. Ýlim erbâbýna ve ictihâd yapan müctehidlere hakâretler savurdular. Onlarýn baþýnda bulunan Þah Ýsmâ­il´in tâkib ettiði aþýrý þiâ yolunu tutulacak en kolay ve doðru yol zannetti­ler. Onlara göre Þah dinde sýnýrsýz bir yetkiye sahiptir. Onun dinde helâl kýldýðý helâl, haram kýldýðý haramdýr. Meselâ Þah içkiyi helâl kýlmýþtýr, öyle ise içki helâldir... Netice olarak onlarýn kötülükleri ve küfürleri sayý­lamayacak kadar çoktur.

Buna göre bizim, onlarýn küfür ve irtidâdlarýnda (Ýslâmiyetten ayrýl­dýklarýnda) aslâ þüphemiz yoktur. Ülkeleri Dârü´l-harbdir. Erkekleri ve kadýnlarý ile evlenmek câiz deðildir. Bunlar hakkýnda verilecek hüküm, dinden dönenler hakkýnda verilecek hüküm ile aynýdýr. Erkeklerden bu sapýk yolu býrakýp müslüman olanlar serbesttir. Kabul etmezlerse haklarý kýlýçtýr, öldürülürler. Savaþa gücü, kudreti olan müslümanlarýn bu cihâda katýlmalarý farzdýr."

Böylece bütün müslümânlarýn dikkati çekildi ve gafletten uyanmalarý gerektiði belirtildi. Ayrýca Ýbn-i Kemâl, Þah Ýsmâil´in Ehl-i sünnetten olan Akkoyunlu, Gürganlý ve Dulkadirli devletlerinin ahâlisine yaptýðý zulüm ve mezâlimi þiirleri ile yaydýktan sonra; "Ama Allah onun insanlara yaptýðýný yanýna koymadý. Bu ejderhayý yutmaya bir asâ ve o firavunu nehre batý­ran bir Mûsâ yarattý." diyerek Selîm Haný övdü, onun peþinden yürünme­sini tavsiye etti.

Haberler ululardan naklolunur

Her Firavun´a bir Mûsâ bulunur.

vecizesi bu görüþünü ifâde etmektedir.

Meþhûr âlim ve velîlerden Ebû Ýshâk-ý Þîrâzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinden, bir gün Nizâm-ül-mülk, kendisinin yaptýðý hayýr ve hasenâtý, insanlara ikrâm ve iyiliklerini, günahlardan sakýnmasýný, Allahü teâlânýn emirlerine yapýþmasýný anlatýp, yüksek âlimlerden, yaptýklarýnýn Ýslâmiyete uygunluðu hakkýnda fetvâ istedi. Bütün âlimler cevâbýnda; "Bu yapýlanlarýn hepsi doðrudur. Cennet´e girmenize vesîledir." diye yazýp, onun hakkýndaki iyi düþüncelerini bildirdiler. Nizâm-ül-mülk, âlimlerin kendisi hakkýndaki þâhitliðini görüp yazýlarýný okuyunca; "Bunlarla benim kalbim rahat olmadý. Ancak, büyük âlim Ebû Ýshâk-ý Þîrâzî de bunu ya­zar ve hakkýmda diðer âlimler gibi þehâdette bulunursa, inanýrým." dedi. Þeyh Ebû Ýshâk´a baþvurduklarýnda o da: "Hasan (yâni Nizâm-ül-mülk), zulüm mevkýinde bulunanlarýn hayýrlýsýdýr." diye yazdý. Nizâm-ül-mülk, bu zâtýn yazýsýný okuyunca; "Þeyh doðru söylemiþtir. Doðru cevap, iþte budur!" dedi. Nizâm-ül-mülk vefât edeceði zaman vasiyet edip, Ebû Ýshâk´ýn fetvâsýnýn sûretinin kefenine baðlanmasýný istedi. Bu isteði ye­rine getirildi. Sonra sâlih bir zât rüyâsýnda Nizâm-ül-mülk´ü görüp hâlini sordu. O da cevâbýnda: "Allahü teâlâ bütün günahlarýmý baðýþladý ve: "Bu ihsânýmýz, senin hakkýnda Ebû Ýshâk´ýn, hayýrlý diye yazmasýndan­dýr." buyurdu" dedi.

Osmanlý âlimlerinin en meþhûrlarýndan ve büyük velî Ebüssü´ûd Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vermiþ olduðu binlerce fetvâdan bir kýsmý ise þu þekildedir.

"Bir tavuk boðazlanýp, içi ve gursaðý çýkarýlmadan, kaynar suda haþ­lasalar, yolsalar, yemesi helâl olmaz, haramdýr. Kesip içi ve gursaðý çý­karýlýp, içi yýkandýktan sonra haþlanýrsa, tüylerine necâset bulaþmamýþ ise, yemesi helâl olur."

"Ýmâm, amel-i kesîr oluncaya kadar tegannî ederse, yâhut üç harf zi­yâde ederse, namazý fâsid olur. Tegannî, ýrlamaktýr, sesini hançeresinde terdîd edip, yâni tekrarlayýp türlü sesler çýkarmaktýr."

"Bir köyde veya mahallede mescid olmayýp, cemâatle namaz kýlma­salar, hükûmet bunlara zorla mescid yaptýrmalýdýr. Cemâati ihmâl eden­leri tâzir etmelidir.

Suâl: Namazda otururken þehâdet parmaðý kaldýrmak mý kaldýrma­mak mý daha iyidir?

Cevap: Her ikisi de iyi demiþlerdir. Fakat parmaðý kaldýrmamak daha iyi olduðu meydandadýr.

Suâl: Bir dilenci gelip: "Allah aþkýna, Peygamber aþkýna; Allah´ý se­versen, Peygamber´i seversen bana bir akçe ver" dese; o dilenciye: "Al­lah versin!" tarzýnda cevap verilse veya hiç bir yardýmda bulunulmasa günaha girmiþ olunur mu?

Cevap: Sevmek, vermeyi gerektirmez... Vermemesi sevmemesine baðlý deðilse, hiçbir hatâ ve günah yoktur.

Suâl: Karacaahmet tekkesine hasta götüren ve orada kurban kesen kimseler: "Hasta oraya varýnca þifâ bulur" diye inansalar" dînen onlara ne gerekir?

Cevap: Eðer þifâ verenin Allahü teâlâ olduðunu bilirler ve Karacaah- med´i de sâlih bir kiþi olarak tanýrlarsa bir þey gerekmez.

Suâl: Cenâb-ý Hak hazretleri mekan mefhumundan münezzehtir. Böyle olduðu halde "Allah göklerdedir" tarzýnda mý veya bir baþka þe­kilde mi inanmak gerekir?..

Cevap: "Allahü teâlâ bütün mekanlardan münezzehtir. Gökler, yerler onun idâresindedir. Ýlmi ve gücüyle onlara hâkimdir" tarzýnda îtikâd et­mek gerekir. Duâ ânýnda elleri yukarý kaldýrmak, üst cihetin, semânýn, duânýn kýblesi kabul edilmesinden dolayýdýr.

Suâl: Bir mescide imâm olmak mý yoksa marangozluk mu daha iyi­dir?

Cevap: Bir sanatý, namazý hiç terketmeden yürütmek, Allah katýnda makbul ameldir.

Tebe-i tâbiînin ve evliyânýn büyüklerinden olup, Mýsýr´da yetiþen meþhûr hadîs ve fýkýh âlimlerinden Leys bin Sa´d (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanýnda bir gün Hârun Reþîd ile hanýmý Zübeyde, aralarýnda münâkaþa edip birbirlerine aþýrý derece gücenmiþlerdi. Bu esnâda Hârun Reþîd, hanýmýna: "Eðer ben Cennetlik olanlardan deðilsem, vallahi sen benden boþsun!" deyip onu þartlý yemin ile boþadý. Fakat biraz sonra piþman olup, ikisi de çok üzüldüler. Baðdat´taki bütün âlimleri toplayýp, bu yemininin dînî hükmünü onlardan sordu. Fakat hiçbir âlim, bu yemin hakkýnda hâl çâresi olacak bir fetvâ veremedi. Ýslâm memleketlerinin herbirine yazý ile haber salýnýp, bütün âlimleri Baðdat´ta topladý. Yemini hakkýnda onlara da sordu. Her biri ayrý þeyler söyleyip hiçbiri tatmin edici bir fetvâ veremedi. Bunlar arasýnda Mýsýr´dan gelen Leys bin Sa´d mecli­sin en sonunda oturmuþ hiç konuþmuyordu. Onun bu hâli Hârun Reþîd´in dikkatini çekti ve hizmetçisine; "Þu meclisin sonundaki ihtiyar âlime git ve niçin konuþmadýðýný sor!" dedi. Leys bin Sa´d da: "Diðer âlimlerin hepsi konuþtular. Halife de onlarý dinledi" buyurdu. Bunun üzerine halife Hârun Reþîd þöyle dedi: "Eðer birkaç âlimin cevâbý ile yetinseydim, zaten Bað­dat´ta binlerce âlim vardý. Bu kadar çok âlimin katýldýðý bu meclisi kurdum ki, herkesin ilmine müracaat edeyim ve böylece beni tatmin eden bir ce­vap bulabileyim!" O zaman Leys bin Sa´d: "Benim fikrimi almak isterse­niz, emir buyurunuz, herkes daðýlsýn. Burada ikimiz yalnýz kalalým. O zaman fikrimi sana açýklarým" buyurdu. Hârun Reþîd emîr verdi. Bütün âlimler oradan ayrýldý. Ancak halife ile Leys bin Sa´d ve bir de hizmetçisi kaldýlar. Leys bin Sa´d; "Ey müminlerin emîri! Benim sana söylediklerim hakkýnda, bana bir teminat verir misin ki, her söylediðimden ve yaptý­ðýmdan bana zarar gelmesin?" dedi. Halife; "Evet! Sana her türlü teminat verilmiþtir. Emin olabilirsin ki, sana hiçbir zarar gelmez." Bunun üzerine Leys bin Sa´d, bir Kur´ân-ý kerîm getirilmesini istedi ve halifeye dedi ki: "Ey müminlerin emîri! Þu mushafý eline al ve baþtan sonuna kadar sayfa sayfa aç! O da aynen söylediði gibi tek tek açtý. Rahmân sûresine geldiði zaman, bu sûreyi okumasýný söyledi. Sûrenin baþýndan okumaya baþ­ladý. Tam; "Her kim ki, Allahü telâdan korkarsa, ona iki Cennet vardýr!" âyet-i kerîmesine gelince; "Dur, ey müminlerin emîri! dedi. Halîfe, bu iþ­ten bir þey anlayamamýþtý. Hattâ kýzar gibi oldu. Önce verdiði sözü ha­týrlattýktan sonra Leys bin Sa´d, ona; "Sen, Allah´tan korkarsýn deðil mi?" diye sordu o da; "Vallahi, ben Allah´tan korkuyorum." dedi. O zaman Leys bin Sa´d da; "Ey müminlerin emîri, sana müjdeler olsun! Allahü teâlâ sana bir deðil, iki Cennet verecektir." buyurdu. Halîfenin yeminine çâre olan fetvâyý iþiten hanýmý Zübeyde de çok sevindi. Halîfe ona; "Sen çok doðru söyledin ve iyi fetvâ verdin!" dedi. Bundan sonra da çeþitli ih­sânlar ile Leys bin Sa´d´ý Mýsýr´a uðurladý.

Tâbiînden, meþhûr hadîs hâfýzlarýndan ve velî Mekhûl eþ-Þâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânýnda, Þam?da, fetvâ vermekte ondan daha yetkili kimse yoktu. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh deme­den fetvâ vermezdi. Ben bu kadar anlýyabildim. Bu fetvâm, hatâlý da ola­bilir doðru da derdi.? diye bildirdi.

Evliyânýn büyüklerinden Pîr Muhammed Erzincanî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânýnda Uzun Hasan, Fâtih Sultan Mehmed Hanla harb etmezden önce, Pîr Muhammed Efendiye gidip, harb için izin istedi. Bunun üzerine Pîr Muhammed hazretleri ona; "Sana ve askerine lâzým olan, onlarla harb etmemektir. Zîrâ onlar müslüman gâzilerdir. On- larla harp etmemek akýllýca bir iþtir." buyurdu. Uzun Hasan, Pîr Muham- med hazretlerinden bu sözleri iþitince, harb etmek istediðini belir­tip dýþarý çýktý. Pîr Muhammed hazretleri, Uzun Hasan´a arkasýndan; "Bi­zim sözü- müzün fayda ve zararýný, hayýr ve þerrini bu taraflara gelince anlarsýn. Gerçi þimdi bize kýrýlýrsýnýz ama ne yapalým siz bilirsiniz." bu­yurdu. Çok geçmeden yapýlan harpte Uzun Hasan´ýn askeri bozguna uð­rayýp kendisi ve yakýnlarý periþan bir hâle düþtü. Sonra yine Pîr Muhammed hazretleri- ne gelerek âkýbetinin nereye varacaðýný sormadan edemedi. Pîr Muham- med Erzincânî hazretleri ona; "Fâtih Mehmed Han, þâný büyük affý seven bir sultandýr. Sizi incitmezler. Edep ile hareket edeni rencide etmezler." buyurdu. Sonra çok sevdiði talebelerinden Pîr Ahmed Efendiyi Fâtih Sul- tan Mehmed Hana gönderip Uzun Hasan´la arasýnda sulh yapýlmasýný saðladýlar.

Tâbiîn devrinde Kûfe´de yetiþen müctehid imamlarýn büyüklerinden Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi teâlâ aleyh) Abdullah ibni Abbâs´tan, Ab­dullah bin Zübeyr´den, Abdullah bin Ömer´den, Ebû Saîd-i Hudrî´den, Ebû Hüreyre´den, Ebû Mûsâ el-Eþ´arî (radýyallahü anhünne) hazrelerin- den ve daha birçok Eshâb-ý kirâmdan ilim almýþ, onlarýn ders halkalarýn- da yetiþmiþ büyük ve kâmil bir zâttýr. Kendisine her meselede suâl edilen ve ictihadýna baþvurulan bir müctehiddi.

Abdullah ibni Abbâs ve Abdullah bin Ömer´den çok ilim almýþtýr. Ha­dîs, fýkýh, tefsir ve kýrâat ilimlerinde, onlardan çok rivâyette bulunmuþtur. Bir defasýnda Abdullah ibni Abbâs kendisine þöyle buyurdu: "Ey Saîd! Sen de dînî meselelerde, soranlara cevap ver. Hatalý bir hükümde bulu­nursanýz tashih eder, düzeltiriz. O da; "Ey Ýbn-i Abbâs, sizin huzuru­nuzda dînî iþlere karýþmak benim haddim deðildir" diye tevâzularýný bil­dirmiþtir. Ancak Ýbn-i Abbâs hazretlerinin gözleri âmâ olup, göremez hâle gelince, Saîd bin Cübeyr fetvâ iþlerini üzerine aldý ve müslümanlarýn dînî meselelerdeki müþküllerini halletmeye baþladý. Onun ilminin çokluðunu bütün âlimler ittifakla bildirmiþlerdir. Hadîs ilminde rivâyetleri çok meþhur olup, sika, güvenilir, saðlamdýr. Kütüb-i Sitte´de rivâyet ettiði hadîs-i þe­rîfler vardýr.

Osmanlý âlim ve velîlerinin meþhûrlarýndan Zenbilli Ali Efendi (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, Kânûnî Sultan Süleymân Hân, meyva aðaçlarýný karýncalarýn sarmasý üzerine, karýncalarý kýrmak için meseleyi hazretlerine güzel bir beyitle sorar ve þöyle der:



?Dýrahtý (aðacý) sarmýþ olsa eðer karýnca

Zarar var mý karýncayý kýrýnca.?



Zenbilli Ali Efendi zarîf bir ifâde ile sorulan bu suâlin altýna þu beyti yazarak cevap vermiþtir:

?Yarýn divânýna Hakk?ýn varýnca

Süleymân?dan alýr hakkýn karýnca.?



Tâbiîn devrinin meþhûr âlim ve velîlerinden Zührî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Tam ehil olmadan fetvâ veren kimse, Allahü teâ- lânýn nezdinde mes´ûl olur. Böyle kimse, Cehennem´in tâ kenârýnda­dýr.







 


radyobeyan