Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Tabiun By: armi Date: 27 Mart 2010, 20:20:31

TÂBÝÛN





Hz. Muhammed (s.a.s)´in sahabilerinin devrine yetiþen, onlarý gören, imân sahibi olduðu halde onlarla beraber bulunan ve imân üzere vefât eden kiþiler, sahabeden hadis nakledenler.

Arapça bir kelime olan tâbiûn, "tebi-e" fiilinden gelmektedir. Bu fiil, birinin izinde yürümek, ona tabi olmak, beraberinde bulunmak, cemâatýn namazda imama tabi olmasý gibi manalarý ifâde eder. Bu fiilden ismi faili, "tâbiun" dur. Sonuna nisbet ya´sý bitiþince, "tabiî" olur. Bunun çoðulu da, "tâbiûn" dur. Kelime olarak Türkçe karþýlýðý; uyanlar, tabi olanlar demektir. Dinî anlamda da, Hz. Muhammed (s.a.s)´in sahabilerine tabi olan, onlarý takib eden nesil için kullanýlýr. Arap gramerine göre, tâbiûn kelimesi ref´ halindedir, yani ötreli okunma durumundadýr. Bunun nasb ve cer (kesreli ve fethalý) okunma hali ise, "tâbin"dir. Buna göre "tâbiûn" ve "tâbin", ayný anlamda olan iki kelimedir.

Müslüman bir kiþinin Tâbiûn´dan sayýlabilmesi için, Sahabileri gördüðünde, görüp iþittiðini hafýzasýnda tutabilecek bir yaþta olmasý gerekir.

Tâbiûn, Ýslâmýn ikinci neslinden oluþmaktadýr. Onlardan sonra gelen nesle de, "etbâu´t-tâbiîn" veya "tâbeu´t-tâbiîn" denir.

Ýlk tabiînin kim olduðu hususunda alimlerin farklý yorumlarý vardýr. Bazý alimler, "Yalnýz bir sahabiyi gören kiþi Tabiûndan sayýlýr" demiþler, diðer bazý alimler de, yalnýz görmeyi, bir araya gelmiþ olmayý yeterli kabul etmemiþlerdir. Onlara göre, bir kiþinin Tâbiûndan sayýlabilmesi için, Sahabilerle sohbette bulunmuþ olmasý gerekir. Onun için Tabiûn´un baþlangýcý net bir þekilde tesbit edilmemiþtir (Celâluddin es-Süyût, Tedribu´r-Râv fi Þerhi Takribi´n-Nevev, Mýsýr 1379, s. 416 vd.).

Tâbiûn devri hicri 120 tarihlerine kadar devam etmiþtir. Tâbiûn devri, Ýslâm kültür hayatýnýn son derece geliþen ve parlak olan devridir. Siyâsi iktidar bakýmýndan bu dönem, Emevilerin hakimiyetine rastlar.

Sahâbilerin tabakalarý hakkýnda olduðu gibi, Tâbiûn´un tabakalarý hakkýnda da alimlerin farklý yorumlarý olmuþtur. Herkes onlarý kendilerine göre farklý bir þekilde tabakalara ayýrmýþtýr. Ýmam Müslim, Tabileri üç, Ýbn Sa´d dört, Hâkim de onbeþ tabakaya ayýrmýþlardýr. Hâkim´e göre ilk tabaka, Aþere-i Mübeþþere (Cennetle müjdelenen on sahabî)´yi görenlerdir. Onlar da þu zatlardýr: Kays b. Ebi Hazm el-Becelî, Ebu Osman en-Nehdî, Kays b. Ubâd el-Kaysî, Ebu Sasan Hüseyn b. el-Münzir er-Rekâsî, Ebu Vâil, Sakik b. Seleme el-Kufi, Ebu Recâ el-Utaridî.

Bunlar muhadremûndandýrlar. Muhadremûn, hem cahiliye döneminde ve hem de Ýslâm döneminde bulunduðu halde, Hz. Muhammed (s.a.s) ile buluþamayan müslümanlara verilen bir ünvandýr. "Sahih" sahibi Müslim, bunlarýn sayýsýný yirmi olarak zikretmiþtir.

Tâbiûn neslinin hadis rivâyetinde, Tefsirde, nahv´ýn geliþmesinde, fýkhî konularýn oluþmasýnda ve diðer çeþitli ilimlerde büyük hizmetleri olmuþtur. Hadislerin yazýlmasý ve tasnif edilip konularýna göre kýsýmlara ayrýlmasý onlarýn öncülüðünde geliþmiþtir. Tabiûn neslinden hadis yazan çok kiþi vardýr. Bunlarýn en meþhurlarý Ýbn Þihâb ez-Zühr, Said Ýbnu´l-Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Hasan el-Basri, Ýbrâhim en-Nehai vb.dirler.

Tâbiûn neslinden fýkýh ilmi ile de meþgul olan, bu sahada hizmeti geçen bir çok kiþi vardýr. Medine´de, arkadaþlarý arasýnda fýkýh ilminde temâyüz eden, ileri derecelere ulaþan yedi zat olmuþtur ki, bunlara "fukahâ-yý seb´â" adý verilir ve onlar da þunlardýr: Saîd b. el-Müseyyeb, Kasým b. Muhammed b. Ebi Bekr es-Sýddîk, Urve b. ez-Zubeyr, Harice b. Zeyd b. Sabit, Ebu Seleme b. Abdurrahman b. Avf, Ubeydullah b. Utbe b. Mes´ûd ve Ebu Eyyûb Süleyman b. Yesâr el-Hilâlî.

Sonradan fetvalarý taklid edilen ve mezheb imâmý olarak kabul edilen kiþilerden yalnýz Ebu Hanife, Tâbiûn neslindendir. Diðer mezhep imâmlarý, daha sonraki nesillerdendirler (Zeynuddin Ahmed b. Ahmed b. Abdullatif ez-Zebýdî, Sahih-i Buhârî Muhtasarý Tecrid-i Sarih Tercemesi, trc. Ahmed Naim, Ankara 1970, Mukaddime, s. 30 vd.).

Tâbiûn zamanýnda tefsirde de büyük geliþmeler kaydedilmiþtir. Bu dönemdeki tefsir çalýþmalarý, tefsirin ikinci dönemi olarak kabul edilmiþtir.

Tâbiûn´un tefsirdeki görüþlerinin delil olarak kabul edilip edilmemesi hususunda, alimlerin farklý görüþleri vardýr. Bazý alimler onlarýn görüþlerini delil olarak kabul ederken, diðer bazý alimler de, onlarýn görüþlerini delil olarak kabul etmemiþlerdir.

Tâbiûn, döneminde Mekke, Medine ve Irak´ta tefsir okullarý geliþmiþtir. Bu okullarda, Tâbiûn neslinden büyük tefsir alimleri yetiþmiþtir. Bu alimlerden bazýlarý þunlardýr: Tâvus b. Keysn, Ýkrime, Atâ b. Ebi Rabah, Zeyd b. Eslem, Alkame b. Kays, Mesrûk, Uveys b. Zeyd, Mürre el-Hamedânî, Muhammed b. Ka´b el-Kurezî (Mahmud Hüseyn ez-Zehebî, et-Tefsû ve´l-Mufessirûn, Lübnan 1976, 1, 99 vd.).

Diðer çeþitli ilim dallarý da, Tâbiûn döneminde geliþme kaydetmiþtir. Bu ilim dallarýnda, büyük ilim adamlarý yetiþmiþtir. Tâbiûn devri, bütün ilim dallarý için geliþme devri durumundadýr.

Tâbiûn´un fazileti, Kur´an´a dayanmaktadýr:

"Onlardan sonra gelenler derler ki: Rabb´imiz, bizi ve bizde önce inanan kardeþlerimizi baðýþla. Kalplerimide inananlara karþý bir kin býrakma! Rabb´imiz, sen çok þefkatli, çok merhametlisin!" (el-Haþr, 59/10).

Bu ayette, Tâbiûn´un güzel vasýflarý dile getirilmiþtir. Onlarýn dönemi, bu ayet nazil olduktan sonra gelmiþtir. Onlarýn döneminden önce, Yüce Allah onlardan överek bahsetmiþtir.

Ayette ifâde edildiði gibi, insanlar arasýnda ýrk, mekân, vatan, kabile, renk gibi hiç bir ayýrým yapmadan, bütün imân ehli için dua etmiþlerdir. Tâbiûn, tevhid, imân ve inanç kervaný, dualarý da imân duasýdýr. Onlar, ne þerefli bir kervan ve dualarý, ne güzel bir duadýr! (Seyyid Kutub, Fi Zilâli´l-Kur´an, Beyrut, tsz., XXVIII, 41 vd.).

Konu ile ilgili olan diðer bir ayetin meâli þöyledir:

"Muhâcirlerden ve Ensârdan (Ýslâm´a girmekte) ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar... Allah onlardan razý olmuþtur, onlar da O´ndan razý olmuþlardýr. (Allah) onlara, altlarýndan ýrmaklar akan, içinde ebed kalacaklarý cennetler hazýrlamýþtýr. Ýþte büyük kurtuluþ budur" (et-Tevbe, 9/100).

Ayette geçen "tabi olanlar" ifâdesi, müfessirler tarafýndan iki mana da yorumlanmýþtýr. Birincisi, onlarý takib eden, onlardan sonra gelen Tâbiûn nesli demektir. Ýkincisi ise, kýyâmet gününe kadar din, imân, ahlak ve takvada onlara tabi olan insanlar olarak kabul edilmiþtir (el-Kâd Beydâv, Envaru´t-Tenzil ve Esraru´t-Te´vl, Mýsýr 1955, I, 207; Muhammed Ali es-Sâbûný, Safvetu´t-Tefâsir, Ýstanbul 1987, I, 559)

Hz. Muhammed (s.a.s) de, çeþitli hadislerde Tâbiûn´u övmüþ, methetmiþtir:

"Ne mutlu beni görüp imân edene! Ne mutlu beni göreni görene!.." (Ahmed b. Hanbel, V, 248, 257, 264),

"Ümmetimin en hayýrlýlarý, benim zamanýmda yaþayan Sahabelerdir. Ondan sonra, onlardan sonra gelen nesildir ve ondan sonra hayýrlý olanlar da, onlardan sonraki nesildir" (Buhârî, Fedâilu´s-Sahabe, I, Rikâk, 7).

Tâbiûn´un son tabakasýný, en son ölen Sahabeyi görenler oluþturmuþtur. Buna göre son tabi, Mekke´de Ebu´tTufeyl mir b. Vasile´yi gören Halef b. Halifedir. Halef´in ölümüyle Tâbiûn´un sona erdiði kabul edilir.


radyobeyan