Ýslam Kültürü A-Ý
Pages: 1
Hased By: neslinur Date: 27 Mart 2010, 15:30:37
Hased
Evliyânýn büyüklerinden Gavs-ül-âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin sohbetleri ile hasta gönüller þifa bulur, katý kalpler yumuþardý. Ýnsanlarýn mânevî hastalýklarýný tek tek bildirir, onlarý tedâvî ederdi. Hasedin, kýskançlýðýn Allahü teâlânýn gazâbýna sebeb olacaðýný þöyle anlatýr:

Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komþunu; yemede, içmede, giymede ve baþka þeylerde kýskanýr görüyorum. Bu nasýl iþ Bilmiyor musun ki, bu senin îmânýný zayýflatýr. Mevlânýn yanýnda kýymetin kalmaz. Seni, Allahü teâlânýn gazabýna uðratýr. Peygamber efendimiz; "Allahü teâlâ, hasetçi kimse nîmetimin düþmanýdýr," buyurdu." diye bildirmiþtir.

Resûl-i ekrem bir hadîs-i þerîfte; "Ateþ odunu yiyip bitirdiði gibi, haset de iyilikleri yer." buyurdu. Sen, haset ettiðin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun. Onun kýsmeti için mi, yoksa kendi kýsmetin husûsunda mý haset ediyorsun? Eðer onu, Allahü teâlânýn ona kýsmet olarak verdiði þeyde haset ediyorsan, ona haksýzlýk etmiþ olursun. Haset ettiðin kimse, Allahü teâlânýn kendisi için takdir ve taksim ettiði nîmetin içerisinde bulunmaktadýr. Sen onu, Allahü teâlânýn bu ihsânýndan dolayý haset etmekle, ne kadar haksýzlýk ve cimrilik yaptýðýný, ne kadar akýlsýzlýk ettiðini biliyor musun? Eðer onu, sana takdir edilenin onun eline geçeceðinden endiþe ederek kýskanýyorsan, bu senin çok câhil olduðunu gösterir. Çünkü senin kýsmetini baþkasý yiyemez. Muhakkak ki Allahü teâlâ sana zulmetmez. Allahü teâlâ senin için takdir ettiðini, sana nasîb olarak verdiðini, senden alýp baþkasýna vermez.

Tâbiînin meþhurlarýndan ve hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hasetçi kimse için rahat yoktur."

Anadolu velîlerinden Seyyid Burhâneddîn Muhakkýk Tirmizî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hased, nefis köpeðinin sýfatýdýr. Çünkü o, dünyâ leþinin baþýnda durmaktadýr."

Ýstanbul´u, Fâtih Sultan Mehmed Hanýn fethedeceðini müjdeleyen büyük velî Hacý Bayram-ý Velî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hem talebelerini yetiþtiriyor, hem de belli saatlerde câmide insanlara vâz ve nasîhat ediyordu. Herkes Hacý Bayram-ý Velî´nin vâzlarýna koþuyor, bâzý kerâmetlerini görünce, ona daha çok baðlanýyorlardý. Bu þekilde Hacý Bay- ram´ýn etrafýnda pekçok kimsenin toplandýðýný gören bâzý hasetçiler, Pâdiþâh Ýkinci Murâd Hana; "Sultâným! Ankara´da Hacý Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halký baþýna toplamýþ. Aleyhinizde bâzý sözler söyleyip saltanatýnýza kasdedermiþ. Bir isyân çýkarmasýndan korkarýz!" diyerek iftirâlarda bulundular. Bunun üzerine sultan, durumun tetkik edilmesi için iki kiþi vazifelendirip; "O kimseyi hemen gidip huzûrumuza getirin. Emrimize baþ kaldýrýp isyân ederse, zincire vurarak getirin!" emrini verdi.

Vazifeli çavuþlar, ellerinde pâdiþâhýn fermâný olduðu hâlde, Edirne´den kalkýp süratle Ankara´ya gittiler. Þehre yaklaþtýklarýnda önlerine, yaþ- lý, nûr yüzlü bir kimse ile bir genç çýktý. Selâmlaþtýktan sonra ihtiyâr zât; "Evlâtlarým! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?" diye sorunca, onlar da; "Ankara´da Hacý Bayram isminde biri, etrâfýna adamlar toplayýp, Pâdi- þâhýmýza baþkaldýrmýþ. Onu yakalayýp pâdiþâhýn huzuruna götüreceðiz." dediler. Çavuþlarýn bu sözünü bekleyen ihtiyâr zât; "O aradýðýnýz Hacý Bayram bu fakîrdir." diyerek, kendisini gösterdi. Çavuþlar bir fermâna baktýlar, bir de Hacý Bayram-ý Velî´ye. Aradýklarý isyâncý bu olamazdý. Bu nûr yüzlü, hoþ sözlü zât, hiç isyân edecek birine benzemiyordu. Hacý Bayram-ý Velî´ye tekrar tekrar dikkatle baktýktan sonra, birbirlerine; "Gi- delim, Sultanýmýza gidelim. Bu zâtýn mâsûm olduðunu, söylenilenlerin yanlýþ olduðunu bildirelim." dediler.

Hacý Bayram; "Evlatlar! Sizin geleceðinizi biliyorduk. Onun için yola çýkýp sizi bekledik. Pâdiþâhýmýzýn fermâný baþýmýz üzerindedir. Haydi durmayýnýz, elimi zincirle baðlayýnýz ve bir an önce buradan gidelim." buyurdu. Bu sözlere iyice hayret eden çavuþlar; "Sizi yanlýþ anlatmýþlar efendim. Size karþý edepsizlik etmeye hayâ ederiz. Hele zincire vurmak hiç aklýmýzdan geçmez. Mâdem ki emrediyorsunuz, buyurunuz gidelim." dediler.

Hacý Bayram ile yanýndaki genç talebesi Akþemseddîn, çavuþlarla birlikte Edirne´ye doðru yola koyuldular. Hacý Bayram-ý Velî, yol boyunca çavuþlarla sohbetler etti, onlar nasîhatlerde bulundu. Günler sonra Çanakkale Boðazýndan geçip, Edirne´ye geldiler. Sarayda Sultan Ýkinci Mu- râd Han, söylentilere göre devletin selâmetine kasdeden ve tahtýna göz diken bir eþkýyâ beklerken, karþýsýnda; nûr yüzlü, kâmil bir velî gördü. Hayretini saklamayarak, onu baþ köþeye oturttu. Utancýndan bu büyük velînin yüzüne bakamadan; "Yolculuðunuz zahmetli oldu herhalde." De- di. Hacý Bayram-ý Velî ise tebessümle; "Ýyi bir vesîle oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce mâneviyât âþýklarý gördük ve tanýþtýk." diyerek, pâ- diþâhý rahatlattý. Sohbete baþladýlar. Sultan Murâd, þehzâdeliðinden beri ilme pek meraklýydý ve büyük bir âlim olarak yetiþmiþti. Hacý Bayram-ý Velî konuþtukça, ilminin yüksekliðini daha iyi anladý. Tâ Ankara´dan bu- raya kadar getirttiðine çok üzüldü, tanýþmakla þereflendiði için de çok sevindi. Tasavvuftaki bâzý müþkillerini Hacý Bayram-ý Velî´ye sordu. Aldý- ðý cevaplardan ziyâdesiyle memnun oldu. Pekçok ihsânda bulunup, he- diyeler verdi. Fakat Hacý Bayram-ý Velî; "Sultâným! Bizim dünyâ malýnda gözümüz yoktur. Siz onlarý, ihtiyâcý olanlara veriniz." diyerek nâzikçe reddetti. Pâdiþhâh ýsrar edince de; "Mutlaka ihsânda bulunmak istiyor- sanýz, talebelerimizin, devlete vereceði vergilerden muaf tutulmasýný ar- zu ederiz." dedi. Pâdiþâh da memnuniyetle kabûl etti. Hacý Bayram-ý Velî´yi günlerce sarayda misâfir etti, izzet ve ikrâmda bulundu.

Baþbaþa sohbet ettiði günlerden birinde; konu Ýstanbul´un fethine gelmiþti. Murâd Han Gâzi; "Allahü teâlânýn izniyle, evliyânýn himmet ve bereketleriyle Ýstanbul´u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yýldýrým Bâye- zîd Han bu iþe giriþti. Fakat bir netice elde edemedi. Devlet-i âl-i Osma- n´ýn topraklarýnýn ortasýnda bir Bizans Devletinin olmasýna hiç gönlüm râzý deðil. Sevgili Peygamberimizin de fethini müjdelediði bu Ýs­tanbul bize lâzým. Bunu almak için de himmetinizi, yardýmýnýzý bekliyorum." De- di. Murâd Han bu sözleri söylerken, Hacý Bayram-ý Velî derin bir tefekkü- re dalmýþ, onu dinliyordu. Sultanýn sözü bittikten bir süre sonra þöyle ko- nuþtu: "Sultâným! Bu þehrin alýnýþýný görmek ne size, ne de bize nasîb olacak. Ýstanbul´u almak, þu beþikte yatan Muhammed´e (Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocasý, bizim Köse Akþemseddîn´e nasîb olsa gerektir." müjdesini verdi. Sonra geleceðin Fâtih´ini kucaðýna aldý. Onun gözlerine bakarak, uzun uzun teveccühlerde bulundu. Sultan Murâd Han, bu müjdeye çok sevindi. Oðlu þehzâde Muhammed´e ve Akþem- seddîn´e artýk baþka bir nazar ile bakmaya baþladý.

Hacý Bayram-ý Velî hazretleri Edirne´de bulunduðu müddet içinde, câmilerde vâz verip, halka nasîhatlerde bulundu. Edirneliler de onu çok sevdiler. Onun hangi câmide nasîhat edeceðini öðrenip, oraya akýn akýn giderlerdi. Pâdiþâh da onun Edirne´de kalmasýný istiyordu. Fakat Hacý Bayram-ý Velî, Ankara´ya talebelerinin baþýna dönüp, onlarý yetiþtirmeye devâm etmek istediðini bildirdi.

Pâdiþâha nasîhatlerde bulunduktan ve onunla vedâlaþtýktan sonra yola koyuldu. Önce Gelibolu´ya geldi. Orada Yazýcýzâde Ahmed Bîcân ve Muhammed Bîcân kardeþlerle görüþtü. Bir müddet onlarý yetiþtirmek için orada kaldý. Onlarýn Bayramiyye yoluna girerek, tasavvufta ilerlemelerine sebeb oldu. Muhammed Efendi, yazdýðý Muhammediyye´yi hocasý Hacý Bayram-ý Velî´ye takdim ettiðinde; "Ey Muhammed! Bu kitabý yazacaðýna, kalbinin nûrlanmasý için çalýþsan, nefsini terbiye etmek için uðraþýp onu yola getirseydin daha iyi olmaz mýydý?" buyurduðunda, Muhammed Bîcân bir "Âhh!" çekti ki, o anda kitabýn açýk olan sahifeleri "Âhh" ateþinden kararýp simsiyah oldu. Hacý Bayram-ý Velî, kýsa zaman- da bu iki kardeþe icâzet, diploma vererek, insanlarý hak yola dâvet ve bu yolda ilerletmekle görevlendirdi.

Tâbiînin ve âlimlerin büyüklerinden veli Ebû Eyyûb Meymûn bin Mihrân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Eðer bir kimse sana hased ediyorsa, sen onun þerrinden korunmak istiyorsan, iþlerini ondan gizli yap.?

Aklî ve naklî ilimlerde derin âlim, tasavvuf ehli ve velî Muhammed Kudsî Bozkýrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Karacahisar´a geri dönüp yeniden insanlara feyz saçmaya baþladý. Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýný insanlara teblið etti. O belde insanlarýnýn kendisine çok alâka gösterme- si, bâzý kimselerin hasedine yol açtý. Hattâ kendisini tüfekle öldürmeye kalkýþtýlar. Ama Allahü teâlânýn izniyle, bir kerâmet olarak kendisine doð- ru tutulan tüfek yana çevrildi. Bu kerâmeti meþhûr olunca, Karacahi- sar´da duramaz oldu. O zaman Hâce köyü nâmýyla meþhûr olan Üçpýnar kasabasýna hicret etti. Burada da on yedi sene kalýp tâliblerine ilim ve feyz saçtý. Ancak orada da fitne ve fesat ateþi körüklendi. Bâzý kendini bilmez câhil kimselerin muhâlefetine mâruz kaldý. Oradan Seydiþehir´e hicret etti. Seyyid Hârun Velî hazretlerinin þehri olan Seydiþehir´de, âde- tâ bir güneþ gibi doðdu. Çevreye ýþýk saçtýklarýný iddiâ eden bâzý kim- selerin yýldýzlarý söndü. Hattâ kendi talebelerinden Abdullah Efendi adýn- da birisi bile, onun bu ihtiþâmýna dayanamayýp hased etti. Muhammed Kudsî Efendi, bu hâle çok üzüldü. Onlarýn affedilmeleri ve hidâyete ka- vuþmalarý için duâ etti. Bu sýrada Üçpýnarlýlar, hatâlarýný anlayýp, içlerin- den beþ yüz kimseyi seçerek, özür dilemek ve Muhammed Kudsî Efen- diyi tekrar memleketlerine dâvet etmek üzere Seydiþehir´e göndermiþler- di. Muhammed Kudsî Efendi, Seydiþehir yakýnlarýnda Çavuþ köyünde bulunduðu bir sýrada, Üçpýnarlýlar geldiler. Hemþehrilerinin dâvetini ken- disine bildirdiler. Ancak Muhammed Kudsî Efendinin büyüklüðünü ve kýymetini takdir ve tasdik eden Çavuþ köyü ahâlisi, onun Üçpýnar´a git- mesine rýzâ göstermediler. Her iki taraf da inleyerek, sýzlayarak gece ya- rýlarýna kadar yalvardýlar. Hangi tarafa meyletse öbür taraf kýrýlacaktý. Muhammed Kudsî Efendi, zor durumda kaldý. Teheccüd namazýný kýlýp, Allahü teâlâya el açtý. Allahü teâlânýn rýzâsý için kendisini dâvet eden bu müslümanlarýn hiçbirini kýrmak istemiyordu. Duâ edip, bu dünyâdan göç- menin, zorluktan kurtulmanýn en kýsa yol olduðunu gördü. Allahü teâlâya duâ etti. "Biliniz ki, Allahü teâlânýn evliyâsý için azâb korkusu, nîmetlere kavuþmamak üzüntüsü yoktur" meâlindeki Yûnus sûresi altmýþ ikinci â- yet-i kerîmesini okuyup gözlerini yumdu. Sabahtan kuþluk vaktine kadar "Allah... Allah..." dedi. Kuþluk vakti rûhunu Rahmana teslim edip, bu sýkýn týlý dünyâdan ebedî güzellikler âlemine göçüp gitti. Cenâze namazý Çavuþ köyünde kýlýndý. Ayný köyde defnedildi. Kabr-i þerîfi onun büyüklü- ðünü bilenler tarafýndan ziyâret edilip, feyzinden istifâde edilmektedir.

Osmanlý âlim ve velîlerinden Sýbgatullah Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hasedden zararlý kalb hastalýðý yoktur. Âlimlerin âfeti de ondandýr."

Meþhûr velîlerden Þeyh Hasan (rahmetullahi teâlâ aleyh) efendiyi, birisi hased eder ve kahvehânelerde devamlý aleyhinde konuþurdu. Bu uygunsuz davranýþý üzerine Hasan Efendi onu zaman zaman îkâz eder- di. Ancak bir türlü bu huyundan vaz geçmedi. Bir gün yine aleyhinde uygunsuz sözler söyledi. Sevenlerinden biri Hasan Efendiye gidip durumu anlatýnca, Hasan Efendi çok yüksek sesle ve sesi kesilinceye kadar; "Bizden vaz geçmezler mi?" diye baðýrdý. O gece kendisine dil uzatýp, aleyhinde konuþan kimsenin boðazýnda bir yara çýktý. Günlerce konuþamadý, sonra öldü.

Tâbiîn devrinde yetiþen büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Hasedcinin yâni baþkalarýný çeke- memenin alâmeti de üçtür. Hased ettiði kimse, yanýnda yoksa, gýybetini eder. Yanýnda bulunduðu zaman dalkavukluk yapar. Onun baþýna bir be- lâ geldiði zaman sevinir."

Büyük velîlerden Yakub Germiyânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Dünyâda hiç kimseye hased etmedim. Ancak dünyâya gelmeyenlere gýbta ettim. Þu üç þeyden dolayý onlarýn hâllerine imrendim. Birincisi, bu âlem ayrýlýk ateþiyle yanma yeridir. Dünyâya gelmeyenlerde böyle bir firâk hâli yoktur. Ýkincisi, bize verilen vücûd nîmetinin ve sayýsýz diðer nîmetlerin þükrünü edâ etmekten âciziz. Bizde, bu acziyetten dolayý mahcûbiyet vardýr. Dünyâya gelmeyenlerde ise, böyle bir mahcûbi­yet yoktur. Üçüncüsü ise, bizler, kemâl mertebesinde istidâda sâhib olmadýðýmýzdan, hep derd-i hüsrân içinde bulunuruz. Bu dert, dünyâ lezzetlerini ve yüzdeki neþe ve sürûru alýp götürür. Dünyâya gelmeyenlerin ise, bu lezzet ve neþeden mahrûm olmalarý gibi bir durumlarý yoktur.


radyobeyan