Hicret By: neslinur Date: 27 Mart 2010, 15:14:32
Hicret
Osmanlý Devleti´nin kuruluþ devrinde, Ankara´nýn Çamlýdere beldesinde yaþayan büyük velîlerden Ali Semerkandî (rahmetullahi teâlâ aleyh) H.720 senesinde Ýsfehan´da doðdu. Babasýnýn ismi Yahyâ olup, hazret-i Ömer´e dayanýr. Çok zekî ve pek akýllý idi. Küçük yaþda Kur´ân-ý kerîmi ezberledi ve muhtelif kýrâatlere göre okumasýný öðrendi. Genç yaþýnda; tefsîr, hadîs, fýkýh ve tasavvuf ilimlerinde pek yüksek derecelere kavuþtu. Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere, Þam, Kudüs, Irak, Semerkand, Çamlýdere gibi pekçok beldelerde Ýslâmiyeti öðretmek, emr-i mârûf nehy-i münker yapmak, Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýný bildirmek için dolaþtý.
Ali Semerkandî, tahsîlini tamamladýktan sonra, Mekke-i mükerreme- ye gitti. Kâbe-i muazzamada yýllarca imâmlýk yaptý. Orada, insanlarý Ehl-i sünnet îtikâdýna uygun bir îmân ile yaþamalarý, ibâdetlerini sünnet-i þerî- fe uygun yapabilmeleri için çok çalýþtý. Mânevî bir iþâret ile Medîne-i mü- nevvereye geldi. Orada Resûlullah efendimizin mübârek türbelerinde ye- di sene kadar türbedârlýk hizmetinde bulundu. Bir gün rüyâsýnda, Peygamber efendimizin kerîmeleri Fâtýmâ vâlidemizi gördü. Rüyâda; "Yâ Ali! Resûlullah´ýn huzûruna git. Seni mânevî evlatlýða kabûl buyuracak!" dedi. Ali Semerkandî uyanýnca, hemen Resûlullah´ýn mübârek huzûruna koþtu. Mübârek kabrinin karþýsýna geçip, diz üzerinde edeble oturdu. Baþýný önüne eðerek, murâkabe hâlinde beklemeye baþladý. Bir müddet sonra Ravda-i mutahheradan Resûlullah efendimizin; "Buyur yâ Ali! Seni mânevî evlâdým olarak kabûl ettim. Kýyâmete kadar bu mûcizem bâkî kalsýn. Yâ Ali! Öyle bir beldeye git ki, fakirlikleri sebebiyle beni ziyâret edemeyen ümmetim, seni ziyâret etsinler. Sen benim evlâdým olduðun için, sana yapýlan ziyâreti bana yapýlmýþ gibi kabûl ederim." mübârek sözlerini iþitti. Bu sözleri, büyük bir zevk ile dinleyen Ali Semerkandî hazretleri, sevincinden aðladý ve cenâb-ý Hakk´ýn verdiði bu nîmetten dolayý þükür secdesi yaptý. Anadolu´ya gitmesi gerektiðini anladý ve he- men harekete geçti.
Ali Semerkandî, bugünkü Ankara´nýn Çamlýdere havâlisine geldi. (Çamlýdere´nin eski ismi Þeyhler olup, bu zâta izâfeten verildi.) Çamlý- dere´ye bir derviþ kýyâfetinde gelen Ali Semerkandî, oradaki insanlarýn çok fakir olduðunu görerek, iþâret buyurulan yerin burasý olduðunu mâ- nevî keþf ile anladý. Buradaki insanlarýn irþâdý, Allahü teâlânýn emirlerini bildirmek, yasaklarýndan sakýndýrmak için yýllarca çalýþtý. Pekçok talebe- leri oldu. Ýslâmiyeti yaymak için çalýþtý.
Ali Semerkandî, bir gün kýrda sýðýrlarý otlatýrken, bir kurdun, bir öküzü öldürmek için hazýrlandýðýný gördü. Hemen yanlarýna varýp, kurda; "Ey kurt! Bu öküzü öldürmek için kimden izin aldýn?" deyince, kurt dile gelip; "Ey Allahü teâlânýn sevgili kulu! Bu öküz benim nasîbimdir. Allahü teâlânýn izni ile bunu öldürüp yiyeceðim." dedi. O da; "Ey kurt! Öküzün sâhibine durumu anlatayým. Haberi olsun ki, bize bir kabahat bulup dil uzatarak âhiretini yýkmasýn. Bugün müsâade et, yarýn gel." buyurdu. Kurt, peki diyerek oradan ayrýldý. Akþam durumu öküzün sâhibine anlattý. Fakat öküzün sâhibi, Ali Semerkandî hazretlerinin büyüklüðünü idrâk edemiyenlerden idi. Onun bu anlattýklarýnýn olamayacaðýný söyleyerek, ertesi gün öküzü yine gönderdi. O gün kurt, yine gelip öküzün baþýna dikildi. Hâdiseyi tâkib eden Ali Semerkandî, kurdun yanýna gelip; "Mâdem ki yiyeceksin, hiç olmazsa derisini delik deþik etme de, sâhibinin iþine yarasýn!" dedi. Kurt, öküzü öldürüp, derisine zarar vermeyecek þekilde etini yedi. Akþam, öküzün yerine derisinin geldiðini gören öküzün sâhibi, doðruca Ali Semerkandî´nin yanýna koþup, durumu sordu. Hâdiseyi öðrenince, inanmayýp Ali Semerkandî´ye uygun olmayan sözler söyledi ve ertesi günü kâdýya þikâyet etti. Kâdý, her iki tarafý dinledikten sonra, Ali Semerkandî hazretlerine; "Þâhidin var mý?" diye sordu. O da; "Orada bu hâdiseyi gören aðaçlar ve kayalar þâhidimdir." der demez, hâdisenin geçtiði bölgeden bir gürültüdür koptu. Kayalar ve aðaçlar harekete geçmiþ, kâdý efendinin bulunduðu yere doðru geliyordu. Herkes korkudan kaçmaya baþladý. Bunun üzerine Ali Semerkandî hazretleri; "Ey kayalar ve aðaçlar! Olduðunuz yerde durun!" buyurunca, durdular. Kâdý ile dâvacý ve inanmayan kimselerin hayretlerinden akýllarý gideyazdý. Ali Semerkandî´nin büyüklüðünü kabûl edip, onun talebelerinden oldular.
Yaz mevsiminde, kadýnlar tarlada ekin biçiyorlardý. Oralarda sýðýr otlatan Ali Semerkandî, namaz vakti girdiði hâlde abdest tâzeleyecek bir su bulamadý. Âsâsýný yere vurarak; "Çýk, yâ mübârek!" deyince, yerden gövde kalýnlýðýnda bir su çýktý. Sular, hýzla meyilli arâzide etrâfa yayýlýrken, kadýnlar baðýrmaya baþladýlar: "Su çýkarmanýn da zamâný mý? Ekinlerimiz sular altýnda kalacak..." Bunun yanýsýra, Ali Semerkandî´ye hakâret dolu sözler ettiler. O da suyun çýktýðý yere bakarak; "Ey mübârek su! Ne çýktýðýn belli olsun, ne de aktýðýn!" buyurdu. Bu söz üzerine suyun çýktýðý yer, kuyu aðzý gibi olup hareketsiz kaldý.
O târihlerde Osmanlý pâyitahtý olan Bursa´da bir çekirge âfeti oldu. Her tarafý çekirge kaplamýþ, mahsûlleri ve çiçekleri harâb etmiþ idi. Bu âfetten kurtulmak için, zamânýn zirâatçýlarýndan çâre soruldu. Yapýlan bütün araþtýrmalardan bir netice alýnamayýnca, âlimlere ve velîlere haber gönderildi. Bu çekirge âfetinden kurtulma çâresinin ne olduðu soruldu. Bu haber, Çamlýdere´de yaþayan Ali Semerkandî´ye de ulaþtý. Ali Semer- kandî hazretleri, daðda asâsýyla çýkardýðý sudan bir mikdâr Bursa´ya gönderdi. Bu suyu, zarar veren haþerâtýn bulunduðu bölgeye dökmele- rini tenbih etti. Suyu Bursa´ya götürdüler. Çekirge âfetinin bulunduðu bölgelere azar azar döktüler, çok kýsa bir zaman içinde çekirgeler kay- boldu. Mahsûller, bitkiler, çiçekler çekirgelerin istilâsýndan böylece kur- tuldu. Bir rivâyete göre bu su, bir kap içinde yüksek bir yere asýldý. Allahü teâlânýn izni ile suyun götürüldüðü yerde sýðýrcýk kuþlarý toplanýp, bir an- da çekirge sürülerini mahvettiler.
Pâdiþâh, Bursa´nýn çekirgelerden kurtulmasýna vesîle olan Ali Se- merkandî´yi Bursa´ya dâvet etti. Ali Semerkandî Bursa´ya geldiðinde, Pâ- diþâh ona çok izzet ve ikrâmlarda bulundu. Pek fazla iltifât edip, Bursa´da kalmasýný arzu etti. Fakat Ali Semerkandî, nâzik bir ifâdeyle Bursa´da kalamýyacaðýný, bu ümmetin fakir olup, Resûlullah efendimizi ziyârete gidemeyen insanlarýn bulunduðu bölgede kalmak istediðini bildirdi. Bunun üzerine Pâdiþâh, bir istekte bulunmasýný arzu etti. Ali Semerkandî de; "Çamlýdere havâlisindeki tebanýz çok fakirdir. Onlarý, askerlik ve toprak kirâsý mükellefiyetinden muaf tutmanýzý arzu ediyorum." buyurdu. Pâdiþâh derhâl bir ferman yazdýrarak, bundan sonra Çamlýdere havâlisinde bulunan kimselerin askerlik yapmayacaðýný ve toprak kirâsýnýn alýnmayacaðýný bildirdi. O günden, Ýstiklâl Harbi sýralarýna kadar Çamlý- dere bölgesinden vergi alýnmadý ve askere giden olmadý. Bütün pâdiþâh- lar, o fermana riâyet ettiler. Ayrýca, "Çekirge Suyu" ismi ile meþhûr olan sudan zaman zaman alýnarak, çekirgelerin zarar yaptýðý bölgelere götü- rüldü. Bu su; hâlen Çamlýdere´nin kuzeyinde, Gerede´nin doðusunda, Eskipazar´ýn güneyinde bulunmaktadýr.
Çamlýdere´de Ali Semerkandî´nin külliyâtýnda bulunan bu fermânýn bâzý maddeleri þöyledir: 1) Çamlýdere´de bulunan müslümanlar, Þeyh Ali Semerkandî hazretlerinin mânevî evlâdlarýdýr. 2) Yine bu bölgenin halkýna askerlik mükellefiyeti yoktur. 3) Toprak kirâsýndan muaf tutulacaklardýr. 4) Çekirgeleri yok eden Sýðýrcýk suyu, Þeyh Ali Semerkandî ve onun mânevî evlâdlarýna âittir... Bu fermân, zaman zaman yenilenmiþtir.
Evliyânýn büyüklerinden Ebû Abdullah Hadramî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanýnda Hadramut taraflarý bâzý kimseler tarafýndan iþgâl edilmeye baþlanýnca, âlim bir zât olan Þeyh Ebü´l-Gays bin Cemîl, Ebû Abdullah Hadramî hazretleri´ne mektup yazarak, istilâcýlarýn fitnesinden kurtulmak arzusuyla, Yemen illerinden birlikte hicret edelim diye arz etti. Muhammed bin Ýsmâil Hadramî, yazdýðý cevâbî mektupta ona; "Benim çoluk-çocuðum var. Âilem kalabalýktýr. Onlarý býrakýp göç etmem mümkün olmadýðý gibi, onlarla berâber göç etmem de mümkün deðildir. Bana iki cihetimi de korumak düþer, siz de cihetinizi himâye ediniz." buyurdu. Vatanýndan ayrýlmadý. Daha sonra bu tehlike ortadan kalktý.
Mýsýr´da yetiþen evliyâ ve þâirlerden Emîr Hayâlî Çelebi (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hayatta iken, Þah Ýsmâil ve çevresinde toplanan ça- pulcular, Akkoyunlu Devletinin merkezi olan Tebrîz´i iþgâl etmeden önce, Ýbrâhim Gülþenî hazretleri bir rüyâ gördü. Rüyâsýnda gözlerini kan bürü- müþ, iþi-gücü insanlara zulmetmek olan Þâh Ýsmâil ve çapulcularýnýn, Tebrîz´i iþgâl ederek, her evi talan edip, yakýp-yýktýklarýný gördü. Bu rüyâ- dan sonra yakýnlarýna durumu anlattý. "Bu belâ gelmeden buradan gide- lim." dedi. Talebeleri ve yakýnlarý ile yola çýktýlar. Bu sýrada oðlu Emîr- Ahmed Hayâlî küçük bir çocuktu. Babasý; "Evlâdým, korkuyor musun?" dedi. Ahmed Hayâlî; "Mâdem ki sizinle berâberim; hiçbir þeyden korku ve endiþe etmem." dedi. Ýbrâhim Gülþenî hazretleri; "Bizden ayrý olduðun zamanda da Allahü teâlâ seni korkudan muhâfaza etsin. Arkana bakma, Ýhlâs sûresini okumaya devâm et." dedi. Bundan sonrasýný Emîr Ahmed Hayâlî þöyle anlatýr: "Ondan sonra kalbim rahatladý. Artýk hiç korku ve endiþem kalmadý. Ýhlâs sûresini her okuyuþumda, kalbimde yeni bir nûr meydana gelirdi. Böyle hep berâber giderken, açýk bir arâziye geldik. Ben, babamýn atýnýn terkisinde idim. Babam benimle meþgûl olurken çok yoruluyordu. Ona bir hayli sýkýntý vermiþtim. Kalbimden; "Keþke babamýn yanýnda olmasaydým da rahat etseydi." diye geçirdim. Ben bu düþünce- de iken, babam bana dönüp; "Ahmed, istersen birkaç gün bizden ayrýl. Sakýn ha namazlarýný terk etmeyesin. Su bulamazsan, yoldan biraz içeri git, su ve yiyecek bulursun. Düþmandan kurtulur, sonra bana ulaþýrsýn." deyip, beni attan indirdi. Kendisi atýný koþturup gitti. Gece karanlýðýnda, büyük bir sahrânýn ortasýnda tek baþýma kalakaldým. Kâh ayrýlýk üzüntü- sü, kâh ne tarafa gideceðimi bilememenin þaþkýnlýðý içinde bocaladým. Bir müddet gittikten sonra, bir ateþ gördüm. Ateþin yanýna yaklaþýnca, bir köyün en son evinin ateþi olduðunu farkettim. Ev sâhibine seslendim. Dýþarý çýkýp beni içeri aldý. Kim olduðumu sordular. Kendimi tanýttým. O- rada bulunanlar, babamý tanýdýklarýný söylediler. Bana çok hürmet ve iltifâtta bulundular. Sonradan onlarý ben de hatýrladým. Onlar Tebrîz´e ba- bamý ziyârete gelmiþler; süt, kaymak gibi hediyeler getirmiþlerdi. Babam da onlara hediyeler vermiþ; "Siz garîbsiniz, ama oðlum Ahmed de sizin garîbinizdir." demiþti. O zaman kimse bu sözden bir þey anlamamýþtý. Bu hâlin babamýn bir kerâmeti olduðunu söyleyip, benim için ne yapacakla- rýný þaþýrdýlar. Ben de, annemin Tebriz´den ayrýlmadan önce, kuþaðýmýn içine koyduðu, altýn ve mücevherlerden birini çýkarýp ev sâhibine verdim. Diðerleri bunu görünce, aralarýnda fýsýldaþmaya, bana ters ters bakmaya baþladýlar. Hepsini para hýrsý kapladý. Beni tutup elbisemi soydular. Eski bir elbise giydirdiler. Kuþaðýmdan çýkan otuz kadar altýn ve mücevheri- min hepsini aldýlar. Bana zarar verebileceklerinden korktum. Akþam o- lunca evden çýktým. Babamýn gittiði tarafa doðru koþarak gittim. Onlar da peþimden çýktýlar. Adýmý söyleyip çaðýrdýlar. Hangi tarafa gittiðimi bile- meyip geri döndüler. Bu sýrada önüme beyaz bir kuzu çýktý. Onun peþine düþtüm. Kuzuyu göremediðim zaman, hemen meleyerek yerini haber ve- rirdi. Kalbim çok rahattý. Sabaha kadar böyle gittim. Bir çeþmeye vardým. Abdest alýp namazýmý kýldým. Kuzu beni bekledi. Ona su verdim. Yine önüme düþtü. Bir sahrâdan geçtik. Öðleye doðru bir ormanlýða vardým. Su bulup namazýmý kýldým. Kuzu ile berâber ben de ot yedim. Ýkindi vak- tine kadar yine yola devâm ettik. Ýkindi namazýný da kýlýp tekrar yola ko- yulduk. Yolda giderken, iki tâze ekmekle, bir peksimet buldum. Fakat sâhibini bilmediðim için almak istemedim. Kuzu yanýma geldi. Peksimeti verdim, yemedi. Ekmeði uzattým yedi. Ben de peksimeti yedim. Sâhibi gelirse ücret olarak külâhýmý veririm diye düþündüm. Akþam namazýný kýlýp, yoluma devâm ettim. Birara kuzu yanýma geldi. Acâib sesler çýka- rarak bana sürtündü. Ben de onu okþadým, yüzünden gözünden öptüm. Tüyü çok yumuþak idi. Yatsý vakti oldu. Kuzu yolun bir kenarýnda durdu. Baþý ile iþâret edip gitti. Bunun Allahü teâlânýn bir lütfu, ihsâný olduðunu anladým. Gözümden kayboldu. Ýþâret ettiði yöne gittim. Fakat kalbime aslâ korku gelmedi. Gece yarýsý üç kimse önden gidiyordu. Onlarý görün- ce þüphelendim. Arkalarýndan yavaþ yavaþ gidip dinledim. Biri benim ho- cam Muslihuddîn Efendi idi. Yanlarýna varýp selâm verdim. Sesimden ta- nýdýlar. Fakat elbiselerim deðiþik olunca þaþýrdýlar. Hâlimi sordular. Ku- zudan baþkasýný anlattým. Yatsý namazý kýlacaktýk, su bulamadýk. Baba- mýn sözü aklýma geldi. Daðýn arkasýna dönersek su buluruz dedim. Bir müddet gittik. Bir çeþmeye rastladýk. Orada ateþ yanýyordu. Abdest al- dýk. Ateþte biraz ýsýndýk. Ekmek parçalarý bulduk. Yedik. Cemâatle na- mazý kýldýk. Biraz uyuduk, yine yola çýktýk. Biraz gittikten sonra, otuz ka- dar süvâri yolumuzu kesti. Ýçlerinden birisi ileri gelip hâlimizi sordu. Ho- cam Muslihuddîn; "Yolcuyuz. Kara Ahmed´e gidiyoruz. Kâfilemiz önden gitti; onlara yetiþmek için acele gitmemiz lâzým." dedi. O kimse hocamý sesinden tanýdý. "Ýbrâhim Gülþenî´nin oðlunu gördünüz mü? Çünkü, onu bana emânet etmiþti." dedi. Hocam da onu tanýdý. Beni gösterip; "Ýþte budur." dedi. Atýndan inip benimle müsâfeha etti. Bana atýný verdi. Ken- disi baþka ata bindi. Hocam yaya yürüyordu. Ben; "Hocam yaya yürür- ken ata binmem." dedim. Bir at da hocama verdiler. Bana bir mikdâr harçlýk ve bir de mendil verdi. "Eðer yolda size taarruz eden olursa, bu mendili gösterin, bu mendili bize Mirza Hasan verdi deyin, kimse size bir þey yapamaz." dedi. Yolumuza devâm ettik. Babamýn kâfilesine yetiþtik. Babamýn kâfilesini yolda râfýzî eþkýyâlarý çevirmiþler. Babamý sormuþlar, fakat görememiþler. Onlar yollarýna devâm ederken, biz de yetiþtik. Berâberce Diyâr-ý Bekr´e ulaþtýk."
Þâh Ýsmâil´in adamlarý Diyâr-ý Bekr´de de rahat vermeyince, Ýbrâhim Gülþenî ve oðlu Ahmed Hayâlî Mýsýr´a gittiler. Mýsýr Memlûklu sultâný ve halkýndan çok hürmet ve iltifât gördüler. Sultan Kansugavri, Ýbrâhim Gülþenî hazretleri için bir medrese yaptýrdý. Senelerce orada insanlar, o mübârek zâtýn ilim ve irfânýndan istifâde edip, feyzleriyle hayat buldular. Yavuz Sultan Selîm Han Mýsýr´a gelince, Ýbrâhim Gülþenî ile görüþtü. Birbirlerine çok iltifât ettiler.
Ýbrâhim Gülþenî hazretleri 1533 târihinde tâundan vefât etti. Kýrk icâzetli talebesi ile dört halîfesi vardý. Bunlardan biri de oðlu Ahmed Hayâ- lî´dir. Diðer meþhur halîfeleri; Hasan Zarîfî, Anadolu Hisarýnda Durmuþ Dede Tekkesinde medfûndur. Sâdýk Ali Efendi, Diyarbakýr´da Rûm Kapý- sýnýn yakýnýnda medfûndur. Âþýk Mûsâ Efendi ise, Edirne´de medfûndur.
Son devir Türkistan velîlerinden Halîfe Kýzýlayak (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Afganistan halkýný bir hicretin beklediðini ve bunda önce davrananlarýn kurtulacaðýný, sona kalanlarýn ise çok telef olacaðýný söylerdi. Rusya ile çok sýký irtibât kurulacaðýna hattâ iki yurdun bir olacaðýna iþâret ederdi. "Ýslâmý yaþamak avuç içinde köz (ateþ) tutmaktan daha zor olacaktýr." buyururdu.
Büyük Ýslâm âlimi ve meþhûr velî Muhammed Kutub (rahmetullahi teâlâ aleyh) Seyyiddir. Kutub, Velî, Kutb-i Arvâsî, lakaplarý vardýr. Doðum târihi ve yaþadýðý asýr ihtilâflýdýr. Kabri Arvas´tadýr. Arvas seyyid- lerinin ilk ceddi bu zâttýr. Arvas´ta þarkýn müstesnâ âlimlerinin ve büyük velîlerinin yetiþmesine vesîle olmuþtur.
Baba ve dedeleri Hülâgû´nun Baðdât´ý istilâsý sýrasýnda, Musul´a oradan da Anadolu´ya hicret etmiþtir. Pekçok âlim ve velî yetiþtirmiþlerdir. Muhammed Kutup da babasý Kâsým Baðdâdî´den icâzet ve hilâfet aldý. Babasýnýn izniyle Hakkârî tarafýna gitti. Feraþîn Daðlarýnda yedi sene daha riyâzetle meþgûl oldu. Bu zaman içinde devamlý Hýzýr aleyhisselâm ile görüþtü. Onun mânevî terbiyesinden de çok istifâde etti. Çok yüksek hallere ve kerâmetlere sâhib oldu. Yedi sene sonra bir kýþ günü Þaba- ta´nýn bir köyünde misâfir olmuþtu. O gece rüyâsýnda Peygamber efendi- mizi gördü. Peygamber efendimiz; "Evlâdým, Hakkâri Emîri Ýbrâhim Han Abbâsî hastadýr. Bu meyveleri götür yesin. Allahü teâlâ þifâ ihsân eder." buyurdu. Uyanýnca baþ ucunda mevsim kýþ olmasýna raðmen içinde yaz meyveleri bulunan bir sepet gördü. Ýçinde incir, nar ve hýyar vardý. Hak- kâri emiri Ýbrâhim Han da kalb gözü açýk hal sâhibi bir zât idi. Muham- med Kutup, yanýna gelmek üzere yola çýktýðý sýrada; "Þu anda Ehl-i Beyt-i Nebeviden bir zâtýn kokusunu aldým. Karþýlamak isterim ancak hastayým karþýlamaya çýkamýyorum. Gidip onu karþýlayýnýz teþrif buyursunlar. Ziyâreti ile þerefleneyim." dedi. Adamlarý karþýlamak üzere çevreye çýktýlar. Karþýlarýna derviþ hâlinde bir mübârek zât çýktý. Beklenen zât olduðunu anlayýp; "Ýbrâhim Han teþrifinizi bekliyor" dediler ve yanýna götürdüler.
Muhammed Kutup, Ýbrâhim Han yanýna girince selâm verdi. Sonra getirdiði meyveleri verdi. Yeryemez hastalýktan kurtulup sýhhate kavuþtu.
Ýbrâhim Han; "Derviþ sen kimsin, kimin oðlusun, nereden geliyorsun, bu kýþ mevsiminde bu yaz meyveleri ne oluyor?" diye sorunca, Seyyid Muhammed; "Adým Muhammed´dir. Babam þu anda Pay köyünde bulunan Seyyid Kâsým Baðdâdî´dir. Bu meyveleri Ferâþin Daðlarýndan getirdim." dedi. Bu cevap üzerine Hakkâri beyi, sýradan bir derviþle karþý karþýya olmadýðýný anladý. Çünkü bu mevsim Ferâþin Daðlarýnda, býrakýn bu meyveleri bulmayý, vahþî hayvanlarýn dahi aç dolaþtýðý bir zamandý. Oradan tâze yaz meyveleri getirmek, ancak büyük bir kerâmet olabilirdi. Gerçekten de öyleydi. Hakkâri Beyi, Seyyid Muhammed Kutub´a çok hür- met etti ve itibar gösterdi. Kadýyý çaðýrýp kýzý Fâtýma´yý Seyyid Muham- med´e nikâhladý. Bahar mevsimine kadar orada kaldý. Bu müstesnâ evlilikten kýymetli Seyyid âilesi çoðaldý. Herbiri birer cevher olan kýymetli seyyidler asýrlar boyunca yetiþegeldi.
Seyyid Muhammed hazretlerinin arzusu üzerine ilim öðretmek için ve insanlarý irþâd ile meþgûl olacak münâsib bir yer aramaya çýktýlar. Etrâfý dolaþtýlar. Bunlar arasýnda, þimdi Van vilâyetine baðlý Bahçesaray (Mü- küs) kazâsýnýn güneybatýsýnda bulunan Arvas Daðýnýn vâdisini beðendiler. Hemen Ýbrâhim Han ile birlikte Arvas köyünün ve külliyesinin temelini attýlar. Bir ev, bir dergâh ve bir de medrese yaptýlar. Ýkisi de sýrtýnda taþ taþýyýp, hâlen mevcûd olan iki katlý câmiyi inþâ ettiler. Ýbrâhim Bey, ayrýlmadan Arvas ve çevresini, irþâd için vakfetti. Sonra duâ isteyip Hakkâri´ye gitti.
Seyyid Muhammed Velî, burada vakit geçirmeden tedris ve irþâda baþladý. Câmiden baþka, gerekli kitaplar için bir kütüphâne yaptýrdý ve sonra, meþhûr olan Arvas kitaplýðýný kurdu. Birinci Cihan Harbinde, Ruslarýn iþgâli zamânýnda, ermeniler tarafýndan bu kitaplýk yakýlmýþtýr. Ýçinde üç bin el yazmasý eser bulunan bu kitaplýðýn zâyi olmasý, ilim nâmýna büyük bir kayýp olmuþtur.
Deðiþik îtikâdlarýn, bozuk inançlarýn çok bulunduðu bu bölgeyi seçmesi ve ölünceye kadar ilim öðretmekle ve irþâd ile ahâliyi Ehl-i sünnet ve cemâatin ana caddesinde toplamaya çalýþmasý ve bunda büyük muvaffakiyet elde etmesi, din, millet, devlet ve insanlýk sevgisinin en büyük iþâretidir. Cenâb-ý Hak iyi niyeti sebebiyle, ona kendisi gibi Ýslâma, millete hizmet eden büyük vârisler vermiþ, Arvas, þarkýn din nâmýna müstesnâ âlimleri ve velîlerini yetiþtirmiþtir. Bunun için Molla Muhammed Velî (Kutub) ünvâný ile meþhûr olmuþtur. Arvas seyyidlerinin ilk ceddi budur. Ýrþâdý geniþ bir sahaya yayýlmýþtýr. Hattâ Türkistan´a kadar duyulmuþ, Buhârâ´dan nâmýný duyan Þemseddîn Buhârî, oradaki tâliblerini býrakýp, Arvas´a gelmiþ, Seyyid Muhammed Velî hazretlerinin talebesi olmayý, þeref bilmiþ ve bir daha memleketine dönmeyip, orada vefât etmiþtir. Kabri, mürþidinin kabrine 20 m kadar mesâfede dere tarafýnda, asýrlýk bâdem aðaçlarý arasýndadýr.
Muhammed Kutup hazretlerinin oðlu Seyyid Kemâleddîn´dir. Onun oðlu Seyyid Cemâleddîn olup, "Âlim-i Rabbânî", "Âlimüddîn" isimleri ile meþhûr olmuþtur. Seyyid Cemâleddîn küçüklüðünde babasý tarafýndan iyi yetiþtirilmekle berâber, babasý vefât edince, daha çok ilme sarýlmýþ, hârikulâde mânevî yardýmlar görmüþtür. Bütün ulûm-i Ýslâmiyeyi hayrete þâyân bir biçimde öðrenmiþtir. Bu hârika geliþme karþýsýnda hayrete düþen çevresi ona "Âlim-i Rabbânî" ismini vermiþlerdir. Böylece tam bir dirâyetle þerîat ve tasavvuf bilgilerinde babasýnýn halefi olmuþtur.
Bunun oðlu Seyyid Ýbrâhim, onun oðlu Seyyid Muhammed Þehâbed- dîn´dir. Onun oðlu Seyyid Muhammed olup, "Velî" ünvâný ile de tanýnýr. Onun oðlu Seyyid Abdullah Arvâsî´dir. Bunlarýn hepsi de, baba ve dede- leri gibi, ilim, irfân ve velâyet sâhibi olup, kimi vaktinin kutbu, kimi asrýnýn gavsý olmuþlardýr. Hepsi de, din ve dünyâ ilimlerinde, tasavvuf ve velâ- yette kemâl mertebesinde olup, asýrlarca bölge halkýna ýþýk vermiþlerdir. Hepsinin kabirleri, mezkûr Arvas köyü kabristanýndadýr.
Þâfiî mezhebinde olup, diðer üç mezhebi de bilirler, okurlar, okuturlar ve öðretirlerdi. Hâkim olan tarîkat, babadan oðula intikâl eden Kâdirî ve belli bir yerden îtibâren ilâveten Çeþtî ve daha sonralarý Nakþibendî idi. Takvâ, verâ, zühd, ilimle amel, doðruluk, ihlâs, muhabbet ve benzeri güzel haller ora halkýnýn yemek, içmek gibi günlük hayâtýnýn icâbý idi. Bu bakýmdan orada zararlý deðiþiklikler, bid´atler, dînî bakýmdan zayýflýklar olmazdý.
Seyyid Abdullah hazretlerinin, Seyyid Abdurrahîm ve Seyyid Abdur- rahmân adlarýnda iki oðlu vardý. Seyyid Abdurrahîm´den Doðu Bâyezîd Arvâsî Seyyidleri kolu, Seyyid Abdurrahmân´dan, Hakkâri, Müküs ve Hi- zan Arvâsî seyyidleri gelmektedir.
Konya´nýn Seydiþehir ilçesini kuran büyük velî Seyyid Hârun Velî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Horasan?da doðdu. Zamânýnýn âlimlerinin soh- betlerinde ilim öðrendi. Amcasýnýn vefâtý üzerine Horasan bölgesinin emirliðine getirildi. Bu görev sýrasýnda büyük babasý hazret-i Hârûn-ý Kerâmet´in ve amcasýnýn kabrini sýk sýk ziyâret ederdi. Bu ziyâretlerin birinde gâibden bir ses; "Yâ Hârûn, Rûm´a çýk! Karaman ilinde Küpe Daðýnýn doðu eteklerinde bir þehir kur! O þehrin halký sâlih ola... Þakî olanýn âkýbeti hayýr olmaya." diyordu. Bu sesi daha sonra da duymaya baþladý. Bunun üzerine Hârun Velî, ileri gelenleri topladý ve onlara; "Ey yârenlerim! Büyük dedem ile amcamýn kabirlerini ziyâretim sýrasýnda fevkalâde bir hâl oldu." deyince, onlar ýsrarla ne olduðunu anlatmasýný istediler. Bunun üzerine duyduklarýný anlatarak onlardan izin istedi. Dünyâ tâc ve tahtýný terk edip, kendisni tamâmen Allah yoluna verdi.
Seyyid Hârun Velî´ye sevenleri ve talebeleri huzûrunda toplanýp; "Ey efendimiz! Siz þimyide kadar dünyâ sultâný iken, sizin hizmetinizdeydik, þimdi ise âhiret sultâný oldunuz. Ne olur bizi terk etmeyiniz." diye yalvardýlar. Onlara; "O halde siz de fâni dünyâda nefsinizin arzularýný terkedin. Allahü teâlâya kalbden sýdk ile baðlanýn. Dünyâ malýný býrakýn. Ondan sonra benim ile doðru yolda yürüyün. Bu yolda ancak sâdýk kimseler gidebilir." buyurdu. Onlardan bâzýlarý dünyâ ve dünyâlýklardan vazgeçerek, Hârun Velî´nin talebelerinden oldular.
Hârun Velî Karaman ilinin neresi olduðunu ve nasýl gideceðini düþünüyordu. Yine bir gün Allahü teâlâya ibâdet edip yalvardýðý sýrda kulaðýna; "Yâ Hârun! Bir bulut sana kýlavuzluk edecektir. Onun indiði yer senin mekânýn olacaktýr." nidâsý geldi. Bunun üzerine hazýrlýklarýný yapan Hârun Velî, kýrk arkadaþý ile yola çýktý.
O bulut onlarý önce Baðdât´a götürdü. Baðdât´ta Þeyh Alâeddîn isimli büyük bir zât vardý. Hârun Velî´nin Baðdât´a gelmesine iki menzil kala, Allahü teâlânýn izni ile Þeyh Alâeddîn´e, onun geldiði ilhâm oldu. Bunun üzerine talebelerine; "Memleketimize zamânýn büyük âlimi geliyor. Onu karþýlamaya çýkalým." dedi. Þeyh Alâeddîn talebeleri ile berâber Hârun Velî´yi karþýlamaya çýktý. Þeyh Alâeddîn büyük bir hürmet, edep ve tevâzu ile onu karþýladý ve evine dâvet etti. Þeyh Alâeddîn´in talebelerinden bâzýlarý edep ve terbiyeye aykýrý olarak; "Sultâným, sen Ýmâm-ý Câfer-i Sâdýk neslinden büyük bir velî iken, bu zâta çok fazla deðer vermenize hayret ediyoruz." dediklerinde, talebelerine; "Susunuz. Bu zâtýn kim olduðunu biliyor musunuz? Eðer siz onun kim olduðunu bilseydiniz, böyle konuþmazdýnýz. Seyyid Hârun büyük bir velîdir. Peygamber efendimizin soyundandýr. Ana tarafýndan soyu Veysel Karânî hazretlerine ulaþýr. Bu zât ilham-ý Rabbânî ile Horasan sultanlýðýný terk etti. Kutupluk makâmýna yükseldi. Onun burayý teþrifi, bizim için büyük bir saâdettir." buyurdu. Daha sonra Þeyh Alâeddîn ve Hârun Velî birlikte kýrk gün halvette kaldýlar. Bu süre içinde Alahü teâlâya tâat ve niyazda ve bilgi alýþ-veriþinde bulundular.
Seyyid Hârun Velî daha sonra izin isteyerek yoluna devâm etti. Hârun Velî, dâimâ tevekkül hâlinde idi. Hiç kimesye yol sormazdý. Sonra evliyâlar otaðý, ilim ve irfân yataðý Konya´ya vardýlar. Bir süre önce vefât eden bu beldenin büyük âlimi Hoca Ahmet Fakîh´e; "Sultâným! Senin dünyâya vedâ etme zamânýn yaklaþtý. Ne olur, yerine birisini býraksan. Size halef olup, bizim rûhumuzu terbiye etse." diye yalvarmalarý üzerine; "Yakýn zaman içinde Acem taraflarýndan bir velî gelir. Onun adý Hârun´dur. Alâmeti, sað elinde beyaz bir ben vardýr. Beni isteyen onda bula." buyurdu. Seyyid Hârun Konya´ya vardýðýnda uzun süre câmide Allahü teâlâya ibâdet etti. Bu duruma çok hayret eden Konyalýlar, bu zâtý merak ettiler. Seyyid Hârun Velî olduðunu öðrenince, Mevlânâ Ahmed Fakih´in vefât etmeden önce kendilerine tavsiye ettiði zât olduðunu anladýlar. Hemen Hârun Velî´nin yanýna gidip; "Efendim! Bizim hocamýz Ahmed Fakih vefât etmeden önce; "Benden sonra yakýn bir zamanda Horasan´dan bir velî gelecek. Onun adý Hârun´dur. Sað elinde beyaz bir beni vardýr. Beni seven onu seve, beni isteyen onda bula." buyurmuþtu." dediler ve hocalarýnýn yerine oturmasýný ýsrar ettiler. Seyyid aldýðý ilâhî emre uymak için yola devâm edeceðini bildirdi ve yanýndakilere; "Ey dostlarým! Yola çýkalým, gideceðimiz yer yakýnlaþmýþ gibi görünüyor." dedi. Yola çýktýlar. Hatunsaray köyünde kardeþi Seyyid Bedreddîn´in hastalýðý þiddetlenerek vefât etti. Oraya defnettiler. Kabrinin bulunduðu yer, "Seyyid Kabri" ismiyle meþhurdur. Vefât eden kardeþi Seyyid Bedreddîn´in Mûsâ isminde bir oðlu vardý. Hârun Velî bu çocuðun üstüne titriyordu. Ona iyi bakýlmasýný isteyerek; "Ýnþâallah biz bu âlemden göçünce, Mûsâ bizim yerimizi alacaktýr." buyurdu.
Kâfile yoluna devâm ederek Çumra civârýnda bir yerde konakladý. Burada su yoktu. Kâfiledekiler kendi kendilerine; "Ah bir su olsaydý, ne olurdu?" diyordu. Seyyid Hârun Velî´ye bu durum Allahü teâlânýn izni ile mâlum oldu ve onlara; "Size su mu gerek!" dedi. "Evet." dediklerinde, asâsýný yere sapladý. Allahü teâlânýn izni ile bir su fýþkýrdý. Hârun Velî kaynaðýn yanýna küçük bir mescid inþâ ettirdi. Bir süre sonra kâfile yoluna devâm etti. Bulut gittikçe yere yaklaþtý. Hârun Velî; "Ey yârenlerim! Ýnþâallah menzilimiz yakýn olsa gerek." dedi. Bu arada bir tepeyi aþtýklarýnda kendilerine rehberlik eden bulutun, ovanýn batý kýsýmnda yer alan bir daðýn eteðinde durduðunu gördüler. Hârun Velî´nin emri üzerine orasý konak yeri oldu. Fakat Hârun Velî buranýn Küpe Daðý olup olmadýðýnda þüpheli idi. Burasý bugün Karaviran nâhiyesi olarak bilinen yerdi. Hârun Velî burada içindeki þüphenin giderilmesi için kýrk gün Allahü teâlâya yalvardý.
Bu arada bölge halký onun, velî mi, yoksa velî kýlýðýna girmiþ biri mi olduðunu anlamak için imtihân etmek istediler. Diri birisini tabuta koyup; "Cenâzemiz var namazýný kýlýver." diyerek Hârun Velî´yi dâvet ettiler. Hârun Velî toplanan halka; "Ölü niyetine mi, yoksa diri niyetine mi kýlacaðýz?" diye sorunca; "Dirinin namazý kýlýnýr mý, tabiî ki ölü niyetine kýlacaðýz ." dediler. Hârun Velî; "Öyleyse, buyurun cenâze için Allahü teâlâya duâ edelim. Sonra da namazýný kýlalým." dedi. Duâ ettikten sonra; "Haydin cenâzenizi yýkayýn da namazýný kýlalým." dedi. Halk alaylý bir þekilde cenâzeyi kilimden çýkardýlar. Akýllarýnca; "Sen ölüyü diriyi bilmiyorsun." diyerek, Hârun Velî ile alay edeceklerdi. Fakat kilimi açtýklarýnda, diri sandýklarý adamý, ölü bulunca, þaþýrdýlar. Böylece Hârun Velî´nin büyük bir zât olduðunu anlatýlar.
Bir süre sonra Hârun Velî; "Yâ Hârun! O daða, yaklaþ." diye bir ses iþitti. Buna sevinen büyük velî, Küpe Daðýna doðru yola çýktý. Kâfile, bulutun gösterdiði yere doðru yol alýrken, Hârun Velî Haydar Baba ile iki talebesini önden gönderdi. Kâfilenin önünü kesmek için Bük denilen mevkide eþkiyâ pusu kurmuþtu. Bunlar Haydar Baba´nýn yanýndaki iki talebeyi öldürdüler. Haydar Baba olanlarý büyük velîye anlatýnca; "Öyle ise siz yavaþ yavaþ geliniz. Ben önden gidiyorum." dedi. Hârun Velî yüzünden örtüyü hiç eksik etmezdi. Eþkiyânýn pusu kurduðu yere yaklaþýnca yüzünü açtý. Büyük velînin yüzünü gören eþkiyâ daðýlýp kaçtý. Ýki talebeyi oraya defnettiler. Bir müddet gittikten sonra, Küpe Daðýnýn eteðinde gökkuþaðý þeklinde bir nûr parladýðýný gördüler. Hârun Velî sevenlerini toplayýp; "Ey dostlarým! Þu gördüðnüz nûr var ya, iþte orasý inþâallah bizim meskenimiz ve vatanýmýz olacak. Allahü teâlâ bizim, sizin ve bütün dostlarýmýzýn îmânlarýný, þeytanýn ve kötü kimselerin þerrinden korusun. Âmîn!" dedikten sonra yollarýna devâm ettiler. Nûrun kapladýðý tepecikte konakladýlar.
Hârun Velî, etrafýn güzelliklerini seyrederken, keþif hâli tecellî etti. Þehri meydana getiren bütün mahallelerin yerlerini þöyle gördü: "Kýble tarafýnda ulu kapý vardý. Ýçinde bir mescid görünüyordu. Orada Peygamber efendimizin mübârek rûhâniyeti ve Eshâb-ý güzîn oturmuþtu. kuzey tarafýnda kapý ve mescid vardý. Burada da bütün peygamberlerin rûhâ- niyetleri ve Hýzýr aleyhisselâm bulunuyordu. Batý tarafýndaki kapýdaki mescidde ise, dedeleri ve evliyâ-ý kirâm bulunoyurdu. Bütün bunlarý gören Hârun Velî yakýn dostlarýný yanýna çaðýrarark onlarla istiþâre etti ve hemen þehrin kurulmasýný istedi. Dostlarý; "Ey efendimiz! Ýnþâallah allahü teâlâ kolaylýk verir. Fakat bunun için ustalar, iþçiler, kireç, taþ gerekli. Bunca hizmetler nasýl görülebilir?" dediler. O da; "Kalkýnýz gidip, yapacaðým bu yer için lâzým olan taþ ve aðaçlarýn yerini görelim." dedi. Hârun Velî´nin geldiðini duyan pekçok müslüman ve gayr-i müslim oraya gelmiþlerdi. Onlar da beraber bu daðýn eteðine gittiler. Bir su akýyordu. Suyun kenarýnda inþâatta kullanýlabilecek aðaçlar, pýnarýn baþýnda ise eski bir yerleþim merkezinin taþlarý bulunuyordu. Hârun Velî, Allahü teâlâya; "Yâ Ýlâhî! Senden bu taþlarýn bir kýsmýnýn bizimle gelmesini umarým." diye duâ etti. Daha sonra taþlara doðru dönerek; "Allahü teâlâýn izni ile kalkýn." dedi. Taþlar kalkarak Hârun Velî´nin önünde koyun sürüsü gibi giderek, istenilen yere geldiler. Bu manzara karþýsýnda birçok hýristiyan, müslüman oldu. Müslümanlarýn ise, Allahü teâlâya teslimiyetleri fazlalaþtý. Bu durumu duyan bölge halký, akýn akýn ona gelmeye baþladý. Hârun Velî gelen halka; "Ey cemâat! Biliyorsunuz ki, biz bir hayýr iþe baþlayacaðýz. Ýnþâallah kurmakla vazîfelendirildiðimiz bu þehir, son zamanlarda çok faydalý olacak. Bilhassa sonradan gelenlere çok menfaatli olsa gerektir. Fakat þakî ve din bilgisinden mahrum olanlarýn âkýbeti kötüdür." buyurdu. Allahü teâlânýn yardýmýyla halka büyük bir zevk ve coþkunluk geldi. Ustalar, marangozlar, demirciler, arabacýlar ve iþçilerin hepsi hizmete hazýr olup, Hârun Velî´nin emir ve iþâretini bekliyordu. Hârun Velî önce Ulukapý, Pazar kapýsý ve Evliyâ kapýsýnýn yapýlmasýný emretti. Ulu kapýnýn yapýmýna Akça Baba, Pazar kapýsýnýn yapýmýna Nasipli Baba, Evliyâ kapýsýnýn yapýmýna da Haydar Baba nezâret ediyordu. Halk canla baþla kýrk gün çalýþtýktan sonra, Hârun Velî bir müddet inþâatý paydos etmelerini istedi. Ýnþâata birkaç gün ara verildi. Hârun Velî yapýlan kalenin etrâfýný gezdi. Daha sonra inþâata tekrar baþlanýldý. Kale burçlarý bir hayli yükseldiði sýrada kaldýrýlamayan taþlar için Hârun Velî´den yardým istiyorlardý. O da; "Ey taþ kalk!" deyince taþ kalkýp istenilen yere konardý. Çalýþanlardan herhangi birinin bir yeri taþ ve kireçten yara olsa veya incindiðinde Hârun Velî orayý sývazlayýnca, Allahü teâlânýn izni ile iyi olurdu.
Beyþehir bölgesinde Eþrefoðlu hüküm sürüyordu. Ona gidip; "Efendim! Velvelid þehri harâbelerinin güneyinde Horasan´dan gelmiþ birisi þehir kuruyor. Taþlar koyun gibi o zâtýn istediði yere yükselip konuyormuþ." dediklerinde, öfkelenen Eþrefoðlu hemen iki adam gönderip, onu buraya getirin diye emir verdi. O adamlar gelip bütün olanlarý görünce zevke gelip âþýk oldular. Geri dönmeyi akýllarýna bile getirmeden canla baþla çalýþmaya baþladýlar. Onlarýn geri dönmemesine kýzan Eþrefoðlu, bu sefer on kiþi gönderdi. Onlar da Hârun Velî´nin yanýna gelip durumu görünce, içten bir baðlýlýkla baðlanýp geriye dönmediler. Eþrefoðlu yedi kere adamlar gönderip, bir netice alamayýnca, asker toplanmasý için emir verdi ve; "Gidelim onun yaptýðý iþlerin hepsini yýkalým." dedi. Bunun üzerine çok îtimâd ettiði vezîri; "Ey sultâným! Bu kiþi ya Kutb-ül-aktâb mertebesinde bir velîdir, veya tam bir sihirbazdýr. Bu ikisinden baþka bir þey olamaz. Bunlardan hangisi olursa olsun sana zarârý dokunabilir. Benim kanâtim þudur ki: Bu zât her halde Kutb-ül-aktâbdýr. Çünkü bu kadar kerâmetler görünen ve gittiði yerlerde câmi, mescid ve medrese yapan bir kiþinin âdî bir sihirbaz olmasý imkânsýzdýr. Beni gönderin, inþâallah her þeyi öðrenir, gelirim." dedi. Eþrefoðlu bunun üzerine izin verdi. Vezir yanýna birkaç adam aldý. Birer tulum katran ve bise yükleyip yola çýktýlar. Güyâ bularý hediye olarak götürüyorlardý. Hârun Velî´nin bulunduðu yere gelince, önce Beyþehir´den gelen hemþerileri ile karþýlaþtýlar. Getirdikleri hediyeyi onlara söyleyince; "Sakýn bunlarý o zâta vermeyin. Böyle hediye mi olur? O sizin zannettiðiniz gibi deðildir. Büyük bir velîdir. Onun ne dünyâya ne de sultanlýða raðbeti vardýr. Zâten sultanlýðý terk edip gelmiþtir. Hediye diye getirdiðiniz bu þeyleri dökün, onlarý götürmeyin." dediler.
Vezir huzûruna çýkarýldýðýnda Hârun Velî ona; "Hani getirdiðin hediyeler nerede? Onlarý buraya getir." dedi. Vezir bu duruma çok þaþýrdý. Getirdiði hediyeden hemþerilerinden baþka hiç kimseye bahsetmemiþti. Hemen hediyeleri o büyük zâtýn huzûruna getirdi. Hârun Velî, her birinin içine biraz su atýnca, biri saf bal, diðeri de yað oldu. Bu duruma hayret eden vezir, kendini toparlayýp; "Biz çok hatâlý bir yolda imiþiz." diyerek vezirlikten vazgeçip Hârun Velî´ye talebe oldu. Hârun Velî; "Ey vezir! beyine git benden selâm söyle, yerinde sað olsun. Bizim için keder çekmesin. Onun düþündüðü iþlerle ilgimiz yok. Biz bütün hizmetimizi Allah rýzâsý için sarf ediyoruz. Geçici þeylere iltifât edecek vaktimiz yok." dedi. Vezir özür beyân edip geri dönmeyeceðini arzetti. O büyük zât bu isteði kabûl edince, vezir adamlarýný tulumlarla birlikte geri gönderdi. Adamlarýn yanýnda veziri görmeyen Eþrefoðlu´nun caný sýkýldý. Hem de gönderdiði hediyeler geri gelmiþti. Eþrefoðlu gelenlere olanlar hakkýnda suâller sordu. Onlar da; "Efendim! Veziriniz orada kalýp, hizmetkârlýk yapmayý vezirliðe tercih etti. Seyyid Hârun bu tulumlarýn içine su atýp bizimle geri gönderdi. Eþrefoðlu gazaba gelip; "Getirin þu tulumlarý bir görelim." dedi. Tulumlar getirliip açýlýnca, herkes hayretler içinde kaldýlar. Zîrâ birini bal, diðerini yað olmuþ gördüler. Yine de buna büyü dediler.
Gayrete gelen Eþrefoðlu, askerlerini hazýrladý. Hârun Velî´nin yaptýklarýný yýkmak için yola çýktý. Eþrefoðlu adamlarýný toplayýp meþveret etti. Sonunda; "Önce eski veziri çaðýralým o ne derse ona göre hareket edelim." diye bir karâra vardýlar. Velvelid iline geldiklerinde eski vezire adam göndererek; "Bugün biz Seyyid Hârun´u ziyârete geldik. Gel bizim rehberimiz ol." dediler. Vezir bu isteklerine herhangi bir cevap vermeden Hârun Velî´ye; "Efendim! Eþrefoðlu Mehmed Bey sizi ziyârete gelmiþ, bendenize adam göndermiþ, gelsin ziyâretimize kýlavuz olsun demiþ, ne buyurursunuz." diye sordu. Hârun Velî de izin verdi. Vezir, Eþrefoðlu´nun muazzam bir kalabalýk ile geldiðini görünce; "Ey sultan! Bu nasýl harekettir? Bir Hak dostuna bu kadar askerle niçin geldin? Yoksa niyetin baþka mýdýr?" diye sordu. Eþrefoðlu; "Evet bizim yola çýkýþýmýzda ilk niyetimiz öyle idi. Fakat yolda bir fikir bize mâni oldu. Þimdi niyetimiz dostluk ziyâretinden baþka bir þey deðildir. Ne yol gösterirsen ona göre gidelim, hattâ askerimin atlarýný bile vermek niyetindeyim." dedi. Vezir; "Ey Sultan! Bu velîye gâibden bir ses gelip; "Yâ Hârun! rum´a git, Küpe Daðýnýn doðu tarafýna bir þehir kur. O þehir halký sâlih ola. Þakî olanlarýn sonu hayr olmaya." demiþ. Bu ilâhi ilham ile buraya gelmiþ. Ne olur sultâným. Allah dostuna alçak gönüllülük lâzýmdýr." dedi. Eþrefoðlu; "Ne þekil bir alçak gönüllülük yapalým." diye sorunca vezir; "Efendim kendiniz arkanýza bir büyük taþ alýn. Cümle asker de size uyarak, her birisi arkalarýna birer taþ alsýnlar. O velînin yaptýðý kalenin etrafýna koysunlar. Sen de o zâta; "Mübârek olsun kolay gelsin." diyesin." dedi. Eþrefoðlu bunu makul karþýlayýp, askerlerine; "Hepiniz arkanýza birer taþ alýn." diyerek kendisi de büyük bir taþ alýp Hârun Velî´nin inþâ ettiði kalenin etrâfýna geldiler. Bunu görenler hemen gidip Hârun Velî´ye; "Beyþehir beyi Eþrefoðlu, bütün maiyeti ile arkalarýnda taþ getirmiþler, ne buyurursunuz?" dediler. Hârun Velî; "O taþlarý koyun, lâkin bu hiç iyi bir þey olmadý. Zîrâ, zorla güç ile getirdiler. Bu kale tez harâb olsa gerek. Gerçi dünyâ fânîdir. Harab olmak revâdýr." dedi. Eþrefoðlu, Hârun Velî´nin huzûruna gelip büyük bir edeble elini öptü ve sohbetini dinledi. Eþref- oðlu´nun yanýnda deðerli âlimler de vardý. Hârun Velî cemâate gözlerinizi yumun dedi. Hepsi gözlerini yumdular ve Allahü teâlânýn izni ile Cennet´i gördüler. Bu esnâda Hârun Velî; "Ey müslümanlar! Görün ibret alýn. Böyle ebedî ve sonsuz Cennet nîmetlerini, fâni dünyânýn geçici nîmetle- rine deðiþmeyin. Evliyâ, âhiret nîmetlerine de raðbet etmez. Onlarýn dünyâda ve âhirette arzuladýklarý tek þey, Allahü teâlânýn rýzâsýdýr. O zât-ý sübhâniyyenin mübârek cemâlidir. Sizi de bu yola teþvik ediyorum. Size, dünyâdan el etek çekip miskin miskin durun demiyorum. Ben, âhiret sevgisinin yerini kaplayan, dünyâ sevgisini kalpten çýkarýn diyorum. Ey Eþrefoðlu! Biz bu dünyânýn beyliðini, ebedî âlemde onun lütfuna mazhar olmak için terkettik. Bu þehrin kurulmasýna kasdýmýz, kendimizden deðildir. Belki Hakk´ýn emridir." dedi. Eþrefoðlu bu sözleri dinledikten sonra aðlayarak; "Sultâným! Ben sizin hizmetçiniz olup, sizi hâlis bir sevgi ile seviyorum. Kurduðunuz bu þehirde benim ne hakkým var." deyince, Hârun Velî; "Þehir beylere layýktýr. Bize gerekmez." buyurdu. Orada bulunan âlimler; "Ey Eþrefoðlu! Bir kimse harap bir yeri ihyâ etse, orasý onun mülkü olur. Bu kâideye göre burasý Seyyid Hârun Velî´nin olur. Fakat kendisi kabûl etmediðine göre, sen al. Sonra burasýný Hârun Velî´ye vakfet." dediler. Bunun üzerine Eþrefoðlu; "Peki aldým ve yine Hârun Velî´ye vakfettim. Benim þehrim olan Beyþehir´de kendime âit bir köþk ile has ve güzel bir bahçem var. Onlarý da vakf-ý sahîh ile vakfediyorum. Siz þâhid olun." dedi. Sonra hürmetle Hârun Velî´nin elini öpüp, edeple oradan ayrýldý. Askerleri ile Beyþehir´e geri döndü. Oradan, mükemmel bir vakfiye yazýp Seyyid Hârun´a gönderdi.
Ýnþâat büyük hýzla devâm ediyordu. Mescidin kapýlarý, Ýran´dan Hârun Velî´yi sevenler tarafýndan getirilmiþti. Bu sýrada Hârun Velî husûsî ibâdethânesinde Allahü teâlâya münâcaat ediyordu. Zaman zaman inþâatý gezer, gerekli emirleri verirdi. Bu arada mescidin önünde bir medrese yapýlmasýný istedi. Zamanla oraya yerleþmek için gelenlerin sayýsý gitgide arttý.
Bu sýrada Ilgýn´da ikâmet eden Dediði Sultan isimli Horasan´dan gelmiþ velî bir zât vardý. Talebeleri ona; "Efendimiz! Velvelid iline büyük bir velî gelmiþ. Çok kerâmetleri görülmüþ, onun fazîlet ve þerefi halk arasýnda dillere destan olmuþ. Herkes ondan bahsediyor." dediler. Dediði Sultan da; "Öyle ise o mübârek zâtý ziyâret etmek bize borç oldu. Hemen onun ziyâretine gitmeli." buyurarak yanýna iki talebesini alýp yola çýktý. Çiðil Daðýna geldiklerinde, önlerine bir ayý çýktý. Kendisine itâate geldiðini anlayan Dediði Sultan, hemen ayýya bindi. Çivril Daðlarýna geldiklerinde, Allahü teâlânýn izni ile bu ziyâret Hârun Velî´ye mâlûm oldu ve talebelerine; "Dediði Sultan bir ayýya binmiþ bize ziyârete geliyor. Gelin biz de o mübârek zâtý karþýlayalým." dedi. Hârun Velî´nin talebeleri; "Efendimiz! O zâtýn bir ayýya binerek gelmesi bir kerâmetidir. Bu kerâmeti sâyesinde, içimizdeki îmânsýzlarýn îmâna gelmelerini kuvvetle ihtimâl etmekteyiz. Bunun üzerine Hârun Velî iþâretle bir taþý gösterdikten sonra; "Yâ Allah!" deyip taþýn üstüne bindi. Taþ, Allahü teâlânýn izni ile yürümeye baþladý. Bu halde giderlerken, Ilýca köyünün doðu tarafýndan Dediði Sultan´ýn ayý üzerinde geldiðini gördüler. Ýki velî karþýlaþtýklarý zaman, birisi ayýdan, biri de taþtan indi. Bu durumu gören kâfirlerin çoðu müslüman oldu. Bu karþýlaþma tam öðle vaktinde idi. Hârun Velî; "Cemâatle öðle namazýný kýlalým. Herkes abdestini alsýn." dedi. Fakat abdest almak için orada su bulamadýlar. Hârun Velî asâsýný topraða batýrdý. Allahü teâlânýn izni ile bir pýnar çýktý. Herkes, günümüzde dediði Sultan Pýnarý ismiyle bilinen o pýnardan abdest aldý. Hârun Velî, Dediði Sultan´a imâm olmasýný söyledi. Dediði Sultan; "Siz varken ben imâm olamam. Ricâ etsek de siz kýldýrýverseniz." dedi. Öðle namazýný Hârun Velî´nin arkasýnda edâ ettikten sonra, yürüyerek þehre girdiler. Þehri dolaþtýktan sonra Hârun Velî´nin husûsî ibâdethânesinde üç gün sohbet ettiler. Dediði Sultan bir müddet kaldýktan sonra Ilgýn´a döndü.
Ýnþâatýn büyük bir kýsmý tamamlandýktan sonra, Hârun Velî mescidin köþelerine çilehâneler yapýlmasýný istedi. Çilehâneler bitirilince, Hârun Velî, Cumâ Câmiinin içindeki bir çilehâneye girdi ve kalan ömrünü orada geçirdi. Vefât edeceðine yakýn çilehâneden çýkarak eski ibâdethânesine geldi. Burada mescide açýlan küçük bir penceresi vardý, imâma buradan uyardý. Bir gün bütün âile halkýný yanýna çaðýrdý ve; "Gelsinler göreyim. Dünyâ fâni, âhiret bâkidir. Oraya nakil kýlmak bize yakýn oldu. Ýnþâallahü teâlâ onlara bâzý nasihatlarda bulunalým." dedi. Bunun üzerine kýzý; "Ey babacýðým! Bizi bu ellerde býrakýp da nereye gideceksiniz? Biz garip mi olacaðýz?" deyince, Hârun Velî; "Evlâdým! Allahü teâlânýn murâdý ne ise o olur. Seni Hakk´a ýsmarladým. Cümlenin elinden tutan O´dur. Baþka kimse yoktur. Sana vasiyetim þudur ki: "Kardeþimin oðlu Mûsâ´ya güzel bakasýn. Hoþça tutasýn. Fakirlerin hizmetini cânu gönülden yapasýn." buyurdu. Hanýmýna da; "Sana da ayný vasiyeti ediyorum. Sen de hizmet kuþaðýný sýký baðlanasýn. Fakirlere yardým edesin. Mûsâ´yý da yetim bilesin." dedikten sonra odalarýna gönderdi.
Hârun Velî sonra talebelerini çaðýrdý. Onun çok zayýflamýþ olduðunu gören talebeleri; "Efendimiz! Hâliniz nasýldýr!" diye sorunca, "Çok þükür iyiyim. Allahü teâlâya hamdolsun. Yalnýz bir zayýflýðým var. Sizin ile âhir ömrümde son bir defâ istiþâre etmek üzere çaðýrdým. Benim hâlimi biliyorsunuz. Bu âlemde fazla kalmayýp, yüce Mevlâya kavuþsam gerek. Sizin her birinizi bir memlekete göndereceðim. Gittiðiniz yerlerdeki kâfirler, Allahü teâlânýn izni ile îmâna gelsin." dedi. Bunlarý konuþurken talebeleri arasýnda Seyyid Mahmûd´u aradý. Göremeyince; "Seyyid Mahmûd nerededir?" diye sordu. Seyyid Mahmûd ise sonradan geldiðinden; "Buyur efendim!" diye cevap verince, Hârun Velî; "Oðlum! Sen Alâiyye´ye (Alanya) git. Meskenin orasý olsun." buyurdu. Seyyid Mahmûd; "Sultâným! Siz bu durumda iken ben sizi nasýl býrakýp gidebilirim?" dedi. Hârun Velî; "Ýþte asâmý atýyorum. Bu asâ nerede karar kýlar ise, sen de orada mesken tutasýn." diye emredince, Seyyid Mahmûd hemen yola çýktý.
Hârun Velî daha sonra; "Oðlum Zekeriyyâ! Seni de Manavgat´a gönderiyorum. Hemen oraya git." emrini verdi. Zekeriyyâ Baba da hocasýndan ayrýlmasýnýn üzüntüsü içinde hemen yola çýktý. Ali Baba, Gök Seyyid Kilimpuþ ve Siyah Derviþ´e dönerek; "Evlatlarým! Siz de Antalya´ya gideceksiniz. Sâhil olup, güzel yerdir." dedi. Onlar da üzüntü içinde yola çýktýlar. Akça Baba´yý Germiyan iline, Nasipli Baba´yý Aydýn iline uðurladý.
Seyyid Hârun Velî´nin hastalýðý günden güne ziyâdeleþince, talebelerine; "Ey yârenlerim! Artýk biz âhirete gidiyoruz. Öldüðümüz zaman beni ibâdet yerim olan buraya defnediniz. Üzerime bir türbe yapýnýz. Hepiniz haklarýnýzý helâl ediniz." deyince, herkes gözyaþý dökmeye baþladý. Hârun Velî onlarý îkâz etmek için; "Siz bana niçin aðlýyorsunuz. Ben hayâtým boyunca, sevdiðim ve rýzâsýný almaya uðraþtýðým mukaddes dostuma gidiyorum. Sizleri de O´na emânet ediyorum." dedikten sonra Kelime-i þehâdet getirerek H.720 senesinde rûhunu teslim etti.
Hârun Velî´nin vefâtýný kimse fark edemedi. Görenler ölmemiþ zannediyordu. Yüzünde hiç vefât niþânesi yoktu. Sanki tatlý bir tebessümle etrâfýný seyir ve temâþâ ediyordu. Kimse ne olduðunu anlayamadý. Sonra Haydar Baba ile Gök Tîmûr Baba gelip, Hârun Velî´nin mübârek nâþý yanýnda gece sabaha kadar beklediler. Öldüðüne kanâat getirdiler. Sabah gasil iþleri tamamlandý ve kalabalýk bir cemâat tarafýndan kýlýnan namazdan sonra husûsî ibâdethânesine defnedildi. Üzerine kýsa zamanda bir türbe yaptýrýldý. Yerine kýzý Halîfe Sultan geçti. Halîfe Sultan´ýn vefâtýndan sonra ise, Hârun Velî´nin yetiþmesine ve terbiyesine çok önem verdiði kardeþinin oðlu Þeyh Mûsâ geçti.
Büyük velîlerden Mevlânâ hazretlerinin babasý Sultân-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled (rahmetullahi teâlâ aleyh) Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî´nin babasý olup, hazret-i Ebû Bekr-i Sýddîk´in soyundandýr. Belh þehrinde Hatîboðullarý sülâlesindendir. Babasý Hüseyin Hatîbî, dedesinin ismi de Ahmed Hatîbî´dir. H.545 de doðdu. 625 veya 628 de Konya´da vefât etti. Annesi, Harezmþah sultanlarýndan Alâüddîn Muhammed Ha- rezmþah´ýn kýzý Emetullah Hâtundur. Muhammed Behâeddîn iki yaþýnda iken, babasý Hüseyin Hatîbî otuz üç yaþlarýnda olduðu hâlde vefât etti. Emetullah Hâtun, oðlu Behâeddîn´in büyümesi ve iyi bir tahsîl ile yetiþmesi için büyük bir titizlik ve îtinâ gösterdi. Efendisi Hüseyin Hatîbî´den kalan kitaplarýn bulunduðu odaya oðlunu sýk sýk götürür; "Evlâdým, Behâeddîn´im! Bu kitaplar, rahmetlik babandan kaldý. Muhterem baban bu kitaplarý dâimâ okur, hiç elinden býrakmazdý. Bu kitaplara çok deðer verir, her þeyden üstün tutardý. Onun vefâtýndan sonra pekçok âlim bu kitaplarý almak için bize geldiler. Fakat hiçbirine vermedim, bunlarý senin için muhâfaza ediyorum. Sen de ilim öðrenerek babanýn kitaplarýný anlamaya muvaffak ol ve babanýn yerini tut!" derdi. Bu sözler Behâeddîn´e çok tesir eder, büyüyünce okuyup âlim olacaðýný söylerdi. Emetullah Hâtun, oðlunu, okuma çaðýna gelince ilim tahsîline verdi. Behâeddîn, derslerine çok çalýþýr, devamlý kitaplarý ile meþgûl olurdu. Keskin zekâsý, hâdiselere karþý sürat-i intikâlinin çok fazla olmasý ve Allahü teâlânýn yardýmýyla kýsa zamanda hocalarýnýn takdîrini kazandý. Pekçok zâhirî ilimleri öðrendi. Dolayýsýyla, halk arasýnda da tanýndý, onlarýn muhabbetlerini kazandý. Büyük Velî Necmeddîn-i Kübrâ´dan tasavvufu öðrenerek, onun dertlere devâ olan feyz ve bereketlerine kavuþtu. Bâtýnî ilimlerde ilerleyerek, Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin en önde gelen talebeleri arasýna girdi. Muhammed Behâeddîn, hocasýnýn teveccühleri ile iyice olgunlaþarak, zamânýnýn en büyük âlimlerinden ve velîlerinden oldu.
Muhammed Behâeddîn evlenme çaðýna gelince annesi, Harezm Sultâný Rükneddîn´in kerîmesi olan Mümine Hâtun ile evlendirdi. Onlarýn bu evliliklerinden de Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri doðdu.
Muhammed Behâeddîn hazretleri, zâhirî ve bâtýnî ilimlerde öyle yüksek derecelere vâsýl oldu ki, iki cihânýn güneþi, hürmetine yaratýldýðýmýz Server-i âlem Sevgili Peygamberimiz ona rüyâsýnda "Sultân-ül-ulemâ= Âlimlerin sultâný" lakabýný verdi. Rivâyete göre, bu hâdise þöyle anlatýlýr: Zamânýnýn büyük âlimlerinden üç yüz kadar müftî ve müderris, bir gece Peygamber efendimizi rüyâlarýnda gördüler. Resûlullah efendimiz büyük bir kürsî üzerine oturmuþlardý. Etraflarýnda da binlerce velî ve âlim bulunuyor, Resûlullah efendimizi huþû içinde dinliyorlardý. Orada Muhammed Behâeddîn, güzel elbiseler giyinmiþ bir hâlde, Peygamber efendimizin hemen yanýbaþlarýnda ve sað taraflarýnda oturmuþtu. Peygamberimiz, orada bulunanlara Muhammed Behâeddîn Veled´i göstererek; "Ey insanlar! Bugünden sonra Muhammed Behâeddîn´e "Sultân-ül-ulemâ" denilecek ve imzasýna "Sultân-ül-ulemâ" yazýlacaktýr." buyurdu. Sabah olunca rüyâlarýný anlatmaya gelenlere, daha onlar bu müjdeyi vermeden o; "Ey kardeþlerim! Bu gece Sevgili Peygamberimizin bize ihsân buyurduðu lakabý bana müjde için geldiniz deðil mi?" diyerek, onlarýn rüyâlarýný keþfettiðini belirtince, cümlesi hayran kalarak; "Allahü teâlâ ve Resûlü þâhiddir ve biz de þâhidiz ki, sen Sultân-ül-ulemâ´sýn. Bundan böyle bu isimle tanýnacaksýn." dediler. Muhammed Behâeddîn´e karþý muhabbetleri ziyâde olup, ona talebe olmak istediklerini bildirdiler. O da, gelen bu âlimleri talebeliðe kabûl etti. Ýmzâ olarak da Sultân-ül-ulemâ lakabýný kullanmaya baþladý.
Âlimler, rüyâlarýný yakýnlarýna söyleyince, hâdise herkes tarafýndan iþitildi. Her taraftan ziyâretçiler gelmeye baþladý. Þâný her yerde duyuldu. Halkýn yanýnda îtibârý pek ziyâde yükseldi. Herkes huzûruna koþar, hizmetiyle þereflenmek için çalýþýr ve hasta kalblere þifâ olan mübârek sözlerini dinlemek için can atardý. O civarda olanlar, Sultân-ül-ulemâ´ya sabýrsýzlýkla koþarak, talebesi olmakla þereflenmek istediler ve murâd- larýna kavuþtular. Birçok müþkili olanlar Belh´e kadar gelip, aldýklarý cevaplarla dertlerine derman buldular.
Behâeddîn Veled hazretlerinin zâhirî ve bâtýnî mertebeleri yükselince, baþta annesi, talebeleri ve akrabâlarý kendisine; "Baþýmýza pâdiþâh ol. Seni korumak, emirlerini yerine getirmek için hazýrýz" dedilerse de, onlara; "Peygamber efendimiz; "Ben fakirlikle iftihâr ederim" buyurdu. Zâhirî saltanat tâcýný giymek bize yakýþmaz. Bizim yolumuz, Peygamberimize tâbi olmak ve sünnet-i þerîflerine uymaktýr." buyurdu.
Behâeddîn Veled, bundan sonra riyâzet ve mücâhede, nefsin isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmak ile uðraþtý. Bu þekilde mânevî bakýmdan pek yüksek derecelere kavuþtu. Ne zaman vâz ü nasîhat etmeye baþlasa, etrâfýnda binlerce insan toplanýr, feyiz ve bereketlerinden istifâde ederlerdi.
Behâeddîn Veled, sabah namazýndan sonra ikindi vaktine kadar talebelerine ilim öðretir, ikindiden sonra medresesine gelenlere mârifetul- lahtan, Allahü teâlâyý tanýmakdan bahsederek insanlarý aydýnlatýrdý. Na- sîhatlerinde Ehl-i sünnet îtikâdýný anlatýr, bozuk fýrkalarýn inanýþlarýný î- zâh ederdi. Ýnsanlarýn, dalâlet ve sapýklýk yollarýna düþmemeleri, Cehen- nem´de yanmamalarý için çok gayret sarfederdi.
Bid´at fýrkasýna mensup bâzý âlimler, aralarýnda ittifak ederek, Behâ- eddîn Veled´i, sultâna þikâyet ettiler. Sonra; "Sultânýmýz! Muhammed Be- hâeddîn Veled, size zâlimdir, âlimlerinize de câhildir diyor. Halkýn büyük bir kýsmý onun etrâfýnda toplandý. Vakitlerinin çoðunu onunla geçiriyorlar. Bir gün sizi tamâmiyle býrakýp, ona tâbi olacaklarý muhakkaktýr. Eðer böyle bir þey olursa, sizin saltanatýnýza ziyân gelir. Bu bizim için yüz ka- rasýdýr. Biz, size gördüðümüzü söylüyoruz. Vazifemiz sizi uyarmaktýr, ge- risini siz bilirsiniz." dediler. Bunlarý iþiten sultan çok üzüldü. Çünkü Sul- tân-ül-ulemâ´ya ziyâdesiyle muhabbeti vardý. Fakat bu âlimlerin söyedik- leri de yabana atýlýr þeyler deðildi. Bu iþin tahkîki için yakýnlarýndan bir kimseyi Sultân-ül-ulemâ´ya göndererek; "Bütün beldelerde olan hâdiseler sizce keþfolunmakta, bütün memleketlerdekiler de tasarruflarýnýz altýn- dadýr. Ülkemizde bir pâdiþâh var iken, ikincisinin de hükümet kurmasý uygun deðildir. Neticede, bendenizi bir memlekete tâyin buyurursanýz memnun oluruz" gibi sitemli ve uygun olmayan sözler sarfetti. Bunlarý Sultân-ül-ulemâ´ya söylediklerinde, buyurdu ki: "Hasedcilerin zulümlerin- den hicret etmek dedelerimizin sünnetleridir. Ýþ böyle olunca, biz de se- fer eder, baþka ülkelere gideriz. Buradan ayrýlýnca, bu memleketin baþý- na felâketler gelir, bu ülkeyi dinsiz Tatarlar (Hülâgü´nün ordusu) istilâ e- derler." buyurdu. Akrabâ ve talebelerine sefer hazýrlýklarýna baþlamala- rýný söyledikten sonra, sultânýn adamlarýna dönerek; "Sultâna gidip biz- den selâm söyleyiniz. Ona; "Biz fânî dünyânýn þöhretlerine tâlip deðiliz. Dünyâ sultanlýðýnda, tâcýnda da gözümüz yoktur. O, bu dünyâdaki sal- tanatýna devâm etsin." deyiniz." buyurdu.
Haber etrâfa çabucak yayýldý. Behâeddîn Veled hazretlerinin hicretini iþiten herkes, malýný mülkünü toplayýp, bu memleketten ayrýlmaya, Be- hâeddîn Veled ile berâber gitmeye karar verdi. Bütün olup bitenleri ya- kýndan takib eden sultan, çok üzüldü. Sultân-ül-ulemâ´ya þefâatçýlar gön- dererek af diledi. Kararýndan vazgeçmesini istirhâm etti. Sultân-ül-ulemâ hazretleri, pâdiþâhýn teklifini reddetti. Fitne çýkarmadan, halký galeyâna getirmeden þehirden ayrýlmak istiyordu. Bunun için de, Cuma günü Belhlilerin bir câmide toplanmalarýný arzu etti. Herkes o gün câmide toplanýp, mahþerî bir kalabalýk hâlini aldý. Behâeddîn Veled, onlara nasîhat etti, tesellide bulundu ve onlarla vedâlaþtý, helâlleþti. Orada bulunanlar çok aðladýlar. Sultân-ül-ulemâ, oradan yakýn akrabâlarý ve talebeleriyle birlikte ayrýldý.
Niþâbûr´a geldiklerinde onlarý Ferîdüddîn-i Attâr hazretleri karþýladý. Ýzzet ve ikrâmlarda bulundu. O sýrada beþ yaþlarýnda bulunan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Niþâbûr´da bir rüyâ gördü. Rüyâsýnda nur yüzlü bir ihtiyâr, kendisine, altý dallý bir gül verdi. Rüyâsýný babasýna anlattýðýnda, Sultân-ül-ulemâ þöyle tâbir etti: "Altý tâne dalý olan gül, senin altý cildlik bir kitap yazacaðýna iþârettir." Orada bulunan Ferîdüddîn-i Attâr da; "Altý dallý güle kavuþuncaya kadar bu kitap ile meþgûl olursunuz." diyerek, Mantýk-ut-Tayr isimli kitabý Mevlânâ´ya hediye etti. Meðer rüyâda görülen ve kendisine gül veren kimse Ferîdüddîn hazretleri imiþ.
Niþâbûr´dan ayrýlýp Baðdât´a doðru yola çýktýlar. Baðdât´a giderken, yol üzerindeki bütün þehirlerin sâkinleri onlarý çok iyi karþýlayýp, evlerine götürerek çok ikrâm ve tâzimde bulundular. Baðdat´a yaklaþtýklarý zaman, kendilerine rastlayan bir cemâat; "Sizler kimlersiniz? Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz?" diye suâl edince, Behâeddîn Veled; "Allah´dan geliyoruz, Allah´a gidiyoruz, Lâ havle velâ kuvvete illâ billah." cevâbýný verdi. O cemâat, bu cevâbýn muhabbeti ile hayretler içinde kaldýlar. Bu haber, Þeyh Þihâbeddîn Sühreverdî hazretlerine bildirildi. O da; "Böyle bir zât, Behâeddîn Veled´den baþkasý olamaz." buyurdu. Bunun üzerine Sühreverdî hazretleri de, talebeleri ile birlikte onu karþýlamaya çýktýlar. Buluþtuklarý zaman, Sühreverdî atýndan inip, Behâeddîn Veled´in ellerini öptü ve onlarý kendi hânesine dâvet etti. Behâeddîn Veled, maiyetinin kalabalýk olduðunu söyleyerek, özür diledi ve Müstensýriyye Medresesine yerleþti.
Baðdât´tan kâfilesiyle ayrýlan Sultân-ül-ulemâ, Kûfe yoluyla Kâbe-i muazzamaya geldi. Zilhicce ayýnýn ortalarýna kadar orada ibâdet ile meþ- gûl oldu. Haccýný îfâ ettikten sonra, Medîne-i münevvereye gelip, hasre- tiyle yandýðý Sevgili Peygamberimize misâfir oldu. Orada günlerce göz- yaþlarý içinde ibâdet eyleyip, Resûlullah efendimizin feyiz ve bereket- leriyle þereflendi. Bir müddet orada Cennet hayâtý yaþadýktan sonra, mâ- nevî bir iþâret üzerine Peygamber efendimize vedâ edip, gözlerinden yaþlar dökerek Medîne-i münevvereden ayrýldý. Günlerce yol aldýktan sonra, Þam´a geldi. Oradaki âlimler Þam´da kalmasý için çok ýsrâr ettilerse de, onlara nâzik bir cevâb ile Rum diyârýna gitmek istediðini bildirdi. Sonra Konya´nýn bugünkü Karaman ilçesinin yerinde bulunan Lârende kasabasýna geldi.
Konya´da bulunan Sultan Alâüddîn, Emîr Mûsâ´yý Lârende´ye bey tâyin etmiþti. Emîr Mûsâ, Muhammed Behâeddîn Veled hazretlerine çok saygý gösterdi. Onun talebesi olmakla þereflendi. Hocasý Sultân-ül-ule- mâ´ya bir medrese yaptýrarak, yedi sene hizmetiyle þereflendi. Behâed- dîn Veled, oðlu Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî´yi, Seyyid Þerâfeddîn Semer- kandî hazretlerinin kerîmesi Gevher Hanýmla evlendirdi. Vefât eden ha- nýmý Mü´mine Hâtun ile oðlu Alâüddîn´i Lârende´ye defnetti.
Emîr Mûsâ´yý çekemeyenler, Konya Sultâný Alâeddîn-i Keykûbâd´a; "Lârende Beyi Emîr Mûsâ, Sultân-ül-ulemâ´yý çok sevip, onun talebesi oldu. Ona olan aþýrý muhabbetinden sizi unuttu. Ýsminizi bile aðzýna almaz oldu." gibi iftirâlarda bulundular. Alâeddîn Keykûbâd, Emîr Mûsâ´ya mektup yazarak huzuruna çaðýrdý. Emîr Mûsâ durumu hocasýna bildirdiðinde, Sultân-ül-ulemâ; "Sultan Alâeddîn´e gidiniz, selâmýmý söyleyiniz. Sorduklarýna doðru cevab veriniz." buyurdu. Emîr Mûsâ derhal yola çýkýp, Konya´da Alâeddîn Keykûbâd´ýn huzuruna çýktý. Sultânýn; "Ey Mûsâ! Ýþittiðime göre Sultân-ül-ulemâ´nýn emrinden dýþarý çýkmaz imiþsin. Bizi ziyârete hiç gelmiyorsun. Yoksa bizi unuttun mu?" diye sitem edince, Emîr Mûsâ, Sultân-ül-ulemâ Muhammed Behâeddîn Veled hazretlerinin üs- tünlüðünü, keþif ve kerâmetlerini, ilimdeki yüksekliðini uzun uzun anlattý. Âlimlere karþý aþýrý sevgisi ve hürmeti olan Alâeddîn Keykûbâd bu sözleri hayranlýkla dinledi ve; "Ey Mûsâ! Sultân-ül-ulemâ böyle büyük bir âlim ve velî bir zât idi de, bize daha önce niçin bildirmedin? Onu Konya´ya dâvet ediyorum. Bizler de feyiz ve bereketlerine kavuþup, mübârek elini öpmekle þereflenelim. Lütfen gidiniz, bana vekâleten kusûrumuzun affýný isteyip, muhabbetimizin çokluðunu kendilerine arzediniz. Lütfedip Konya´yý da þereflendirmelerini istirhâm ettiðimi zât-ý alîlerine bildiriniz" emrini verdi. Emîr Mûsâ Lârende´ye gelip, hocasýna durumu bildirdi. Sultân-ül-ulemâ; "Müslümanýn dâvetine icâbet lâzýmdýr." emri gereðince, bu dâveti kabûl edip hazýrlandý. Konya´ya doðru yola çýktý. Sultan Alâed- dîn de, yanýnda vezîrleri, kâdýlarý, âlimleri ve ileri gelen devlet erkânýyla, Behâeddîn Veled´i karþýlamaya çýktýlar. Behâeddîn Veled hazretlerine yaklaþtýklarýnda, atlarýndan inip yaya olarak huzûrlarýna vardýlar. Büyük bir sevgiyle onu karþýladýlar. El öpüp, hürmetle hâl hatýr sordular. Büyük bir tevâzu ile Behâeddîn Veled´den af dilediler. Hep birlikte Konya´ya dönmeye baþladýlar. Bugünkü Mevlânâ hazretlerinin türbesinin olduðu yere geldiklerinde, Sultân-ül-ulemâ; "Buradan nesebimizin güzel kokularý geliyor." buyurarak, oradaki bir bahçeyi iþâret etti. Bunu iþiten Alâeddîn Keykûbâd, Sultân-ül-ulemâ´ya o bahçeyi hediye etti. Behâeddîn Veled, Konya´da bir medreseye yerleþti. Orada vâz ve nasîhat ederek, insanla- rýn kurtulmasý, iki cihân saâdetine kavuþmasý için çok çalýþtý.
radyobeyan