Ýslam Kültürü A-Ý
Pages: 1
Hilafet By: neslinur Date: 27 Mart 2010, 14:35:13
Hilafet
Anadolu velîlerinden Abdullah Mekkî Erzincânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Erzincan´ý þereflendirince insanlar akýn akýn ziyâretine geldiler. Gelenler arasýnda, Terzi Baba diye bilinen Muhammed Vehbî de vardý. Abdullah Mekkî, Muhammed Vehbî içeri girince ayaða kalktý. Onu dâvet edip yanýna oturttu. Muhammed Vehbî´ye karþý hiç kimseye göstermediði iltifâtlarda bulundu. Sonra Muhammed Vehbî´nin durumunu öðrenmek için yanýndakilere; "Bu zâtýn serveti var mýdýr?" diye sordu. Oradakiler; "Hayýr. Yalnýz köyde, Sarýgöl´de bir baðý ile, þehirde bir evi, birkaç parça tarlasý ve terzilik yaptýðý bir dükkaný vardýr." dediler.

Bunun üzerine Muhammed Vehbî´yi yanýna çaðýran Abdullah Mekkî hazretleri; "Oðlum! Pîr-i âzâm Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî bizi buralara gönderdi. Bize ehline verebileceðimiz bir emâneti verdi. O emânete seni lâyýk gördüm. Kabûl edersen onu sana teslim edeyim." diye teklifte bulundu. Muhammed Vehbî, Abdullah Mekkî´ye gönül huzûru ve teslimiyet ifâde eden bir tavýrla; "Siz bilirsiniz." cevâbýný verdi. Abdullah-ý Mekkî; "Vereceðim emânet, sana çok faydalar saðlayacak." buyurunca, Muhammed Vehbî; "Þeyh efendi! Vallâhî dünyâ için Allah demem." cevâbýný verdi. Bunun üzerine Abdullah Mekkî; "Oðlum haydi git! Sen bulacaðýný buldun. Teslim edeceðim emânet de zâten bu idi." buyurarak onun yüksek derecesini iþâret etti. Terzi Baba´ya himmetle nazar ederek emâneti tevdî etti. Terzi Baba´nýn hâli derhâl deðiþti. Mânevî feyzler deryâsýna daldý.

Bir müddet Erzincan´da kalan Abdullah-ý Mekkî, sohbetleriyle insanlarýn Allahü teâlânýn rýzâsýna kavuþmalarý için çalýþtý. Bu sýrada onun sohbetinden ve hizmetinden ayrýlmayan Terzi Baba da tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlýk derecesine kavuþtu. Abdullah Mekkî, Terzi Baba´nýn olgunluða erdiðini görerek, ona hilâfet verdi.

Ýstanbul´un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî Akþem- seddîn (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin asýl ismi Muhammed bin Hamzâ, lakabý Akþeyh´tir. Evliyânýn büyüklerinden Þihâbüddîn Sühre- verdî´nin neslindendir. Soyu, hazret-i Ebû Bekr-i Sýddîk´a ulaþýr. Hacý Bayram-ý Velî´nin, ona; ´"Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd´den, insan cinsi- nin karanlýklarýný söküp atmakta güçlük çekmedin." demesi sebebiyle, "Akþemseddîn" lakabý verilmiþtir. Saçýnýn, sakalýnýn aðarmasý ve ak elbi- seler giymesi sebebiyle "Akþemseddîn" denildiði de rivâyet edilmiþtir.

Akþemseddîn, babasýnýn vefâtýndan sonra tahsîline devâm ederek, sarf, nahiv, mantýk, meânî, belâgat ilm-i usûl-i fýkýh, akâid, hikmet okudu. Zekâ ve istîdâdýnýn yardýmýyla kýsa sürede ilimleri ikmâl eyleyip týp ilmini dahi tahsil ettikten sonra Osmancýk medresesine müderris oldu. Burada günün belli saatlerinde ders verir artan zamanlarda nefsinin terbiyesi ile meþgûl olurdu. Devamlý takvâ üzere hakla birlikte bulunurdu. Yüksek ahlâk sâhibi idi. Ondaki bu hâlleri görenler ve bilenler kendisine zamânýn büyük velîsi Hacý Bayram hazretlerine gitmesini tavsiye ettiler. Bu tavsi­yelere uyan ve tasavvuf yolunda yükselmek isteyen Akþemseddîn hazretleri müderrislik görevini býrakarak, Ankara´ya geldi. Rastladýðý bir kimseye Hacý Bayram-ý Velî´yi nerede bulabileceðini sordu. O da karþý sokakta yanýnda iki talebesiyle gezen bir zâtý göstererek;

"Ýþte þu gördüðün, dükkan dükkan gezerek para toplayan kiþi Hacý Bayram´dýr." dedi.

Akþemseddîn hazretlerinin yüzü buruþtu kalbi sýkýntýyla doldu. Demek meþhur velî Hacý Bayram dükkan dükkan para topluyor, buralara kadar kendimi boþuna yormuþum diyerek oradan uzaklaþtý ve meþhur velî Þeyh Zeynüddîn-i Hâfî hazretlerine talebe olmak gâyesiyle Haleb´e doðru yola çýktý. Günlerce yol alan Akþemseddîn Haleb´e bir konak mesâfeye geldiðinde bir hana indi. Sabah, elleri yüzünde korku, þaþkýnlýk ve dehþet içerisinde uyandý. Hâlâ gördüðü rüyânýn etkisi altýndaydý. Sabah namazýný edâ eden Akþemseddîn izi üzerine, Haleb yerine tekrar geri Ankara istikâmetine döndü. Oysa Haleb´e bir saat kalmýþtý. Onu geri dön- düren, Akþemseddîn hazretleri ile ilgili bir rüyâ idi ve hep bu düþün tesiri ile yürüyordu.

Rüyâsýnda boynuna takýlan bir zincir Hacý Bayram´ýn elindeydi. Akþemseddîn, Haleb´e gitmek istedikçe Hacý Bayram zinciri çekiyordu. Tam boðulmak üzere iken uyanmýþtý. Rüyâ tâbiri gerektirmeyecek kadar açýktý. Akþemseddîn hýzla Hacý Bayram´a gelirken; "Ne yaptým ben" diyerek kendi kendine söyleniyordu. Ankara´ya gelip, Hacý Bayram-ý Velî´nin dergâhýna ulaþýnca, onun talebeleriyle tarlada çalýþtýðýný öðrendi. Hemen oraya koþtu, fakat Hâcý Bayram hiç iltifat etmedi. Akþemseddîn, diðer talebeler gibi tarlada çalýþtý. Yemek vakti gelince, Akþemseddîn´in yüzüne bakmadý. Hacý Bayram, hazýrlanan yemeði talebelerine taksim etti, artýðýný da köpeklerin çanaðýna döktürdü. Akþemseddîn, bir onlara bir de kendine bakarak, nefsine; "Sen buna lâyýksýn!" diyerek, köpeklerin önüne konan yemekten yemeye baþladý. Hacý Bayram-ý Velî, onun bu tevâ- zusuna dayanamayarak; "Köse, kalbimize girdin, gel yanýma!" diyerek gönlünü alýp sofrasýna oturttu. Sonra;

"Zincirle zorla gelen misâfiri böyle aðýrlarlar." dedi. Akþemseddîn buna çok sevindi ve kendini onun irfan meclisine verdi.

Hacý Bayram-ý Velî hazretleri Akþemseddîn´i diðer talebelerinden daha zor imtihanlara tâbi tuttu. Nefsini terbiye ve ýslah etmekte büyük sýkýntýlar çektirdi. Bir defâsýnda yedi günde bir kaþýk sirkeden baþka bir þey yedirmedi. Ancak Akþemseddîn bütün bunlardan memnun ve hattâ kendisi daha fazlasýna tâlipti. Nitekim nefsinin istediði þeyleri yapmamakta þeyhinin kendisine buyurduðu tâlim ve terbiyedeki þiddet derecesini kendi isteðiyle artýrdýðý zaman Hacý Bayram hazretleri ona:

"Yâ Köse nice riyâzet eylersin, nefsin isteklerinden sakýnýrsýn, âkýbet nûr olursun. Vefât ettikten sonra seni kabrinde bulamazlar!" dedi.

Böylece Akþemseddîn hazretleri kýsa zamanda tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öðrendi ve Hacý Bayram hazretlerinden icâzetini, diplomasýný aldý.

Onun kýsa sürede icâzet almasý bâzýlarýna zor geldi. Hacý Bayram-ý Velî´ye;

"Diðer derviþlere kýrk yýldýr hilâfet vermedin, az müddet içinde Ak- þeyh´e hilâfet verdin. Hikmeti nedir?" diye sordular. Hacý Bayram-ý Velî de;

"Bu zeyrek, uyanýk ve akýllý bir kösedir. Her ne görüp duydu ise hemen inandý. Sonra hikmetini yine kendisi anladý. Fakat yanýmda kýrk yýldan beri hizmet eden bu talebeler, hemen gördüklerinin ve duyduklarýnýn aslýný ve hikmetini sorarlar. Ona hilâfet veriliþinin sebebi budur." cevâbýný verdi.

Hindistan´da yetiþen çeþtiyye yolunun büyük velîlerinden Nasîruddîn Mahmûd Çýrað-ý Dehli (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vefâtý yaklaþtýðý sýrada, en sevdiði talebesi Mevlânâ Zeynüddîn Ali, hocasýnýn yerine mânevî bir halef tâyin edilmesi zarûretini hissederek, hocasýna þu þekilde arz etti: "Efendim! Talebeleriniz arasýnda kýymetliler vardýr. Onlardan birini mânevî halîfeniz olarak tâyin ederseniz, bu yolun eski âdet ve gelenekleri, þimdiye kadar olduðu gibi, devâm etmiþ olur." Bu teklif üzerine Nasîruddîn Mahmûd, Mevlânâ Zeynüddîn´den bu vazîfe için uygun bulduðu talebelerin listesini kendisine getirmesini söyledi. Mevlânâ Zeynüddîn Ali, talebeleri birinci, ikinci ve üçüncü derece olarak üç sýnýf hâlinde seçerek hazýrladýðý listeyi hocasýna arzetti. Bu isimleri gözden geçirdikten sonra, Nasîrüddîn Mahmûd; "Þüphesiz bunlar, dînini sevenlerdir. Fakat korkarým ki, hiç birisi diðerinin yükünü omuzlarýnda taþýyamazlar." buyurdu. Bu açýkca, verilen listeye hayýr mânâsýnda bir cevaptý. Gerçekten öyle oldu. Hocasýndan kendisine geçen bu yolun emânetlerini kimseye vermedi ve kendisinde götürdü.



HÝLÂFETÝ ALDINIZ



Yavuz Sultan Selîm Han, Muhammed Bedahþî?yi,

O zaman iki defa, ziyâret, eylemiþti.



Ve ilk ziyâretinde, hiç konuþma olmadan,

Edep ile oturup ayrýldý huzurundan.



Bedahþî hazretleri, bir þey söylemeyince,

O da, önüne bakýp, sükût etti öylece.



Zîrâ onun bir velî, olduðunu bilirdi,

Huzûrunda konuþmak, edebe mugâyirdi.



Sultan, ikinci defa, ziyârete gidince,

Bedahþî hazretleri, buyurdu ki þöylece;

.

Sultâným, ikimiz de, þu anda Rabbimizin,

Seçilmiþ kullarýndan, sayýlýrýz ve lâkin,



Hepimizin boynunda, bir kulluk baðý var ki,

Allah´ýn huzûrunda, sorumluyuz inan ki.



Buyurulduðu gibi, Kur?ânda, bir âyette;

Emâneti, yer ve gök alamadýðý hâlde,



Onu yüklenmiþ olduk, bizler insan olarak,

Zordur bu aðýr yükü, hakký ile taþýmak.



Saltanat iþini de, alýp siz üstünüze,

Bir yük daha kattýnýz, bu aðýr yükünüze.



Saltanat üzerine, hilâfet de aldýnýz,

Bu çok aðýr sýkleti, daha da arttýrdýnýz.



Bu yükü, ne yer, ne gök ve ne de daðlar çeker.

Ve lâkin Hak teâlâ, size çok yardým eder.



Siz öyle mânevî bir; kuvvete sahipsiniz,

Ondan yeteri kadar, fâidelenirsiniz.?



Yavuz Sultan Selim Han, dinledi edeb ile,

Karþýlýk söylemedi, bir tek kelime bile.



Sonra izin isteyip, ayrýldý huzûrundan,

Onun bu edebine, hayret edip vüzerân,



Dediler ki: ?Sultaným, siz yalnýz dinlediniz,

Hikmeti ne idi ki, bir þey söylemediniz??



Dedi ki: ?Biz dünyânýn sultanýyýz ve lâkin.

Muhtâcýz himmetine böyle yüksek zâtlarýn.



Büyükler konuþurken, söze karýþýlýr mý?

Küçüðün konuþmasý, edebe yakýþýr mý?



Bulunduðumuz makam, edeb makamý idi,

Orada bize yalnýz, sükût etmek düþerdi.?



Evliyânýn büyüklerinden Muhammed Harezmî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) bir gün hanýmý ile sohbet ederken hanýmý ona; "Sizden sonra yeri- nize kimi býrakacaksýnýz?" diye sordu. O da; "Ey hâtun! Mâdemki bunu bilmek istersin. Bak þimdi oðullarýmýz uykuda. Herkes yataðýnda. Ben önce oðullarýmý isimleriyle çaðýracaðým. Hangisi sesimi iþitip gelirse, bu ona nasîptir." buyurdu. Sonra isimlerini yüksek sesle çaðýrdý. Lâkin hiçbirinden cevap gelmedi. Sonra talebelerinden birini çaðýrdý. O üç fersah uzaklýkta idi. Hemen gelip emre hazýr olduðunu bildirdi. Harezmî hazretleri o zaman hanýmýna; "Ey haným! Bu iþ bu talebemizin nasîbidir." buyurdu.

Anadolu´da yetiþen büyük velîlerden Muhammed Tevfîk Bosnevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, Hüsrev Paþanýn kethüdâsý iken, Hüsrev Paþa, onu Kuþadalý Ýbrâhim Halvetî´ye götürdü. Kuþadalý Ýbrâhim Halvetî; "Siz sâlih bir kiþiye benziyorsunuz" deyince, Tevfik Efendi ba- þýndan geçenleri anlattý. Anlatýrken bir ara kendisinde halîfelik bulundu- ðunu aðzýndan kaçýrdý. Kuþadalý Ýbrâhim Halvetî; "Demek ki sizde halî- felik de var." deyince, Muhammed Tevfîk Efendi; "Evet var." dedi. Kuþa- dalý Ýbrâhim Efendi; "Peki sýrr-ý hilâfet nedir?" diye sorunca, Tevfîk Efen- di; "Ýnsanýn dâimâ tarîkat hýrkasý ile bulunmasýdýr." dedi. Kuþadalý Ýbrâ- him Efendi; "Dâimâ hýrka ile bulunmanýn hikmeti nedir?" diye sordu. Tev- fîk Efendi; "Talebelerin keþfi açýlýnca çýplak görünmesinler." diye cevap verdi ve o anda aðlamaya baþladý. Kuþadalý Ýbrâhim Efendiye kendisini talebeliðe kabûl etmesini ricâ etti. Kuþadalý Ýbrâhim Efendi; "Bu âna kadar çektikleriniz boþa gidecek." diyerek onu talebeliðe kabûl etti. Talebesi Tevfîk Efendinin baþka bir hocaya baðlandýðýný duyan Etyemez dergâhý þeyhi, Tevfîk Efendinin geri dönmesi için Allahü teâlâya yalvardý. Bir süre sonra hastalanan Etyemez Dergâhý þeyhine hizmet etmesi için, Kuþadalý Ýbrâhim Efendi, Tevfîk Efendiyi Ýstanbul´a gönderdi. Giderken Tevfîk Efendiye; "Git, hocana hizmet et. O seni sever. Onun sende eme- ði ve hakký vardýr." buyurdu. Tevfîk Bosnevî Ýstanbul´a gidip, vefât edin- ceye kadar hocasýna hizmet etti. Hocasý vefât edince, yerine geçerek ö- lünceye kadar insanlara doðru yolu göstermeye çalýþtý.

Hindistan´da yetiþen evliyâdan ve Çeþtiyye yolunun büyüklerinden Nizâmeddîn Evliyâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri; Kâdý Muhyid- dîn, mânevî terbiyesini tamamladýktan sonra ona, þu yazýlý emirle birlikte hilâfet verdi: "Dünyâyý terk edeceksin ve ona meyletmeyeceksin. Sultan- dan herhangi bir köyün gelirini veya maaþ kabûl etmeyeceksin. Sana bir misâfir gelip de, ona ikrâm edeceðin bir þey bulunmayabilir. Bu durumu Allahü teâlânýn bir teveccühü olarak kabûl edeceksin. Uymaný istediðim bu emirlere riâyet ettiðin takdirde benim halîfemsin." Hocasýnýn yanýndan ayrýldýktan sonra, Kâdý Muhyiddîn Kâþânî çok sýkýntýlý günler geçirmek zorunda kaldý. Kendisi ve çocuklarý günlerce aç kaldý. Bu kötü durumu, birisi Sultân Alâeddîn´e haber verdi. Sultân, bir köyün geliri ile birlikte, baþhâkimliði teklif eden bir ferman gönderdi. Kâdý Muhyiddîn, bu fermâný alýnca hemen hocasýnýn huzûruna gelip, durumu bildirdi. Nizâmeddîn Evliyâ bu duruma üzüldü ve; "Önce senin aklýna bu geldi ki, sultân böyle bir ferman gönderdi." dedi ve bundan sonra teveccühünü Kâdý Muhyid- dîn´den çekti. Bir yýl süreyle bu hâl üzere yaþýyan Kâdý Muhyiddîn, daha sonra hocasý tarafýndan affedilerek teveccühe mazhar oldu.

Nizâmeddîn Evliyâ, talebelerinden Kutbeddîn Münevver ve Nasîred- dîn Mahmûd Çirað´a ayný gün hilâfet verdi. Birincisine hilâfetnâme´yi ver- dikten sonra, câmide iki rekat þükür namazý kýlmasýný istedi. O namaz ký- larken, Nizâmeddîn Evliyâ, halîfesi olarak tâyin ettiðini gösteren bir hýr- kayý Nasîreddîn Mahmûd´a giydirdi. Sonra Kutbeddîn Münevver´i çaðýrttý ve Nasîreddîn Mahmûd´un hýrkasýný tebrik etmesini istedi. Daha sonra da, Nasîreddîn Mahmûd´dan, Kutbeddîn Münevver´in hilâfetnâmesini te- rik etmesini istedi. Ýki mümtaz halîfesinin karþýlýklý teb­rikleþmesinden sonra, Nizâmeddîn Evliyâ her ikisinin birbirlerini kucaklamalarýný istedi. Onlar kucaklaþýrken; "Her ikiniz kardeþsiniz. Halîfeliðimin size ihsân e- dilmesinde aslâ bir fark düþünmeyin." buyurdu. Bu sebepten her ikisi, bütün hayatlarý boyunca aralarýnda kurduklarý samîmî münâsebeti de- vâm ettirdiler.

Anadolu´da yetiþen ve Anadolu´yu aydýnlatan evliyânýn meþhurlarýndan Mustafa Sâfî Âmidî Bolevî hazretlerinin hocasý Çerkeþli Mustafa Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebeleriyle sohbet ettiði sýrada Sâfî Efendiye dikkatle bakar ve; "Ýþte bu zât benden sonra yolumuzu (tarîkatýmýzý) o dereceye ulaþtýrýr ki kimsenin inkâra mecâli, gücü kuvveti kalmaz. Hakîkat ilmiyle âlemi doldurur." buyururdu. Üç sene müddetle sohbetlerine devâm edip, tasavvufta yetiþti. Hilâfet vereceði sýralarda hocasýndan izin alýp memleketini ziyârete gitti. Hocasýnýn izin vermesi üzerine Diyarbekir´e gittiði sýrada hocasý Çerkeþli Mustafa Efendi vefât etti. Vefât edeceðinde Mustafa Sâfî Efendinin tasavvufta kemâle erdiðini belirtip, onu kendine halîfe tâyin ettiðini vasiyet etti. Diyârbekir´den dönünce, kendisinin hocasý tarafýndan halîfe tâyin edildiði önce gizlenip söylenmedi. O ise dergâhta hocasýnýn yerine geçen Þeyh Hacý Halil Efendinin sohbetlerine devâm etmeye baþladý. Üç sene daha tasavvuf yolunda azimle çalýþtý. Bir gün Þeyh Hacý Halil Efendinin sohbet ve zikir meclisine Mustafa Sâfî Efendinin talebeleri de dâhil olmuþtu. Bu sýrada Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin rûhâniyeti gözüküp Geredeli Hacý Halil Efendiye, Mustafa Sâfî Efendinin üç sene öncesinden Çerkeþli Aziz´den yolunu tamamladýðýný söyledi. Böylece onun halîfe tâyin edildiðini gizlemekten vazgeçmelerini belirtti. Bu iþâret üzerine Hacý Halil Efendi büyük bir telaþ ile baþýndaki hilâfet tâcýný çýkarýp hilâfet duâsý yaparak Mustafa Sâfî E- fendinin baþýna koydu ve özür diledi.

Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) ölüm döþeðinde yatarken bir zât; "Efendim, senden sonra mimbe- re kim çýksýn?" diye sorunca, Sehl-i Tüsterî hazretleri gözlerini açýp, Þâdýdil adýndaki bir kâfirin adýný söyledi. Etrâfýndakiler; "Sehl´in aklý git- miþ, bu kadar müslüman âlim varken yerine bir kâfiri geçirdi." diye söylerlerken, Sehl-i Tüsterî hazretleri; "Baþýmda kavga gürültü etmeyiniz. Vaktim azdýr. Gidin bana Þâdýdil´i çaðýrýn, gelsin." dedi. Þâdýdil gelince; "Ey Þâdýdil, iyi dinle, üç gün sonra mimbere çýk ve müslümanlara vâz et. Bu sana vasiyetimdir!" dedi. Sehl-i Tüsterî´nin vefâtýndan üç gün sonra, ikindi namazýndan sonra, baþýnda kâfir niþânesi, belinde zünnar olmak üzere, Þâdýdil mimbere çýktý. Ey müslümanlar, ey Sehl-i Tüsterî´nin talebeleri! Bana, bir vakit hocanýz; "Ey Þâdýdil, zünnârý çýkarýp atma zamaný gelmedi mi? demiþti. Ýþte bugün emrini yerine getiriyorum." dedi. Sonra sorgucu ve zünnârý çýkarýp attý. Kelime-i þehâdet getirerek müslüman oldu. Cemâat bunu görünce ve o sözleri duyunca aðladýlar.

Konya´da yetiþen velîlerin büyüklerinden Sultan Veled hazretlerinin, babasý Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefât ettikten bir hafta sonra, onun halîfesi, vekîli olan Hüsâmeddîn Çelebi hazretleri, talebeleriyle birlikte Sultan Veled´e gelerek; "Artýk bizleri irþâd etmeye, ilim öðretmeye baþlamanýzý istirhâm etmeye geldik. Zîrâ, mübârek hocamýz Mevlânâ´ya lâyýk halîfe olacak ancak siz varsýnýz. Biz- ler, gece ve gündüz cân-u gönülden çalýþýp, size hizmet etmekle þe­reflenelim." dedi. Bu þekilde hocasýna ve oðluna sadâkatýný ve muhabbetini arzeyledi. Babasýnýn halîfesinden bu gözyaþartýcý sözleri iþiten Sultan Veled hazretleri; "Câným efendim! Siz, muhterem babamýn saðlýðýnda onun halîfesi idiniz. Vefâtýndan önce sorulduðunda, sizi, kendisine halîfe býraktýðýný buyurmuþtu. Bu sebeple siz, bizim hocamýzsýnýz. Bu vazife size verilmiþtir. Baþta kendim ve oðlum Ârif Çelebi size tâbiyiz, ne emrederseniz yapmaya hazýrýz" dedi.

Hüsâmeddîn Çelebi, 1284 senesine kadar talebeleri irþâd eyledi. Onlara doðru yolu gösterdi. Ehl-i sünnet îtikâdýný her tarafa yaydý. H.683 senesinde vefât edince, yerine Sultan Veled halîfe, vekîl olup, bu vazifeyi üstlendi. Hayâtýnýn sonuna kadar sünnet-i þerîfi yayýp, bid´atleri ortadan kaldýrmaya çalýþtý.


radyobeyan