Zekat By: neslinur Date: 23 Mart 2010, 23:03:46
Reddü´l Muhtar / Zekat
ZEKÂT BAHSÝ
SÂÝME (KIRDA OTLAYAN HAYVANLAR) BABI
DEVENÝN NÝSÂBI
SIÐIRIN ZEKÂTI
KOYUNUN ZEKÂTI
MALIN ZEKÂTI
RÝKÂZ BÂBI
ÂÞÝR (ÖÞÜR MEMURU) BÂBI
ÖÞÜR BÂBI
MASRÝF (ZEKÂTIN VERÝLECEÐÝ YER) BÂBI
SADAKA-Ý FITR BÂBI
ZEKÂT BAHSÝ
METÝN
Kur´aný Kerîm´de zekâtýn seksen iki yerde namazla berâber zikir edilmesi aralarýnda tam bir münâsebet olduðuna delildir. Zekât hicretin ikinci senesinde ramazan orucundan önce farz kýlýnmýþtýr. Peygamberlere bilicma´ farz deðildir.
Lügat ta zekât: Temizlik ve üremek mânâlarýna gelir.
Þeriatta ise: Bir malýn þeriat tarafýndan tâyin edilen bir cüzünü müslüman fakat Hâþimî veya onun Mevlâsý olmayan bir fakire Allah için temlik ederek o maldan her-vecihle istifâde alâkasýný kesmektir. Temlik kaydý ile "ibâha" tariften çýkarýlmýþtýr. Bir kimse zekât niyetiyle bir yetimi doyurursa zekât yerine geçmez. Ancak yiyeceði ona verirse olur. Nitekim çocuk eline almayý akýl etmek þartýyla ona bir elbise verse câiz olur. Meðer ki o kimseye yetimin nafakasýný vermek için hüküm edilmiþ olsun.
Mal kaydý ile menfaat târiften çýkarýlmýþtýr. Bir kimse zekâta niyet ederek bir fakiri bir sene evinde oturtsa zekât yerine geçmez. Ýkinci imam buna muhâliftir. Þeriat tarafýndan tâyin edilen cüzü senelik nisâbýn onda birinin dörtte biridir. Bununla nâfile sadaka ve fýtra hâriç kalýr. Müslüman fakir bunak olsa da câizdir.
Hâþimi´nin Mevlâsýndan murad: Onun âzâd ettiði köledir. Kenz sahibinin, «Malý yani þer´an verilmesi malûm olan malý temlik etmektir.» diye yaptýðý târifin mânâsý da budur. Zekât veren kimsenin o maldan her vecihle istifâde alâkasýný kesmesi lâzýmdýr. Binâenaleyh aslýna furûuna zekât veremez. «Allah için» kaydý niyetin þart olduðunu beyân içindir.
ÝZAH
Musannýfýn bu bahsin unvânýna Öþrü ve diðer nevileri katmamasý taglib yolu ile veya bunlar zekâta tâbi olarak bahiste dâhil olduklarý içindir. Kuhistânî. Kýyâsa göre, namaz bahsinden sonra orucu zikir etmeli idi. Nitekim Kâdýhân böyle yapmýþtýr. Çünkü oruç, namaz gibi sýrf bedenî bir ibâdettir.. Ancak ulemânýn ekserisi Kur´an´a uyarak zekatý oruçtan evvel anlatmýþlardýr. Nuh.
Bir de zekât namazdan sonra ibâdetlerin en fazîletlisidir. Kuhistâni.
Ben derim ki: Bu söz Tahrir ile þerhinin birinci bâbýnýn ikinci faslý baþlarýndaki þu ifâdeye uygundur: «Zekâtýn imandan sonra en þerefli olmak hususundaki tertibi þöyledir: Evvelâ namaz, sonra zekât, sonra oruç, sonra hac, sonra umre, cihâd ve itikaf gelir.» Bu husustaki sözün tamâmý oradadýr.
Þârih zekâtýn Kur´an-ý Kerim´de (82) yerde namazla beraber zikir edildiðini söylüyor. Bahýr sâhibi dahi bu sözü Bezzâziye´nin Menâkýbýna nisbet etmiþ; Nehir ve Minâh sâhibleri de ona tâbi olmuþlarsa da Halebî doðrusunun otuz iki yer olduðunu söylemiþtir. Nitekim üstâdýmýz Rahimallâh´da otuz iki saymýþtýr.
Zekâtýn ramazan orucundan evvel farz kýlýnmasý da ondan önce bahis edilmesini münâsib gördürmektedir. T.
«Peygamberlere zekât farz deðildir.» Çünkü zekât, kirlenmek þânýndan olan kimseleri temizlemek için meþru olmuþtur. Peygamberler bundan münezzehtirler.
Teâlâ hazretlerinin (Hazreti Ýsâ´dan hikâyeten) «Bana Rabbim namazý ve zekâtý sað kaldýðým müddetçe emir etti.» Âyetinden murad: Peygamberlerin makamlarýna yaraþmayan rezâletlerden nefsi temizlemektir yahud: Bana zekâtý teblið etmemi emir buyurdu, demektir. Maksad zekât fýtýr deðildir. Zirâ zekât lâzým gelmemeyi peygamberlerin husuusiyetlerinden saymanýn iktizasý mal ile beden arasýnda fark bulunmamaktýr. Þubrâmilsî böyle demiþtir.
Zekât lügatta üremekten baþka mânâlara da gelir. Meselâ bereket, medih ve senâ mânâlarýnda kullanýlýr. Ama bu mânâlarýn hepsi þer´î mânâsýnda mevcuttur. Çünkü, zekât sâhibini günahlardan ve cimrilik sýfatýndan temizlediði gibi malý da bir kýsmýný vermek suretiyle temiz pâk eder. Onun için de verilen cüzü kirli sayýlýr. Ve Rasûlüllah (s.a.v.)in âline (hânedânýna) haram olur. Cenâbý Hak: «Onlarýn mallarýndan sadaka alýp onunla kendilerini temiz pâk eyle» buyurmuþtur. Verilen zekâtýn yerine baþkasýný ihsân eder: «Siz bir þey infâk ederseniz Allah onun yerine baþkasýný verir; ve sadakaný üretir.» buyurmaktadýr. Zekâtla bereket hâsýl olur. Sadakadan mal azalmaz. Allah sadaka verenleri medih ve senâ etmektedir. «Onlar ki zekât verme iþini yaparlar.» ve: «Zekâtýný veren muhakkak kurtulmuþtur.» buyurmaktadýr.
Þer´an zekât: Mastar mânâsýna gelen bir isimdir. Zira vücûb ile vasýflandýrýlýr. Vücûb fiillerin sýfatlarýndandýr. Bir de fýkhýn mevzuu mükellefin fiilidir. Kuhistânî´nin nakline göre þer´an zekât: Bir kimsenin fakire verdiði miktardýr. Kuhistânî bundan sonra þunlarý söylemiþtir: «Kirmâni´nin beyânýna göre zekât kelimesi miktar hususunda þer´an mecâzdýr. Çünkü zekât bu miktarý vermekten ibârettir. Muhakkýkýn ulema dahi bu kavli tercih etmiþlerdir. Nitekim Muzmerat´ta beyân olunmuþtur. Zekât unvânýný kabul eden de budur. Zemahþeri ile Ýbn Esir müþterek olduðunu söylemiþlerdir.»
Teâlâ Hazretlerinin: «Zekâtý verin!» Emrinin zahiri vâcib olan miktarý verin demektir. Ama buradaki verin emrini, fiili meydana getirin, mânâsýna te´vil ihtimâli de vardýr. Nitekim «Namazý kýlýn» emrinde de böyledir.
T E N B Ý H : Bu tarife kýrda gezen hayvanlarýn zekâtý dâhil deðildir. Çünkü onu zekât memuru alýr. Velev ki zorla alsýn. Binâenaleyh zekâtý veren tarafýndan temlik yoktur. Ancak þöyle denilebilir Sultan veya onun memuru o zekatý yerine sarf etmek ve temlik hususunda mal sâhibinin yâhud fakirlerin vekili gibidirler.
«Temlik kaydý ile ibâha tariften hâriç kalýr.» Zekâtta ibâha (yani almayý mubah kýlmak) kâfi deðildir. (Mutlaka temlik lâzýmdýr.) Ama temlik kaydý ile kefaret hâriç kalmaz. Zira kefârette þart temkin (yani imkân vermek)tir. Bu temlik ve ibâhaya þâmildir. Kefâret «malýn bir cüzünü» kaydý ile hâriç kalýr.
«Ancak yiyeceði yetime verirse olur.» Çünkü zekât niyetiyle verince çocuk ona mâlik olur. Ve kendi mülkünden yemiþ olur. Ama yetime sofrasýnda yemek yedirmesi bunun hilâfýnadýr. (zira bu temlik deðil ibâha olur.) Þüphesiz ki yetimin fakir olmasý da þarttýr. Babasýnýn fakir olmâsýný da þart koþmaða hâcet yoktur. Çünkü sözümüz yetimdedir. Yetimin babasý yoktur.
«Eline almayý akýl etmek þartýyla» Sözü yiyecek ve elbise vermenin ikisinin de kaydýdýr. H.
Fethü´l-Kadir sahibi ile baþkalarý bunu «eline aldýðý þeyi atmaz ve ondan aldanmaz.» diye tefsir etmiþlerdir. Çocuk akýl etmeyecek kadar küçük olurda onun nâmýna babasý veya vasîsi yâhud ona bakan bir yakýný veya ecnebî biri yâhud o çocuðu sokakta bulan bir kimse alýrsa câiz olur. Nitekim Bahýr ve Nehir´de izâh edilmiþtir. «Alýrsa» diye ifâde edilmesi teberru edilen þeylerde temlik ancak kabýzla yani eline almakla hâsýl olduðu içindir.
«Meðer ki o kimseye yetimin nafakasýný vermek için hüküm edilmiþ olsun.» Yani o kimseye yetimin nafakasýný vermek lâzým gelir ve bu hususta hüküm verilirse o nafaka zekât yerine geçmez. Ancak bu yetime verdiðini nafaka saydýðýna göredir. Zekât sayarsa câiz olur. Nitekim Valvalciye´den naklen Bahýr´da böyle denilmiþtir. Tatarhâniye´de dahi eI´Uyun´dan naklen ayni þey söylenmiþtir. Binaenaleyh Þârihin de Halebî gibi «verdiðini nafakadan sayarsa» kaydýný koymasý icab ederdi. Zâhire göre verdiðini zekât sayarsa farz olan nafaka kendisinden sâkýt olur. Zira yetim onunla iktifâ eder. Ulemâ «akrabânýn nafakasý ihtiyâca göre vacib olur.» demiþlerdir. Onun içindir ki, müddet geçince sâkýt olur. Velev ki hâkimin hükmüyle lâzým gelmiþ olsun. Çünkü geçmiþin nafakasýna ihtiyâç kalmamýþtýr. Burada da öyledir.
«Ýkinci imam buna muhâliftir.» Ýkinci imamdan murad, Ebu Yusuf´tur. Ona göre bir kimse bir fakiri zekât niyetiyle bir sene evinde oturtsa zekât yerine geçer. Bu hususta Bezzâziye´nin ibâresi þöyledir: «Bir kimseye yakýn akrabasýnýn nafakasýný vermesi hüküm olunsa da zekât niyetiyle onu giydirip doyursa ikinci imama göre sahih olur.» Hâniye´de bu ibâreye þu da ilâve edilmiþtir: «îmam Muhammed elbisede câiz; yiyecekte câiz olmadýðýný söylemiþtir. Ýmam Ebu Yusuf´un yiyecek hususundaki sözü zâhir rivayetin hilafýnadýr»
Ben derim ki: Bu temlik yoluyla deðil de ibâha suretiyle verildiðine göredir. Nitekim doyurmak tabirinin kullanýlmasý buna iþâret etmektedir. Onun için Tatarhâniye´de Muhit´ten naklen þöyle denilmiþtir: «Bir kimse yetime bakar da ona giydirdiði ve yedirdiði þeyleri malýnýn zekâtýndan hesap ederse, giyecekte câiz olduðunda þüphe yoktur. Zira rükün olan temlik mevcuttur.
Yiyeceðe gelince: «Eli ile verdiði yine câizdir. Eline vermeden yediði böyle deðildir.» Þeriâtýn tayin ettiði nisâbýn onda birinin dörtte biri kýrda gezen hayvanlarda bu miktârýn yerini tutandýr. Nitekim Bahýr´da buna iþâret olunmuþtur. T.
«Bununla nâfile sadaka ve fýtra hâriç kalýr.».Çünkü bunlar muayyen deðildirler. Nâfile sadakanýn muayyen olmadýðý meydandadýr. Fýtra da öyledir. Zira Hurma ve arpa gibi þeylerden bir sað ile, buðday ve kuru üzüm gibilerden yarým sað ile takdir edilmiþ olsa da maldan tâyin edilmemiþtir. o, zimmette vâcibtir. Bundan dolayýdýr ki, mal helâk olsa da fýtra sâkýt olmaz. Nitekim bâbýnda gelecektir. Zekât bunun hilâfýnadýr. Onun için buðday ve benzerleri elinde bulunmasa bile onlardan fýtra vermesi vâcip olur. Zekatta onda birin dörtte biri, ancak elinde onda birin dokuzu mevcut ise vâcip olur. Hâsýlý fýtra ile zekât arasýndaki fark tayin ve takdir iledir. Benim anladýðým budur.
«Müslüman fakir» ve diðer kayýtlarla musannýf kâfir, zengin Hâþimî ve Hâþimi´nin âzadlýsýndanihtiraz etmiþtir. Maksad hallerini bildiði zaman böylelerine zekât vermemesidir. Nitekim zekâtýn nerelere verileceði bâbýnda gelecektir. H.
Bahýr sâhibi diyor ki: «Hür olmasý þart koþulmamýþtýr. Çünkü ileride görüleceði vecihle hür olmayan bir kimseye zekât vermek câizdir.»
Müslüman fakir bunak da olsa kendisine zekât verilebilir. EI´Mugrib nâm lügat ta beyân olunduðuna göre ma´tuh yani bunak aklý noksan olan kimsedir. Bazýlarý, «Delilik derecesine varmayan akýl oynamasýdýr.» demiþlerdir. Ayný eserde çocuk hakkýnda geçen tafsilât vardýr. Nitekim bu tafsilat Tatarhâniye´de de mevcuttur. Umumiyetle usul fýkýh kitaplarýnda bunaðýn hükmünü bütün hükümlerde aklý eren çocuk gibi olduðu bildirilmiþtir. Debbusî yalnýz ibâdetleri istisnâ etmiþ, ihtiyâtan ibâdetlerin kendisine vâcip olacaðýný söylemiþse de Ebu´l Yusr kendisine itirazda bulunmuþ ve, «Bunaklýk bir nevi deliliktir. Ve ibâdetlerin vâcip olmasýna mânidir.» demiþtir. Bustîn´in usul fýkýh eserinde þöyle denilmektedir. «Aklý eren çocuða ibâdetlerin edâsý teklif edilmediði gibi bunaða da teklif edilmez. Ancak bunaklýk giderse hala edâ için kendisine hitâb teveccüh ettiði gibi güçlük vermemek þartýyla geçmiþleri kaza için dahi teveccüh eder. Açýkça bildirilmiþtir ki bunak az olan namazlarýný kaza eder, çok olanlarý kazâ etmez. Velev ki evvelce muhatab olmasýn. O týpký uyuyan ve bayýlan kimse gibidir. Bulûða eren çocuk böyle deðildir.» (o geçmiþleri kazâ etmez.) bu, tahkika daha münasibtir. Hindî´nin el´Mugnî þerhinde de böyle denilmiþtir. Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Ýsmâil.
«Binâenaleyh; aslýna, furuuna zekât veremez.» Aslýndan murad: Ne kadar yukarýya çýkarsa çýksýn anne ve babalar; Furu´dan maksad da, ne kadar aþaðý inerse insin çocuklar ve onlarýn çocuklarýdýr. Keza karý koca birbirlerine zekât veremedikleri gibi bir kimse kölesine veya mukâtebine de zekât veremez. Zira bunlara zekât vermekle o kimsenin malýndan tamamiyle istifâdesi kesilmiþ olmaz.
«Allah için» kaydý niyetin þart olduðunu beyan içindir. Çünkü niyet bütün maksud ibâdetlerde bil ittifak þarttýr. Bahýr.
METÝN
Zekâtýn farz olmasýnýn þartý; akýl, buluð, Müslümanlýk, hûr olmak ve hükmen olsun zekâtýn farz olduðunu bilmektir. Meselâ: Ýslâm memleketinde olmasý hükmen bilmek sayýlýr.
S E B E B Ý: Yani farz kýlýnmasýnýn sebebi senelik nisâba tamâmen mâlik olmaktýr. Burada nisâb seneye nisbet olunmuþtur. Çünkü nisabýn üzerinden sene geçmesi þarttýr. «Tamamen» kaydý ile mükâtebin mal´ hâriç kalmýþtýr.
ÝZAH
Zekâtýn farz olmasý için akýl ve buluð þarttýr. Binâenaleyh deliye ve çocuða zekât farz deðildir. Çünkü zekât hâlis bir ibâdettir. Deli ile çocuk bununla muhatap deðillerdir.
Nafaka ve borçlarýn vâcib olmasý kul hakký olduðundan, öþür ve sadaka-i fýtýrýn vâcib olmasý bunlarda yiyecek mânâsý bulunduðu içindir. Esaslý delide -bulûð vaktinde olduðu gibi- senenin baþý, ayýldýðýndan itibâr edileceðinde hilâf yoktur. Ârizi delide ise delilik bütün seneyi kaplarsa zâhirrivayete göre hüküm yine böyledir
Ýmam Muhammed´in kavli bu olduðu gibi Ebû Yusuf´tan da bir rivayet budur. Ve esah kavil de budur. Bütün seneyi kaplamazsa hükümsüz kalýr. Ýmam Ebû Yusuf´tan diðer bir rivayete göre Zekâtýn farz olmasý için senenin ekserisinde ayýlmýþ bulunmasý itibâra alýnýr. Nehir.
Musannýf burada bunaktan bahis etmemiþtir. Zâhire bakýlýrsa bu tafsilât onda da vardýr. Ve, bunak bulunduðu müddetçe kendisine zekât farz olmaz. Zira bilirsin ki onun hükmü aklý eren çocuk gibidir. Binaenaleyh sýrf ibâdet olan bir þey ona lâzým gelmez. Þu halde zekât da lâzým gelmez, çünkü o hâlis ibâdettir. Meðer ki bunaklýðý bütün seneyi kaplamamýþ ola! Zira bu halde delilik bile hükümsüz kalýr. Bunaklýðýn hükümsüz kalmasý ise evleviyetle sabittir. Gerçi Kuhistânî´de, «Zekât bunak ve baygýn kimselere vâcip olur. Velev ki bütün sene bu hal devam etsin.» Nitekim Kâdýhân´da da böyle denilmiþtir, ibâresi varsa da bu hususta" ben Kadýhân´ýn iki nüshasýna mürâcâat ettim. Fakat bunaðý zikir ettiðini görmedim. O yalnýz, deli, baygýnýn hükmünden bahis etmiþtir. Þâyet, Kâdýhân´da böyle bir þey varsa mesele müþkildir.
Zekât farz olmak için müslüman ve hür olmak da þarttýr. Binâenaleyh kâfire zekât farz deðildir. Çünkü o dinin furuu ile muhâtab deðildir. (Ondan istenilen imandýr.) Bu hususta aslen kâfir olmakla irtidâd etmesinin arasýnda fark yoktur. Mürted tekrar müslüman olursa mürted bulunduðu zamanlarýn ibâdetlerinden mes´ul deðildir. Sonra müslümanlar zekâtýn vâcib olmasý için þart kýlýndýðý gibi, bize göre devamý için de þarttýr. Hatta bir kimse zekât kendisine farz olduktan sonra dinden dönerse zekât sâkýt olur. Nitekim ölümde de böyledir. Bunu Mi´râc´dan naklen Bahýr sâhibi söylemiþtir.
Hürriyet þart olduðu içindir ki, köleye zekat farz deðildir. Velev ki mukâteb veya çalýþtýrýlan köle olsun. Zira kölenin mülkü yoktur. Mükâteb ve benzerlerinin mülkleri olsa da bu mülk tam deðildir. Nehir.
Zekâtýn farz olduðunu velev hükmen bilmek þarttýr. Dâr´ý harpte biri müslüman olur da kýrda gezen hayvanlara mâlik olarak üzerinden seneler geçer þeriatý da bilmezse o kimseye zekât farz olmaz. Zekât vermesi Ýslâm diyarýna geçtiði zaman emrolunur. Ýmam Züfer buna muhâliftir. Bedâyi.
Zekâtýn sebebi nisâba malik olmaktýr. Binâenaleyh vakýf hayvanlarla sebil olarak býrakýlan atlara zekât verilmez. Çünkü bunlarda mülk yoktur. Düþmanýn alýp götürdüðü mallara da zekât yoktur. Zira bize göre alýp götürmekle o mallara mâlik olur. Ýmam Þâfiî buna muhaliftir Bedâyi. Keza nisabtan az olan malýn zekatý yoktur
Nisâb: Aþaðýda gelecek bâblarda beyân edilen miktârlarýn vâcip olmasý için þeriat tarafýndan konulan alâmettir. Nisâb ekin ve meyvalardan baþka mallarda þarttýr. Ekin ile meyvalarda ise nisâb ve sene geçmesi þart deðildir. Nitekim öþür bâbýnda gelecektir. Buradaki seneden þemsî deðil kamerî sene kasdedilir. Bunu musannýf metinde beyân edecektir.
«Tamamen» kaydýyla mükâtebin malý ta´riften hariç kalmýþtýr. Zira tamâmen demek hem þahsýna mâlik olmak hem de elinde bulunmak sûretiyle sâhip olmaktýr. Mükâtebin mâlik olmasý tamdeðildir. Onun malý kendisiyle efendisi arasýndadýr. Kitâbet malýný ödemse sâir mallarý kendinin olur. Ödemezse mallar efendisinindir. þu halde efendisinin bir þey vermesi icap etmediði gibi mükâtebin vermesi de icap etmez. Nitekim Þurunbulâliye´de beyan edilmiþtir.
Ben derim ki: Kaybolmuþ mal ile denize düþen, gasbedilip ispatlanamayan ve ovaya gömülen mallar dahi hâriçtir. Bunlar tekrar eline geçtiði vakit zekâtlarýný vermek gerekmez. Nasýl ki ilerde görülecektir. Çünkü böyle bir mal zâtý itibariyle mülkü olsa da o kimsenin elinde deðildir. Bunu Bedâyi´ sâhibi söylemiþtir. Bu kayýtla ticâret için alýnýp henüz teslim edilmeyen mal ile ticâret için hazýrlanan kaçak köle dahi tarîften hâriç kalýr.
METÝN
Ben derim ki mükâtebin malý hürriyeti þart koþmakla târiften hâriç kalmýþtýr. Zira mutlak söz kemâline sarf edilir. Haram bir sebeple edindiði mal nisâb mülküne dâhildir. Gasbettiði malý karýþtýrmasý bu kabildendir. Ondan ayrý baþkasý varsa borcunu ondan öder. Nisâb malý kullar tarafýndan istenen borçtan hâli olmalýdýr. Ýster zekât ve harac gibi, Allah borcu; isterse, kul borcu olsun, Velev ki kul borcu kefalet. veresiye borç, karýsýyla ayrýlarak veresiye býrakýlan mehir borcu, hâkimin hükmü ile veya aralarýnda anlaþmak suretiyle lâzým gelen nafaka borcu olsun. Adak. kefaret ve hac borcu böyle deðildir. Çünkü bunlarý isteyen yoktur.
Borç öþür, haraç ve kefaretin vâcib olmasýna mâni deðildir.
ÝZAH
Þarih: «Ben derim ki» sözüyle baþlayarak tam kaydýna hâcet olmadýðýný anlatmak istemiþse de bu hal söz götürür Çünkü musannýf sebeb-i vücûbu tarif etmektedir. Tarifin efradýný câmi´ agyarýný mâni´ olmasý icabeder. (Yani yapýlan târif o þeyin bütün fertlerini içine almalý onlardan baþkasýna mani olmalýdýr.) Eðer musannýf mülkü "tamam" kaydýndan mutlak býraksaydý kendisine mükâtebin mülkü ile itiraz olunurdu. Þartý be yân ederken hürriyeti zikretmesi sebebin tarifini noksan olmaktan çýkarmaz. O halde tamam kaydýný mutlaka zikretmek gerekir.
«Haram bir sebeple edindiði mal» Ýmam A´zam´a göre nisâb mülküne dahildir. Zira ona göre kendi paralarýný baþkasýnýn paralarýyla karýþtýrmak istihlâk sayýlýr. Ýmameyn´in kavline göre ise ödeme lâzým gelmez. Binâenaleyh mülk de sâbit olmaz. Çünkü mülk ödemenin fer´idir. Bu mal ondan miras olarakta alýnmaz zira müþterektir. Miras olarak ancak ölenin hissesi alýnabilir. Fetih.
Kuhistanîde: «Gasp edilen ve fâsid satýþla alýnan malda zekât yoktur.» denilmektedir. Gasp edilen maldan murad baþka malla karýþtýrýlmayandýr. Kendisi o mala sâhip deðildir. Fâsid satýþla alýnan mal ise müþkildir. Çünkü bu mal teslim almazdan önce kendinin deðildir. Teslim aldýktan sonra tamâmiyle kendi mülkü olur, velev ki fesh edilme hakký bâki olsun.
Gasp meselesi hakkýnda sözün tamâmý koyunun zekâtý bâbýnda gelecektir.
Musannýf borcu mutlak zikretmiþtir. Binâenaleyh þârihin de beyân edeceði vecihle sonradan ârýz olan borca da þamildir. Bu, zekât vâcib olmadan önce borç zimmetinde bulunduðuna göredir. Þâyet sonradan ârýz olursa zekât sukût etmez. Çünkü zimmetinde sâbit olmuþtur. Artýk onu, sonradanârýz olan borç düþüremez. Cevhere.
«Ýster zekât gibi Allah borcu olsun.» Bir kimsenin nisâb miktarý malý olur da iki sene geçtiði halde zekâtýný vermezse ikinci senenin zekâtýný vermek icap etmez. Kezâ, sene geçtikten sonra nisabý harcar da sonra baþka bir nisab edinir ve üzerinden sene geçerse edindiðinin zekâtýný vermesi gerekmez. Zira bunun beþi harcayanýn borcu ile meþguldür. Ama edindiði helâk olursa zekâtýný verir. Çünkü helâk olmakla ilk zekât sâkýt olmuþtur. Bahýr.
Burada borcu isteyen, takdiren sultandýr. Zirâ hayvanlarýn zekâtýný istemek onun hakkýdýr; sâir mallarda da öyledir. Lâkin Osman (r.a.) zamanýnda mallar çoðalýp bunlarý araþtýrmakta sâhiplerine zarar olduðu anlaþýlýnca sahâbenin icmâi ile zekâtý vermeyi onlara havale etmekte yarar gördü. Böylelikle mal sâhipleri hükümdarýn vekilleri gibi oldular. Hükümdarýn zekât alma hakký bâtýl olmadý, Onun için ulemamýz: «Eðer sultan bir belde halkýnýn gizli mallarýnýn zekâtýný vermediklerini bilirse bunu onlardan ister; böyle olmazsa istemez; zira icmâa aykýrýdýr.» demiþlerdir.
T E N B Ý H : - Sadrüþþeria´da: «Zekât borcu zekâta mâni´ deðildir.» denilmiþse de bu söz hatâdýr. Nitekim Ýbni Kemâl ile baþkalarý buna tenbîhde bulunmuþlardýr.
Haraç meselesi hakkýnda Bedâyi´de þöyle denilmiþtir: «Ulema derler ki: Harâç borcu zekâtýn farz olmasýna mâni´dir. Çünkü bu borç kuldan istenir. Keza bir kimse öþür zahîresini itlâf ederse öþür zimmette sâbit olur ve borç öþrün vücûbuna mânidir. Nefsi öþürün vâcib olmasý mâni deðildir. Çünkü yiyeceðe müteallîktir; bu ise ticâret malýndan deðildir.» Bahir.
Þârihin «Velev ki kul borcu olsun» sözü kulun borcu hakkýnda mübâlaða göstermek içindir. Muhît nâm eserde þöyle denilmiþtir: «Bir kimse birinden bin dirhem borç alýr da kendisine on kiþi kefil olursa bunlarýn her birinin evinde bin dirhemi bulunduðu ve üzerinden sene geçtiði takdirde hiç birisine zekât lâzým gelmez. Çünkü her birinin elindeki para kefâlet borcuyla meþguldür. Zira alacaklý hakkýný bunlarýn hangisinden olsa isteyebilir.» Veresiye borç meselesini Mi´râc sâhibi Tahavi þerhine nispet ederek þöyle demiþtir: «Ebu Hânîfe´den bir rivayete göre veresiye borç zekâta mâni deðildir.» Sadrüþþehid bu hususta rivayet olmadýðýný söylemiþtir. Mâni olmasýnýn da olmamasýnýn da bir vechi vardýr. Kuhistânî Cevâhir´den naklen: "Sahih olan mani deðildir, kavlidir." cümlesini ziyâde etmiþtir.
«Adak ve kefaret borcu böyle deðildir.» Mesela bir kimsenin ikiyüz dirhemi olurda yüzünü sadaka vermeyi adarsa üzerinden sene geçtiði zaman zekâtýný vermesi lâzým gelir, yalnýz iki buçuk dirhemin zekâtý sâkýt olur. Çünkü bu miktar zekât tarafýndan hakkedilmiþtir. Onun nezri bâtýl olur. Yüz dirhemin geri kalanýnýn zekâtýný verir. Paranýn bütününü adak için tesadduk etse iki buçuk dirhemi zekât yerine geçer; çünkü bunu Allah tâyin ettiði için bellidir. Kulun kendi tâyini onu bozamaz. Mutlak olarak yüz dirhem adayarak elindeki paradan yüz dirhemini tesadduk etse zekât için bundan iki buçuk dirhem tutulur. Bunun bir mislini de adak için tasadduk eder. Nitekim Elcami´den naklen Mi´râc´da böyle denilmiþtir. Kefaret borcunda kefaretin bütün nevileri dahildir. H.
Keza fitre sadakasý borcu ile kurban borcu dahi zekâta mani deðildir.
T E T Ý M M E : - Ulemanýn beyânýna göre veresiye satýlan malýn parasý bir sene bekletilirse bunun zekâtýný satanýn vermesi gerekir. Çünkü para onun mülküdür. Fakat ulemadan bazýlarý müþterinin vermesinin lâzým geldiðini söylemiþlerdir; zira müþteri onu satýcýnýn yanýnda býrakýlmýþ bir mal sayar; ve kendisi bundan mesuldür. Bedâyi.
Zahîre´de ise ´zekâtýný her ikisinin vermesinin lâzým geldiði bildirilmiþ ve: «Bu bir malda iki kiþiye zekât lâzým geliyor demek deðildir. Çünkü akidlerde fesihlerde dirhemler tâyin ile muayyen olmazlar, bu meseleyi Fahruddin Pezdevî dahi Câmi´þerhinde böyle zikretmiþtir.» denilmiþtir Bezzâziye´de de böyledir.
Ben derim ki: Bugünkü amel edilen kavle göre zekât yalnýz müþteriye düþer. Zira veresiye satýþ rehin yerine tutulur. Buna göre malýn kýymeti satanýn üzerine borç olur.
«Borç öþür, harac ve kefaretin vâcib olmasýna mâni deðildir.» Burada sözümüz zekâtýn mahiyeti hakkýndadýr; lâkin öþürle haraç ekin ve meyvalarýn zekâtý olduðundan borcun bunlarýn da vücûbuna mâni olacaðý hatýra gelebilir. Bunu defetmek için þârih ayrýca tembihte bulunmuþtur, kefâreti zikretmesi söz geliþi münâsebetiyledir. Yani borç esah kavle göre malla keffaret vermenin vâcib olmasýna mâni deðildir. Bahir.
Ben derim ki: Lâkin Bahir sâhibi Menâr þerhinde Takrir sâhibinin zekât borcuyla birlikte kefaretin malla vâcib olamayacaðýný sahih bulduðunu bildirmiþtir.
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:16:01
METÝN
Nisâb malý o kimsenin aslî hâcetinden de hâlî olmalýdýr. Çünkü aslî hâcetiyle meþgul olan mal yok hükmündedir. Aslî hâceti Ýbni Melek: «Kiþiden elbisesi gibi helâki hakikaten yahut borcu gibi takdiren defeden þeydir.» diye tefsir etmiþtir.
ÝZAH
Ýbni Melek þöyle demiþtir: «Aslî hâcet nafaka, ev, harb aleti, soðuk ve sýcaktan korunmak için muhtaç olunan elbise gibi, insandan hakikaten helâký defeden yahut borç gibi takdiren helâký defeden þeydir. Çünkü, borçlu hapsedilmemek için elindeki nisâb ile borcunu ödemeye muhtaçtýr, hapis helâk gibidir. Sanat aletleri, ev eþyasý, binilecek hayvanlar, ilim ehlinin kitaplarý dahi bu hükümdedir, Zira ulemaya göre cehâlet helâk gibidir. Bir kimsenin elinde hakedilmiþ dirhemler bulunur da onlarý bu hâcetlere sarf ederse bu dirhemler yok hükmündedir. Nitekim elinde baþkasýnýn hakký geçen su bulunur da içmek için onu o kimseye verirse bu su da yok hükmündedir. O kimse teyemmüm edebilir.»
Ýbni Meleðin bu sözünden anlaþýlýyor ki o «Aslý hâcetinden hâli» ifadesinden altýn ve gümüþten veya bunlarýn birinden nisâba malik olmasýný ve bu nisâbý o ihtiyaçlara sarf etmemiþ olmasýný kastediyor. Lâkin Hidâye´nin sözü bu ibareden bizzat ihtiyaçlarýn kastedildiðini bildirmektedir, Çünkü orada þöyle denilmiþtir: «oturacak evlerde, giyilecek elbisede, ev eþyasýnda, binilecek hayvanlarda, hizmette kullanýlacak kölelerde ve kullanýlacak silahlarda zekât yoktur. Çünkü bunlar o kimsenin asli hâcetiyle meþguldür. Üreyen cinsten de deðillerdir.» Musannýfýn aþaðýdaki sözü debunu göstermektedir. Hidâye´nin sözü bu sayýlan þeylerin üremeyen cinsten olmalarý zarar etmediðine iþâret etmektedir.
METÝN
Nisâb velev takdiren olsun üreyici olmalýdýr. Takdiren üremek üretmeye muktedir olmakladýr. Velevki vekili ile üretsin. Bundan sonra musannýf zekâtýn farz olmasýnýn sebebi üzerine þu sözüyle tefri´de bulunmuþtur: Binâenaleyh mükâtebe zekât yoktur. Çünkü mükâtebin mülkü tam deðildir. Ticâret için izin verilen kölenin kazancýnda geriye teslim alýnan rehinde, teslim alýnmazdan önce ticaret için satýn alýnan malda ve kula borçlu olan bir kimsenin borcu mikdarý malýnda da zekât yoktur. Kalan malý nisâb miktarýný bulursa onun zekâtýný vermesi gerekir. Borcun kapladýðý eþya Ýmam Muhammed´e göre helâk gibidir. Bahir sahibi bu kavli tercih etmiþtir.
ÝZAH
Üremek þer´an biri hakîki biri takdîri olmak üzere iki nevidir. hakiki üreme doðurmak ve ticâret sebebiyle hâsýl olan ziyâdedir. Takdiri üreme bu ziyâdeye imkân bulunmasýdýr. Malýn kendi elinde veya vekilinde olmasý bu kabildendir. Bahýr.
Mükâtebe zekât farz olmadýðý gibi efendisine de lâzým gelmez. Nitekim Cevhere´den naklen Þurunbulâliye´de böyle denilmiþtir. Musannýf «Mükâtebin kazancýnda zekât yoktur» dese daha iyi olurdu. H.
«Mükâtebin mülkü tam deðildir.» Zira efendisi hakkýnda zilliyedlik, mukâteb hakkýnda þahsýna mülküyet bulunmamaktadýr, Sonra mükâteb bedeli ödeyememek suretiyle mal efendisine yahut kitâbet bedelini ödemek suretiyle mükâtebe dönerse geçmiþ seneler için zekât lâzým gelmez; yeniden baþlar. Þârihin bu ta´lili zikrettiði üç meselenin sonuna býrakmasý daha iyi olurdu; çünkü üçünün illetide birdir. Bu üç meselenin her birinde ya zilliyedlik yahut þahsýna mülküyet yoktur. Yukarýda gördük ki, tam mülkten murad hem zilliyedlik hem de þahsýna mâlik olmaktýr.
Ticâret için izin verilen kölenin kazancýnda mal elinde bulunduðu müddetçe köleye zekât lazým gelmediði gibi sahibine de lâzým gelmez. Ama sahibi malý teslim aldýysa sahih kavle göre geçmiþ senelerin zekâtýný verir. Bazýlarý teslim almazdan önce de zekât vermesi lâzým geldiðini söylemiþlerdir. Ama bu, o izinli köle borca dalmadýðýna göredir. Eðer köle borca dalmýþ olursa efendisinin "malý teslim almadan olsun teslim aldýktan sonra olsun" geçmiþ senelerin zekâtýný vermesi lâzým gelmez. Bahýr´da böyle denilmiþtir.
Þârihin: «Malý teslim almazdan önce ticârete izin verilen kölenin kazancýnda zekât yoktur» demesi lâzým gelirdi; nasýl ki ticâret için satýn alýnan hakkýnda böyle demiþtir.
«Gerisi geriye teslim alýnan rehinde zekât yoktur.» Yani ne rehin alana ne de verene zekât lâzým gelmez. Rehin alana lâzým gelmemesi malýn þahsýna mâlik olmadýðý için, verene de zilliyed olmadýðý için zekât lâzým deðildir. Rehin veren kimse, rehnini geri aldýðý vakit geçmiþ senelerin zekâtýný vermez. Þârihin Teslim alýnan rehinde demesinin mânâsý budur. Bahrin sözü de buna delâlet eder, orada: Vücûba mâni olan þeylerden biri de rehindir, denilmiþtir. Zâhirine bakýlýrsa bu sözünmânâsý, velev ki borçtan daha ziyâde olsun demektir T.
Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Vücüba mâni olan þeylerden biri de rehin alanýn elinde bulunan rehindir. Çünkü bunda zilliyedlik yoktur.» Bu ibârede sâhibi rehni geri aldýktan sonra zekât vermeyeceðine delalet eden bir þey yoktur; lâkin Hâniye´de: «Bir kimse kýrda otlayan hayvaný gasp edip sâhibine vermezse sonra gasp ettiðini ikrâr ile o hayvaný sâhibine iade ettiðinde sâhibi geçmiþ seneler için o hayvanýn zekâtýný vermez. Keza hayvaný bin dirheme rehin eder. de kendisinin yüz bin dirhemi bulunur ve rehin alanýn elinde o rehnin üzerinden sene geçerse rehni veren elindeki malýn zekâtýný verir; yalnýz borç olan bin dirhemin zekâtýný vermez. Rehin olan koyunda da zekât yoktur. Çünkü bu borçla birlikte ödenmiþtir. Gasp edilen dirhemlerle hayvanlar arasýnda fark vardýr. Dirhemleri geri aldýðý vakit onlarýn zekâtýný verir, hayvanlarýn zekâtýný vermez, velev ki gasp eden ikrârda bulunsun.» denilmiþtir. Bu ibârenin zâhiri rehin hususunda kýrda gezen hayvanla dirhem arasýnda fark olmadýðýný gösterir.
«Ticâret için satýn alýnan malda teslim almazdan önce zekât yoktur» Fakat teslim aldýktan sonra geçen senelerin zekâtý verilir. Nitekim Bahýr sahibi de Muhitin ibâresinden bunu anlamýþtýr. Ona mürâcaat edebilirsin. Lâkin Haniye´de þöyle denilmiþtir: «Bir adamýn kýrda gezen hayvanlarýný baþka biri satýn alarak kýrda gezdirmek ister, ancak teslim almadan üzerinden bir sene geçerse, teslim aldýðýnda müþteriye geçen senenin zekâtýný vermek icabetmez. Çünkü zekât bu hayvanlarýn parasýyla birlikte satýcýya ödenmiþtir.» Bu ta´lilin muktezasý hayvanlarý kýrda gezdirmek veya ticaret yapmak için almasý arasýnda fark olmadýðýný gösterir.
«Borcun kapladýðý eþya Ýmam Muhammed´e göre helâk gibidir. Nisabý azaltýp sene sonuna kadar tamamlanmasýna mâni olan borç dahi böyledir. Sene dolduktan sonra meydana gelen borç ise bilittifak muteber deðildir.» T. «Bahir sâhibi bu kavli tercih etmiþtir.» ibâresi þöyledir: «Ýmam Ebu Yusuf´a göre mâni deðildir azalmasý gibidir. Ulemanýn Ýmam Muhammed´in kavlini evvel zikretmeleri onu tercih ettiklerine delildir ve öyledir. Nitekim meydandadýr. Hilâfýn faydasý þurada kendisini gösterir; alacaklý borçluyu ibrâ ederse Ýmam Muhammed´e göre seneye yeniden baþlar. Ebu Yusuf´a göre yeniden baþlamaz. Muhit´de de böyledir.»
Ben derim ki: Mücerred ismini öne almak tercihi gerektiriyorsa Cevhere´de de Ebu Yusuf´un kavli öne alýnmýþtýr. Mecma´ adlý eserde bu kavlin ayný zamanda Ebu Hanife´ye ait olduðuna da iþaret edilmiþtir. Mecma´ Þerhinde Þeyhayn´ýn delili Ýmam Muhammed´in delilinden sonra zikredilmiþtir. Bu da onlarýn delilinin tercih edildiðini gösterir. çünkü sonra zikredilen delil evvel zikredilen delile cevap mahiyetindedir. Hatta Mecma´ sahibinin Ýmam Muhammed´e nispet ettiði sözü Bedayi´ sahibi ve baþkalarý Ýmam Züfer´e nispet etmiþlerdir. Bahr´ýn zekât bâbýnýn sonunda Mücteba´dan naklen þöyle denilmektedir: «Sene esnasýndaki borç bütün malý kaplasa bile senenin hükmünü kesmez. Ýmam Züfer keseceðini söylemiþtir.» Þârihimiz orada bu kavli kati olarak benimsemiþtir. Böylelikle Bahr´ýn tercihinin ne kýymet ifâde ettiðini anlamýþ olursun!... Evet Bahr´ýn sözü daha güzeldir. Çünkü borç senenin baþýndan itibaren zekata manidir. Nihayeti itibarýyla mani olmasý evleviyette kalýr. Ziradevam ve baka daha kolaydýr. Ýhtimal ki «Borç mâni deðildir» sözü nisâb sene sonunda da tam olduðuna göredir. Meselâ o kimse nisâb olmaksýzýn borcunu ödemeye yetecek mal kazanmýþ olabilir.
METÝN
Bir kimsenin bir kaç nisâbý olursa, borcu bunlarýn en kolay ödenecek olanýna sarf edilir. Hayvanlar muhtelif cinslerden olurlarsa borç zekâtý en az tutan cinse verilir. Ýki cins müsavi olurlar da meselâ kýrk koyun ile beþ deve bulunursa sahipleri muhayyer býrakýlýr. Sýcaktan soðuktan korunmak için muhtaç olduðu elbisede zekât yoktur. Ýbn-i Melek. Ev eþyasýnda, oturulan katlar ve benzerlerinde dahi zekât yoktur.
ÝZAH
Birkaç nisâbý olmasý elinde altýn gümüþ parasý, ticâret malý ve kýrda otlayan hayvaný bulunmakla tasavvur edilir. Borç, bunlardan evvela altýn ve gümüþ paralara, sonra ticaret mallarýna daha sonra kýrda otlayan hayvanlara sarf edilir. Bahr´da da böyle denilmiþtir. H.
Hayvanlarýn cinslerinden murad kýrk koyunu, otuz sýðýrý ve beþ devesi bulunmaktýr. Bu takdirde borç ya koyunlara ya develere sarf edilir, sýðýrlara sarf edilmez. Çünkü buzaðý koyundan üstündür. Bunu Bahr sahibi söylemiþ sonra þöyle devam etmiþtir: «Ulema bu þekilde mutlak býrakmýþlardýr.» El-Mebsut´da ise zekât memurunun gelmesiyle kayýtlanmýþtýr. Aksi takdirde mal sahibi muhayyerdir. Ýsterse borcu hayvanlara sayarak zekâtý paralardan verir, dilerse aksini yapar. Çünkü, onun hakkýnda bunlarýn ikisi de birdir.
«Ýki cins müsâvi olursa sahibi muhayyer býrakýlýr.» Çünkü bunlarýn ikisinde de bir koyun vermek icabeder. Bahýr sâhibi þöyle demiþtir. "Bazýlarý zekâtýn koyundan verileceðini söylemiþlerdir, tâ ki gelecek sene devede zekât farz olsun." Yani koyunlardan birini verdiði zaman sayýlarý 39´a ineceðinden gelecek seneye onlardan zekât vermek gerekmez.
T E T Ý M M E: - Þimdi þu kalýr: borçlu kimsenin zekât malý ile ondan baþka hizmetçi köleleri, giydiði elbisesi. oturduðu daireleri, bulunursa borcu evvela zekât malýna tutulur; baþkasýna sayýlmaz velevki borç cinsinden olsun. Ýmam Züfer buna muhâliftir. Hatta bir adam muayyen olmayan bir hizmetçi vermek þartýyla evlenir de elinde 200 dirhem parayla bir hizmetçi bulunursa. mehir borcu bize göre hizmetçiye deðil 200 dirheme sarf edilir. Çünkü zekât malý olmayan þeyler ihtiyaçlar için hak edilir, zekât malý bunlardan fazla oladýr. Binaenaleyh ona sarf etmek daha kolay, mal sahipleri için daha faydalýdýr.
Bundan dolayýdýr ki giyim elbisesine ve yiyeceðine sarf edilmez. velevki borç cinsinden olsun, Ýmam Muhammed Asil namýndaki eserinde;«Ne dersin, o kimseye sadaka verilse sadakaya mahal deðilmidir» demiþtir. Bu sözün mânâsý þudur: Zekât malý borçla meþguldür. Bu sebeple yok hükmündedir. Bir haneye ve hizmetçiye malik olmasý o kimseye sadaka almayý haram kýlmaz. Binaenaleyh o kimse fakirdir, fakire ise zekât yoktur. Ama zekât malý yoksa borç kullanýlan eþyaya sonra Akara verilir, Çünkü eþyada mülk yavaþ yavaþ meydana gelir. Akar ise ekseriya bunun, hilâfýnadýr. Bedâyi´.
Ben derim ki: Zâhire bakýlýrsa, «Borç kullanýlan eþyaya sonra Akara verilir.» sözü istitrâd kabîlindendir. Bu söz hakim bir kimsenin malýný borcu hususunda satmak istediðine göre farz ve tahmin edilmiþtir. Zekât meselesi hakkýnda deðildir, çünkü o kimsenin zekât malý olmadýðýný farz ediyoruz. Zekâtý niçin versin. Zekât malý varsa evvelce açýklandýðýna göre borç zekât malýna hesap edilir. Baþkasýna hesap edilmez. Buna göre o kimse ödünç olarak 200 dirhem alsa üzerinden senede geçse giydiði elbise ve benzeri zekât malý olmayan þeylerden baþka bir varlýðý da bulunmasa zekât vermesi icâbetmez. Velevki elbiseler borca yetsin. Çünkü o kimsenin borcu elindeki dirhemlere sarf edilir; elbiseye sarf edilmez.
Sirâc´da dahi borcun, zekâtý gerekmeyen baþka bir mülke sarf edilmeyeceði açýklanmýþtýr. Zeylâî´de de: «Ödenmedikçe ödünç alýnan malla zenginlik tahakkuk etmez.» denilmiþtir. «Benzerlerinde» ifadesinin içinde dükkânlar ve akarlarda dâhildir.
METÝN
Kitaplar da öyledir velevki ilim ehline ait olmasýn. Ticarete niyet etmedikçe onlara da zekât yoktur. þu kadar var ki kitaplar nisâbi doldursa bile ilim ehli zekât alabilir. Meðer ki fýkýh, Hadis ve tefsirden baþka yahut iki nüshadan fazla olsunlar. Muhtar olan kavil budur.
Sanat sahiplerinin aletleri de böyledir. Ancak deri tabaklamak için mazý kullanmakta olduðu gibi aynýnýn eseri kalýrsa ona zekât düþer. eseri kalmayan böyle deðildir. Nasýl ki birkaç nisâba müsavi olan sabunda zekât yoktur. Velevki üzerinden sene geçmiþ olsun. El-Eþbah´da þöyle denilmektedir: «Fýkýh âlimi muhtaç olduðu kitaplarý ile zengin deðildir. Ancak kul haklarý müstesna! Kul hakký için bu kitaplar satýlýr.
Kaybolubta seneler sonra bulunan mal ile denize düþüp seneler sonra çýkarýlan malda ve ispat edilemeyen gasp malýnda dahi zekât yoktur. Gasp malýný ispat edecek beyyine varsa, geçmiþ seneler için zekat vermek icabeder. Bundan yalnýz kýrda otlayan hayvanlar müstesnadýr. Gâsýp onlarý gasbettiðini ikrarda bulunsa bile zekât yine vacip deðildir. Nitekim Hâniyye´de beyan edilmiþtir.
ÝZAH
Ehlinden murad okutmak, ezberlemek ve düzeltmek için kitaplara muhtaç kimsedir. Nitekim aþaðýda Fetih´den nakledeceðimiz ibareden de anlaþýlmaktadýr. Þârihin "Þu kadar var ki" diyerek yaptýðý istidrâd (düzeltme) «Velevki ilim ehline ait olmasýn» sözünden alýnan umumi mânâya aittir. Yani ilim ehli olsun olmasýn ve hangi fenne ait olursa olsun kitaplara zekât yoktur. Çünkü bunlar üreyici cinsten deðillerdir. Ýlim ehli olanla olmayan arasýnda fark sadece zekât alabilmek hususundadýr. ilim ehlinden olup da okutmak, ezberletmek ve düzeltmek için muhtaç olduðu kitaplarý bulunan bir kimse, bunlarla fakirlikten kurtulmuþ olmaz.
Kitaplar fýkha, Hadise veya tefsire ait olup ihtiyacýndan fazla deðilse o kimse zekât alabilir. Ýhtiyacýndan fazla olmak her kitaptan iki nüsha bulunmakla olur. Bazýlarý üç nüsha ile olacaðýnýsöylemiþlerdir. Çünkü o, kimse birini diðerinden düzeltmek için iki nüshaya muhtaçtýr. Muhtar olan kavil birincisidir. Yani ihtiyacýndan fazla bir nüsha bulunmaktýr. Ýlim ehli olmayan kimseler ise bu kitaplarla zekât almaktan mahrum olurlar. Zira mahrumiyet muhtaç olunmayan nisâb miktarýna baðlýdýr. Velevki üremesin. Týp kitaplarýyla nahiv ve Astronomiye ait eserler ise mutlak surette zekât alamamak hususunda muteberdirler.
Hulâsa adlý eserde edebiyat kitaplarý ile bir tek mushafýn fýkýh kitaplarý gibi olduðu bildirilmiþse de edebiyat kitaplarý hakkýnda sözü birbirini tutmamaktadýr. Sadakayý fýtr babýnda bunlarýn tâbir, týp ve Astronomi kitaplarý gibi olduðu açýklanmýþ dýr. Ýyi düþünülürse Nahîv den bir veya iki nüsha - ihtilaflý olmakla beraber - Nisabtan sayýlmamak gerekir. Usulü fýkýh ile yalnýz ehli sünnet mezhebinin hak olduðunu bildiren kelâm kitabý da böyledir.
Ben derim ki: Yine iyi düþünülürse anlaþýlýr ki, edebiyattan þiir, Aruz ve Tarih gibi zarafet kitaplarý kastedilirse bunlar zekât almaya mani olmalýdýr. Þâyet edebiyattan ahlâk ilmi denilen nefsin adabý kastedilirse -ki Gazali´nin ihya adýndaki eseri böyledir- hükmü, fýkýh gibi olur ve zekât almaya mâni deðildir. Týp kitaplarý tabîbin mutâlea ve müracât için muhtaç olduðu kitaplarsa zekât almaya mâni deðildirler; zira bunlar sanat sahiplerinin âletleri gibi aslî ihtiyaçlardandýr.
Ýlim ehli olan kimse de kitaplara muhtaç deðilse ehil olmayanlar gibidir. Nitekim yukarda anlattýklarýmýzdan anlaþýlmýþtýr. Kur´an hafýzýnýn kendisine muhtaç olmadýðý mushafý bulunursa o da zekât alamaz; zira burada sebep ihtiyaçtýr. «Yahut iki nüshadan fazla olsunlar» sözü yanlýþtýr. «Doðrusu bir nüshadan fazla olsunlar» þeklinde olacaktýr. Nitekim Fetih de ve Nehir de böyle denilmiþtir.
«Sanat sahiplerinîn aletleri de böyledir.» Yani bu âletler ister faydalanýrken - balta ve törpü gibi - ayný tükenip bitmeyen cinsten olsun ister tükenen cinsten olsun fark etmez. Yalnýz tükenen cinsin sabun gibi aynýnýn eseri kalmayan nevi olduðu gibi usfur ve safran gibi eseri kafan nevi de vardýr. Eseri kalmayanda zekât yoktur. Eseri kalanýn üzerinden sene geçerse zekâtýný vermek gerekir. Nitekim Fetih de de böyle denilmiþtir. Yine Fetih de bildirildiðine göre koku satanlarýn þiþeleri ile ticaret için satýn alýnan at ve eþek etleri ve bunlarýn yularlarýyla çullarý, satmak için alýnýrsa zekâtlarýný vermek gerekir; satmak için alýnmamýþsa bunlarda zekât yoktur,
«Gasp malýný ispat edecek beyyine varsa» malý geri aldýktan sonra geçmiþ senelerin zekâtýný vermek icabeder. Halebî diyor ki: «Burada Ýmam Muhammed den tashih edilerek rivayet olunan "bunlarda zekât yoktur" sözü geçerli olmak gerekir. çünkü burada beyyine kabul edilmez.» Tahtavî: «icabeder diyenlere göre zahir olan buna kuvvetli borç hükmü verilmektir» demiþtir. Yani kýrk dirhem aldýðý zaman zekât vermesi icabeder demek istemiþtir.
METÝN
Ovaya gömülüp yeri unutulan ve sonra hatýrlanan paraya zekât olmadýðý gibi tanýmadýðý kimselere emanet býrakýlan malda da zekât yoktur. Korunan yere gömülen mal bunun hilâfýnadýr. Bað ve sahipli yere gömülen mal hakkýnda ihtilâf edilmiþtir. Borçlunun senelerce inkâr ettiði sahibinin debeyyine bulamadýðý bir malý sonra borçlu bir cemaat huzurunda ikrar etmek suretiyle geri alýrsa ona da zekât yoktur. Hâniyye sahibi zekât bahsinde bunu «Hakim huzurunda yemin ettiði zaman zekât vacib deðildir. Yeminden önce geçmiþin zekâtýný vermek icabeder» diye kayýtlamýþtýr.
Musadere yoluyla yani zulmen elinden alýnýp ta seneler sonra sahibinin eline geçen malda dahi zekât yoktur; çünkü bunda üreme hasýl olmamýþtýr. Burada asýldan Hz. Ali´nin «Gömülü Dýmâr malýnda zekât yoktur.» Hadisidir. Dýmâr mülk baki olmakla beraber faydalanmasý mümkün olmayan maldýr.
Eðer borç, onu ikrar eden zengin veya fakir yahut iflasýna hükm olunmuþ müflis bir kimsede yahut inkâr eden fakat aldýðýna beyyine bulunan birinin elinde bulunur yahut hakim bilirse borç sahibinin eline geçtiði zaman geçmiþin zekâtýný vermek lâzým gelir. Ýmam Muhammed´den bir rivayete göre ikrar ve iflas suretinde beyyinesi olsa bile zekat yoktur. Sahih olan da bu kavildir. Bunu Ýbn-i Melek ve baþkalarý zikretmiþlerdir; çünkü bazen beyyine kabul edilmeyebilir.
Hakimin bilmesi meselesinde ilerde görüleceði vecihle müftabih olan kavil hâkimin bilmesiyle hüküm verilmemesidir. Malýn zekâtý babýnda borç hakkýnda tafsilât vereceðiz.
ÝZAH
Tanýmadýðý kimselere yani yabancýlara emanet edilen malda zekât yoktur. Fakat tanýdýðý kimselere emanet ederde unutursa zekât vermesi icabeder; çünkü unutmakla kusur etmiþtir. Bu yerinde olmayan bir harekettir. Bahýr.
Korunan yerden murad: kendinin veya baþkasýnýn hanesidir. Bahýr.
Bazýlarý: «Hâne büyük olursa ona sahra hükmü verilir.» demiþlerdir. Bunu Bercendî´den Ýsmail nakletmiþtir.
Bað ve sahipli yere gömülen mal hakkýnda ihtilaf edilmiþtir. Bazýlarýna göre zekât vaciptir. Çünkü bu malý bulmak mümkündür. Birtakýmlarý vacip olmadýðýný söylemiþlerdir; zira korunan yere gömülmemiþtir. Bahýr. Beyyinesiz inkâr edilen borç meselesinde mal ele geçtiði zaman zekât lâzým gelmemesi iki sahih kavilden birine göredir; nitekim gelecektir.
Zekât vacip olmamasýný Hâniyye sâhibi «Hakim huzurunda yemin ettirmek» ile kanýtlamýþtýr. Yemin ettirmezden önce zekât vaciptir. Zira inkarýndan dönmesi ihtimali vardýr. Guraru´l-Ezkâr adlý eserde bu mesele Ýmam Ebu Yusuf´tan bir rivayet diye nakledilmiþtir. Sonra aþikârdýr ki, bu söz aþaðýdaki tashihe göredir. Tashih þudur: Beyyine ile bile zekât vacip deðildir. O halde yemin ettirilmezden önce evleviyetle vacip olmamasý gerekir. Bunu Tahtâvî Ebu Suûd´dan nakletmiþtir.
Müsâdere: Malý getirmesini emretmektir. Gasp ise, malý doðrudan doðruya zorla almaktýr. Binaenaleyh beyyînesiz maðsup ile müsadere tekrar sayýlmamalýdýr. Bunu Halebi söylemiþtir. Metinde geçen hadisi Hidâye sahibi dahi Hz. Ali´ye nispet etmiþse de ondan olduðu belli deðildir. Sibtý ibn-i Cevzî onu Hz. Osman ile ibn-i Ömer (R.A.)dan rivayet etmiþtir. Molla Aliyyûlkari nin Hikaye adlý eserinin þerhinde de böyle denilmiþtir.
Dýmâr: Lügat ta bulunma ümidi olmayan kayýp þey mânâsýnadýr. Borcunu ikrar eden zenginmeselesinde Muhitta Mültekâ´dan naklen þöyle denilmiþtir: «Ýmam Muhammed´den bir rivayete göre bir kimsenin vâli de alacaðý olsa vâli bunu ikrarla halife huzuruna çaðrýldýðý halde vermese o malda zekât yoktur. Bir kimse borcunu istemeye veya bu hususta vekâlet vermeye muktedir iken borçlusu kaçsa zekâtýný vermesi icabeder. Muktedir deðilse ona zekât yoktur.»
Müflisin hakim tarafýndan iflasýna hüküm verilmezse mesele ihtilaflýdýr. Ýmam-ý A´zam´a göre böyle bir hüküm verilemez. Bu hükmün varlýðý yokluðu müsavidir; ve o kimse fakirdir. Müflis olduðuna hakimin hükmü bulunmazsa bilittifak zekât vermesi icabeder. Nitekim Ýnâye ve diðer kitaplarda beyan edilmiþtir. Çünkü mal gelip geçici bir þeydir. Þârihin «sahih olan da budur> dediði kavli Tuhfe, Gâyetü´l-Beyân, Hâniyye ve Nehir sahipleri gibi birçok ulema sahih bulmuþlardýr. Onun için Hidâye. Gurer ve Mültekâ´da sahih olduðu kat´î bir dille ifade edilmiþ; musannýf da onlara tâbi olmuþtur. Hâsýlý bu meselede sahih kavil bir deðildir. Tamamý zekatýn verileceði yerler babýnda gelecektir.
«Çünkü bazen beyyine kabul edilmeyebilir» bazen de hakim adâlet göstermeyebilir. Bu sebeple borç, helâk hükmüne girer. Bahýr. «Borç, sahibinin eline geçtiði zaman geçmiþin zekâtýný vermek lâzým gelir»
Ben derim ki: Muhit´in þu sözü bu kabîldendir: «Bir kimsenin bir fakirde bin dirhem alacaðý olur da bu bin dirhemle ondan bir altýn satýn alýr; sonra altýný ona hediye ederse bin dirhemin zekâtýný vermesi lâzým gelir. Çünkü altýný almakta bin dirhemi almýþ sayýlýr.» Valvalciye´nin þu sözü de bu kabildendir: "Bir adam alacaðýný birine baðýþlar da teslim almasý için ona vekâlet verirse; ve sonra bu malda zekât vacip olur da, baðýþlanan kimse teslim alýrsa, zekât baðýþlayana vâcip olur. Çünkü teslim alan bu hususta onun vekilidir."
«Malýn zekâtý bâbýnda borç hakkýnda tafsîlât vereceðiz» ve borcun kâvî, orta, zayýf diye üçe ayrýldýðýný göreceðiz. Zayýf borcun alacaklýsý geçmiþ seneler için asla zekât vermez. Birinciyle ikinci hakkýnda tafsilât verilecektir. Bu taksimde buradaki sözün Alelýtlak olmadýðýna iþaret vardýr.
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:18:59
METÝN
Zekâtýn edâsýnýn lüzumuna sebep hîtâbýn teveccühüdür. Yani Allah-ü Teâlâ´nýn: «Zekâtý verin!» âyetidir. þartý yani edâsýnýn farz olmasýnýn þartý mal mülkünde olduðu halde üzerinden sene geçmesi dirhem ve dinâr gibi mallarýn üretilmesi, yahut hayvaný kýrda otlatmak veya eþyada ticâret niyetidir.
Dirhemlerle dinârlar (yani altýnla gümüþ) yaratýlýþlarý iktizâsý ticâret için teayyün etmiþlerdir. Binâenaleyh bunlarý ne þekilde elinde bulundurursa bulundursun zekâtlarýný vermek lâzým gelir, velevki nafaka için edinmiþ olsun.
Eþyada ticâret niyeti ya sarahaten yahut delâleten olur. Sarahaten niyetin mutlaka ticâret akdiyle birlikte olmasý gerekir. Nitekim gelecektir. Delâleten niyet ticaret malýyla bir ayýn satýn almak yahut ticaret için hazýrladýðý hânesini eþya ile kiraya vermek suretiyle olur. Böylece o ayýn ve hâne açýkça niyet etmediði halde ticâret malý olur.
Ulema niyet þartýndan ortaðýn satýn aldýðý malý istisnâ etmiþlerdir. Onun satýn aldýðý mal mutlak surette ticaret için olur; çünkü ortak, ortaklýk malýyla, ticaretten baþka bir þey için mal alamaz. Ýki hak bir araya gelmesin diye, öþri veya haraci olan tarlasýndan yahut ücretle, kirâ ile tuttuðu yerden çýkan mahsulde ticarete niyet etmesi sahih deðildir.
ÝZAH
Zekâtýn hakîkî sebebi Allah-ü Teâlâ´nýn emridir. Nisâba mâlik olmak zâhiri sebebidir. Nitekim öðle namazý için güneþin zevâl zamâný dahi zâhiri sebeptir. T.
Musannýfýn yukarda beyân ettiði zekât þartý mal sâhibinde aranacak þarttýr. Þuradakiler ise bizzat zekât malýndaki þartlardýr. Þart, nisâbýn senenin baþýyla sonunda tamam olmasýdýr ki ilerde gelecektir. Meyve ve ekinlerin zekâtýnda sene geçmenin þart olmadýðýný söylemiþtik.
Hayvaný kýrda otlatmaktan murad saðmak ve üretmek niyetiyle senenin ekserisinde otlatmakla yetinmektir.
(Ticâret için hazýrladýðý hânesini eþya ile kirâya vermekle olur.) Bu hususta Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Lâkin Bedâyi´da zikredildiðine göre ticaret için hazýrlanan bir aynýn menfaatleri bedelinde ihtilaf edilmiþtir.»
Asýl nâm kitabýn zekât bahsinde bunu niyetsiz olarak Camide ise niyete baðlý olarak ticaret için olduðu kaydedilmiþtir. Belh ulemasý Caminin rivayetini sahih bulmuþlardýr. Çünkü o an ticaret için de olsa bazen bedelinin menfaatlerinden faydalanmak kastedilir. Meselâ hayvan doyurmak þartýyla, hane onarýlmak þartýyla kiraya verilir. Binaenaleyh niyetsiz tereddütle ticaret için olamaz. (Ticaret için) diye kayýtlamasý, meselâ içinde oturmak için olsa bedeli niyetsiz ticaret için olamaz. Niyet ederse olur ama sarih kýsmýndan sayýlýr.
Ticâret ortaðý ticaret malý ile baþka bir þey satýn alamaz. Mal sahibi böyle deðildir. O nafaka için ailesi efradýna yiyecek ve giyecek satýn alýrsa bunlar ticaret için olmazlar. Çünkü onun ticaret için olmayan alýþveriþe de hakký vardýr. Bahýr.
Öþri ve benzeri arazisinden çýkan mahsulde ticaret niyeti sahih deðildir. Çünkü, ticaret niyeti ancak ticaret akdi yapýlýrken sahih olur. Miras ve benzeri gibi akidsiz malik olduðu þeylerde sahih deðildir. Nitekim gelecektir. Kendi arazisinden çýkan mahsul de böyledir; zira bu malda mülk yerden bitmek suretiyle sabit olur. Sahibinin bunda seçme hakký yoktur;
onun içindir ki Bahir´de þöyle denilmiþtir:
«Akid kaydýyla þu hâriç kalýr»: Bir adamýn kendi arâzisinden nisâb kýymetinde buðdayý gelir de onu satmayarak elinde tutmayý niyet eder;
sene geçtikten sonra satmak isterse mirâsta olduðu gibi bunda da zekât vermek icabetmez. Keza, ticaret için tohum satýn alýrda onu ücretle tuttuðu öþür arazisine ekerse yalnýz öþürünü vermek icabeder. Nitekim haraç veya öþür yerini ticaret için satýn alýrsa ticaret zekâtý vermesi icabetmez. Ona düþen sadece yerin hakký olan öþür veya haracý vermektir.
Ücret ve kira meselesinde arazi öþrüyye ise öþür bilittifak´ kira ile alana aittir. Müftabih olan, Ýmameyn´in kavline göre de, ücretle tutana aittir. Ama yerlerin ikisi de haraç yeri olursa haracýný yerin sahibi verir. Kira veya ücretle olan kimse bu yerlerden çýkan mahsulde ticareti niyet ederse iki hak bir araya gelmediði için câiz olur. Bunu Halebi söylemiþtir.
Ben derim ki: Bu meseleyi (ticaret için tohum alýrda o tohumu ekerse)
þeklinde kurmak icabeder ki, iki hak bir araya gelmesin diye ta´lil sahih olabilsin. Kendi yerinden çýkan mahsulde ticarete niyet ederse sahih olmadýðýný biliyorsun, çünkü akid yoktur. Arazisinden çýkan mahsul ticaret malý deðildir, binaenaleyh onda zekât yoktur.
METÝN
Zekâtýn edasý sahih olmasýnýn þartý eda ile birlikte niyet bulunmaktýr, velev ki bu beraberlik hükmen olsun. Nitekim niyetsiz olarak verir de sonra niyet eder ve mal da fakirin elinde mevcut olursa hükm budur. Yahut zekât malýný vekile verirken niyet eder de, vekil niyetsiz olarak verirse veya fakirlere versin diye, zekât malýný zýmmiye verirse câiz olur. Çünkü muteber olan âmirin niyetidir. Onun için: «Bu teberru´dur, yahut kefaretim içindir» der de sonra vekil vermezden önce zekât olmasýný niyet ederse sahih olur. Vekil iki müvekkilinin zekâtýný karýþtýrýrsa bunlarý öder ve teberru etmiþ olur. Meðerki kendisini fakirler tevkil etmiþ olsun.
ÝZAH
Zekâtta niyetin þart olduðu evvelce musannýfýn (Allah rýzasý için vermesidir) sözünden anlaþýlmýþtý. Burada ondan tekrar bahsetmesi tafsilatýný anlatmak içindir. Bunu Bahir sahibi söylemiþtir. Niyet sözünü sarahaten kaydetmekle musannýf zekât diye söylemenin ehemmiyeti olmadýðýna iþâret etmiþtir. Zekâtý niyet ederek: «Sana þu malý hîbe ediyorum» yahut «ödünç veriyorum» dese esah kavle göre kâfidir.
Niyet kelimesiyle bir de þuna iþâret etmiþtir ki, zekâtý verirken hem zekâtý hem nâfile sadakayý niyet etse Ýmam Ebû Yusuf´a göre zekât yerine geçer. Çünkü farz niyeti daha kuvvetlidir. Ýmam Muhammed´e göre ise sadaka yerine geçer. Musannýf þuna dahi iþâret etmiþtir: Fakir verilen malý sahibi bilmedikçe alamaz; meðerki akrabasý veya kabilesi arasýnda ondan daha muhtaç kimse bulunmasýn! Bu takdirde hükmen o malý öder; diyâneten ödemez. Zekât memuru, zekât malýný zorla alýrsa batinî mallarda farz sakýt olmaz. Zâhiri mallar bunun hilafýnadýr. Fetva buna göre verilmiþtir.
Ölenin terekesinden zekât alýnmaz; çünkü niyet yoktur. Ancak vasiyet ederse malýnýn üçte birinden geçerli olur. Meselenin tamamý Bahýrdadýr. Cevhere´de: «Yahut mirasçýlarý teberru ederse» cümlesi ziyade edilmiþtir.
Ben derim ki; Bunun vechi her halde mirasçýlarýn ölenin yerini tutmasý olsa gerektir. Bu takdirde onlarýn niyet etmesi kâfidir.
Niyetin edâ ile birlikte bulunmasý asýldýr. Nitekim sair ibâdetlerde de böyledir. ilerde görüleceði vecihle malý çýkarýrken niyetlenmenin kâfi gelmesi zekat muhtelif þahýslara verildiði içindir. Her fakire verirken niyeti hatýrlamak güç olduðundan bu kadarýyla iktifa edilmiþtir. Bahýr. Maksat fakirevermek için niyetin eda ile beraber bulunmasýdýr. Vekile vermek için niyet aþaðýda geleceði vecihle hükmen niyet kabilindendir. T. þârih «Zýmmîye verirse» sözü ile zekâtla hac arasýnda fark olduðuna tenbih etmiþtir. Çünkü zekât sýrf mali bir ibadettir. Onda zýmmîyi vekil yapmak caizdir; velevki niyet ehlinden olmasýn. Çünkü zekâtta þart amirin nîyetidir. Hac böyle deðildir. O mal ile bedenden mürekkeb bir ibâdettir. Binâenaleyh onda me´murun niyete ehl olmasý þarttýr. «Vekil iki müvekkilinin zekâtýný karýþtýrsa bunlarý öder.» Çünkü karýþtýrmakta ona malik olur. Artýk ödediðini kendi malýndan verir. Tatarhâniyye sahibi: «Ancak izin bulunur yahut her iki müvekkil bunun yaptýðýný câiz görürse o baþka» demîþtir. Yani vekil malý fakire vermeden müvekkiller razý olursa ödemez. Çünkü Bahýr´da beyan edildiðine göre bir kimse emri olmaksýzýn birinin zekâtýný verîrse haber aldýðýnda razý olsa bile caiz deðildir. Çünkü bu zekât, verenin üzerinden geçerli olmak üzere verilmiþtir. Zira onun mülküdür. O kimse baþkasýnýn vekili deðildir. Þu halde kendi üzerinden geçerli olur.
Lâkin buna þöyle itiraz edilebilir. Verilen zekât mutlak suret de amir tarafýndan geçerlidir. Çünkü verme izni bâkîdir. Bahýr´da þöyle denilmiþtir:
«Zekât sâhibi nâmýna onun emriyle tasadduk ederse câizdir. Ebu Yusuf´a göre verdiðini ondan alabilir. Ýmam Muhammed´e göre alamaz. Ancak almak þartý ile verirse almasý câiz olur.» Sonra Tatarhâniyye´de þöyle denilmiþtir: «Yahut karýþtýrmaya delaleten izin vardýr. Nitekim buðday sahipleri arasýnda zahire paralarýnýn karýþtýrýlmasýna izin vermek âdet olmuþtur. Mütevelli de öyledir. Mütevellinin elinde muhtelif vakýflar bulunur da gelirlerini birbirine katarsa öder. Keza simsar eþya paralarýný ve kabzýmal mallarý karýþtýrýrsa öder.» Tecnîs´de: «Simsarlarla, kabzýmallarýn eþya paralarýyla mallarý karýþtýrmalarý hususunda örf yoktur.» denilmiþtir. Bu kabilden olmak üzere bilen bir kimse fakirler için bir þey ister de karýþtýrýrsa öder.
Ben derim ki: Bunun muktezasý þudur: örf varsa ödeme yoktur; çünkü bu takdirde delâleten izin vardýr. Zahire bakýlýrsa mal sahibinin bu örfü bilmesi mutlaka lâzýmdýr. Tâki delâleten izin vermiþ sayýlsýn.
«Meðer ki kendisini fakirler tevkil etmiþ olsun.» Çünkü bu takdirde onun aldýðý her þey fakirlerin mülkü olur. Ve onlarýn mallarýný karýþtýrmýþ sayýlýr. Zekât kim vermiþse onun namýna geçerli olur; lâkin vekilin elinde toplanan malýn nisab miktarýný bulmamasý þarttýr. Nisâb miktarýný bulur da zekâtý veren kimse bunu bilirse zekât yerine geçmez. Meðer ki alan kimse fakir tarafýndan vekil ola! Zahiriye den naklen Bahýr´da böyle denilmiþtir.
Ban derim ki: Bu hüküm fakir bir olduðuna göredir. Çok olurlarsa mutlaka her birinin hissesi nisâb haddine ulaþmak gerekir. Zira vekilin elindeki mal onlarýn aralarýnda müþterektir. Fakirler üç kiþi olur da, vekilin elindeki mal iki nisâb miktarý tutarsa o fakirler zengin olmuþ sayýlmazlar. Mal üç nisab miktarý oluncaya kadar zekât mal sahibi tarafýndan geçerlidir. Vekil müvekkillere öder fakat zekâtý alan kimse fakirlerin vekili her birinin nisâbý ayrý ayrý hesap edilir, onlarýn izni olmadýkça vekil hisselerini birbirine karýþtýramaz; Karýþtýrýrsa zekât verenler namýna geçerlidir. Vekilmüvekkillere öder fakat zekâtý alan kimse fakirlerin vekili deðilse topladýðý zekât miktarý birçok nisâblar teþkil edecek kadar çok da olsa zekât yerine geçer; çünkü fakirler onun elindeki maldan henüz hiç bir þeye malik olmamýþlardýr.
METÝN
Vekil zekât malýný fakir çocuklarýna ve karýsýna verebilir. Kendisi alamaz, meðerki mal sahibi istediðine ver demiþ olsun. Vekil kendi paralarýný tasadduk ederse geri almayý niyet etmek ve müvekkilin paralarý harcanmamýþ olmak þartýyla zekât yerine geçer.
Niyet (Edâ ile beraber olduðu gibi) verilmesi icabeden malýn hepsini veya bir kýsmýný çýkarýrken de yapýlabilir. Malý çýkarmakla o kimse mesuliyetten kurtulmuþ olmaz. Ondan kurtuluþ fukaraya vermekle yahut hepsini tasadduk etmekle olur. Ancak nezir veya baþka bir vacibi niyet ederse sahih olur, bu takdirde zekâtý öder. Malýn bir kýsmýný tasadduk ederse Ebu Yusuf´a göre onun hissesinden zekât sakýt olmaz. Ýmam Muhammed buna muhaliftir. Musannýf tasadduk sözünü mutlak býrakmýþtýr. Binaenaleyh ayna ve borca þamildir. Hatta fakiri nisaptan ibrâ etse sahih olur, zekâtý da sakýt olur,
ÝZAH
Vekilin fakir olan çocuðu küçük ise kendinin de fakir olmasý lâzým gelir. Çünkü, küçük çocuk babasýnýn malýyla zengin sayýlýr. Bunu Tahtavý Ebu Suud dan nakletmiþtir. Bu hüküm muayyen bir þahsa vermesini emretmediðine göredir. Zira emre muhalefet ederse bu hususta iki kavil vardýr. Bunlarý Kýnye sahibi nakletmiþtir. Bahýr´da beyan edildiðine göre kaideler "ödemez" diyen kavle þahittir, Çünkü ulema, «Bir kimse filana, sadaka vermeyi nezretse baþkasýna verebilir.» demiþlerdir.
Ben derim ki : bu iddia söz götürür, çünkü zaman, mekan, dirhem ve fakirin tayin edilmesi nezirde mu´teber deðildir. Zira nezr kelimesinin ihtiva ettiði mana kurbet (ibadet) dir ki tasaddukun aslý budur. Ta´yin deðildir. Þu halde ta´yin batýl olur, kurbet lâzým gelir. Nitekim ulema bunu açýklamýþlardýr. Burada vekil ancak müvekkil tarafýndan tasarruftan istifade eder. Müvekkil kendisine zekâtý filana vermesini emretmiþtir, binaenaleyh baþkasýna vermeye hakký yoktur. Nitekim bu paranýn þu kadarý Zeyde verilecek diye vasiyet etse o parayý vasî baþkasýna veremez.
Vekil olan kimse müvekkilin paralarýný saklar da sonra müvekkilinden almak üzere zekâtý kendi parasýndan verirse sahih olur. Fakat evvela müvekkilin parasýný kendine harcar da sonra kendi malýndan öderse sahih olmaz. Bu takdirde o kimse teberru´ yapmýþ olur. Ýnfak veya borç ödemek satýn almak gibi þeylerde vekil olanýn hükmü de bu tafsilata göredir; nitekim inþaallah vekalet bahsinde gelecektir. Burada, tayin edilen zekat malýný vermenin þart olmadýðýna iþaret vardýr. Onun için kendisi namýna baþkasýnýn vermesini emretse caiz olur. Nitekim yukarýda arz etmiþtik. Lâkin haram olan baþka bir maldan verirse mesele ihtilaflýdýr. Bahýr sahibi þöyle demiþtir: «Kýnye´nin zâhirine bakýlýrsa câiz olmasýný tercih etmiþtir. Delili fukuhanýn þu sözüdür: Þarabý olan bir müslüman bir zýmmiyi vekîl eder de, o þarabý bir zýmmiye sattýrýrsa, parasýný müslüman zekatmalýna sarf edebilir.»
Fer´i mesele : Zekât vermek için vekîl olan kimse müvekkilinin izni olmaksýzýn baþkasýný tevkîl edebilir. Bunu Hâniyye den naklen Bahýr sahibi söylemiþtir. Vekâlet bahsinde kitabýmýzýn metninde de gelecektir.
«Malý çýkarmakla o kimse mes´uliyetten kurtulmuþ olmaz.» Bu mal zayi olursa ondan zekât sakýt olmaz. Sahibi ölürse malý miras olarak alýnýr. Fakat mal zekât memurunun elinde zayi olursa böyle deðildir. (onun zekâtý sakýt olur) çünkü memurun eli fakirlerin eli gibidir. Bunu Muhit´ten naklen Bahir sahibi söylemiþtir. Bir kimse bütün malýný tasadduk ederse gerek nafileye niyet etsin, gerekse hiç niyet etmesin, zekât sâkýt olur. Çünkü farz olan o malýn bir cüzünü vermekti. Niyet ancak benzerlerinden ayýrmak için þarttý. Bütün malý verince ortada benzerlik diye bir þey kalmaz. Bahýr.
Malýn bir kýsmýný tasadduk ederse Ebu Yusuf´a göre hem o hasmýn hissesinden, hem de malýn geri kalanýndan zekat vermek lâzým gelir. Ýmam Muhammed buna muhaliftir. Þârih, Mülteka´nýn metnine uyarak bu sözle Ebu Yusuf´un kavline itimat edileceðine iþarette bulunmuþtur, Onun içindir ki Kadýhân da onun kavlini öne almýþtýr. Hidâye sahibi ise bu kavli deliliyle birlikte sona býrakmýþtýr. Çünkü Kadýhan´ýn aksine olarak Hidâye sahibinin adeti, benimsediði kavli sonra zikretmektir.
«Hatta fakîri nisabtan ibrâ etse» sözü borca þâmil olduðuna teferru´ eder. Fakir diye kayýtlamasý zengin olup da bir sene sonra baðýþlarsa bu hususta iki rivayet olduðu içindir. Bunlarýn esah olanýna göre ödemesi icap eder. Yani baðýþladýðýnýn zekâtýný öder. Çünkü vacib olduktan sonra istihlâk etmiþtir. Fakiri ibrâ etmesi sahihtir; niyet etsin etmesin zekatý sakýt olur. Ancak bir kýsmýndan ibrâ ederse yalnýz o kýsmýn zekâtý sakýt olur. Kalan kýsmýn zekâtý sakýt olmaz. Velev ki onunla kalan kýsmý da niyet etmiþ olsun. Bahýr.
METÝN
Bilmiþ ol ki, borcu borçla, ayný ayýnla ve borcu ayýnla ödemek caizdir. Fakat ayný borçla ve alacak borcu ile ödemek caiz deðildir. Caiz olmanýn yolu zekatýný borçlusu olan fakire verip sonra borcu için almaktýr. Þayet borçlu vermekten çekinirse elini uzatarak onu borçludan alýr. Çünkü hakký cinsinden mala rastlamýþtýr. Buna mani olmak isterse onu mahkemeye de verir. Bu parayla cenaze kefenlemenin yolu, onu bir fakire tasadduk edip cenazeyi fakirin kefenlemesidir, sevap ikisinin olur. Mescit tamirinde de böyle yapýlýr, tamamý el-Eþbahýn hîleler bahsindedir. Zekâtýn farz olmasý ömür boyunca yani gecikmelidir. Bakanî ve diðer ulema bunu sahih bulmuþlardýr. Bazýlarý Fevri yani hemen farz olduðunu söylemiþlerdir, fetva buna göredir. Nitekim Vehbaniye þerhinde beyan olunmuþtur.
ÝZAH
Borçtan murad, zimmete sabit olan zekât borcudur. Ayýndan murad ise mülkünde mevcud olan para ve eþyadýr. Taksim dörtlüdür. Çünkü zekât ya borç ya ayn olur. Zekâtý verilen mal da öyledir. Lâkin borç ya zekâtla sakýt olur, yahut zekât farz olduktan sonra alýnmak üzere kalýr, Bu suretletaksim beþ olur. Bunlarýn üç kýsmýnda edâ câizdir.
Birincisi zekâtla sakýt olan borcu borçla ödemek câizdir. Nitekim Þârih buna fakiri nisâbýn hepsinden ibrâ etmekle misal gösterdi.
Ýkincisi ayný ayýnla ödemek caizdir. Mevcut parayla mevcut parayý veya eþyayý ödemek bu kavildendir.
Üçüncüsü borcu ayýnla ödemek caizdir. Mevcut parayla borç olan nisâbý ödemek böyledir.
Ýki surette de câiz deðildir.
Birincisi ayný borçla ödemektir. Borçlunun zimmetinde olan alacaðýný þimdiki zekât malýna tutmak gibi. Ama bir fakire emreder de onun baþkasýndaki borcunu alýr, bunu elindeki muayyen zekât yerine tutarsa câiz olur. Çünkü fakir teslim alýnca o borç ayn olur ve ayný ayn ile ödemiþ sayýlýr.
Ýkincisi alacaðý borcu, borçla ödemektir. Nitekim Bahir´den naklen yukarda geçti ki fakiri nisâbýn bir kýsmýndan ibra edip onunla kalan kýsmýný edayý niyet etmektir. Bahir sahibi bunu ta´lil ederek: "Kalaný teslim almakla ayýn olur ve o kimse ayný borçla ödemiþ sayýlýr" demiþtir. þârhi bundan dolayý borcu sukutla ve sonraki alacaðý ile kayýtlamadan mutlak zikretmiþtir.
«Câiz olmanýn yolu» yani bir fakirde alacaðý olurda o alacaðýný elindeki ayýna zekât olmak üzere hesaplamak isterse, yahut baþkasýnda olan alacaðýna tutmak isterse zekâtýný borçlusu olan fakire verir. Sonra borcuna karþýlýk ondan alýr. Eþbah sahibi bunun baþka fakirden daha münasip olduðunu söylemiþtir, çünkü ayný zamanda borçlunun zimmetten kurtulmasýna da sebep olur.
"Çünkü hakký cinsinden mala rastlamýþtýr" Allâme Bîri´nin Eþbâh þerhinin sonunda naklettiðine göre, mala rastlama meselesinde, altýn ve gümüþ paralar bir cins sayýlýr. «Buna mâni olmak isterse onu mahkemeye verir.» Burada parayý almanýn çaresi borçlunun alacaklýsýnýn hizmetçisine zekâtý almasýný tevkil etmesidir. Parayý alýnca borcunu ödemesini emreder. Vekil olan þahýs zekât parasýný alýnca o para müvekkilinin mülkü olur. Bu parayý vekile ancak borçlu yokken verir. Çünkü parayý aldýðýnda vermeden önce onu vekâletten azletmesi ihtimali vardýr. Yine Eþbâh´da bildirildiðine göre borç veren kimsenin borç ortaðý olup da alýnan parada da kendisine ortak olmasýndan korkarsa, bunun çaresi, alacaklýnýn borcu tasadduk etmesi verecek linin de aldýðýný ona hibe etmesidir. Bu suretle ortaklýk kalkar.
«Sevâb ikisinin olur.» Yani zekâtýn sevâbý zekât sahibine; kefenlemenin sevâbý da fakire verilir. Kefenleme sevabý zekât sahibine de verilir, denilebilir. Çünkü bir hayýra delalet eden o hayýrý yapmýþ gibi olur. Velev ki, kemmiyet keyfiyet itibarýyla sevaplar birbirinin ayný olmasýn. T.
Ben derim ki: Süyûtî´nin Cami-i Saðir adlý eserinde kaydettiðine göre sadaka yüz kiþinin elinden geçse her birine hiçbir eksiði olmaksýzýn ilk baþlayanýn sevabý kadar sevap verilir.
Zekatýn farz olmasý ömri yani gecikmelidir. Bedayi´ sahibinin beyanýna göre, ekseri ulemanýn kavilleri budur. Binaenaleyh ne zaman verilse eda sayýlýr. Fakat ömrünün sonuna kadar vermezse vücub vakti sýkýþýr ve daralýr. Hatta vermeden ölürse günahkâr olur. Cessas bu hükme þöyle istidlal etmiþtir: Bir kimsenin üzerine zekât farz olduktan bir sene sonra vermek imkâný varkennisabý helâk olursa bu zekâtý ödemez. Eðer hemen ödemek farz olsaydý ödemesi gerekirdi. Nasýl ki ramazanýn bir gününü geciktiren kimseye onu kaza etmek lâzým gelir.
Bazýlarý zekâtýn fevri yani hemen farz olduðunu (üzerinden sene geçince verilmezse kazaya kalacaðýný) söylemiþlerdir. Bu cümle bazý nüshalarda yoktur; hem de bunda rekalet (zayýflýk) vardýr. Çünkü netice itibarýyla (zekâtýn farz olmasý derhal vaciptir) demeye varýr. Halbuki zekât kat´i delillerle sâbit muhkem bir Tarzdýr. Ama þöyle denilebilir: Burada muzaf mukadderdir. Cümle "edâsýnýn farz olmasý" takdirindedir. Yani sýfatý mefsufuna Ýzâfe kabilindendir. Ve mâna þöyle olur: Fark olan zekâtýn edasý hemen vaciptir. Yani asýl eda farzdýr, hemen verilmesiyse vaciptir. Fethü´l-Kadîr sahibinin tahkik ettiði mesele budur ki usul-î fýkýhta muhtâr olan kavle göre mutlak emir fevrî veya terâhîyi (gecikmeli veya gecikmesiz olmayý) iktiza etmeyip mücerret o þeyin yapýlmasýný gerektirir. Þu halde mükellef o iþi ister gecikmeli ister gecikmesiz yapabilir. Lâkin burada emrin yanýnda gecikmesiz yapýlmasýna karîne vardýr.
METÝN
Binâenaleyh özürsüz geciktiren günahkâr olur. Þahidliði kabul edilmez. Çünkü fakire verilmesi emriyle beraber gecikmesiz verilmesine karîne vardýr. Bu karîne onun hâcetini görmek için verilmesidir; ve aceleyi gerektirir. Zekât gecikmesiz vacip olmazsa vâcip olmasýndan beklenen maksat tam olarak husule gelmez. Meselenin tamamý Fetih´tedir.
Bir kimse ticaret için bir mal, meselâ köle satýn alýr da ondan sonra hizmetinde kullanmayý niyet ederse ticaret mal» olmaktan çýkar. Hizmet niyetiyle aldýðý ise, zekât malý cinsinden bir þeyle satmadýkça, ticaret için niyet etse bile ticaret malý olmaz. Ýkisinin arasýnda fark þudur: Ticaret bir ameldir, sýrf niyetle tamam olmaz. Birinci mesele bunun hilafýnadýr. çünkü ameli terk etmekten ibarettir. Ve niyetle tamam olur. Ticaret için aldýðý ticaret için olur;çünkü niyet ticaret akdiyle beraberdir.
ÝZAH
Zâhire bakýlýrsa geciktirme bir veya iki gün gibi az bile olsa sahibi günahkâr olur. Çünkü ulema fevrîyi (gecikmezi): «mümkün olduðu vaktin evvelinde yapmak dýr» diye tefsîr etmiþlerdir. Þöyle de denilebilir; maksat gelecek seneye býrakmamak dýr. Çünkü Müntekâ´dan naklen Bedayý´da nakledildiðine göre bir kimse sene geçinceye kadar zekâtýný vermezse, isâet ve günah iþlemiþ olur.
«Meselenin tamâmý Fetih´tedir.» Ve þöyle devam edilmiþtir. Binaenaleyh zekât farz, gecikmeden verilmesi vacib olur. Ve zaruret yokken geciktirilirse günaha girmiþ olmasý lâzým gelir. Nitekim bunu Kerhî ve Hâkimi Þehîd El-Münteka adlý eserinde açýklamýþtýr. Bu söz Ýmam Ebu Ca´fer´in Ebu Hanîfe´den rivayet ettiði «Mekruhtur» ifadesinin aynýdýr. Çünkü mutlak olarak kerahet denince kerahet-i tahrimiyye kasdedilir. Gecikmesiz vermenin vâcib olduðu üç imamýmýzdan naklen sâbit olmuþtur. Gerçi Ýbn-i Þüca´ ayný imamlardan gecikmeli vacib olduðunu nakletmiþse de bu nakil farzdeliline bakarak týr. Yani faiz delili gecikmesiz verilmesini icabetmez. Ama bu, icâb delilinin bulunmasýna da aykýrý deðildir. Ulemanýn: «Bir kimse zekâtýný verip vermediðinde þüphe ederse, zekât vermesi vacib olur.» sözleri buna göredir. Çünkü zekâtýn vakti bütün ömürdür. Þu halde buradaki þüphe, namazý vakit içinde kýlýp kýlmadýðýnda þüphe etmek gibidir. Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
T E T Ý M M E: Yine Fetih´de beyan edildiðine göre bir kimse zekâtýný vermeyip geciktirir de hastalanýrsa, vereseden gizli olarak zekâtýný verir. Elinde parasý olmaz da zekâtý vermek için ödünç almak isterse, borcu ödeyeceðine kalbi kanaat getirdiði takdirde efdal olan borç almak dýr. Aksi takdirde borç olmaz. Çünkü borç sahibinin husumeti daha þiddetlidir.
«Zekât malý cinsinden bir þeyle satmadýkça ticaret için niyet etse bile ticaret malý olmaz.» O köleyi mehir olarak karýsýna yahut kýsastan sulh yaparak kýsas sahibine verse; yahut köleyi hul´ yapsýn diye kadýn kocasýna verse zekât lâzým gelmez. Çünkü bunlar zekât malý cinsinden deðildir. T.
«Ýkisinin arasýnda fark þudur.» Yani ticaret yapmakla yapmamak arasýnda fark ticaretin ancak amelle tahakkuk etmesi hizmeti niyet ettiði takdirde ise, bunun mücerret niyetle hasýl olmasýdýr. T.
"Ve niyetle tamam olur." Çünkü terk etmekten ibaret olan her þeyde niyet kâfidir. T. Bunun misali mukîm, oruçlu, kâfir, alafla beslenen ve kýrda otlayan hayvandýr. Mücerred niyetle mukîm misafir oluvermediði gibi oruçlu iftar etmiþ, kafir müslüman olmuþ da sayýlamaz. Keza sýrf niyetle hayvan ne alafla beslenen olur ne de kýrda otlayan sayýlýr.
Zeyleî´nin bildirdiðine göre, bunlarýn zýtlarý mücerret niyetle sâbit olur. Lâkin Nihaye ile Fetih´de açýklandýðýna göre alafla beslenen hayvan mücerred niyetle kýrda otlayan hükmüne geçivermez. Aksi bunun hilafýnadýr. Bahir sahibi bu iki kavlin arasýný bulmuþ birinci kavli kýrda otlayan hayvaný merada olduðu halde alafla beslenen hayvan yapmayý niyet ettiðine hamletmiþtir. Çünkü amel mutlaka lâzýmdýr. Burada amel hayvaný meradan çýkarmaktýr. Ýkinci kavli de, hayvaný meradan çýkardýktan sonra niyet ettiðine yormuþtur.
«Ticaret için aldýðý ticaret için olur.» Çünkü ticarette þart niyetin akidle bulunmasýdýr. Bu akid mani bulunmamak þartýyla satýn alma veya icare yahut istikraz akdiyle mala mal kazandýrmaktýr. Nitekim þerhde ihtiraz ettiði þeylerle beraber gelecektir. Sonra ticaret niyeti bazen açýk bazen de kapalý (delâleten) olur. Açýk olaný söylediðimizdir. Ýkincisi ise þerhde musannýfýn «Yahut eþyada ticaret niyetidir» dediði yerde geçmiþti.
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:20:01
METÝN
Miras yoluyla alýp da ticarete niyet ettiði mal ticaret için olmaz. Çünkü akid yoktur. Meðerki bu malda tasarruf etmiþ olsun. Yani niyet ederek tasarruf ederse niyet amelle birlikte olduðu için zekât vâcip olur. Miras malýndan yalnýz altýn, gümüþ ve kýrda otlayan hayvanlar müstesnadýr. Zira Hâniyye´de: «Bir kimse miras olarak otlamakla beslenen hayvan alýrsa, otlatmayý niyet etsin etmesin. sene geçtikten sonra zekâtýný vermesi lâzým gelir.» denilmiþtir. Baðýþ, vasiyet, nikâh, hul veya kýsastan sulh gibi kendi fiiliyle mâlik olup da onunla ticarete niyet ederse, Ýmam Ebu Yusuf´a göre o mal ticaret için olur. Musannýf sulhu kýsastan diye kayýtlamýþtýr. Çünkü ticaret için olanköleyi hata olarak bir köle öldürür de, ona bedel olarak verilirse, verilen köle ticaret için olur. Hâniyye, Karþýlýðýnda ticaret malý alýnan her þey bu hükümdedir. Ve yukarýda geçtiði vecihle niyetsiz ticaret için olur. Fakat esah kavle göre baðýþ vesaire ile mâlik olduklarý ticaret malý sayýlamaz. Bunu Bedâyi´den naklen Bahir sahibi söylemiþtir. Eþbâh´ýn baþýnda: «Þayet niyet mala bedel mal olmayan bir þeyle beraber olursa, sahih kavle göre caiz deðildir.» denilmiþtir. Ýnci ve cevherlerde -kýymetleri 1000 dirhem olsa dahi- bilittifak zekât yoktur. Meðer ki ticaret içîn ola. Kaide þudur: Altýnla gümüþten ve kýrda otlayan hayvanlardan baþka mallarda, tekrara müeddî mâni bulunmamak; bir de niyetin ticaret akdiyle beraber yapýlmasý þartýyla, zekât ancak ticaret malýndan verilir. Ticaret akdinden murad, satýn alma veya icâre yahut istikraz akdiyle mala mal kazandýrmaktýr. Eðer ticarete akitten sonra niyet eder yahut kazanç için bir þey satýn alýr da, kârlý bulursam satarým, diye niyet ederse, zekât vermesi lâzým gelmez. Nitekim evvelce geçtiði vecihle kendi arazisinden çýkan mahsulde ticareti niyet ederse ve keza ticareti niyet ederek bir haraç veya öþür yeri satýn alýr da o yeri ekerse yahut ticaret için tohum alýr da onu ekerse ticaret için olmaz. Zira mâni vardýr.
ÝZAH
Nehir´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimse tarlasýndan gelen ekini ticaret niyetiyle tutarsa, bir sene sonra sattýðýnda zekât vermesi icabetmez. Bu mesele de miras meselesine katýlýr.»
«Yani niyet ederek tasarrufta bulunursa.» Nehir sahibi diyor ki: «Yani satarken meselâ sattýðý þeyin bedelinin ticaret için olmasýný niyet ederse zekât vâcip olur. Evvelki niyeti kâfi deðildir. Nitekim Bahýr´ýn ifadesinden de bu anlaþýlýr.» Bedelin üzerinden sene geçerse zekât vâcip olur.»
«Kendi fiiliyle mâlik olup da onunla ticarete niyet ederse, Ebû Yusuf´a göre o mal ticaret için olur.» Yani o kimsenin kabulüne baðlý olup, malý malla deðiþmekten ibaret olmayan þeylerde, akdi yaparken ticaret için olmasýna niyet ederse, esah kavle göre ticaret için olmaz. Çünkü hîbe, sadaka ve vasiyet esasen deðiþme deðildir. Mehir, hûl bedeli ve kasten ölüm anlaþmasý ise, malý mal olmayan þeyle deðiþmedir. Nitekim Bedâyi´de izah edilmiþtir. Fethu´l-Kadir´de þöyle denilmektedir. «Hâsýlý satýn aldýðý þeyde ticaret niyeti bilittifak sahihtir. Miras olarak aldýðý malda bilittifak sahih deðildir. Zikredilen þeylerde akit kabuluyla mâlik olduðu þeylerde hilâf vardýr.»
«Kýsastan sulh ile» Yani sulh akdi yaparken alacaðý bedelle ticarete niyet ederse, esah kavle göre o bedel ticaret için olmaz. Hâniyye´de þöyle deniliyor «Köle ticaret için ayrýlýr da baþka bir köle onu öldürür ve katile kýsas yapýlmayýp uzlaþýrlarsa, kâtil olan köle ticaret malý olamaz. Çünkü o, maktulün bedeli deðil kýsasýn bedelidir.»
«Verilen köle ticaret için olur.» Yani niyet etmeksizin ticaret malý sayýlýr. H. Çünkü bu köle, öldürülenin bedelidir. Öldürülen köle ticaret içindi. Bedeli de öyle olur ve bu muamele malý malla deðiþmektir.
"Fakat esah kavle göre baðýþ ve saireyle mâlik olduðu ticaret malý sayýIamaz." Çünkü ticaret mal olan bedelle mal kazanmaktýr. Baðýþ kabulü ise bedelsiz mal kazanmaktýr. Binaenaleyh niyet ticaret ameliyle beraber bulunmamýþtýr. B. Cevherlerden murad, Ia´l´, yâkût, zümrüt ve benzerleridir. BunuKâfî´den naklen Dürer sahibi söylemiþtir.
«Kýymetleri 1000 dirhem olsa da» ibaresi yerine, kitabýmýzýn bir nüshasýnda «binlerce dirhem» denilmiþtir.
"Zekât ancak ticaret malýndan verilir." Yani zekâtýn tekrarýna yol açmasýn dîye, öþür" veya haraç arazisi gibi þeylerde ticarete niyet etse de zekât yoktur. Çünkü öþür veya haraç da zekâttýrlar.
Ýcâre akdine misal: Evini eþya ile kiraya verip, aldýðý eþya ile ticareti niyet etmektir. Þayet ev ticaret içinse, onun bedeli de niyetsiz ticaret için olur; zira delâleten ticaret vardýr. Ama bu meselede, yukarýda bildirdiðimiz hilâf vardýr.
"Ýstikraz"a gelince: Karz (yani ödünç almak) sonunda malý malla deðiþmeye Ýnkýlab eder. Bu kavil ulemadan bazýlarýnýndýr. El-cami´de buna iþarette þöyle denilmiþtir: «Bir kimsenin iki yüz dirhem gümüþü bulunur da baþka malý bulunmazsa ve bu adam sene geçmeden önce birinden ticaret niyeti olmaksýzýn beþ ölçek buðday ödünç alsa, bunlardan yalnýz bir ölçeðini istihlâk ederek sene dolduðu takdirde, o kimseye zekât yoktur. Borç zekât malýna sarfedilir; zekât malý olmayan cinse verilmez.»
«Ticaret niyeti olmaksýzýn» demesi gösteriyor ki ticaret için almýþ olsa, buðdaylar ticaret için olurdu. Bazýlarý, niyet etse de olmayacaðýný söylemiþlerdir. Çünkü ödünç almak iâredir.. Ýâre ticaret deðil teberru´dur. Bedâyi. Bahýr, Nehir ve Minah sahipleri birinci kavli benimsemiþlerdir. þarih de onlara tabi olmuþsa da Zahîre´de Þeyhülislâm´ýn El-Câmi Þerhi´nden naklen: «Esah olan ikinci kavildir» denilmiþtir. Ona göre Ýmam Muhammed´in El-Câmi´deki «ticaret için olmazsa» sözünün mânâsý, ödünç verenin elinde ticaret için deðilse, demektir. Bunun faydasý þudur: Buðdaylar sahibine iade edilince, ticaret için olmazlar. Onun elindeyken ticaret niyetiyle bulunurlarsa, iade edildikleri vakit de ticaret için olurlar. Zâhire bakýlýrsa bu ikinci hüküm, Ýmam Ebu Yusuf´un «ödünç alan kimse
aldýðý þeye ancak tasarrufla malik olur.» sözüne mebnidir. imam-ý Âzam´la Ýmam Muhammed´e göre, teslim almakla mâlik olur. Hattâ elinde mevcut olur da onu ödünç verene satarsa, Ebu Yusuf´a göre câiz olur. Tarafeyn´e göre caiz deðildir. Ecnebî birine satarsa bilittifak câizdir. Nitekim izahý inþallah kendi bâbýnda gelecektir.
«Ticaret için tohum alýr da onu ekerse ticaret için olmaz.» Bu sözün mefhumu «Ekmezse zekât vâcip olmasýdýr.» Zira öþürü vâcip deðildir, mâni bulunmamýþtýr, fakat arazi haraç yeriyse mâni mevcuttur. O da iki defa vergidir. «Zira mâni vardýr,» Mâni iki defa vergidir. Ta´lîl´in ifade ettiði mânâ þudur: O kimse tohumu kendi mülkü olan yere ekerse zekât lâzým gelir. Fakat Bahýr´ýn sözü buna muhaliftir. Bahýr´ýn zekât bâbýnda: «Ticaret için tohum satýn alýr da ekerse, ona zekât lâzým gelmez; onun yalnýz öþür vermesi gerekir. Çünkü yerdeki tohumun ticaret için olmasýný iptal etmiþtir; binaenaleyh bu, ticaret kölesinde hizmeti niyet etmek gibi olur. Hattâ evleviyette kalýr. Tohumu ekmezse zekât vâcip olur.» denilmiþtir. Bu ibarenin ifade ettiði mânâ, ekme ile, tohumdan mutlak surette zekâtýn sâkýt olmasýdýr. Bunu Tahtâvi söylemiþtir.
TENBÝH : Þârih´in söylediði «Ticaret için satýn alýnan yerde zekât yoktur; onda yalnýz öþür veya haraç vardýr» sözü hakkýnda Bedâyi sahibi; «Ulemamýzdan meþhur rivayet budur» demiþtir. Ýmam Muhammed´ den bir rivayete göre zekât da lâzýmdýr. Çünkü ticaret zekâtý yer için lâzýmdýr. Öþür ise çýkan mahsul için yer için verilir. Bunlarýn ikisi de ayrý ayrý þeylerdir. Binaenaleyh bir malda iki hak bir araya gelmiþ olmaz. Zahir rivayetin vechi þudur: Vücûbun sebebi hepsinde birdir. Zira hepsinde yere izafe edilir ve yerin öþürü, yerin haracý, yerin zekâtý denilir. Bunlarýn hepsi Allah´ýn hakkýdýr. Allah Teâlâ´nýn üreyen mallara iliþkin haklarýnda bir mal sebebiyle iki hak vâcip olmaz. Meselâ ticaretle beraber kýrda otlayan hayvanlarda zekât yoktur.
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:22:14
SÂÝME (KIRDA OTLAYAN HAYVANLAR) BABI
METÝN
Sâime lügatta "otlayan hayvan" mânâsýnadýr. Þeriatda ise, saðmak ve döl yetiþtirmek için senenim ekserisinde mübah otu otlamakla yetinen hayvandýr. Mübah kaydýný Þumunnî söylemiþ «saðmak ve döl yetiþtirmek için» kaydýný da Zeylei zikretmiþtir. Muhit sahibi yalnýz erkek hayvanlara þâmil olsun diye «artmak ve semizlemek için» kaydýný da ziyade etmiþtir. Lâkin Bedâyi´de, «Hayvaný et için otlatýrsa onda zekât yoktur. Nitekim yük taþýmak ve binmek için otlattýðý hayvanda dahi zekat yoktur. Ticaret için olursa o hayvanda ticaret zekâtý vardýr» denilmiþtir. Ýhtimal metin yazanlarýn bunu býrakmasý her iki hükmü açýkladýklarýndandýr
ÝZAH
Musannýf «Mübah otu otlatmakla yetinen hayvandýr.» diyerek, sözü mutlak býrakmýþtýr. Binaenaleyh hem ehli hayvana hem vahþiye þâmildir. Yalnýz vahþi hayvanýn anasý ehli olmalýdýr. Meselâ; anasý koyun, babasý geyik; anasý ehli babasý vahþi sýðýr ise, bu hayvanlarda zekât vâciptir. Bize göre bunlarla nisap da tamamlanýr. Þâfiî buna muhaliftir. Bedâyi. Mübah kaydýný Þumunnî söylemiþtir. Bahýr ve Nehir´de; «Bu kayýt mutlaka lâzýmdýr, çünkü ot kelimesi mübah olmayan ota da þâmildir. Onu otlamakla hayvan sâime olmaz.» denilmiþtir. Lakin Makdisî; «Bu söz götürür» demiþtir.
Ben derim ki: Ýhtimal Makdisî´nin itirazýnýn vechi, Ýmam Ahmed´in rivayet ettiði «Müslümanlar üç þeyde ortaktýr; bu üç þey su, ot ve ateþtir.» hadisidir. Yani ot baþkasýnýn mülkü bile olsa onu otlatmak mübahtýr. Nitekim sulama babýnda inþallah gelecektir. .
«Muhit sahibi artmak ve semizlemek için» kaydýný da ziyade etmiþtir. Bu kayýt yalnýz erkek hayvanlara þâmil olsun diyedir. Çünkü saðmak ve döl yetiþtirmek onlarda tasavvur edilemez. T. Bedâyi sahibi, Muhit´in semizliði itibara almasýna itiraz etmiþtir. Kendisine þöyle cevap verilir: «Muhit sahibinin muradý et için deðil, kýþýn soðuktan ölmemek gibi baþka bir sebeple hayvaný semizletmektir. Binaenaleyh Bedâyi ile Muhit´in sözleri arasýnda çeliþki yoktur. H. Yahut ikisinin sözleri, rivayetlerin veya ulemanýn muhtelif olmasýna hamledilir. T. Rahmetî kesinlikle buna kaildir.
Ben derim ki: Bedâyi´nin ibaresi þöyledir: «Kýrda otlayan hayvanýn nisabý için bir takým sýfatlar vardýr. Bunlardan biri, otlatmanýn saðmak ve döl olmak için olmasýdýr. Zira evvelce beyan ettik ki zekat malý, üreyen maldýr. Hayvanda üreme otlatmakla hasýl olur; zira nesil bundan hâsýl olur ve mal ürer. Hayvan, yük taþýmak, binmek veya et için kýrda otlatýlýrsa onun zekâtý yoktur.» Görülüyor ki Bedâyi sahibi, otlayan hayvanda zekât vâcip olmasýný, üremeye baðlamýþtýr. Þu halde bu söz, semizletmek için otlatýlan hayvana da þâmildir. Çünkü semizlik onda bir ziyadeliktir. Sonra bunun üzerine yük taþýmak, binmek veya et almak için kýrda otlatmak meselesini tefri edince anlaþýlýyor ki et kelimesinden semizliði kastetmemiþtir. Aksi halde sözü çeliþkili olurdu; zira et fazlalýktýr. Bu meseleyi hiçbir kimse baþka bir rivayet üzerine bina edilmiþ zannedemez. Çünkü kendisi bir sözü anlatmak sadedindedir. Binaenaleyh etten yemeyi kastettiði taayyün eder. Yani hayvaný, etini yemek ve misafirlerine yedirmek için otlatarak beslerse zekât yoktur ve yük taþýmak, binmek için otlatmýþ gibi olur. Çünkü otlatmaktan ziyadeyi ve artmayý kastetmek zaruridir. Benim anladýðýmbudur.
Sonra´ Mi´rac´da söyle denildiðini gördüm: «Bir kimse ticaret için aldýðý koyunlarý et için tahsise niyet eder de her gün bir koyun keserse yahut otlak hayvanýný yük için tahsise niyet ederse, Ýmam Muhammed´e göre bu hayvanlar (niyetine göre) et ve yük hayvaný olurlar.» Allah´u âlem. Yük taþýmak ve binmek için kýrda otlatýlan hayvanlara zekât düþmemesi, giyilen elbise ve hizmette kullanýlan köle gibi olduklarýndandýr.
Musannýfýn, Zeyleî ile Muhit sahibine uyarak sâimenin tarifine yaptýðý ziyadeyi metin sahipleri terk etmiþlerdir. Çünkü onlar her iki hükmü (yani hem hayvana da þamil olan eþya ile ticarete niyet etmenin, hem de yük taþýmak ve binmek için otlatmanýn hükümlerini) açýklamýþlardýr. Ticaret meselesinde zekât farzdýr, Yük ve binek için otlatma meselesinde zekât yoktur. Þu halde onlarýn; «Sâime, senenin ekserisinde otlamakla yetinen hayvandýr.» diye yaptýklarý tarife "bu tarih umumidir" diye itiraz edilemez. Bunu Bahýr sahibi söylemiþtir ki hâsýlý þudur: Zeyleî ile Muhit´in zikrettiði iki kayýt, zikrettiðimiz açýklama karinesiyle, tarifte dikkate alýnmýþlardýr. Binaenaleyh tarif; ehassý eamla (özeli genel ile) tarif kabilinden deðildir. þu da var ki bir þeyi eam ile tarif, ancak son mantýk ulemasýna göre caiz deðildir. Yoksa eski mantýkçýlarla lügat ulemasýna göre caizdir. Nehir sahibinin itirazý bu suretle defedilmiþ olur. O þöyle demiþtir: "Bu tarif tam deðildir. Çünkü eamla tarif caiz olamaz. Tarifi bu þekilde yaptýktan sonra iki hükmü zikretmek de fayda vermez," Düþün!
METÝN
Hayvanlarý senenin yarýsýnda alafla beslerse, bu hayvanlar sâime olamaz. Onlara zekât da yoktur. Çünkü mucibinde þüphe vardýr. Hayvanlarý otlak hayvaný yapmakla, ticaret zekâtýnýn senesi bâtýl olur. Çünkü otlak hayvanlarýnýn zekâtýyla ticaret hayvanlarýnýn zekâtý miktar ve sebep itibarýyla baþka baþkadýr. Binaenaleyh birinin senesi diðerinin senesi üzerine bina edilemez. Hayvanlarý ticaret için satýn alýr da sonra sâime yaparsa, senenin baþý, sâime yaptýðý vakitten itibar edilir. Nitekim sâime olan hayvanlarý senenin ortasýnda veya seneden bir gün önce cinsi cinsine veya cinsinden baþkasý ile yahut para ile satar da elinde parasý bulunmazsa; yahut eþya ile satar da o eþya ile ticarete niyet ederse, yeniden baþka bir sene hesap eder. Cevhere. Yine Cevhere´de bildirildiðine göre, vakfýn otlak hayvanlarýnda ve AIIah yolunda sebil yapýlmýþ atlarda zekât yoktur. Çünkü bunlarýn sahibi yoktur. Keza kör ve ayaklarý kesik hayvanlarda da zekât yoktur, çünkü bunlar sâime deðildir.
ÝZAH
«Çünkü mucibinde þüphe vardýr» sözünden murad, sâime olmasýnda þüphe vardýr, demektir. Zira vücubuna sebep olmasý için sâime olmak þarttýr. Fethu´l-Kadîr´de þöyle denilmiþtir: «Az alafla, hükmü icabeden "otlak hayvaný" ismi, ortadan kalkmaz. Nisbeten, mukabili daha çok olursa, alaf az olur. Yarýya nisbetle, yarý çok deðildir. Bir de icabýn sebebi sabit midir deðil midir? Bunda þüphe «Çünkü otlak hayvanlarýnýn zekâtýyla ticaret hayvanlarýnýn zekâtý miktar ve sebep itibarýyla baþka baþkadýr.» Ticaret malýnda miktar, onda birin dörtte biridir (yani kýrkta biridir). Otlak hayvanlarýnda ise miktar aþaðýda beyan edilecektir. Her ikisinde sebep, "üreyen mal"dýr. Lâkin ticaret malýnda ticarete; otlak hayvanýnda sût ve yavruya niyet etmek þartýyladýr. Hakikatte bunlar miktar ve þartta baþka baþkadýrlar. Lakin sebep olmak, ancak bunlarý þart koþmakla tamam olduðundan, þârih onu sebebin ihtilafý saymýþtýr.
«Nitekim sâime olan hayvanlarý senenin ortasýnda satarsa ilh.» diye kayýtlamasý, ticaret eþyasý birbiriyle deðiþilirse, sene bozulmadýðý içindir.
Ben derim ki: Bize göre gümüþ ve altýn paralar da eþya gibidir. Þâfiî buna muhaliftir. Onun kavline kýyasen sarrafa zekât icabetmemek gerekir. Bedâyi´de de böyle denilmiþtir.
«Senenin ortasý» sözünü sene esnasýnda mânâsýna almak daha faydalýdýr. Çünkü sene esnasý, baþý ile sonunun arasýndaki müphem cüz dür. Orta kelimesi, iki taraftan ayný uzaklýkta bulunan cüz, demektir ki senenin muayyen bir cüzüdür. Halbuki Þârih´in maksadý muayyen cüz deðildir. H.
«Elinde parasý bulunmazsa» zekâtýný vermez. Fakat elinde nisap miktarý parasý olursa, onu aldýðý þeye katarak seneye yeniden baþlamaksýzýn zekâtýný verir. Bu hususta Cevhere´de þöyle denilmiþtir: «Þayet hayvanlarý para ile yahut hayvanla satarsa, bilittifak cinsi cinsine katar. Yani parayý paraya hayvaný da hayvana katar.»
Allah yolunda sebil yapýlan atlardan murad, üzerine gâziler binsin de Allah yolunda harp etsin diye vakýf veya vasiyet edilen atlardýr. Bu tafsilât Ýmam-ý Âzam´a göredir. Ýmameyn´e göre atlarda mutlak surette zekât yoktur.
Zahîriyye´de kör hayvanlar hakkýnda iki rivayet nakledilmiþtir. Ýmameyn´e göre bunlarda zekât vâciptir. Nitekim içlerinde kör bulunan hayvanlara zekât vâciptir. Nehir. Bahýr adlý eserde bundan sonraki bâbta kör hayvanlarýn zekâtý verileceði kesinlikle bildirilmiþtir. Öyle anlaþýlýyor ki, bu hayvanlarýn otlamakla yetindikleri tahakkuk ederse zekât lâzým; etmezse lâzým deðildir. Buna delil: «Çünkü onlar sâime deðildir» diye yapýlan ta´lildir.
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:24:02
DEVENÝN NÝSÂBI
METÝN
Devenin nisâbý beþ tir ve 25 Acem veya Arap Devesi´ne kadar bir koyun alýnýr. Bu iki nisabýn arasýndan bir þey alýnmaz. Acem Devesi´ne buhtî derler. Bu deve iki hörgüçlü olup Buhtunassar´a mensuptur. Çünkü Arap develeriyle acem develerini ilk defa birleþtiren Odur. Böyle iki deveden bir yavru doðmuþ; ona buhtî adýný vermiþtir. Yirmi beþ devede iki yaþýna basmýþ bir yavru verilir ki buna binti mahâd derler. Binti mahâd, hâmile yavrusu, demektir. Ona bu ismin verilmesi ekseriyetle anasý baþka bir yavruya gebe olduðu içindir. Otuz altý deveden 45´e kadar bir binti leb´ûn. Bu üç yaþýna basmýþ yavrudur. Binti lebûn, sütlü devenin yavrusu, mânâsýna gelir. Ona bu ismin verilmesi ekseriyetle anasýnýn baþka yavru için sütü geldiðindendir. Kýrk altý deveden 60´a kadar bir hikka verilir. Hikka, dört yaþýna basmýþ yavrudur. Bu yavru, üzerine binilmeyi haketmiþtir. (Hikka denilmesi de bundandýr.) 61 deveden 75´e kadar bir cezea verilir. Cezea, beþ yaþýna basmýþ düvedir. Süt diþlerini attýðý için ona bu isim verilmiþtir. 76 deveden 90´a kadar iki binti lebûn, 91´den 120´ye kadar iki hikka verilir. Rasulullah (s.a.v.) ve Ebubekir (r.a.)ýn mektuplarý bu þekilde dir.
ÝZAH
Musannýf, deveden mutlak olarak bahsetmiþtir. Binaenaleyh deve sözü, erkek ve diþilere þâmildir. Anasý ehlî olmak þartýyla. Velev ki babasý vahþî olsun. Bu kelime, yavrulara da þâmildir. Yalnýz hepsinin yavru olmamasý þarttýr. Nitekim Musannýf bunu söyleyecektir. Küçükler büyüklere tâbidir. Deve tâbiri, kör topal ve hasta olanlarýna da þâmilse de, böyleleri zekât olarak alýnmaz. Keza semiz ve zayýf olanlarýna da þâmildir. Lâkin zayýflýðý miktarýnca bir koyun vermek icabeder. Beyaný, Bahýr´dadýr. Buhtanassar, mürekkep bir özel isimdir. Kâmus´da bu kelimenin buht ve nassar cüzlerinden meydana geldiði, buht oðul, nassar da put mânâsýný ifade ettiði bildirilmiþtir. Bu adam putun yanýnda bulunmuþ; babasý bilinmediði için puta nisbet edilmiþtir. Kudüs´ü harap eden O dur. Koyun tabiri de erkek ve diþisine þâmildir. Bahýr,
Þurunbulâliye´de Hocendî´nin þöyle dediði rivayet olunmuþtur: «Zekâtta koyundan ancak iki yaþýnda veya daha yukarý olanlarý kabul edilir. Altý aylýk kuzudan zekât olmaz. Velev ki kurbanlýk caiz olsun.» Musannýf´ýn binti mahâd diyerek diþi yavru verileceðini kaydetmesi, erkek yavrularýn zekât da ancak kýymet yoluyla verilebileceði içindir. Nitekim gelecektir. Alýnan hayvan orta olacaktýr. Bu da koyunun zekâtý bâbýnda görülecektir. Musannýf binti mahâd ve binti lebûn tabirlerinden, yaþý kasdettiðine iþarette bulunmuþtur. Maksat anasýnýn hâmile veya sütlü olmasý deðildir. Bu kayýtlar, þart deðil, âdete binaen söylemiþtir.
«Bu üç yaþýna basmýþ yavrudur» ifadesinden murad, velev ki bir gün gibi az bir zaman olsun, demektir. Binaenaleyh bu söz Kuhistânî´nin "Binti lebûn iki senelik yavrudur» ifadesine aykýrý deðildir. Bunu Tahtavî söylemiþtir. Umumiyetle kitaplarda Rasulullah (s.a.v.)´in zekât meselesini, Hz. Ebubekir´e yazdýðý bildirilmektedir. Yani yazýlar ona vâsýl olmuþtur. Fetih´de Zuhrî´nin rivayetinden nakledildiðine göre Peygamber (s.a.v.) zekâtý yazmýþ fakat vefatýna kadar onu memurlarýna çýkarmamýþtýr. Onun vefatýndan sonra bunu Ebubekir (r.a.) meydana çýkarmýþ, vefatýna kadarbununla amel etmiþtir. Sonra Hz. Ömer dahi ayný þekilde hareket etmiþtir.
Ben derim ki: Þârih´in bu cümleyi sözün sonuna býrakmayýp burada zikretmesi, rivayetlerin muhtelif olmasýna bakarak meselede ihtilâf edildiði içindir. Rivayetler yüz elli deveden sonraki develerin zekâtý hakkýnda muhteliftir. Nitekim þârih "bize göre" diyerek buna iþaret etmiþtir. Yüz elliden aþaðýsýnda hilâf yoktur. Yalnýz Hz. Ali´den; "Yirmi beþ devede beþ koyun verilir" dediði rivayet olunmuþtur. Sözün tamamý Zeyleî´dedir.
METÝN
Sonra bize göre bu farz yeniden baþlar ve her beþ devede iki hýkka ile beraber bir koyun alýnýr. Sonra her 145 devede bir binti mahâd ile iki hýkka, sonra her 150´de üç hýkka alýnýr. Yüz elliden sonra farz yine yeniden baþlar ve her beþ devede bir koyunla üç hýkka; sonra her 25´te bir binti mahâd ile üç hýkka; sonra 36´da hýkkalarla birlikte bir binti lebûn; sonra 196´dan 200 deveye kadar dört hýkka alýnýr, 200´den sonra ebediyyen 150´den sonraki 50´de olduðu gibi farz yeniden baþlar ve her 50 devede bir hýkka vermek icabeder. Erkek develer ancak diþilerinin kýymeti hesabýyla zekât yerine geçerler. Sýðýr ve koyun bunun hilâfýnadýr. Bunlarda mal sahibi muhayyerdir.
ÝZAH
«Sonra bize göre bu farz yeniden baþlar.» Ýmam Þâfiî ile Ýmam Ahmed, «Develer 120´den bir fazla olurlarsa 130´a kadar üç binti lebûn, 130´da bir hýkka ile iki binti lebûn verilir. Sonra her 40 devede bir binti lebûn ve her 50´de bir hýkka verilir.» demiþlerdir. Ýmam Mâlik´ten iki kavil rivayet olunmuþtur. Bunlarýn biri bizim mezhebimiz gibi, diðeri Þâfiî´nin mezhebi gibidir. Ýsmail.
«Sonra her 145 devede bir binti mahâd ile iki hýkka alýnýr.» En doðrusu buradaki "her" kelimesini anmamaktýr. Tâ ki musannýfýn sözû Mýnah. Dürer ve diðer kitaplarýn ifadelerine uysun. Bir de "her" kelimesi, bu sayý tekrarlanýrsa zekâtýn vücubu da iki defa tekrarlanacaðýný; üç defa tekrarlanýrsa vücubun da üç defa tekrarlanacaðý zannýný vermektedir. Halbuki maksat bu deðildir. Ýki hýkka 120 devede bir binti mahâd ise, onun üzerine geçen 25´te verilir. "Her" kelimesini bundan sonraki cümlelerden de atmak en doðru bir hareket olur.
«Sonra 196´dan 200 deveye kadar dört hýkka alýnýr.» Bunlarýn üçü 150 devede vâcip olur. Dördüncüsü, bunun üzerine geçen 46 deve içindir. Burada ikinci yeni baþlamanýn hükmü sona erer ve cezea vermek icabetmez. Develer 200 olunca sahibi muhayyerdir. isterse her 50 deve karþýlýðýnda bir hýkka vermek suretiyle dört hýkka; dilerse her 40 deveye bir binti lebûn olmak üzere beþ binti lebûn verir. Nitekim Muhit, Mebsût ve Hâniyye´de de böyle denilmiþtir. Ýsmail.
«Yüz elliden sonraki 50´de olduðu gibi farz yeniden baþlar.» Þârih bu kaydý birinci baþlamadan, yani 120´den sonraki yeni baþlamadan ihtiraz için koymuþtur. Çünkü orada binti lebûn vermek icabetmediði gibi dört hýkka vermek de icabetmez. Çünkü bunlarýn nisabý yoktur. 120´nin üzerîne 25 artýnca, develerin hepsinin nisabý 145 olur ki bu nisap iki hýkka ile bir binti mahazýn nisabýdýr. Develer beþ sayý daha artarak 150 olunca üç hýkka vermek icabeder. Dürer.
«Ve her 50 devede bir hýkka vermek icabeder.» Sadrüþþeria ile Dürer´de dahi böyle denilmiþtir. Maksat Nihâye´de olduðu gibi, 50´ye kadar her 46 devede bir hýkka verilir, demektir. Bahýr´da þöyle deniliyor: «Develer 200´ün üzerine beþ koyun artarsa, bunlar için dört hýkka ile bir koyun yahut beþ binti lebûnla bir koyun verilir. On koyun fazla olursa dört hýkka ile iki koyun; 15 koyun fazla olursa dört hýkka ile üç koyun; 20 fazla olursa dört hýkka ile dört koyun verilir. Develer 228 olunca bunlarýn zekâtý 236´ya kadar dört hýkka ile bir binti mahaddýr. 236´dan 246´ya kadar dört hýkka ile bir benti lebûn; 246´dan 250´ye kadar beþ hýkka verilir. Sonra yine böylece yeniden baþlanýr ve 296´dan 300´e kadar altý hýkka verilir ve bu þekilde devam edilir.» «Sýðýr ve koyunda mal sahibi muhayyerdir.» Çünkü bu iki cinste erkekle diþilerin birbiri üzerine üstünlüðü yoktur. T.
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:24:49
SIÐIRIN ZEKÂTI
METÝN
(Sýðýrýn Arapçasý "bakardýr".) Bu kelime, "yarmak" mânâsýna gelen "bakr"dan alýnmýþtýr. Sýðýr yeri yardýðý için ona bu isim verilmiþtir. Nitekim öküze de sevr denilmesi, yeri sürdüðü içindir. Bakarýn müfredi bakaradýr. Sýðýr ve mandanýn nisabý müþterek olmayan 30 sâime (yani kýrda otlamakla geçinen) olmasýdýr. Velev ki anasý ehlî, babasý vahþî olsun: Aksi bunun hilafýna olduðu gibi, yabani sýðýr, yabani koyun ve baþkalarý dahi bunun hilâfýnadýr. Çünkü böyleleri nisaba sayýlmaz. Otuz sýðýrda tam bir yaþýnda bir dana yahut bir yaþýnda bir düve verilir. Kýrk sýðýrda iki yaþýný bitirmiþ bir dana veya düve; 40´tan yukarý olurlarsa hesabýna göre zekâtlarý verilir. Ýmam-ý Âzam´dan zûhir rivayet budur: ondan diðer bir rivayete göre 40´tan yukarý 60´a kadar bir þey verilmez. 60´ta 30´un iki misli verilir. Ýmameyn´in ve Eimme-i Selâse´nin kavilleri budur, fetva da buna göredir. Bunu Bahýr sahibi Yenâbî´den ve Tashi-i Kudûri´den nakletmiþtir. Bundan sonra her 30 sýðýrda bir yaþýnda bir dana ve her 40´ta iki yaþýnda bir düve verilir. Meðer ki her iki cins iç içe girmiþ ola. Nitekim sýðýrlar 120 olunca hal böyledir. Bu takdirde sahibi birer yaþýnda dört dana ile ikiþer yaþýnda üç düve vermek arasýnda muhayyer býrakýlýr ve hüküm böylece devam eder.
ÝZAH
Musannýf´ýn sýðýrý koyundan önce zikretmesi, büyüklükte deveye yakýn olduðu içindir. Hattâ "bedene" tabiri hem deveye hem sýðýra þâmildir. Bahýr. Manda sýðýrýn bir çeþididir. Zekât kurban ve ribada sýðýr gibidir. Sýðýrýn nisabý onunla ikmal edilir. Ýki cinsin zekâtý çok olanýndan alýnýr. Hepsi müsavi iseler en aþaðýnýn üstü ve en yukarýsýnýn altý (yani ortasý) alýnýr. Arap ve Acem develeriyle koyun ve keçide dahi hüküm budur. ibn-i Melek.
«Aksi bunun hilâfýnadýr.» Yani babasý ehlî, anasý vahþî olan sýðýrýn hükmü baþkadýr. Çünkü muteber olan anadýr. Böylesi nisaba dahil olmaz. Zira mülhaktýr. Ama hapsedilmek böyle deðildir. Meselâ yaban eþeði hapsedilerek aramýzdaki eþeklere alýþsa, ehlî eþek hükmüne mülhak olmaz. Onun etini yemek yine helaldir. Bahýr. Sýðýrlarýn sayýsý 30 olunca erkek olsunlar diþi olsunlar, onlar için tam bir yaþýný bitirmiþ bir dana verilir. Mandalarýn hükmüde böyledir. Nitekim Bercendî´de beyan edilmiþtir. Alafla beslenen sýðýr ve mandalara zekât yoktur. Meðer ki ticaret için beslenmiþ olsunlar. Bu takdirde onlar hakkýnda muteber olan, sayý deðil kýymettir. Þârih´in "müþterek olmayan" kaydýný koymasý, hayvanlar iki kiþi arasýnda müþterek olurlarsa, her birinin hissesi nisap miktarýndan az olacaðý için zekât lâzým gelmediðindendir. Velev ki, ortaklýk caiz olsun. Nitekim malýn zekâtý bâbýnda gelecektir. Musannýfýn "30 sýðýrda bir yaþýnda bir dana verilir" diyerek erkek danayý zikretmesi, devede olduðu gibi burada da zekât hâssaten diþilerden alýnacaðý sanýlmasýn diyedir.
«Tam bir yaþýnda» diye kayýtlamasý, baþka âlimlerin «ikiye basmýþ bir dana verilir» sözlerine uygun düþsün diyedir. Zira hayvan seneyi tamamladý mý iki yaþýna basmasý lâzým gelir. Binaenaleyh bu iki nevi ifade arasýnda muhalefet yoktur. Bunu Þeyh Ýsmail söylemiþtir.
«Hesabýna göre zekâtlarý verilir» ifadesinden murad, bunlar affedilmez; bilâkis 60´a kadar hesapedilir, demektir ve 40´tan bir fazla olan sýðýrda iki yaþýndaki bir düvenin onda birinin dörtte biri;.40´tan iki fazla olan sýðýrlarda iki yaþýndaki bir düvenin onda birinin yarýsý verilir. Dürer.
Þârih «Bunu Bahýr sahibi Yenâbî´den ve Tashih-i Kudûrî´den nakletmiþtir.» demiþ; Bahýr sahibi de Ýsbicabî ile Tashîh-i Kudûrî´ye nisbet etmiþtir. Ama Onda Yenâbî´den bahsedilmemiþtir. Nehir´de en doðru kavlin bu olduðu bildirilmiþ Cevâmiu´l-Fýkýh´ta «muhtar olan îmameyn´in kavlidir» denilmiþtir. Yenâbî ve Ýsbicâbî´de dahi «fetva bunun üzerinedir» denilmektedir.
"Bundan sonra her 30 sýðýrda bir yaþýnda bir dana verilir Ýlh..." Yani her on sýðýrda farz olan zekât miktarý deðiþir. Yetmiþ sýðýrda bir yaþýnda bir dana ile iki yaþýnda bir düve; 80´de ikiþer yaþýnda iki düve, 90´da birer yaþýnda üç dana, 100´de iki dana ile bir düve verilir. 30´larda 40´larda hesap, ulemanýn söylediklerine göre yapýlýr. Bunu Kuhistânî den naklen Tahtâvî söylemiþtir. Her iki cinsin iç içe girmesinden murad, bir yaþýndaki danalarla iki yaþýndaki düvelerdir. Sayýya göre zekâtý hem danalardan hem düvelerden vermek sahih olursa, bunlar iç içe girmiþ sayýlýr. T.
«Ve hüküm böylece devam eder» de 240 sýðýrda birer yaþýnda sekiz dana yahut ikiþer yaþýnda altý düve yerilir.
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:30:47
KOYUNUN ZEKÂTI
METÝN
Koyunun Arapçasý "ganem" olup ganîmetten müþtaktýr. Çünkü koyunun kendisini müdafaa edecek aleti yoktur. Bu sebeple o, her isteyen için bir ganîmettir. Koyun ve keçinin nisabý kýrk dýr. Zira nisabý tamamlamakta kurban ve ribada koyunla keçi müsavidir. Ama vâcip olaný eda etmekte ve yeminlerde birbirine müsavi deðildirler. Kýrk koyunda zekât olarak bir koyun verilir; bu erkek ve diþilere þâmildir. 121 koyunda iki, 201´de üç, 400´de dört koyun verilir. Her iki nisap arasý affedilmiþtir. Koyun sayýsý 400´ü bulduktan sonra nihayetsiz olarak her 100 koyunda bir koyun verilir. Koyunun zekâtý için koyun ve keçiden bir seniy alýnýr. Seniy bir yaþýný tamamlayan kuzu veya oðlaktýr. Ceza´ alýnmaz, o ancak kýymeti hesabýyla alýnýr. Zahire göre ceza´ senenin ekserisini geçirmiþ fakat henüz doldurmamýþ olan kuzu ve oðlaktýr. Ýmam-ý Âzam´dan bir rivayete göre koyundan bir ceza´ vermek caizdir. Ýmameyn´in kavli de budur. Delil bu kavli tercih ettirmektir.,Bunu Kemal söylemiþtir. Sýðýrdan seniy iki senelik erkek dana; deveden seniy beþ senelik danadýr. Sýðýrdan ceza´ bir senelik dana, deveden ceza´ ise dört senelik danadýr.
ÝZAH
"Ganem" kelimesi, koyun mânâsýna bir cins ismidir. Ayný kelimeden müfredi yoktur. Müfredi için Araplar þât kelimesini kullanýrlar. Kâmus´da, «Þat, erkek olsun, diþi olsun ganem kelimesinin müfredidir. Koyundan, keçiden, geyikten, sýðýrdan, deveden, yaban eþeðinden ve kadýndan olur; cem´i þâ´, þiyâh ve þivâh gelir.» denilmiþtir. Sibeveyh´in sahih olan mezhebine göre koyunla keçi kelimeleri birer cins isim olup aza, çoða, erkeðe,´ diþiye þâmildirler. Koyun yapaðýlý, keçi ise kýllý hayvanlardandýr. Kuhistânî. T.
Koyunun boynuzunun bulunmasý, «müdafaa aleti yoktur» sözüne aykýrý deðildir. Çünkü boynuzu müdafaa için iþe yaramaz. T. Koyunlarýn sayýsý nisabý doldurmaz da, nisabý dolduracak kadar keçisi bulunursa, yahut bunun aksi olursa, zekât vermesi icap eder. Keza keçinin nisabý tam olursa yine zekât vermesi icap eder. Kurbanlýk, her iki cinsten caizdir; ancak cezea´dan kurban olur ise de zekât için aldýðý cezaa´da, aþaðýda gelecek hilâf vardýr. Riba meselesinde dahi koyunla keçi müsavidirler. Binaenaleyh biri fazla olmak þartýyla keçi etini verip koyun etini almak caiz deðildir. Ama vâcibi eda hususunda birbirlerine müsavi olamazlar; çünkü nisap koyundansa zekât koyun olarak alýndýðý gibi, keçidense keçiden alýnýr. Nisap ikisinin mecmûundan ise zekât çok olandan alýnýr. Her ikisi müsavi iseler hangisinden dilerse ondan verir. Cevhere. Yani en iyisinin aþaðýsýndakini yahut en kötüsünün üstündekini verir. Nitekim geçen bâbda izah etmiþtik. Koyunla keçi yeminlerde de birbirlerine müsavi deðildirler. Çünkü bir kimse koyun eti yemeyeceðine yemin eder de keçi eti yerse yemini bozulmaz. Çünkü örf vardýr. H. Yani örf de koyun baþka keçi baþkadýr.
«Her iki nisabýn arasý affedilmiþtir.» Mesela 40´tan fazla olan koyunlar 120´ye ulaþmadýkça zekâtlarý verilmez. Yalnýz bunun için, koyunlarýn bir kiþinin malý olmasý þarttýr. Üç kiþinin arasýnda ortak olurlarsa, her birinin birer koyun vermesi icabeder. Bahýr´da þöyle denilmektedir: «Koyunlar birkiþinin olursa, zekât memurunun onlarý 40´ar 40´ar ayýrarak üç koyun almaya hakký yoktur. Zira sahipleri bir olduðuna göre koyunlarýn hepsi bir nisap teþkil eder. Ýki kiþinin ortak olarak 40 koyunu bulunsa ikisinin de zekât vermesi lâzým gelmez. Zekât memurunun koyunlarý bir araya toplayarak nisap yapmaya ve zekât almaya hakký, yoktur. Çünkü her ikisinin mülkü nisaptan eksiktir.»
Seniy, bir seneyi tamamlayýp ikinci seneye basan koyun ve keçi yavrusudur. Hidâye ve diðer fýkýh kitaplarýnda böyle denilmiþtir. Sýhâh, Muðrib ve diðer lügat kitaplarýnda ise, koyundan seniyyin, üçüncü seneye basan toklu olduðu bildirilmiþtir. Bercendî´de de böyle denilmiþtir. Onun için Zeyleî, «Bu, fukahanýn tefsirine göredir. Lügat ulemasýna göre ise seniy üç yaþýna basan tokludur» demiþtir. Ýsmail.
Cezaa´, senenin yarýsýný geçmiþ fakat henüz doldurmamýþ koyun ve keçi yavrusudur. Hidâye, Kâfi ve Dürer´de böyle denilmiþtir. Bazýlarý sekiz aylýk, diðer bazýlarý yedi aylýk yavru mânâsýna geldiðini söylemiþlerdir. Aktâ´ýn beyanýna göre fukaha altý ayýný tamamlayan yavruya cezea´ derler. Bahýr sahibi: «Zâhir olan da budur» demiþtir. Ýmam-ý Azam´dan bir rivayete göre koyunun ceza´ýndan zekât vermek caizdir. Keçinin ceza´ýndan ise bilittifak caiz deðildir. Keçiden ancak seniy alýnýr. Bunu Hâniyye´den naklen Bahýr sahibi kaydetmiþtir. Kemal´in söylediðini Nehir sahibi tasdik etmiþ; lâkin, Bahýr sahibi ile baþkalarý zâhir rivayeti kesinlikle benimsemiþlerdir. El-Ýhtiyâr adlý eserde, «Sahih olan kavil budur» denilmektedir. Zâhire bakýlýrsa fukahaya göre koyunla keçinin ceza´ý arasýnda fark yoktur.
METÝN
Ýmameyn´e göre kýrda otlamakla yetinen atlara zekât yoktur. Fetva buna göredir. Hâniyye ve diðer kitaplarda böyle denilmiþtir. Sonra acaba Ýmam-ý Âzam´a göre atlarýn muayyen bir nisabý var mýdýr? Esah kavle göre yoktur. Çünkü nisap takdirine dair bir nakil bulunmamýþtýr. Kýrda otlamakla yetinen ve ticaret için olmayan katýr ve eþeklerde bilittifâk zekât yoktur. Ticaret için olurlarsa zekât lâzým geleceðinde ise söz yoktur. Zira eþyadan sayýlýrlar. Çalýþan atlarda ve ticaret için olmadýkça alafla beslenenlerde dahi zekât yoktur. Bir yaþýný doldurmamýþ kuzularda, buzaðý ve deve yavrularýnda zekât yoktur. Bu meselenin sureti, büyükler ölerek, senenin, yavrularýn üzerine tamam olmasýdýr. Küçükler ancak büyüklere tâbi olarak zekâta dahil olurlar, velev ki büyük bir tane olsun. Bu büyük nâkýs bile olsa onu vermek vâcip olur. Ýyi olursa ortasýný vermek lâzým gelir. Büyük hayvanýn helâk olmasý zekâtý ýskat eder. Farz yerine geçen hayvan birkaç olursa, yalnýz büyük hayvanlarý vermek vâcip olur; küçüklerden nisap tamamlanmaz. Ýmam Ebû Yusuf buna muhaliftir.
ÝZAH
Ýmameyn´e göre atlara zekât yoktur. Delilleri, Kütüb´ü-Sitte´deki þu hadistir: «Müslümana, kölesi ile atý için zekât yoktur.» Müslim´in bir rivayetinde, «Ancak sadakayý fýtýr vardýr» ziyadesi mevcuttur. Ýmam-ý Âzam´a göre atlar, üretip çoðaltmak için olur da, diþi ve erkek karýþýk bulunurlarsa, üzerlerinden sene geçtiði takdirde zekât vâcip olur. Þu kadar var ki bu hayvanlar Arap atý iseler, sahipleri her at için bir dinar (altýn) vermekle hayvana kýymet biçerek her ikiyüz dirhem için beþ dirhem gümüþ vermek arasýnda muhayyer býrakýlýr. Hayvanlar Arap atý deðillerse, muhayyer olmayýp yalnýz kýymet biçer. Atlar yalnýz erkek veya diþilerden ibaret olursa, bu hususta Ýmam-ý Âzam´dan iki rivayet vardýr: Bunlarýn meþhur olanýna göre zekât vâcip deðildir. Muhit´de böyle denilmiþtir. Fetih´te ise: «Muhtar kavle göre erkeklerde zekât yok, diþilerde vardýr.» denilmiþtir. Atlar yük taþýmak ve üzerine binmek için olur yahut alafla beslenirlerse zekât lâzým gelmediðinde ve hükümdarýn zekâtý zorla alamayacaðý hususunda imamlarýmýz ittifak etmiþlerdir. Nehir.
Fetva Ýmameyn´in kavline göredir. Bu hususta Tahâvi, «Bizce iki kavlin en güzeli budur» demiþ. Kadý Ebû Zeyd Esrar adlý eserinde bunu tercih etmiþtir. Yenâbî´de «Fetva buna göredir» denildiði gibi; Cevahir´de dahi «Fetva Ýmameyn´in kavline göredir» denilmiþtir. Kâfî´de «Fetva için muhtar olan bu kavildir» denilmiþ; Zeylei ona tâbi olduðu gibi; Hulâsa´ya tebean Bezzâzi dahi ona uymuþtur. Hâniyye´de, «Fetvanýn Ýmameyn´in kavline göre olduðu söylenir. Bu, Allâme Kâsým´ýn tashihidir.» denilmekte dir.
Ben derim ki: Kenz sahibi dahi kesinlikle buna kaildir. Lâkin Fethu´l-Kadir´de Ýmam-ý Âzam´ýn kavli tercih edilmiþ; Ýmameyn´in yukarýda geçen delillerine, «Bu hadisten murad, askerin atýdýr» denilmiþtir. Fetih sahibi bu meseleyi söz götürmez þekilde tahkik etmiþ; Ýmam-ý Âzam için açýk deliller getirmiþtir. Onun için Fetih sahibinin tilmizi AIIâme Kasým; «Tuhfe adlý eserde sahih kavil Ýmam-ý Âzam´ýn kavlidir, denildiði gibi; bunu îmam Sarahsî Mebsut´unda, Kudûrî Tecrid´de tercih etmiþlerdir» demiþ ve Hazreti Ýmamýn deliline yapýlacak itiraza cevap vermiþtir. Ýmam-ý Âzam´ýn kavlini Bedâyi´ sahibi de tercih etmiþ: Hidâye sahibi ise: «Bu kavil Tecrid´de, Mebsut´ta ve þeyhimizin þerhinde þehadet edildiðine göre huccet itibarýyla daha kuvvetlidir» demiþtir.
«Esah kavle göre yoktur.» Bazýlarý; «nisap üç attýr, diðer bazýlarý beþ attýr» demiþlerdir. Kuhistânî.
«Ticaret için olmayan» kaydý, her üç cinse, yani at, eþek ve katýrlara þâmildir. Çalýþan atlardan murad, tarla sürmek, çiftlik iþlerinde kullanmak, su taþýmak gibi hususlarda çalýþtýrýlanlardýr. Dürer´de bunlara yük atlarý da katýlmýþtýr. Bunlardan murad, sýrtlarýnda yük taþýnan atlardýr. Musannýf herhalde çalýþan atlarýn yük taþýyanlara da þâmil olmasýna bakarak, bunlarý ayrýca zikretmemiþtir. Alafla beslenenler hakkýnda Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Kýnye´den naklen beyan etmiþtik ki bir kimsenin çalýþan develeri olur da onlarla senede dört ay çalýþýr, kalanýnda merada otlatýrsa, bu hayvanlara zekât düþmemek gerekir.» Þârih´in alafla beslenenleri Ticaret için olmamakla» kayýtlamasý, çalýþan hayvanlara ticaret niyetiyle beslense bile zekât düþmediði içindir. Nitekim Nehir´de böyle beyan edilmiþtir. Yani bu hayvanlar haceti asliyye ile meþguldürler.
«Bu meselenin sureti» þudur: Bir kimsenin kýrda otlayan büyük baþ hayvanlarý bulunur ve nisap teþkil ederlerse, üzerlerinden meselâ altý ay geçtikten sonra yavru doðururlar da ölürlerse, bu suretle sene yavrularýn üzerine tamam oldukta, Ýmam-ý Azam´la Ýmam Muhammed´e göre bunlara zekât yoktur. Ebû Yusuf´a göre ise, onlardan birini vermek icabeder. Nisaptan murad, deveden 25, sýðýrdan 30, koyundan 40 baþ olmaktýr. 25 deveden aþaðýsýnda bilittifak zekat yoktur. Meselenintamamý Ýhtiyar adlý kitaptadýr. Kuhistânî´de Tuhfe´den naklen, «Sahih olan kavil Ýmam-ý Âzam´ la Ýmam Muhammed´in kavlidir» denilmiþtir.
«Bu büyük nâkýs bile olsa onu vermek vâcip olur» ifadesinin yerine bazý nüshalarda «Bu bir hayvan iyi olmadýkça kendini vermek icabeder, iyi olursa orta bir hayvan vermek lâzým gelir.» denilmiþtir ki bu daha güzeldir.
«Büyük hayvanýn helâk olmasý zekâtý ýskat eder.» Yani sene dolduktan sonra büyük hayvan helâk olursa Tarafeyn´e göre zekât düþer. Ebû Yusuf´a göre 40´tan kalan 39 cüz´e zekât lâzýmdýr. Ýki kuzu ölür de büyüðü kalýrsa 40 cüzden bir cüz alýnýr. Bedâyi.
Farz yerine gecen hayvanýn birkaç olmasý þöyledir: Bir kimsenin iki tane ikiþer yaþýnda danasý ve 119 buzaðýsý bulunursa, bütün ulemanýn kavline göre ikiþer yaþýndaki hayvanlarý vermek vâcip olur; ama bir tane iki senelik düvesi ve 120 buzaðýsý bulunursa, Tarafeyn´e göre bir tane iki senelik düve vermek icabeder. Ebû Yusuf onunla beraber bir de buzaðý verileceðini söylemiþtir: Þu izaha göre o kimsenin 59 buzaðýsý ve bir yaþýný doldurmuþ bir danasý bulunursa, ayný hilafa göre halledilir. Bunu Gâyetü´l Beyan´dan naklen Nehir sahibi söylemiþtir.
METÝN
Affedilen miktarda zekât yoktur. Af miktarý, bütün mallarda nisaplarýn arasýdýr. Ýmameyn, bunu yalnýz kýrda otlayan hayvanlara tahsis etmiþlerdir. Zekât farz olduktan ve memuruna vermekten imtina ettikten sonra helâk olursa, esah kavle göre o malýn zekâtý vâcip deðildir. Çünkü zekât zimmete deðil aynýn kendisine tealluk eder. Malýn bir kýsmý helak olursa, o kýsmýn zekâtý sakýt olur ve helâk olan kýsým evvela af ve sonra gelecek nisaplara sýra ile hesabedilir. Sene geçtikten sonra helâk edilen mal bunun hilâfýnadýr. Çünkü bunda tecavüz vardýr.
ÝZAH
Ýmam-ý Âzam´la Ebû Yusuf´a göre af miktarýnda zekât yoktur. Çünkü farz miktarý nisapdadýr, afda deðildir. Ýmam Muhammed´le Züfer´e göre ise farz her ikisindedir. Bu hilâfýn eseri þurada kendini gösterir: Bir kimsenin dokuz devesi bulunur da sene geçtikten sonra dördü ölürse, birinci kavle göre zekâttan bir þey sâkýt olmaz. Ýkinciye göre bir koyunun dokuzda dördü miktarý sâkýt olur. Keza o kimsenin 120 koyunu olur da, bunlardan 80´i ölürse, ikinci kavle göre bu koyunlardan bir koyunun üçte ikisi miktarýnda zekât sâkýt olur. Meselenin tamamý Zeyleî´dedir. Ýmameyn af miktarýný yalnýz kýrda otlamakla geçinen hayvanlara tahsis etmiþlerdir. Onlara göre paralarda af yoktur. 200 dirhemden fazla olan parada, fazlalýðýn hesabýna göre zekât farzdýr. Ýmam-ý Âzam´a göre ise ziyade 40 dirhemi bulmadýkça af sayýlýr. Kýrk dirhem olunca bir dirhem daha vermek icabeder. Nitekim gelecektir.
Zekât farz olduktan sonra mal helâk olursa, helâk olan malýn nisabýnda zekât vermek vâcip olmaz; zekât sâkýt olur. Sahih kavle göre velev ki zekât memuru istedikten sonra vermeyip helâk olsun. Fetih´te beyan edildiðine göre fýkha en münasip olan kavil budur. Çünkü zekât sahibinin, malýn aynýný veya kýymetini vermek hususunda reyi muteberdir. Bu ise zaman ister.
«Ayn´ýn kendisine taalluk eder.» Çünkü farz olan miktar nisabýn bir cüz´üdür. Zekâtýn mahalli olan nisap helâk olunca, vâcip de sâkýt olur.
«Helâk olan kýsým evvela afva ilh... hesap edilir.»
Ben derim ki: Yani bir kimsenin elinde meselâ üç nisabý dolduran ve biraz artan mal bulunursa, bu malýn bir kýsmý helâk olduðu takdirde, helâk olan kýsým evvela afva hesap edilir. Þayet helâk olan miktar af miktarýysa o kimsenin zekât borcu tam üç nisapda kalýr. Helâk olan miktar af miktarýndan fazla ise, bundan sonraki nisaba yani üçüncü nisaba hesap edilir ve o kimse iki nisabýn zekâtýný verir. Helâk olan miktar üçüncü nisaptan fazla ise, fazlasý ikinci nisaba hesap edilir. Böylece birinci nisapta iþ sona erinceye kadar devam eder.
Yukarýdaki izahlarýn muktezasý þudur: Nisap eksildi mi onun hissesi zekâttan düþer. Kalan maldan, miktarýnca zekâtýný verir. Sonra bu kavil Ýmam-ý Âzam´ýndýr. Ebû Yusuf´a göre helâk olan miktar birinci afvdan sonra þâyi bir þekilde diðer nisaplara hesap edilir. Ýmam Muhammed´e göre ise hem afva hem nisaplara hesabedilir. Zira yukarýda geçtiði vecihle Ona göre zekât hem afva hem nisaba taalluk eder. Mültekâ´da ve Þârih´in Mültekâ þerhi´nde þöyle denilmektedir: «Sene dolduktan sonra seksen koyunun kýrký helâk olsa, Ýmam-ý Âzam´la Ebû Yusuf´a göre tam bir koyun zekât vermesi icabeder. Ýmam Muhammed´e göre ise yarým koyun vermesi lâzým gelir. Kýrk deveden 15´i helâk olsa, bir binti mahad vermek icabeder. Zira yukarýda gördük ki Ýmam-ý Âzam helâk olan miktarý evvela afva sonra onun arkasýndan gelen nisaba; sonra onun arkasýndan gelene hesap etmektedir. Ýmam Ebû Yusuf´a göre ise bir binti mahadýn 36 cüzünden 25 cüz verilir. Çünkü yukarýda görüldüðü üzere Ebû Yusuf birinci afvdan sonra helâký nisaplara hesap etmektedir. Ýmam Muhammed´e göre ise üç yaþýna basmýþ bir binti lebûn ile, onun sekizde birini vermesi icabeder. Çünkü gördük ki ona göre zekât hem nisâba hem afva taallûk eder. Bahýr´da Ýmam Ebû Yusuf dan nakledilen zâhir rivayetin, Ýmam-ý Azam´ýn kavli gibi olduðu bildirilmiþtir.
«Sene geçtikten sonra istihlâk edilen mal bunun hilâfýnadýr.» Sene geçmeden istihlâk ederse þartý bulunmadýðý için zekât da yoktur. Bir kimse bunu zekât vermek lâzým gelmesin diye yaparsa, meselâ otlak hayvanlarýnýn nisabýný baþkalarýyla deðiþtirir, yahut o malý mülkünden çýkarýr da sonra tekrar alýrsa, Ýmam Ebû Yusuf bunun mekruh olmadýðýný söylemiþtir. Çünkü bu, zekâtýn farz olmasýndan kaçýnmaktýr. Baþkasýnýn hakkýný iptal deðildir. Muhit adlý eserde «Esah kavil budur» denilmiþtir. imam Muhammed´e göre bu mekruhtur. Hamîdüddin Darir bu kavli ihtiyar etmiþtir. Çünkü zekâtýn vâcip olmasýndan kaçýnmakta, fukaraya zarar ve gelecekte onlarýn hakkýný iptal vardýr. Þuf´a vâcip olmadan önce onu defetmek için çare aramak hususundaki hilâf da böyledir. Bazýlarý þuf´a meselesinde fetvanýn Ebû Yusuf kavline göre, zekâtda ise Ýmam Muhammed´in kavline göre olduðunu söylemiþlerdir. Bu tafsilât güzeldir. Dürerü´l-Bihar Þerhi.
Ben derim ki: Musannýf Þuf´a bahsinde bu tafsilâta göre hareket etmiþ, Þârih bu sözü orada Cevhere´ye nisbet ederek kabullenmiþ, «Hac ve secde âyeti de zekât gibidir» demiþtir.
METÝN
Hayvaný ölünceye kadar alaf ve sudan mahrum etmek dahi istihlâk sayýlýr. Binaenaleyh öder. Bedâyi. ödünç ve emanet verdikten sonra malýn helâk olmasý ve ticaret malýný baþka bir ticaret malýyla deðiþtirmek de helâk sayýlýr. Ticaret malýndan baþka bir malla ve otlak hayvanýný otlak hayvanýyla deðiþtirmek istihlâktýr.
ÝZAH
Hayvaný aç susuz býrakarak ölümüne sebep olmak, istihlak sayýlýr.
Bu hususta Nehir sahibi þunlarý söylemiþtir: «Ýki kavilden biri budur. Buna göre hayvan helâk olursa öder. Ýkinci kavle göre ödemez. Çünkü bunu emanet hayvanda yapmýþ olsaydý ödemezdi. Burada da öyledir. Ama benim kalbime yatan birinci kavli tercih etmektir. Sonra gördüm ki Bedâyi´de bu kavil kesinlikle tercih edilmiþ; baþka kavil zikredilmemiþtir.»
Ben derim ki: Ýstihlâkýn bir nev´i de bir kimsenin zengin olan borçlusunu ibrâ etmesidir. Fakir borçluyu ibrâ bunun hilâfýnadýr, Nitekim onuncu bâbdan az önce gelecektir.
Ödünç meselesine gelince: Bu hususta Fetih´te þöyle denilmektedir:
«Sene geçtikten sonra nisap miktarý dirhemleri ödünç vermek istihlâk deðildir. Mal, ödünç alanýn elinde helâk olursa zekâtý vâcip olmaz. Ticaret elbisesini emanet vermek de bunun gibidir.» Buradaki helaktan murad, alan inkâr edip, isbat için beyyine bulunmamak; yahut ödünç alan ölüp tereke býrakmamaktýr. Bir kimse ticaret malýný baþka bir ticaret malýyla deðiþtirir de sonra "bedel mal" helâk olursa zekât lâzým gelmez. Çünkü bu istihlâk deðildir. Gerçi Nehir sahibinin buna helâk dediði söylenmiþse de ben Nehir´de böyle bir þey görmedim. Gerek Nehir´de gerekse baþka kitaplarda açýkça ifade edilen tâbir, «Bu istihlâk deðildir» þeklindedir. Bundan, o malýn helâk olmasý lâzým gelmez.
Bedâyi´de þöyle deniliyor: «Ticaret malýnýn üzerinden sene geçer de, o malý altýn, gümüþ veya ticaret eþyasýyla ve kýymetinin misliyle mülkünden çýkarýrsa zekât ödemez. Çünkü farz olan zekâtý itlâf etmemiþ; sadece onu yerinden baþka bir yere nakletmiþtir. Çünkü ticaret malýnda muteber olan mânâdýr ki o da þekil deðil maliyettir. Þu halde ilk mal manen mevcuttur. O mevcut olduðu için vâcip de bâkidir. Vâcip, o malýn helâkýyla sâkýt olur. Malý satar da azýcýk iltimas yaparsa hüküm yine böyledir. Zira bu kadarcýðýndan korunmak mümkün deðildir. Binaenaleyh af sayýlýr. Fakat halkýn aldanmayacaðý þekilde iltimasta bulunursa, yaptýðý iltimasýn zekatý kadarýný öder. Kalan malýn zekâtý malýn aynýna intikal eder. Mal mevcutsa zekât lâzým gelir. helâk olursa zekât da düþer.» Sene geçmeden malý deðiþtirmek dahi böyledir.
Yine Bedâyi´de bu hususta þöyle denilmektedir: «Eþyadan ibaret olan ticaret malýný sene tamam olmadan baþka ticaret malýyla deðiþtirirse, senenin hükmü bâtýl olmaz. Bu malý, kendi cinsiyle veya baþka cinsle deðiþmesi bilittifak müsâvidir. Çünkü zekâtýnýn farz olmasý malýn mânâsýna baðlýdýr. Bu da maliyet ve kýymet olup mevcuttur. Keza altýn veya gümüþ paralarý kendi cinsleriyle veya baþka cinslerle satarsa hüküm yine böyledir.»
Ýmam Þâfiî, «Senenin hükmü ortadan kalkar» demiþtir. Onun kavline kýyasen sarraflarýn malýndazekât vâcip olmamak gerekir. Bizim delilimiz söylediðimiz gibi, dirhemlerde vücûbun ayna deðil mânâya taalluk etmesidir. Malý deðiþtirdikten sonra dahi mânâ mevcuttur. Þu halde senenin hükmü bâtýl olmaz.
Ticaret malýný ticaret için olmayan baþka bir malla deðiþtirmek istihlâk sayýlýr. Binaenaleyh zekâtýný öder. Nehir sahibi diyor ki: «Bu, Fetih´te, "þayet deðiþtirirken bedelde ticaret yapmaya niyet ettiyse" diye kayýtlanmýþ; "niyet etmediyse bedel ticaret için olur." denilmiþtir.»
Ben derim ki: Yani bedel ticaret için olunca, bu deðiþtirme istihlâk sayýlmaz. Binaenaleyh sene tamam olmuþsa aslýn zekâtýný ödemez. Sene tamam olmamýþsa hükmü ortadan kalkmaz, sadece vücup bedele inkýlâp eder ve bedel mevcutsa vücup bâkidir. Helâk olmuþsa vücup da sâkýttýr. Nitekim bunu açýk olarak Bedâyi´den naklettik. Gerçi «Bu deðiþtirme ile bedelin zekâtý vâcip olmaz; onun için yeniden bir sene hesap edilir» diyenler olmuþsa da bu söz açýk bir hatadýr.
T E M B Ý H : Þârih´in «Ticaret malýndan baþka bir malla» sözü, hiç mal sayýlmayan bir bedelle deðiþtirmeye de þâmildir. Meselâ o mala karþýlýk bir kadýnla evlenir yahut kasten öldürdüðü kimsenin kýsasýndan sulh olur, veya kadýn bununla hul´ olursa, bu suretlerde bedel mal deðildir. Þârih´in sözü, bedel mal olup, zekât malý olamayan hale de þâmildir. Meselâ o malý hizmet için kullanýlan köle veya her gün giyilen elbise mukabilinde satmasý, onunla bir "ayýn"ý kiralamasý bu kabildendir. Bu suretlerin hepsinde zekâtý öder. Çünkü yaptýðý iþ istihtâktýr. Keza ticaret malýný otlak hayvanlarýyla satar da, hayvanlarý otlak hayvaný olarak býrakmasýný þart koþarsa hüküm yine budur. Zira vâcip deðiþmiþtir. Yaptýðý iþ istihlâktýr. Meselenin tamamý Bedâyi´dedir.
T E T Ý M M E: Paralarýn hükmü, ticaret malý gibidir. Fetih´te beyan edildiðine göre, bir kimsenin üzerinden sene geçmiþ bin lirasý bulunur da onlarla ticaret için bir köle satýn alýr ve köle ölürse yahut ticaret için eþya satýn alýr da bu eþya helak olursa, bin liranýn zekâtý düþer. Ama köle hizmet için alýnýrsa onun ölmesiyle zekât sâkýt olmaz. Tamamý Fetih´tedir.
«Otlak hayvanýný otlak hayvanýyla deðiþtirmek istihlâktýr.» Þârih burada sadece «otlak hayvanýný deðiþtirmek» dese daha iyi olurdu ve otlak hayvanýndan baþka bir malla deðiþtirmeye de þümullü olurdu. Fethu´lKadir´de þöyle denilmiþtir: «Otlak hayvanýný deðiþtirmek mutlak surette Ýstihlaktýr. Ýster kendi cinsinden ister baþka cinsten otlak hayvanýyla veya otlakta barýnmayan hayvanla deðiþtirsin. Karþýlýðýnda dirhem veya ticaret eþyasý alsýn fark etmez. Çünkü zekât evvelâ ve bizzat ayýna taalluk etmiþ, sonra deðiþmiþtir. Bedel olan otlak hayvaný helâk olunca zekât vâciptir. þüphesiz bu, o hayvaný üzerinden sene geçtikten sonra deðiþtirdiðine göredir. Sene geçmeden satarsa zekât vâcip olmaz. Hattâ bedelde zekât ancak üzerinden yeni bir sene geçtikten sonra vâcip olur. Yahut elinde dirhemleri bulunur da bunlarý evvelden altýn veya gümüþ mukabilinde satmýþ olur.» Yani o zaman sattýðýnýn kýymetîni elindeki dirhemlere katar ve birlikte zekâtýný verir; yeni bir sene beklemeye lüzum kalmaz. Keza otlak hayvanlarýný otlak hayvanýyla satar da elinde baþka otlak hayvaný bulunursa, aldýklarýný elindekilere katar. Nitekim bunu otlak hayvanlarý faslýnda Cevhere´den naklen arz ettik.
METÝN
Zekât da kýymeti vermek caiz olduðu gibi öþür, haraç, fitre, adak ve köle azadýndan baþka kefarette de kýymeti vermek caizdir. imam-ý Âzam´a göre zekâtýn, farz olduðu gün geçen kýymeti, muteberdir. Ýmameyn, ödendiði gündeki kýymetinin itibara alýnacaðýný söylemiþlerdir. Otlak hayvanlarýnda bilittifak verildiði gündeki kýymeti itibara alýnýr. Esah olan kavil budur. Kýymet, malýn bulunduðu beldede biçilir. Mal ovada bulunursa ona en yakýn þehirdeki kýymet itibara alýnýr. Fetih.
ÝZAH
Zekâtý verilecek malýn kendisi elde olsa bile kýymetini vermek caizdir. Mi´râc. Dört orta koyun yerine üç semiz koyun, yahut bir binti mahad yerine binti lebûnun bir kýsmýný vermek caizdir. Meselenin tamamý Fetih´tedir. Sonra bu cevaz, misli olmamakla kayýtlýdýr. Binaenaleyh tartý veya ölçekle satýlan malýn nisabýnda kýymet muteber deðildir. Beþ ölçek kötü buðdayýn yerine, dört ölçek iyi buðday veya beþ tane bozuk dirhemin yerine dört geçer dirhem vermek Üç Ýmamý´mýza göre caiz deðildir. Ýmam Züfer buna muhaliftir.
Üç Ýmamýmýza göre, beþ kötünün yerine verilen dört iyi, kendi cinsinden olmak þartýyla ancak dördü karþýlar. Bir ölçek veya bir dirhem hakkýnda sahibi verecekli kalýr. Mal cinsi cinsine verilmezse, muteber olan kýymettir. Bu hususta ulemamýz müttefiktirler. Sonra Ýmam Muhammed´e göre muteber olan, miktarla kýymetin fakire hangisi daha faydalýysa onu vermektir. Þeyhayn´a göre muteber olan miktardýr. Beþ ölçek iyi buðday yerine beþ ölçek kötü buðday verirse, Ýmam Muhammed´e göre vâcip olanýnýn kýymetini tam olarak vermedikçe caiz olamaz, Þeyhayn´a göre caizdir. Bu hüküm mal iyi olup onun cinsinden kötü maldan zekât verdiðine göredir. Zekâtý o malýn cinsinden vermezse, muteber olan bilittifak kýymettir. Beþ ölçek kötü buðday yerine beþ ölçek iyi buðday verirse bilittifak caizdir. Yalnýz mesele muhtelif þekillerde tesbit edilmiþtir. Tamamý Dürerü´l-Bihâr ve Mecmâ Þerhleri´ndedir.
Musannýf´ýn «Zekâtta, öþür, haraç, fitre ve nezirde ilh... malýn kýymetini vermek caizdir.» diye birer birer kaydetmesi, kurbanlýk ve hediyelerde, köle azadýnda kýymetini vermek caiz olmadýðý içindir. Çünkü kurbanda maksat kanýn akýtýlmasý, köle azadýnda ise köleliðin kaldýrýlmasýdýr. Bu gibi þeyler kýymetle olmaz. Bunu Gayetü´l-Beyan´dan naklen Bahýr sahibi söylemiþ, sonra þöyle devam etmiþtir: «Þüphesiz bu hüküm nahir günlerinin devam etmesiyle kayýtlýdýr; o günler geçtikten sonra kurbanýn kýymetini vermek caizdir. Nitekim kurban bahsinde görülecektir. Adak meselesî þöyle tasavvur olunur: Bir kimse elindeki altýný sadaka vermeyi adar da o kýymette gümüþ verirse yahut þu ekmeði sadaka vereceðim diye adar da kýymetini verirse bize göre caiz olur.» Fethu´l-Kadir´de böyle denilmiþtir. Yine ayný kitapta beyan edildiðine göre bir kimse iki koyun hediye etmeyi, yahut orta kýymette iki köle azat etmeyi adar da bir koyun hediye eder, yahut iki orta köle kýymetinde bir köle azat ederse caiz olmaz. Çünkü Allah´a kurbet, kan akýtmakta ve köleyi hürriyetine kavuþturmaktadýr. Halbuki bu adam iki kan akýtmakta iki hürriyete kavuþturmayý üzerine almýþtý. Binaenaleyh bunlardan birini yapmakla sözünü yerine getirmiþ olamaz. Ýki ortakoyun tasadduk etmeyi adayýp da ikisinin kýymetinde bir koyun tasadduk etmek bunun hilâfýnadýr ve caizdir. Zira maksat fakiri dilenmekten müstaðni kýlmaktýr. Kurbet bununla elde edilir. Bu ise kýymetle de olur. Bir ölçek kötü hurma tasadduk etmeyi adar da, onun kýymetine denk gelen yarým ölçek iyi hurma verirse caiz olmaz; çünkü güzellik vasfýnýn burada kýymeti yoktur. Hurma ribâ mallarýndan dýr. Bir de cinsi cinsine tekabül etmektedir. Bu iþ baþka bir cinste yapýlmýþ olsa caiz olur.
«Köle azadýndan baþka kefarette de kýymeti vermek caizdir.» Musannýf´ýn «köle azadýndan baþka» diyerek yaptýðý istisnayý Hidâye, Kenz, Tebyîn ve Kâfî gibi kitaplar zikretmemiþlerdir. Arzettiðimiz gibi onu Gayetü´l-Beyan sahibi zikretmiþ, «Bundaki kurbetin mânâsý, mülkü itlâf ve köleliði kaldýrmaktýr. Bu ise kýymet biçilen þeylerden deðildir.» diyerek ta´lilde bulunmuþtur. Þurunbulâliye
Ben derim ki: Giyeceði istisna etmek de lâzýmdýr. Çünkü Bahýr´da Fetih´ten naklen þöyle denilmiþtir: "Giyecek olursa böyle deðildir." Meselâ iki elbise kýymetinde bir elbise verse, bu yalnýz, bir elbise yerine geçer, Çünkü kefarette beyan edilen elbise mutlaktýr´. "Orta kýymette" diye kayýtlamamýþtýr. Þu halde iyisi kötüsü hassýn þümulünde dahildir.
"Esah olan kavil budur." Yani otlak hayvanlarýnda muteber olan, bilittifak ödendiði günün kýymetidîr. Esah olan budur. Zira Bedâyi´de zikredildiðine göre bazýlarý Ýmam-ý Âzam´ýn vücup gününü, bazýlarý da ödeme gününü itibara aldýðýný söylemiþlerdir. Muhit´de «ödeme günü bilittifak itibara alýnýr; esah olan budun» denilmiþtir. Muhit´in bu sözü, Ýma-meyn´in kavline uyan ikinci kavli sahih bulduðunu gösterir. Buna göre, Ýmam-ý Âzam´la îmameyn ödeme gününün itibara alýnacaðýnda ittifak etmiþlerdir.
METÝN
Zekât Memuru hayvanýn ancak orta olanýný alýr. Ortadan murad, en aþaðýsýnýn üstü; en üstünün aþaðýsýdýr. Hayvanlarýn hepsi iyi ise iyisini alýr. Zekât memuru zekât farz olacak yaþta hayvan bulamazsa, hayvan sahibi daha aþaðýsýný vererek fazlasýný da yanýna katar. Bulsa da hüküm birdir. Þu halde bu kayýt tesadüfidir, Memurun bunu kabul etmesi mecburidir. Çünkü malýn kýymetini vermekten ibarettir. Yahut üstün olaný verir, fazlasýný memur iade eder. Bunda mecburiyet yoktur. Zira satýn almadýr. Binaenaleyh rýza þarttýr. Sahih, olan budur. Sirâc.
ÝZAH
Zekât memuru, zekâtý farz olan hayvanlarýn orta kýymette olanýn alýr. Meselâ zekât olarak bir binti lebûn almak icabediyorsa, binti lebunlarýn en iyisini veya en kötüsünü deðil, ortasýný alýr. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Hz. Muaz´ý Yemen´e gönderirken, «Sakýn mallarýnýn en kýymetlilerini alma.!» diye tembihte bulunmuþtur. Bu hadisi, hadis ulemasýndan bir cemaat rivayet etmiþlerdir. Bir de ortasýný almakta hem fukarayý hem mal sahibini gözetmek vardýr. Molla Aliyyü´l-Kârî. Hâniyye´de, «Yavrusunu yetiþtiren, et için beslenen, karnýnda yavrusu olan ve koyunun koçu alýnmaz, çünkü bunlar kýymetli mallardandýr» denilmiþtir.
Bedâyî´de zikredildiðine göre, zekâtta alýnamayacak hayvanlarýn bu neviler olduðunu ÝmamMuhammed açýklamýþtýr. Ulemadan biri Ýmam Muhammed´e dil uzatarak, "yavrusunu yetiþtiren" yerine "yetiþen yavru", "et için beslenen" yerine "yenilen hayvan" denilmek lazým geldiðini iddia etmiþse de, hücumu kendisine reddedilmiþtir. Bu zâttý imam Muhammed´in izinden gitmek düþer. Çünkü o lügatta da izinden gidilecek bir imamdýr ve Ebû Ubeyd, Esmaî, Halîl, Kisâî, Ferrâ´ ve diðer lügat ulemasý gibidir. Ebû Ubeyd lügatta bu kadar kýymetli bir imam olmakla beraber, Ýmam Muhammed´in izinden gitmiþ, onun sözünü hüccet tutmuþtur. Ebû´l-Abbas da (1) öyledir. Sa´leb, «Bizce Ýmam Muhammed Sîbeveyh´in akranýndandýr. Onun sözü lügatta hüccettir.» dermiþ. Tamamý Bedâyi´dedir.
«Hayvanlarýn hepsi iyi ise iyisini alýr.» Zâhiriyye´de þöyle denilmiþtir:
«Bir kimsenin biri iyi diðeri kötü cins iki nevi hurmasý olsa, Ýmam-ý Azam´a göre öþür olarak her cinsten hissesine düþen alýnýr. Ýmam Muhammed´e göre hurmalar orta, iyi ve kötü olmak üzere üç cins olurlarsa, orta olanýndan alýnýr.» Bu söz gereðince ortasýnýn alýnmasý, malýn iyisi, kötüsü ve ortasý yahut bu sýnýflarýn ikisi bulunduðuna göredir. Hepsi iyi olursa, meselâ kýrk tane besli koyunu bulunursa, Ýmam-ý Âzam´a göre orta deðil besli ve kýymetli koyun verilir. Ýmam Muhammed buna muhaliftir. Bahýr. Nehir´de Mi´râc´dan naklen bildirildiðine göre koyunlarýn içinde ortasý yoksa en iyisi verilir; ta ki vâcip kendi miktarýna göre olsun.
«Çünkü malýn kýymetini vermekten ibarettir.» Yani satýþ deðildir ki mecbur etmek buna aykýrý düþsün. «Fazlasýný memur iade eder.» Yani fazlasýný mal sahibi geri alýr. Ulema, bizim mezhebimize göre bunun ne kadar olacaðýný takdir etmemiþlerdir, çünkü zamanýn ucuzluk ve pahalýlýðýna göre deðiþir. Ýmam Þâfiî bu fazlalýðý iki koyun yahut yirmi dirhem diye takdir etmiþtir. Nitekim Ýnâye ve diðer kitaplarda izah edilmiþtir Ýsmail.
«Bunda mecburiyet yoktur» ifadesi, Hidâye´de dahi mevcuttur. Kemal ile Zeyleî bunu kesin bir dille ifade etmiþlerdir. Nehir´de Sayrafî´den naklen «sahih kavil budur» denilmiþtir. Bazýlarý, muhayyerliðin zekât memuruna ait olduðunu söylemiþlerdir. Bunu Ýmam Muhammed Asýl namýndaki eserinde zikretmiþtir. Kudûrî bu kavli tercih etmiþ; Ýsbicâbî dahi ayný yolu takip etmiþtir. Bazýlarý, muhayyerliðin her iki surette mal sahibine ait olduðunu söylemiþlerdir. Kenz, Dürer ve Mültekâ´da olduðu gibi, kitabýmýzýn metninden anlaþýlan da budur. Ýhtiyar sahibi bu kavli sahih bulmuþlar. Nihaye ve Mi´râc´da, doðrusunun bu olduðu bildirilmiþ; Bahýr sahibi dahi bu yoldan yürüyerek bu kavli Mebsût´a nisbet etmiþtir. Nehir sahibi ise birinci kavli müdafaa etmiþtir. Onun için de Þârih´imiz bu kavli kesinlikle kabul etmiþtir.
METÝN
Yahut kýymeti verir. Dört orta koyunun yerine üç semiz koyun verse caiz olur. Sene ortasýnda alýnan mal velev ki hîbe veya miras yoluyla olsun, kendi cinsinden olan nisaba katýlýr ve sahibi asýl malýn üzerinden sene geçince bunun zekâtýný da verir. Evvela parasýnýn zekâtýný verir de sonra parasýyla otlak hayvaný satýn alýrsa, parayý bu hayvanlara katmaz. Bir kimse zekâtý verilmiþ otlak hayvanlarýnýn parasý ile 1000 dirhem gibi birbirine katýlamayan iki nisaba mâlik olur; 1000 dirhem demiras alýrsa, bu miras önceki 2000´in hangisi seneyi doldurmaya daha yakýn ise ona katýlýr. Her 1000´in kazancý ise aslýna katýlýr.
ÝZAH
Sene ortasýnda ele geçen malda, satýn almak, miras, vasiyet, hayvanýn yavrulamasý ve kazanç gibi þeyler dahildir. Nitekim Nehir´de beyan edilmiþtir. Musannýf´ýn «Nisaba katýlýr» diye kayýtlamasý þundandýr. Nisap noksan olur da sene ortasýnda aldýðý ile tamamlanýrsa, sene tamamlandýðý andan itibaren mün´akit olur. Ama sene içinde nisabýn bir kýsmý helâk olur da onu tamamlayacak mal edinirse, bize göre bu malý nisaba katar. Bir de þuna iþaret etmiþtir ki asýl nisabýn mevcut olmasý mutlaka lâzýmdýr. Nisap zayi olursa, yeni edindiði mal için, seneye, edindiði günden itibaren baþlar. Sene tamam olmazdan velev bir gün önce olsun, kaybolan maldan bir þey bulursa, onu edindiklerine katar ve hepsinin zekatýný verir. Keza bir kimseye biri 1000 dirhem baðýþta bulunur, kendisi de sene içinde bir o kadar mala sahip olursa, bilahare baðýþlayan kimse mahkeme kararýyla baðýþtan döndüðü takdirde, edindiklerinin zekâtý için seneye yeniden baþlar.
Musannýf´ýn sözü þu surete de þâmildir. Nisap borç olur da o kimse 100 dirhem edinirse, bu para bilittifak borca katýlýr. Þu kadar var ki borcun senesi tamam olursa, Ýmam-ý Âzam´a göre verdiði borçtan 40 dirhem almadýkça, edindiklerinin zekâtýný vermek lâzým gelmez. Verecekli müflis olarak ölürse, kendi edindiklerinin zekâtý da düþer. Ýmameyn´e göre onlarýn zekâtýný vermesi icabeder. Bu satýrlar Bahýr ve Nehir´den alýnmýþtýr. Mal kendi cinsinden olan nisaba katýlýr.
ilerde göreceðiz ki, altýnla gümüþ birbirine katýldýðý gibi, ticaret mallarý da bunlara katýlýr. Çünkü kýymetleri itibarýyla bir cins sayýlýrlar. Musannýf «Bir cins» tabiriyle, birbirine uymayan cinslerden ihtiraz etmiþtir. Meselâ deve ile koyun böyledir. Ve birbirlerine katýlmazlar. Bahýr.
Bir kimse, zekâtýný verdiði parasýyla otlak hayvaný satýn alýrsa, onlarý kendi otlak hayvanlarýna katmaz. Yani kendi hayvanlarýnýn üzerinden sene geçtiði vakit onlarla birlikte satýn aldýklarýnýn da zekâtýný vermez. Bu, Ýmam-ý Âzam´a göredir. Ýmameyn´e göre hayvanlarý birbirine katarak zekâtlarýný verir. Zekâtý verilen otlak hayvanlarýný parayla satarsa, ayný hilâf bâkidir. Ama zahiresinin veya arazisinin öþrünü, kölesinin sadakayý fýtrýný verir de sonra bunlarý satarsa, bunlarýn paralarýný bilittifak birbirine katar. Ýmam-ý Âzam´a göre yukarýdaki ile bu mesele arasýnda fark þudur: Otlak hayvanýn parasý zekât malýnýn bedelidir. Mübdel-i minhin hükmü ne ise bedelin hükmü de odur. Birbirine katmýþ olsa iki kere zekât vermeye müncer olur. Keza otlak hayvanýnýn zekâtýný verdikten sonra onu alafla besleyerek sonra satsa yahut zekâtý verilen ticaret kölesini hizmet kölesi yaparak sonra satsa, paralarýný katar. Çünkü zekât malý olmaktan çýkmýþ, baþka mal gibi olmuþlardýr. Meselenin tamamý Bahýr´dadýr.
«Miras, önceki 2000´in hangisi seneyi doldurmaya daha yakýn ise ona katýlýr.» Bahýr sahibi diyor ki: «Çünkü önceki 2000 katma illetinde birbirlerine müsavidirler. Biri diðerine sene sonuna yakýnlýðý itibarýyla tercih edilir. Çünkü bu, fakirler için daha faydalýdýr.» Bahýr sahibi sözüne þöyle devam ediyor: «Sene ortasýnda edindikleri kazanç veya hayvan yavrularý ise bunlarý asýllarýna katar. Velevki sene dolmasýna çok zaman olsun. Zira bunlar tabidir. Tâbiin hükmü asýldan ayrýlamaz.»
METÝN
Zorbalar ve zâlim sultanlar, otlak hayvanlarýyla öþür ve haraç gibi zahiri mallarýn zekâtýný alsalar, ileride zikredilecek yerlerine sarf ettikleri takdirde, mal sahipleri mallarýný onlardan geri alamazlar. Yerlerine sarf etmezlerse, haraçtan gayrý aldýklarýný geri vermeleri (diyaneten) kendileriyle Allah arasýnda vâcip olur. Haracý iade etmemeleri, kendileri haraç almaya ehil olduklarý içindir. Bâtýnî mallar hakkýnda ihtilâf edilmiþtir. Valvalciye ile Vehbâniye Þerhi´nde, «Müftâbih kavle göre caiz deðildir » denilmiþ; Mebsut´ta ise esah kavle göre zamanýmýzýn zâlimlerine verirken kendilerine sadakayý niyet ederse caiz olacaðý bildirilmiþtir. Çünkü onlar, üzerlerindeki mesuliyet ve cezalarla fakirdirler.
ÝZAH
«Zekâtýný alsalar» sözü, ihtirazi bir kayýt deðildir. Hattâ zekâtý almasalar da mal senelerce ellerinde kalsa ondan yine bir þey alýnmaz. Nitekim Bahýr´da ve Zeyleî´den naklen Þurunbulâliye´de böyle denilmiþtir. Zorbalar, müslüman bir cemaat olup hak yoluyla giden hükümdara isyan edenlerdir. Nehir. Bana öyle geliyor ki, ehli harp olan küffar, müslüman beldelerinden birini alsalar hükümleri yine budur ;zira ulema bu meselenin aslýný «Hükümdar onlarý himaye etmez; haraç himaye mukabilindedir.» diye ta´lîl etmiþlerdir. Bahýr ve diðer kitaplar da beyan edildiðine göre darý harpte bir kâfir müslüman olur da senelerce orada kalýr, sonra müslüman memleketine gelirse, hükümdar ondan zekât almaz. Çünkü onu himaye etmemiþtir. Biz «zekâtýn farz olduðunu bilirse edâsý lâzým gelir; bilmezse ona zekât yoktur» diye fetva veririz. Çünkü kendisine Allah´ýn emri ulaþmamýþtýr. Zekât farz olmak için bu þarttýr.
«Haraçtan gayrý aldýklarýný geri vermeleri vâcip olur.» Lâkin bu hüküm zorbalarýn aldýklarý hakkýndadýr. Zira ulema bunu, «zorbalar aldýklarýný sadaka yoluyla deðil helâl görerek alýrlar ve o mallarý yerlerine sarf etmezler» þeklinde ta´lil etmiþlerdir.
Zâlim sultana gelince: Onun sadaka toplamaya hakký vardýr. Fetva buna göredir. Nitekim az ilerde Ebû Câfer´den naklen beyan edeceðiz. Evet Mi´rac´da birçok Belh ulemasýndan nakledildiðine göre zâlim sultan da zorbalar gibidir. Çünkü topladýðý zekâtlarý yerlerine sarf etmez. Hidaye´de bu kavlin daha ihtiyatlý olduðu bildirilmiþtir. Zorbalar haraç almaya ehildirler; çünkü onlar ehli harp olan küffarla harbederler. Haraç, harbedenlerin hakkýdýr. Mültekâ Þerhi. Tahtavî.
"Bâtýnî mallar"dan murad, paralarla zekât memuruna arz edilmeyen ticaret mallarýdýr. Zira memura arz etmekle bunlar da zâhirî mallara iltihak ederler. Nitekim bâbýnda gelecektir. Zâhirî mallar ise, hükümdarýn topladýðý zekâtlardýr ki, otlak hayvanlarý, öþür ve haraca giren mallar ve zekât memuruna arz edilenler bunlardandýr. Þârih´in sözünden, zâhirî mallarda hilâf olmadýðý anlaþýlýyor. Halbûki onlarda da hilâf vardýr. Tecnis ile Valvalciye´de þöyle denilmektedir: «Zekâtlarý zâlim sultan alýrsa, bazý ulemaya göre sahipleri zekâtý verirken ona tasadduku niyet ettiði takdirde, ikinci defa zekât vermeleri emir olunmaz. Çünkü o hakikaten fakirdir. Birtakýmlarý, ikinci defa vermeleriniemretmenin daha ihtiyat olduðunu söylemiþlerdir. Nitekim niyet etmediði zaman yapýlacak iþ budur. Zira sahih ihtiyar ve tercih yoktur. Niyet etmediði takdirde bazýlarý ikinci defa zekât vermesi emrolunacaðýný söylemiþlerdir. Ebu Cafer. "Bu, sultanýn zekât almaya hakký olduðundan deðildir" demiþtir. Binaenaleyh zekât erbabýndan borç sâkýt olur. Sultan zekatý yerine sarf etmezse, onun almasý zekâtý iptal etmez. Fetva buna göredir. Bu hüküm zâhirî mallarýn zekâtlarý hakkýndadýr. Ama sultan müsadere yoluyla bir kimsenin bazý mallarýný alýr da o kimse kendisine zekât niyetiyle verirse, müteehhirin ulemanýn kavline göre caizdir. Sahih kavle göre caiz deðildir. Fetva buna göredir, çünkü zâlimin, bâtýnî mallarýn zekatýný almaya hakký yoktur.»
Ben derim ki: Yani almaya hakký olmayýnca ona vermek de doðru deðildir. Velev ki mal sahibi ona tasadduku niyet etsin. Çünkü sahih ihtiyar ve tercih yoktur. Zâhirî mallar bunun hilâfýnadýr. Zalimin, onlarýn zekâtýný, almaya hakký olunca, ona vermek kastýnýn bulunmamasý zarar etmez. Onun içindir ki, ona tasadduku niyet etsin etmesin caizdir. Muhtârâtü´n-Nevâzil´de beyan edildiðine göre, zâlim sultan haracý alýrsa caizdir. Zekât ve haraçlarý alýr, yahut bir malý hacz ederek alýrsa, sahibi, verirken zekatý niyet ederse, bazýlarýna göre caiz olur; fetva buna göredir. Zekât niyetiyle her zalime verilen malýn hükmü budur. Çünkü zâlimler üzerlerine aldýklarý mesuliyet ve takibat sebebiyle fakir sayýlýrlar. Ama ihtiyat, aldýklarýný iade etmeleridir. Bu ifade Mebsut sahibinin ve ona uyarak Fetih sahibinin sahih kabul ettikleri kavle uygundur.
Þu halde bâtýnî mallarda zekât niyet edilirse, onlarý zâlime vermenin caiz olup olmayacaðý hususunda sahih kavil ve fetva muhtelif demektir. Hangisinin daha ihtiyatlý olduðunu yukarýda gördün.
Ben derim ki: Bu, "bâccý"nýn aldýklarýna da þâmildir. Çünkü aslýnda bâccý hükümetin tayin ettiði öþür memuru ise de, bugün zekât almak için deðil himaye bulunmaksýzýn halkýn mallarýný zulüm yollarýyla ellerinden almak için tayin edilir. Binaenaleyh onun almasýyla zekât sâkýt olmaz. Nitekim Bezzâziye´de açýklanmýþtýr. Ona mal veren kimse zekâtý niyet ederse, yukarýda zikredildiði þekilde ihtilâflýdýr.
METÝN
Hattâ Belh Emîrine, yemin keffareti için oruç tutmasý lâzým geldiðine fetva verilmiþtir. Bu mallarý zekât memuru zorla alýrsa zekât yerine geçmezler. Çünkü kast ve ihtiyarla verilmemiþlerdir. Lâkin sahipleri bizzat versin diye cebir sve hapsedilir; çünkü zorlamak, kast ve ihtiyara aykýrý deðildir. Tecnis´de, fetvanýn zâhirî mallarda zekâtýn sâkýt olduðuna; bâtýnî mallarda sâkýt olmadýðýna verildiði kaydedilmektedir. Sultan, gasp edilen malý kendi mülkü ile karýþtýrýrsa o malda zekât vâcip olur ve ondan miras olarak alýnýr. Çünkü karýþtýrmak, ayýrmasý mümkün olmayacak þekilde ise Ebû Hanife´ye göre istihlâk sayýlýr. Ebû Hanife´nin kavli daha uygundur. Zira gasptan hâli mal pek az bulunur. Bu izahat, karýþtýrarak istihlâk ettiði maldan ayrý olarak borcuna yetecek baþka malý bulunduðuna göredir. Baþka malý yoksa zekât da yoktur. Nitekim bütün malý haram ise hüküm budur. Nehir ve Sa´diye hâþiyelerinde böyle denilmiþtir.
ÝZAH
Belh Emirinden murad, Horasan valisi olan Müsa b. Ýsa b. Mâhân´dýr. Kendisine fetva veren de Muhammed b. Seleme´dir. Musa bu fetvayý alýnca aðlamaya baþlamýþ ve yanýndakilere; «Bana senin üzerine maldan baþka mes´ul olacaðýn bir þey yoktur. Senin keffaretin hiçbir þeye mâlik olmayanýn yemin keffaretidir, derlerdi» þeklinde yakýnmýþtýr.
Fetih´te deniliyor ki: «Bu izaha göre bir kimse malýnýn üçte birini fakirlere vasiyet eder de zâlim sultana verirse sâkýt olur. Bunu Kadýhân, Câmi-i Saðîr´de zikretmiþtir. Þu halde ulemanýn, Ýmam Mâlik´in tilmizi Yahya b. Yahya´ya maðrip hükümdarlarýndan birine lâzým gelen keffaret hakkýnda oruç tutmasý icabeder, diye verdiði fetva hakkýnda itirazda bulunmalarý yersizdir. Çünkü caiz, ki bu fetvasý, oruç tutmak ona köle azadýndan zordur diye deðil; zikri geçen itibardan dolayýdýr...» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ben derim ki: Muhammed b. Seleme´nin fetvasý Takrîr´de sahih kabul edilen «Borç, malla keffaret vermeye mâni deðildir.» sözüne mebnidir. Keþfi Kebir´de sahih kabul edilip Bahir ve Nehir sahiplerine tebean Þarih´in de benimsediði kavle göre deðildir.
«Zekât yerine geçmezler» ifadesi bazý nüshalarda «zekât olmalarý sahih deðildir» þeklindedir. Bu söz, Bahýr´da Muhit´e nisbet edilmiþtir. Bundan sonra Bahýr sahibi þunlarý söylemiþtir: «Kerhî´nin Muhtasarý´nda bildirildiðine göre bu mallarý Ýmam zorla alýr da yerlerine harcarsa, zekât namýna kâfidir. Çünkü hükümdarýn zekâtlarý almaya selâhiyeti vardýr. Binaenaleyh onun almasý mal sahibinin vermesi yerine geçer. Kýnye´de, burada iþkâl olduðu kaydedilmiþtir. Çünkü niyet þarttýr. Fakat mal sahibinin niyeti yoktur.»
Ben derim ki: Kerhî´nin «onun almasý mal sahibinin vermesi yerinedir» sözü, cevap olmaya elveriþlidir. Bundan sonra Bahýr sahibi sözüne þöyle devam etmiþtir. Müftâbih kavil tafsilâttýr. Bu tasarruf zâhiri mallarda ise farz sâkýt olur.´ Çünkü sultanýn veya naibinin onlarý almaya selâhiyeti vardýr. Bu mallarý yerine sarf etmezse, almasý bâtýl olmaz. Bâtinî mallarda ise farz sâkýt olmaz.
«Tecnis´te» kelimesinin baþýnda, bazý nüshalarda "lâkin" kelimesi vardýr. Þârih «lâkin Tecnis´de ilh...» diye baþlayarak, Mebsut´un sözüne istidrakde bulunmûþtur. Biz, az yukarýda Tecnis´in sözünü sana dinlettik. Bazýlarý ikisinin sözü arasýnda muhalefet olmadýðýný iddia etmiþ; Tecnis´in sözünü, «Sultana verilen bâc veya hacz malýný zekât niyetiyle "verilip, sultanýn onu yerine sarf etmesi istenir. Bu malýn sultana sadaka olarak verilmesi niyet edilmez,» þeklinde yorumlamýþlardýr. Bu yorumlamayý, «çünkü sultanýn bâtinî mallardan zekât almaya hakký yoktur» sözü de te´yid eder; Binaenaleyh Mebsut´un, «Esah olan kavle göre zamanýmýzdaki zâlimlerin aldýklarý haraç ve haczler mai sahiplerinden sâkýt olur. Elverir ki onlara sadaka niyetiyle vermiþ olsunlar. Çünkü bu zâlimler, üzerlerindeki mesuliyetler sebebiyle fakirdirler» sözüne aykýrý deðildir. Teemmül buyurulsun.
Sultan, gasp edilen malý baþka bir gasp edilen malla karýþtýrýrsa onda zekât yoktur. Nitekim bunu Þârih az sonra «bütün malý haram ise hüküm budur» cümlesiyle ifade edecektir. «Malý karýþtýrmakistihlâktýr» Yani baþkasýnýn hakký malýn aynýna deðil de kiþinin zimmetine talluk ettiði cihetle Ebû Hanife´ye göre istihlâk mesabesindedir Ýmameyn´in kavline göre ise ödemek icabetmez. O zaman mülk dahi sabit olmaz. Çünkü mülk, ödemenin fer´idir. Miras olarak da alýnmaz, çünkü müþterek maldýr. Miras olarak ondan yalnýz ölenin hissesi alýnýr. Fetih.
«Bu izahat» ifadesindeki iþaret, zekâtýn vâcip olmasýnadýr.
«Nitekim bütün malý haram ise hüküm budur.» Bu hususta Kýnye´de þöyle deniliyor; «Haram mal nisabý dolduruyorsa zekâtýný vermek lâzým gelmez. Çünkü o kimseye bu malýn hepsini tasadduk etmek vâciptir. Bir kýsmýný sadaka olarak vermesi fayda vermez.» Bezzaziye´de dahi böyle denilmiþtir. Tatarhâniyye´de Feteva el-Hucce´den naklen þöyle denilmektedir: «Bir kimse helâl olmâyan birtakým mallar edinse yahut birtakým mallar gaspederek onlarý kendi malýyla karýþtýrsa, karýþtýrmakla onlara mâlik olur ve öder. Bunlardan baþka nisabý yoksa bu mallarýn zekâtý yoktur. Velev ki nisap miktarýný doldurmuþ olsunlar, çünkü kendisi borçludur. Borçlunun malý bize göre zekâtýn vâcip olmasýna sebep teþkil edemez.» Tatarhaniyye´nin «bundan baþka nisap yoksa» sözü, zekâtýn vâcip olmasý için baþka bir nisabý bulunmasýnýn þart olduðunu gösteriyor. Bununla Bahýr sahibinin ortaya attýðý iþkâl defedilmiþ olur. Onun iþkâli þudur: "Bu adam, karýþtýrmakla gasbettiði mala sahip olursa, o mal borçla da meþguldür. Binaenaleyh zekâtýn vâcip olmamasý gerekir." Lâkin þüphesiz ki bu takdirde zekât ancak o maldan fazlasýnda vâcip olur; o malda vâcip olmaz.
METÝN
Vehbâniyye þerhi´nde Bezzaziyye´den naklen þöyle denilmiþtir: «Kâtir olmasý ancak kat´î olan haramý tasadduk ettiði zamandýr. Ama bir insandan 100, diðerinden de 100 dirhem alarak karýþtýrýr; sonra bunlar, tasadduk ederse kâfir olmaz. Çünkü karýþtýrmakla istihlâk ettiðinden, kat´î olarak haram biaynihî deðildir.»
ÝZAH
Vehbâniyye Þerhi´nde, kitabýmýzýn metnine yapýlabilecek bir i´tirazýn def´i vardýr. Kitabýmýzýn metninde, «Sultan gaspedilen malý kendi malýyla karýþtýrýrsa ona mâlik olur ve bu malda zekât vâciptir.» denilmektedir. Ý´tirazcý, «Bu Haram bir maldýr ondan nasýl zekât verebilir?» diyebilir. Lâkin biliyorsun ki bunun zekâtý ancak mal sahibinden beraat dilediði, yahut onunla uzlaþtýðý zaman vâcip olur. Bu suretle onun haramlýðý ortadan kalkar, Evet helâl malýn zekâtýný haram maldan verse, Vehbâniyye´de bazýlarýna göre caiz olacaðý kaydedilmiþ; Kýnye´de iki kavil zikredilmiþ; Bezzâziye´de de þöyle denilmiþtir.; «Zekâtý icabeden haram malda zekâttan olmasýný niyet ederse zekât yerine geçer.» Yani sahipleri bilmediði için zekât vâcip olan malda niyet ederse zekât yerine geçer, demektir. Bu sözde, Zahîriyye´nin sözünü takyid vardýr. Orada þöyle denilmiþtir: «Bir adam haram maldan bir fakire bir þey verir de ondan sevap umarsa, kâfir olur. Fakir bunu bilir de ona dua eder, veren de âmin derse her ikisi kâfir olurlar. Bunu Vehbâniyye sahibi manzum olarak ifade etmiþtir. Vehbâniyye þerhi´nde bildirildiðine göre âmin diyen kimse, alandan verenden baþka ecnebi bir kimse olsa hüküm yine budur. Ýnsanlarýn çoðu bundan gafildirler. Cahillerden bunu yapanlarvardýr.»
Ben derim ki: Fakire vermek bir kayýt ve þart deðildir. Öyle görülüyor ki liaynihi haram olan bir malla, mescid gibi sevap umulan bir bina yapsa hüküm yine böyledir. Zira illet, azabý gerektiren bir þeyden sevap ummaktýr. Bu ise ancak o þeyi helâl itikat etmekle olur.
«Ýki kiþiden 100´er dirhem alarak karýþtýrýr da tasadduk ederse kâfir olmaz.» Sârih burada yalnýz kâfir olmamayý söylemekle yetinmiþtir. Çünkü bedelini ödemezden önce onunla tasarrufta bulunmak helâldir. Velev ki karýþtýrmakla mâlik olmuþ bulunsun. Nitekim gördün. Hanevî´nin Hâþiyesi´nde Zahîre´den naklen þöyle deniliyor: «Fâkih Ebû Ca´fer´e soruldu: "Bir kimse malýný sultanýn vâlilerinden kazanýr, haram olan vergiler vesaireden alýrsa, bunu bilen bir kimsenin onun yemeðinden yemesi helâl olur mu?" denildi. Ebû Ca´fer þu cevabý verdi: "Bence ondan yememelidir. Ama yedirenin elindeki bu yiyecek gasp veya rüþvet deðilse, hüküm itibarý ile yemesi caizdir."» Yani aynen gaspedilen veya rüþvet olarak alýnan malýn kendisi deðilse yiyebilir, demek istemiþtir. Çünkü ona mâlik olmamýþtýr. O mal haramýn kendisidir. Binaenaleyh ona da baþkasýna da helâl deðildir. Bezzâziye´de burada þöyle denilmiþtir: «Sadaka olmak kendisine helâl olmayan bir kimse için efdal olan hareket, sultanýn bahþiþini kabul etmemektir. Harzem´de, Allâme, oralýlarýn yemeklerinden yemez; bahþiþlerim alýrdý. Bu kendisine sorulunca þu cevabý verdi: Yemek takdimi ibâha (mübah yapmak) olur. Mübahý yiyen, onu sahibinin mülkü olmak üzere itlâf eder ve bu suretle zâlimin yemeðini yemiþ olur. Bahþiþ ise mülk edindirmektir. Binaenaleyh o kimse kendi mülkünde tasarruf eder.»
Ben derim ki: Galiba bu söz «haram iki zimmete geçmez» kavline dayanmaktadýr. Fâsit satýþ ve haram-mübah bahislerinde bunun hilâfýnýn tahkik edildiðini göreceðiz.
Þârih´in, «Karýþtýrmakla istihlâk ettiðinden kat´î olarak haram biaynihi deðildir» sözü, karýþtýrmazdan önce haram liaynihi olduðu zannýný veriyor. Halbuki usul-i fýkýh kitaplarýnda açýklandýðýna göre baþkasýnýn malý haram ligayrihidir. Haram liaynihi deðildir. Ölü eti bunun hilâfýnadýr. Velev ki haram olduðu kesin olsun. Ancak þöyle cevap verilirse o baþka: Murad, haramýn kendisi deðildir. Çünkü o kimse karýþtýrmakla o mala mâlik olmuþtur. Haram olan, bedelini vermeden onda tasarrufta bulunmasýdýr. Bezzâziye´de zekât bahsinden az önce þöyle denilmektedir: «Bir kimsenin zulüm yoluyla alarak kendi malýyla ve baþka bir mazlumun malýyla karýþtýrdýðý mal kendi mülkü olur ve ilk þahsýn o malda hakký kalmaz. Bize göre bu malý almak hâlis haram olmaz. Evet mezhebin sahih kavline göre bedelini ödemeden o maldan faydalanmak mübah olmaz.» Lâkin Akâid-i Nesefiyye Þerhi´nde, «Ma´siyeti helâl saymak -þayet o ma´siyet kat´î delille sâbit olmuþsa- küfürdür» denilmektedir. Fetva kitaplarýnda zikredilen haramý helâl itikat etmek meselesi bunun üzerine teferrueder. Zira bir þeyin haram olmasý kendi ayýnýndan ileri gelir de, kesin bir delille sabit olursa, onun helâl olduðunu itikat etmek küfürdür. Aksi takdirde küfür deðildir. Yani haram olmasý baþka bir þeyden ileri geliyorsa yahut zannî delil ile sabit ise onu helâl itikat etmek küfür deðildir. Bazýlarý haram liaynihi ile haram ligayrihi arasýnda fark görmemiþ, «Haramý helâl itikat eden kâfir olur»demiþlerdir. Akâid-i Nesefiyye Þârihi Muhakkýk Ýbn-i Gars þöyle demiþtir: «Tahkik de budur. Hilâfýn faydasý, zulüm yoluyla baþkasýnýn malýný yemekte kendini gösterir. Zira helâl itikat eden kimse iki kavilden birine göre kâfir olur.» Bu sözün hâsýlý þudur: Birinci kavle göre küfrün þartý iki þeydir. Yani biri delilinin kat´î olmasý, biri de haram liaynihi olmasýdýr. Ýkinci kavle göre þart yalnýz delilin kat´i olmasýdýr. Gördün ki tercih edilen kavil de budur. Bezzâziye´nin sözü bu kavle göredir.
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:32:05
METÝN
Nisaba mâlik olan bir kimse, birkaç senenin veya birkaç nisabýn zekâtýný önceden verse sahih olur. Çünkü sebep mevcuttur. Keza ekini veya meyvesi meydana çýktýktan sonra kemale gelmeden onlarýn öþrünü verse caiz olur. Ekin ve meyve meydana çýkmadan vermenin caiz olup olmayacaðýnda ihtilâf edilmiþtir. En zâhir olan kavle göre caizdir. Kendi baþýnýn haracýný önceden vermek dahi böyledir, meselenin tamamý Nehir´dedir. Velev ki sene tamam olmadan fakir zengin olsun, yahut ölsün veya dininden dönsün. Bunun sebebi þudur; itibara alýnacak cihet, o kîmsenin kendisine zekât verilirken zekâta mahâl olmasýdýr. Verdikten sonra mahâl olmasý muteber deðildir.
ÝZAH
Musannýf´ýn «Nisaba mâlik olan» diye kayýtlamasý þundandýr; O kimse nisabdan az bir mala mâlik olur da 200 dirhem için beþ dirhemi önceden verir, iki yüz dirhemin senesi sonra dolarsa bu caiz olmaz. Burada iki þart daha vardýr: Biri sene esnasýnda nisabýn ortadan kalkmamasýdýr. Ýki yüz dirhem için önceden beþ dirhem verir, sonra elindeki paralarýn bir dirhemden geri kalaný helâk olursa ve paralarý tekrar toplayarak sene 200 dirhem üzerine dalarsa, önceki verdiði caiz olur. Bütün paralarý helâk olursa hüküm bunun hilâfýnadýr. Ýkinci þart, sene sonunda nisabýn tam olmasýdýr. Kýrk koyun için önceden bir koyun verir de elinde 39 koyun kaldýðý halde sene dolarsa fakire verdiði koyun nafile sadaka olur. Koyunu zekât memuruna verdiði takdirde elinde mevcut ise, muhtar kavle göre zekat yerine geçer. Nitekim Hulasa´da beyan edilmiþtir. Meselenin tamamý Nehir ve Bahýr´dadýr.
Birkaç senenin zekâtýný peþin vermek þöyle olur: O kimsenin elinde 300 dirhem gümüþü bulunur. Bunlarýn 100 dirhemini iki yüz dirhemin 20 senelik zekâtý olmak üzere peþin verir.
Nisaplarýn sureti de þöyledir: Mezkûr 100 dirhemi hem elindeki 200 dirhemin hem de ileride hâsýl olacak 19 nisabýn zekâtý olmak üzere verir. Beklediði 19 nisap o sene eline geçerse, verdiði zekât sahihtir. Baþka bir senede eline geçerse mutlaka ayrýca zekâtýný vermek icabeder. Nitekim Bahýr sahibi bunu açýklamýþtýr. H. Lâkin peþin verdiði 100 dirhem, eldeki 200 dirhemin 20 senelik zekâtý yerine geçer ve mesele birinci meseleye döner. Nehir´de þöyle deniliyor: «Hâniyye´deki mesele buna teferru etmektedir. Mesele þudur: Bir kimsenin beþ tane hâmile devesi olurda onlar için karýnlarýndaki yavrularýyla birlikte peþin olarak iki koyun verirse, beþ yavru sene dolmadan doðduklarý takdirde, verdiði zekât geçerlidir. Ama ikinci sene gebe kalacaklarý için zekâtlarýný peþin verirse caiz olmaz.» Sebebi þudur: Gelecek sene hâmile kalacaklar diye zekâtlarýný peþin verince, osene namlarýna zekât verdiði hayvanlar bulunmamýþlardýr. Binaenaleyh namlarýna peþin zekât vermesi de caiz olmaz.
Valvalciye´de bildirildiðine göre, bir kimsenin elinde 400 dirhem gümüþü bulunur da 500 zannederek zekâtlarýný verirse, ziyadeyi ikinci sene için hesap edebilir. Çünkü bu ziyadeyi peþin yerine saymak mümkündür. Bahýr´da, "cinsin bir olmasý" kaydý vardýr. Bahýr sahibi þöyle demiþtir: "Çünkü bir adamýn beþ devesi ve 40 koyunu bulunur da iki yarýdan birisi için bir koyun verip, sonra o yarý helak olursa, verdiði koyun öteki yarý yerine geçmez. Hem ayýn olarak parasý, hem borcu bulunur da ayýn için zekât verir, sonra sene geçmeden o da helâk olursa, verdiði zekât borç nâmýna caizdir. Sene geçtikten sonra verirse caiz olmaz. Altýn, gümüþ ve paralarla ticaret mallarý bir cinstir."
«Çünkü sebep mevcuttur.» Sebepten murad, vücûbunun sebebidir ki o da üreyen nisaba mâlik olmaktýr. Binaenaleyh bir senelik veya fazla zekâtý önceden vermek caizdir. Nisaplar dahi böyledir. Zira sebep olmak hususunda asýl olan birinci nisapdýr. Ondan fazlasý ona tâbidir. Bahýr sahibi diyor ki: «Þüphesiz efdâl olan önceden vermemektir; çünkü bu hususta ulemanýn ihtilâfý vardýr. Ama ben bunun naklini görmedim.»
Þârih´in, ekin ve meyve meselesindeki teþbihi de birinci meseleye, yani birkaç senenin zekâtýný önceden verme, meselesine râcî´dir. Çünkü nisaba mâlik olup sene geçmeden zekâtýný verince, sebebi bulunduktan sonra peþin vermiþ olur. Zira bu, vücup vaktinden önce edâdýr. Ekin meselesinde de öyledir. Çünkü öþürün edâ zamaný, mahsulün yetiþtiði vakittir. Önceden verince sebebi bulunduktan sonra edâ vaktinden önce vermiþ olur. Burada sebep hakikaten mahsul getiren üretici yerdir.
Ekin ve meyvenin kemali, öþrü edâ etmenin vaktidir. Lâkin Bahýr´ýn öþür bâbýnda beyan edildiðine göre, öþrü edâ etmenin vakti, Ebû Hanife´ye göre ekin ve meyvenin yerinde belirmesi, Ebû Yusuf´a göre kemale gelmesi imam Muhammed´e göre kesip temizlenmesi zamanýdýr. Bu izaha göre peþin verme meselesi, Ýmameyn´in kavillerine göre tahakkuk ederse de Ýmam-ý Âzam´ýn kavline göre tahakkuk etmez. Sonra gördüm ki Kemal Ýbn-i Hümam öþür bâbýnda buna tembihte bulunmuþ.
"Ekin ve meyve meydana çýkmadan vermenin caiz olup olmayacaðýnda ihtilaf edilmiþtir." Þârih kýsaca «Belirmeden vermenin caiz olup olmamasý ihtilâflýdýr» demeliydi. Bu hem ekine hem meyveye þâmil olur. Ekini ekmeden, fidaný dikmeden zekâtlarýný peþin vermenin bilittifak caiz olmayacaðýný ifade ederdi. Zira bu, sebep bulunmadan edadýr. Nitekim nisaba mâlik olmadan malýnýn zekâtýný vermek de böyledir. (caiz deðildir).
«En zâhir olan kavle göre caizdir.» Kitabýmýzýn bir nüshasýnda «caiz deðildir» denilmiþtir ki doðrusu da budur. Nehir´de þöyle denilmiþtir: «En zâhir olan, ekinde bitmeden caiz olmamasýdýr. Zâhir rivayete göre meyvede dahi yemiþ belirmeden caiz deðildir.» «Kendi baþýnýn haracýný önceden vermek dahi böyledir.» Bu teþbih dahi birinci, meseleye râcidir. Halebî þöyle demiþtir: "Bir kimse kendi baþýnýn birkaç senelik haracýný peþin verirse caiz olur." Nitekim cizye bâbýnda gelecektir. Bunun caiz olmasý, sebep bulunduðu içindir, sebep baþýdýr. Keza yerînin birkaç senelik haracýnýpeþin verse caizdir. Nitekim bunu Kuhstânî öþür ve harac bâbýnda zikretmiþ «çünkü sebep mevcuttur» diye ta´lilde bulunmuþ; «sebep, üreten yerdir» demiþtir. Lâkin onun sözünü muvazzaf haraca yormak icabeder. Çünkü o haraç üretme kudretine taallûk eder, ve sebebi, üreme imkâný dolayýsýyla üreten yer olur. Öþür ve mukaseme haracýnda olduðu gibi, üremenin kendisine taallûk etmez.
«Meselenin tamamý Nehir´dedir.» Orada þöyle denilmiþtir: «Bir kîmse muayyen bir gün oruç tutmayý nezir eder de onu evvelden tutarsa, Ebû Yusuf´a göre caiz, Ýmam Muhammed´e göre caiz deðildir.» Namaz ve itikaf dahi bu hilâfa göredîr. Falan sene hacc edeceðim diye adayarak daha önce hacca giderse, Þeyhayn´a göre caiz, îmam Muhammed´e göre caiz deðildir. Sirâc´da böyle denilmiþtir. H.
METÝN
Haraç arazisine bað dikerse, bað tamam olup yemiþ vermedikçe o kimsenin ekin haracý vermesi icabeder. Mecmau´l-Fetevâ. Taðleb Kabîlesi´nden olan bir çocuðun malýnda zekât yoktur. Taðleb veya Taðlib, Hýristiyan Araplar´dan bir kabîledir. Bunlara Benî Taðlib derler. Bu kabîIenin kadýnýna da erkek kadar vergi düþer, çünkü onlar bu þekilde antlaþma yapmýþlardýr.
Otlak hayvanýnýn zekatýnda ortasý alýnýr. Ýhtiyarý veya en iyisi alýnmaz. Bir kimsenin vasiyeti olmaksýzýn terekesinden zekât alýnmaz; çünkü þartý yoktur. Zekâtýn þartý niyettir. Zekât verilmesini vasiyet etmiþse, malýnýn üçte birinden itibar edîlir. Meðer ki mirasçýlar razý olsunlar. Zekatýn senesi Kamerîdir (Gök ayýna göredir). Bunu Bahýr sahibi Kýnye´den nakletmiþtir, Þemsî (Güneþ yýlý) deðildir. Bunlarýn farký Ýnnîn bâbýnda gelecektir. Bir kimse zekâtýný verip vermediðinde þüphe ederse, onu verir; çünkü zekâtýn vakti bütün ömürdür. Eþbah.
ÝZAH
Þârih haraç yerine fidan dikme meselesini burada istidrâd yoluyla zikretmiþtir. Onun yeri, öþür ve haraç bâbýdýr. T.
"Yemiþ vermedikçe, o kimsenin ekin haracý vermesi icabeder." Çünkü bað dikmesi, o yeri muattal býrakmaktýr. Bir kimse bir yeri muattal býrakýrsa o yerin haracýný ödemesi icabeder. Yer evvelce ekilmeye elveriþliydi, binaenaleyh bað yemiþ verinceye kadar o yerin haracýný öder. Yemiþ aldýðý zaman baðýn haracýný verir. Ekinin haracý sâkýt olur. Çünkü artýk onun halefi vardýr. Ekin haracý her dönümde bir sa (ölçek) ve bir dirhemdir. Bað yetiþinceye kadar bunu verir. Ondan sonra on dirhem vermeye baþlar. Rahmetî.
Taðleb Kabîlesi´nden olan zekât malýnda zekât yoktur. Ama öþür arazisinden çýkan ekin ve meyvelerden öþürün iki katý alýnýr. Nitekim müslüman çocuðun arazisinden çýkan mahsulde de öþür vacip olur. Bu cihet, öþür bâbýnda gelecektir. Taðleb bir kabîlenin babasýdýr. Onun için Þârih Benî Taðleb demeyip, sadece Taðleb dese daha iyi olurdu. Ama babasýna mensup bir kabîleye Benî Taðleb demekte bir mâni yoktur, denilebilir. Fetih´te þöyle denilmiþtir: «Benî Taðleb Hýristiyan. Araplardýr. Bunlara Hz. Ömer (r.a.) cizye koymak istemiþ, Onlar razý olmamýþlar; "Biz Arabýz; Acemlerin verdiðini vermeyiz. Birbirinizden aldýklarýnýzý bizden de al!" demiþler; bununla zekâtýkasdetmiþlerdir. Bunun üzerine Ömer (r.a.), "Hayýr! Bu, müslümanlarýn farzýdýr" demiþ; Onlar da, "O halde cizye adýyla deðil de bu isimle dilediðin kadar ziyade et!" demiþlerdi. Ömer (r.a.) da böyle yaptý.» Onlar dan zekâtýn iki mislini almak üzere anlaþtýlar. Hadisin bazý rivayetlerinde, «O cizyedir; siz ne derseniz deyin!» cümlesi vardýr.
«Bu kabîlenin kadýnýna da erkek kadar vergi düþer.» ki o da yarým öþürdür. H.
«Mirasçýlar razý olursa o baþka.» Yani zekât verilmesini vasiyet eder de üçte birden fazla tutarsa, fazlasý alýnmaz. Mirasçýlar razý olursa o baþka!
FER´Ý MESELE: Zekât, malýn üçte birinden fazlâ tutar da, hastalýðýnda onu vermek isterse, mirasçýlarýndan gizli olarak verir. Malý yoksa baþkasýndan ödünç alarak verir. Bunun için ödeyebileceðine kanaat getirmesi gerekir. Çalýþýr da ödeyemezse, öldüðü takdirde mâzurdur. Muhtârâtü´n-Nevâzil ve diðer kitaplarda böyle denilmiþtir. Ulemanýn "gizlice" demelerinden anlaþýlýyor ki, mirasçýlar zekât vereceðini bilirlerse fazlasýný kazaen (mahkeme kararýyla) alabilirler. Miras sahibinin yaptýðý ise diyaneten caizdir. Çünkü farzý ödemeye mecburdur. Nitekim Kâfi þerhi´nde onun illeti beyan edilmiþ, «sahih olan da budur» denilmiþtir. Vehbâniyye Þerhi´nde þöyle denilmektedir: «"Kazaen" ve "diyaneten" sözlerinin arasýný bulmak mümkündür.» Yani sahihin mukabili olan üçte bir itibarýný kazaya, birinciyi diyanete, hamletmek suretiyle aralarý bulunur. Bu da bizim söylediðimiz te´yid eder.
«Fark, innîn bahsinde gelecektir.» Oradaki ibare þöyledir: «Mezhebe göre, hilâlleri görmek suretiyle bir Kameri Sene te´cil edilir. Kamerî Sene 354 gün ve bir günün birazýdýr. Bazýlarý günler hesabýyla bir Þemsi Sene te´cil edileceðini söylemiþlerdir. Þemsî Sene, ötekinden 11 gün fazladýr.»
Sonra bu hüküm evvela malý ay baþýnda kazandýðýna göredir. Ay ortasýnda kazanýrsa bazýlarýna göre günler itibar edilir. Birtakýmlarý, ilk ayýn son aydan tamamlanacaðýný, ikisinin arasýndaki aylarýn yine hilâli görme hesabýyla itibara alýnacaðýný söylemiþlerdir. Bu söz iddet hakkýndaki sözlerine benzer. T.
«Zekâtýn vakti bütün ömürdür.» Bahýr sahibi Vâkýât´tan naklen þöyle demiþtir: «Bu meseleyle, vakit çýktýktan sonra kýlýp kýlmadýðýnda þüphe edilen namaz arasýnda fark vardýr. Fark þudur: Zekâtý edâ etmek Ýçin bütün ömür vakittir. Binaenaleyh bu, vaktinde namazý kýlýp kýlmadýðýnda þüphe etmek gibi olur. Böyle bir þüphe bulunursa namazýný tekrar kýlar.» Bahýr sahibi sözüne devamla þunlarý söylemiþtir: «Bir hâdise olmuþtur ki þudur: Bir kimse bütün zekâtýný verip vermediðinde þüphe ederse, meselâ ayrý ayrý zamanlarda zekât vererek verdiðini kaydetmezse, tekrar zekâtýný verecek midir? Söylediðimize bakýlýrsa muayyen bir miktar verdiðine kanaat getirmedikçe zekâtýný tekrar vermesi lâzým gelir. Çünkü bu borç, zimmetinde yüzde yüz sâbittir. Þüpheyle ödenmiþ sayýlamaz.»
Ben derim ki: Bunun hulâsasý þudur: Bu adam verdiði zekâtýn miktarýný araþtýrýr. Nasýl ki namazda rekât sayýsýnda þüphe ederse böyle yapar. Ödediðine kanaat getirdiði miktar sâkýt olur, geri kalaný verir. Hiçbir þeye kanaat getiremezse bütün zekâtý verir. Allah´u alem.
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:39:08
MALIN ZEKÂTI
METÝN
Bu terkipteki "elif lam" ahit içindir.
Bu hususta vârid olan, «Mallarýnýzýn onda birinin dörtte birini verin!» hadisinden murad, otlak hayvanlarýndan baþka mallardýr. Otlak hayvanlarýnýn zekâtý bu miktarla sýnýrlandýrýlmýþ deðildir. Altýnýn nisabý, 20 miskal; gümüþün nisabý, her on dirhemi yedi miskal hesabýndan 200 dirhemdir. Bir dinar (altýn) 20 kýrat, bir dirhem (gümüþ) 14 kýrattýr. Kýrat, beþ arpa büyüklüðüdür. Þu halde þer´î dirhem 70 arpa, miskal ise 100 arpa miktarý olur. Bir miskal, bir dirhem ile bir dirhemin yedide üçüdür.
«Bu terkipdeki "Elif lâm" ahit içindir» sözü, mukadder bir sualin cevabýdýr. Sual þudur: "Mal" kelimesi, mal olarak edinilen her þeyin ismidir. Binaenaleyh otlak hayvanlarýna da þâmildir. Þârih bu suale cevap olarak hadisten, otlak hayvanlarýndan baþka mallar kastedildiðini bildirmiþtir. Nehir sahibi diyor ki: «Bu cevapla "Mal, bizim örfümüzde parayla eþya mânâsýnda kullanýlýr"; sözüne ayrýca cevap vermeye hâcet kalmamýþtýr.»
Ben derim ki: Birinci cevabý Zeyleî zikretmiþ; Dürer sahibi de ona tâbi olmuþtur. Nehir sahibinin söylediði ikinci cevabý Fetih sahibi zikretmiþ; Bahýr sahibi de ona tâbi olmuþtur. Bana, ikincisi daha güzel gibi geliyor. Çünkü zihnin, örfen anlaþýlan bir þeye kaçmasý, hadiste zikredilen bir þeyi anlamasýndan daha yakýndýr.
«Bu miktarla sýnýrlandýrýlmýþ deðildir.» Yani onda birin dörtte biriyle takdir edilmemiþtir.
«Altýnýn nisabý yirmi miskaldir.» Bundan aþaðýsýnda zekât yoktur. Velev ki iki veznin arasýna girecek pek az bir noksanlýk olsun. Çünkü nisabýn tam olup olmadýðýnda þüphe vardýr. Bu þüphe ile onun olduðuna hükmedilemez. Bahýr.
Miskal: lügatta, az olsun çok olsun kendisiyle ölçülen þeydir. Örfdeki mânâsý ileride gelecektir. T.
Gümüþün nisabý, her on dirhemi yedi miskal hesabýndan 200 dirhemdir. Mâlûmun olsun ki Hz. Ömer (r.a.) zamanýnda dirhemler muhtelif idi.
Bazýsý on miskal aðýrlýðýnda on dirhem, bazýsý altý miskal aðýrlýðýnda on dirhem, bazýsý da beþ miskal aðýrlýðýnda on dirhem idi. Ömer (r.a.), alýþ veriþte kavgaya sebep olmasýn diye, her nev´in üçte birini aldý. On´un üçte biri; 3 bütün 1 taksim 3 (3 1/3) altý´nýn üçte biri iki; beþin üçte biri bir dirhem iki taksim üçtür. Bunlarýn mecmuu yedi eder. Ýstersen dirhemlerin hepsini bir yere topla, bunlarýn mecmuu 21 eder. 21 ´in üçte biri yedidir. Bundan dolayý dirhemler yedi vezin aðýrlýðýnda on olmuþlardýr. Bu hesap her þeyde hattâ zekâtta, hýrsýzlýk nisabýnda, mehirde ve diyet takdirinde geçerlidir. Bunu Mineh´den naklen Tahtâvî bildirmiþtir. Lâkin Dürer´e uyarak, «Beþin üçte biri bir bütün iki taksim üç (1 2/3) dirhem dir.» sözü yanlýþtýr. Doðrusu «(1 2/3) miskaldir.» þeklinde olacaktýr. Dinar dahi miskaldir. Nitekim Zeyleî ile diðer kitaplarda beyan edilmiþtir.
Fetih sahibi diyor ki: «Zâhire göre miskal, onunla sýnýrlandýrýlan þeyin ismidir. Dinar dahi altýn olmasý kaydýyla onunla sýnýrlandýrýlan þeyin adýdýr. Hâsýlý dinar, miskal ile sýnýrlandýrýlmýþ madrub altýn parçasýdýr. Miskalle ´birleþmesi, vezin yönündendir. Bir dirhem 14 kýrattýn Þu halde 200 dirhem2800 kýrat olur. Bilmelisin ki, bu þer´î dirhemdir. Örfî dirhem ise 16 kýrattýr. Frenk Riyali´nin aðýrlýðý, örfî dirhemlerle dokuz dirhem bir kýrat; þer´î dirhemlerle on dirhem beþ kýrat eder. Bu, 145 kýrattýr. Binâenaleyh riyal hesabýyla nisap 19 riyal üç dirhem ve üç kýrattýr. T.
Bunda bir parça ziyadelik vardýr, ibaresindeki yanlýþlýðý da düzeltmek gerekir. Bu sözün muktezasý, örfî dirhemin þer´î dirhemden büyük olmasýdýr. Ýmam Surûci Gâye adlý eserinde, «Mýsýrýn Dirhemi, 64 arpa tanesidir. O zekât dirheminden büyük olup nisabý 182 tanedir» diyerek açýklamýþtýr. Lâkin Fetih sahibi bunu eleþtirerek, daha büyük deðil daha küçük olduðunu söylemiþtir. Çünkü zekât dirhemi 70 arpadýr. Mýsýrýn Dirhemi ise 64 arpadan fazla deðildir. Çünkü bu dirhemin dörtte biri, dört harib çekirdeði ile sýnýrlandýrýlmýþtýr. Bir harib çekirdeði, orta büyüklükte dört buðday tanesi eder.
Ben derim ki: Zâhire bakýlýrsa, Surûci´nin sözü kýratý dört buðday tanesiyle takdir ettiðine göredir. Nitekim þimdi meþhur olan da budur. Þer´î dirhem 14 kýrat olunca, 56 buðday tanesi eder. Ve dirhem ondan daha büyük olur. Lâkin þer´î dirhemin kýratýnda muteber olan beþ buðday tanesidir. Örfî dirhemin kýratý böyle deðildir. Bazý hâþiye yazarlarýnýn beyanýna göre, bugün dirhem Mekke, Medine ve Hicaz´da ma´ruf olandýr -ki bizim örfümüz de buna kafle derler - . Bu dirhem 16 harib çekirdeðinden ibarettir. Her çekirdek dört arpa veya dört buðday tanesi miktarýdýr. Çünkü biz orta bir arpa tanesiyle orta buðday tanesini ölçtük. Her ikisi müsavi çýktýlar. Bugün bizim örfümüzde kýrat, harib çekirdeðidir. Þu halde örfî dirhem 64 arpa eder ve þer´î dirhemden altý arpa tanesi daha eksiktir. Bugün mâlûm olan miskal, 24 harib çekirdeðidir. Bu, 96 arpa eder ve þer´î miskalden dört arpa tanesi eksiktir. Demek oluyor ki 200 þer´î dirhem, 218 kafle ve bir kaflenin dörtte üçüdür. Bunun zekâtý, beþ örfî dirhem yedi buçuk hurma çekirdeði eder. Yirmi miskali þer´î; 21 örfü miskalden dört hurma çekirdeði noksandýr. Bunun zekâtý 12,5 hurma çekirdeði miktarý eder. Hâþiye yazarýnýn söylediði, «örfî miskal 96 arpadýr» sözü, Þârih´in Mülteka þerhi´nde söylediðine muvafýktýr. Orada, «þimdi Mýsýr´da miskal bir buçuk dirhemdir.» denilmiþtir.
Rahmetî´nin Medine-i Münevvere Müftüsü Seyyid Muhammed Esâd´-dan naklen bildirdiðine göre. Muhammed Esâd birçok eski dinarlara tesadüf etmiþ. Bunlarýn bazýsý Benî Ümeyye´nin, bazýsý 79 tarihinde Benî Abbas´ýn hilâfeti zamanýnda; kimisi 83 tarihinde Abdülmelîk bin Mervan" ýn, kimisi de 173 tarihinde Hârunu Reþid´in hilâfeti zamanýnda basýlmýþ. Ýçlerinde 181 tarihinde basýlanlar olduðu gibi, Me´mun zamanýnda basýlanlar da varmýþ. Bundan önce ve sonra basýlanlara da rastlamýþ ve hepsi vezin itibariyle müsavi imiþ. Her dinar Medine dirhemiyle bir dirhem bir çeyrek vezninde imiþ. Her dirhem 16 kýrat, her kýrat dört buðday tanesi miktarýnda imiþ.
Ben derim ki: Bu Þârih´in «þer´î dinar 20 kýrattýr» sözüne muvafýktýr. Lâkin bir kýratýn dört buðday tanesi olmasýný gerektirmesi yönünden ona aykýrýdýr. O´na göre miskal de 80 buðday tanesidir. Halbuki Þâfiîler´le Hanbelîler´in kitaplarýnda beyan edildiðine göre, zekât dirhemi altý dânaktýr. Bir dânak, sekiz arpa tanesiyle bir tanenin beþte biridir. Dirhem 50 tane ile bir tanenin beþte biri; miskal de orta büyüklükte, kabuðu soyulmamýþ ve iki tarafýndan kýlçýðý kýrýlmýþ ince ve uzun 72 arpadýr Bu ölçü cahiliyet ve Ýslâm devirlerinde deðiþmemiþtir. Bundan her ne zaman onda birininüçü eksik olursa dirhem olur. Dirhemin üzerine yedide üçü ziyade edilirse miskal olur.
Ben derim ki: Bu izaha göre bir dirhem 12 kýrat eder. Her kýrat yarým dânak, dört arpa tanesi ve bir tanenin beþte biridir. Miskal de 17 kýrat, iki arpa tanesidir. Çünkü onlarýn takdirine göre dirhemin yedide üçü 21 arpa tanesi ile bir tanenin beþte üçüdür. Dirhem üzerine bu miktar - ki 50 tane ile bir tanenin beþte biridir- ziyade edilince 72 tane eder. Sekbü´l-Enhûr adlý eserde, çeþitli ýstýlahlara binaen kýrat ve dirhemin tahdîdi hususunda birçok kaviller zikredilmiþtir. Maksat, þer´î dirhemin tahdîdidir. Bu bâbdaki ihtilâfý gördün. Bize göre meþhur olan kavil Þârih´in söylediðidir.
Sonra þunu da bil ki, bu zamanda muamele gören dirhem ve dinarlar (altýn ve gümüþ paralar) vezin ve kýymet itibariyle pek çok muhtelif nev´îlere ayrýlýrlar. Halk bunlarýn veznini bilmeksizin sayý itibariyle onlarla muamele yaparlar. Zekâtlarýný da sayý itîbariyle verirler. Çünkü vezin itibariyle bunlarýn zaptý güçtür. Bilhassa borçlarý olan kimse için çok güçtür. Zira vezni daha aðýr olanla takdir etse, büyük bir miktar tutar; ancak hafif olanla takdir etse, bundan daha aþaðý olur. Bu sebeple her 40 kuruþta bir kuruþ, 200 kuruþta beþ kuruþ zekât verirler. Halbuki bunlarda vâcip olan, yukarýda geçtiði vecihle vezindir; ilerde de gelecektir. Binaenaleyh zekât olarak verdiði aðýr kuruþlar veya aðýr altýn cinsinden olmalýdýr ki sayý hesabýyla verdikleri, onda birinin dörtte birinden daha az olmasýn ve borcundan yüzde yüz kurtulduðunu bilsin. Yalnýz hafif vezinliden veya aðýr vezinli olanla karýþýktan verirse böyle deðildir. Çünkü malýnýn onda birinin dörtte birini bulmayabilir. Meðer ki bütün malý hafif cinsten olsun. Ekseriyetle mal sahipleri bundan gafildirler, buna dikkat edilmelidir!
METÝN
Bazýlarý: «her beldede ora halkýnýn vezniyle fetva verilir» demiþlerdir. Biz bunu alýþveriþ bahsinin daðýnýk meselelerinde tahkik edeceðiz. Muteber olan altýnla gümüþün hem eda hem vücup yönünden vezinleridir. Kýymetleri deðildir. Darbedilmiþ altýnla gümüþte ve iþlenenlerinde - velev ki külçe veya ziynet olsun - kullanýlmasý mübah veya haram olsun, mutlak surette hattâ ziynet ve nafaka için bile olsalar onda birin dörtte birini vermek lâzým gelir. Çünkü altýnla gümüþ kýymet olarak yaratýlmýþlardýr. Binaenaleyh nasýl olursa olsunlar zekâtlarýný vermek gerekir. Kýymeti altýn veya darbedilmiþ gümüþten nisabý dolduran ticaret eþyasýnda altýnla gümüþ birbirlerine müsavi olduklarý takdirde ikisinden biri ile kýymet biçerek eþyanýn kýymeti verilir.(Müsavi deðil de biri daha fazla geçerli ise, onunla kýymetlendirmek taayyün eder. Birinden kýymet biçildiði takdirde nisabý doldurur da ötekinden kýymet biçilince doldurmazsa, nisabý dolduran ile kýymet biçmek taayyün eder. Biri ile kýymet biçildikte nisabý doldurur ve beþte bir artar, diðeri ile kýymetlendirildikte daha az olursa, fakir için daha faydalý olanla kýymet biçilir. Sirâc.
«Darbedilmiþ gümüþten» sözü, kýymet biçmenin ancak darbedilmiþ olanýyla yapýlacaðýný ifade eder. Bu, örf ile amel etmiþ olmak içindir. Burada ticaret malýndan murad, para olmayan þeylerdir. Haraç arzisinde ve benzerinde niyetin sahih olmamasý, yukarýda arz ettiðimiz vecihle mâni bulunduðundandýr. Yoksa arazi eþyadan sayýlmadýðý için deðildir. Dikkatli ol!
ÝZAH
«Bazýlarý her beldede ora halkýnýn vezniyle fetva verilir demiþlerdir.»
Valvalciye sahibi kesinlikle buna kâil olmuþ; Hulâsa´da bu söz Ýbn-i Fadýl´a nispet edilmiþ; Serahsi dahi bununla amel etmiþtir. Mücteba, Cem´un-Nevâzil, Uyûn, Mi´râc, Hâniyye ve Fetih´te bu kavil benimsenmiþtir. Fetih´te bundan sonra þöyle denilmiþtir: «Ancak ben diyorum ki bunun Peygamber (s.a.v.) zamanýndaki vezinden daha az olmamakla kayýtlanmasý gerekir. Bundan murad, beþ dirhem aðýrlýðýndaki onluktur.» Bu satýrlar kýsaltýlarak Bahýr´dan alýnmýþtýr. Nehir´de Sirâc´dan naklen þu cümleler ziyade edilmiþtir: «Ancak dirhemin 14 kýrat olmasý pek çok fukahanýn ve cumhurun kavlidir. Gelmiþ geçmiþ bütün fukahanýn kitaplarý buna göre yazýlmýþtýr» Þârih «biz bunu alýþveriþ bahsinde tahkik edeceðiz» diyorsa da orada, yaptýðý tahkik zekâta müteallik deðil, akitlere aittir. Akitte dirhem ismi geçerse, örfî dirhem anlaþýlýr. Bu sözü vâkif mutlak olarak söylerse yine hüküm budur. H.
«Muteber olan hem eda hem vücup yönünden vezinleridir.» Yani eda yönünden muteber olan, vezin yönünden vâcip miktarýdýr. Bu, Ýmam-ý Âzam´la Ebû Yusuf´a göredir. Ýmam Züfer´e göre muteber olan kýymettir. Ýman Muhammed, fakir için hangisi daha faydalýysa onu muteber tutmuþtur. Þu halde bir kimse iyi cinsten beþ dirhem yerine, kýymeti dört dirhem olan bozuk beþ dirhem verse, þeyhayn´a göre caiz fakat mekruhtur. Ýmam Muhammed´le Züfer´e göre fazlayý vermedikçe caiz deðildir. Beþ kötü dirhem kýymetinde iyi cinsten dört dirhem verse, yalnýz Ýmam Züfer´e göre caiz olur. Bir kimsenin 200 dirhem aðýlýðýnda ve 300 dirhem kýymetinde gümüþten bir ibriði bulunur da onun aynýndan beþ dirhem verirse, söz yoktur. Baþkasýndan verirse þeyhayn´a göre caiz; Ýmam Muhammed´le Züfer´e göre caiz deðildir. Meðer ki fazlalýðý vermiþ olsun. Baþka cinsten verirse kýymet itibar edileceði hususunda ulemamýz ittifak etmiþlerdir. Hattâ kaptan ayrý olarak beþ dirhem kýymetinde altýn verse, hiçbirine göre caiz olmaz; çünkü karþýlaþtýrýlýnca, iyiliði, cinsinin muhalifiyle kýymetlendirilir. Kýymeti verirse, hak edilen miktarýn yerine geçer. Mi´râc´da böyle denilmiþtir. Nehir.
Vücup yönünden muteber olan da vezin itibariyle nisabý doldurmalarýdýr. Nehir. Hattâ bir kimsenin on miskal aðýrlýðýnda altýndan veya 100 dirhem aðýrlýðýnda gümüþten bir ibriði olur da iþçilik kýymeti 20 dirhem tutarsa, yahut 200 dirhemi bulursa, bunlarda bilittifak hiçbir þey vermek vâcip olmaz.
«Darbedilmiþ» tabirinden murad, para haline getirilmiþ altýn ve gümüþlerdir. Ýþlenmiþinden murad da, kýlýç kabzasý, kemer kantarýna, eðer, mushaf ve kabkacak tezhîbi gibi þeylerdir ki, eritince olduklarý yerden boþanýrlar. Bahýr.
Külçe, eritilmemiþ altýn ve gümüþ demektir. Bunu Bahýr sahibi Ziyâ´dan nakletmiþtir. Onun için Halebî, «Bu meseleyi burada zikretmesi doðru deðildir. Çünkü külçeye darbedilmiþ denilemediði gibi, iþlenmiþ de denilemez.» Bunu «mutlak surette, sözünden sonra zikretmeliydi» demiþtir. Kenz´in ibaresi böyle deðildir. O, «iki yüz dirhemle 20 dinarda onda, birin dörtte birini vermek vâcip olur, velev ki, külçe halinde olsun» demiþtir ki, külçe üst tarafta zikrettiðinde dahildir.
Kullanýlmasý erkeklere haram olan þeye miskal altýn yüzüktür. Kaplar ise mutlak surette haramdýr. Velev ki gümüþten olsun. þârih´in "nafaka için bile olsa" sözü, Ýbn-i Melek´in ifadesine aykýrýdýr. O, zekât bahsinin baþýnda arz ettiðimiz vecihle, «Altýn gümüþ aslî hacetleriyle meþgul olursa onlarda zekât yoktur» demiþtir. Oraya müracaat edebilirsin H.
(Ticaret eþyasýna Araplar "arz" derler.) «Burada ticaret malýndan murad, para olmayan þeylerdir.» El-Muðrib´de böyle tefsir edilmiþtir. Bahýr sahibi bunu Ziyâü´l-Halûm´dan nakletmiþtir. Dürer´de ise, «Râ´nýn sükûnu ile arz, ölçüye tartýya girmeyen hayvan ve akar da olmayan þeydir.» Sýhâh´da da böyle denilmiþtir. Râ´nýn fetvasý ile (araz) ise, dünya malý demektir ve bütün mallara þâmildir. Burada onun bir vechi yoktur; çünkü bu kelime, altýnla gümüþ mukabilinde kullanýlmýþtýr, deniliyor. Yani Dürer sahibi burada araz murad deðildir. Çünkü o, bütün mallara Þâmildi. Halbuki altýnla gümüþ onda dahil deðildir. Buna karine, araz kelimesinin altýnla gümüþ mukabilinde zikredilmesidir. Binaenaleyh "arz" okunmasý icabeder; demek istiyor. Lâkin Sýhah´daki tarife göre hayvanlarla, ölçülen tartýlan þeyler onun þümûlinden hariçtir. Halbuki niyet edilirse, onlar da ticaret malýnda dahildirler. Onun için kitabýmýzýn Þârihi. «Burada ticaret malýndan murad, para olmayan þeylerdir» demiþtir.
«Haraç arazisinde niyetin sahih olmamasý, mâni bulunduðundandýr.
Bu cümle Zeyleî´nin itirazýna cevaptýr. Zeyleî, «Haraç arazisinde zekât vâcip deðildir. Velev ki satýn alýrken ticareti niyet etsin. Halbuki o da arazlardandýr» demiþtir. Bunun cevabý sâime bâbýndan az önce geçen þu sözdür: «Esasen altýn, gümüþ ve otlak hayvanlarýndan baþka mallarda ticaret niyeti olursa iki defa zekât vermeye müeddî bir mâni bulmamak þartý ile zekât verilir.» «Yoksa arazi eþyadan sayýlmadýðý için deðildir» cümlesi, Dürer sahibine red cevabýdýr. O, Zeyleî´nin itirazýna, «yer araz deðildir» diye cevap vermiþti. Bahýr sahibi diyor ki: «Bu söz reddedilir. Çünkü biliyorsun arazýn burada doðru tefsiri, para olmayan þeydir.» Zeyleî þöyle de itiraz etmiþti: «Bir kimse öþür arazisi satýn alýr da eker; yahut ticaret için tohum alýr da ekerse öþür vâcip olur. Zekât vâcip olmaz. Zira öþürle zekât bir yere gelmez.» Buna da Þârih´in dediði gibi «mâni vardýr» diye cevap verilir. Dürer´de ve ona tebean Bahýr´da þöyle cevap verilmiþtir: «Tohumda zekât vâcip olmamasý, ancak ekildikten sonra meydana gelmiþtir. Bu zarar etmez. Çünkü evvelce geçtiði vecihle ticaret için satýn alýnan kölede mücerret hizmeti niyet etmek zekâtýn vâcip olmasýný ýskat ederse, niyetten daha kuvvetli olan tasarrufun ýskât etmesi evleviyette kalýr.»
«Biri daha geçerli ise onunla kýymet biçmek taayyün eder.» Yani geçerli olan nisabý dolduruyorsa, onunla kýymet biçilir. Çünkü Nehir´de Fetih´ten naklen, «Nisabý dolduran taayyün eder; doldurmayan etmez. Her ikisi de nisabý doldurur da biri daha geçerli olursa, geçerli olanla kýymet biçmek taayyün eder» denilmiþtir.
«Altýnla gümüþten biri ile kýymet biçilir de nisabý doldurur ve beþte bir artarsa...» cümlesi, Sirâc´dan naklen Nehir´de þöyle izah edilmiþtir:
«Eþyayý dirhemle kýymetlendirdiði takdirde 240 dirhem, altýnla kýymetlendirdiði takdirde 23 dinar edecekse, dirhemle kýymetlendirir. Çünkü bu takdirde altý dirhem vermek icabeder. Dinarlakýymetlendirirse yarým dinar vermesi icabeder ki, bunun kýymeti beþ dirhemdir. Þayet eldeki eþya altýnla kýymetlendirildiðinde 24 dinar, dirhemle kýymetlendirildiðinde 136 dirhem edecekse, dinarla kýymetlendirilir.»
Hidaye´de, «Her dinar þeriatta on dirhemdir» denilmektedir. Fetih´te bu cümle, «Yani þeriatta on dirhemle kýymetlendirilir. Evvelleri böyle yapýlýrdý» diye izah edilmiþtir.
METÝN
Her beþte birde, hesabýna göre zekât vardýr. Meselâ Ýmam-ý Âzam´a göre her 40 dirhemde bir dirhem, her dört miskalde iki kýrat zekât vardýr. Beþte birden, diðer beþte bire kadar af olup, zekât yoktur. Ýmameyn, «Artanýn hesabýna göre zekâtý vardýr» demiþlerdir. Küsur meselesi budur. Gümüþü fazla olan maden gümüþ, altýný fazla olan altýndýr. Hangisinin karýþýk madeni fazla ise ticaret mallarý gibi kýymetlendirilir. Ticaret niyet edilirse, niyet þarttýr. Meðer ki nisap miktarýný bulan bir parçasý veya daha azý ayrýlmýþ olup elinde onu tamamlayacak eþya veya parasý buluna. Yahut kýymet itibariyle en aþaðý paradan zekât vâcip olacak miktarý bulan geçerli kýymette nisaplarý doldurmuþ ola. Bu takdirde zekatý vacip olur, aksi takdirde vâcip deðildir.
ÝZAH
«Her beþte birde, nisabýna göre zekât vardýr.» Yani nisapdan fazlasý nisabýn beþte birine varýncaya kadar affedilir. Sonra her beþte birden artan baþka beþte bire varýncaya kadar yine af edilmiþtir. Bu meselede imamlarýmýz arasýndaki hilâfýn eseri þurada görülür. Bir kimsenin 205 dirhemi olur da üzerinden iki sene geçerse, Ýmam-ý Âzam´a göre on dirhem zekât vermesi lâzým gelir. Ýmameyn beþ dirhem lâzým geleceðini söylemiþlerdir. Çünkü o kimseye ilk sene beþ dirhem ile bir dirhemin sekizde biri vâcip olmuþtur. Ýkinci sene borçtan hâli olarak sekizde biri noksan kalýr. Ýmam-ý Âzam´a göre küsurda zekât yoktur. Binaenaleyh ikinci sene nisap tam olarak kalýr.
Hilâfýn semeresi bir de þurada görülür: Bir adamýn elinde, üzerinden üç sene geçmiþ 1000 dirhemi bulunursa, Ýmam-ý Âzam´a göre ikinci sene 24, üçüncü sene 23 dirhem vermesi icabeder. Ýmameyn´e göre ise 24 ile birlikte bir dirhemin 3/8 i, 23 ile beraber yarým, dörtte bir ve sekizde bir dirhem vermesi lâzým gelir. ilk sene 25 dirhem vermesi icab edeceðinde hilâf yoktur. Sirâc´da böyle denilmiþtir. Nehir.
Ben derim ki: Sirâc´da bunu ben de 1/8 dirhem diye gördüm (bu yanlýþtýr). Doðrusu, 1/8 dirhemin 1/8´zidir. Nitekim hesap bilen kimseye âþikârdýr.
Bunun izahý þudur: ilk sene verilmesi farz olan miktar 25 dirhem, ikincide 24 dirhem ile 3/8 dirhemdir. Þu halde üçüncü senede borçtan hâii olarak 950 5/8 dirhem kalýr. 920 dirhemde, bunun onda birinin dördü kadar zekât vardýr. Bu, 30´un 23´ünde yarým dirhem ve çeyrektir. 5/8´de ise 1/8´zin 1/8 dirhemi eder. Çünkü onda birinin dörtte biri budur ve beþin 320 ye nisbeti gibidir. Bu da onun 1/8´nln 1/8´zi ve 5/8´nin onda birinin dörtte biridir. Zira 320´nin 5/8´zi 200 eder. 200´ün onda birinin dörtte biri de beþtir. Beþi 320´ye nisbet etmek 1/8´rin 1/8´idir. Çünkü 1/8´zi 40´dýr. Kýrkýn 1/8´zi ise beþtir.
TEMBÝH: «Hilâfýn eseri þurada da görülür: Bahýr ve Nehir´de Muhitten nakledildiðine göre, iki ziyade birbirine katýlmaz. Yani gümüþ nisabýnýn ziyadesi, altýn nisabýnýn ziyadesine katýlýp da 40 dirhem yahut dört miskal tamamlanmaz, Bu, Ýmam-ý Âzam´a göredir. Çünkü ona göre kesirlerde zekât yoktur. Ýmameyn´e göre iki ziyade birbirine katýlýr. Çünkü kesirlerde zekât vardýr. Lâkin Rahmetî, Ýmameyn´e göre kesirlerde zekât vâcip olduktan sonra, iki ziyadeyi birbirine katmanýn faydasý hususunda bir þey demeyip duraklamýþtýr. Allah´u âlem. Bu sebepten kitaba hâþiye yazanlardan biri, þeyhi Muhammed Emin´den naklen, Sürûcî´nin, Muhit´den, hilâfýn bunun aksine olduðunu rivayet ettiðini söylemiþ. Bahýr´la Nehir´deki ibarenin yanlýþ olduðunu bildirmiþtir.
Ben derim ki: Muhit´e ben de müracaat ettim ve Sürucî´nin naklettiði gibi olduðunu gördüm. Bunu Bedâyi sahibi de açýklamýþtýr.
«Küsur meselesi budur.» Yani Ýmam-ý Âzam´a göre beþte biri bulmadýkça kesirlerde zekât yoktur, dedikleri mesele budur. Bu tâbir, «Küsurdan bir þey alma» hadisinden alýnmýþtýr. Buna küsur denilmesi, o sayýdaki zekât itibariyledir.
«Gümüþü fazla olan maden gümüþ sayýlýr.» Çünkü dirhemler biraz maden karýþýmýndan hâli deðillerdir. Onlarý madensiz basmak mümkün deðildir. Binaenaleyh madenle gümüþ arasýnda fasýla, birinin fazla oluþudur. Nehir. Altýn da gümüþ gibidir. T.
«Ticaret niyet edilirse niyet þarttýr.» Yani ticarete niyet ederse, kýymetine itibar olunur. Nehir. Sâime bâbýndan az önce ticaret niyetinin þartlarýný arzetmiþtik.
«En aþaðý paradan» ibaresini, Bedâyi sahibi "gümüþü fazla olan maden" diye tefsir etmiþtir.
Ben derim ki; Musannýf zekât vâcip olduðunu tercih ettiðine göre, madenle gümüþü müsavi diye tefsir etmek gerekir. Musannýf bunu az sonra zikredecektir.
«Bu takdirde zekâtý vâcip olur.» Yani madeni gümüþünden fazla olan bir malda ticareti niyet ederse, yahut ticareti niyet etmez, fakat o maldan nisap miktarý gümüþ ayrýlýrsa veya ayrýlmaz fakat geçer kýymetler halinde olup, kýymeti, nisabý doldurursa, zekât vâcip olur.
«Aksi takdirde vâcip deðildir.» Yani bunlardan bir þey bulunmazsa zekat vâcip olmaz. Hâsýlý içinde nisap miktarý halis gümüþ bulunur veya geçer kýymet olursa, ticareti niyet etsin etmesin zekâtýný vermek vâcip olur. Çünkü o malda nisap miktarý halis gümüþ bulunursa, halisin zekâtýný vermek icabeder. Nitekim bunu Cevhere sahibi açýklamýþtýr. Altýnla gümüþün ayný (kendisi) ticaret niyetine muhtaç deðildir. Þumunnî ve diðer kitaplarda böyle denilmiþtir. Geçer kýymet dahi böyledir. Niyetin þart kýlýnmasý, bundan baþkalarýna kalýr. Þârih´in sözünden anlaþýlan budur. Bahýr ile Nehir´de de böyledir.
Lâkin Zeyleî´de þöyle denilmektedir: «Madeni gümüþünden fazla olan malda ticareti niyet ederse, mutlak surette kýymetine itibar olunur. Aksi takdirde, eðer halis gümüþü yalnýz baþýna yahut baþkasýna katmakla nisabý doldurursa, onun zekâtýný vermek vâciptir.» Bu sözün ifade ettiði mânâ, gümüþü ayrýlsa bile doldurmadýkça ticareti niyet ettiðinde kýymetin itibara alýnmasýdýr. Bana, zýddiyet yok gibi geliyor. Çünkü o madenden nisabý doldurmayan gümüþ ayrýlýnca, zekât yalnýz buhalîs gümüþte vâcip olur. Nitekim Cevhere´den naklen yukarýda geçti. Ancak ticareti niyet ederse, kýymet itibariyle hepsinde zekât vâcip olur. Zeyleî´nin sözünü dikkatle teemmül edersen, bu söylediðim hususta açýk gibi olduðunu görürsün. Anla!
Zeyleî´nin «Ticareti niyet ederse kýymeti muteber olur» sözünden murad, katýlan madeni fazla olandýr. Bundan, nisap miktarý halis gümüþ toplansýn toplanmasýn fark etmez». "Aksi takdirde gümüþü halis ise onda zekât vâciptir." sözünün mânâsý, o madenden ayrýlan gümüþte zekat vaciptir, geri kalan karýþýk madende vâcip deðildir demektir.
FER´Ý MESELE: þurunbulâliye´de beyan edildiðine göre, bakýr parçalar, geçer kýymette veya ticaret, metal Olurlarsa, zekâtlarýný kýymet itibariyle vermek icabeder; aksi takdirde bir þey lâzým gelmez.
METÝN
Yabancý madeni altýn ve gümüþe müsavi olan paralar hakkýnda ihtilâf edilmiþtir. Muhtar olan kavle göre, ihtiyaten zekât lâzýmdýr. Hâniyye. Onun için bunlar ancak tartý ile satýlýrlar. Gümüþle karýþan altýna gelince: Altýný fazla ise altýndýr; böyle deðilse altýn veya gümüþ kendi nisabýný doldurduðu takdirde zekât vâciptir.
«Muhtar olan kavle göre ihtiyaten zekât lâzýmdýr.» Velev ki ticaret
ÝZAH
niyeti bulunmasýn. Bazýlarý, vâcip olmadýðýný söylemiþlerdir. Nehir. Þurunbulâliye´de Burhan´dan naklen þöyle deniliyor: «En zâhir þekli, olmamaktýr. Çünkü vücup için þart kýlýnan fazlalýk vasfý yoktur. Bazýlarý, vâcip olup olmamasý cihetlerine bakarak, iki buçuk dirhem vâcip olduðunu söylemiþlerdir.» Dürer´den anlaþýlan, Hâniyye ile Hülâsa´ya tebaan birinci kavli benimsemiþ olduðudur. Allâme Nuh Efendi, «Ben de bunu ihtiyar ettim. Çünkü ibadette ihtiyat, vâcip olmasýdýr. Nitekim ulema bunu birçok meselelerde açýklamýþlardýr. Onlardan biri de, kanla tükrük müsavi olduðu zaman, ihtiyaten abdestin bozulmasýdýr, demiþtir.»
«Onun için» yani ihtiyattan dolayý bunlar ancak tartý ile satýlýr.
«Altýný fazla ise altýndýr.» Mâlûmun olsun ki, altýnla gümüþ karýþýrsa, ya altýný fazla, ya az, ya müsâvi olur. Her hale göre, ya her iki maden ayrý ayrý nisabýný doldururlar, yahut yalnýz altýn veya yalnýz gümüþ nisabý doldurur, yahut doldurmazlar. Böylece 12 þekil meydana gelir. Bunlardan ikisi sadece aklî olup þunlardýr:
1 - Yalnýz baþýna gümüþün, nisabý doldurmasý ve altýnýn ondan fazla olmasý.
2 - Gümüþün altýna müsâvi olmasý. On þeklin, hariçte vücudlarý vardýr. Bunu bildikten sonra þunu da öðren ki; Þârih´in, «altýný fazla ise altýndýr» sözünün altýnda dört þekil vardýr:
Bunlar, 1 - Her ikisinin nisabý doldurmasý,
2 - Ýkisinin de nisabý doldurmamasý,
3 - Yalnýz altýnýn nisabý doldurmasý,
4 - Yalnýz gümüþün nisabý doldurmasýdýr. Lâkin dördüncü þekil, bildiðin gibi imkansýzdýr. Çünkü ne zaman altýn, nisabý dolduran gümüþten fazla olursa, onun da nisabý, hattâ birkaç nisabý doldurmasýlazým gelir. Þârih, geri kalan üç þeklin hükmünü «Altýndýr» diyerek beyan etmiþtir. Birinciyle üçüncü þekil açýktýr. Çünkü bunlarda atlýn yalnýz baþýna nisabý doldurmuþtur. Gümüþ, nisabý doldursun doldurmasýn ona tâbidir. ikinci þekil de öyledir; zira altýn fazla olunca, itibar onadýr; o daha kýymetli ve daha pahalýdýr. Nitekim gelecektir. Ýkisinin toplamý nisabý doldurduðu zaman, altýnýn zekâtýný verir.
«Böyle deðilse» sözünden murad, altýný fazla deðilse demektir ki ya gümüþü fazla yahut her ikisi müsâvidir. Burada sekiz þekil meydana gelir. Ya her ikisi kendi nisabýný doldurur, yahut doldurmaz; ya sadece altýn nisabýný doldurur, yahut sadece gümüþ; ya gümüþ fazladýr yahut her ikisi müsavidirler. Lâkin her ikisi müsavi olduklarý halde, yalnýz gümüþün nisabýný doldurmasý bildiðin gibi imkânsýzdýr. Þu halde yedi þekil kalýr.
Þârih´in, «Altýn veya gümüþ kendi nisabýný doldurursa» diye kayýtlamasý, yediden iki þekil daha çýkarýr. Bunlar, her biri nisabýný doldurmayýp gümüþ fazla geldiði, yahut her ikisinin müsavi olduðu þekillerdir. Bunlarýn hükümlerini sonra söyleyeceðiz. Þu halde beþ þekil kalýr. Ýkisi müsavi olduklarý, üçü de gümüþün fazla olduðu þekillerdir.
«Altýn veya gümüþ kendi nisabýný doldurduðu takdirde zekât vâciptir.» Yani altýn yalnýz baþýna nisabýný doldurur, yahut gümüþü fazla veya her ikisi müsâvi olduklarý zaman - ki bu dört suret eder - veya gümüþ altýndan fazla olduðu zaman yalnýz baþýna nisabýný dolduruyorsa - ki bu beþinci þekildir - nisabýný dolduranýn zekâtý vâcip olur.
Zikredilen dört þekilde altýnýn nisabý dolarsa, onun zekâtý vâcip olur. Zira nisabý dolunca, onun itibara alýnmasý icap eder. Çünkü o daha kýymetli ve daha pahalýdýr. Gümüþ, altýnla birlikte nisabý doldursa bile ona tâbi olur. Gümüþ daha fazla olur da nisabý doldurur; altýn dolduramazsa, o tercih edilerek gümüþ zekâtý verilir. Ve bütün zekât gümüþ olur. Lâkin burada tafsilât vardýr. Bunu sonra anlatacaðýz.
Þarih´in, ilk üç þekil hakkýndaki sözünün hükmü anlaþýldý. Diðer beþ þekil de Þumunnî ile Zeyleî´nin ibarelerinden anlaþýlmaktadýr, Þumunnî´nin ibaresi þöyledir: "Altýn gümüþle karýþýk eritilirse, altýn, nisabý doldurduðu takdirde hepsi için altýn zekâtý verilir. Altýnýn daha çok veya daha az olmasý fark etmez, çünkü o daha kýymetlidir. Altýn, nisabýný doldurmazsa, gümüþ kendi nisabýný doldurduðu takdirde, hepsi için gümüþ zekatý verilir." Zeyleî´nin ibaresi de þudur: «Gümüþle karýþýk altýn kendi nisabýný doldurursa altýn zekâtý vermek icabeder; þayet gümüþ kendi nisabýný doldurursa, onun için gümüþ zekatý vâcip olur. Bu hüküm, gümüþ altýndan fazla olduðuna göredir. Altýndan az olursa, hepsi altýn sayýlýr. Çünkü altýn daha kýymetli ve daha pahalýdýr.» Bu ibarelerin ikisi de ayný þeyi anlatmaktadýr, Þârih´in ifadesinde, söylediðimiz yedi þekil bunlardan alýnýr. Þumunnî´nin, «Ýster daha çok ister daha az olsun» sözü, gümüþün kendi nisabýný doldurup doldurmamasýna þâmildir. Buna delil, bu sözden sonra, «Altýn kendi nisabýný doldurmazsa ilh...» demesidir. Çünkü bütününün zekatýný gümüþten itibar etmemiþ, ancak altýn kendi nisabýný doldurmazsa o zaman gümüþten itibar etmiþtir. Bu gösteriyor ki, daha önceki, «Altýn kendi nisabýný doldurursa ilh...» demekle, altýn, nisabýný doldurmak þartýyla, bütününü altýn saymýþtýr. Ayný zamanda gümüþün de kendi nisabýný doldurmuþ veya doldurmamýþ olmasýný itibara almamýþtýr. Zeyleî´nin sözü de öyledir. O da «Þayet gümüþ, nisabýný doldurursa ilh...» sözüyle, altýn kendi nisabýný doldurmadýysa, demek istemiþtir. Buna delil, ikisini karþýlaþtýrmasýdýr. Çünkü evvela altýn kendi nisabýný doldurunca, hepsini altýn saymýþ ve bunu mutlak söylemiþti.
Binaenaleyh söz, gümüþün de kendi nisabýný doldurmasý ve doldurmamasý hallerine þamildir. Bundan anlaþýlýr ki, o hepsini gümüþ itibar etmemiþ; bunu ancak, altýn kendi nisabýný dolduramadýðý zaman yapmýþtýr. Altýn, nisabýný doldurursa, hepsi için altýn zekâtý verilir demiþtir; çünkü altýn daha kýymetli ve daha pahalýdýr. Keza altýn, gümüþten daha fazla olur da, gümüþü katmakla nisabý doldurursa, ona yine altýn hükmü vermiþtir. Nitekim «Gümüþ daha az olursa, karýþýmý hep altýndýr ilh...» sözünden anlaþýlmaktadýr. Ýþte Þârih´in, «Altýn daha fazla ise altýn hükmündedir» dediði budur. Þumunnî´nin «Ýster daha fazla ister daha az olsun» sözünde, müsavi olduklarý þeklin hükmü, evleviyetle dahildir. Bu mânâ, Zeyleî´nin «Altýn nisabýný doldurursa ilh...» sözünden de anlaþýlmaktadýr. Böylece iki ibare arasýnda birbirine aykýrýlýk olmadýðý gibi, onlarýn ibareleriyle Þârih´in ibaresi arasýnda da aykýrýlýk olmadýðý meydana çýkar. Ancak Zeyleî´nin «Bu, gümüþ fazla olduðuna göredir» sözüne hacet yoktur. Çünkü gümüþ yalnýz baþýna nisabý doldurursa, mutlaka nisabý doldurmayan altýndan daha çok olacaktýr. Onun için Þumunnî bunu zikretmemiþtir .Galiba Zeyleî bunu, «Amma gümüþ daha az olursa» sözüne esas olmak üzere zikretmiþtir. Burasýný anlatýrken benim anlayabildiðim budur. Sen de anla! Allah´u âlem!..
TEMBÝH: Tatarhâniyye´de þöyle denilmiþtir «Gümüþ çok, altýn az olursa, meselâ eritilenin üçte ikisi veya daha fazlasý gümüþ olursa, hepsine gümüþ hükmü verilmez; çünkü altýnýn kýymeti daha çoktur; onu kendinden aþaðýsýna tâbi kýlmak caiz deðildir. Altýn daha fazla ise, bunun hilafýnadýr.» Bundan þu anlaþýlýr ki yukarýda geçen, «Gümüþ nisabýný doldurur da altýn kendi nisabýný doldurmazsa, gümüþ zekâtý vermek icabeder.» sözü, karýþan altýn, kýymetçe gümüþten fazla olmamakla kayýtlýdýr. Aksi takdirde hepsi altýn olur. Vaad edilen tafsilât budur. Zeyleî´nin yukarýda geçen ibaresinde dahi buna iþaret vardýr. Yedi þekilden kalan iki suretin hükmü de bundan alýnýr. Bu iki suret; gümüþ daha fazla olmakla beraber, ikisi de nisabý doldurmadýklarý; bir de müsavi olduklarý hallerdir. Þu izaha göre, bu iki þeklin de, Þârih´in «Altýn daha fazlaysa altýn hükmü verilir.» sözüne girmeleri mümkündür. Bu sözden, altýnýn, tartý veya kýymet itibariyle gümüþten fazla olduðu kastedilir. Lâkin Muhit ve Bedâyi´de þöyle denilmiþtir: «Altýn liralarda, Mahmudiye´de olduðu gibi, altýn daha fazla bulunursa, bunlarýn hükmü altýndýr. Herevilerde olduðu gibi gümüþü daha fazla ise, eþyaya geçer kýymet olur veya ticarette kullanýlýrlarsa, kýymetine itibar edilir. Böyle olmazlarsa, tartý hesabý ile içlerindeki altýn ve gümüþün miktarýna itibar edilir. Çünkü altýnla gümüþ, eritmekle ayrýlýrlar.» Bu söz, gümüþle karýþýk eritilen liralarda, hükmün, bozuk paralarla karýþýk gümüþ gibi olacaðý hususunda açýk gibidir. Bu paralarda altýn fazla îse, altýn hükmünü alýrlar. Nasýl ki karýþýk madenden fazla olan gümüþe de gümüþ hükmü verilir. Bu paralarda gümüþ daha fazla ise, karýþýkmadenin içinde az kalan gümüþ gibi olur ve kýymeti hesap edilir. Kýymeti nisabý doldurursa, geçer kýymet, para, yahut ticarette kullanýlýr olmak þartýyla zekâtýný verir. Böyle deðilse, içindeki gümüþ tartý hesabýyla itibara alýnýr. Nisabý doldurursa, yahut onun nisabýný dolduracak baþka bir malý varsa, zekâtýný verir; yoksa vermez.
Bu suretle anlaþýlýr ki, Þârih´in Zeyleî ile þumunnî´ye uyarak söyledikleri, basýlmýþ altýn liralar deðildir. Yahut ticarette kullanýlmayan ve geçer akçe sayýlmayan basýlmýþ liralardýr. Veyahut bu söz, baþka bir kavildir. Teemmül buyrula. Allah´u âlem.
METÝN
Senenin iki tarafýnda - velev ki otlak hayvanýnda olsun - nisabýn tam olmasý þarttýr. Senenin baþýnda þart olmasý, sebebin mün´akit olmasý için; sonunda þart olmasý da, vücup tahakkuk etmek içindir. Ara yerde nisabýn azalmasý zarar etmez. Malýn hepsi helâk olursa, sene bâtýl olur. Borca gelince, o bütün malýný kaplasa bile, senenin hükmünü bozmaz. Ticaret eþyasýnýn kýymeti altýnla gümüþe katýlýr. Çünkü hepsi yaratýlýþ ve kullanýlýþ itibariyle ticaret içindir. Altýn gümüþe ve gümüþ altýna,her ikisi kýymet olmalarý itibariyle kýymet hesabýyla katýlýr.
ÝZAH
«Senenin iki tarafýnda - velev hükmen olsun - nisabýn tam olmasý þarttýr.» Çünkü Bahýr ile Nehir´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimsenin ticaret için nisap miktarý koyunu olur da sene tamamlanmadan ölürler ve derilerini tabakladýktan sonra sene dolarsa, nisabý doldurduðu takdirde zekât vermesi gerekir. Ticaret için elinde bulunan þýrasý, ,sene tamamlanmadan þarap olur da sonra sirkeye inkýlab ederek sene dolarsa zekât vermesi gerekmez. Çünkü birincide koyunlarýn derileri mevcut olduðu için nisap bâkidir. Zira derilerin kýymeti vardýr, Ýkincide öyle deðildir. Ama Ýbn-i Semâa´dan ikincide (þýra meselesinde) dahi zekât vereceði rivayet olunmuþtur.»
«Sene içerisinde malýn hepsi helal olursa sene bâtýl olur.» Hattâ baþka mal kazanýrsa, onun zekâtý için yeniden sene itibar eder. Sene tamam olduktan sonra helâk olursa, ne hüküm verileceði, koyunun zekâtý bâbýnda geçmiþti. Nehir´de þöyle deniliyor: «Otlak hayvanýný alafla beslenen ahýr hayvaný yapmak dahi helâk sayýlýr. Çünkü vasfýn yok olmasý, aynýn yok olmasý gibidir.»
«Borca gelince...» Þârih, Musannýf´ýn, «Mükâtebe zekât yoktur...» sözünü izah ederken, imam Muhammed´e göre borç eþyasýnýn helâk hükmünde olduðunu söylemiþti. Bahýr sahibi bu kavli tercih etmiþtir. Biz de orada Þârih´in buradaki kavlinin tercih edildiðini söylemiþtik. Oraya müracaat edebilirsin! Hilâf, nisabý kaplayan borç hakkýndadýr. Nitekim Cevhere´de âçýklanmýþtýr. Binaenaleyh Bahr´ýn sözünü, nisabý kaplamayan borç, diye yorumlayarak, iki kavlin arasýný bulmak mümkün deðildir. Anla!
«Ticaret eþyasýnýn kýymeti altýnla gümüþe katýlýr.» Eþyaya, nisabý doldurduðu zaman kýymet biçileceði, yakýnda geçti. Buradaki kýymet meselesi, nisabý doldurmadýðýna ve nisabý tamamlayacak altýný gümüþü bulunduðuna göredir. Nehir´de þöyle deniliyor: «Zâhidî, "Mal sahibi altýnla gümüþten birinin kýymetini hesap ederek eþyanýn kýymetine katabilir" demiþtir. Bu, Ýmamý Âzam´a göredir. Ýmameyn, altýnla gümüþe kýymet biçilmeyeceðini, bilâkis eþyaya kýymet biçilip onlara katýlacaðýný söylemiþlerdir. Bunun faydasý þurada kendini gösterir: Bir kimsenin elinde ticaret için 100 dirhem kýymetinde buðdayý ve 100 dirhem kýymetinde beþ altýn lirasý bulunsa, Ýmam-ý Âzam´a göre zekât vâciptir. Ýmameyn buna muhaliftir.»
«Altýn gümüþe ve gümüþ altýna, her ikisi kýymet olmalarý itibariyle kýymet hesabýyla katýlýr.» Yani her ikisi bir kimsede bulunurlarsa, kýymet itibariyle birbirlerine katýlýrlar, fakat yalnýz birisi bulunursa kýymet bilittifak itibara alýnmaz. Bedâyi. Çünkü yukarýda geçtiði vecihle, gerek edâ gerekse vücup itibariyle, muteber olan tartýsýdýr. Yine Bedâyi´de bildirildiðine göre, birbirlerine katma meselesi, her biri nisabý doldurmadýðýna göredir. Ýkisi de tam olarak nisabý doldururlarsa, birini diðerine katmak vâcip deðildir. Bilâkis her birinin zekâtýný kendî nisabýndan vermek gerekir. Ama birini diðerine katar da, hepsinin zekâtýný altýndan veya gümüþten verirse, bize göre bunda bir beis yoktur. Lâkin kýymet biçme, revaç itibariyle fakirlere hangisi daha faydalýysa ondan yapýlmak icabeder. Aksi takdirde her birinden onda birinin dörtte birini vermesi icabeder.
«Kýymet hesabýyla katýlýr.» Yani bir kimsenin 100 dirhem gümüþü ve o kýymette beþ miskal altýný bulunursa, zekâtýný vermesi icabeder. Ýmameyn buna muhaliftir. Bir kimsenin 100 dirhem aðýrlýðýnda ve iþçiliði ile beraber 200 dirhem kýymetinde gümüþ bir ibriði bulunursa, zekât, kýymet itibariyle vâcip olmaz. Çünkü güzellik ve sanatýn, riba mallarýnda yalnýz baþýna kýymeti olmadýðý gibi, cinsiyle karþýlaþtýrýldýðý vakit de kýymeti yoktur. Sonra yukarýda görüldüðü vecihle, azý çoða katmakla, bunun aksi, yani çoðu aza katmak arasýnda fark yoktur. Meselâ bir kimsenin 150 dirhem gümüþ ile, 50 dirhem etmeyen beþ dinar altýný bulunsa, sahih kavle göre, Ýmam-ý Âzam buna zekât vâcip olduðunu söylemiþtir ve çok olan az olana katýlýr. Bu gösteriyor ki, Ýmam-ý Âzam´a göre cüzlerin tam olmasýna itibar yoktur. Altýnla gümüþ, birbirine ancak kýymet itibariyle katýlýr. Bunu Bahýr´dan naklen Tahtâvî söylemiþtir.
Ben derim ki: Bedâyi´deki þu ifade dahi, çoðu aza katmak kabilindendir: «Ýmam-ý Âzam´dan rivayet edildiðine göre, þöyle demiþtir. Bir adamýn 95 dirhem gümüþü ve beþ dirhem kýymetinde bir altýn lirasý bulunursa, zekât vermesi icabeder. Bu, gümüþe altýnla kýymet biçmek suretiyle olur. Gümüþün her beþ dirhemi, bir altýn lira eder.»
METÝN
Ýmameyn, cüz hesabý ile katýlacaðýný söylemiþlerdir. Bir kimsenin 100 dirhemi ve 140 dirhem kýymetinde on altýn (lira)ý olsa, Ýmam-ý Âzam´a göre altý, Ýmameyn´e göre beþ dirhem zekât vacip olur. Anla!
Bize göre, otlak hayvaný ile ticaret malýnýn müþterek nisabýnda zekât vâcip deðildir. Velev ki bu nisapta ortaklýk sahih olsun. Bu otlak hayvaný olmanýn sebebi birleþtiði zaman olur. Mezkür dokuz sebebi
"Evsý men yeþfe" kýsaltmasý ifade etmektedir. ki, Mecma" þerhlerînde açýklanmýþtýr. Nisap bir kaç olursa, bilittifak zekât vâcip olur. Ve her iki mal sahibi, hisse itibarý ile, kalan haklarýný birbirlerindenalýrlar. Bunun izahý Hâvî´dedir. Birinin hissesi nisabý doldurursa, o, zekâtýný verir; öteki vermez. Bir kimsenin 80 kiþi ile aralarýnda ortak 80 koyunu olsa, zekât vermesi icap etmez. Çünkü bu, taksim edilemeyen þeylerdendir. Ýmam Ebû Yusuf buna muhaliftir.
ÝZAH
«îmameyn, cüz hesabý ile katýlacaðýný söylemiþlerdir.» Birinden, nisabýn dörtte üçü; diðerinden dörtte biri bulunursa, bunlarý birbirine katar. Ýkisinden de yarýmþar nisap yahut birinden 1/3 diðerinden 2/3 nisap olursa, yine bir birine katar ve her cüzden hesabýna göre zekâtýný verir. Hattâ þârih´in beyan ettiði surette, her yarýdan onda birinin dörtte birim verir. Nitekim Bahýr sahibi böyle demiþtir.
«Ýmameyn´e göre beþ dirhem zekât vâcip olur.» Þârih burada Nehir sahibine uymuþtur. Lâkin iddiasý söz götürür. Çünkü Ýmameyn´e göre, iki cinsi cüz hesabýyla birbirine katmak itibara alýnacaðýna göre, her yarýdan onda birin dörtte birini vermek vâcip olur. Nitekim Bahýr´dan naklen yukarýda geçti. Bahýr sahibi de bunu Muhit´e nispet etmiþtir. O halde 140 dirhem kýymetindeki on liranýn zekâtý, çeyrek lira eder ki bunun kýymeti üç bucuk dirhemdir. Bunun kýymetini vermek isterse, Ýmameyn´e göre dahi altý dirhem vermesi icabeder. Burada þöyle bir sual hatýra gelebilir: Ýmameyn´e göre altýný gümüþe cüz hesabýyla katmak, iyilik vasfýna itibar etmemek esasýna dayanýr. Çünkü iyilik vasfý þer´an kýymetlendirilemez; binaenaleyh itibar kýymete deðil aðýrlýðýnadýr. Þeriatda dinar (altýn lira) on dirhemle kýymetlendirilmiþtir. Nitekim arzetmiþtik. Buradaki kýymet ziyadeliði, iyilik vasfýnýn karþýlýðýdýr ki ona itibar yoktur?
Bu sualin cevabý þudur: Ýyilik vasfýnýn itibara alýnmamasý, ancak cinsi cinsiyle karþýlaþtýrýldýðý zamandýr. Kendi cinsinden olmayan bir þeyle karþýlaþtýrýlýrsa bilittifak itibara alýnýr. Nitekim evvelce arzetmiþtik, Teemül eyle!
Þarih "Anla" sözüyle, Kâfi sahibinin sözünü reddetmeye iþarette bulunmuþtur. Kâfî sahibi "Zekât cüzler tam olursa lâzým gelir demiþtir." Meselâ 100 dirhem gümüþü ve kýymeti 100 dirhemden az olan on altýn lirasý olursa, ona göre kýymete itibar edilmez. Çünkü o burada zekâtýn kýymet itibariyle deðil, cüzler tamam olduðu için vâcip olduðunu zannetmiþtir. Halbuki mesele onun zannettiði gibi deðildir. Zekât her ikisinin kýymeti itibariyle vâcip olur. Birinin ayný birinin kýymeti itibar edilmez. Çünkü altýný gümüþle kýymetlendirdiði takdirde nisap tamamlanmazsa, gümüþü altýnla kýymetlendirdiði takdirde tamamlanýr. Meselemizde 100 dirhem gümüþ on altýnla kýymetlendirilmiþtir. Bu kýymetlendirmeden dolayý onda zekât vâciptir. T. Meselenin tam açýklamasý Bahýr ile Fethu´l-Kadir´dedir.
Müþterek nisaptan murad; nisabý doldurmasý iþtirak sebebiyle ve iki malý biri birine katmakla hâsýl olmaktýr. Böyle yapýlmasa, yalnýz baþýna hiçbirinin malý nisabý doldurmayacaktýr.
«Velev ki bu nisapta ortaklýk sahih olsun.» Musannýf bu sözü ile, îmam Þâfiî hazretlerinin muhalefetine iþaret etmiþtir. Ona göre, ortaklýk sahih olunca, zekât vâcip olur. Ortaklýðýn sahih olmasý için aþaðýda beyan edeceðimiz dokuz þart vardýr. Onun için Þârih bunlarý, «dokuz sebebibirleþtiði zaman» diye kayýtlamýþtýr. Bu þunu anlatýr ki, bu þartlar bulunmayýnca bize göre zekât evleviyetle vâcip olmaz. Dokuz sebep, hakikatte dokuz þarttýr. Þârih, þarta, sebep ismi vermiþtir. Nitekim sebebe þart dediði de olmuþtur. Anla!
«Mezkûr dokuz sebebi, (Evsý men yeþfe´) kýsaltmasý ifade etmektedir.»
Baþtaki "hemze", her Ýkisinin, zekâtýn vücubuna ehil olmalarýný; "vav" senenin baþýnda ortaklýk bulunduðunu; "sad", ortaklýk kastedildiðini; mim mer´â yolunun birliðini; "nun", içerisine süt saðýlan kabýn birliðini; "y" çobanýn birliðini; "þ", su içtikleri yerin birliðini; "f" damýzlýk erkeðin birliðini; "ayn", mer´ânýn bir olduðunu ifade eder. Bu þartlar, otlak hayvanlarýndaki ortaklýk hakkýndadýr. Ortaklýðýn ticaret malýndaki þartlarý, Þâfiîlerin kitaplarýnda zikredilmiþtir ki, onlardan bazýlarý, dükkânýn, bekçinin ve korunan yerin ayrýlmamasýdýr.
«Nisap birkaç olursa» yani mallarýný bir yere katmadan her birinin malý baþlý baþýna nisabý doldurursa, bu takdirde ortaklarýn her birine, kendi nisabýnýn zekâtýný vermesi icabeder. Zekât memuru, iki malýn nisabýndan iki zekât alýrsa, mallar birbirlerine müsâvi olduklarý takdirde, sahipleri birbirlerinden bir þey alamazlar. Meselâ her ikisinin kýrkar koyunu olur da, zekât memuru bunlardan iki koyun alýrsa hüküm budur. Mallar müsâvi deðilse, farklarýný sahipleri birbirinden alýrlar. Nitekim açýklamasý gelecektir. Bu hüküm, Musannýf´ýn «müþterek nisapda» sözünün karþýlýðýdýr.
«Bunun izahý Hâvi´dedir.» Kadýhan Hâvî´den de güzel beyan etmiþ ve þöyle demiþtir: «Bunun sureti þudur: Ýki ortaðýn 123 koyunlarý olur, bunlarýn 2/3 birinin 1/3 diðerinindir. Vâcip olan zekât iki koyundur. Zekât memuru her iki ortaktan birer koyun alýr ve 2/3 sahibi, arkadaþýnýn verdiði koyundan 2/3 kýymetini alýr. 1/3 sahibi de 2/3 sahibinden verdiði koyunun 1/3´nü alýr. Ve onun 1/3´ü her ikisinden istenen 2/3´nin 1/3 yerine geçer. Geriye bir koyunun 1/3´ü kalýr ki, o da malýn 2/3´ne sahip olandan istenir.»
"Brinin hissesi, nisabý doldurursa." Mesela iki ortak arasýnda 1/3 hesabýyla 80 koyun bulunur da zekât memuru bunlardan 2/3 sahibi namýna bir koyun zekât alýrsa, 1/3 sahibi, koyunun 1/3´ni arkadaþýndan alýr. Çünkü kendisine zekât farz deðildir. Muhit.
«Bir kimsenin 80 kiþi ile aralarýnda ortak 80 koyunu olsa...» Bu hususta Tecnîs´te þöyle denilmektedir: «40 kiþinin ortak 80 koyunu olsa ve birinin her koyunda yarým hakký olup diðer yarýsý ötekilerin olsa, 40 koyun sahibine, Ýmam-ý Âzam´a göre zekât lâzým deðildir. Ýmam Muhammed´in kavli de budur. Koyunlar iki kiþi arasýnda ortak olsaydý, her birinin birer koyun vermesi icabederdi. Çünkü bu halde koyunlarýn taksimi mümkündür. Birinci halde taksim mümkün deðildir.» Yani 40 kiþi ile otlak olduklarý koyunlarýn taksimi, ancak onlarý kesmekle mümkün olur. 80 koyunu ikiye bölmek ise böyle deðildir.
METÝN
Bilmiþ ol ki, Ýmam-ý Azam´a göre, alýnacak borçlar, kuvvetli, orta ve zayýf olmak üzere üç nevidir.. Ýmdi alacak, borç nisabý doldurur da üzerinden sene geçerse, zekâtýný vermek vâcip olur. Lâkinderhal deðil, ödünç ve ticaret malýnýn bedeli gibi kuvvetli alacakda 40 dirhem aldýðý zaman lâzým gelir. Ve her 40 dirhem aldýkça bir dirhem vermesi gerekir. Ticaret malý olmayan borçtan 200 dirhem aldýðýnda, beþ dirhem vermesi icabeder. Bu orta borçtur ki, otlak hayvanýnýn parasý hizmette kullanýlan köleler ve benzerleri bu kabilden olup, yiyecek, içecek ve emlâk gibi asli ihtiyaçlarýyla meþguldür. Senenin, borcu almadan önce gecen kýsmý, esah kavle göre muteber sayýlýr. Bir adamdan miras olarak katan alacak dahi bunun gibidir.
ÝZAH
Ýmameyn´e göre, alacaklarýn hepsi müsâvi olup zekâtlarýný vermek vâciptir. Bir kimse, alacaðý borçtan az veya çok bir þey elde ederse, onun zekâtýný vermesi icabeder. Bundan, kitabet, siâyet ve - bir rivayette - diyet borcu gibi alacaklar müstesnadýr. Bahýr. Kuvvetli ve orta borçlarda, alacaðýndan eline bir þey geçmeden sene dolsa bile zekâtýný vermek icabeder. Zayýf borçta zekât, sene dolduktan sonra lâzým gelir. T.
«40 dirhem aldýðý zaman lâzým gelir» Muhit´te þöyle denilmektedir: «Çünkü Ýmam-ý Âzam´a göre 40 dirhemi bulmadýkça küsür nisaplarda zekât vâcip deðildir. Çünkü bunda güçlük vardýr. Keza 40 dirhemi bulmadýkça edâ dahi vâcip deðildir. Çünkü güçlük vardýr.» Münteka´da dahi þöyle denilmektedir: «Bir kimsenin 300 dirhem alacaðý olup, üzerinden üç sene geçer de 200´nü alýrsa, Ýmam-ý Âzam´a göre ilk sene için beþ, ikinci ve üçüncü seneler için 160 dirhemden dört dirhem zekât verir, fazlasý için bir þey vermesi gerekmez; çünkü kýrktan azdýr.» «Ve her 40 dirhem aldýkça bir dirhem vermesi gerekir.» Fetih ve Bahýr´da, «40 dirhem alýncaya kadar edâ gecikir. 40 dirhemde bir dirhem vermesi gerekir. Keza fazlasýnda dahi bu hesaba göre verilir.» denilmesinin mânâsý budur.
Yani 40´ýn üzerine ikinci ve üçüncü 40´lar ziyade edilirse, 200 dirheme varýncaya kadar bu hesaptan gidilir. 200 dirhemde beþ dirhem verilir. Onun için Þârih, «Her 40 dirhem aldýkça ilh...» demiþtir. Maksat, 40´ýn üzerine bir veya iki dirhem geçerse, demek deðildir. Nasýl ki bazý hâþiye yazarlarýnýn ibaresi bu zanný vermektedir. Evvelce Muhit´ten naklettiklerimizden gördüðün vecihle bu, Ýmam-ý Âzam´ýn mezhebine muhaliftir. Anla!
"Otlak hayvanýnýn parasý"ný Þârih, Fetih, Bahýr ve Nehir´e uyarak orta borç saymýþtýr. Çünkü bu zevat orta borcu, «Ticaret için olmayan malýn bedelidir» diye tarif etmiþlerdir. ibn-i Melek ise Mecma´ þerhinde bunu kuvvetli borç saymýþtýr. Dürerü´l-Bihâr Þerhi´nde de böyle sayýlmýþtýr, ki Gayetü´lBeyân´ýn ifadesine uyan da budur. Orada mal bedeli olan alacak iki kýsma ayrýlmýþtýr. Bu mal: 1 - Ya elinde kalmýþ olsa zekâtý vâcip olacaktýr; 2 - yahut olmayacaktýr. Birinci kýsmýn bedeli kuvvetli borçtur. Bunda otlak hayvanýnýn parasý dahildir. Çünkü bu hayvan elinde kalsa, zekâtý vâcip olacaktý. Muhit´in þu sözü de böyledir: «Kuvvetli borç, zekât malýna bedel mâlik olduðu þeydir.» Teemmül et!
þârih´in, «aslî ihtiyaçlarýyla meþguldür» diye kayýtlamasý, aklý baþýnda bir insana gereken, elinde aslî ihtiyacýndan baþka bir þey bulundurmamasý olduðunu,nazarý itibara içindir. Yoksa ticaret için olmayan malda muhtaç olmadýðý þeyler de dahildir. Nitekim daha sonra bunu ifade etmiþtir.
Orta borçta, senenin, borcu almadan önce geçen kýsmý esah kavle göre muteber sayýlýr. Çünkü hilâf buradadýr. Kuvvetli borçta hilâf yoktur. Çünkü Muhit´te þöyle denilmiþtir: «Kuvvetli borçta, asýl borcun senesiyle zekât vâcip olur. Lâkin ondan 40 dirhem almadýkça edâ lâzým gelmez. Orta borçta ise iki rivayet vardýr. Aslýn rivayetine göre zekât vâciptir. Fakat 200 dirhem almadýkça edâsý lâzým deðildir. 200 dirhem alýnca zekâtýný verir. Ýbni Semâa´nýn Ebû Hanife´den rivayetine göre ise, alacaðýný alýp üzerinden sene geçmeden zekât vermesi icap etmez. Çünkü bu alacak þimdi zekât malý olmuþtur ve yeni baþtan ele geçmiþ gibi olur. Zâhir rivayetin vechi þudur: O kimse satmaya kalkýþýnca, o malý ticaret malý yapmýþtýr. Böylece satýþtan az önce zekât malý olmuþtur.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Hâsýlý orta borçta ihtilâfýn esasý, bu borç alýndýktan sonra mý zekât malý olur yoksa önce mi meselesidir. Birinci kavle göre, nisap miktarý aldýktan sonra mutlaka sene geçmesi lâzýmdýr. Ýkinci kavle göre, senenin baþlamasý, satýþ vaktinden itibar edilir. Bir kimsenin, orta borç 1000 dirhem alacaðý olur da, üzerinden sene geçtikten sonra bu borcu alýrsa, Asl´ýn rivayetine göre geçen senenin zekâtýný verir. Aldýðýndan itibaren 6 ay geçince, tekrar zekâtýný verir. Ýbn-i Semaa´nýn rivayetine göre ise, geçen senenin zekatýný vermediði gibi, þimdikinin de zekâtýný vermez. Ancak, borcunu aldýktan sonra yeni bir sene geçmekle, zekâtýný verir. Ama bu, 1000 dirhem ticaret eþyasýnýn bedeli gibi, kuvvetli borçtan bir alacak ise, senenin baþlamasý, satýþtan itibaren deðil, Asl´ýn senesine göredir. Borcunu aldýktan itibaren dahi böyledir.
Böyle bir borçtan, nisap miktarý, yahut 40 dirhem aldýðý zaman, onun zekâtýný geçmiþ için verir; Asl´ýn senesine istinaden hareket eder. Bir ticaret eþyasýna sahip olur da, sene yarýsýndan sonra onu satarak parasýný bir buçuk sene sonra alýrsa, iki sene dolmuþ olur. Bu iki senenin zekâtýný bilittifak parayý aldýðý vakit verir. Nitekim Muhit ve diðer kitaplardan naklettiklerimizden anlaþýlýr.
Gerçi Hâþiye yazarlarý, burada kuvvetli borçla orta borcu müsâvi tutmuþ ve ikinci rivayete göre 1000 dirhemin ikinci defa zekâtý, onu aldýklarý bir sene sonra verileceðini söylemiþse de, bu hatadýr. Biliyorsun ki ikinci rivayet yalnýz orta borç hakkýndadýr. Bu rivayete göre, evvelâ geçen sene için zekât verilmez. "Ýkinci" sözünden anlaþýlan, bunun hilâfýnadýr. Anla.
«Senenin, borcu almadan geçen kýsmý esah kavle göre muteber sayýlýr.» Biliyorsun ki, bu zâhir rivayettir. Fetih ve Bahýr´ýn ibareleri, sahih olan rivayet hakkýndadýr.
Ben derim ki: Bedâyi´de þöyle denilmiþtir: «Ýbn-i Semâa´nýn rivayetine göre burada 200 dirhemi alýp eline geçtiði andan itibaren bir seneyi doldurmadýkça zekât yoktur. Ebu Hanife´den nakledilen iki rivayetin en sahihi budur.» Bu sözün bir misli de Gayetü´l-Beyân´dadýr. Bu izaha göre, onun hükmü de aþaðýda gelen zayýf borcun hükmü gibidir.
«Bir adamdan miras kalan alacak dahi bunun gibidir.» Yani geçen hususatta orta borç gibidir. Bunun nisabý, miras olarak aldýðý andan itibarendir. R. Bunun, zayýf borç gibi olduðu da rivayet olunmuþtur. Fetih ve Bahýr. Birincisi zâhir rivayettir. Bu suret, miras býrakan hakkýnda, borcun ticaret malý bedeli veya baþka bir mal bedeli olmasý þekillerine þâmildir. Tatarhâniye. Çünkü mirasçý, mülk hakkýndamûrisinin yerine geçer; ticaret hakkýnda geçmez. Binaenaleyh ticaret için olmayan mal bedeline benzer. Muhit.
Yine Muhit´te þöyle denilmiþtir: «Vasiyet edilen borca gelince; bu borç, teslim almadýkça nisap olamaz. Çünkü vasiyet edilen kimse, ona evvel emirde karþýlýksýz ve mülkte vasiyet edenin yerini tutacak biri olmaksýzýn mâlik olmuþtur. þu halde ona baðýþ suretiyle mâlik olmuþ gibidir.» Yani bu, zayýf borç gibidir.
TEMBÝH : Buraya kadar geçen «Kuvvetli ve orta borcun zekâtý, ancak onu aldýktan sonra vâcip olur» sözünün muktezasý þudur: Miras býrakan kimse, birkaç sene sonra o borcu almadan ölmüþ olsa, borç alýndýðý vakit zekâtýnýn verilmesini vasiyet etmesi lâzým gelmez. Çünkü saðlýðýnda ona zekât vermek vâcip olmamýþtýr. Mirasçýnýn da zekât vermesi icabetmez. Çünkü o, bu borca ancak mûrisi öldükten sonra sahip olmuþtur. Onun senesi, ölüm vaktinden baþlar.
METÝN
Zayýf borçtan, onu aldýktan sonra, üzerinden sene geçmek þartýyla 200 dirhem aldýðýnda, zekâtýný verir. Bu borç, mehir, diyet kitâbet ve hul´bedeli gibi mal olmayan þeylerin bedelidir. Ancak yukarýda geçtiði vecihle elinde zayýf borca katacak bir malý varsa, o zaman sene geçmesi þart deðildir. Alacaklý, sene geçtikten sonra borçluyu ibrâ etse, borç kuvvetli olsun olmasýn zekât yoktur. Muhit´te bu mesele «Fakir ise» diye kayýtlanmýþtýr. Zengin olursa bu istihlâktýr. Bu bellenmelidir. Bahýr.
Nehir´de, «Bunun, "mutlak"ý kayýtlamak olduðu açýktýr. Ama bu, zayýf borçta sahih deðildir; nitekim aþikardýr» denilmiþtir.
ÝZAH
«Ancak elinde zayýf borca katacak malý varsa» cümlesi, borcu aldýktan sonra üzerinden sene geçmesi þartýndan istisnadýr. Daha doðrusu Þârih, Halebi´nin yaptýðý gibi, «Elinde zayýf borca katacak mal varsa» demeliydi. Hâsýlý, alacaðýndan bir þey alýp da, elinde nisap bulunursa, aldýðý borcu nisaba katar ve o senenin zekâtýný verir. Borcu aldýktan sonra yeni bir sene geçmesi þart deðildir. Sonra bilmelisin ki, "zayýf borç" diye yapýlan kaydý, Bahýr sahibi Valvalciye´ye nisbet etmiþtir. Zâhire bakýlýrsa, bu kayýt tesadüfî´dir. Çünkü, bununla baþka borç arasýndaki fark zâhir deðildir.
Nitekim ulemanýn mutlak olan «Sene içerisinde alýnan borç, kendi cinsinden nisaba katýlýr» sözleri, bunu gerektirdiði gibi, Bedâyi´de borcun üç kýsma ayrýlmasý, sonra «Ýmamý Âzam´a göre 40 dirhem olmadýkça alýnan borçta zekat yoktur» denilmesi dahi buna delâlet eder. Çünkü Bedâyi sahibi bundan sonra þöyle demiþtir: «Kerhî´nin beyanýna göre bu, o kimsenin, aldýðý borçtan baþka malý olmadýðýna göredir. Aksi takdirde aldýðý borç, kazandýðý mal mesabesindedir; elindeki mala katýlýr.» Muhitde dahi böyledir. Muhit sahibi üç nevi borcu anlatmýþ, bunlarýn üzerine bir takým fer´î meseleler getirmiþtir ki bunlarýn sonuncusu, bir hânenin ücreti veya ticaret için olan köledir. Muhit sahibi þöyle demiþtir: «Bu hususta iki rivayet vardýr. Bir rivayete göre, alacaðýný alýp üzerinden sene geçmedikçe zekât yoktur. Çünkü menfaat, hakiki mal deðildir.´ Binaenaleyh Mehir gibi olur. Zâhirrivayete göre ise zekât vâciptir. Nisap miktarý eline geçtiði zaman zekâtý vermek vâcip olur. Çünkü menfaatler. hakikatte maldýr. Ancak zekâtýn vâcip olmasý için mahal deðildir. Çünkü nisap olmaya yaramazlar. Bunlar bir sene devam etmezler. Bütün bu söylenenler, o kimsenin aldýðý borçtan malý olmadýðýna göredir. Baþka ´"malý varsa, bu borç kazanýlmýþ mal gibi, olur ve elindekine katýlýr.» Bu söz, borcun her üç kýsma þâmil olduðu hususunda açýk gibidir. Herhalde zayýf diye kayýtlamak, diðer borçlara evleviyetle delâlet etmesi için olsa gerektir. Çünkü zayýf borçtan alýnan miktarýn nisap olmasý; alýndýktan sonra üzerinden sene geçmesi þarttýr. Böyle bir borç, elindeki mala katýlýr ve yeni sene þartý sâkýt olursa, kendisinde bu þartlar aranmayan borç evleviyetle elindeki mala katýlýr.
TEMBÝH: Muhit´ten naklettiðimiz söz, ticaret kölesinin ücreti veya ticaret hanesinin ücreti, birinci rivayete göre zayýf borç olduðu hususun da açýktýr. Zâhir rivayete göre ise orta borçtur. Bahýr´da, Fetih´ten naklen, sahih rivayette bunun kuvvetli borç gibi olduðu bildirilmiþtir. Sonra Valvalciye´de gördüm ki, bu hususta üç rivayet olduðu açýklanmýþ.
"Muhit´te bu mesele" yani alacaklý borçluyu ibra ettiði zaman zekât lâzým gelmemesi meselesi, «borçlu fakir ise» diye kayýtlanmýþtýr. Binaenaleyh yapýlan ibrâ, helâk mesâbesindedir. T.
«Zengin olursa bu istihlâktýr» yani zekatý vâciptir. T.
«Bunun, "mutlak"ý kayýtlamak olduðu açýktýr, ilh...» Yani Bahýr sahibinin, «Muhit´te bu mesele, borçlunun fakir olmasý ile kayýtlanmýþtýr, ilh...» sözünden muradý, «Borç kuvvetli olsun olmasýn» sözünü kayýtlamaktýr. Zira bu söz mutlak olup, borcun her üç kýsmýna þâmildir. Yani zengin alacaklýnýn, sene dolduktan sonra, verecekliyi ibrâ etmekle zekâtýn sâkýt olmasý, her üç nevi borçta, verecek linin fakir olmasýyla kayýtlýdýr; demek istemiþtir. Bu söz, zengin olan verecekliden ihtirâz içindir. Çünkü borçlu zengin olur da, alacaklý onu ibrâ ederse, zekât sâkýt olmaz. Zira bu istihlâk sayýlýr ve zayýf borçta sahih deðildir. Çünkü zayýf borcun zekâtý, ancak onu alýp, üzerinden bir sene geçtikten sonra vâcip olur. Daha sonra vâcip olmaz. Binaenaleyh ibrâsý, zekât vâcip olmadan istihlâk sayýlýr ve onun zekatýný ödemez. Bedâyi ve Gâyetü´l-Beyândan naklen yukarýda arz ettik ki, sahih kabul edilen kavle göre, orta borç dahi zayýf borç gibidir. Þu halde daha açýk ifadeyle Þârih: «Bu, zengin olan borçluyu ibrâ etmenin mutlak surette istihlâk sayýlacaðý hususunda zâhirdir, ilah...» demeliydi.
Sonra Muhit´in ibaresine bir diyecek yoktur. Çünkü onun ibaresi kuvvetli borç hakkýnda olup þöyledir: «Sene, geçtikten sonra ticaret eþyasýný dirhemlerle satar da, sonra o eþyanýn parasýndan kendisini ibrâ ederse, müþteri zengin olduðu takdirde zekâtý öder. Çünkü istihlâk etmiþ sayýlýr. Müþteri fakir ise, yahut hali bilinmezse, zekât yoktur. Çünkü bu borç fakir olduðu halde sâbit olmuþtur ve baðýþlamýþ gibi olur. Alacaðýný borçluya baðýþlasa, fakir olduðu takdirde ondan zekât sâkýt olur.» Yine Muhit´te beyan edildiðine göre, bir kimsenin bir fakirde 1000 dirhem alacaðý olur da, bu parayla ondan bir dinar satýn alarak sonra yine kendisine baðýþlarsa, o kimseye 1000 dirhemin zekâtýný vermek lâzým gelir. Çünkü dinarý almakla 1000 dirhemi almýþ sayýlýr.
METÝN
Kadýnýn, mehir olarak alýp da, birleþmeden önce boþandýðý için yarýsýný iade ettiði nakit 1000 akçenin üzerinden sene geçtikten sonra, iade ettiði yarým mehr´in zekâtýný vermesi icabeder. Yani bütün 1000 akçenin zekâtýný verir. Çünkü kaide olarak kabul edildiðine göre, yapýlan akitlerde ve fesihlerde, paralar taayyün etmez. Sene geçtikten sonra dönülen nisap miktarý baðýþtan, ister mahkeme kararýyla, ister baþka bir yolla dönmüþ olsun, mutlak surette baðýþlanana zekât yoktur. Çünkü istihlâk baðýþlanan þeyin aynýna (kendine) ait olur. Onun için ayýn helâk olursa, dönmek sahih deðildir. Þârih´in «baðýþlanan» diye kayýtlamasý, baðýþlayana bilittifak zekat lâzým gelmediði içindir. Çünkü mülk onun deðildir. Bu mesele hîlelerden biridir. Diðer bir hîle de, nisabý sene dolmazdan bir gün önce çocuðuna baðýþlamasýdýr.
ÝZAH
Mehir meselesinin sureti þudur: Bir kimse 1000 dirhem mehir vererek bir kadýnla evlenir de, kadýn mehri aldýktan ve üzerinden sene geçtikten sonra, birleþmeden önce onu boþarsa, bilittifak, kadýnýn yarým mehrini kocasýna iade etmesi gerekir. Lâkin iade ettiði yarým mehrin zekâtý kadýndan sâkýt olmaz. Ýmam Züfer buna muhaliftir. Mecma´ þerhi.
«Nakitten murad, altýn veya gümüþtür. Bu kelime, mehr´in, otlak hayvaný veya eþya olmasýndan ihtirazdýr» Muhit´te bildirildiðine göre, kadýn yarým mehrin zekâtýný verir. Çünkü bu ondan, nisabýn ayn´ý istihlâk edilerek alýnmýþtýr. Ýstihlâk, helâk mesâbesindedir.
«Paralar taayyün etmez.» Paralar aynen þudur diye tayin edilemez. Yani kadýnýn, aynen eline geçen mehrin kendisini iade etmesi icabetmez. Onun mislini iade eder. Üzerinden bir sene geçen borç, vâcibi ýskat etmez. Valvalciye. Valvalciye sahibi bundan sonra, «Kocasý hiçbir zekât vermez; çünkü onun mülkü eline þimdi dönmüþtür» demiþtir.
Ben derim ki: þimdi þu kalýr: Kadýn, mehrinden hiçbir þey almadan, Para kocasýnýn elindeyken üzerinden sene geçer de, sonra birleþmeden boþarsa, ne hüküm verilir? Bunu açýkça söyleyen görmedim. Öyle görülüyor ki, hiçbirine zekât lâzým gelmeyecektir. Kocasýna zekât lâzým gelmemesi elindeki para miktarý borçlu olduðundandýr, Evvelce görüldüðü vecihle, kul borcu, zekâta mânidir. Mehrin yarýsýna hak kazanmasý ise, arýzi bir sebepledir. Bu sebep, sene geçtikten sonra boþanmadýr. Binaenaleyh yeni mülk gibi olur. Kadýna gelince: Onun, kocasý üzerindeki mehri zayýf borçtur. Bunun yârýsýný, kadýn almazdan evvel kocasý istihkak etmiþtir. Þu halde, geri kalanýný aldýktan sonra, üzerinden yeni bir sene geçmedikçe kadýna zekât lâzým gelmez.
Akitlerden murad, satýþ, icâre, nikâh gibi karþýlýðý olan akitlerdir. Fesh´e misal, nikâhý birleþmeden önce feshetmek ve benzeri þeylerdir. Tamamý Eþbâh´ýn akitlerin hükmü bâbýndadýr.
«Çünkü istihlâk, baðýþlanan þeyin aynýnadýr.» Zira baðýþtan dönmek, her yönden fesihtir; velev mahkeme kararýyla olmasýn. Dirhemler, baðýþta tayinle taayyün eden (belli olan) þeylerdendir. Þu halde o kimse, kendi ihtiyarý olmaksýzýn zekât malýnýn aynýna hak kazanmýþ olur. Böylece o mal helâk olmuþ gibi sayýlýr. Valvalciye. Bu suretle, baðýþ ile mehir arasýndaki fark anlaþýlmýþ olur.
«Çünkü mülk onun deðildir.» Baðýþlayanýn mülkü, baðýþlamakla elinden çýkmýþtýr. Þârih «bilittifak» diyerek, kendisine baðýþlanan þahýstan zekâtýn sâkýt olmasý hususunda hilâf bulunduðuna iþaret etmiþtir. Zira Ýmam Züfer, mülkün elden gitmesine, baðýþlayan kimse mahkeme kararý olmaksýzýn dönerse kâildir. Çünkü o kimse kendi ihtiyarýyla mülkünü iptal edince, bu yaptýðý, yeni bir baðýþ ve kendisi müstehlik gibi olur.
Biz deriz ki: Hayýr, o kimse mülkünü kendi ihtiyarýyla iptal etmiþtir. Çünkü iade etmek istemese, mahkeme kararýyla buna cebrolunur. Binaenaleyh helâk olmuþ gibidir. Dürerü´I-Bihâr þerhi.
«Bu mesele hilelerden biridir.» Yani zekâtý düþürmek için bir çaredir. Meselâ nisap miktarý malý, sene dolmazdan bir gün önce birine baðýþlar. Sene tamam olduktan sonra baðýþýndan döner. Zâhire bakýlýrsa, sene tamam olmadan dönse dahi zekât sâkýt olur. Çünkü mülk elinden gitmekle, sene bâtýl olmuþtur. Çare aramanýn mekruh olup olmadýðý hususundaki ihtilâfý evvelce arzetmiþtik.
«Diðer bir hîle de, nisabý çocuðuna baðýþlamasýdýr.» Lâkin çocuk yakýn akrabasý olduðu için, bu baðýþdan dönmesi mümkün deðildir. Evet, buna muhtaç olursa, o maldan ma´ruf vecihle kendisine nafaka alabilir. Allah´u âlem.
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:48:45
RÝKÂZ BÂBI
METÝN
Rikâz mâli vazifelerden olduðu için, ulema onu zekâta ilhak etmiþlerdir. Rikaz lügatta "rekiz"den yani "ispat´dan alma olup, "gömülmüþ" mânâsýna gelir. Þer´an, yeraltýnda gömülü mal, mânâsýnadýr. Ve gömenin hâlik ve mahlûk olmasýna þâmildir. Onun için Musannýf, «Hilkat itibariyle Allah Teâlâ´nýn yarattýðý maden veya define, kâfirlerin gömdüðü maldýr» demiþtir. Çünkü beþte biri alýnan budur. Rikâzý, müslüman veya zýmmînin bulmasý fark etmez. Velev ki küçük köle veya câriye olsun. Rikâz maden, altýn, gümüþ para ve demir gibi þeylerdir ki, bundan maksat sert olup, ateþe tutmakla yumuþayan madendir. Civa da bundandýr.
ÎZAH
Bâbýmýzýn ilk cümlesi, mukadder bir sualin cevabýdýr. Sual þudur: «Bu bâbýn hakký, siyer bahsinde zikredilmekti. Çünkü rikâzdan alýnan, zekât deðildir. Ancak ganîmetin sarf edildiði yerlere verilir. Nitekim Nehir´de beyan edilmiþtir. Bu suale Þârih «Çünkü rikâz mâlî vazifelerdendir» diye cevap vermiþtir. (Yani zekâttan sonra zikredilmesi, bundan dolayýdýr, demek istemiþtir.) Musannýfýn rikâzý öþürden önce zikretmesi, öþür, kendisinde kurbet (ibâdet) mânâsý olan nafaka olduðu içindir. Rýkâz ise sýrf kurbettir. T.
Rikâz, lügatta, "rekiz"den alýnmadýr. Müþtak (türeme) deðildir. Çünkü ayýn isimleri, camid (arý) dirler. T. Zâhirine bakýlýrsa, rikâzýn þer´î mânâsý, lügat mânâsýndan baþkadýr. Muðrib´den naklen Mineh´de bildirildiðine göre, rikaz, maden yahut definedir. Çünkü bunlarýn ikisi de yeraltýnda gömülüdür. Velev ki gömen ayrý olsun. Öyle anlaþýlýyor ki, bu kelime, her iki mânâda müþterektir; defineye mahsus deðildir. Nehir sahibi, «Þu halde bu kelime müteradiftir» diyor, ki Musannýf´ýn verdiði ünvana münasip olan da budur. Maden mânâsýnda hakikat, definede mecaz olamaz. Çünkü bir kelimede hakikat la mecazýn bir araya gelmesi imkânsýzdýr. T.
Ma´den veya ma´din, adn´dan alýnmadýr. Adn, bir yerde oturmaktýr. Ma´denin aslý, içinde karar kýlmak kaydý ile yerdir. Sonra, Allah´ýn yeri yarattýðý gün, onun terkibine kattýðý cüzler mânâsýnda meþhur olmuþtur. Hattâ ma´den denilince karinesiz doðrudan doðruya bu mânâya intikal edilir olmuþtur. Fetih.
«Çünkü beþte biri alýnan budur.» Yani aslýnda define, insan fiili ile yere gömülen þeyin adýdýr. Nitekim Fetih ve diðer kitaplarda beyan edilmiþtir. Ýnsan kelimesi, mü´mine de þâmildir. Lâkin Þârih onu kafire tahsis etmiþtir. Zira beþte biri alýnan define, kâfirin definesidir. Müslümanýn definesi lükata (bulma mal) dýr. Nitekim gelecektir.
«Rikâzý, mûslüman veya zýmmînin bulmasý fark etmez» sözü ile, harbî tariften çýkarýlmýþtýr. Onun hükmü metinde gelecektir.
«Velev ki küçük köle veya cariye olsun.» Çünkü Nehir ve diðer kitaplarda, «Bu hüküm, bulanýn hür olup olmamasýna, balið olup olmamasýna, erkek ve müslüman olup olmamasýna þâmildir» denilmiþtir.
Giva´nýn madenden sayýlmasý, Ýmam-ý Âzam´ýn son kavlidir. Ýmam Muhammed´in kavli de budur. Ýmam-ý Âzam, evvelce, civadan bir þey alýnmayacaðýna kâilmiþ. Ebû Yusuf´un son kavli de budur. Çünkü civa, zift ve neft gibidir. Yani su cinsindendir. Bunlarda 1/5 vergi yoktur. Ýmam-ý Âzam´la Ýmam Muhammed´e göre civa, kaynaðýndan ilaçla elde edilir ve baþka madenlerle birlikte yumuþar. Binaenaleyh gümüþ gibidir. Nehir. Yani gümüþ, bir þey karýþtýrmadan yumuþamaz. Fetih. Nehir sahibi diyor ki: «Hilâf, madeninde bulunan civa hakkýndadýr. Kâfirlerin hazinelerinde bulunan civadan ise bilittifak 1/5 alýnýr.»
METÝN
Mazot ve zift gibi sývý maddeler hariç kaldýðý gibi, taþ madenler gibi yumuþamayan þeyler de tariften hariç kalýr. Rikâz, haraç veya öþür yerinde bulunur. Bu kayýtla hâne tariften hariç kalýr. Ova hariç kalmaz, çünkü o evleviyetle tarifte dahildir.
ÝZAH
Taþ madenler´den murad, kireç, alçý, yâkut ve zümrüt gibi þeylerdir. Bunlarda öþür yoktur. Bahýr. Haraç ve öþür yerleri, inþallah cihad bahsinde anlatýlacaktýr. Halebî þöyle demiþtir: «Bilmiþ ol ki, yer dört kýsýmdýr. Birincisi mübah, ikincisi bütün müslümanlarýn malý, üçüncüsü muayyen þahsýn malý, dördüncüsü vakýftýr. Mübah olan yer, öþür ve haraç arazisi olamaz. Bütün müslümanlarýn mülkü olan yer de öyledir. Mýsýr´ýn vakýf olmayan arazisi bu kabildendir. Bu arazi asýl itibariyle haraç yeri olsa da sahibi mirasçý býrakamadan öldüðü için Beytülmal´e verilmiþtir. Nitekim bunu Bahýr sahibi, Tuhfe adlý eserinde açýklamýþtýr. Muayyen þahsýn ve vakfýn arazisi, ya öþri ya haracidir.
Sonra, mübah araziden alýnan 1/5 Beytülmal´e verilir; geri kalan, rikâzý bulana aittir. Ýkincisi, yani muayyen olmayan kimsenin mülkünü görmedim. Bana öyle geliyor ki, bulunan definenin hepsi Beytülmal´ýn olacaktýr. 1/5´in onun olmasý meydandadýr. Geri kalan da onundur. Çünkü sahibi mevcuttur. Sahibi bütün müslümanlardýr. Binaenaleyh onu müslümanlarýn vekili olan sultan alýr. Üçüncü, yani muayyen kimsenin mülkünde bulunandan Beytülmal için 1/5 alýnýr. Geri kalaný sahibinindir. Dördüncüde, yani vakýfta 1/5 Beytülmal´ýndýr. Nitekim bunu Hamavî, Bercendî´den nakletmiþtir. Ama onun ifadesinden, kalanýn hükmü anlaþýlmamýþtýr. Bana öyle geliyor ki, birincide olduðu gibi, burada da, kalan kýsým, bulanýn olacaktýr. Çünkü mâlik yoktur. Kaydedilmelidir:»
Ben derim ki: Bu ibâre, birkaç yönden söz götürür.
Evvelâ, «Mübah, öþrî ve haracî olamaz» demesi söz götürür. Çünkü Hâniyye, Hülâsa ve diðer kitaplarda açýklandýðýna göre, su ulaþmayan daðlýk arazi öþür arazisidir.
Ýkincisi, «Ýkinci ve üçüncü kýsýmlar ya öþrîdir; ya haracîdir.» demesi söz götürür. Þârih´in, öþür ve harac bâbýnda beyan ettiðine göre, bir kimse Beytülmal´den satýn aldýðý yerini vakfeder veya vakfetmezse, o yere haraç ve öþür yoktur. Lâkin bu da söz götürür ki, bundan, gelecek bâbda söz edeceðiz.
Üçüncüsü, Halebî 1/5 den geri kalan miktarýn bulana ait olmasýnda, vakýf yerini, mübah yer gibi saymýþtýr. Bu da söz götürür. Çünkü vakýf, Ýmam-ý Âzam´a göre, mülk vâkýfýn olmak üzere, malýn aynýný hapsetmektir. Ýmameyn´e göre ise, mülk Allah´ýn olmak üzere, ayný hapsetmek, menfaatitasaddukta bulunmaktýr. Maden menfaat deðildir. O yerin cüzlerindendir. Bu yer vâkýfýn mülkü idi. Sonra onu hapsetti. Binaenaleyh vakfý bozmak mesabesindedir. UIemanýn açýkladýklarýna göre, vakfýn enkazý, ihtiyaç varsa vakfýn tamirinde kullanýlýr. Ýhtiyaç yoksa muhafaza edilir. Hak sahiplerine daðýtýlmaz. Çünkü onlarýn hakký, menfaatte deðil ayýndadýr. Hak sahiplerinin bunda hakký olmayýnca, ecnebi ona nasýl mâlik olabilir. Meðer ki madenle yýkýntý arasýnda fark iddia edile! Teemmül buyrulsun!
Dördüncüsü, Halebî´nin «muayyen kimsenin mülkünde 1/5 alýnýr» demesi, Musannýf´ýn tercihine aykýrýdýr. Musannýf «sahipli yerden bir þey alýnmaz» demektedir. Nitekim gelecektir.
T E M B Ý H : Fethu´l-Kadîr´de þöyle deniliyor: «Haraç ve öþür yeri diye kayýtlamasý, hane tariften hariç kalsýn diyedir. Çünkü hanede bir þey alýnmaz. Lâkin buna da þöyle itiraz olunur! Ova gibi kendisinde bir vazife bulunmayan yerde bulunandan da bir þey alýnmamak gerekir. Halbuki böyle deðildir. Binaenaleyh doðrusu, bu kaydýn ihtiraz için deðil de, haraçla öþür vazifelerinin daimî olduðunu; bu yerlerde bulunandan bir þey almaya mâni olmadýðýný anlatmak için konulduðunu kabul etmektir.» Nehir´de, Þârih´in iþaret ettiði þekilde cevap verilmiþtir, ki o da þudur: Bu kaydýn, haneden ihtiraz için konulmasý sahihtir. Bundan ovanýn hükmü evleviyetle anlaþýlýr, Zira vazifeyle birlikte yer de vâcip olunca vazifeden hâli olanda vâcip olmasý, evleviyette kalýr.
Ben derim ki: Þöyle cevap vermek de mümkündür: Öþür ve haraç yerinden murad, bir kimsenin elinde olsun olmasýn, vazifesi öþür veya haraç olan yerdir. Binaenaleyh ovaya ve baþkalarýna da þâmildir. Buna delil, Hâniyye´den naklettiðimiz, «Daðlýk arazi öþür arazisidir» sözüdür. Þu halde murad, bununla dâr-ý harpten ihtirazdýr. Dürerü´l-Bihâr metninde «Dâr-ý harp madeninden baþka» denilmesi de buna delâlet eder. Ve anlaþýlýr ki, maksat müslüman memleketinin madenidir. Onun için Kuhistânî´de «haraç veya öþür yerinde» ibâresinden sonra, «kýsacasý dað olsun, ova olsun, metruk olsun, memlûk olsun, müslüman memleketinde bulunandýr. Bununla, kendi hanesinde ve yerinde bulunanla, harbînin yerinde bulunandan ihtiraz etmiþtir.» denilmiþtir. Sonra, aynen bu söylediðimi, Þeyh Ýsmail´in Þerhi´nde gördüm. Þöyle dîyor: «Bunun, dâr-ý harpte bulunandan ihtiraz için bir kayýt olmasý ihtimali vardýr. Çünkü dâr-ý harp arazisi, haraç veya öþür arazisi deðildir. Haraç veya öþür arazisinden murad, umûmidir. Birinin mülkü olup olmamaya ziraata elverip elvermemeye þâmildir. Binaenaleyh bunda, kýrlar ve sahipsiz yerler dahildir. Zira bu yerler ziraata elveriþli yapýlýrsa, öþrî veya haracî olurlar.»
Ben derim ki: Bu izaha göre, haracî ve öþrî tabirlerinde, yerin yukarýdâ geçen bütün kýsýmlarý dahildir. Ve bunlarýn madenlerinden 1/5 alýnýr. Lâkin Musannýf, bir kimsenin kendi hanesinde veya yerinde bulunan madenden 1/5 alýnmayacaðýný açýklayacaktýr .
Þârih «ova hâriç kalmaz» sözü ile, yukarýda Nehir´den naklettiðimize iþarette bulunmuþtur. Bu anlattýklarýmýza göre, evleviyet iddiasýna ve haneyi tariften çýkarmaya çalýþmaya hacet yoktur. Çünkü Musannýf onun çýkarýlacaðýna tembih edecektir. Kaldý ki, haneye temas edince, araziye de temas etmesi gerekirdi. Zira arazi, sahipli de olsa, haracî veya öþrî olabilir. Halbuki, onunmadeninde 1/5 yoktur. Nitekim gelecektir. Meðer ki, «araziyi býrakmasý onun hakkýnda iki rivayet olduðundandýr» denile.
METÝN
Rikâzdan beþte bir alýnýr. Çünkü hadiste, «Rikâzda 1/5 vardýr» buyurulmuþtur. yukarýda geçtiði vecihle, bu söz madene de þâmildir. Geri kalaný, yer mülk ise sahibinindir. Yer, dað ve sahra gibi mülk deðilse, bulanýndýr.
ÝZAH
Rikâz hadîsinin tamamý þöyledir: «Hayvanýn yaptýðý zarar, hederdir. Kuyunun getirdiði zarar hederdir; madenin getirdiði zarar hederdir; definede beþte bir vardýr.» Bu hadîsi altý hadîs imamý rivayet etmiþlerdir. Fetih´te de böyle denilmiþtir. Fetih sahibi, bu hadîsin maksada delâletini beyan ederken þöyle demiþtir: «Rikâz, tahkikimize göre madene ve defineye þâmildir. Binaenaleyh her ikisinde 1/5 vermek icap eder. Heder olduðunu beyandan sonra, atýf sebebi ile, madenin murad edilmemesi tevehhüm olunamaz. Zira, tenakuz olur. Çünkü madene ta´lik edilen hüküm, rikâzýn zýmnýndaki hüküm deðildir ki selp ve icapla deðiþsin. Zira murad, onu helâk etmesi, yahut onun sebebi ile helâk olmasý, kuyuyu kazana ödettirilmez, demektir. Yoksa, haddi zâtýnda bir þey lâzým gelmez, demek deðildir. Aksi halde hiç bir þey lazým gelmez ki bu müttefekun aleyhin hilâfýnadýr.
Hâsýlý þudur: Fetih sahibi hâssaten madene hüküm isbat etmiþtir. Bunu hâssaten söylemiþ; sonra baþkasý ile birlikte ona bir hüküm daha isbat ederek, her ikisine þâmil olan ismile ifade etmiþtir, ki ikisinde de sâbit olsun (1). Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Bunu Nehir sahibi dahi nakletmiþtir.
«Geri kalaný, yer mülk ise sahibinindir.» Mülteka, Nihâye, Nikâye, Dürer ve islâh´da böyle denilmiþtir. Bu ibare, Hidâye ile þerhlerinde, Kenz ve þerhlerinde, Dürerü´l-Bihârda, Mevâhib, Ýhtiyâr ve Câmi-i Saðir´de zikredilmemiþtir. Zâhir olan budur.
Bu ibareyi zikreden, ondan sonra, «Arazisi hakkýnda iki rivayet vardýr» demiþtir. Yani 1/5 vâcip olup olmamasý hakkýnda iki rivayet var, demek istemiþtir. Bu gösterir ki haraç ve öþür yerinden murad, sahipli olmayan arazisidir. Bundan daha garip olmak üzere Musannýf, sadece vâcip deðildir, rivayetini söylemekle yetinmiþ ve «Rikâzý kendi hanesinde veya arazisinde bulursa, ondan bir þey alýnmaz» demiþtir ki böylece, sözünün baþý sonunu bozmuþtur. Çünkü o kimsenin arazisi öþür veya harâc yeri olmaktan hâlî deðildir. Nitekim gelecektir. Musannýf evvela, bunlarda 1/5 vâcip odluðuna kesinlikle hükmetmiþti. Hâsýlý, sahibi yerden çýkan madenin hepsi sahibinindir. Onu, kendisinin bulmasýyla, baþkasýnýn bulmasý arasýnda fark yoktur. Asýl adlý kitabýn, aþaðýda gelecek rivayeti budur. Câmi´in rivayetinde ise, «bundan 1/5 vardýr, geri kalaný mutlak surette sahibinindir» denilmektedir. Binaenaleyh, «kendi arazisinden çýkandan bir þey yoktur» demesi, «geri kalaný sahibinindir» sözüne aykýrýdýr. Onun için Rahmetî, «Musannýf´ýn sözünün baþý, iki rivayetten birine;
sonu diðerine mebnîdir» demiþtir.
Ben derim ki: Bunun benzerini Kuhistânî de söylemiþtir. Ben, Muhammed Ebu´s-Suud´un hâþiyesinde þöyle denildiðini gördüm: «Doðru olan hareket, buradaki sahipli sözünü, madenibulandan baþkasýnýn milki mânâsýna yorumlamaktýr. Böyle denilirse, ondan sonra gelen söze aykýrý düþmez. Çünkü sonra gelen sözden murad, bulanýn milki olan yerdir.»
Ben derim ki: Musannýf´ýn Kenz sahibi gibi «kendi yerinde» tabirini kullanmasý, bunu te´yîd eder. Zira bu sözün mânasý, bulan kimsenin yeri, demektir. Lakin Bedâyi sahibinin, harâc ve öþür yeri demeyip sözün baþýnda, «Madeni, Ýslâm memleketinde sahipsiz bir yerde bulursa, 1/5´ni vermek vâcip olur. Ýslâm memleketinde sahipli bir yerde, veya bir hanede, evde, dükkânda bulursa, hilâfsýz olarak 4/5´ü milk sahibinin olur. Milk, onun olsun baþkasýnýn olsun fark etmez. Çünkü maden yere tâbidir. Yerin cüzlerindendir. Hükümdarýn, parselleyip vermesiyle, o yere mâlik olan kimse, bütün cüzleriyle mâlik olur. O kimseden baþkasýna intikal ederken dahi, bütün tâbîleriyle intikal eder. 1/5 vâcip olup olmadýðýnda ihtilâf edilmiþtir. Ýlh...» demesi buna aykýrýdýr. Çünkü «hilâfsýz olarak 4/5´ü milk sahibinin olur» sözü, yerin, madeni bulanýn veya baþkasýnýn milki olmasý fark etmediði hususunda açýktýr. Zira «baþkasýnýn olsun» tabirinden murad dahi, madeni bulandýr. Binaenaleyh hilâf ile, kalan madenin sahibine ait olacaðýna ittifak, ancak yerin, bulanýn veya baþkasýnýn milki olmasý hususundadýr. «Bulan, sahibinden baþkasý ise 1/5 vâciptir. Sahibi bulmuþsa 1/5 vâcip deðildir» demeye imkân yoktur. Çünkü her ikisinde illet birdir. Bu illet, sahibinin o yere bütün cüzleriyle mâlik olmasýdýr. Biz her iki rivayeti izah ederken, aralarýnda fark olmadýðýný gösteren sarahata yakýn sözler söyleyeceðiz. Allah´u âlem!...
METÝN
Madeni, hanesinde, dükkânýnda ve arazisinde bulursa, Asl´ýn rivayetine göre hiçbir þey alýnmaz. Kenz sahibi, bu rivayeti tercih etmiþtir. Yâkut, zümrüt ve feyruz gibi taþlar, daðda yani madeninde bulunurlarsa, bunlardan bir þey alýnmaz. Cahiliyet definesi, yani gömülü mal olarak bulunurlarsa, 1/5´leri alýnýr. Çünkü bu ganimettir. Hâsýlý defineden, nasýl bulunursa bulunsun 1/5 alýnýr. Madenden ise, ateþte yumuþayanlardan olmak þartýyla alýnýr. Ýnci ve amberden de 1/5 alýnmaz. Ýnci, bahar yaðmurundan hâsýl olur. Amber ise denizden çýkan bir ot yahut bir hayvanýn tersidir. Denizden çýkarýlan bütün ziynetler de böyledir. Velev ki denizin dibinde bulunmuþ altýn hazinesi olsun. Çünkü cebren alýnmamýþtýr. Binaenaleyh ganimet deðildir.
ÝZAH
Þârih´in, bulunan þeyi maden diye kayýtlamasý, Kenz´in ibaresinden ihtiraz içindir. Kenz´de, «Madenden 1/5 alýnýr. Velev ki birinin mülkünde veya hanesinde bulunsun. Çünkü maden yerin cüzlerinden deðildir» denilmiþtir. Madeni hanesinde veya dükkânýnda bulursa, hiçbir þey vermek lâzým gelmemesi, Ýmam-ý Âzam´a göredir. Ýmameyn buna muhaliftirler. Mültekâ. Asl´ýn rivayetine göre, kendi arazisinde bulursa, yine bir þey alýnmaz. Gayetü´l-Beyânda þöyle denilmektedir: «Sahipli yer hakkýnda Ýmam-ý Âzam´dan iki rivayet vardýr. Aslýn rivayetine göre yerle hane arasýnda fark yoktur. Her ikisinde bulunan madenden bir þey alýnmaz. Çünkü yer o kimseye, bütün cüzleriyle intikal etmiþtir. Maden de yerin topraðýndan sayýlýr. Binaenaleyh o yere mâlik olunca madeninden 1/5 almak vâcip olmaz. Nasýl ki, ganimeti hükümdar birisine satarsa, diðer insanlarýn oganimet üzerindeki hakký sâkýt olur. Zira alan kimse o ganimete bedelle mâlik olmuþtur. Cessas da böyle demiþtir. Cami-i Saðir´in rivayetine göre ise, yerle hane arasýnda fark vardýr. Bunun izahý þudur:
Hanede aslâ zahmete katlanmak yoktur. Onun için beþe bölünmez. Bütün maden, bulanýn olur. Yer bunun hilâfýnadýr. Onda, harâc ve öþür vergisi vardýr. Bundan dolayý 1/5 alýnýr.
«Kenz sahibi bu rivayeti tercih etmiþtir.» Yani Musannýf´ýn yaptýðý gibi O da yalnýz bu rivayeti zikretmiþ, bununla onun tercih edileceðini anlatmak istemiþtir, Lâkin Hidâye´de, «Ebû Hanîfe´den iki rivayet vardýr» denilmiþ, sonra Cami-i Saðîr rivayetine göre, yerle hanenin farký yapýlmýþ; Asl´ýn rivayetinden bahsedilmemiþtir. Bu, Cami-i Saðîr rivayetini tercih ettiðini göstermek için olsa gerektir. Allâme Nuh Efendi´nin Hâþi-ye´sinde, «Kýyas, iki þeyden dolayý Cami-i Saðîr rivayetinin tercihini gerektirir. Birincisi, çatýþma olursa, Cami-i Saðýr rivayeti baþkasýna tercih olunur. ikincisi, bu rivayet Ýmameyn´in kavline uygundur. Müttefekun aleyh olan rivayeti kabul etmek evlâdýr.» denilmektedir.
Hâsýlý, Ýmam-ý Âzam 1/5 vâcip olmasý için madenle define arasýnda fark gördüðü gibi; ova ile hane ve mübah yerle sahipli yer aralarýnda da fark görmüþtür. Ýmameyn ise 1/5 vâcip olmak için bunlarýn aralarýnda fark gözetmemiþlerdir.
Musannýf «cahiliyet definesi» demekle, Ýslâm definesinden ihtiraz etmiþtir. Þârih «Kenz» tabiriyle, definenin hükmüne iþaret etmiþtir ki, defineler bahsinde gelecektir. Cahiliyet definesinin ganîmet sayýlmasý, kâfirlerin elindeyken bizim elimize geçmesindendir. Bahýr.
«Define nasýl olursa olsun.» Yani yer cinsinden olsun olmasýn 1/5´i alýnýr. Elverir ki, kýymeti hâiz mal olsun. Bahýr. Bundan yalnýz, denizin definesi müstesnadýr. Nitekim az sonra gelecektir. Madenden, ateþte yumuþayanlar 1/5´e tâbidir. Sývýlar ile, ateþte yumuþamayan taþlardan 1/5 alýnmaz. Nitekim yukarýda geçti.
Ýnci, Þârih´in tarifine göre bahar yaðmurundan meydana gelir. Kuhistânî diyor ki: «Ýnci, parlak bir cevherdir. Allah Teâlâ onu bir sedefin içine düþen bahar yaðmurundan halkeder. Bu sedefin, balýk cinsinden bir hayvan olduðu söylenir. Allah Teâlâ inciyi onun içinde halkeder. Nitekim Kirmânî´de beyan edilmiþtir.»
Þârihimiz, amberi dahi, «denizden çýkan bir ot» diye tarif etmiþtir. Davud Antâkî, Tezkiresi´nde þöyle demektedir: «Sahih olan þudur ki, amber, denizin dibinde bulunan birtakým gözlerdir ki, yaðlý bir madde ifraz ederler. Bu madde suyun üstüne çýkýnca donar ve deniz onu sahile atar.» Amberin, deniz sýðýrý denilen bir hayvanýn fýþkýsýndan meydana geldiðini söyleyenler de vardýr.
«Çünkü cebren alýnmamýþtýr.» Bu sözün hâsýlý þudur. 1/5´in alýnacaðý yer ganimettir. Ganimet, vaktiyle kâfirlerin olup, sonra kahr ve galebe suretiyle müslümanlarýn eline geçen maldýr. Denizin dibine galebe ve kahýr geçmez. Binaenaleyh orada bulunan ganîmet deðildir Kadýhân.
METÝN
Üzerinde Ýslâm alâmeti bulunan define - para olsun baþka bir þey olsun - lükata (bulma mal) dýr. Hükmü, ileride gelecektir. Üzerinde küfür alâmeti bulunan defineden ise 1/5 alýnýr. Geri kalaný, ilk fethedildiði zaman, yerin verildiði sahibinindir. O yoksa, sað olan mirasçýnýndýr. O da yoksa, en güzel hareket, bu defineyi Beytülmal´e vermektir. Bu hüküm, O kimsenin yeri sahipli olduðuna göredir. Sahipli deðilse, define bulanýn olur. Velev ki bulan kimse zýmmi, köle, çocuk veya kadýn olsun. Çünkü bunlar da ganîmet ehlindendir. Bundan yalnýz, müste´men (pasaportlu) harbî müstesnadýr., Ondan, elindeki define geri alýnýr. Ancak ovalarda, hükümdarýn izniyle bir þarta baðlý olarak çalýþýrsa, þart edilen þey kendisine verilir.
Rikâz aramak için iki adam çalýþsa, hangisi bulursa, rikâz onun olur. Her ikisi yevmiyeci iseler, rikâz kiralayanýn olur. Bulunan definenin üzerinde alâmet bulunmaz, yahut paranýn kimin tarafýndan basýldýðý þüpheli kalýrsa, zâhir mezhebe göre, cahiliyet devrinden kalmýþtýr. Bunu Zeylâî söylemiþtir. Çünkü ekseriyetle, bulunan defineler böyledir. Bazýlarý, lükata gibi olduðunu söylemiþlerdir.
ÝZAH
«Baþka bir þey olsun» ifadesinden murad, silah, alet, ev eþyasý, yüzük taþlarý ve kumaþ gibi þeylerdir. Bahýr.
«Lükatadýr (Yani bulma maldýr, bulanýn elinde emanettir.) Çünkü müslümanlarýn malý ganîmet olamaz.» Bedâyi. Lükatanýn ileride gelecek hükmü þudur: Bulunan mal, mescid kapýlarýnda ve pazar yerlerinde, arayan çýkmayacak zannedilinceye kadar ilân edilir. Sonra, bulan kimse fakirse kendisine harcar; fakir deðilse; ödemek þartýyla baþka bir fakire verir. H.
Kifâye´de þöyle denilmiþtir: «Ýlan iþi, malýn azlýðýna çokluðuna göre deðiþir; hatta ulemanýn beyanýna göre, on dirhem ve daha fazlasý bir sene ilân edilir. On dirhemden aþaðýsý, üç dirheme kadar bir ay; üç dirhemden aþaðýsý, bir dirheme kadar bir hafta; bir dirhemden aþaðýsý, bir gün ilân edilir. Bir kuruþ gibi deðeri pek az olan þeylerde, bulan kimse saðýna soluna bakýnarak onu bir fakirin avucuna koyar.
«Üzerinde küfür alâmeti» bulunmaktan murad; paranýn üzerine put nakþedilmesi ,veya meþhur krallarýndan birinin adý bulunmasý gibi þeylerdir. Bahýr. Böyle defineden 1/5 alýnýr. Bu hususta, kendi yerinde bulunmasýyla, baþkasýnýn yerinde veya mübah arazide bulunmasý arasýnda fark yoktur. Kifâye. Kâdýhan diyor ki: «Bunda hilâf yoktur. Çünkü define, hanenin cüzlerinden deðildir. Binaenaleyh ondan 1/5 almak mümkündür. Maden böyle deðildir.»
«En güzel hareket, bu defineyi Beytülmal´e vermektir.» Bunun en güzel hareket olmasý, Bahýr´da þöyle denildiði içindir: «Define, yere tevdî edilmiþtir. O yere ilk sahip olan, içindekine de mâlik olmuþtur. Yeri satmakla, define onun olmaktan çýkmaz. Bu mesele, içinde inci bulunan balýk gibidir.»
Þârih, «bu hüküm» demekle, «geri kalan sahibinindir» sözüne iþaret etmiþtir. Bu kavil Ýmameyn´indir. Hidâye ve diðer kitaplarýn zâhirlerinden, bunu tercih ettikleri anlaþýlýyor. Lâkin Sirâc´da þöyle denilmiþtir: «Ýmam Ebû Yusuf´a göre kalaný, bulanýndýr. Nitekim sahipsiz yerdebulunursa, hüküm budur; fetva da buna göredir.»
Ben derim ki: Bu fetva, bizim zamanýmýz için güzeldir. Çünkü muntazam Beytülmal yoktur. Hattâ Tahtâvî þöyle demiþtir: «Zâhir olan þudur ki; Ýmameyn´in kavline göre, bulan kimse fakir ise, onu kendi nefsine sarf edebilir, demektir. Nitekim ulema, âzad edilenin kýzý hakkýnda, "velev ki süt kýzý olsun kendisine tercih edilir." demiþlerdir.» Bahýr´da Mebsût´tan naklen rivayet edilen þu söz de buna delâlet eder: «Bir kimse rikâz bulursa, onun 1/5´ni fakirlere tasadduk edebilir. Hükümet reisi bunu duyduðu zaman, bu yaptýðýný geçerli sayar. Çünkü 1/5 fukaranýn hakkýdýr. O da bunu hak sahibine ulaþtýrmýþtýr. O kimse rikâzý bulmak hususunda himayeye muhtaç deðildir. Bu iþ, bâtýnî mallarýn zekâtý gibidir.»
T E M B Ý H : Bahr sahibi, Mi´râc´dan naklen, «Hilâfýn yeri, arazi sahibi iddia etmediðine göredir. Arazi sahibi, milki olduðunu iddia ederse, bilittifak onun sözü kabul edilir.» demiþtir.
Arazi, sahipli deðil de, meselâ dað ve sahradan ibaretse, maden gibidir. Onun da 1/5´ni vermek icabeder. Kalaný, mutlak surette bulanýn olur. Bahr. Zýmmî ve emsalinin ganîmet ehlinden olmalarý, kumandan kendilerine ganîmet malýndan bahþiþ verdiði içindir. Rahmetî.
«Harbî, ovalarda» deðil de sahipli yerde çalýþýrsa, bulduðunun geri kalaný hükümet tarafýndan parsel olarak verilen þahsa ait olur. Bu husustaki hilâf, yukarýda geçmiþti. Bunu Þeyh Ýsmail söylemiþtir.
«Rikâz aramak için iki adam çalýþsa, hangisi bulursa rikâz onun olur.» Zâhirine bakýlýrsa, ötekine bir þey vermek icabetmez. Yeri biri kazar da, sonra öteki gelerek tamamlar ve rikazý çýkarýrsa, mesele açýktýr. Fakat, kazma iþini beraber yürütürlerse. Musannýf fâsit þirket bâbýnda beyan edecektir ki, ot toplamak, av avlamak ve su çýkarmakta: daðlardan yemiþ devþirmek, define aramak, mübah çamurdan tuðla piþirmek gibi sair mübah þeylerde ortaklýk caiz deðildir. Çünkü bunlar, vekâleti tazammun eden þeylerdir. Mübah bir þeyi aramakta tevkil caiz deðildir. Birinin bulduðu kendisinin; ikisinin beraberce bulduklarý, yarý yarýya ikisinin olur. Bu, her birinin bulduðu miktar bilinmediðine göredir. Arkadaþýnýn yardýmýyla, birinin bulduðu rikâz kendinindir. Ýmam Muhammed´e göre kaça çýkarsa çýksýn, arkadaþýna ecr-i misil verilir. Ebû Yusuf´a göre ise, ecr-i misil, bulduðu rikazýn yarý kýymetini geçmemelidir .
"Rikâz, kiralayanýn olur" Musannýf, fâsit icare bâbýnda þöyle diyecektir: «Bir kimse, kendisine av avlamak veya ot toplamak için birini ücretle tutar da, bunun için bir vakit tayin ederse, caiz olur; etmezse caiz deðildir. Meðer ki kendi milki olan odunu tayin ede.» Tahtâvî orada, «Etmezse caiz deðildir» sözü üzerine, «odun çalýþanýn olur» diye yazmýþtýr.
Ben derim ki! Bu sözün muktezasý, vakit tayin etmedikleri takdirde, burada da zekâtýn, çalýþana lâzým gelmesidir. Çünkü ücretle tutmak fâsit olunca, ortada mücerret tevkîl kalýr. Mübahý elde etmek için ise tevkilin sahih olmadýðýný gördün. Rikâzý, biri diðerinin yardýmýyla bulmasý hali, böyle deðildir. Zira yardým eden ecr-i misil alýr. Bu adam arkadaþý için çalýþmýþtýr Teberruda bulunmuþ deðildir. Benim anladýðým budur, sen de teemmül et! Zeylaî´nin söylediðini Hidâye sahibi dahi söylemiþtir. Çünkü kâfirler, dünya malýna ve onu biriktirmeye hýrslýdýrlar. T.
«Bazýlarý, lükata gibi olduðunu söylemiþlerdir.» Hidâye´nin ibaresi þöyledir: «Bazýlarý, bizim zamanýmýzda müslümanlardan kalma sayýlacaðýný söylemiþlerdir. Çünkü üzerinden uzun zaman geçmiþtir.» Yani zâhire göre cahiliyet devri eserlerinden bir þey kalmamýþtýr. Aksi tahakkuk etmedikçe, zâhire göre amel vâciptir, demek istemiþtir. Hak olan, bu zâhirin kabul edilmemesidir. Bilâkis cahiliyet devrinin defineleri bu güne kadar mevcuttur. Memleketimizde her gün bulunmaktadýr. Fethu´l-Kâdîr´de de böyle denilmiþtir. Yani cahiliyet devri definelerinin, bu güne kadar bâkî olduðu anlaþýlýnca, bu zâhir ortadan kalkar.
Ben derim ki: Þimdi þu kalýr: Üzerlerinde ehli harp alâmeti bulunan birçok paralarla, müslümanlar muamele görmektedirler; zâhire bakýlýrsa bu paralar, þüpheli kalan kýsýmdandýr. Meðer ki o beldenin fethinden önceki cahiliyet devrine ait olduklarý bilinsin. Sonra Molla Aliyyülkâri´nin Nikâye adlý eserinin þerhinde þöyle denildiðini gördüm: «Kâfir dirhemlerinin müslüman dirhemleriyle karýþýk olanlarý ise, zamanýmýzda kullanýlan müþahhas paralar gibidir. Bunlarýn müslüman parasý olduðunda hilâf bulunmamak gerektir.»
METÝN
Dâr-ý harbin sahrasýnda bulunan rikâzdan, maden olsun, define olsun 1/5 alýnmaz. Bunlarýn hepsi bulanýndýr; velev ki bulan müste´men (pasaportlu harbî) olsun. Çünkü hýrsýzlýkla elde edilmiþ gibidir. Onun içindir ki, o yere silahlý bir cemaat girer de, küffarýn define ve madenlerinden bir þey elde ederlerse, 1/5 alýnýr. Çünkü ganîmettir. Rikâzý, bir müste´men, kendilerinden birine ait, sahipli bir yerde bulursa, gadir etmiþ olmaktan korunmak için, onu sahibine iade eder. Etmez de, rikâzý o yerden çýkarýrsa, ona haram olarak mâlik olur. Bundan kurtulmanýn çaresi, onu tasadduk etmektir; satmasý da caizdir. Çünkü milk bâkîdir. Lâkin müþteriye helâl olmaz. Rikâzý, müste´menden baþkasý, "Ehl-i Harb´in milkinde bulursa, almasý helâl olur. Ýadesi gerekmez. Ondan 1/5 dahi alýnmaz. Sebebi yukarýda geçti. Bu hususta, eþya ile baþka þey arasýnda fark yoktur. Gerçi Nikaye´de «Sahipsiz yerden çýkarýlan rikâz eþyadan 1/5 alýnýr» denilmiþse de, bu yanlýþtýr. Meðer ki, küffârýn müslüman memleketindeki eþyasý, diye yorumlana!
FER´Ý MESELE: Rikâzý bulan kimse, onun 1/5´ni, kendisine, usul ve furûuna ve ecnebî kimselere sarf edebilir. Yalnýz fakir olmalarý þarttýr.
ÝZAH
«Dâr-ý Harb´in sahrasýnda bulunan rikâzdan, maden olsun, define olsun 1/5 alýnmaz.» Kudûrî´nin, bunu yalnýz «define ise» diye kayýtlamasý, define hakkýnda hilâf bulunduðundandýr, Zira Þeyhülislâm, definede 1/5 vâcip olduðunu söylemiþtir. Onun hükmü bilinince, madenin hükmü evleviyette kalýr. Çünkü maden hakkýnda hilâf yoktur. Nitekim Mi´râc´dan naklen, Bahýr´da nakledilmiþtir.
«Çünkü hýrsýzlýkla elde edilmiþ gibidir.» Hidaye sahibi diyor ki: «Bu, bulan kimsenindir. Çünkü küffarýn sahrasýndaki bir þey hâssaten bir kimsenin elinde deðildir. Binaenaleyh gadir sayýlmaz. Bundan bir þey de alýnmaz; çünkü hýrsýzlama mesabesindedir.»
«Onun içindir ki» ibaresindeki iþaret hýrsýzlamayadýr. Yani onun elde ettiðinden 1/5 alýnmaz. Meðer ki kahren ve galebe yoluyla alýnsýn. Nitekim bundan sonra þârih, bu yolla alýnanýn ganîmet olduðunu açýklamýþtýr.
«Rikâzý bir müste´men ilh...» ifadesinin hâsýlý þudur: Bir kimse, rikâzý küffâra ait sahipsiz bir yerde bulursa, bulduðunun hepsi, kendinin olur. Bu hususta müste´menle baþkasý arasýnda fark yoktur. Bu, yukarýda geçmiþti. Sahipli yerde bulursa, bulan müste´men olmadýðý takdirde, yine bulduðunun hepsi kendinindir. Bulan müste´men olursa, bulduðunu sahibine iade etmesi vâcip olur. Burada geçen rikâz tabiri, define ve madene þâmildir. Gerçi Bercendî´de «define» diye kayýtlanmýþsa da, bu, herhalde yukarýda Kudûrî´den naklettiðimiz söze binaen olsa gerektir.
«Lâkin müþteriye helâl olmaz.» Ama bir adam, fâsit satýþla bir þey satýn alýr da, sonra satarsa, o mal ikinci müþteriye helâl olur. Çünkü bu takdirde, fesîh mümkün deðildir. Bunu Halebî Bahýr´dan nakletmiþtir.
«Ondan 1/5 dahi alýnmaz.» Meðer ki silahlý bir cemaat olsunlar. Bu takdirde alýnan, ganîmet olur. Nitekim yukarýda geçti aþaðýda da gelecektir.
«Sebebi yukarýda geçti.» Yani o kimse hýrsýzlýk etmiþ mesabesindedir. Nitekim Gayetü´l-Beyân´dan naklen Dürer´de böyle denilmiþtir.
Nikâye, Muhakkýk Sadrý´þ-Þeria´nýn eseridir. Dedesi Tâcü´þ-Þeria´nýn Vikâye namýndaki eserinde de böyle denilmiþtir. Vikâye´nin ibaresi þöyledir: «Küffârýn sahipsiz bir yerinde onlarýn eþyasýna ait define bulursa 1/5 alýnýr.» Dürer sahibi diyor ki: «Bu söz doðru deðildir. Çünkü Hidâye Þârihleri ile diðer ulemanýn açýkladýklarýna göre, 1/5 ancak ganîmet mânâsý taþýyan þeyde vâcip olur, ki bu da vaktiyle küffarýn olup ta, sonradan müslümanlarýn eline geçen þeydir. Vikâye´de zikredilen böyle deðildir. Çünkü müste´men, hýrsýzlýk eden gibidir. Dâr-ý Harb´in yeri, müslümanlarýn eline geçmiþ deðildir. Doðrusu "bulursa" kelimesinin, üst tarafýyla alâkasý kesilmeli ve bu kelime meçhul okunmalý ve yer müslümanlara izafe edilmelidir.»
«Meðer ki, küffârýn müslüman memleketindeki eþyasý, diye yorumlana.» Bu yorumlama, Nikâye´nin ibaresinde sahihtir. Çünkü onun ibaresinde, dârý harpten sözü yoktur. Vikâyenin ibaresi böyle deðildir. Hâsýlý, vikâye´nin ibaresinde mesele, eþya dâr-ý harpte sahipsiz bir yerde bulunduðuna göre farz edilmiþtir. Bulan müsellâhtýr. Binaenaleyh 1/5 vâciptir. Nikâye´nin ibaresinde ise, yer müslüman memleketinde olduðuna göre farz edilmiþtir Bulan da müslüman bir kimsedir. Müste´men olamaz, çünkü müslümanlarýn eman verdiði kâfir hiçbir þeye müstehak deðildir. Meðer ki yukarýda görüldüðü vecihle, þartlý çalýþtýrýlsýn. Ýslâm memleketinde bir müslüman, müste´men olamaz. Sonra bu mesele, her iki ibareye göre, yukarýda gecen izahattan anlaþýlmýþtýr. Burada zikredilmesinin faydasý, Þârih´in evvel iþaret ettiði înâye ve diðer kitaplarýn açýkça beyanda bulunduklarý þeydir ki, o da, 1/5´in vâcip olmasý; rikâzýn, altýn, gümüþ paralardan ve eþya gibi baþka mallardan olmasý arasýnda fark bulunmamasýdýr.
«Kendisine sarf edebilir.» Yani muhtaç olur, kendisine ayýrdýðý 4/5 yetmezse; meselâ 200dirhemden azsa, 1/5´i kendi ihtiyacýna sarf edebilir. Ama 200 dirhemi bulursa, 1/5´i alamaz. Bahýr.
Ben derim ki: Lâkin burada þöyle denilebilir. Bazen 200 dirhemi bulur geçer de, yine yetmez; meselâ kendisi 200 dirhem borçlu olur. En iyisi, ihtiyaca kadar, demekle yetinmelidir. Hâkim´in Kâfî namýndaki eserinde þöyle denilmektedir: «Bir kimse rikâz bulursa, onun 1/5´ni fakirlere tasadduk edebilir. Hükümdar bunu duyunca, onun yaptýðýný geçerli sayar. Þayet bulduðunun hepsine muhtaç ise, hepsini kendisine ayýrabilir. 1/5´ni babalarýndan ve çocuklarýndan muhtaç olanlara tasadduk ederse caiz olur. Bu, yerden çýkan mahsulün öþrü mesabesinde deðildir»
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:51:44
ÂÞÝR (ÖÞÜR MEMURU) BÂBI
METÝN
Bazýlarý bu kelimenin, bir þeye bazý halleriyle isim vermek kabilinden olduðunu söylemiþlerdir. Buna hâcet yoktur. Öþür, mutlak surette öþür memurunun aldýðý þeyin adýdýr. Bunu Sa´dî söylemiþtir. Yani bu kelime cins ismidir. Öþür memuru hür ve müslüman olan kimsedir. Bu kayýtla, Yahudilerin memur tayin edilmesinin haram olduðu anlaþýlýr. Öþür memuru Hâþimi olmayacaktýr. Çünkü öþürde zekat þüphesi vardýr. Memur, aldýðýný, hýrsýzlardan ve yankesicilerden korumaya muktedir olmalýdýr. Çünkü vergi toplamak, korumak sebebiyle meþru olmuþtur. Bu memuru, zâhiri ve bâtýni mallarý ile, onun yanýndan geçen tâcirlerden zekâtlarý almak için hükümdar, yolcularýn geçeceði yol üzerine ta´yin eder. «Yol üzerine» kaydý ile, sâî, tariften hariç kalýr. Çünkü sâî, kabîleler arasýnda dolaþýp, hayvanlarýnýn zekâtlarýný yerinde alan kimsedir.
«Zekâtlarýný» tabiri, ibadeti baþkalarýna taglib (yani galebe çaldýrmak) yoluyla söylenmiþtir.
ÝZAH
Musannýf bu bâbý, Mebsût ve diðer kitaplara uyarak, zekâtýn arkasýndan zikretmiþtir. Çünkü alýnanlarýn bir kýsmý zekâttýr. Ama halis zekât deðildir. Onun için bu bâbý hâlis zekâttan sonraya býrakmýþ; rikâzdan da önce zikretmiþtir. Çünkü bunda ibadet mânâsý vardýr.
«Bunu Sâ´di söylemiþtir.» Sa´dî bunu Ýnâye Hâþiyesi´nde söylemiþ ve þöyle demiþtir: "Alýnan öþür (yani 1/10) deðil öþürün 1/4 dir. Ancak þöyle denilebilir: Musannýf öþür demiþ, mecâzen bundan 1/4 kastetmiþtir. Yani bütünü zikr, cüz´ü kastetmiþtir. Yahut þöyle denilebilir: Öþür âþirin aldýðý þeyin adýdýr. Alýnan þey ister lügat itibariyle öþür olsun, ister 1/4 veya yansý olsun fark etmez. Binaenaleyh: Âþir kelimesi, bir þeye bazý hallerine göre isim vermektir, demeye hâcet yoktur. Nitekim bu âþikardýr." Þârih "âþir"i, Nehir sahibine uyarak cins ismi diye tefsir etmiþtir. Çünkü þüphesiz bu kelime özel isim deðildir. En doðrusu, þer´î cins ismi olmasýdýr. Çünkü özel isim olduðuna delil yoktur.
«Öþür memuru hür ve müslüman olan kimsedir.» Köleden öþür memuru olmaz. Çünkü vilâyeti yoktur. Kâfirden de olmaz; zira kâfirin müslüman üzerine vilâyeti olmadýðý ayetle sâbittir. Bunu Bahýr sahibi Gâyeden nakletmiþtir. Ayetten murad. «Elbette Allah kâfirler için mü´minlerin aleyhine bir yol açacak deðildir.» kavli kerîmidir.
«Bu kayýtla» yani müslüman olmanýn mezkûr âyetle þart kýlýnmasý ile, Yahudilerin memur tayin edilmesinin haram olduðu anlaþýlýr. Bahýr´da «bunun dahi haram olduðunda þüphe yoktur» cümlesi ziyade edilmiþtir. Yani memur tayin etmekte, memura ta´zim vardýr. Ulema, müslüman olmayaný ta´zimin haram olduðunu söylemiþlerdir. Hattâ Þurunbulâliye´de þöyle denilmiþtir: «Âþirin zemmi hakkýnda vârit olan eser, zamanýmýzda olduðu gibi zâlim olan âþirlere hamledilmiþtir.» Yahudi ve kâfirler þöyle dursun, bu söylediklerimizden, fâsýklarýn memur tayin edilmelerinin bile haram olduðu anlaþýlýr.
Ben derim ki: Siyeri Kebîr þerhinde beyân edildiðine göre Hz. Ömer (r.a.), Sa´d b. Ebî Vakkas´a mektup yazarak. «Müþriklerden hiçbirini müslümanlar üzerine kâtip yapma! Çünkü onlar dinlerinderüþvet alýrlar, Allah´u Teâlâ´nýn dininde rüþvet yoktur.» diye tembihte bulunmuþtur. Siyer þârihi, «Biz bununla amel ederiz, çünkü vâli, müslümanlardan baþkasýný kâtip tayin etmekten men edilmiþtir. Allah´u Teâlâ, "Kendinizden olmayanlarý yakýn dost edinmeyin!" buyurmuþtur.» demektedir.
«Öþür memuru Hâþimî olmayacaktýr.» Hâþimîler Peygamber (s.a.v.) in sülalesi, yani Hâþim B. Abdi Menâf oðullardýr. Bunlara zekât verilmez. Öþürde dahi zekat þüphesi olduðu için, kendilerine öþür de verilmez. Çünkü öþür memuru, zekât verilecek kimselerden biridir. Ona, yaptýðý iþe göre, topladýðý öþürden yetecek kadar nafaka verilir. Onun için, topladýðý þeylerin hepsi helâk olsa, kendisine hiçbir þey verilmez. Nitekim bunu Zeyleî açýklamýþtýr. Binaenaleyh burada hem ücrete hem zekâta benzerlik var demektir. Sonra bilmiþ ol ki, bu Hâþimî olmamak þartýný, Bahýr sahibi Gâye´ye nisbet etmiþtir. Ben bu þartý, ondan baþka zikreden görmedim. Bu, Nihaye ve diðer kitaplarda, zekâtýn sarf edildiði yerler bâbýnda zikredilene muhaliftir. Onlarda þöyle denilmiþtir: «Hâþimî bir kimse, zekât memuru tayin edilirse, zekâttan kendisi için bir þey almamasý gerekir. Ama memur tayin edilir de, maaþý zekâttan baþka olursa, bunda bir beis yoktur»
«Almamasý gerekir» ta´birinden murad, helâl deðildir, demektir; nasýl ki Zeyleî öyle demiþtir. Bu söz, Haþimî birini zekât memuru tayin etmenin caiz olduðu hususunda açýk gibidir. Binaenaleyh kitabýmýzýn sözü, sadaka almanýn helâl olmasý için, Hâþimî olmamak þarttýr, mânâsýna yorumlanýr. Gâye sahibinin, «Çünkü öþürde zekât þüphesi vardýr.» diyerek yaptýðý ta´lîl de bunu gösterir. Çünkü þunu ifade eder: Hükümdar, maaþýný Beytülmal´den, yahut hediye olarak kendinden verir, veya memur olan þahýs müslümanlarýn aldýðý sadakadan bir þey almazsa, Hâþimî olmasý caizdir. Zekâtýn sarf edildiði yerler bâbýnda bu meselenin tamamýný anlatacaðýz.
«Çünkü vergi toplamak, korumak sebebiyle meþru olmuþtur.» Yani hükümdarýn zekât toplamasý, halkýn mallarýný korumasý sebebiyle meþrudur. Onun içindir ki âsiler bir kasaba veya köyü istilâ eder de zekâtlarýný alýrlarsa, yalnýz haracý iade ederler, baþka bir þey iade etmezler .
Bu mesele, evvelce kitâbýmýzýn metninde þöyle geçmiþti: «Âsîler otlak hayvanlarýnýn, öþür ve haracýný alýrlarsa bunlarý icabeden yerlere vermeleri þartýyla sahiplerine iade etmeleri gerekmez. Aksi takdirde (yani yerlerine sarf etmezlerse) haraçtan geri kalanlarý iade ederler.. Görülüyor ki "haraçtan geri kalaný" denilmiþtir´. Ben derim ki: Doðrusu da budur. Ýhtimal burada söz, Müellif hazretlerinin kaleminden düþmüþ olacaktýr. Orada zikredip, burada etmemesi de buna delâlet etmektedir.
(Sâî: Kabileler arasýnda dolaþarak hayvanlarýnýn zekâtýný yerlerinde alan memurdur.) Bahýr´da Bedâyi´den naklen, «Musaddýk (yani sadaka memuru), her ikisinin cins ismidir» denilmiþtir.
«Taðlib» ta´biri, "kâfirden alýnan mal sadaka olamaz" þeklindeki itirazý def içindir:
Zâhirî ve bâtýnî mallardan murad: Ýki nevi zekât malýdýr. Zâhirî mal, hayvanlar ile tüccarýn öþür memuruna arz ettiði mallardýr. Bâtýnî mal ise, altýn, gümüþ ve yerinde duran ticaret malýdýr. Bahýr. Burada bâtinî maldan murad, hayvanlardan geri kalan mallardýr. Buna karîne, «mallarýyla onunyanýndan geçen» sözüdür. Yoksa öþür memurunun yanýndan geçirdiði her mal zâhirî nev´indendir. Buna bâtýnî demesi, oradan geçmezden önceki haline göredir.
Evindeki bâtýnî mallarýna gelince: Bunlarý öþür memuruna haber verirse, onlardan bir þey almaz. Nitekim bu cihet Bahýr´da açýklanmýþtýr. ileride
(Müellifin oðlu Muhammed Alâeddin) kitabýmýzýn metninde de gelecektir. Þârih bu ta´mim ile, inâye ve diðer kitaplarda beyan edileni redde iþaret etmiþtir. Onlarda þöyle denilmiþtir: «Burada murad, bâtýnî mallardýr. Çünkü zâhirî mallarda -ki otlak hayvanlarýdýr - mal sahibi öþür memurunun yanýna uðramaya muhtaç deðildir. Zira, mal sahibi uðramasa da memur onlarýn öþürünü alýr.» Bu söz, Nehir´de de beyan edildiði vecihle, âþir ile sâî arasýnda fark gözetmeme esasýna göredir. Halbuki fark olduðunu yukarýda gördün. Bu Bedâyi´de zikredilmiþtir.
METÝN
Öþür toplayanýn zemmi hakkýnda vârit olan hadisler, zorla alana yorumlanmýþtýr. Bir kimse senenin tamamlandýðýný inkâr eder; yahut, «ben ticarete niyet etmedim» veya "ben bütün malýmý kaplayacak þekilde - veya nisabý eksiltecek þekilde - borçluyum" derse, yeminiyle tasdik olunur. Zira aldýðý zekâttýr. Mi´râc. Hak olan da budur. Bahýr. Onun için Musannýf mutlak söylemiþtir. Yahut, "Ben baþka öþür memuruna verdim" der de baþka öþür memuru muhakkak mevcut olursa; veya «Ben zekâtýmý þehirdeki fukaraya verdim» diyerek yemin ederse - þehirden çýktýktan sonra söylerse kabul edilmez, sebebi gelecektir- esah kavle göre hepsinde beraat makbuzu göstermeden tasdîk olunur. Çünkü yazý þüphelidir. Hattâ bu öþür memurunun ismine uymayan bir beraat makbuzu getirir de yemin ederse, tasdik olunur ve beraat yok sayýlýr. Yalan söylediði, seneler sonra meydana çýkarsa, zekât kendisinden alýnýr.
ÝZAH
Öþür toplayanýn zemmi hakkýnda vârit olan hadislerden biri, Taberânî´nin rivayet ettiði þu hadistir: «Þüphesiz Allah Tealâ mahlukatýna yaklaþýr -Yani rahmeti, cûd-ü keremi ile muamele eder - ve dilediðini affeder. Yalnýz fuhþiyat yapan ve öþür toplayaný affetmez.» Ebû Dâvud´un ve Ýbn Huzeyme´nin Sahihi´nde keza Hâkim´in Ukbe b. Amir (r.a.) dan rivayet ettikleri þu hadis onlardandýr: "Ben Rasulullah sallâllahu aleyhi ve sellemi, "Bâccý cennete girmez!" buyururken iþittim.» Yezîd b. Hârun «Bundan murad öþür toplayandýr» demiþ; Baðavi dahi, «Bundan, baçcýnýn yanýna uðrayan tâcirlerden, öþür, yani zekât adý ile aldýðý baccý kastetmiþtir» demiþtir.
Hafýz Münzirî diyor ki: "Þimdi ise bunu bac namý ile alýyorlar. Baþka bir baç daha var ki, onun adý yok! Onu haram ve zýkkým alýp karýnlarýna ateþ yiyorlar. Rablerine karþý bu hususta hüccetleri bâtýldýr. Üzerlerine gadab ve þiddetli azâp vardýr. Ýbni Hacer´in Ez-Zevâcir adlý kitabýnda böyle denilmiþtir. Bundan þonra Münzirî sözüne þöyle devam etmiþtir: «Bilmelisin ki, bazý fâsýk tacirler. Kendilerinden, alýnan bacla zekât niyet edilirse, zekât yerine geçeceðini zannederler. Bu zan bâtýldýr. Þâfiî mezhebinde bunun bir mesnedi yoktur. Çünkü hükümdar, baçcýlan zekât almak için tayin etmez. Onlarý, az olsun çok olsun; zekât farz olsun olmasýn, bulduklarý malýn öþürlerinitoplamak için tayin eder.» Tamamý Münzirî´dedir.
Ben derim ki: Þu da var. Bugün baccý, hükümdara bir þey vermek sureti ile, onu kendine ortak yapýyor. Ve zulmen aldýðý þey kendinin oluyor. Artýk tâcir kendisinin veya baþka bir haccýnýn yanýna uðrarsa, bir yýlda bir kaç defa bunu alýyor. Velev ki o kimseye zekât farz olmasýn. Bunun bize göre zekât sayýlmadýðý da anlaþýlýyor. Çünkü bu adam geçenlerden zekât alsýn diye hükümdarýn yola tayin ettiði öþür memuru deðildir. Yine yukarýda geçti ki hükümdarýn tüccarý hýrsýzlardan korumasý ve tüccarýn emin bulunmasý mutlaka þarttýr. Bu söylediðimiz ise þehirin kapýlarýna durarak, tüccarý hýrsýzlardan, yol kesicilerden daha çok rahatsýz etmekte, onlardan zorla para almaktadýr. Onun içindir ki Bezzâziye´de þöyle denilmiþtir: «Verilen baccýn zekât olmasýna niyet ederse, sahih kavle göre zekât olmaz. Ýmam Serahsî böyle demiþtir» «Sahih kavle göre» sözü ile, «Baccýya verirken zekâtý niyet ederse caizdir. Çünkü o, üzerinde taþýdýðý mesuliyetlerle fakir sayýlýr» diyenlerin sözüne iþaret etmiþtir. Bu hususta yukarýda söz geçmiþti.
«Bir kimse senenin tamamlandýðýný inkâr ederse ilh...» sözünden murad, elindeki yahut evindeki malýnýn üzerinden tam sene geçtiðini inkâr ederse, demektir. Evinde, üzerinden sene geçmiþ malý bulunur; elindeki malýn ise henüz üzerinden sene geçmemiþ olursa, ikisi de bir cinsten olduðu takdirde, öþür memuru o kimsenin sözüne aldýrýþ etmez. Çünkü bir cinsten olan mallarý birbirine katmak vâciptir. Meðer ki mâni buluna. Bahýr.
«Ben ticarete niyet etmedim derse» keza «Bu mal benim deðildir, o emanettir», yahut «tüccar malýdýr» «ortak malýdýr» «ben bu malda bekçiyim» «mükâtebim» veya «izinli köleyim» gibi bir söz söylerse, keza «bu malda zekât yoktur» derse, yemini ile tasdik olunur. Velev ki sebebini beyan etmemiþ olsun. Bahýr. Oradaki borçtan murad, kullar tarafýndan isteyicisi olan borçtur. Evvelce görüldüðü vecihle, nisabýn vâcip olmasýna mâni borçtur.
«Zira aldýðý zekâttýr.» Yani bu hususta borcun bütün malý kaplamasýyla, nisabý eksiltmesi arasýnda bir fark yoktur. Murad, müslümanlardan aldýðý maldýr. Zýmmî ile harbîden aldýðý mala ise burada zekât hükmü verilir. Velev ki hakikatte cizye (vergi) olsun ve bu malý, zekât verilecek yerlere sarf etsin. Nitekim gelecektir.
«Hak olan da budur» Yani «Borç ister bütün malý kaplasýn; ister nisabý eksiltsin» diyerek yapýlan umumi beyan doðrudur. Çünkü nisabý eksilten borç zekâtýn vâcip olmasýna mânidir. O halde bütün malýný kaplayanla aralarýnda fark yoktur. Nitekim Mi´râc´da da böyle denilmiþtir.
«Baþka öþür memuru muhakkak mevcut olursa, yemini ile tasdik olunur. Þayet baþka bir öþür memuru var mý yok mu bilmezse, sözü tasdik olunmaz.» Nitekim Sirac´da beyan edilmiþtir. Çünkü asýl olan bulunmamasýdýr. Nehir. Buradaki öþür memurundan murad, adalet sahiplerinin öþürcüsüdür. Þayet Hâricîler denilen fýrkanýn öþür memuruna uðrarsa, ikinci defa öþür verir. Nitekim gelecektir.
«þehirden çýktýktan sonra söylerse kabul edilmez.» Yani, «Ben bu malýn zekâtýný þehirden çýkardýktan sonra verdim» derse, sözü tasdik edilmez. Çünkü þehirden çýkarmakla, o mal zâhirîmallara iltihak etmiþtir. Bu mallarýn öþürünü almak, hükümdarýn hakkýdýr. Zeyleî. Þehir içinde iken ise, malýnýn zekâtýný vermek kendisine býrakýlmýþtý. Bahýr. Kadýhan´ýn Câmi´inde þöyle denilmektedir: «Tüccar, malýný ovaya çýkardýktan sonra, hükümdarýn zekat isteme hakkýnýn sâbit olmasý, sahibi kendiliðinden vermediðine göredir. Verdiðini iddia ederse, isteme hakkýnýn sübutunu inkâr ediyor demektir ki bundan dolayý söz yeminiyle beraber onundur.» Kýyasa göre, yemin ettirilmemeli idi. Çünkü bu bir ibadettir. Ýbadette yemin verdirilmez. Ama istihsanen verdirilir. Ýstihsanýn vechi þudur: Bu adam inkâr etmektedir; kendisini yalanlayan vardýr. O da öþür memurudur. Binaenaleyh mal sahibi mânen davalýdýr. ikrar etmiþ olsa ikrar ettiðinin verilmesi lâzým gelir. Þu halde, yeminden cayar ümidi ile kendisine yemin verdirilir. Sair ibadetlerde hal böyle deðildir. Zira kendisini yalanlayan yoktur. Nehir.
«Esah kavle göre hepsinde beraat göstermeden tasdik olunur.» Yani senenin dolduðunu inkâr ettiði hususlarýn hepsinde, esah kavle göre beraat göstermesi þart deðildir» Kâfi´de böyle denilmiþtir. Zahir rivayet de budur. Nitekim Bedâyi´de bildirilmiþtir. Asl´ýn rivayetine göre, beraat göstermesi þarttýr. Bununla birlikte, yeminin de þart olup olmadýðýnda ihtilâf edilmiþtir. Mi´râc´da da böyle denilmiþtir.
«Çünkü yazý þüphelidir.» Yazý yazýya benzer. Bazen dalgýnlýkla beraat makbuzu alýnmaz. Aldýktan sonra kaybolmasý da mümkündür. Binaenaleyh beraat makbuzunun hakem yapýlmasý mümkün deðildir. Þu halde söz yeminiyle beraber mal sahibinindir. Kâfi.
«Yalan söylediði seneler sonra meydana çýkarsa, zekât kendisinden alýnýr.» Çünkü alma hakký sâbittir. Yalan yere yemin etmekle sâkýt olmaz. Bahýr. Bu, hüküm harbî olmayanlar hakkýndadýr. Harbî hakkýnda ileride söz edilecektir. O, dar-ý harbe girer de sonra çýkarsa, geçmiþin zekatý kendisinden alýnmaz. H.
METÝN
Ancak otlak hayvanlarý ile bâtýnî mallarda, þehirden çýkardýktan sonra sözü tasdik edilmez. Çünkü bu mallar þehirden çýkarmakla zâhiri mal hükmüne girmiþlerdir. Artýk onlardan zekât almak hükümdarýn hakkýdýr ve bu alýnan, zekât olur. Ýlk verdiði nâfile sadakaya inkýlâb eder. Bu mallarýn sahibinden, «Çünkü Hz. Ömer, halkýn mallarýný eþelemeyin demiþtir» dediði için alýr. Lâkin mal sahibini itham ederse, kendisine yemin verdirir. Yukarýda geçen þeylerden, müslümanýn sözü tasdik edilenlerde, zýmmînin sözü de tasdik edilir. Çünkü bize ne varsa, onlara da o vardýr. Yalnýz, «Ben bir fakire verdim» sözünde zýmmî tasdik edilmez, zira buna vilâyeti yoktur.
ÝZAH
Ancak otlak hayvanlarýnda «ben þehirdeyken fukaraya verdim» sözü tasdik edilmez. Çünkü zekâtý almak hakký, sultanýndýr. O bunu iptâl edemez. Bâtýnî mallar bunun hilâfýnadýr. Bahýr.
Ben derim ki : bunun muktezâsý, mahallelerde dolaþan zekât memuruna verdiðini iddia etmiþ olsa, tasdik etmektir. Bâtýnî mallarda dahi þehirden çýkardýktan sonra, «zekâtlarýný kendim verdim» diye iddia ederse, sözü tasdik olunmaz. Çünkü bunlar zâhirî mallara iltihak etmiþlerdir. Binaenaleyhzâhirî mal olan otlak hayvanlarýnda olduðu gibi, bunlarýn zekâtýný da hükümdar toplattýrýr. Sahih kavle göre, mal sahibinin ilk verdiði zekât nâfileye inkýlab eder. Bazýlarý ikinci defa zekât almanýn siyaset olduðunu söylemiþlerdir. Bu, birinci zekâtýn bozulup ikincinin siyaset olmasýna en ufak bir teemmülle aykýrý deðildir. Fetih´te böyle denilmiþtir. Hükümet memuru, o kimsenin zekâtýný verdiðini bildiði için, ikinci defa ondan bir þey almazsa, o kimsenin zekât borcundan kurtulup kurtulmadýðýnda ulema ihtilâf etmiþlerdir. Ebu´l-Yusr´un Cami´inde þöyle denilmiþtir: «Kendisine verdiðini geçerli sayarsa bunda beis yoktur. Çünkü zekât vermesine izni caizdir. Verdiðini geçerli saymasý da öyledir.» Nehir,
«Hz. Ömer halkýn mallarýný eþelemeyin demiþtir» þeklinde söz ettiði için alýr. Yani öþür memuru, sadakayý bu sebeple alýr. Bu hususta Bahýr´ýn Mebsût´tan naklettiði þu söze istinat eder: «Tâcir, öþür memuruna, malýnýn Merv veya Herat menþe´li olduðunu haber verir de, öþür memuru kendisini bu hususta itham ederse, bunda kendisine zarar da bulunduðu takdirde, yemin ettirerek ondan zekâtý alýr.» Mal sahibinin, «öþür memurunun bana zarar vermeye hakký yoktur. Zira Hz. Ömer´den nakledildiðine göre memurlarýna, "halkýn eþyasýný araþtýrmayýn" demiþtir» sözü üzerine alýr.
"Çünkü bize ne varsa, onlara da o vardýr." Yani müslümanlar için þart koþulan, sene geçmesi, nisap, borç bulunmamasý ve ticaret malý olmasý gibi þeylere, zýmmîler hakkýnda da riayet olunur. Burada þöyle bir sual hatýra gelebilir: Onlar da müslümanlar gibi olunca, kendilerinden müslümanlardan alýndýðý gibi onda birin dörtte biri alýnmak mý icabeder? Cevaben deriz ki: Bizden alýnan hakikaten zekâttýr. Onlardan alýnansa, cizye (vergi) gibidir. Zekât deðildir. Çünkü zekât, temizleyip paklamaktýr. Zýmmîler buna ehil deðildirler. Meselenin tamamý Kifâye´dedir.
"Zira buna velâyeti yoktur." Yani zýmmiden alýnan cizyedir. Cizyede zýmmî, «Ben vergimi kendim verdim» dese, tasdik olunmaz. Çünkü zýmmilerin fakirleri, kendilerine cizye verilecek kimseler deðildir. Veren zýmminin de vermeye hakký yoktur. Verilecek yer, müslümanlarýn yararýna olan iþlerdir. Zeyleî. Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Bu, cizye deðil sadece onun hükmündedir. Zira onun sarf edildiði yerlere verilir. Hattâ o sene için þahsi cizyesi sâkýt olmaz. Nitekim bunu Ýsbicâbî söylemiþtir.» ´
Ben derim ki: Dürerü´l-Bihâr Þerhi´nde açýklandýðýna göre, bu hakikaten cizyedir. Öyle görülüyor ki, o, bunun kendi malýnda cizye olduðunu murad etmiþtir. Nitekim arazisinin haracýna cizye denir. Bu izaha göre, cizyenin mal cizyesi, arazi cizyesi, þahýs cizyesi gibi nevileri vardýr. Bunlarýn bazýsýný almakla diðerlerinin sâkýt olmasý lâzým gelmez. Bu âþikârdýr. Bundan yalnýz, Benî Taðlib Kabîlesi müstesnadýr; çünkü onlarýn malýndan alýnan þahýs cizyesidir. Onun için Bahýr´da þöyle denilmiþtir: "Öþür memuru Benî Taðlib´in vergilerini alýnca, onlardan cizye sâkýt olur. Çünkü Hz. Ömer onlarla, cizye yerine iki kat zekât vermek þartýyla anlaþmýþtýr."
METÝN
Harbî hiçbir þeyde tasdik olunmaz. Bundan yalnýz. Ümmü Veledi hakkýndaki sözü ile, kendisininolabilecek bir çocuk hakkýnda, "Bu çocuk benimdir." demesi müstesnadýr. Çünkü burada mal olmak yoktur. Çocuk kendisinin olamýyacak yaþta ise, onun nâmýna azad olur ve öþrü alýnýr. Çünkü o çocuðu azad ettiðini ikrarda bulunmuþtur. Ondan baþkasý hakkýnda sözü tasdik edilmez. Bir de «Ben baþka öþür memuruna verdim» der de, orada bir öþür memuru daha bulunursa, yine sözü tasdik edilir. Ta ki malýnýn bitmesine müeddî olmasýn. Molla Hüsrev kesinlikle buna kail olmuþtur. Zeyleî dahi Surûcî´ye uyarak, bunu «gerekir» sözü ile zikretmiþtir. Musannýf bunu, Bahýr´dan böyle nakletmiþtir; Lâkin inâye ve Gâye sahipleri, kesinlikle sözünün tasdik edilmeyeceðini söylemiþlerdir. Nehir sahibi de bunu tasdik etmiþtir.
ÝZAH
"Harbi hiçbir þeyde tasdik olunmaz." Yani adaletli bir beyyine ile sözünün doðruluðu sabit olsa bile, onun sözüne bakýlmaz. Bunu Kemâl söylemiþtir. T.
Hiçbir þeyden murad, yukarýda zikredilenlerdir. Çünkü tasdikinde bir fayda yoktur. Bu adam, «malýmýn üzerinden sene geçmedi» dese, ondan vergi alýnýrken, senenin dolup dolmamasýna bakýlmaz. Zira senenin itibara alýnmasý, himâye tamam olduðu içindir. Tâ ki mal artsýn. Halbuki harbînin himayesi, sene ile deðil esir olmaktan kurtulmakladýr. «Ben borçluyum» dese, dar-ý harpteki borcu, müslüman memleketinde istenmez.
«Bu mal ticaret malýdýr» dese, sahibine hürmet ve emân yoktur.
"Ticaret için deðildir" dese, zâhirdeki görünüþ kendisini yalanlar.
«Vergimi ben verdim» dese, kendi inancý kendini yalanlar. Meselenin tamamý inâye´dedir.
Bundan üç mesele müstesnâdýr. Birincisi ümmüveledidir. Yani bu adam, yanýndaki câriye için "Bu benim ümmüveledimdir" diye dava ederse, tasdik edilir. Çünkü elinde bulunan kimsenin nesebini ikrarý sahihtir. Câriyenin ümmüveled olmasý da böyledir. Nehir. Burada, Cami-i Saðîr ile Hidâye´nin ibareleri þöyledir: "Ancak câriyeleri olur da, bunlar benim ümmüveledlerimdir, derse o baþka." Bahýr´da ise þöyle denilmiþtir: «Kölesini müdebber yaptýðýný ikrar ederse, tasdik edilmez. Çünkü dârý harpte müdebber yapmak sahih deðildir»
Ýkincisi, kendisinden doðabilecek bir çocuk hakkýnda, «bu çocuk benimdir» demesidir. Harbî, baþkasýndan nesebi sabit olmayan bir çocuk hakkýnda, «bu benim oðlumdur» der de, ulemanýn nesebin sübûtu hakkýnda söylediklerine kýyâsen, kendisini yalanlayan da bulunmazsa, sözü tasdik edilir. T. Ama, «Bu benim kardeþimdir» derse, tasdik olunmaz. Çünkü bu ikrar babasýnýn aleyhinedir. Onun sabit olmasý, babasýnýn tasdikine baðlýdýr. Binaenaleyh öþrü alýnýr. Benim anladýðým budur. Ama bunu açýk olarak bir yerde görmedim. Evet, Siyer-i Kebîr Þerhi´nde þunu gördüm: «Harbî, bir takým kölelerin yanýna uðrar da, bunlar hürdür, derse, kendisinden öþür alýnmaz. Çünkü doðru söyledi ise, o þahýslar hür kimselerdir. Yalan söyledi ise, bunlar "hürdür" sözü ile þimdi hür olmuþlardýr. » Ümmüveled ile çocuk meselesinde sözünün tasdik edilmesi, bunlar mal olmadýklarý içindir. öþür ancak maldan alýnýr. Bunu Nehir´den naklen Tahtâvî söylemiþtir.
Hayreddin Remlî þöyle demiþtir: «Ben diyorum ki: Bugün memurlarýn yaptýðýnýn haram olduðubundan anlaþýlýr. Bu memurlar harbî ile zýmmînin baþlarý için aldýklarý cizyeden baþka Beyt-i Makdis´i ziyaret edebilmek için ayrý bir para almaktadýrlar.» Bu meselede çocuðu âzad ettiðini ikrarda bulunmasý, kendinden büyük birine, «bu benim oðlumdur» dediði içindir. Bu söz Ýmam-ý Âzam´a göre mecazen, o hürdür, demektir.
«Baþkasý hakkýnda sözü tasdik edilmez» ifadesinden murad, öþür memurunun hakkýný, yani öþür almayý iptal etmez, demektir. Çünkü onun hakkýnda hükmen mâliyet bâkidir.
Üçüncüsü, «ben baþka öþür memuruna verdim» der de, hakikaten baþka bir öþür memuru bulunursa, yine sözü tasdik edilir.
«Tâ ki malýnýn bitmesine müeddî olmasýn.» Bu söz, istisnanýn illetidir. Yani harbî bu sözünde tasdik edilmezse, öþür memurunun yanýna her uðradýkça, kendisinden öþür alýnmasý gerekir. Bu da bütün malýnýn elinden alýnmasýna sebep olur.
«Molla Hüsrev kesinlikle buna kâil olmuþtur.» Bahýr nüshalarýnýn bazýlarýnda «Dürer Þerhi´nde Molla Hüsrev kesinlikle buna kâil olmuþtur» denilmiþ; bazýlarýnda ise, "Dürer Þerhi´nde Molla Þeyh" denilmiþtir ki, doðrusu da budur. Çünkü Molla Hüsrev´in ibâresi aþaðýda zikredeceðimiz Kenz´in ibaresi gibidir. Þârih´in söylediði ise, Molla Þeyh nâmýyla meþhur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud Buhâri´nin Durerü´l-Bihâr Þerhi Gurerü´l-Ezkâr adlý kitabýndadýr. Buradaki Gâye´den murad, Etkânî´nin Gayetü´l-Beyân adlý eseridir. Aksi halde Gâye denince, Surucî´nin Gâye adýndaki Hidâye þerhi de anlaþýlýr.
«Nehir sahibi de bunu tercih etmiþtir.» Yani, «Þu kadar var ki ehl-i mezhebin sözü, tutulmaya en lâyýk olan yoldur.» demiþtir. Kenz sahibinin, «Harbînin sözü tasdik edilmez. Bundan yalnýz, ümmü veledi hakkýndaki sözü müstesnadýr» ifadesî ile yaptýðý hasýr ve tahsîsin muktezasý budur. Dürer ile mezhebimizin muharriri Ýmam Muhemmed´in Cami-i Saðîr´inin ve Hidaye´nin ibâreleri de böyledir. Ehl-i mezhepten murad, mezhep sahibinin sözünü nakledenlerdir. Surucî ile ona tâbi olan Aynî, Zeyleî ve Dürerü´l-Bihâr sahibine gelince: Onlar bunu inceleme yoluyla söylemiþlerdir. Nitekim «gerekir» sözü de bunu göstermektedir. Anla!
Evet þöyle denilebilir: Surucî ve diðerlerinin söyledikleri þeylerin hükmü baþkalarýnýn söylediklerinden de anlaþýlmaktadýr. Bu, aþaðýda gelecek ve «Harbîden bir defa alýnan öþür ikinci defa alýnmaz ilh...» denilecektir. Keza Zeyleî, «Çünkü bu hususta harbî tasdik edilmezse, malýn tükenmesine müeddi olur. Ýleride görüleceði vecihle bu caiz deðildir» demiþtir. Þu halde Hidâye, Kenz ve diðer kitaplardaki hasr ve kasr izâfîdir. Burada iki müstesnadan birini açýklamýþ; diðerini, sonra gelen ulemanýn açýklayacaklarýna güvenerek söylememiþtir. Bunun emsali çoktur. Binaenaleyh Surucî ile Ona tâbi olanlarýn sözü mezhebe muhalif deðil; bilâkis mezhebi tahkik etmektir ki þârihlerin âdeti budur. Onlar mutlak´ý takyîd, mücmeli beyan, kapalý sözü izah ederler.
Ýnâye ile Gâyetü´l-Beyân´ýn sözlerine gelince: Bu söz, Hidâye´nin ibâresinden anlaþýldýðýna göre söylenmiþtir. Eðer açýk olarak mezhep sahibinden nakledildi ise bir diyeceðimiz yoktur. Nakledilmesi ise, tahkik bunun hilafýdýr. Allah´u âlem!..
METÝN
Biz müslümanlardan onda birin dörtte biri; zýmmîlerden Taðlibî olsun olmasýn nitekim Zâhiriyye´den naklen Bercendîde böyle denilmiþtir iki katý, harbî´den ise onda bir alýnýr. Bunlardan, her birinin malý nisabý doldurmak þartýyla, Hz. Ömer bunu böyle emretmiþtir. Zira nisaptan aþaðýsý af sayýlýr. Ehli harbin bizden aldýklarýnýn ne kadar olduðunu bilmememiz dahi þarttýr. Bu bilinirse, ceza olarak onlardan da o kadar alýnýr. Ancak bütün malý almýþlarsa, biz onu almayýz, Bilâkis harbîye verdiðimiz emân sözünde durmuþ olmak için, onu memleketine ulaþtýracak malýný býrakýrýz. Ve mallarý nisabý, doldurmazsa, harbîlerden hiçbir þey almayýz. Velev ki onlar bizden almýþ olsunlar. Esah kavil budur. Zira almalarý zulümdür. Zulüm hususunda tâbi olmak yoktur. Yahut onlar bizden bir þey almadýlarsa, almamakta devam etsinler diye, biz de onlardan almayýz. Çünkü biz güzel ahlâklý olmaya onlardan daha layýðýz. Harbî bir çocuðun malýndan öþür alýnmaz. Meðer ki onlar bizim çocuklarýmýzýn mallarýndan bir þeyler almýþ olsunlar. Nitekim Hâkim´in Kâfi nâmýndaki eserinde böyle denilmiþtir.
Harbîden bir defa alýnan öþür, o sene ikinci defa alýnmaz; ancak dârý harbe dönerse o baþka. Çünkü sene ve anlaþma yenilenmeden bir þey almak caiz deðildir. Harbî, öþür memurunun yanýna uðrar da öþür memuru kendisini bilemez ve böylece dârý harbe girerse, sonra ikinci defa bizim memleketimize geldiðinde, kendisinden, geçmiþin öþürü alýnmaz. Çünkü vilâyet kesilmekle bu hak sâkýt olmuþtur.
ÝZAH
Müslümandan alýnan zekâttýr. Müslümandan baþkasýndan alýnan ise cizye olup, kendi yerlerine sarf edilir. Lâkin zekâtta þart olan sene ve benzeri þeylere bunda da riayet olunur. Nitekim evvelce arzetmiþtik. Hz. Ömer bu üç kýsým vergiyi bu þekilde toplamalarýný, zekât memurlarýna emretmiþtir. T. Nisap miktarýndan az olan mal vergiden affedilmiþtir. Bu, müslüman ile zýmmînin malýnda aþikârdýr. Harbînin malýna gelince: Himayeye muhtaç olmadýðý için affedilmiþtir; çünkü azdýr. Nehir.
«Ceza olarak onlardan da o kadar alýnýr.» Yani onlardan almanýn sureti, hasseten ceza yoluyladýr. Yoksa asla istinaden alýnmaz. Zira bu, bizim tarafýmýzdan hak, onlarýn tarafýndan bâtýldýr. Hasýlý harbînin Ýslâm himayesine girmesi onlardan bir þey almayý hak ettirmiþtir. Sonra onlarýn bizden ne kadar aldýklarý bilinirse, biz de ceza olarak onlardan o kadar alýrýz. Ancak müslümanýn bütün malýný aldýklarý bilinirse iþ deðiþir. Aldýklarýnýn miktarý bilinmese bile, kendilerinden öþür alýnýr. Zira himaye sebebi ile onlardan bir þey almak hakký sâbit olmuþtur. Burada cezayý itibara almak da imkânsýzdýr. Binaenaleyh zýmmîden alýnanýn iki misli kararlaþtýrýlmýþtýr. Çünkü harbî, himayeye zýmmîden daha çok muhtaçtýr. Tamamý Fetih´tedir.
«Zira almalarý zulümdür.» Burada þöyle denilebilir: Küffarýn bizden aldýklarý her þey zulümdür. Meðer ki þöyle denile: Azdan almak zulümdür; bunu her akýl sahibi bilir. Çünkü az mal ekseriyetle nafaka için hazýrlanýr. Ondan vergi almak vefa icabeden ´emân´ýn gereðine aykýrýdýr.
«Harbiden bir defa alýnan öþür, o sene ikinci defa alýnmaz.» Çünkü birinci emânýn hükmü devametmektedir. Her defasýnda almak malý bitirir. Nehir
«Çünkü sene ve anlaþma yenilenmeden bir þey almak caiz deðildir.»
Lâkin bizim memleketimizde, tam bir sene durmasýna müsaade edilmez. Hükümet, huduttan girerken kendisine, «Bir sene durursan senden cizye alýrým» der ve bir sene durduðunda cizyeyi ondan alýr. Sonra dönmesine müsaade edilmez. Þu kadar var ki, sene dolduktan sonra öþür memurunun yanýna uðrar da, memur onun, memleketimizde bir sene kaldýðýný duymamýþ olursa, onu menetmiþ olmak için, kendisinden ikinci defa öþür alýr ve bizim memleketimize iade eder. Fetih.
METÝN
Bir müslümanla zýmmînin öþür memurunun yanýna uðramalarý bunun hilâfýnadýr. (onlardan öþür alýnýr). Zira öþürü ýskât edecek bir þey yoktur. Bunu Zeyleî söylemiþtir. Ticaret için olur da, nisabý doldurursa, kâfirin þarabýndan ve ölü hayvan derilerinden, kýymetinin onda birinin yarýsý alýnýr. Musannýf kendi yazdýðý þerhin metninde böyle ikrar etmiþtir. Harbîden, ticaret niyeti olmaksýzýn kýymetin onda biri alýnýr. Müslümandan ise bilittifak bir þey alýnmaz. Kâfirin domuzundan mutlak surette öþür alýnmaz. Çünkü domuz kýyemi (kýymetiyle muamele gören) þeylerdendir. Binaenaleyh onun kýymetini almak, aynýný (kendini) almak gibidir. Þuf´a böyle deðildir. Çünkü þefî´ domuzun kýymetini almazsa, aslýndan hakký bâtýl olur ve bundan zarar görür. Zaruret yerleri müstesnadýr. Bunu Sa´dî söylemiþtir.
ÝZAH
Bir müslümanla zýmmî, öþür memurun yanýna uðrarlar da memur onlarý bilemezse, kendilerinden öþür alýnýr. Nehir. Kâfirin þarabý hakkýnda, Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Gâye´de beyan edildiðine göre þarabýn kýymeti, tevbe etmiþ iki fâsýkýn, yahut müslüman olmuþ iki zýmmînin sözleriyle bilinir. Kâfî´de bunun, zýmmîlere müracaatla bilineceði kaydedilmiþtir.» Nuh Efendi Hâþiyesi´nde Mecma´ Þerhi´nden naklen birinci kavlin evlâ olduðu bildirilmiþtir. Kâfîrin ölü hayvan derileri, Mi´râc´da, Mahbûbî´den naklen buradaki gibi beyan edilmiþtir ki bunu Ebu´l-Leys, Kerhî´den rivayet ederek söylemiþ ve þöyle illetlenmiþtir: «Bu deriler iptida halinde mal idiler. Nihayet halinde dahi tabaklanmakla mal olurlar. Þu halde þarap gibidirler.» Bahýr sahibi bunu nakil ve ikrar etmiþtir. Halebî ise müþkil görerek, «Deri, kýymetiyle muamele gören þeylerdendir. Ýleride görülecektir ki kýyemî´nin kýymetini almak, kendini almak gibidir. Onun iptida halinde mal olmasý ile, nihayet halinde mal olmasýnýn, hükümde bir tesiri yoktur. Çükü ulema, þarabýn öþüründe bunu illet saymamýþlardýr. Onlar, illet olarak onu misliyattan (misli ile muamele gören) saymýþlardýr.»
Rahmeti buna cevap vermiþ ve «Deri, kýyemi deðil misliyattandýr. Þu delil ile ki, onda selem yapýlabilir. Binaenaleyh þarap gibi deðil, domuz gibidir.» demiþtir.
Ben derim ki: Gasp bahsinde, onun kýyemî olduðu nâssan gelecektir. Selemin caiz olmasý, onun mislî olduðuna delâlet etmez. Çünkü baþkasýnda caizdir. Tahtâvî de þöyle cevap vermiþtir: «Bahýr adlý eserde, þarap ikinci bir illetle ta´lil edilmiþtir. O da þudur; Þaraptan öþür alma hakký, himayedendolayýdýr. Ölü hayvan derileri hakkýnda da bu söylenebilir.»
Ben derim ki: Lâkin bu, iþkâli defedemez. Þöyle cevap verilebilir: Aslen mal olmayan - ki domuz gibi ayn´ý necis olan þeydir- ile, mal olabilen þeyin kýymeti arasýnda fark vardýr. Ölü hayvan derileri böyledir. Onun için ulema, «þarap gibidir » demiþlerdir. Teemmül et.
"Musannýf kendi yazdýðý þerhin" metninde böyle ikrar etmiþtir.» Bilmiþ ol ki, adý geçen metinde ibare þöyledir: «Kâfirin ticaret için olan þarabýnýn kýymetinden yarým öþür alýnýr; domuzunun kýymetinden alýnmaz.» Þu halde, «Harbîden, kýymetin onda biri alýnýr» sözü, Þârih´e aittir. Bazý nüshalarda bunun kýrmýzý yazýyla yazýlmýþ olmasý hatadýr. Yalnýz metin olarak yazýlan nüshada þunu gördüm: «Zýmmînin þarabýndan, kýymetinin yarým öþrü, harbînin ticaret için olan þarabýnýn kýymetinden yarým öþür (1/10) alýnýr. Domuzundan bir þey alýnmaz.» Gerek ikrar ettiði, gerekse döndüðü sözün ikisi de hatadýr. Ýkrar ettiðinin hata olmasý, kâfiri mutlak söylemesidir. Bu söz zýmmî ile harbîden alýnacak miktarýn yarým öþür olacaðý hususunda açýktýr. Ve yine buna göre her ikisinde ticaret niyetî þarttýr. Halbuki harbîden alýnan þey öþürdür. Onun hakkýnda, ticarete niyet þart deðildir. Döndüðü sözü dahi hatadýr. Çünkü harbî hakkýnda ticaret niyetini þart koþmaktadýr. Onun için þârih, kâfiri zýmmî mânâsýna yorumlamýþtýr. Bu suretle Musannýf, harbî hakkýnda bir þey söylememiþ olur. Onu Þârih, «Harbîden kýymetin öþürü alýnýr ilh...» sözü ile zikretmiþtir.
«Nisabý doldurursa» yani, ya yalnýz baþýna yahut baþka bir mala katmakla nisabý doldurursa, kýymetin onda birinin yarýsý alýnýr. Lâkin metinden anlaþýlan, elinde þaraptan baþka malý bulunmamasý ve mutlak surette öþür vermesidir. Onun için Musannýf ibareyi mutlak býrakmýþ, yukarýda geçen «mallarý nisabý doldurmazsa onlardan bir þey almayýz» sözü ile yetinmemiþtir. Benim anladýðým budur.
"Kâfirin domuzundan mutlak surette öþür alýnmaz." Yani bu hususta öþür memurunun karþýsýna yalnýz domuzu çýkarmasý ile, hem domuzu hem þarabý çýkarmasý, Ýmam-ý Âzam´la Ýmam Muhammed´e göre müsavidir. Ýmam Ebû Yusuf, domuzla birlikte þarabý da çýkarýrsa, öþür alýnacaðýný söylemiþtir. Herhalde O, domuzu þaraba tâbi saymýþ; aksini (yani þarabý domuza tâbi tutmayý) itibara almamýþtýr. Çünkü maliyet hususunda þarap daha zâhirdir. Þarap olmadan önce o maldýr. Sirke olabilmek ihtimaline mebni þarap olduktan sonra da öyledir. Domuzda böyle bir þey yoktur. Nehir.
«Domuzun kýymetini almak, kendini almak gibidir.» Çünkü hayvanýn kýymetine, kendi aynýnýn (þahsýnýn) hükmü verilir. Onun içindir ki ´bir kimse mehir olarak bir hayvan vermek þartýyla bir kadýnla evlenirse, dilediði takdirde o hayvanýn aynýný, dilerse kýymetini verebilir.
Þarabýn kýymetine gelince: Ona þarabýn kendi hükmü verilemez. Onun için de bir zýmmî, þarap vermek þartýyla bir kadýnla evlenir de, kýymetini verirse, kadýn bunu kabule zorlanmaz. Þu halde þarabýn kendisinden deðil de, kýymetinden öþür almak mümkündür. Çünkü müslüman, þarabý mülk edinmekten men edilmiþtir. Bu satýrlar Kadýhan´ýn Þerhu´l Çâmii´nden alýnmýþtýr.
«Þuf´a böyle deðildir» sözü, bir itirazýn cevabýdýr. Ýtiraz þudur: «Kýymete, malýn kendi þahsi hükmüverilemez. Þu delil ile ki: Bir zýmmî, hanesini baþka bir zýmmîye domuz mukabilinde satar da, þefîi müslüman, olursa, o haneyi domuzun kýymetiyle alýr.» Cevap þudur: «Burada caiz olmasý, kul hakký zaruretinden dolayýdýr. Çünkü kul muhtaçtýr.» Þeriat sahibi hakkýnda zaruret yoktur. O muhtaç deðildir. Nitekim Kâfî´den naklen Mi´râc´da izah edilmiþtir. Nehir sahibi dahi Ýnâye´den naklen þöyle cevap vermiþtir: «Kýymet verirken, aynýn hükmünü almýþ deðildir. Çünkü bu yer, giderme ve uzaklaþtýrma yeridir.»
Ben-derim ki: Bunun hâsýlý þudur: Kýymeti, almakla vermek arasýnda fark vardýr. Fakat bu, söz götürür. Çünkü kýymeti zýmmîye vermek, ona temlik etmektir. Müslümana ise þarabýn temlik ve temellükü (alýþý veriþi) yasak edilmiþtir.
METÝN
Bir kimsenin, evindeki malýndan dahi mutlak surette öþür alýnmadýðý gibi bidâa (ticaret) malýndan dahi alýnmaz. Meðer ki o mal harbîye ait ola. Þirket malýndan da alýnmaz; ancak ortak kâr eder de, nisabý doldurduðu takdirde kendi hissesinin öþrünü verirse o baþka. Keza ticarete izin verilen kölenin borcu, efendisinin malýný ve kölenin kendisini kaplarsa, kazancýndan bir þey alýnmadýðý gibi, borçlu olmayan fakat yanýnda sahibi bulunmayan izinli kölenin malýndan - her üçü hakkýndaki sahih kavle göre- bir þey alýnmaz. Çünkü bunlarýn mülkleri yoktur. Bundan dolayýdýr ki vasî, «Bu mal yetimindir» dediði zaman malýndan öþür alýnmadýðý gibi, köle ve mükâtepten de bir þey alýnmaz.
Bir kimse Hâricîler´in öþür memuruna uðrar da, ondan öþür alýrlarsa, sonra Ehl-i Sünet´in öþür memuruna uðradýðý takdirde, kendisinden ikinci defa öþür alýnýr. Çünkü onlarýn yanýna uðramakla kusur etmiþtir. Hâricîler bir beldeyi istilâ ederlerse hüküm deðiþir.
FER´Ý MESELE: Bir kimse nisabý dolduran karpuz ve benzeri yaþ yemiþleri ticaret için alarak zekât memurunun huzuruna getirirse, Ýmam-ý Âzam´a göre ondan öþür almaz. Ancak öþür memurunun yanýnda fakirler bulunursa, onlara vermek için alýr. Bunu, inceleyerek Nehir sahibi beyan etmiþtir.
ÝZAH
Öþür memurunun huzuruna çýkan kimse, müslüman, zimmî veya harbi olsun, mutlak surette evindeki malý için öþür vermez. Bidâa maldan da öþür alýnmaz.
Bidâa lügatta, malýn bir parçasý demektir. Istýlahta ise, bir insanýn malýný, satýp, ticaret yapsýn diye, birine vermesi ve kazancýn tamamen mal sahibine ait olmasýdýr. Çalýþan için bir þey yoktur. Bunu Bahýr sahibi Muðrib adlý lügattan nakletmiþtir. Musannýf burada Sadrý´þ-Þeria´nýn yaptýðý gibi «Emanet malý» dese, ondan sonra söylediklerine hacet kalmazdý.
"Meðer ki o mal harbiye ait ola." Þârih bu istisnayý, þirket malýndan sonra yapsa daha iyi olurdu. Çünkü Zeyleî, «Elindeki malýn bidâa veya benzeri olduðunu iddia ederse, sahibine hürmet ve emân yoktur. Emân ancak elindekinedir» demiþtir. Bundan anlaþýlýyor ki, mal harbinindir. Malý elinde bulunduran kimse dahi harbîdir. Öþür memuru, malý elinde bulunduran kimsenin emânýný itibara alarak, o maldan öþür alýr. Velev ki mal sahibi, dârý harpde olmasý itibariyle, kendisine itirazda bulunmasýn. Zâhire bakýlýrsa, malý elinde bulunduran müslüman olur da, mal sahibi harbî ise, öþüralýnmaz. Zira mâlikin ve malý elinde bulunduranýn emânlarý yoktur. Aksi tasavvur edilse, görünüþe göre hüküm yine böyledir. Çünkü malý elinde bulunduran, onun sahibi deðildir, Elindeki mal, bir müslümana aittir ve emana muhtaç deðildir.
Þârih´in, «Kölenin borcu efendisin malýný ve kölenin kendisini kaplarsa» diye kayýtlamasý, bu mesele imam-ý Azam´la imameyn arasýnda ihtilaflý olduðu içindir. Ýmam-ý Azam´a göre efendisi kölenin elindeki kazancýndan hiç bir þeye mâlik olamaz. Ýmameyn´e göre olur. Nasýl ki kölenin kendisine bilittifak mâliktir. Binaenaleyh imam-ý Âzam´a göre, ticarete izin verilen kölenin kazancýndan bir köle azad etmek geçerli deðildir. Ýmameyn´e göre geçerlidir. Nitekim mezun köle bahsinde gelecektir. Bu halde iken öþür memurunun yanýna uðrarsa, yanýnda efendisi bulunsun bulunmasýn ondan bir þey alýnmaz. Efendisi yanýndayken alýnmamasý, imam-ý Âzam´a göre" efendisinin mülkü olmadýðýndandýr. Ýmameyne göre ise, borca karþýlýk meþgul olduðu içindir. Nitekim Bahýr´da beyan edilmiþtir. Efendisi yanýnda yok ise, mesele açýktýr. Bunu biraz deðiþtirerek Halebî nakletmiþtir.
«Borçlu olmayan» tabirinde, borcu bütün malý kaplamayan borçlu da dahildir. Hattâ daha evlâdýr. Bunu Halebî söylemiþtir.
«Yanýnda sahibi bulunmayan» kölenin kazancýndan bir þey alýnmaz. Sahibi yanýnda olur da, kölenin borcu bulunmaz yahut borçlu fakat borcu bütün kazancýný kaplamazsa, borçtan artan kýsým nisabý doldurduðu takdirde, ondan öþür alýnýr. Nitekim Mi´rac´da beyan edilmiþtir.
Hâsýlý Tahtâvî´nin dediði gibi, izinli köle ya bütün kazancýný kaplayacak þekilde, yahut kaplamayacak þekilde borçludur. Yahut hiç borcu yoktur. Bu suretlerin her birinde, ya sahibi onunla beraberdir, yahut deðildir. Birinci þekilde mutlak surette bir þey vermesi gerekmez. Yanýnda sahibi yoksa, diðer iki þekilde de öyledir. Sahibi yanýnda ise, borçtan artan miktar nisabý doldurduðu takdirde kendisinden öþür alýnýr. Her üçünden murad, ortakçý, bidâacý ve köledir: Bahýr´da böyle denilmiþtir.
Mi´râc´ýn ibaresi ise þöyledir: «Fahru´l-islâm, Câmi´inde, þirket ortaðýný, bidâacýyý ve köleyi zikrettikten sonra, "Bunlarýn hiçbirinden öþür alýnmaz, sahih kâvil budur, çünkü bunlarda mülk yoktur." demiþtir.» Zeyleî´nin ibaresi de böyledir. Ancak o, evvela Ebû Hanife´nin, vaktiyle þirket ile izinli kölenin kazancýnda öþür olduðunu söylediðini, sonra sahih kavle göre her ikisi hakkýndaki kavlinden döndüðünü söylemiþtir. Çünkü mülk yoktur. Bu sözün zâhirine bakýlýrsa, bidâa malý hakkýnda hilâf yoktur. Þirket ortakçýsý ile bidâacý ve köle hakkýnda Mi´râc´da þöyle denilmiþtir: izah´ta bildirildiðine göre, öþür almak için, hem mülkün hem sahibinin beraberce bulunmalarý þarttýr. Elinde mal olmadýðý halde zekat memurunun yanýna mal sahibi uðrarsa, ondan öþür almadýðý gibi, sahibi olmaksýzýn yalnýz mal getirilirse, ondan da almaz.» Mükâtepten dahi bir þey alýnmaz. Çünkü tam mülkü yoktur. Kitabet bedelini ödemekten âciz kalmasý mümkündür. Bu takdirde elindeki mal, sahibinin olur. T. Hâriciler meselesi koyunun zekâtý bâbýnda geçmiþti. Zâhire bakýlýrsa, Hâriciler´in yanýna uðramaya mecbur kalmasý dahi ayný hükümdedir; araþtýrmalýdýr.
"Yaþ yemiþ"ten murad, bütün bir sene dayanmayan karpuz, kavun gibi þeylerdir. Þurunbulâliye´deþöyle deniliyor: «Bu meselenin sureti þudur: Senenin tamamlanmasýna yakýn, nisap malýyla, ticaret için bu sebzelerden bir þey alýr ve mal elindeyken sene dolarsa, Ýmam-ý Âzam´ a göre ondan zekât almaz. Ama sahibine, zekâtýný kendisi vermesi emrolunur Ýmameyn, «o sebzenin cinsinden alýr» demiþlerdir. Çünkü bu, hükümdarýn himayesi altýna girer. Burhan´da böyle denilmiþtir. Kemâl, Ýmam-ý Âzam´-ýn kavlini ta´lil ederken þöyle demiþtir: «Bu sebzelerden zekât alýnmaz. Çünkü bunlar dururken bozulur. Zekât memurunun yanýnda, ovada onlarý verecek fakirler yoktur. Fakirleri aramak için sebzeleri alý koyarsa bozulurlar, böylece maksat kaçýrýlmýþ olur. Ama memurun yanýnda fakir bulunur, yahut iþçilerine vermek üzere alýrsa, buna hakký vardýr.»
Þârih, «bunu inceleyerek Nehir sahibi beyan etmiþtir» diyorsa da Nehir´in ibaresinde bunun bir inceleme olduðunu bildiren bir þey yoktur. Þu da var ki, bu mesele Kemâl´in sözünde de geçmiþtir. Ama onun ibaresinde dahi incelemeye delâlet eden bir þey yoktur. Kemâl´in söyledikleri de Manzume Þerhi´nde mevcuttur: «Sebze sahibi öþür memuruna sebzenin kýymetini vermeye razý olursa onu alýr» cümlesi de ziyade edilmiþtir. Ýnâye´nin öþür bâbýnda þöyle denilmektedir: «Sebzelerini öþür memuruna getirir de kýymetini vermek istemezse» memur fakirlere vermek için aynen sebzeleri almak istediðinde, onlarý alamaz. «Fakirlere vermek için» dedik; çünkü iþçilerine vermek için aynýný alýrsa caizdir. «Sahibi kýymetini vermek istemezse» dedik; «çünkü kýymetini verirse almak caiz olduðunda söz yoktur.» Bu ibarenin bir misli de Nihâye´dedir. Allah´u âlem.
(1) Ýmam Ebû Yusuf, Harâç adlý eserinde þöyle demiþtir: «Bana Abdullah b. Said b. Ebi Said El-Makburi rivayet etti. Dedi ki: Cahiliyet devri halký, bir adam kuyuya düþüp helâk olursa, ona diyet olarak kuyuyu verirlerdi. O kimseyi hayvan öldürürse, diyet olarak hayvaný verirler; maden öldürürse diyet olarak madeni verirlerdi. Bu mesele Rasulullah (s.a.v)e, soruldu da, "Hayvanýn yaptýðý zarar hederdir. Madenin yaptýðý zarar hederdir. Kuyunun yaptýðý zarar da hederdir. Rikâzda ise 1/5 vardýr." buyurdular. Kendilerine, "Rikaz nedir at Rasulullah?» diye soruldu; «Allah Teâlâ´nýn yeri yarattýðý gün onun içînde halk ettiði altýn ve gümüþtür. buyurdular.»
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 13:58:09
ÖÞÜR BÂBI
METÝN
Haraç yeri olmayan arazinin, velev ki dað ve ova gibi öþür yeri olmasýn, ürettiði malda az da olsa öþür vâciptir. Haraç yeri böyle deðildir. Tâ ki öþürle haraç bir yere gelmesin. Keza daðda veya ovada yetiþen meyveyi hükümet korursa, öþür vâcip olur. Çünkü o meyve maksûd bir maldýr. Hükümet korumazsa öþür yoktur. Çünkü av gibidir.
ÝZAH
Öþür 1/10 demektir. Burada on´dan murad, öþre nisbet edilen þeylerdir. Tâ ki ünvan, öþrün yarýsýna ve iki katýna da þâmil olsun. Hamevî. Musannýf´ýn, öþrü zekât bahsinde zikretmesi, o da zekâttan sayýldýðý içindir. Fetih sahibi diyor ki: «Öþre zekât denilmesi, Ýmameyn´in kavline göredir, diyenler vardýr. Çünkü onlar, nisabý ve mahsûlün devamýný þart koþmuþlardýr. Ýmam-ý Âzam´ýn kavli bunun hilâfýnadýr. Ama bu sözün bir kýymeti yoktur. Zira öþürün zekât olduðunda þüphe yoktur. Hattâ o da zekâtýn verildiði yerlere verilir. Ýmamlarýmýzýn, bazý zekât nevilerine birtakým þartlar isbat edip etmemek hususunda ihtilâfa düþmeleri, öþrü zekât olmaktan çýkarmaz.» Nehir sahibi, Ýnâye´nin, «Öþüre zekât adýný vermek mecazdýr.» sözünü daha zâhir görmüþtür. þeyh Ýsmail ise birinci kavli te´yid etmiþ, «Çünkü öþür kendisinden, öþürden baþka bir þey alýnmayan malda vâcip olur. O zekât cinsinden deðildir.» demiþ. Hadiste öþüre sadaka denilmesiyle ve ulemanýn öþür derhal mi, yoksa mühletli mi vâcip olacaðý hususundaki ihtilâflarýyla dahi te´yidde bulunmuþtur Burada, öþürden on yerde bahsedilir. Bunlarý Bahýr sahibi sýralamýþtýr.
Öþür. kitap, sünnet, icma-ý ümmet ve kýyasla sabittir. Yani Teâlâ´nýn «Ekinin hakkýný biçildiði gün verin» âyeti kerîmesiyle farz kýlýnmýþtýr. Çünkü umumiyetle müfessirler, bundan muradýn, öþür yahut yarý olduðunu söylemiþlerdir. Âyet mücmeldir. Onu, Peygamber (s.a.v.)in, «Semanýn suladýðý mahsulde öþür; kova veya dolapla sulanan mahsulde öþrün yarýsý vardýr.» hadis-i þerîfi açýklamýþtýr. Âyetteki ´gün´ tabiri, ´hak´kýn zarfýdýr; vermenin zarfý deðildir, ki itiraz edilerek, «Murad bu ise, hububatýn zekâtý, biçildiði gün deðil, paklanýp ölçüldükten ve miktarý belli olduktan sonra verilir.» denilsin, þu da var ki, îmam-ý Âzam´a göre, sebzelerde de öþür vâciptir. Onlarýn hakký, hasat günü, yani biçildikleri gündür. Bu satýrlar kýsaltýlarak Bedâyi´den alýnmýþtýr.
Musannýf´ýn, balda öþür vâcip olduðunu açýklamasý, Ýmam Mâlik ile Þâfiî´nin muhalefetine iþaret içindir. Onlara göre balda öþür yoktur. Çünkü bal, arý denilen hayvanlardan meydana gelir ve ipek gibidir Bizim delilimiz Fetih´te izah edilmiþtir.
Musannýf, «haraç yeri olmayan» sözü ile haraç yerinin, öþrün vâcip olmasýna mâni teþkil ettiðine iþarette bulunmuþtur. Çünkü bir yerde hem öþür hem haraç olamaz. Binaenaleyh öþür hem öþrî araziye, hem de dað ve çöl gibi öþrî ve haracî olmayan yerlere þâmildir. Lâkin yukarýda Hâniyye ve diðer kitaplardan naklen, daðýn öþrî araziden sayýldýðýný ve keza bundan murad «kullanýlmýþ olsa, öþrî arazi sayýlýr» demek olduðunu arzetmiþtik. Bir de Hayreddin Remlî, haraç yerini, muvazzaf haraç, diye kayýtlamýþtýr. Çünkü, haraç, mutlak söylenirse bu kastedilir. Hayreddin, «Mahsul, mukâseme haracýnýn yerinde bulunursa, ondan, o yerdeki meyveden alýndýðý kadar öþür alýnýr.» demiþtir. Lâkin burada sözümüz, öþrün vâcip olmamasý hususundadýr. Haraç yerinde öþür mutlak surette vâcip deðildir. Nitekim bunu Rahmetî söylemiþtir.
Bundan anlaþýlýyor ki, haraç iki kýsýmdýr. Birincisi Harac-ý Mukâseme´dir. Bunu, hükümdar fethettiði araziye koyar ve o yer ahalisine bununla iyilikte bulunarak, çýkanýn yarýsýný veya 1/3´ni, yahut 1/4´ni alýr. Ýkincisi Harca-ý Vazîfe´dir. Bu, Hz; Ömer´in Irak çiftçilerine tayin ettiði verginin mislidir ki, sulanabilen her dönüme, bir sâ´ buðday veya arpa alýnýr. Nitekim tafsitâtý, inþallah cihâd bahsinde gelecektir. Burada, hükümlerinden bazýsý görülecektir.
"Meyve" tabirinde pamuk da dahildir. Çünkü meyve yenilip giyilmeye elveriþli olan bir esastan türeyen þeyin ismidir. Nitekim Kirmânî´de böyle denilmiþtir. Kâmus´ta ise meyve, aðacýn üzerindeki mahsulun adýdýr. Meþhur olan mânâsý, Müfredat´ta beyan edilendir, ki o da, aðaç mahsullerinden yenilen her þeydir. Aðaç milk olmasa bile, meyvesinin öþrü vâciptir. Bundan, bir kimsenin hanesindeki aðacýn meyvesi hariç kalýr. Velev ki bahçe olsun. Çünkü bahçe haneye tâbidir. Hâniyye´de böyle denilmiþtir. T.
«Hükümet korursa» sözünden murad, balý ve meyveyi korumasýdýr. Zâhire göre maksat, harbî olan düþmanlardan, âsîlerden ve yol kesenlerden korumaktýr. Yoksa her þahýstan korumasý deðildir. Çünkü daðlarýn yemiþi mübahtýr. Müslümanlarý ondan menetmek caiz deðildir. Ýmam Ebû Yusuf´a göre, daðlarda bulunan þeye öþür yoktur. Çünkü o yer sahipli deðildir. Tarafeyn´e göre ise, bal ile meyveye mâlik olmaktan maksat, üretmektir. Bu da hâsýl olmuþtur. Binaenaleyh öþür alýnýr. H.
´Maksut mal´dan murad, hükümetin korumasýný istediði maldýr T. Yahut, elde edilmesi istenen maldýr. Onun için de, korunmasý þarttýr, ki öþür vâcip olabilsin. Zira vergi himayeye (korumaya) baðlýdýr.
METÝN
Semâ yani yaðmur suyu ile ve nehir gibi akarsu ile sulanan mahsullerde nisap þartý aranmadýðý gibi, mahsulün devamý ve sene geçmesi gibi þartlar dahi aranmaksýzýn öþür vâcip olur. Çünkü öþürde, ücret mânâsý vardýr. Onun için hükümdarýn onu cebren almaya hakký vardýr. Terekeden alýndýðý gibi, borçlunun malýnda, küçük çocuðun, delinin, mükâtebin, me´zunun ve vakfýn yerinde dahi öþür vâcip olur. Öþüre zekât demek mecazdýr.
ÝZAH
Nisap ve devam þart olmayýnca, çýkan zahîre, bir sâ´ý; bazýlarýna göre yarým sâ´ý doldurmak þartýyla, nisaptan az da olsa, öþrü vâciptir. Uzun zaman kalmayan sebzelerde dahi öþür vâciptir. Bu kavil, Ýmam-ý Âzam´ýndýr. Sahih olan da budur. Nitekim Tuhfe´de beyan edilmiþtir. Ýmameyn´e göre, öþür ancak bir sene devamlý kalabilen meyvelerde - þayet bu meyveler vesk´le ölçülürse beþ vesk´i doldurmak þartýyla - vâciptir. Bir vesk, 60 sâ´dýr. Bir sâ´ dört batmandýr. Beþ veski doldurmazsa, Ebû Yusuf´a göre, veskle ölçülen sebzelerin en aþaðýsýnýn nisap kýymetini doldurursa öþür vâcip olur. Ýmam Muhammed, sebzenin nev´inden takdir edîlenin beþ misli olursa, öþür alýnacaðýný söylemiþtir. Meselâ pamukta beþ yük, balda beþ küp, þekerde beþ batman olursa öþür alýnýr. Tamamý Nehir´dedir.
Öþürde sene geçmesi þart olmadýðý içindir ki, bir yerden, senede birkaç defa mahsul alýnýrsa her defasýnda öþür vâcip olur. Çünkü deliller mutlaktýr. Onlarda sene kaydý yoktur. Bir de, öþür hakikaten çýkan mahsulde vâciptir. Binaenaleyh mahsul tekerrür edince, o da tekerrür eder. Harac-ý mukâseme de öyledir. O da, çýkan mahsulde vacip olur. Harac-ý vazîfe ise, senede ancak bir defa vâcip olur. Çünkü o, çýkan mahsulde deðil, kiþinin zimmetinde vâcip olur. Bedâyi. Öþürde ücret mânâsý olunca, o hâlis ibâdet deðildir. T.
Hükümdar öþrü cebren alýrsa, yerin sahibinden borç sâkýt olur. Ancak sahibi, öþrünü kendi verirse, ibadet sevabý kazanýr. Hükümdar alýrsa, malýnýn Allah yolunda harcanmasý sevabýný kazanýr. Bedâyi.
Küçük çocuðun, delinin, mükâtep ve me´zunun yerlerinde öþür tahakkuk ettiðine göre, öþrün vâcip olmasý için akýl, buluð ve hürriyet þart deðil, demektir. Vakýf yerinde de öþür vardýr. Bundan þu anlaþýlýr: öþür vâcip olmak için, yerin sahipli olmasý þart deðildir. Çünkü öþür, yerde deðil, çýkan mahsulde vâciptir. Binaenaleyh yerin sahipli olup olmamasý müsavidir. Bedâyi.
Ben derim ki: Bu hüküm, tarlayý vakýf sahibi ektiði zaman açýktýr. Fakat baþkalarý ücretle ekerse, aþaðýda gelen, ücretle tutulan yer hakkýndaki hilâf burada da cârîdir. Mýsýr´ýn ve Þam´ýn Arâzi-i Emîriye´si bu hükümdedir. Bu arazi vaktiyle haraç yeri imiþ. Þimdi ise haraç yeri deðildir. Mýsýr arazisi hakkýnda Fethu´l-Kadîr´de açýklandýðýna göre, bugün bu araziden alýnan vergi, haraç deðil ücrettir. Fathu´l-Kadîr sahibi þöyle demektir: "Görmüyor musun ki bu arazi ekicînin milki deðildir. Bu, herhalde arazi sahipleri ölerek, vâris býrakmadýklarý için, Beytülmal´e intikal etmiþ olacaktýr." Þam´ýn arazisi de öyledir. Nitekim Müntekâ Þerhi´nin cihâd bahsinde beyan edilmiþtir. Lâkin bu arazinin hepsinin Beytülmal´e verilmesi söz götürür. Biz bundan inþallah öþür ve haraç bâbýnda söz edeceðiz. Beytülmal´e intikal edince bu araziden haraç sâkýt olmuþtur. Çünkü haraç vâcip olacak kimse yoktur. Acaba bu araziyi ekenlere öþûr vâcip midir deðil midir? Bundan da bu bâbda söz edeceðiz.
Sonra bilmiþ ol ki, bu araziyi hükümet reisi haraç þartýyla satarsa, müþteriye haraç vâcip olmaz. Çünkü arazinin kýymetini Beytülmal´e aldýktan sonra, bütün menfaatin veya bir kýsmýnýn onun olmasý mümkün deðildir. Bir de, müslümana iptidaen haraç koymak caiz deðildir. Velev ki bakaen caiz olsun. Þu da var ki, sâkýt olan geri dönmez. Ýbni Nüceym, Tuhfe´sinde böyle demiþtir. O burada, öþür dahi vâcip olmadýðýný söylemiþ, «çünkü ben bu hususta bir nakil görmedim» demiþtir.
Ben derim ki: Bu, söz götürür. Çünkü bildiðin gibi þart, çýkan mahsule mâlik olmaktýr. Öþür, yerde deðil mahsulde vâciptir. Hattâ küçük, deli, mükâtep ve vakfýn yerlerinden çýkan mahsulde de vâciptir. Bir de, öþrün sebebi hakikaten çýkan mahsul ile üreyen yerdir. Yere baðlý olan haracýn sükut etmesinden, çýkan mahsule baðlý olan öþrün sükutu lâzým gelmez .Beytülmal için alýnan arazi parasý, yerin bedelidir. Çýkan mahsulün bedeli deðildir. Þu da var ki; bazen haracýn sükut edip etmediðinde münkaþa yapýlýr. Meselâ yer haraç yeri olursa, yahut haraç suyu ile sulanýrsa, bu münakaþa câridir. Þu delil ile ki, hükümdarýn kendisine hane olarak parsel verdiði gâziye, bu parseliçin bir þey vâcip olmaz. Ama onu bahçe yapýp öþür suyu ile sularsa, öþür vermesi; haraç suyu ile sularsa, haraç vermesi icabeder. Nitekim gelecektir. O kimseye kendi iltizamý ile baþtan harac konulsa caiz olur. O yer Beytülmal´ýn olunca, üzerine vâcip olacak kimse bulunmadýðý için haracýn sâkýt olmasýndan, müþterinin satýn aldýðý yeri haraç suyu ile sulamayý iltizam ettiði zaman dahi haraç vâcip olmamasý lâzým gelmez. Çünkü bu, yeni bir sebeple meydana gelmiþtir. Nitekim bir kimse muayyen bir müddet için hanesini birine kiraya verse, müddet bitince ücret sâkýt olur. Çünkü üzerine ücret olacak kimse yoktur. Baþkasýna ücretle verirse, ücret yeniden vâcip olur. Haracýn sükutunu farz etsek dahi, öþür sâkýt olmaz. Zira gelir için hazýrlanmýþ yer, iki vazifeden birinden hâli deðildir. Sebebini hane meselesinde söyledik. Yukarýda arz ettiðimiz öþrün, kitap, sünnet ve icma´ ile sâbit olmasý - ki bu satýn alýnan mezkûr yere de þâmil olan vücup delilidir -ile birlikte sebep ve þart tahakkuk edince, yaðmur ve nehir suyu ile sulanan yerde öþür vâcip olur. Kova ve dolapla sulanan yerde bunun yarýsý vâciptir. Fukahanýn mutlak sözlerinden anlaþýlan da budur. Binaenaleyh bu hususta söylediklerimiz tahakkuk ettiðinden, ayrýca nakle hacet yoktur. Bilâkis «vâcip deðildir» iddiasý, açýk nakle muhtaçtýr. Bu bâbda sözün tamamý, inþallah cihad bahsinin öþür ve haraç bâbýnda gelecektir.
METÝN
Ancak, yerin bir geliri olarak kastedilmeyen Acem Kamýþý, odun, ot, saman, hurma dalý, zamg, katran, hatmi, üþnân, pamuk ve patlýcan kökü, karpuz ve hýyar çekirdeði gibi þeylerle, sarmaþýk ve çörek otu gibi ilaçlar müstesnadýr. Hattâ bir kimse, yerini bu gibi þeylerle doldursa, öþür vâcip olur.
ÝZAH
Þârih, «yerin bir geliri olarak kastedilmeyen ilh...» sözü ile, Musannýf´ýn Kenz ve diðer kitaplarýn sahipleri gibi münhasýran zikrettiði, odun, kamýþ ve otun, kendileri kastedilmediðine iþarette bulunmuþtur. Maksat, bunlarýn cinsidir ve burada hüküm kasta baðlýdýr. Sahibi, bu zikredilen þeylerle gelir saðlamayý kastederse öþür vacip olur. Nitekim Þârih bunu daha sonra açýklamýþtýr. Acem Kamýþý´ndan murad, sâký ve boðumlarý olan her nebattýr. þârih bununla, þeker kamýþýndan ve süpürge kamýþýndan ihtiraz etmiþtir. Cevhere´de bildirildiðine göre, bu iki nevi kamýþta öþür vardýr. Mi´râc´da, «Bal kamýþýnýn çubuðunda deðil, balýnda öþür vâcip olur» denilmiþtir. Þurunbulâliye.
Saman hakkýnda, Fethu´l-Kadîr´de þöyle denilmiþtir: «Ancak, samaný tane tutmazdan önce ekinden ayýrýrsa, öþrü vâcip olur. Zira maksut saman olmuþtur. Ýmam Muhammed´den bir rivayette, saman kurursa öþür vâcip olur.»
Hurma dalýndan murad, zembil ve yelpaze yapýlan yapraðýdýr. Katran, sanuber ve cam gibi aðaçlarýn usaresidir. Pamuðun kökünde öþür yoksa da, yukarýda geçtiði vecihle kendisinde öþür vardýr. T. Patlýcan da öyledir. Karpuz ve hýyar çekirdeði gibi, ziraata elveriþli olmayan tohumlarda öþür yoktur. Çünkü bunlar bizzat maksut olan þeyler deðildir. Bahýr. Yani çekirdek elde etmek için ekilmezler. Bilâkis, bu çekirdeklerden meydana gelen sebzeler için ekilirler. Sebzelerde ise öþür vardýr. Nitekim yukarýda gördük. Bedâyi´de, «Sebzeler, baklalar, yoncalar, hýyar, soðan, sarýmsak vebenzeri þeylerdir.» diye tarif edilmiþtir. Bahýr´da, «Usfur, keten ve keten tohumu gibi þeylerde öþür vâciptir. Çünkü bunlardan her biri maksut olarak ekilir.» denilmiþtir.
«Hattâ bir kimse, yerini bu gibi þeylerle doldursa, öþür vâcip olur.» Meselâ, arazisinde kamýþ veya ot yetiþtirir de bunlarý biçerek satarsa, öþür vâcip olur. Gâyetü´l-Beyan. Bu yazýnýn bir misli de Bedâyi ve diðer kitaplardadýr. Þurunbulâliye sahibi, «Kesip satmasý, bir kayýt ve þart deðildir. Onun için Kâdýhan, sözü mutlak býrakmýþtýr» diyor.
METÝN
Büyük kova ve dolapla sulanan yerlerde öþrün yarýsý vâcip olur. Çünkü bunlarý masraflarý çoktur. þâfiîler´in kitaplarýnda, «Yahut satýn aldýðý su ile sularsa» denilmiþtir. Bizim kaidelerimiz de buna aykýrý deðildir. Dere suyu ve âletle sularsa, ekseriyete itibar olunur. Ýki taraf müsavi gelirse, öþrün de yarýsý lâzým gelir: 3/4´ü lâzým geldiðini söyleyenler de vardýr. ,Bu hesaplar, yeteri derecede ekin masraflarý ve tohum çýkarýlmaksýzýn yapýlýr. Çünkü fukahâ, çýkan mahsulde öþür lâzým geldiðini açýklamýþlardýr.
ÝZAH
«Çünkü bunlarýn masraflarý çoktur» sözü, zikrettiðimiz þeylerde yarým öþür vâcip olmasýnýn illetidir.
«Bizim kaidelerimiz de buna aykýrý deðildir.» Bunu Bâkânî, Mültekâ Þerhi´nde, üstadý Behensî´den bu þekilde nakletmiþtir. Çünkü kova ve dolapla sulanan yerlerde bir öþürden yarým öþüre, inmenin sebebi, bildiðin gibi fazla masraflý olmasýdýr. Bu masraf satýn almada da mevcuttur. Bizim ulemamýzýn bunu zikretmemeleri, herhalde bizce mutemet kavle göre, sulamak için suyun satýn alýnmasý caiz olmadýðý içindir. Bazýlarý, «O yerin örf ve âdetinde böyle bir þey varsa caizdir.» demiþlerdir. Acaba, satýn alýnmaz, demek, itibara alýnmamasýný icabeder mi etmez mi ?Teemmül eyle! Evet, deðer su, kap ile muhafaza edilirse sahipli olur. Tulumla yahut havuzda su satýn alýrsa, yarým öþür lâzým gelir, demek gerekir. Zira bunun masrafý, çok defa kova veya dolapla sulamanýn masrafýndan fazla olur.
«Ekseriyete itibar olunun» sözünden murad, senenin ekserisidir. Nitekim otlak ve alafla beslenen hayvanlar bahsinde geçmiþti. Zeylâî. Yani hayvanlarý senenin bir kýsmýnda otlak, bir kýsmýnda alaf hayvaný yaparsa, senenin ekserisi itibara alýnýr. Her ikisi müsâvi olursa, yarýsýna itibar edilir. Ýhtiyâr dan naklen Kuhistânî´de böyle denilmiþtir. Çünkü, yarýdan ziyade hakkýnda þüphe vâki olmuþtur; þüphe ile ziyade vâcip olmaz.
«3/4´ü lâzým geldiðini söyleyenler de vardýr.» Gâye´de þöyle deniliyor: «Eimme-i Selâse de buna kaildir. Binaenaleyh her iki vazifeden yarýmþar alýnýr. Bu bâbda hilâf bilmiyoruz.» Yani yarýsýný dere suyu ile, yarýsýný da dolap suyu ile sulamýþtýr; binaenaleyh yarým öþür ile, çeyrek öþür vâcip olur. Zeylâî. Otlak hayvanlarýný ,sene yarýsýnda alaf hayvanýna çevirmeye kýyasen, birinci kavli tercih etmiþtir. Zira mesele, öþür vâcip olmakla olmamak arasýnda mütereddit kalmýþtýr. þüpheyle vâcip olamaz. Yakubiyye sahibi, «Bu, söz götürür» demiþtir. Þöyle ki: Ýkisinin arasýnda fark açýktýr. Ziraasýlda, yani kendisine kýyas edilende, vücubun sebebi yüzde yüz sâbit deðildir. Burada ise yüzde yüz sâbittir. Þüphe, masrafýn fazla veya noksanlýðýna bakarak, vâcibin, noksan veya ziyadesi hususundadýr. O halde, her iki benzerlik, yani aza da çoða da benzer olmasý, "nazar-ý itibara alýnmýþtýr.
Ben derim ki: Bu, söz götürür. Çünkü vücubun sebebi otlak hayvanýnda dahi mevcuttur. Bu sebep, o hayvanýn nisabýna mâlik olmasýdýr. Þüphe, sadece otlak hayvaný olup olmamasýndadýr. Bu ise, vücubun sebebi deðil, þartýdýr. Nitekim zekât bahsinin baþýnda geçmiþti. Burada dahi þüphe - vücubun aslýna sebep tahakkuk etmekle beraber - yarýdan ziyadesinin vücubu þart olmasýndadýr. Vücubun aslýna sebep, hakikaten mahsul çýkmakla, yerin üretici olmasýdýr.
«Bu hesaplar, yeteri derecede ekin masraflarý ve tohum çýkarýlmaksýzýn yapýlýr.» Yani birincide öþür, ikincide yarým öþür vacip olur. Ama iþçi ücreti, hayvan nafakasý, nehir kirasý ve bekçi parasý gibi þeyler, çýkarýlmaksýzýn hesap edilir. Dürer. Fetih sahibi diyor ki; «Yani masraf mukabilinde çýkan mahsule öþür vâcip deðildir, denilemez, öþür, bütün mahsulde vâciptir. Çünkü Peygamber (s.a.v.), masrafýn deðiþmesiyle vâcibin deðiþmesine hükmetmiþtir. Masraflar düþülürse, vâcip bir olur ki, o da kalan kýsýmda daima öþürdür. Zira öþürün yarýya inmesi, ancak masrafýndan dolayýdýr. Masraf çýkarýldýktan sonra, geriye kalan mahsulde masraf yoktur. Binaenaleyh onda daima öþür vâcip olur. Lâkin vâcip, birbirinden farklýdýr. Bundan anlarýz ki, þer´an, çýkan mahsulün, bir kýsmýnýn öþrünün alýnmamasý muteber sayýlmamýþtýr. Bu kýsýmdan murad, aslen masrafa müsâvi olan miktardýr.» Meselenin tamamý Fetih´tedir.
«Tohum çýkarýlmaksýzýn» kaydýný, bazýlarýna göre, Dürer sahibi muteber kitaplarýn ifadelerine ziyade etmiþtir. Fakat, söz götürür.
Bunun cevabý þudur: Bu ziyade, muteber kitaplarýn ifadelerinde dahildir. Nehir´de þöyle denilmektedir: «Kenz´in "masraflar düþülmez" sözünden anlaþýlan þudur ki; masrafýn, bizzat çýkan mahsulden verilmesiyle, baþkasýndan verilmesi arasýnda fark yoktur.» Sayrâfî de þunu söylemiþtir: «öyle gözüküyor ki, masraf, zahîrenin bir cüzü ise, helâk olmuþ sayýlabilir. Ve öþür, kalanda vâcip olur. Çünkü o kimse bunu bizzat yapamaz. Bu masrafý çýkarmaya mecburdur. Lâkin fukahanýn zâhir olan sözleri mutlaktýr.»
METÝN
Benî Taðlib Kabîlesi´nden birine ait öþrî arâzide, mutlak surette öþrün iki katý vâcip olur. Velev ki çocuk veya kadýna ait olsun. Yahut Taðlibî, müslüman olsun veya o yeri müslümandan satýn alsýn. Yahut Taðlibî´den, müslüman veya zýmmî þatýn alsýn! Çünkü öþrü katlamak, haraç gibidir, deðiþmez. Taðlibî olmayan, zýmmî bir müslümandan öþür arazisi satýn alýr da, teslim alýrsa, kendisinden haraç alýnýr. Çünkü küfür, ibadete zýttýr. Yeri zýmmîden alan bir müslümandan þuf´a ile kurtardýðý takdirde öþür alýnmasý ise, pazarlýk þefîe intikâl ettiðindendir.
ÝZAH
Taðlibî´nin öþrî olan yerinden, iki kat öþür alýnýr. Bundan murad, 1/5´dýr Nehir. Çünkü Benî TaðlîbHýristiyan Araplar´dan bir kabîledir. Hz. Ömer, onlardan iki kat öþür almak þartýyla anlaþma yapmýþtý. Nitekim malýn zekâtý bâbýndan az önce arzetmiþtik. Tahtâvî diyor ki: «Yerin dolapla mý yoksa yaðmur suyuyla mý sulandýðý hakkýnda tafsilât verilmemiþtir. Yapýlan anlaþma gereðince, onlardan, mutlak olarak, müslümanlardan alýnanýn iki katý alýnýr.»
Ben derim ki: Ayný meseleyi, Câmi-i Saðîr Þerhi´nde ta´lîl ederken, bunu Ýmam Kâdýhan da te´yîd etmiþtir. Kâdýhan, «Çünkü müslümandan ne alýnýrsa, Taðlibî´den onun iki katý alýnýr» demiþtir.
«Velev ki çocuk veya kadýna ait olsun» sözü, mutlaký beyandýr. Zira öþür, müslümanlarýn, çocuklarýyla kadýnlarýnýn yerlerinden alýnýr. Binaenaleyh Taðlibîler´in çocuk ve kadýnlarýnýn arazisinden, bunun iki katý alýnýr. Nûh. Halebî, «Ýster o yer asaleten Taðlibi´nin olsun; ister miras yoluyla eline geçsin, yahut Taðlibî´den Taðlibî´ye el deðiþtirsin fark etmez» demiþtir.
«Yahut Taðlibî müslüman olsun.» Yani arazisi içinde, milki olarak iki kat öþür verdiði yer bulunursa, Ýmam-ý Âzam´la Ýmam Muhammed´e göre, vergisi olduðu gibi kalýr. Ebû Yusuf´a göre, katlamaya sebep olan küfür ortadan kalktýðý için, o yerin vergisi bir öþür olur. Taðlibî´den o yeri müslüman satýn aldýðý vakit dahi ayný þey söylenir. T. Taðlibî, bir müslümandan öþür yeri satýn alýrsa, Þeyhayýna´ göre iki kat öþür alýnýr. Ýmam Muhammed´e göre ise, öþür bir kat olarak kalýr. Çünkü sahibi deðiþmekle vergi deðiþmez. H.
«Veya zýmmi satýn alsýn.» Yani Taðlibî´den, zýmmî iki kat öþür verdiði bir yeri satýn alsa, katlama öþür bilittifak devam eder. H.
T E M B Ý H : Burada hâssaten satýn almayý zikretmesi, ekseriyetle satýn alýndýðý içindir. Yoksa, milki baþkasýna intikal eden her þey, hükümde böyledir. Bunu Bercendî´den naklen Ýsmail söylemiþtir.
«Çünkü öþrü katlamak haraç gibidir, deðiþmez.» Bu, haraçta mutlak olarak bilittifak böyledir. Katlama öþürde de öyle ise de, Ebü Yusufa 9öre böyle bir yeri müslüman satýn alýr veya sahibi müslüman olursa, yer öþrî olur. Yukarýda arz ettiðimiz vecihle, sebep (yani küfür) ortadan kalktýðý için, artýk bir öþür verir. H.
«Zýmmi, bir müslümandan öþür yeri alýrsa ilh...» Bahýr´da beyanedildiðine göre bu meselelerin hulâsasý þudur: Yer, ya öþrî, ya haracî, yahut katlama öþre tâbîdir. Satýn alanlar da, ya müslüman, ya zýmmî, ya Taðlibî´dir. Müslüman bir kimse öþür veya haraç yerini satýn alýrsa, o yer hâli üzere kalýr. Tarafeyn´e göre, katlama öþre tâbi olan yer de öyledir. Ebû Yusuf´a göre, bu yer bir öþre döner. Bir Taðlibî, haraç yeri satýn alýrsa, o yer haracî olarak kalýr. Katlama öþürlü yer alýrsa, ondan da iki kat öþür alýnmaya devam edilir. Bir müslümandan öþür yeri satýn alýrsa, Þeyhayn´a göre kendisinden iki kat öþür alýnýr. Ýmam Muhammed buna muhaliftir. Taðlibî olmayan bir zýmmî, haraç yeri yahut iki kat Öþre tâbi bir yeri satýn alýrsa, yer, hâli üzere kalýr. öþür yeri satýn alýrsa, - milkinde kalmak þartýyla - Ýmam Muhammed´e göre haraç yeri olur. T. Taðlibî olmayan zýmmîden haraç alýnmasý, Þeyhayn´a göredir. Ýmam muhammede göre ise, o yer öþrî olarak kalýr. Çünkü yukarýda arz ettiðimiz gibi, Ona göre bir yerin sahibi deðiþmekle, o yerdeki vergi vazifesi deðiþmez. H.
Þârih´in ´ zýmmî ´yi, «Taðlibi olmayan» diye kayýtlamasý, Þeyhayn´a göre öþür yerinde vergi katlandýðýiçindir. Ýmam Muhammed buna muhaliftir. T.
Þârih´in «teslim alýrsa» diye kayýlamasý, haraç ancak ziraat imkâný bulunmakla vacip olduðundandýr. Bu ise, ancak teslim almakla olur. Bahýr.
«Küfür ibadete zýt olduðundan» sözü, haraç almanýn illetidir. Yani sadece haraç, vâcip olup, öþür lâzým gelmemesi, öþürde ibadet mânasý olduðundandýr. Küfür ibadete zýttýr. H.
«O yeri zýmmîden alan bir müslümandan þuf´a ile kurtaran kimseden öþûr alýnmasý pazarlýk þefi´e intikal ettiði içindir.» Sanki müslümandan satýn almýþtýr. Bahýr ve diðer kitaplarda böyle denilmiþtîr. Fakat buna þöyle itiraz olunur: «Öyle olmuþ olsa, þefî´ teslim aldýktan sonra, kusur sebebiyle müþteriye dönememesi lâzým gelir.» Cevap þudur: Dönmesi, teslim aldýðý içindir. Nitekim, satmak için vekil edilen kimse hakkýnda da bu hüküm verilmiþtir. Hattâ satandan teslim almýþ olsa, ona döner; müþteriye müracaat etmez. Ýsmail. Bunu Hayreddini Remlî dahi müþkil görmüþtür. Çünkü fukaha, «þuf´â ile bir yeri kurtarmak, eðer teslim aldýktan sonra ise, müþteriden satýn almaktýr. Teslim almazdan önce ise satýcýdan almaktýr.» diye açýklamýþlardýr. Burada bizim sözümüz, teslim aldýktan sonraya aittir. Binaenaleyh zýmmîden satýn almaktýr. Hayreddin-i Remli sözüne þöyle devam etmiþtir: «Buna, Nihâye´de Mebsût´un nevadir-i zekât bahsinden nakledilen þu sözle cevap vermek mümkündür. «Bir kâfir öþrî arazi satýn alýrsa, Ýmam-ý Âzam´ýn kavline göre, haraç vermesi icabeder. Lâkin bu hüküm, müsülmanýn hakký o yerden tamamýyla kesildikten sonradýr. Hattâ o yeri bir müslüman istihlâk veya þuf´a suretiyle olsa, hâli üzere öþrî kalýr. Velev ki üzerine haraç konulmuþ olsun. Çünkü müslümanýn hakký ondan tamamen kesilmiþ deðildir.»
METÝN
Yahut yer kendisine iade edilirse yine öþür alýnýr. Zira satýþ fâsit olmuþtur. Satan, muhayyer olmak veya mutlak surette görmek þartýyla, yahut mahkeme kararýyla kusurlu görülerek iade edilirse, hüküm yine budur. Kusur mahkeme kararýyla sabit olmazsa, yer haracî olarak kalýr. Çünkü bu fesih deðil ikâledir. Bahçe veya tarla yapýlan hane zýmmînin ise ondan mutlak surette harac alýnýr. Müslümanýn olur da haraç suyu ile sularsa, yine haraç alýnýr; çünkü buna razý olmuþtur.
ÝZAH
Yeri, zýmmî, fâsit satýþla bir müslümandan alýr da, satýþ fâsit olduðu için sahibine iade edilirse, o yer hali üzere öþrî kalýr. Bahýr sahibi þöyle diyor: «Çünkü satýþ bozulup yer iade edilince, hiç satýþ yapýlmamýþ gibi olur; zira satýcý olan müslümanýn, hakký bu satýþla tamamen kesilmiþ deðildir. O yer iadeye müstehaktýr.» Muhayyerlik ve görmek þartýyla yapýlan satýþta yer iade edilirse, yine öþrî olarak kalýr. Kâdýhan, muhayyerliðin satýcýya ait olduðunu kaydetmiþ; «Çünkü satýcýnýn muhayyerliði, milkinin elinden çýkmasýna mânidir.» demiþtir. Görmek þartý fesih sayýlýr. Binaenaleyh yukarýda geçtiði vecihle, satýþ olmamýþ gibidir.
«Mutlak surette görmek»ten murad, mahkeme kararý ile olsun olmasýn demektir. Bu sözde, Dürer´in ibaresine ret cevabý vardýr. Çünkü o, «mahkeme kararýyla» sözünü, «iade edilirse» ye baðlamýþtýr.
«Çünkü bu, fesih deðil ikâledir.» Yani yeri mahkemenin kararý olmaksýzýn iade etmek ikâledir. Ýkâle, akdi yapan taraflar hakkýnda fesih; baþkalarý hakkýnda ,yeni bir satýþ sayýlýr ve haraca müstehaktýr. Þu halde, müslümanýn zýmmîden satýn almasý, o yer haracî olduktan sonraya tesadüf eder ki, bundan dolayý hali üzere kalýr. Nitekim Fetih´te beyan edilmiþtir. Bahýr sahibi diyor ki: «Meselenin bu þekilde kurulmasýndan þu anlaþýlýr: Zýmmî o yeri eski bir kusurdan dolayý iade edebilir. Ve o yere haraç vermenin vücubu, yeni bir kusur sayýlmaz. Çünkü bu, mahkeme kararýyla feshedilerek kaldýrýlabilir. Binaenaleyh iadeye mâni deðildir.»
Bahçe´den murad, duvarla çevrilen ve içinde çeþitli aðaçlar bulunan yerdir. Mi´râc´da da böyle denilmiþtir. Musannýf´ýn, «bahçe yapýlarý» diye kayýtlamasý; bahçe yapýlmaz da, içinde çuvallar dolusu gelir getiren hurma aðaçlarý bulunursa, bir þey vermek icabetmediði içindir. Bahýr. Hânenin bahçesinden elde edilen yemiþ dahi bu hükümde dahildir. Zira bahçe hâneye tâbidir. Kâdýhan´da da böyle denilmiþtir.
«Mutlak surette haraç alýnýr.» sözünden murad, ister öþür suyu ile, ister haraç suyu ile sulasýn fark etmez, demektir. Çünkü o kimse öþüre deðil haraca ehildir. Bahýr.
"Haraç suyun"dan murad, Acemler´in kazdýðý ýrmak sularýdýr. Seyhun, Ceyhun, Dicle ve Fýrat nehirleri de böyledir. Ýmam Muhammed buna muhaliftir.
Öþür suyu ise, yaðmur, kuyu, kaynak ve kimsenin emri altýnda olmayan göl sularýdýr. Mültekâ ile Þerhi´nde böyle denilmiþtir. Hâsýlý haraç suyu, vaktiyle keferenin elinde olup, sonra müslümanlar tarafýndan harran ellerinden alýnan sulardýr. Geri kalan sular öþridir. Zira kâfirlerin onlara mâlik olduðu sübut bulmamýþtýr. Binaenaleyh ganîmet deðildir. Bu ifadeye itiraz edilmiþ ve «Bu söylenen, göl ve yaðmur sularý hakkýnda zâhirdir. Fakat kuyu ve kaynak sularý haracîdir. Çünkü bunlar ganîmettir. Biz onlarý küffardan cebren almýþýzdýr» denilmiþtir. Fetih´te buna þöyle cevap verilmiþtir: «Her kaynak ve kuyuda bu lâzým gelmez. Zira kâfirlerin açtýðý kuyularýn ekserisi mahvolmuþtur. Bugün gördüðümüz kuyular, ya müslümanlar tarafýndan yapýldýðý bilinenlerdir; yahut kimin yaptýðý bilinmeyen kuyulardýr ki, bunlarý müslümanlarýn yaptýðýna hüküm vermek icap eder. Zira yeni çýkan bir þey, mümkün olan en yakýn vaktine izafe edilir.»
«Çünkü buna razý olmuþtur» sözü, Attâbî´nin çýkardýðý iþkale cevaptýr. Attâbî þöyle diyor: «Bunda, iptidaen müslümana haraç koymak vardýr. Hattâ Gûyetü´l-Beyân´da nakledildiðine göre Ýmam Serahsî Kitabü´l-Câmii´nde, o kimseye her hâlükârda öþür lâzým geleceðini söylemiþtir. Çünkü o, haraçtan ziyade öþre lâyýktýr. Bu kavil daha zâhirdir.»
Attabî´ye þöyle cevap verilmiþtir: «Ýptidaen müslümana harac koymak, cebren olursa caiz deðildir. Kendi ihtiyariyle kabul ederse caizdir. Burada, yerini haraç suyu ile suladýðýna göre, haracý kabul etmiþ demektir. Ve hükümetin izni ile sulak bir yeri ihya edipte, haraç suyu ile sulayana benzer. O kimseye haraç vâciptir.» Bahýr. Fetih´te dahi þöyle cevap verilmiþtir: «Müslüman, yerini haraç suyu ile sulayýnca, su onun vazifesini yere nakletmiþ olur. Binaenaleyh burada o kimseye iptidaen haraç koymak yoktur. Yapýlan iþ, vazifesi (vergisi) haraç olan þeyin vergisi ile intikalidir. Nitekim haraçyeri satýn alsa hüküm budur.» Meselenin aslý Zeylâî´dedir.
T EM B Ý H : Fukahanýn, hükmü suya tâlik etmelerinin muktezasý, vazifenin öþür veya haraç yerinde olmasýnýn itibara alýnmamasýdýr ki, Hâniyye sahibinin tercîhi bunun hilafýnadýr. Sahipsiz bir yeri ihya da bunun gibidir. Zira muteber olan, yer deðil sudur. Ama mesele ihtilâflýdýr. Ýzahý, inþallah cihâd bahsinin öþür ve haraç bâbýnda gelecektir.
METÝN
Hâne yerini, müslüman öþür suyu ile, yahut hem öþür ,hem haraç suyu ile sularsa, öþür alýnýr. Çünkü müslümanýn haline öþür daha lâyýktýr. Hâne ve kabristanda - zýmmîye ait bile olsa - zift ve naft kaynaðýnda mutlak surette bir vergi yoktur.
Naft; suyun üstünde görülen yaðdýr. Mutlaktan murad, ister öþür, ister haraç yerinde olsun demektir. Lâkin haraç yerinin ziraata elveriþli olan harîminde (etrafýnda) haraç vardýr. Kaynaðýn kendisinde haraç yoktur. Çünkü haraç, ziraat imkânýna baðlýdýr. öþür ise, öþrî olan harîminde, ektiði takdirde vacip olur. Ekmezse vâcip deðildir. Çünkü o çýkan mahsule baðlýdýr.
imam-ý Âzam´a göre öþür, meyve belirip olgunlaþmaða baþladýðý zaman alýnýr. Burhan. Nehir´de, «bozulmaktan emin olmasý» da þart koþulmuþtur. Haraç yerinin sahibine, haracýný ödemeden o yerin gelirini yemek helâl deðildir. öþrü vermedikçe, öþür yemeðini yemek dahi helâl deðildir. Yerse öþrünü öder. Mecma´a-l Fetavâ. Hükümet reisi, haraç için çýkan mahsulü tutsak edebilir.
ÎZAH
«Çünkü müslümanýn haline öþür daha lâyýktýr.» Onda ibadet mânâsý vardýr. Hâneden bir þey alýnmaz. Çünkü Hz. Ömer (r.a.) meskenleri affetmiþlerdir. Bunun üzerine Sahabe´nin icmâý vardýr. Bir de, hâne bir þey üretmez. Haracýn vâcip olmasý ise, üretime göredir. Kabirleri dahi bu hükümdedir. Zeylâî.
Ta´lilin zâhirine bakýlýrsa, eski ile yeni arasýnda fark yoktur. Lâkin ulemanýn açýkladýklarýna göre, haraç yerini, sahibi muattal (iþlenmemiþ) býrakýrsa haraç vermesi gerekir. Hâniyye´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimse haraç yeri satýn alýr da, onu hâneye çevirerek içine bina yaparsa, yerin haracýný ödemesi icabeder. Nitekim muattal býrakýrsa hüküm budur.» Zahîriyye sahibi dahi böyle demiþ; sonra þunu ilâve etmiþtir: «Fetavâ-i Ebulleys´te bildirildiðine göre, bir kimse haracî olan yerini kabristan, yahut gelir için han veya fakirlere mesken yaparsa, haraç sâkýt olur.» Fakirlere mesken meselesini, ammenin menfaatý olmasýna bina etmek mümkündür.
«Zýmmiye ait bile olsa» ifadesinden, müslüman evleviyetle dahildir. Hidâye´de zýmmî yerine Mecûsî denilmiþtir. Çünkü Mecûsî, Ýslâm´a zýmmîden daha uzaktýr. Mecûsîler´in kadýnlarýný nikâh etmek ve kestiklerini yemek haramdýr. Þârih de zýmmî yerine Mecûsî dese daha iyi olurdu.
Zift, yerden hâsýl olan bir þey deðildir. O, su kaynaðý gibi bir kaynaktýr. Binaenaleyh ondan öþür ve haraç alýnmaz. Bahýr. Neft ve tuz dahi ayný hükümdedir. Nitekim Kafi ile Nihâye´de beyan edilmiþtir. Harim, bir yere izafe edilen hukuk ve faydalarýdýr.
«Kaynaðýn kendisinde haraç yoktur.» Fakat bazý fukaha, olduðunu söylemiþlerdir. Kenz´inibaresinden anlaþýlan budur. Bahýr´da böyle denilmiþtir.
«Çünkü haraç, ziraat imkânýna baðlýdýr» sözü, «ziraata elveriþli olan» sözünün illetidir. Ama bu, sadece haracý muvazzaf´ta belli olur. Harac-ý mukâseme´de, hükmü öþür gibidir. T.
«Çünkü öþür çýkan mahsule baðlýdýr.» Binaenaleyh vâcip olmak için yalnýz ziraata imkân bulmak kâfi deðildir.
«Ýmam-ý Âzam´a göre öþür, meyve belirip olgunlaþmaya baþladýðý zaman alýnýr.» Cevhere´de þöyle deniliyor: «Fukaha, meyve ve ekinlerde öþrün vakti hakkýnda ihtilâf etmiþlerdir. Ebû Hanife ile Züfer, meyve belirip bozulacaðýndan emin olunduðu vakit vâcip olduðunu söylemiþlerdir. Faydalanýlacak raddeye ulaþýnca, biçilmeye hak kazanmasa bile, onlara göre hüküm budur. Ebû Yusuf, biçilmeye hak kazandýðý zaman vâcip olduðunu; Ýmam Muhammed ise, biçilip harmana konulduðu zaman vâcip olduðunu söylemiþlerdir. Ýhtilâfýn faydasý þurada görülür: Yemiþi çaðla olduðu zaman, yer veya adete göre baþkasýna yedirirse, Ebû Hanife´yle Züfer´e göre, yediðinin ve yedirdiðinin öþrünü öder. Ebû Yusuf´la Muhammed´e göre ödemez. Ama veskleri (kileleri) tamamlamak için bunlar hesaba katýlýr. Öþür vâcip olmak için hesaba katýlmaz. Yani yenilen kýsým, kalan miktarla beþ veski (kileyi) doldurursa, yalnýz kalan miktarda öþür vâciptir. Hasat zamaný geldiðinde, devþirmeden önce yerse, Ebû Hanife´yle Ebû Yusuf´a göre öder. Ýmam Muhammed´e göre ödemez. Mahsul harmana getirildikten sonra yerse, bilittifak öder. Mahsulü topladýktan sonra kendi taksiri olmaksýzýn telef olur veya çaldýrýrsa, sadece kalan kýsýmda öþür vâcip olur.»
Burada sözümüz öþürdedir. Anlaþýldýðýna göre, harac-ý mukâseme de öþür gibidir. Çünkü, çýkan mahsulün bir cüz´üdür. Harac-ý vazîfeye gelince: O zimmettedir. Çýkanda deðildir. Binaenaleyh yeyip yememekle onun hükmü deðiþmez.
«Haraç yerinin sahibi, haracýný ödemeden o yerin gelirini yerse helâl deðildir.» Bazýlarý bundan muradýn, sadece harac-ý mukâseme olduðunu söylemiþlerdir. Zira, harac-ý vazîfe zimmette vâcip olur. Onun mahal ile iliþkisi yoktur. Birtakýmlarý, «Harac-ý vazîfe de öyledir.» demiþlerdir. Çünkü harac almak için hükümetin, çýkan mahsulü tutsak etmeye hakký vardýr. O kimsenin bundan yemesi, hükümetin hakkýný iptal olur. Zahîre´de böyle denilmiþtir.
Tahtâvî diyor ki: "Vâkýât´ta Bezzâziye´den naklen bildirildiðine göre, haracý ödemeden, çýkan mahsulden yemek helâl deðildir. Öþrü vermeden yemek dahi böyledir. Meðer ki sahibi öþrü vermeye niyetli ola." Bu, güzel bir takyittir. Öþrünü vermeden, ekini baþaklayarak tane çýkarmanýn hükmü bundan alýnýr ki, caiz deðildir. Musannýf «haraç yerinin» demekle yetineceðine, «öþür veya haraç yerinin» dese, bu cümleye hacet kalmazdý. Çünkü öþürle harac-ý mukâsemenin her birini yemek helâl deðildir. Velev ki zýmmen yesin. H. Mültekâ Þerhi´nde Muzmerat´tan naklen, «Maruf vecihle az miktar yerse, bir þey ödemesi lâzým gelmez» denilmiþtir, Fâkih Ebulleys; «Biz bununla amel ederiz» demiþtir. T.
«Hükümet, haraç için çýkan mahsulü tutsak edebilir» sözündeki haraçtan maksat harac-ý muvazzaftýr. Çünkü o, zimmette sâbittir. Binaenaleyh hükümet onu almak için, çýkan mahsulühapsetmekten faydalanýr. Harac-ý mukâseme böyle deðildir. Çünkü o, öþür gibi aynen malda sâbit dir. Bu bâbýn baþýnda geçtiði vecihle, öþürde nafaka ve ücret mânâsý olduðu için öþürü cebren almak caiz olunca, harac-ý mukâsemeyi cebren almak evleviyetle caizdir. Bunu Halebî söylemiþ; þunu da ziyade etmiþtir: «Ben derim ki: Bedâyi´de bildirildiðine göre, haraçta vâcip olan miktar, çýkan mahsulün bir cüz´üdür. Zira haraç, mahsulün ya 1/10´i, yahut 1/5´idir ki, bu da onun cüz´üdür. þu kadar var ki; bize göre bu, onun cüz olmasýna bakarak deðil, mal olmasýna bakarak vâciptir. Hattâ kýymetini vermek caizdir.» Bu sözden anlaþýlan þudur: Murad, harac-ý mükâsemedir. Mal sahibi, malýn kýymetini verebildiðine göre, hükümetin, çýkan mahsulün kendisinden zorla haraç almaya hakký yoktur. Þu halde, Þârih´in ibaresindeki "haraç" sözünü umumileþtirmek gerekir.
METÝN
Bir kimse senelerce haracýný vermezse, Ebû Hanife´ye göre, geçmiþ senelerin haracý kendisinden alýnmaz. Hâniyye. Yine Hâniyye´de bildirildiðine göre, üzerinde öþür veya haraç borcu olan kimse ölürse, borcu terekesinden alýnýr. Bir rivayete göre alýnmaz. Ölümle borcu sâkýt olur. Zâhir olan rivayet birincisidir.
FER´Ý MESELELER: Bir kimse imkân bulduðu halde yerini ekmezse, kendisine haraç vâcip olur. Öþür vâcip olmaz. Çýkan mahsulün helâkýyla, her ikisi sâkýt olurlar. Gâsýp, gasbettiði yeri eker de inkâr ederse, yer sahibinin beyyinesi bulunmadýðý takdirde, haracý gâsýbýn ödemesi icabeder.
ÝZAH
Bu meseleyi Musannýf, cihad bahsinin cizye bâbýnda da zikretmiþ ve, «Tedahul (içiçe girme) suretiyle haraç sâkýt olur. Ama, olmaz diyenler de vardýr.» demiþtir. Þârih orada þunlarý söylemiþtir: «Bazýlarý, öþür gibi sâkýt olmadýðýný söylemiþlerdir. Ama birinci kavli tercih etmek gerekir. Zira haraç cezadýr; öþür öyle deðildir. Bahýr. Musannýf, Mineh adlý eserinde, bu kavlin Hâniyye´de mezhep sahibine nisbet edildiðini; binaenaleyh mezhebin bu olduðunu söylemiþtir.»
Ben derim ki: Bu söz, Hâniyye sahibinin bu babda söylediðine uymaktadýr. Zahîre´de de böyle denilmiþtir. Hâniyyen´in cihad bahsinde ve yerin haracý bâbýnda söylenen þudur: «Harac toplanýr da senelerce verilmezse, Ebû Hanife´ye göre, o senenin haracý alýnýr; ilk senenin haracý alýnmaz. Bu ondan sâkýt olur. Nitekim Hâniyye sahibi, cizye bâbýnda fukahadan bazýlarýnýn "haraç bilittifak sâkýt olmaz; cizye böyle deðildir" dediklerini nakletmiþti. Bu, yeri ekmekten âciz olduðuna göredir. Âciz deðilse bilittifak haraç alýnýr.»
Ben derim ki: Mültekâ´nýn cizye bâbýnda, katiyetle ikinci kavil tercih edilmiþtir. Zahire bakýlýrsa; Hâniyye sahibinin, «Bu, yeri ekmekten âciz olduðuna göredir ilh...» sözü, iki kavlin arasýný bulmak içindir. O, hilâf´i sözden ibaret kabul etmiþ; birinci kavli; yeri ekmekten âciz olduðuna; ikinciyi, âciz olmadýðýna yorumlamýþtýr. Çünkü haracýn, ancak ekmek imkâný varsa vâcip olacaðý kimseye gizli deðildir. Nitekim haraç bâbýnda beyan edilmiþtir. Binaenaleyh ismi iþareti yalnýz ikinci kavle mahsus saymak doðru deðildir. O, iki kavlin arasýný bulmak için her ikisine de racidir. Bundan anlaþýlýr ki, Þârih´in burada Hâniyye´ye nisbet ettiði söz, âciz haline hamledilmiþtir. Buna delil, Hâniyye´nin ikinci ibaresidir, Benim anladýðým budur. Allah´u âlem! Bu meselenin tam tahkiki ve mutemet kavle göre haracýn sükut etmemesi, cizye bâbýnda gelecektir.
«Zâhir ´ olan rivayet birincisidir.»
Ben derim ki: Zâhîre´de, «Zâhir rivayete göre, öþür borcu olan kimsenin ölmesi ile öþür sâkýt olmaz; ama Ýbn-i Mübarek´in Ebû Hanife´den rivayetine göre sâkýt olur» denilmiþ; iki yaprak sonra öze þöyle devam edilmiþtir: «Yer sahibinin ölmesiyle, harac-ý vazîfe olduðu takdirde, zâhir rivayete göre, yerin haracý sâkýt olur. Ýbn-i Mübarek sâkýt olmadýðýný söylemiþtir. Binaenaleyh iki rivayete göre haraç ile öþür arasýnda fark yapýlmýþtýr.» Haracýn sükutunu «harac-ý vazîfe» diye kayýtlamasýndan anlaþýlýyor ki, zâhir rivayete göre harac-ý mukâseme öþür gibi sâkýt olmaz.
«Kendisine haraç vâcip olur» cümlesinden murad, harac-ý muvazzaftýr. Harac-ý mukâsemede bir þey vâcip olmaz. Nitekim bunu Musannýf, öþür ve harac bâbýnda anlatacaktýr. Yani yukarýda arz ettiðimiz vecihle, harac-ý mukâseme, çýkan mahsule taalluk eder.
«Mahsulün helâkýyla her ikisi sâkýt olurlar.» Yani öþür ile harac-ý mukâseme, çýkan mahsulün aynýna taalluk ettikleri için, ikisi de sâkýt olurlar. Harac-ý muvazzafa gelince: Çýkan mahsul, toplanmadan helâk olursa sâkýttýr. Toplandýktan sonra helâk olursa, sâkýt deðildir. Bunu, Halebî Hindiyye´den, o da Sirâc ile Hâniyye´den naklen rivayet etmiþtir. Bezzâziye´de þöyle denilmiþtir: «Çýkan mahsulün hasat zamanýndan sonra helâk olmasý, haracý ýskat etmez. Hasat zamanýndan önce helâk; olursa, boðulmak, yanmak, çekirge yemesi, sýcak ve soðuk gibi, önüne geçilmez bir âfet sebebiyle olduðu takdirde, haraç sâkýttýr. Fakat hayvan yerse sâkýt olmaz. Çünkü ekseriyetle, mahsulü hayvandan korumak mümkündür. Bu izahat, bütün mal helâk olduðuna göredir. þayet bir kýsmý kalýrsa, kalan iki ölçek veya iki dirhem miktarý olduðu takdirde, bir ölçek ve bir dirhem vermesi vâcip olur. Daha azsa, bunun yarýsýný vermek icabeder. Haracýn sâkýt olmasý, seneden ziraat mümkün olacak kadar zaman kalmadýðýna göredir.» Yani buðday veya arpa gibi herhangi bir mahsulü yetiþtirecek kadar zaman kalmamaktýr.
«Haracý, gâsýbýn ödemesi icabeder.» Hâniyye´de þöyle deniliyor: «Bir kimse harac-ý vazîfe´ye tâbi bir yeri gasp eder de inkârda bulunursa, yer sahibinin beyyinesi bulunmadýðý takdirde, bakýlýr: þayet gâsýp o yeri ekmemiþse, hiçbirine haraç yoktur. Ekmiþ de, ziraat, yere bir noksanlýk vermemiþse, haracý gâsýbýn ödemesi icabeder. Eðer gâsýp o yeri gasbettiðini ikrarda bulunursa; yahut yer sahibinin isbat edecek beyyinesi olur; ziraat da yere noksanlýk vermemiþse, haracý yer sahibinin ödemesi gerekir.»
Ben derim ki: Zâhire´de bildirildiðine göre, ulemadan bazýlarý, haracýn yer sahibine vâcip olduðunu; bazýlarý da ne suretle olursa olsun gâsýba vâcip olacaðýný söylemiþlerdir. Sonra Hâniyye´de þöyle denilmiþtir: «Yere ziraat noksanlýk verirse, az olsun, çok olsun, harac Ebû hanife´ye göre yer sahibine vâcip olur. Bu surette, sahibi bu yeri gâsýba, noksanýný ödemek karþýlýðýnda icara vermiþ gibi olur. Ýmam Muhammed´e göre, haraç gâsýba vâcip olur. Þayet noksan, haraçtan ziyade ise, fazlasýný yer sahibine verir. Öþür arazisi gasp eder de ekerse; ziraat yere noksanlýk vermediðitakdirde, yer sahibine öþür vâcip olmaz. Noksanlýk verirse, öþür yer sahibine vâcip olur. Sanki o yeri noksanla icara vermiþtir.»
Halebî diyor ki: «Harac-ý mukâsemeye tâbi yerin hükmünün, öþür arazisi gibi olduðu meydandadýr.»
METÝN
Bey-ý Vefa´da, mal satýcýnýn elinde kalýrsa, haraç satýcýya vâcip olur. Bir kimse, mahsulü kemale gelmeden satarsa, öþür müþteriye ait olur. Kemale geldikten sonra satarsa, satýcýnýn vermesi icabeder. Ýcar meselesinde, harac-ý muvazzafta olduðu gibi, öþür icara verene aittir.
ÝZAH
Bey-ý vefaya, bey-ý taat da derler; Bundan murad, her ne zaman satýcý müþterinin parasýný iade ederse, malý dönmesi þart koþulan satýþtýr. Bu satýþ, kefalet bahsinden az önce; satýþlar bâbýnýn sonunda, bu hususta söylenen kavillerle birlikte inþaallah gelecektir
«Bey-ý vefada, mal satýcýnýn elinde kalýrsa, haraç satýcýya vâcip olur.»
Ama müþteri yeri teslim alarak eker de, mahsul alýrsa, haracýný kendisi vermek icabeder. Çünkü hakikatte bu bir rehindir. Ekmek suretiyle müþteri onu gasbetmiþ olur. Zira rehin alan kimsenin, aldýðý rehinden faydalanmaya hakký yoktur. Binaenaleyh tamamýyla gasp meselesi gibi olur ve haracýn satana mý, müþteriye mi vâcip olacaðý hususunda, gaspta zikredilen husus bunda da cereyan eder. Zâhîre´de böyle denilmiþtir. Bezzaziye´de ise þu satýrlar vardýr: «Müþteri yeri, yer sahibi de parasýný teslim aldýktan sonra, o yere ekin ekmek noksanlýk getirmezse, öþür müþteriye; noksanlýk getirirse, harac ve öþür satana vâcip olur. Çünkü rehin mesabesindedir. Yeri rehin alan kimsenin onu ekmeye hakký yoktur. Böylece o gaspa benzer ve icarede olduðu gibi, çýkan mahsulün az veya çok olmasý ile hüküm deðiþmez.»
«Bir kimse mahsulü kemale gelmeden satarsa, öþür müþteriye ait olur.» Zahire göre, harac-ý mukâsemenin hükmü de öþür gibidir. Nitekim yukarýda geçen izahatýmýzdan da anlaþýlmýþtýr. H. Sonra bu hüküm yalnýz baþýna ekini sattýðýna göredir ki, sattýktan sonra, satanýn izniyle müþterinin o mahsulü kemale gelinceye kadar yerinde býrakmasýna da þâmildir. Tarafeyn´e göre, öþrünü müþterinin vermesi icabeder. Ýmam Ebû Yusuf´a göre ise, alaf olarak biçilen miktarýn kýymetinin öþrü satana; geri kafanýn öþrü müþteriye ait olur. Nitekim Fetih´te beyan edilmiþtir.
Þimdi þu kalýr: Bir kimse, yerini ekiniyle birlikte veya ekinsiz olarak satarsa, bu hususta Bezzâziye´de þöyle denilmiþtir: «Yeri satar da, müþteriye teslim ederse, o seneden, müþterinin ekip mahsul yetiþtireceði kadar zaman kaldýðý takdirde, harac ona vâcip olur. Aksi takdirde satýcýnýn vermesi icabeder. Müddet takdiri hususunda fetva, üç ay diye verilmiþtir. Bu izahat, yeri boþ olarak sattýðýna göredir. Yerin içinde kemale gelmemiþ ekin bulunursa, her ne suretle olursa olsun, haraç müþteriye aittir.»
Ebulleys þöyle demiþtir: «Sahibi yeri, tane tutmuþ ekiniyle birlikte satar da, ekin kemale gelir ve müþteriye ekecek zaman kalmazsa, haraç satana vâcip olur. Yeri baþka birine satar, müþteri de baþkasýna, o da daha baþkasýna satarak ziraata imkân bulacak vakit kalmazsa, hiçbirine haraç vâcipolmaz.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
«Ýcar meselesinde harac-ý muvazzafta olduðu gibi, öþür îcara verene aittir.» Yani bir kimse öþrî olan yeri îcara verirse, öþürünü vermek, Ýmam-ý Azam´a göre kendisine vâcip olur. imameyn´e göre ise, îcarla alanýn vermesi gerekir.
Fethu´l-Kadîr sahibi diyor ki: «Ýmameyn´in delili þudur: Öþür, çýkan mahsule baðlýdýr. Bu mahsul ise îcarla tutanýndýr. Ýmam-ý Âzam´ýn delili de þudur: Yer ekilerek üretime geçirildiði gibi, îcara vermekle de geçirilebilir. Binaenaleyh ücret, meyve gibi maksut olur ve o mala sahip olmakla beraber, mânen üretilen mal da onun olur. Binaenaleyh öþürün mal sahibine vâcip olmasý evleviyetde kalýr»
Þârih´in «harac-ý muvazzafta olduðu gibi» demesi, harac-ý muvazzaf, bilittifak îcara verene ait olduðu içindir. Çünkü o, çýkan mahsulün hakikatine deðil ziraat imkânýna baðlýdýr. Harac-ý mukâseme - ki çýkan mahsulün 1/3, 1/6 gibi þâyi bir cüzünün vâcip olmasýdýr - ihtilâflýdýr. Dürerü´l-Bihâr Þerhi´nde böyle denilmiþtir. Zahîre´de, «Harac-ý muvazzaf, iâre verene aittir» denilmiþtir. Yani bu da bilittifaktýr, demek istemiþtir. Bedâyi. Öþür ise, âriyeti olana vâciptir. Nitekim gelecektir.
T E M B Ý H : Hâniyye´de þöyle denilmiþtir: «Ücretle veya âriyet olarak ziraata elveriþli bir yer alýr da, içine bað diker; yahut yonca ekerse, Ebû Hanife ile Ýmam Muhammed´in kavillerine göre, haraç îcarla veya âriyeten alanadýr. Çünkü o yer bað olmuþtur; haracý da bað yapanadýr.»
Remlî diyor ki: «Bunun ifade ettiði mânâ, ziraata yaramayacak þekilde aðaçlarýnýn birbirine girmesinin þart olmasýdýr Aðaçlarýn arasý ziraata elveriþli olursa, haraç yer sahibine vâcip olur.»
Hâsýlý yer ziraata elveriþli kalýrsa, haraç ücretle veya iâre sureti ile verene; ziraata elveriþsiz kalýrsa, îcarla veya iâreten alana vâciptir.
METÝN
Ýmameyn, îcarla alana vâcip olduðunu söylemiþlerdir. Nitekim iâre suretiyle alan kimse müslümansa, öþrü ona vâcip olur. Hâvî adlý eserde, «Biz Ýmameyn´in kavli ile amel ederiz» denilmiþtir. Muzâreada ise, tohum yer sahibinden olduðu takdirde, öþür ona aittir. Tohum çalýþandan ise, hisselerine göre ikisine vâcip olur
ÝZAH
Ýmam Züfer, öþrün, iâreyi verene vâcip olduðunu söylemiþtir. Çünkü iâreyi alaný, onu verenin yerine tutunca, îcara veren gibi, onun da öþrü vermesi lâzým gelir. Biz deriz ki: îcarla verene, ma´nen çýkan mahsul gibi olan ecir hasýl olmuþtur. Ýâre veren böyle deðildir. Þârih´in, «müslüman olursa» diye kayýtlamasý, iâre suretiyle alan kimse zýmmî ise, öþür bilittifak iâreyi verene ait olduðu içindir. Çünkü kâfire âriyet vermek suretiyle, fakirlerin hakkýna mâni olmuþtur. Dürerü´l-Bihâr Þerhi´nde böyle denilmiþtir. Yani kâfir öþre ehil deðildir. Lâkin Bedâyi´de, «Yeri âriyet suretiyle alan kâfir ise, Ýmameyn´e göre öþrü o verir. Ýmam-ý Azam´dan iki rivayet vardýr. Biri bunun gibidir. Diðer rivayete göre ise, öþrü yer sahibinin vermesi lâzým gelir.» denilmektedir
El-Hâvi´l-Kudsî´de, «Biz Ýmameyn´in kavli ile amel ederiz» denilmiþtir.
Ben derim ki: Lâkin Ýmam-ý Âzam´ýn kavlî ile, müteehhirîn ulemadan bir cemaat fetva vermiþlerdir. Meselâ Hayreddin Remlî Feteva´sýnda ve keza Þârih´in tilmîzi Dýmaþk müftüsü Þeyh Ýsmail Hâik, onun kavli ile fetva vermiþlerdir. Þeyh Ýsmail þöyle demiþtir: «Hattâ haracýný veya öþrünü, îcarla ´tutana þart koþmakla, îcâre fâsit olur. Nitekim Eþbâh´ta böyle denildiði gibi; Hâmid Efendi El-Ýmâdî dahi Feteva´sýnda böyle demiþtir.»
Ben derim ki: El-Hâvi´l-Kudsî´nin ibaresi, baþkalarýnýn ibarelerine aykýrý deðildir. Çünkü Kâdýhan tercih ehlindendir. Onun âdeti, daha akla yatan ve daha meþhur olan sözü, önce zikretmektir. Burada Ýmam-ý Azam´ýn sözünü önce zikrettiðine göre, itimat Onun sözünedir. Bununla birçok ulema fetva vermiþtir ki; Þeyhülislâm Zekeriyya Efendi ile, Þeyhülislâm Ataullah Efendi bunlardandýr. Ýs´âf ve Hassaf´ta da yalnýz bu kavil zikredilmiþtir. Lâkin bizim zamanýmýzda, umumiyetle, köylerdeki evkaf ve tarlalarda, vergilerini, ücretle alan vermeye razý olduðu için, bunlarý ecri misilsiz kiralarlar. Öyle ki, ücret ve ücretin birkaç katý öþre, veya harac-ý mukâsemeye yetmez. Binaenaleyh bu bâbda Ýmameyn´in kavli ile fetva vermekten ayrýlmamalýdýr. Çünkü zamanýmýzda bu iþlerle meþgul olanlar, misil ücreti takdir ederler. Þuna binaen ki, ücret vakýf cihetinindir; ücretle tutana öþür ve baþka vergi yoktur. Ama öþrün, vakýf cihetinden verildiði itibar edilir ve ücretle tutana, ücretten baþka bir þey lâzým gelmediði düþünülürse, misil ücreti kat kat artar. Nitekim bu meydandadýr. Þayet ücreti tam almak mümkün olursa, Ýmam-ý Âzam´ýn kavli ile; mümkün olmazsa Ýmameyn´in kavli ile fetva verilir. Çünkü o þahsa hiçbir kimsenin caiz göremeyeceði açýk zarar lâzým gelir. Allah´u âlem!
TETÝMME: Tatarhâniyye´de þöyle denilmektedir: «Sultan, sahipsiz araziyi - ki bunlara memleket arazisi denir - haraç almak için bazý kimselere verirse caizdir. Caiz olmanýn yolu, iki þeyden biridir. Ya bunlarý ziraatta ve haraç vermekte mülk sahibi yerine tutar; yahut icareyi, çýkan mahsul miktarý yapar. Ve onlardan alýnan vergi, hükümet hakkýnda haraç; kendileri hakkýnda ücret olur»
Evvelce arz ettiðimiz gibi, Mýsýr ve Þam arazisi bu kabildendir. Bun dan þu çýkar: Memleketimiz çiftçilerinin topraklarý kendi milkleri deðilse, onlara öþür yoktur. Çünkü sultanýn naibinin - ki buna "zaîm" yahut "timârî" derler - bu çiftçilerden aldýðý öþür ise, baþka bir þey ödemeleri icabetmez. Aldýðý haraç ise, hüküm yine böyledir. Çünkü öþürle haraç bir yerde bulunmaz. Aldýðý ücret ise, Ýmam-ý Âzam´ýn kavli´ne göre, hüküm yine budur. Çünkü ona göre, ücretle tutana öþür yoktur, Ýmameyn´in kavline göre ise, zâhir durum hükmün yine böyle olduðunu gösterir. Biliyorsun ki, onlara göre alýnan vergi, her cihetten ücret deðildir. Zira hükümet hakkýnda, bu alýnan haraçtýr.
Muzârea meselesinde, Nehir´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimse öþrî araziyi muzârea suretiyle verirse, tohum çalýþandan olduðuna göre; öþür Ýmam-ý Âzam´ýn kavline kýyasen yer sahibine aittir. Zira muzârea fâsittir. imameyn, ekinde vâcip olduðunu söylemiþlerdir. Çünkü onlara göre muzârea sahihtir. Fetva, "sahihtir" kavline göre þöhret bulmuþtur. Eðer tohum yer sahibinden ise, öþür bilittifak ona vâciptir.» Bu ibarenin bir misli de, Hâniyye ve Fetih´tedir.
Hâsýlý, öþür, Ýmam-ý Azam´a göre mutlak surette yer sahibine vâciptir. Ýmameyn´e göre, tohum yersahibinden ise, hüküm budur. Çalýþandan ise, öþrü ikisi verirler. Bundan anlaþýlýr ki, Þârih´in söylediði îmameyn´in kavlidir. O bununla iktifa etmiþtir. Biliyorsun ki, muzârea akdinin sahih olmasý bâbýnda, fetva Ýmameyn´in kavline göredir. Lâkin verdiði tafsilât, Bahýr, Müçtebâ, Mi´râc, Sirâc, Hakaik, Zahîriyye ve diðer kitaplardakine aykýrýdýr. Onlarda, imam-ý Âzam´a göre, öþrün yer sahibine; îmameyn´e göre ise, yer sahibî ile iþleyene aît olduðu zikredilmiþ; bu tafsilata gidilmemiþtir. Zâhir olan da budur. Çünkü Bedâyi´de bildirildiðine göre, muzârea akdi Ýmameyn´e göre caizdir. Öþür, çýkan mahsulde vâciptir. Çýkan mahsul ise, ikisinin arasýnda ortaktýr; binaenaleyh öþür ikisine vâcip olur.
Dürerü´l-Bihâr Þerhi´nde bildirildiðine göre, Ýmam-ý Âzam´a göre, çýkan bütün mahsulün öþrü yer sahibine aittir. Çünkü Ona göre muzârea fâsittir. Binaenaleyh, çýkan mahsul ya hakikaten; ya takdiren yer sahibinindir. Zira tohum onun tarafýndan verilmiþse, çýkan mahsulün hepsi kendisinin olur. Eken þahsa çalýþtýðýnýn ecr-i misli verilir. Tohum ekiciden ise, çýkan mahsul de onundur. Yer sahibine, yerinin ecr-i misli verilir ki; bu çýkan mahsul mesabesîndedir. Þu kadar var ki; onun hissesinin öþrü, çýkan mahsulün aynýna; ekicinin hissesinin öþrü ise, yer sahibinin zimmetine taalluk eder. Bunun faydasý þudur. Hüküm, çýkan mahsulün aynýna baðlanýnca, mahsul helâk olduðu takdirde öþür sâkýt olur. Zimmete baðlanýnca, helâkla öþür sâkýt olmaz. îmameyn, - ki îmam Ahmed de onlarla beraberdir - hisseleri itibariyle, öþrün her ikisine vâcip olacaðýný söylemiþlerdir. Çünkü çýkan mahsul, hakikatte her ikisi içindir. Binaenaleyh Þârih´e, ekseriyetle kitaplarda beyan edilene tâbi olmak gerekirdi. Sonra bilmiþ ol ki, bütün bu söylediklerimiz öþür hakkýndadýr. Harac bilittifak yer sahibine aittir. Nitekim Bedâyi´de beyan edilmiþtir.
METÝN
Bir kimsenin Beytülmal´da nasibi varsa, o kimse Beytülmal´a ayrýlmýþ bir mala rastladýðýnda, onu diyaneten almaya hakký vardýr. Emanetçi, sahibi ölen, kendinin veya baþkasýnýn zekât almaya ehil mirasçýsý da bulunmayan kimsenin emanetini harcayabilir. Haksýz yere alýnan vergiyi ve zulmü, kendinden defetmek evlâdýr. Meðer ki bu kimsenin hissesini, diðerleri üzerine almýþ olsunlar.
ÝZAH
Beytülmal´dan murad, aþaðýda Þârih´in nakledeceði manzumede bildirilen dört kýsým yerdir. T.
Ben derim ki: Musannýf, bu meseleyi kitabýn sonunda daðýnýk meseleler meyanýnda metinde zikretmiþtir. Ýbni Vehbân, Manzume´sinde onu nazmen beyan etmiþ; Manzume´yi þerheden Ýbn-i Sýhne de, bu bâbda þunlarý söylemiþtir: «Beytülmal´da nasip olanlar: Hâkimler, memurlar, ulema, gâzîler ve onlarýn çocuklarýdýr. Bunlarýn almalarý caiz olan miktar, "kendilerine yetecek kadar"dýr. Musannýf´ýn beyanýna göre, talebe ile, halka vaaz ederek hakký anlatan vâiz ve bunlarý öðretenler dahi hükümde dahildirler.»
Ben derim ki: Lâkin bunlarýn, Beytülmallar´dan birinde nasipleri vardýr ki; o da, haraç ve cizye kýsmýdýr. Nitekim yakýnda gelecektir. þârih´in sözünden, bunlarýn, neyi bulurlarsa onu almaya haklarý olduðu anlaþýlýyor. Velev ki kendileri için ayrýlan kýsýmdan olmasýn. Halbuki bu, ulemanýnsözlerinden anlaþýlana aykýrýdýr. Aksi takdirde, Beytülmal´ý dört kýsma ayýrmanýn faydasý kalmaz. Evet aþaðýda gelecek ki, hükümet reisi, bu dört kýsýmýn birinden diðerine sarf etmek için ödünç alabilir. Sonra, aldýðý ödüncü yerine iade eder. Bu, zaruret dolayýsýyla, baþka kýsýmdan vermenin caiz olmasýný iktiza eder. Bizim meselemizde ise, hakkýný elde etmesi mümkünse, hakký olan kýsýmdan baþka bir yerden bir þey alamaz. Aksi takdirde - zamanýmýzda olduðu gibi - zaruretten dolayý caiz olur Zira hakký olan kýsýmdan baþka bir yerden almasý caiz olmazsa, zamanýmýzda hiç kimsenin bir hakký kalmaz. Çünkü Beytülmal´ýn her kýsmý, yalnýz baþýna ayrýlmýþ deðildir. Bilâkis þimdi bütün malý bir yere karýþtýrýyorlar. O kimse bulduðunu alamazsa, eline hiç bir þey geçmesine imkân yoktur.
«Beytülmal´e ayrýlmýþ bir mala rastladýðýnda, onu diyaneten almaya hakký vardýr.» Bu hususta Vehbâniyye Þerhi´nde Kýnye´den naklen þöyle denilmiþtir: «Bir kimsenin Beytülmal´da nasibi olur da; Beytülmal´a ayrýlmýþ bir mala rastlarsa, diyaneten onu almaya hakký vardýr. Hükümde, yani kazaen hükümdar verip vermemekte muhayyerdir.»
Ben derim ki: Yani bu malý, bulan þahsa vermek hususunda muhayyerdir. Ama o þahsý tanýmasý þarttýr. Tâ ki baþka kýsýmdan onun hakkýný versin. Zira, mutlak olarak Beytülmal´dan onun hakkýný vermemek hususunda muhayyer deðildir. Nitekim bu cihet meydandadýr. Emanetçi meselesinde Vehbâniyye Þerhi´nde þöyle denilmiþtir: «Bezzâziye´de bildirildiðine göre, imam Hulvânî þöyle demiþtir: "Emanetçinin yanýnda bir emanet bulunur da, emaneti býrakan mirasçýsý olmayarak ölürse, emanetçi o emaneti bizim zamanýmýzda kendine harcayabilir. Çünkü onu, Beytülmal´a verse zayi olur. Beytülmal´a bakanlar, oradaki mallarý yerlerine sarf etmiyorlar. Þayet sadaka ehlinden ise, onu kendine harcar. Deðilse, zekât verilecek yerlere sarfeder."»
Haksýz yere alýnan vergi hakkýnda, Þemsü´l-Eimme Serahsî þöyle demiþtir: «Bir cemaattan, haksýz yere bir vergi istenirse; bazýlarý kendine düþeni verebilirler. Bunun için, veren kimsenin hissesinin ötekilere yüklenmemiþ olmasý þarttýr. Aksi takdirde evlâ olan, kendi hissesine düþeni vermemektir.» Bundan sonra Kýnye sahibi, þeyhi Bedî´den naklen þunu söylemiþtir: «Bu sözde iþkâl vardýr. Çünkü o kimsenin kendisine düþeni vermesi, zulmü hususunda zâlime yardýmdýr. Zira zamanýmýzda alýnan haksýz vergilerin ekserisi zulüm yoluyla alýnýr. Bir kimse kendinden zulmü defetmeye imkân bulursa, onun için bu daha hayýrlýdýr.» Ýbare kýsaltýlarak alýnmýþtýr. Ýbni Vehbân, Manzume´sinde bu yoldan yürümüþtür. Ýbni Þýhne ise buna cevap vererek, «O kimsenin kendinden isteneni vermesiyle, âciz ve zayýf olanlara zulmün her nev´ini ihtiva eden iþkâl defedilmiþtir» demiþtir.
Ben derim ki: Bu cevap söz götürür. Zira almasý haram olan þeyin, vermesi de haramdýr. Nitekim Eþbah´da beyan edilmiþtir. Bundan, yalnýz zaruret müstesnadýr. Þayet zalim ne suretle olursa olsun, o malý alacaksa, kendi payýna düþeni vermekten âciz olan kimse, verdiðinden dolayý günahkâr olmaz. Kadir olan kimse bunun gibi deðildir. O, almasý haram olan þeyi vermekle, zulme kendi arzusuyla yardýmcý olmuþ olur.
METÝN
Haksýz alýnan vergiye kefil olmak caizdir, Bu verginin adaletle tevziine bakan bir kimse, ücretle çalýþtýrýlýr. Velev ki almak bâtýl olsun. Bu mesele zulmün kökünü kurutmak için bilinip de öðretilmeyen þeylerdendir. Haracý, sahibine terk etmek caizdir. Öþürü terk etmek caiz deðildir. Bunun tamamý, Beytülmallar´ý ve sarf yerlerini beyan ederken, cihad bahsinde görülecektir.
ÝZAH
Hükümetin ihdas ettiði vergi, ister ammenin müþterek malý olan nehir kiralamak ve mahalle bekçisinin ücretini vermek gibi haklý olsun - ki buna kefîl olmak bilittifak caizdir - ; ister zamanýmýzdaki vergiler gibi haksýz olsun, fark etmez: Zira alýnmak hususunda, bu vergiler borç gibidir. Hattâ borçtan da kuvvetlidir. îcarla iþleyenden alýnsa, o kimse bunu, yerin sahibinden isteyebilir. Fetva bunun üzerinedir. Þemsü´l-Eimme, sahibinden isteyebilmesini, "kendi rýzasý ile bunu ver diye emrederse" diye kayýtlamýþtýr. Zorla alýndýysa, sahibinden isteme emri muteber deðildir. Bunu Þarih ve kefalet bahsinde Nehir sahibi zikretmiþtir. T.
Ben derim ki: «Haksýz vergiye kefil olmak sahihtir» sözünün mânâsý; kefil, o kimsenin emri ile bu vergiden dolayý baþkasýna kefil olursa, zalimin aldýðýný ondan isteyebilir, demektir. Yoksa, zalimin kefilden istemeye hakký sabit olur, mânâsýna deðildir. Binaenaleyh, «Zalimin yok edilmesi vâciptir. Ona kefil olmak nasýl sahih olabilir?» þeklindeki itiraz varid deðildir. Nitekim inþaallah, yerinde tahkik edeceðiz.
«Bu mesele, zulmün kökünü kurutmak için, bilinip de öðretilmeyen þeylerdendir.» Þârih´in iþaret ettiði þey, Musannýf´ýn sözünde mevcut deðildir. Onun aslý Kýnye´dedir. Orada þöyle denilmiþtir: «Ebû Cafer-i Bel-hî´nin beyanýna göre, sultanýn tebeasý yararýna kendilerine getirdiði zarar, boyunlarýna borç ve haraç gibi istihkak edilen bir hak olur. Ulemamýz diyor ki: Hükümet reisinin, tebeasýnýn yararý için kendilerine getirdiði her zarar hakkýnda cevap budur. Hattâ yollarý hýrsýzlardan koruyan bekçi ücretleri; mahalle bekçileri vesaire için alýnan vergiler hep böyledir. Bu bilinir de, fitne korkusundan dolayý öðretilmez, þu izaha göre, Hârzem´de ammeden alýnýp, Ceyhun Nehri´nin yataðýný veya hayvanlarýn toplanýp yattýðý yeri düzeltmek gibi umumi iþlere harcanan paralarý vermek, ödemesi vâcip olan bir borçtur. Buna karþý gelmek caiz deðildir. Bu bir zulüm de deðildir. Lâkin bu cevap amel edilmek için; bir de, sultanla memurlarýna
dil uzatmamak için bilinir. Yoksa teþhir etmek için deðil. Zira hak edilen miktardan daha fazlasýný almaya kalkýþýrlar.»
Ben derim ki: Bunu, «Beytülmal´da yetecek miktar bulunmazsa» diye kayýtlamak gerekir. Zira cihad bahsinde görüleceði vecihle, ganimet bulunduðu zaman bahþiþ vermek mekruhtur.
«Haracý sahibine terk etmek caizdir, ilh...» Cihad bahsinde þöyle denilecektir: «Sultan veya nâibi, haracý yer sahibine terk eder veya baðýþlarsa «aracýlýk yoluyla bile olsa, Ýmam Ebû Yusuf´a göre caizdir. O kimse zekât ehli ise, bunu almak kendisine helâl olur. Zekâta ehil deðilse, o malý tasadduk eder. Bununla fetva verilir.» Hâvî´de, zekâta ehil olmayan kimseye haracýn helâl olduðu, tercih edilmiþse de, bu kavil meþhurun hilâfýnadýr. Sultan veya nâibi, yer sahibine öþürü terkederse, bilittifak caiz olmaz. Onu kendisi fukaraya verir. Sirâc.
«Sultanýn tasarrufu maslahata baðlýdýr.» Kaidesinin ifade ettiði buna muhaliftir. Mezkûr kaideyi Eþbâh sahibi Bezzâziye´ye nisbet ederek nakletmiþtir. Âgâh ol!
Ben derim ki: Eþbâh´ta Bezzâziye´den naklen þöyle denilmiþtir: «Öþür borcu olan kimseye, zengin olsun fakir olsun öþürü býrakmak caizdir. Lâkin býrakýlan kimse fakir ise, sultanýn ödemesi gerekmez. Zengin ise, fukaraya öþrü, sultan, Beytülmal´ýn haraç kýsmýndan alarak sadaka kýsmýna öder.» Yine derim ki: Eþbâh´ta zikredilenin misli Zahîre´de, Þeyhülislam´dan naklen þu ibare ile beyan edilmiþtir: «Zengin ise, sultandan bir bahþiþ olmak üzere almasý caizdir. Sultan bunun mislini, "Haraç Beytülmalý"dan "Sadaka Beytülmalý"na öder. Fakir ise, aldýðý sadaka olur ve caizdir...»
METÝN
Ýbn-i þýhne, bunu nazma çekerek þöyle demiþtir: «Beytülmallar dörttür. Herbirinin sarf yerleri vardýr ki, bunlarý âlimler beyan etmiþtir. Birincisi ganimetler, defineler, rikâzlardýr. Ondan sonra zekât verenler gelir. Üçüncüsü, öþürlerle haraç ve vatanýndan hicret etmiþ kimseler beytülmalýdýr. Onun ardýndan da, zekât memurlarý kýsmý gelir. Dördüncüsü zâyi´ler kýsmýdýr. Meselâ mirasçýsý olmayan kimseler böyledir. ilk iki beytûlmalýn sarf yeri, nâssan bildirilmiþtir. Üçüncüsü, gâzilerin aldýðýdýr. Dördüncüsünün sarf yeri, fayda hususunda bütün müslümanlara müsâvi olan cihetlerdir.»
ÝZAH
Ýbni Þýhne Abdülberr´in manzumesini þerheden zatýn babasý Muhammed´dir.
«Beytülmallar dörttür.» Cizye bâbýnýn sonunda Zeylâî´den naklen görüleceði vecihle, devlet reisinin her nev´e mahsus beytülmal yapmasý icabeder. Kendisi bunlarýn birinden ödünç alýp diðerine sarf edebilir. Nafaka verdiði kimselere, ihtiyacýna, fýkýh ve fazîletine göre verir. Bunda kusur ederse, AIIah kendisini hesaba çeker. Þurunbulâlî, Risâle´sinde þöyle demiþtir: «Ulemanýn beyan ettiklerine göre, her nevi mal için hususi beytülmal yapmak ve bu mallarý birbirine karýþtýrmamak vâciptir. Bir hazinenin malýna ihtiyaç görülür de orada yetecek miktarda mal bulunmazsa, baþka malýn hazinesinden ödünç alýr. Sonra ödünç aldýðý malý elde ettiðinde, yerine iâde eder. Bundan yalnýz zekâtlardan veya ganimetlerin 1/5´inden haraç ehline - ki bunlar fakirlerdir - verilen müstesnadýr. Onlar, fakirlikleri dolayýsýyla sadakayý hakettikleri için, namlarýna alýnan ödünç yerine iade edilmez. Müstehakýna verilmek þartýyla, baþkasý da böyledir»
«Birincisi ganimetlerdir ilh...» Yani dört nevi Beytülmal´ýn birincisi, ganimeter´in konulduð, Beytülmal´dýr. Buna, "1/5 Beytülmalý" denilir ki, ganimet, maden ve rikâzýn 1/5´i konulan kýsým, demektir. Nitekim Tatarhâniyye´de beyan edilmiþtir.
«Üçüncüsü ilh...» Burada Bedâyi sahibi þöyle demiþtir: «Üçüncüsü, arazinin haracý, þahýs cizyesi, Beni Necrân kabilesi ile yapýlan anlaþma mucibince alýnan giyim eþyasý, Benî Taðlib kabilesinden alýnan iki kat zekât ve öþür memurunun zýmmî tüccarlarla, dar-ý harbin pasaportlu tacirlerinden aldýklarý mallarýn konulduðu kýsýmdýr» þurunbulâlî, Risale´sinde Zeylâî´den naklen þunlarý da ziyadeetmiþtir: «Harbînin hediyesi, onlardan harpsiz olarak alýnan mallar ve Ýslâm askeri onlarýn sahasýna girmeden harbetmemek için yaptýklarý anlaþma bedeli verdikleri mallar da bu kýsma konulur. Vatanýndan hicret etmiþ kimselerden murad, zýmmîlerdir. Çünkü Hz. Ömer (r.a.), onlarý Arabistan´dan sürmüþtü.»
Zâyý´lardan murad, bulunan mallardýr. «Meselâ mirasçýsý olmayan kimseler böyledir.» Yani hiç mirasçýsý olmayan, yahut karý kocadan biri gibi, kendisine feraizce ret caiz olmayan mirasçýsý bulunan kimsenin terekesi böyledir.
«Ýlk iki Beytülmal´ýn sarf yeri nâssan bildirilmiþtir.» Yani 1/5´lerle, zekatlarýn sarf edileceði yerler, ayetlerle bildirilmiþtir. 1/5´in sarf edileceði yer hakkýnda, «Bilmiþ olun ki, ganimet olarak aldýðýmýz mallar ilh...» buyrulmuþtur Bunun izahý, inþallah cihad bahsinde gelecektir. Zekâtlar hakkýnda da, «Sadakalar ancak fakirlerin hakkýdýr ilh...» buyurulmuþtur ki, izahý yakýnda gelecektir.
«Üçüncü
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 14:16:58
METÝN
Nâfile sadakalar ile evkâf gelirleri onlara, yani Benî Hâþim´e caizdir. Vakýf´ýn «onlara» diye tasrih edip etmemesi müsavidir. Hak budur. Nitekim Fethu´l-Kadîr´de tahkik edilmiþtir. Lâkin Sirâc ile diðer kitaplarda, «Onlarýn adlarýný söylemiþse caizdir; söylememiþse deðildir» denilmiþtir.
Ben derim ki: El-Eþbâh üzerine hâþiye yazan zât, bunu iki kavlin yorumlanacaðý yer saymýþtýr. Sonra ayný zât Bahýr sahibinden, O da Mebsut´tan naklen þöyle demiþtir: «Acaba sair Peygamberlere sadaka almak helâl mýdýr? Bazýlarý, evet helâldir. Bu, bizim Peygamberimiz (s.a.v.)´in birhususiyetidir» demiþ. Birtakýmlarý, «Hayýr, (kendilerine deðil) akrabalarýna helâl olur. Bu, Peygamber (s.a.v:)´in fazîletini göstermek ve Ona bir ikram olmak üzere akrabalarýnýn hususiyetidir» demiþlerdir, Bellenmelidir!
ÝZAH
Musannýf´ýn "nâfile sadakalar" diye kayýtlamasý, nezir, öþür, keffâret ve av cezasý gibi, kalan vâcipleri hariç býrakmak içindir. Bunlardan yalnýz rikâzýn 1/5´i müstesnadýr. Onu Benî Hâþim´e vermek caizdir. Nitekim Sirâc´dan naklen Nehir´de bildirilmiþtir.
«Nitekim Fethu´l-Kadîr´de tahkik edilmiþtir.»
Ben derim ki: Bahýr´da birçok kitaplardan nakledildiðine göre, nâfile sadaka, Benî Hâþim´e bilittifak caizdir. Bahýr sahibi mezhebin bu olduðunu; bu hususta nâfile sadaka ile vakýf arasýnda fark bulunmadýðýný Muhit ve Nesefî´nin Kafi´sinde böyle denildiðini, Zeylâî´nin ise nâfile sadakanýn Benî Hâþim´e haram olduðunu gösterir þekilde meselede hilâf isbat ettiðini söylemiþ; Fetih sahibi dahi delil cihetinden bu kavli kuvvetli bulmuþtur.
Ben derim ki: Fetih´te zikredildiðine göre hak, vakfý nâfile yerine geçirmektir. Çünkü vâkýf teberru etmiþtir. Vâkýf nâzýrýnýn vermesinin vâcip olmasý, vâkýfýn þartýna tâbi olmak icabetliðindendir. Bununla vâkýf´ýn vermesi vâcip olmaz. Halebi, Fethu´l-Kadîr´in ibaresini uzun uzadýya nakletmiþtir.
Hâsýlý þudur: Nâfile gibi, vakýf gelirinin de onlara verilmemesi tercih olunur. Bu izahtan Þârih´in sözündeki noksanlýk anlaþýlýr. Zira onun sözünden anlaþýldýðýna göre, Fethu´l-Kadîr´in sözü sadece vakýf hakkýndadýr ve vakfýn geliri Benî Hâþim´e helaldir. Lâkin bir nüshaha Halebî´nin þu ziyadeyi yazdýðý görülmüþtür. «Bazýlarý mutlak surette caiz olmadýðýný söylemiþlerdir.» Bu ziyadeyi Halebî, «Hak budur» ifadesinden önce yapmýþtýr. Söz bununla düzelmektedir. Bazý nüshalarda bu ziyade ile, ondan sonra gelen kýsým «Zýmmîye zekât verilmez» cümlesine kadar mevcut deðildir.
Eþbâh üzerine hâþiye yazan zât, Musannýfýn oðlu Þeyh Sâlih El-Gazzî´dir. Eþbah Þârihi Bîrî dahi ayný kanaattadýr. Bunlarýn ikisi de Sirâc ve diðer kitaplardakini iki kavlin yorumlanacaðý yer saymýþlardýr. T. Yani "caizdir" kavlini, vâkýf Benî Hâþim´i isimleriyle zikrettiði zamana; "caiz deðildir" kavlini de, adlarýný söylemediði zamana yorumlamýþtýr. Nitekim "fakirlere" diye vakfetse hüküm budur.
Bunun vechi herhalde þu olacaktýr: Bu taktirde verilen þey, her cihetden sadaka olur. Binaenaleyh Benî Hâþim´in fakirlerine verilmesi caiz olmaz. Adlarýný söylemesi bunun hilâfýnadýr. Çünkü o zaman verdiði sadaka deðil teberru ve yardým olur. Ve evvela zengin bir cemaata, sonra fakirlere vakfetmiþ gibi olur. Hizânetü´l-Müftî´nin þu sözü de bunu te´yid eder: «Bir kimse, "Benim malým Peygamber (s.a.v.)´in Ehl-i Beyt´ine verilsin," der de, Ehl-i Beyt sayýlý kimselerden ibaret olursa caizdir. Çünkü bu vazifedir. Sadaka deðildir. Ve Hz. Fâtýma´nýn sülâlesine verilir.»
«Sonra ayný zât Bahýr sahibinden ilh...» cümlesi bazý nüshalarda yazýlý, bazýlarýnda yoktur. En doðrusu, buraya yazýlmamaktýr. Çünkü az yukarýda geçtiði için, buradaki tekrar olur.
METÝN
Zýmmîye zekât verilmez. Delîli Muaz hadisidir. Zekât ile öþür ve haraçtan baþkasýný ona, yanizýmmîye vermek caizdir. Velev ki nezir, kefâret ve fitre gibi vâcip sadaka olsun. Ýmam Ebû Yusuf buna muhaliftir. Fetva Onun kavline göredir. Hâvilkudsî. Harbî´ye gelince: Müste´men (pasaportlu)´ bile olsa, bütün sadakalarý ona vermek bilittifak caiz deðildir. Bunu, Gâye ve diðer kitaplardan naklen Bahir sahibi söylemiþtir. Lâkin Zeylâî, harbîye nâfile sadaka vermenin caiz olduðunu kesinlikle ifade etmiþtir. Bir kimse araþtýrarak zekâtýný ehil zannettiði birine verir de, o kimse kendi kölesi veya mekâtebi yahut harbî veya müste´men çýkarsa, o zekâtý tekrar verir. Sebebi yukarýda geçti.
ÝZAH
Zýmmîye öþrü vermek caiz deðildir. Çünkü öþür zekâta mülhaktýr. Onun için fukaha ona, «ekinin zekâtý» demiþlerdir. Haraca gelince: O, sözünü ettiðimiz sadakalardan deðildir. Yukarýda geçtiði vecihle onun verileceði yer, müslümanlara yararlý iþlerdir. Onun içindir ki Kenz ile Hýdâye´de, zekâttan baþkasý istisna edilmemiþtir.
"Ýmam Ebû Yusuf buna muhaliftir." O, «Vâcip olan sadakalarý zýmmîye vermek, caiz deðildir» demiþ; onlarý zekâta kýyas etmiþtir. Hidâye ve diðer kitaplarda, bu kavlin Ýmam Ebû Yusuf´tan rivayet edildiði bildirilmiþtir. Zâhirine bakýlýrsa Onun meþhur olan kavli, Tarafeyn´in kavli gibidir.
«Fetva Onun kavline göredir.» Hayreddin-i Remlî´nin hâþiyesinde Hâvî´den naklen, «Biz Onun kavli ile amel ederiz» denilmiþtir.
Ben derim ki: Lâkin Hidâye ve diðer kitaplarýn ifadeleri Tarafeyn´in kavlini tercih ettiklerini gösterir. Metinler de buna göre yazýlmýþtýr.
«Lâkin Zeylâî harbîye ilh...» Yani pasaportlu harbîye nâfile sadaka vermenin caiz olduðunu kesinlikle ifade etmiþtir. Nitekim bunu Nehir´in þu ibaresi göstermektedir: «Sonra ben bunu Zeylâî´de görmedim.» Ebû Suûd ve baþkalarý da böyle demiþlerdir. Bununla beraber mezkûr söz, ittifak davasýna da muhaliftir. Lâkin Muhît´in kesb bahsinde ben þunu gördüm: «Ýmam Muhammed´in siyer-i Kebîr´de beyan ettiðine göre, müslümanýn, kâfir bir harbîye veya zýmmîye sadaka vermesi ve ondan hediye kabul etmesi caizdir. Zira rivayete göre Peygamber (s.a.v.) kýtlýk senesinde Mekke´ye 500 altýn göndermiþ; bu parayý Mekke´nin fakirlerine daðýtmak için Ebû Süfyan b. Harb ile Safvan b. Ümeyye´ye vermelerini emir buyurmuþtur. Bir de sýla-i rahim (akrabaya yardým) her dinde makbuldür. Baþkasýna hediye vermek güzel ahlâktandýr.» Bu bâbda sözün tamamýný vasiyetler bahsinin baþýnda söyleyeceðiz.
Araþtýrarak zekât vermekten murad, kendi içtihadýna ve kanaatina göre vermektir. Araþtýrýr da, zannýnca ehil olmayan birine verir; yahut þüphe eder de araþtýrmazsa, o kimsenin zekât almaya ehil olduðu anlaþýlmadýkça ona zekât vermesi caiz olmaz. Ehil olduðu anlaþýlýrsa, sahih kavle göre caizdir. Bazýlarý, caiz olmadýðýný söylemiþlerdir. Meselenin tamamý Nehir´dedir. Orada þöyle denilmiþtir: «Bilmiþ ol ki, kendisine sadaka verilen þahýs fakirlerin sýrasýnda oturur, onlarýn yaptýðýný yaparsa; yahut üzerinde fakir elbisesi bulunursa, yahut ister de verirse, bu sebepler araþtýrma menzilesindedir.» Mebsut´ta böyle denilmiþtir. Hattâ o kimsenin zengin olduðu meydanaçýkarsa, sadakayý tekrar vermesi icabetmez. Zekât verdiði kimse harbî çýkarsa, o zekâtý tekrar verir.
Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Kenz sahibi, kâfiri mutlak söylemiþtir. Binaenaleyh zýmmîye harbîye þâmildir. Filhakika Mübtegâ´da bunlar açýkça zikredilmiþlerdir.» Muhît´te beyan edildiðine göre, harbî hakkýnda iki rivayet vardýr. Bunlarýn birine göre fark þudur: Ýbadet sýfatý aslâ bulunmamýþtýr. Hak olan vermemektir.
Gâyetül´l-Beyân´da Tuhfe´den naklen, «Ulema, o kimse harbî çýktýktan sonra, pasaportlu bile olsa, kendisine sadaka vermenin caiz olmayacaðýna ittifak etmiþlerdir» denilmektedir. Mi´râc´da da böyle denilmiþtir. Bunun ta´lili yapýlýrken; «Harbîye yapýlan yardým þer´an hayýr sayýlmaz. Onun için kendisine nafile sadaka vermek caiz deðildir. Bu kurbet olmaz» denilmiþtir.
Ben derim ki: Az yukarýda Muhit´tan naklettiðimiz «Harbîye sadaka vermekte beis yoktur» sözü buna aykýrýdýr. Meðer ki; «Bunun mânâsý haram deðildir, sade terki evlâdýr» denile. O zaman kurbet olmaz.
Ýbni Þilbî Kenz Þerhi´nde þöyle demiþtir: «Beyhâkî´nin Kifâyesi´nde þu ibare vardýr: Bir kimse yanlýþlýkla harbîye zekât verse de sonra anlaþýlsa, Asl´ýn rivayetine göre caiz olur. Ýmam Ebû Yusuf, Ebû Hanîfe´den caiz olmadýðýný rivayet etmiþtir. Kendi kavli de budur. Akta´ diyor ki: Ebu Yusuf caiz olmadýðýný söylemiþtir. Þâfiî´nin iki kavlinden biri de budur. Diðer kavli Ebû Hanîfe´ninki gibidir. Hâherzâde´nin Müþkilatý´nda beyan edildiðine göre, zekâtý olan kimse pasaportlu veya harbî olursa, zekâtý tekrar vermenin vâcip olduðuna icma-ý ümmet vardýr. Muhtâr nâm eserde cevaz mutlak söylenmiþtir. Kenz´in mutlak sözü de bunu gösterir.» Ýbn-i Þilbî´nin sözü burada sona erer.
Ben derim ki: Hidâye ve Mültekâ´nýn, kâfirden mutlak olarak bahsetmeleri dahi caiz olduðunu gösterir. Ýbn-i Þilbî´nin Akta´dan rivayet ettiði söz, mezhep imamýnýn sözü olduðuna delâlet eder. Binaenaleyh buna muhalif icma bulunduðunu söylemesi yersizdir.
METÝN
Zekât alan kimsenin, zengin veya zýmmî, yahut kendi babasý veya oðlu, yahut karýsý veyahut Hâþimî birisi olduðu meydana çýkarsa, zekâtý tekrar vermez. Çünkü elinden geleni yapmýþtýr. Hattâ araþtýrmadan vermiþ olsa, hata ettiði takdirde caiz olmaz. Bir fakire, bir veya daha fazla nisap miktarý vermek mekruhtur. Meðer ki verilen kimse borçlu veya çoluk çocuk sahibi olup, verilen zekât çocuklarýna daðýtýlsa, her birine ayrý nisap düþmez; yahut borcundan sonra nisap miktarý artmaz olsun. Bu takdirde mekruh deðildir. Fetih.
Zekâtý baþka yere nakletmek mekruhtur. Ancak o yerde akrabasý bulunursa mekruh deðildir. Hattâ Zahîriyye´de, «Akrabasý muhtaç iken onlardan baþlayarak hacetlerini görmedikçe, bir kimsenin sadakasý kabul olunmaz» denilmiþtir. Baþka yerdekiler daha muhtaç, yahut daha ehl-i takva, daha elveriþli ve müslümanlara daha faydalý olursa, zekâtý nakletmek yine caizdir.
ÝZAH
«Zekâtý tekrar vermez» meselesi, Tarafeyn´e göredir. Ýmam Ebû Yusuf buna muhaliftir.
«Çünkü elinden geleni yapmýþtýr.» Yani elinden gelen temliki yapmýþtýr ki bu rükündur. Çünkü o kimse meselâ, karanlýkta birine zekât verse, «sen kimsin» diye sormakla mükellef deðildir.
«Elinden gelen temliki yapmýþtýr» demekle, bir itiraz defedilmiþ olur. Ýtiraz þudur: "O kimse kölesine veya mekâtebine vermiþ olsa, yine elinden geleni yapmýþtýr." Lâkin buna da harbî ile itiraz edilir. Çünkü harbîde temlik vardýr. Bu da, yukarda geçen «tekrar zekât vermesi vâcip deðildir» sözünü te´yid eder. «Kurbet sýfatý yoktur» diye ta´lilde bulunmak söz götürür.
«Hattâ araþtýrmadan vermiþ olsa, hata ettiði takdirde caiz olmaz.»Þek ve þüphe ettiði takdirde dahi caiz deðildir. Nitekim fetih´te beyan edilmiþtir.
Kuhistânî´de «O kimsenin zekât ehli olduðu baþtan hatýrýna gelmezse» denilmiþtir. Hatadan murad, verilen kimsenin zekâta ehil olmadýðýnýn anlaþýlmasýdýr. Onun halinden bir þey anlaþýlmazsa, verilen zekât caizdir. Þüphe eder de araþtýrmazsa; yahut araþtýrýr da ehil olmadýðýna kanaat getirirse, hükmün ne olacaðýný evvelce arzetmiþtik.
TEMBÝH: Kuhistânî´de Zahîdî´den naklen þöyle denilmektedir: «Zekât verilen kimsenin köle veya harbî olduðu meydana çýkarsa, kendisine verilen zekât gerisi geriye alýnmaz. Hâþimî hakkýnda iki rivayet vardýr. Zekât verilen þahýs, oðlu veya zengin biri çýkarsa, zekât gerisi geriye alýnmaz.» Acaba bu zekât o kimseye helal mýdýr deðil midir? bu hususta hilâf vardýr. Helâl deðilse, bazýlarýna göre o malý tesadduk eder, Bazýlarý, sahibine iade edeceðini söylemiþlerdir.
«Bir fakire bir veya daha fazla nisap miktarý vermek mekruhtur.» Ýmam Ebû Yusuf´tan bir rivayete göre, bir nisap miktarý vermekte beis yoktur. Bundan fazla vermek mekruhtur. Çünkü nisabýn bir cüzü, onun peþin ihtiyacý için hakedilmiþtir. Geri kalan böyle deðildir. Mi´râc. Bu izahtan Zahîriyye ve diðer kitaplarda Hiþâm´dan nakledilen sözün vechi anlaþýlýr. Hiþâm, «Ebû Yusuf´a, "Bir adamýn 199 dirhemi olur da, kendisine iki dirhem sadaka verilirse ne olur?" diye sordum. O, "Birini alýr, birini çevirir" cevabýný verdi, demiþtir.» Bundan anlaþýlýr ki, nisabý tamamlayacak miktarý vermek, nisabý vermek gibidir.
Nehir sahibi diyor ki: «Zâhire bakýlýrsa, nisabýn üreyici olup olmamasý fark etmez. Hattâ nisabý dolduran ticaret eþyasý verse hüküm yine budur. Verilen zekâtýn altýn, gümüþ veya hayvan olmasý arasýnda da fark yoktur. Hattâ kýymeti nisabý doldurmayan beþ deve verse, yukarýda geçen sebepten dolayý mekruh olur.»
«Zekâtý baþka yere nakletmek mekruhtur.» Çünkü burada komþu hakkýna riayet vardýr. Binaenaleyh nakletmemek evlâdýr. Zeylâî. Bundan hatýra gelen, Kerahet-i tenzîhi´yedir. Teemmül et! Nakletmiþ olsa caizdir. Çünkü zekâtýn sarf yeri, mutlak olarak fakirlerdir. Dürer. Zekâtta, bütün rivâyetlere nazaran, malýn bulunduðu yer itibara alýnýr. Yalnýz sadakay-ý fýtrda ihtilâf edilmiþtir. Nitekim gelecektir.
Zahîriyye´den nakledilen hadisi, Mecmâu´l-Fevâid sahibi, Evsât´a nisbet ederek, Ebû Hureyre´den Peygamber (s.a.v.)´e menfûan rivayet etmiþtir. Rasulullah (s.a.v.): «Ey Muhammed ümmeti! Beni hak dinle gönderen Allah´a yemin ederim ki, kendisinin yardýmýna muhtaç akrabasý varken zekâtýnýbaþkalarýna veren kimsenin sadakasýný Allah kabul etmez. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah´a yemin ederim ki, o kimseye Allah kýyamet gününde bakmaz» buyurmuþtur. Rahmetî. Kabul etmemekten murad, sevap vermemektir. Velev ki farz ödenmiþ olsun. Çünkü zekâttan maksat, muhtacýn iþini görmektir. Akrabaya verilen zekâtta hem yardým hem sadaka vardýr.
Kuhistâni´de bildirildiðine göre, efdal olan, zekâtýný, kardeþlerine, kýzkardeþlerine, sonra onlarýn çocuklarýna, sonra amcalarýna, halalarýna, sonra dayýlarýna, teyzelerine, sonra zîrahim akrabasýna, sonra komþularýna, sonra oturduðu yerde yaþayanlara, sonra beldesinin fakirlerine vermektir. Nitekim nazýmda beyan edilmiþtir.
Ben derim ki: Bu nazmý yazan Makdisî´dir. Onu þerhinde nazmetmiþtir.
METÝN
Zekâtý, dâr-ý harbden Ýslâm diyarýna; yahut ilim öðrenen talebeye nakletmek de mekruh deðildir. Mirâc´da, «Fakir olan alime sadaka vermek efdaldir» denilmiþtir. Keza zâhitlere zekâtý nakletmek ve sene dolmadan peþin verilen zekâtý nakletmek dahi mekruh» deðildir. Hulâsa. Zekâtý, Kerrâmiye gibi bid´at fýrkalarýna vermek caiz deðildir. Çünkü bunlar Allah´ýn zâtý hakkýnda Müþebbihe´dendirler, Muhtar olan kavle göre, Allah´ýn sýfatlarý hakkýnda Müþebbihe´den olanlar da böyledir. Çünkü zât itibariyle Allah´ý bilmeyen, sýfat itibariyle Allah´ý bilmeyene mülhaktýr. Mecmâu´l-Fetava!
Nitekim zina eden kimsenin zinadan olan çocuðuna zekât vermesi ve keza «benden deðildir» diye nefyettiði çocuðuna zekât vermesi, ihtiyaten caiz deðildir. Meðer ki çocuk, mâlûm kocasý olan bir kadýndan doðmuþ ola. Fusuleyn. Bu meselelerin hepsi Eþbah adlý eserde mevcuttur.
ÝZAH
Dâr-ý harbden zekatý nakletmek mekruh deðildir. Çünkü müslüman memleketindeki müslüman fakirleri, dâr-ý harb fakirlerinden daha efdaldir. Bahýr.
Ben derim ki: Zekât vermekte esirleri kurtarmaya yardým edilecekse, müslüman esirleri de istisna etmek gerekir.
Mi´râc´ýn tam ibaresi þöyledir; «Fakir olan âlime sadaka vermek efdâldir. Muhtaç olan borçlu da böyledir.» Yani fakir olan âlim, sadaka almak hususunda fakir olan cahilden evlâdýr. Kuhistânî. Hulâsâ´nýn ibaresi de þudur: «Sene dolmadan peþin verilen malýn zekâtýný, pek muhtaç ve borçlu olmayan fakire nakletmek mekruh deðildir.»
Buradaki bidat fýrkalarýndan murad, küfrüne hükmedilenlerdir. Kerrâmiye, Müþebbihe fýrkasýnýn bir koludur. Bunlar Abdullah b. Muhammed b. Kerram´a nisbet edilmiþlerdir. Bu adam, «Benim mâbudum arþý âlânýn üzerine yaslanmýþtýr» diye söylemiþ; Allah Teâlâ´ya «cevher» adýný vermiþtir.
Allah´ýn sýfatlarý hakkýnda Müþebbihe´den olanlar, Allah Teâlâ´da sonradan var olma sýfatlarýn bulunmasýný caiz görenlerdir. Onlara göre, mahlûkatýn sýfatlarý gibi Allah´ýn bazý sýfatlarý da sonradan olmadýr. T.
Çünkü zât itibariyle Allah´ý bilmeyen ilh...» Bu ibare ters çevrilmiþtir. Bezzaziye ve diðer kitaplarda þöyledir: «Kerrâmiye´den baþka, sýfatlarda Müþebbihe´den olanlar, hal itibariyle Kerrâmiye´den daha aþaðýdýrlar. Çünkü bunlar sýfatlarda Müþebbihe´dirler. Muhtar kavle göre bunlara da zekât vermek caiz deðildir. Çünkü sýfat itibariyle Allah´ý bilmeyen, zât itibariyle Allah´ý bilmeyene mülhaktýr. Zina eden kimsenin, zinadan olan çocuðuna zekât vermesi caiz olmadýðý gibi, rikâzýn 1/5´inden maada, bütün vâcip sadakalarý vermesi de caiz deðildir. Bunu Tahtâvî Ebû Suud´un Eþbâh Haþiyesi´nden nakletmiþtir.»
Nefy edilen çocuða misal: Ümmüveled câriyenin doðurduðu çocuðu, efendisi «bu çocuk benden deðildir» diye kabul etmemesi. Bahýr´da böyle denilmiþtir. Liân babýnda görüleceði vecihle, liân yapýlarak «benden deðildir» diye nefyedilen çocuk da böyledir. Acaba ümmüveled olmayan hâlis câriyenin doðurduðu çocuk hakkýnda efendisi bir þey demez; yahut «benden deðildir» derse hüküm yine bu mudur? Araþtýrýlmalýdýr. H.
«Meðer ki çocuk, mâlûm kocasý olan bir kadýndan doðmuþ ola.» Ýmâdiye sahibi bunu þöyle ta´lil etmiþtir: «Nesep, nikâhlý kocadan sabit olur. Sayrafiyye´de bildirildiðine göre, bir kadýn zinadan bir çocuk doðursa, sahih kavle göre çocuðun nesebi zânîden deðil, kocasýndan sabit olur. Kocasý; zekâtýný bu çocuða verse caiz olur. Fakat zina eden verirse, bize göre caiz olmaz. Þâfiî´ye göre olur.» Görülüyor ki, imâdiye sahibi, zinadan olan çocuðuna zekat vermenin caiz olmadýðýný açýklamýþtýr. Velev ki kadýnýn mâlûm kocasý olsun. Bunu Hamevî´den naklen Rahmetî söylemiþtir ki, Musannýf´ýn söylediðine aykýrýdýr. Kadýnýn kocalý olduðu bilindiði halde, meseleyi zina ile tasvir etmek, kocalý olduðu bilinmezse iþ deðiþtiði içindir. Çünkü o zaman bu iþ, zina deðil þüphe ile cimadýr.
Bahýr sahibi diyor ki: «Kocasýnýn öldüðü bildirilip, evlenen ve doðurduktan sonra ilk kocasý sað olarak gelen kadýnýn çocuðu dahi bundan hariçtir. Çünkü Ýmam-ý Âzam´ýn, döndüðü ilk kavline göre, çocuklar ilk kocanýndýr. Bununla beraber o kocanýn, zekâtýný bu çocuklara vermesi caiz olduðu gibi, çocuklarýn da ona þahitlik yapmalarý caiz olur. Mi´râc´da böyle denilmiþtir. Çünkü zâhire göre burada «evlât olma» diye bir þey yoktur. Binaenaleyh ikinci kocaya bunun caiz olmamasý gerekir Zira hakikaten çocuk mevcuttur. Velev ki nesebi ondan sabit olmasýn. Lâkin Valvalciye´de nakledilen, bunun Ýmam-ý Âzam kavline göre caiz olmasýdýr. Hz. Ýmam´ýn, bundan döndüðü rivayet olunur. Fetva buna göredir. Þu halde bu çocuklara ilk koca zekât verebilir, ikincisi veremez.»
METÝN
Fiilen veya bilkuvve, bir günlük yiyeceði olan bir kimsenin yiyecek namýna bir þey dilenmesi helâl deðildir. Kazanmaya muktedir olan saðlam kimse gibi ki, ona bir þey veren halini bilirse günahkâr olur. Çünkü harama yardým etmiþtir. Eðer giymek için giysi ister; yahut cihad veya ilim tahsili gibi kazanmaktan alýkoyan bir þeyle meþgul olur da dilenirse, muhtaç olduðu takdirde dilenmesi caizdir.
FER-Ý MESELELER: Dilenciye, bir gün dilenmekten müstaðnî kýlacak miktarda bir þeyler vermek, ihtiyacýný ve çoluk çocuðunu nazar -ý itibara almak menduptur. Zekâtta muteber olan, malýnbulunduðu yerin fakirleridir. Vasiyette, vasiyet edenin yeri; fitrede ise, Ýmam Muhammed´e göre veren kimsenin yeri muteberdir. Esah olan da budur. Çünkü namlarýna fitre verdiði kimseler, veren kimseye baðlýdýrlar.
ÝZAH
Musannýf´ýn bu meseleyi «dilenmek»le kayýtlamasý, dilenmeksizin almak haram olmadýðý içindir. Bahýr. «Yiyecek nâmýna» diye kayýtlamasý; yiyecekten baþka, elbise gibi muhtaç olduðu bir þeyi istemeye hakký olduðu içindir. Þurunbulâliye. Bir kimsenin oturduðu evi olur da kazanmaya kudreti olmazsa; Zahîrüddin, «O evden daha aþaðýsý kâfi gelirse, o kimsenin dilenmesi helâl deðildir» demiþtir. Mi´râc. Bundan sonra Mi´râc sahibi caiz olduðunu bildiren sözler nakletmiþ ve, «Bu daha kolaylýktýr. Bununla fetva verilir» demiþtir.
Kazanmaya muktedir olan saðlam kimse, bu haliyle günlük yiyeceðini kazanmaya kadirdir. Bahýr.
«Halini bilirse günahkar olur ilh...» Ekmel, Meþârýk Þerhi´nde þunlarý söylemiþtir´: «Ama böyle bir dilenciye halini bilerek bir þey vermenin hükmü, kýyasta günahkâr olmaktýr. Çünkü harama yardýmdýr. Lâkin bu, "hîbe" hesap edilir. Zengine, yahut muhtaç olmayana hîbe eden kimse günahkâr olmaz.» Yani zengine verilen sadaka hîbedir. Nasýl ki fakire yapýlan hîbe de sadakadýr. Lâkin buna þöyle itiraz edilebilir. Zenginden murad, nisaba mâlik olandýr. Günlük yiyeceði ile zengin sayýlan kimseye verilen sadaka, hîbe deðil sadakadýr. Binaenaleyh Ekmel, yaðmurdan kaçarken doluya tutulmuþtur. Bunu Nehir sahibi söylemiþtir.
Bahýr sahibi diyor ki: «Lâkin adý geçen kýyasý þöyle defetmek mümkündür: Bu zekâtý vermek, harama yardým deðildir. Çünkü baþlangýçta haram olan, ancak dilenmektir. Bu ise vermekten öncedir. Vermek yardým deðildir. Eðer haram kýlýnan sadece almak olsaydý, o zaman harama yardým sayýlýrdý.»
Makdisî Þerhinde þöyle demektedir: «Biliyorsun ki Zâhire göre fukahanýn muradý þudur: Böyle birine bir þey vermek, zikredilen þekilde dilenciliðe sebep olur. Vermemekle çok defa o kimse dilencilikten tevbe eder. Teemmül buyrula!»
«Giymek için giysi isterse ilh...» Ev kirasý ve zaruri olan ev tamiri de böyledir. Zâhire göre, ev satýn almak için para dilenemez.
Ýlim tahsili meselesini Bahýr sahibi incelemiþ ve þöyle demiþtir: «Gâziye, ilim tahsil eden talebeyi katmak gerekir. Çünkü ilimle meþgul olduðu için kazanmaktan âcizdir. Onun için fukaha, nafakasýnýn babasýna ait olduðunu söylemiþlerdir. Velev ki saðlam ve kazanabilir olsun.O kötürüm gibidir.
«Zekâtta muteber olan, malýn bulunduðu yerin fakirleridir.» Zekâtý verenin yeri deðildir. Hattâ malýn sahibi bir yerde, malý baþka yerde olsa, bütün rivayetlere göre, malýn bulunduðu yerde taksim edilir. Bahýr. Zâhirine bakýlýrsa, kendi bulunduðu yerde daðýtsa mekruh olur.
Þimdi burada bir þey kaldý ki, ben bunu bir yerde görmedim. Bir kimsenin, ortaðý ile bir yerde malý olsa ve o yerde üzerinden sene geçse, sonra ortaðý o malý mal sahibinin bulunduðu yere getirse, henüz zekâtý verilmeyen bu malýn zekâtýný bu yerin fakirlerine mi yoksa geldiði yerin fakirlerine mi verecektir? Araþtýrýlmalýdýr.
«Vasiyetde vasiyet edenin yeri muteberdir.»
Ben derim ki: Cevhere´de Fetevâ´dan naklen böyle denilmiþse de, Vehbâniyye Þerhi´nin vasiyetler bahsinde Hulâsa´dan naklen þöyle denilmiþtir: «Bir kimse, malýnýn 1/3´inin Belh fukarasýna tesadduk edilmesini vasiyette bulunsa, efdal olan o fukaraya vermektir. Ama baþkalarýna verse de caiz olur. Bu kavil Ebû Yusuf´undur; onunla fetva verilir. imam Muhammed caiz olmadýðýný söylemiþtir.»
Esah kavle göre fitre sadakasýnda, sadakayý verenin bulunduðu yer itibara alýnýr, Hattâ Nihâye ile Ýnâye´de açýklandýðýna göre, bu kavil zâhir-i rivayedir. Nitekim Þurunbulâliye´de dahi böyle denilmiþtir. Mezhep de budur. Binaenaleyh Fethu´l-Kadîr´in sahih bulduðu Ýmameyn kavlinden evlâdýr. Ýmameyn, fitresi verilen kimsenin, bulunduðu yerin itibara alýnacaðýný söylemiþlerdir.
Rahmetî diyor ki: «Minâh´da, sadakay-ý fýtr bâbýnýn sonunda, "Efdal olan, kölelerinin, çocuklarýnýn ve hizmetçilerinin fitre, sadakalarýný, bulunduklarý yerde vermektir. Bu, Ebû Yusuf´a göredir. Fetva da onunla verilmiþtir. Ýmam Muhammed´e göre kendi bulunduðu yerde vermesi efdaldir" denilmiþtir.»
Ben derim ki: Lâkin Tatarhaniyye´de, «Onlar için kendi bulunduðu yerde verir, fetva da buna göredir. Bu kavil Ýmam Muhammed´indir. Ebû Hanîfe´nin kav´li de bunun gibidir. Sahih olan budur» denilmektedir
METÝN
Bir kimse zekâtýný, bayram adetince akrabasýnýn çocuklarýna; yahut müjdeciye veya ilk turfanda yemiþi hediye edene verse caizdir. Meðer ki bedel vermesi lâzým geldiðini nâssan bildire. Zekâtýný kýz kardeþine verirse; kýz kardeþinin, kocasýnda nisap miktarý mehri bulunduðu, o da bunu ikrar edip kadýn istemiþ olsa vermekten imtina etmeyeceði takdirde caiz deðildir. Aksi takdirde caiz olur. Zekatý muallim halîfesine verirse, eðer halîfe bu zekât verilmese dahi onun namýna çalýþacaksa sahih olur. Aksý takdirde sahih deðildir. Zekâtý avucuna koyar da fakirler kaparsa caizdir. Bir mal yere düþer de onu bir fakir alýr, sahibi de razý olursa, o þahsý tanýdýðý takdirde mal da durursa caizdir. Hulâsa.
ÝZAH
Tatarhâniyye´de ilk turfanda yemiþ «hiçbir þey etmezse» diye kayýtlanmýþtýr. Bunun mefhumundan þu anlaþýlýr ki; turfanda yemiþin kýymeti olursa, zekât namýna verilmesi sahih deðildir. Çünkü onu hediye eden, ancak bedelini almak için vermiþtir. Binaenaleyh hediye edenin razý olacaðý parayý vermeden almak caiz deðildir. Ondan fazlasýný zekât namýna vermek sahihtir.
Sonra Tahtâvî´de gördüm ki, bu ibarenin mislini söylemiþ; þunu da ziyade etmiþ: «Meðer ki hediye eden, hîbe eden yerine sayýlmýþ olsun.» Yani bununla bedel almak istememiþ, onu ancak sadakaya vesîle yapmýþtýr. Þu halde verdiði þeyi teberru etmiþtir. Onun için, o kimseden aldýðý, bedel deðil sadakadýr. Lâkin alan kimse ona bir þey vermese, verdiðini ona býrakmaya razý olmaz. Onun da almasý helâl olmaz. Öyle anlaþýlýyor ki, verdiði þeyle zekâtý niyet etse, niyeti sahih olur. Verdiði oþeyin kýymeti veya daha fazlasý miktarýnca zekât borcundan kurtulur. Çünkü hediye eden þahýs, hediyeden maksadý neyse, ona vâsýl olmuþtur. Bu hususta, alan kimsenin, aldýðý þeyin zekât veya nâfile sadaka almasý arasýnda fark yoktur. O zaman hediyeyi terk etmeye razý olmuþ olur.
«Meðer ki bedel vermesi lâzým geldiðini nâssan bildire.» Bu söz, «zekâta ödünç demek doðru deðildir» esasýna mebnî olmak gerekir. Yukarýda gördük ki, itimat bunun aksinedir. Þu halde zekâtý niyet ederse, bedel vermeyi nâssan þart koþsa bile caiz olmak gerekir. Ancak þöyle denilebilir: Bedel vermeyi nâssan bildirince, muâveza (bedelleþme) akdi meydana gelir. Akitlerde itibara alýnan, mücerret niyet deðil, sözlerdir. Sadakaya Kur´an-ý Kerim´de mecazen «karz» (ödünç) denidiði meþhurdur. Binaenaleyh ona «karz» denilebilir. «îvaz» (bedel) sözü böyle deðildir. Çünkü söz niyet mânâsýna gelmemekle beraber, mücerret niyetin ameli yoktur. Onun için ulemadan biri ayýrým yaparak, «Ödüncü zekâtla tevil ederse caizdir. Etmezse caiz deðildir» demiþtir.
«Aksi takdirde sahih deðildir.» Zira verilen, bedel mesabesinde olur. T. Burada þöyle denilebilir: «Turfanda yemiþ hediye edene verilen de böyledir. Þu halde niyetin itibara alýnmasý gerekir. Bunun benzeri, zekât bahsinin evvelinde geçendir.» Orada þöyle denilmiþtir: «Bir kimse nafakasýný vermek için, hüküm giyen birine zekat verirse, zekât yerine geçmez. Ama bu, nafaka yerine saydýðýna göredir. Zekâttan sayarsa caizdir.» Bazýlarý caiz olmadýðýný söylemiþlerdir. Nasýl ki Tatarhâniyye´de böyle denilmiþtir. Lâkin yine Tatarhâniyye´de bildirildiðine göre Ýmam Muhammed, "Emanet, emanetçinin elinde helâk olur da sahibine bedelini verirse, bununla malýnýn zekâtýný niyet ettiði takdirde davayý defetmek için vermiþse, zekât yerine geçmez" demiþtir.
Yine Tatarhâniyye´de bildirildiðine göre, bir kimse sadakay-ý fýtrýný sahura kaldýran davulcuya verirse caizdir. Çünkü bu ona vacip deðildir. Ulemamýzýn söylediklerine göre, en ihtiyat ve þüpheden en uzak hareket, evvela o davulcuya hediye olacak bir þey vermek, sonra da buðdayý vermektir.
«Fakirler kaparsa caizdir.» Ve bu onlara o malý temlik olur. Niyet, malý ayýrýrken yapýlmýþtýr. Hiç niyet etmese de, fakirler kaptýktan sonra niyet etse, mal fakirlerin elinde bulundukça caizdir. Nitekim bunun benzerini yukarýda gördük.
Ben derim ki: Bunu «fakirlerin kapmasý kendi rýzasý ile olursa» diye kayýtlamak gerekir. Çünkü bâtýnî mallarda vermeyi ihtiyar etmek þarttýr. Nitekim bâgîler meselesinde geçmiþti. Aþaðýdaki mesele de buna delâlet eder.
«O þahsý tanýrsa.» Yani alan þahsý tanýrsa caiz olur. Çünkü tanýmazsa meçhul þahsa mal temlik etmiþ olur ki caiz deðildir. Zira bu, ibaha olur. Zekâtta þart ise, temliktir.
H A T Ý M E : Bilmiþ ol ki sadakayý, kendine ve çoluk-çocuðuna yetecek miktardan artan maldan vermek müstehaptýr. Kendine yetmeyecek maldan verirse günahkâr olur. Bir kimse, kendinin samimi tevekkülünü ve dilenmeye karþý sabredeceðini bilerek bütün malýný tasadduk etmek Ýsterse edebilir. Aksi takdirde caiz deðildir. Baþý dara düþünce sabredemeyen kimsenin, tam kendine yetecek kadar olan nafakasýndan birazýný tesadduk etmesi mekruh olur. Dürerü´l-BihârÞerhi´nde böyle denilmiþtir. Tatarhâniyye´de Muhît´ten naklen bildirildiðine göre, nâfile sadaka vermek isteyen kimse için efdal olan, bütün mü´minîn ve mü´minâtý niyet etmektir. Çünkü sadaka hepsine ulaþýr; ecrinden hiçbir þey noksan edilmez. Allah´u âlem!
Ynt: Zekat By: neslinur Date: 24 Mart 2010, 16:00:37
SADAKA-Ý FITR BÂBI
METÝN
«Sadaka-i fýtr» terkibi, hükmü þartýna izâfet kabilindendir. «Fýtr» kelimesi islamî bir sözdür. «Fýtrat» kelimesi ise sonradan uydurmadýr. Hattâ îrap hâtasý olduðunu söyleyenler vardýr. Sadaka-i fýtrýn verilmesi, zekattan önce, ramazan orucunun farz kýlýndýðý sene emrolunmuþtur. «Peygamber (s.a.v.) bayramdan iki gün önce hutbe okur; fitrenin verilmesini emir buyururdu.» Bunu Þumunnî söylemiþtir.
ÝZAH
Sadaka-i fýtrýn zekâtla münasebeti, her birinin mâlî vazifelerden olmasýdýr. Mebsût´ta, vücud tertibine bakarak oruçtan sonra getirilmiþtir. Burada Musannýf onu sadaka cihetine riayet ederek zikretmiþ ve sadaka olmasýný tercih etmiþtir. Çünkü terkipten maksat, muzâftýr. Muzâfýn ileyh deðildir. Bâhusus muzaf þart olursa, maksat muzaf olur.
Sadaka-i fýtrýn hakký, öþürden önceye alýnmaktý. Çünkü o, kendisinde ibadet mânâsý olan bir nafakadýr. Bu ise onun aksinedir. Þu kadar var ki, öþür kitapla sabit olmuþtur. Sadaka-i fýtr ise haberi vâhit ile sabittir. Bununla beraber zekât nevilerindendir.
Fýtrdan murad, fýtr günüdür. Lügat mânâsý ile fýtr deðildir. Çünkü lügat mânâsý ile fýtr (yaný iftar), ramazanýn her gecesinde olur. Sadaka-i fýtr, sevap kastý ile verilen bir bahþiþ olduðu halde ona sadaka denilmesi, kiþinin doðruluðunu meydana çýkardýðý içindir. (Çünkü bu kelimenin aslý, «doðruluk» mânâsýna gelen «sýdk»týr.) Nitekim kadýn hususunda erkeðin doðruluðunu meydana çýkardýðý için, «mehre» «sadak» denilmiþtir. Mi´râc.
Hükümden murad, sadakanýn vâcip olmasýdýr, Çünkü þer´î hüküm
budur. Vücuptan murad da, eda etmenin vâcip olmasýdýr. Zira fýtrýn þart kýldýðý budur. Nefsi vücup deðildir.
Bahýr´da, «Bu terkipteki izafet, bir þeyi þartýna izafet kabilindendir ki mecazdýr. Çünkü hakikat, hükmü sebebine izafet etmektir, Bu sebep baþtýr» denilmiþtir.
«Fýtr kelimesi islâmi bir sözdür.» Fukaha onu ýstýlah edinmiþlerdir. Galiba bu kelime, «yaratýlýþ» mânâsýna gelen «fýtrat»tan alýnmýþtýr. Bahýr´da Zeylâî´ye uyarak böyle denilmiþtir. Zâhire bakýlýrsa Musannýf´ýn muradý «kendisine sadaka izafe edilen fýtr -ki mahsus günün ismidir- þer´î bir lâfýzdýr», demektir. Yani hâssaten bugüne «fýtr» denilmesi þer´î bir ýstýlahtýr. Zira orucun zýddý olan «fýtr»ýn lügâvî bir kelime olup, þeriat gelmezden önce kullanýldýðý þüphesizdir. Yahut muradý «fýtrat» kelimesidir. Nehir´de Vikâye Þerhi´nden naklen þöyle denilmiþtir: «Fýtrat kelimesi, fukahanýn ve diðer ulemanýn ibarelerinde geçmektedir. Bu kelime sonradan uydurulmuþtur. Hattâ bazýlarý onu avamýn hatalarýndan saymýþlardýr.» Yani «fýtrat» kelimesinden, «sadaka» mânâsý kastedilmiþtir. Kelimenin lügat mânâsý bu deðildir. Çünkü bu mânâda kullanýlmamýþtýr. Gerçi Kâmus´da, «Fýtrat sadaka-i fýtr ve yaradýlýþtýr» denilmiþse de, bazý muhakkýklar buna itiraz ederek «Sadaka-i fýtr mânâsýna almak doðru deðildir; çünkü bu mânâya ancak þeriat tarafýndan kullanýlmýþtýr» demiþlerdir. Kâmus sahibinin, þer´î hakikatleri, kelimelerin lügat mânâlarý ile karýþtýrdýðý çokgörülmüþ ve bu Onun hatasý sayýlmýþtýr. Lakin El Mugrib adlý lügat kitabýnda þöyle denilmektedir: «Muhtasar´da "fitre buðdaydan yarým sa´dýr" denilmiþtir ki, bunun mânâsý sadaka-i fýtrdýr. Bu tâbir Þâfiî ve diðer ulemanýn ibarelerinde mevcuttur. Ve lügat cihetinden sahihtir. Velev ki ben elimdeki esas nüshalarda bulamamýþ olayým.»
Nevevî´nin Tahrîr adýndaki eserinde, «Fýtra, sonradan uydurulan bir isimdir. Galiba "yaratýlmýþ" mânâsýna gelen "fýtraf´tan alýnmýþ olacaktýr. Ebû Muhammed Ebherî´nin beyanýna göre, mânâsý "hilkatin zekâtý" demektir. Sanki sadaka-i fýtr bedenin zekâtýdýr» denilmiþtir. Kuhistâni dahi bu yoldan yürümüþtür. Onun için bazýlarý, sadaka-i fýtra, baþ sadakasý ve bedenin zekâtý denildiðini nakletmiþlerdir.
Hâsýlý «fitre» kelimesinin lügat mânâsý ifade ettiðinde þüphe yoktur. Mânâsý "hilkat, yaradýlýþ" demektir. Söz, ancak mutlak kullanýlýp da þer´î mânâsý kastedildiði hale mahsustur. Eðer muzaf takdir etmeksizin mutlak olarak sadaka mânâsýna kullanýlýrsa, bu sonradan çýkma þer´i bir ýstýlahtýr. Muzaf takdir edilirse, ondan murad, lügâvî mânâsýdýr. Herhalde Mugrib sahibinin sahih gördüðü bu olsa gerektir. Kelime «fýtra» deðil de «fýtr» olarak kullanýlýrsa, lügat mânâsý ifade ettiðinde söz yoktur. Bundan anlaþýlýr ki, Þârihi´n Nehir sahibine uyarak söylediði hatalýdýr.
«Sadaka-i fýtrýn verilmesi ilh...» Nuh Efendi´nin Haþiyesi´nde bu hususta þöyle denilmiþtir: «Hâsýlý ramazan orucu, kýble Kâbe´ye çevrildikten sonra Þaban ayýnda farz kýlýnmýþtýr. Peygamber (s.a.v.) de bayramdan iki gün önce fýtra sadakasý verilmesini emir buyurmuþtur ki bu, mallarýn zekâtý farz kýlýnmazdan önce idi. Sahih olan budur. Onun içindir ki, sadaka-i fýtr zekâtla neshedilmiþtir, derler. Velev ki sahih olan bunun hilâfý olsun.»
Þumunnî´nin söylediði hadisi Abdurrezzak, sahih bir senetle Abdullah b. Sa´lebe´den rivayet etmiþtir. Abdullah þöyle demiþtir: «Rasulullah (s.a.v.) bayramdan bir veya iki gün önce hutbe okudu da, "Buðdaydan bir sa´ý iki kiþi için; yahut kuru hurmadan veya arpadan bir sa´ý bir kiþi için, hür veya köle, küçük veya büyük her þahýs namýna verin" buyurdu.» Fetih. Tahtâvî diyor ki: «Bununla. Bahýr sahibinin bayram namazlarý babýnda söyledikleri kuvvet bulmaktadýr. O þöyle demiþti: Bayram gününden önceki hutbede, hatip sadaka-i fýtrýn hükümlerýi beyan etmelidir ki, halk namazgâha çýkmazdan önce fitrelerini çýkarmak imkânýný bulsunlar.»
METÝN
Sadaka-i fýtr, vakti, ömür boyunca geniþ olmak üzere vâcip olur. «Rasulullah (s.a.v.) sadaka-i fýtrý farz kýldý» hadisinin mânâsý, «onu kararladý, takdir kýldý» demektir. Çünkü bu sadakayý inkâr edenin kâfir sayýlmayacaðýna icmâ-ý ümmet vardýr. Sadaka-i fýtrýn bütün ömürde vâcip olmasý bizim ulemamýza göredir. Sahih olan da budur. Bunu Bedâyý´den naklen Bahýr sahibi söylemiþ; ta´lilini þöyle yapmýþtýr: «Bu sadakanýn verilme emri, bir kavle göre zekât gibi mutlaktýr. Nitekim evvelce geçmiþti.» Bir kimse ölür de, sadaka-i fýtrýný mirasçýsý verirse caiz olur. Bazýlarý bu sadakanýn aynen fitre bayramý gününe mahsus olmak üzere vaktinin dar olduðunu söylemiþlerdir. O günden sonra verilirse kaza olur. Kemal b. Hümâm, Tahrîr adlý kitabýnda bu kavli ihtiyar ettiði gibi; Tenvîrulbesâirsahibi dahi onu tercih etmiþtir.
ÝZAH
«Farz kýldý» hadisi, imam Þâfiî´nin istidlâline cevaptýr. O Sahîhayn´daki Hz. Ömer hadisi ile, bu sadakanýn farz oldûðuna istidlâl etmiþtir Çünkü o hadiste; «Rasulullah (s.a.v.) Ramazan´da sadaka-i fýtrý, müslümanlardan her hür ve köleye -erkek olsun, kadýn olsun- kuru hurmadan bir sa´, arçadan da bir sa´ olmak üzere farz kýldý» denilmiþtir, Fetih.
«Takdir kýldý» sözü, farz kelimesinin mânâlarýndan biridir. «Hakim nafakayý farz kýldý» derler ki, «nafaka takdîr etti» mânâsýnadýr. Bu cevap Bedâyi sahibinindir. Fethu´l-Kadîr sahibinin cevabý þudur: «Zannî delille vücup sâbit olur ve mânâda hilâf yoktur. Çünkü Þâfiîlerin isbat ettikleri farz mânâsý "inkâr eden kâfir olur" manâsýna deðildir. Binaenaleyh bizim vâcip dediðimizin mânâsýna gelir. Þu kadar var ki, onlarýn ýstýlahýnca "farz" kelimesi bizim örfümüzde "vâcibe" de þâmildir. Onlarý açýkladýklarýna göre dahi, sadaka-i fýtrýn farz olduðunu inkâr eden kâfir olmaz. Bu gösterir ki onlar, bizim örfümüzde "vâcip" denilen þeye "farz" adýný vermiþlerdir» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
Ben derim ki: Þöyle de cevap verilebilir: Ashap´tan biri «þu iþ farzdýr» derse, bize göre bundan «ýstýlâhî farz» anlaþýlýr; ama bu o sözü Peygamber (s.a.v.)´den iþitene nisbetle yüzde yüzdür. Baþkasýna nisbetle kat´iyet bildiren bir yoldan rivayet edilmedikçe, yüzde yüz deðildir. Onun için ulema «Peygamber (s.a.v.) zamanýnda vâcip yoktu» demiþlerdir. Biz bunu Menâr Þerhi´nin hâþiyelerinde izah ettik.
«Sahih olan da budur.» Metin kitaplarda bildirilen budur. Zira onlarda «Sadaka-i fýtrý önceden veya sonradan vermek caizdir» denilmiþtir.
«Bir kavle göre zekât gibi mutlaktýr.» Yani kayýtlanmamýþtýr. O ancak veren kimsenin fiilen tayin etmesiyle veya ömrünün sonunda taayyün eder. Sair zamanlarda, ne vakit verilse eda olur. Kaza sayýlmaz. Ancak müstehap olan, namazgâha çýkmadan vermektir. Çünkü Peygamber (s.a.v.), «Bugün fakirleri dilenmeye muhtaç býrakmayýn» buyurmuþtur. Bedâyi.
«Bir kimse ölür de sadaka-i fýtrýný mirasçýsý verirse caiz olur.» Cevhere´de, þöyle denilmiþtir: «Sadaka-i fýtr veya kefâret; yahut nezir borcu olan kimse ölürse, bize göre terekesinden alýnmaz. Meðer ki mirasçýsý teberru ehlinden olup, mecbur edilmeksizin kendiliðinden teberru etmiþ olsun. Ölen kimse vasiyet ederse vasiyeti, malýnýn 1/3´inden geçerli sayýlýr.»
Musannýf´ýn «bazýlarý» diyerek naklettiði söz, sahih kavlin mukabilidir ki, bunu Hasan b. Ziyâd söylemiþ, "Sadaka-i fýtrýn eda zamaný, bayram gününün evvelinden sonuna kadardýr» demiþtir. O gün verilmezse, Kurban gibi sâkýt olur. Bedâyi. Hidâye þerhleri ile diðer kitap parada da Kurban gibi sâkýt olur. Bedâyi. Hidâye þerhleri ile diðer kitaplarda da böyle denilmiþtir., Kemal b. Hümâm´ýn Tahrîr adlý eserinde tercih ettiðine göre bu, vakitle mukayyet kabilindendir. Mutlak deðildir. Zira Peygamber (s.a.v.), «Bugün fakirleri dilenmeye muhtaç býrakmayýn» buyurmuþtur. O gün geçtikten sonra verilirse, kaza olur. Ýbn-i Nüceym dahi Bahýr isimli eserinde ona tâbi olmuþ. Ancak Menâr Þerhi´nde, «Bu, sahihin mukabilini tercihtir» demiþtir.
Ben derim ki: Zâhire bakýlýrsa, bu söz üçüncü bir kavil olup, mezhepten hariçtir. Zira günü geçmekle kaza sayýlmasý, «günü geçerse sâkýt olur» diyenlerin kavlinden baþkadýr. Allâme Makdisî bu sözü reddederek þunlarý söylemiþtir: «Ashâb-ý Kiram, Peygamber (s.a.v.) zamanýnda sadaka-i fýtrý bayram gününden önce verirlerdi. Bu, Onun izni ve malumatý ile yapýlýrdý. Nitekim bizzat Kemal b. Hümâm dahi bunu söylemiþtir. Binaenaleyh günle kayýtlanmadýðýna delalet eder. Zira kayýtlansa, o günden önce verilmesi caiz olmazdý; nitekim namazda, oruçta ve kurbanda caiz deðildir.» Cevap verirken, «Bu, sebebi bulunduktan sonra, önce vermektir ve caizdir. Nasýl ki nisaba mâlik olduktan sonra zekâtýn önceden verilmesi caiz olur» denilmiþ olmasý, itirazý te´kîd eder. Çünkü önceden vermenin caiz olduðunu ve vakitle mukayyet olmadýðýný gösterir. Zira vakitle mukayyet olsa, sebebi bulunmuþ olsa bile vakti gelmeden verilmesi caiz olmaz. Çünkü vakit onun þartýdýr. Nitekim Hacc´ýn sebebi olan Kâbe mevcut olmakla beraber, vakti gelmeden haccetmek caiz deðildir. Þu da var ki, fitreyi önceden vermeyi zekâta kýyas etmek doðru deðildir. Çünkü Fetih´ten naklen beyan edeceðimize göre, aslýn hükmü kýyasa muhaliftir.
«Fakirleri dilenmeye muhtaç býrakmayýn» hadisi, bu iþin müstehap olduðuna yorumlanmýþtýr. Nitekim Bedây!´den naklen yukarýda arz ettiðimiz ibare dahi buna iþaret etmektedir. Zahîriyye´de, fitreyi geciktirmenin tahrîmen mekruh olmadýðý açýklanmýþtýr. Nehir´de de öyledir ve gelecektir. Buna delil, Peygamber (s.a.v.)´in «Her kim sadaka-i frtrý namazdan önce verirse, makbul zekât olur; namazdan sonra verirse, sadakalardan bir sadaka olur» hadisidir. Bu hadisi Ebû Dâvud ve baþkalarý rivayet etmiþlerdir. Yani sevabý azaldýðý için sair sadakalardan biri gibi olur. Nitekim Fetih´te beyan edilmiþtir.
Orada þu ifade dahi vardýr: «Bu söz, Hasan b. Ziyâd´ýn kavline göre, sadaka-i fýtrýn sâkýt olduðuna delâlet etmez. Çünkü zâhirini itibara almak, namazdan sonra sadaka-i fýtrýn sâkýt olmasýna yol açar. Velev ki eda o günün geri kalan kýsmýnda olsun. Hasan b. Ziyâd´ýn kavli bu deðildir. Onun kavline göre sadaka-i fýtr, namazýn geçmesel ile deðil, günün geçmesi ile sâkýt olur.» nitekim yukarýda geçti.
«O günden sonra verilirse kaza olur.» Biliyorsun ki vaktin darlýðýndan murad, Ýmam Hasan´ýn «o gün geçerse sâkýt olur» sözüdür ki, bu üçüncü bir kavildir. Ben Kemâl b. Hümam´dan baþka ona kail olan görmedim. Bu kavlin sakat olduðunu da gördün. Binaenaleyh yapýlan bu tefri´ (fer´î mesele) söz götürür.
METÝN
Sadaka-i fýtr, hür olan her müslümana vaciptir. Velev ki küçük çocuk veya deli olsun; hattâ çocukla delinin velileri vermezlerse, buluða erdikten sonra çocuðun vermesi vâcip olur. (Ayýldýktan sonra delinin vermesi de vâciptir.) Müslüman, nisap sahibi olacak ve bu nisap borcu, çoluk çocuðunun ihtiyaçlarý gibi aslî hacetten fazla olacaktýr. Velev ki üremesin. Nitekim yukarýda geçti. Bununla, yani bu nisapla sadaka almak haram olur. Nitekim evvelce geçmiþti. O kimseye, kurban kesmek ve -râcih kavle göre- yakýn akrabalarýnýn nafakasý vâcip olur. Üremenin þart koþulmamasý, sadaka-i fýtrkudreti mümekkine ile vâcip olduðu içindir.
Kudret-i mümekkine: Mücerret fiili yapmaya imkân bulmakla vâcip olan þey. Vücup devam etmek için bu kudretin devamý þart deðildir. Çünkü hâlis þarttýr.
ÝZAH
Sadaka-i fýtr, hür müslümana vacip olunca, köleye ve kâfire vâcip deðildir. Çünkü kölenin temlike (milk olarak vermeye) hakký yoktur. Kafir ise ehil deðildir. Zira sadaka-i fýtr bir kurbet ve ibadettir; küfür ona aykýrýdýr. Nehir. Binaenaleyh kâfire vâcip deðildir; velev ki müslüman bir kölesi veya müslüman çocuðu olsun. Bahýr.
«Velev ki küçük çocuk veya deli olsun.» Bu hüküm, küçükle delinin mallarý olduðuna göredir. Bedâyi sahibi þöyle diyor: «Akýl ve buluða gelince: Bunlar Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf´a göre vücubun þartlarýndan deðildir. Hattâ mallarý varsa küçük çocukla deliye de sadaka-i fltr vâciptir. Onlarýn malýndan velileri verir. Ýmam Muhammed´le Züfer´e göre ise vâcip deðildir. Baba veya vasi, onlarýn mallarýndan sadaka-i fýtrý verirlerse, öderler.» þeyhayn´a göre küçük çocukta delinin fitreleri vâcip olduðu gibi, kölelerinin fitrelerini onlarýn mallarýndan vermek dahi vâcip olur. Nitekim Hindiyye ve Bahýr´da beyan edilmiþtir.
«Hattâ çocukla delinin velileri» onlarýn mallarýndan fitrelerini vermezlerse, çocuðun buluða erdikten sonra; delinin de ayýldýðý zaman fitrelerini vermeleri vâcip olur. Bu hususta Bedâyi´de þöyle ´denilmiþtir «Zengin çocuðun fitresini velisi vermezse, Ebû Hanîfe´yle Ebû Yusufun kaidelerine göre edasý lâzýmdýr. Çünkü çocuk buluðdan sonra buna kadirdir.»
Ben derim ki: Çocukla deli, fakir olurlarsa, fitreleri kendilerine deðil, nafakalarýný verenlere vâcip olur. Nitekim gelecektir. Zâhire bakýlýrsa, velî kendi malýndan bunlarýn fitrelerini vermezse, buluðdan ve ayýldýktan sonra çocukla delinin vermeleri lâzým gelmez. Zira onlara vâcip olmamýþtýr.
«Bu nisapla sadaka almak haram olur.» Yani vâcip olan sadakayý alamaz. Nâfile sadakaya gelince; (almasý haram deðil) sadece istemesi haramdýr. Adý geçen nisap, hacetine yetecek kadarsa, almasý haram deðildir. Ondan sonra zikredilenlerde kendisine vâcip olmaz.
«Yakýn akraba»dan murad, kazanmaktan âciz olan erkekler; yahut fakir kadýnlardýr. Bunlarla kayýtlanmasý, fakir olan ebeveyni (anne babayý) çýkarmak içindir. Çünkü muhtar kavle göre kendisi çok kazanýrsa, anne babasýný kendi nafakasýna alýr.
Þârih´in kudret´i mümekkine tarifine itiraz olunmuþ, «Bu tarif kendisinde kudret-i mümekkine þart olan vâcibin tarifidir» denilmiþtir. Tevzîh´te, kudret-i mümekkine; «Mükellefin üzerine farz olan þeyi ekseriyetle güçlük çekmeden kendisi ile eda edebildiði imkânýn en aþaðýsýdýr.» diye tarif edilmiþ; sonra bu ifade, «sebep ve aletlerin selâmetidir» diye açýklanmýþtýr. (Sebep ve aletlerin selâmetinden murad, o iþi yapmaya mâni bulunmamaktýr. Meselâ abdest almak isteyen bir kimsenin, abdest uzuvlarý saðlam olup su da mevcut ve abdeste mâni bir þey yoksa, o kimse sebep ve aletler selâmette olduðu için abdest almaya kudret-i mümekkine ile muktedirdir.)
Tevzîh sahibinin «Ekseriyetle güçlük çekmeden» diye kayýtlamasý, ulema hac meselesinde «azýk vebinek kudret-i mümekkinedendir» dedikleri içindir. Zira yiyecek ve binecek vasýta, birer alettir ki, maksada ermek için vasýtadýrlar. Bunlarsýz hac etmek dahi mümkün ise de, ekseriye büyük güçlükle olur, Nitekim Telvîh´te beyan edilmiþtir. Sadaka-i fýtrda üremeyen nisap dahi böyledir Zira onsuz da fitreyi vermek mümkündür. Lâkin ekseriye güç olur. Telvîh sahibi diyor ki: «Bu kudret Allah´ýn bir fazla ihsaný olmak üzere, her vâcip ibadetin edasý için þarttýr. Zira fiili yaparken bu kudret olmazsa, kulun mükellef sayýlmasý imkânsýzdýr. Þu halde fiilden önce sebep ve aletlerin selâmette olmasýný þart koþmak Allah tarafýndan bir ihsan olur.»
Bu kudretin devamý,-ki nisaptýr- burada þart deðildir. Hattâ bayram sabahýnýn fecri doðduktan sonra ölse, fitre sakýt olmaz. Hacda malýn helak olmasý da böyledir. Nitekim gelecektir
METÝN
Sadaka-i fýtr, kudret-i müyessire ile vâcip olmaz. Kudret-i müyessire bir þeyin fiiline imkân bulduktan sonra o þeyin kolaylýk sýfatý ile vâcip olmasýdýr. Ve o þeyi güçlükten kolaylýða deðiþtirir. Onun için bu kudretin devamý þarttýr. Zira (hâlis þart deðil) içinde illet mânâsý bulunan þarttýr. Biz bunu, Menâr üzerine yazdýðýmýz derkenarda izâh ettik. Bundan sonra Musannýf, zikrettiði iki kudret üzerine þu meseleyi tefrî etmiþtir: Binaenaleyh fitre vâcip olduktan sonra, malýn helâký ile sâkýt olmadýðý gibi; hac da sâkýt olmaz. Nitekim þahitlerin ölmesi ile nikâh bâtýl olmaz. Zekât, öþür ve haraç böyle deðildir. Çünkü onlarda kudret-i müyessirenin devamý þarttýr.
ÝZAH
Kudret-i müyessirenin tarifine de yukarýdaki itiraz yapýlmýþtýr. Telvîh´te beyan edildiði vecihle kudret-i müyessire, «Kudret-i mümekkine ile fiilin imkâný sabit olduktan sonra kula ödeme kolaylýðý icap eden þeydir.» Bu kudret, kudret-i mümekkineden sonra ikinci derecede olmak üzere Allah´ýn bir lütf-u ikramýdýr. Onun için, umumiyetle edasý güç gelen mâlî vâciplerin çoðunda þart kýlýnmýþtýr. Buna misâl, zekâttaki nemâdýr. Zira zekâtý, nemâ (yani üreme) olmaksýzýn da vermek mümkündür. Fakat nemâ þartý ile vermek daha kolaydýr .Bu takdirde malýn aslý eksilmez. Elden çýkan sadece üreyenin bir kýsmýdýr.
Sonra kudret-i mümekkine, fiili meydana getirmek için þart olunca, hâlis þart sayýlýr. Onda illet mânâsý yoktur. Binaenaleyh vâcibin devamý için bu kudretin devamý da þart deðildir. Zira devam vücuttan baþkadýr. Vücudun þartý olan þeyin, devamýn þartý olmasý lâzým gelmez. Nikâhtaki þahitler gibi ki, akdin meydana gelmesi için þart; fakat devamý için þart deðildirler.
Kudret-i müyessire bunun hilâfýnadýr. Çünkü o, illet mânâsýnda þarttýr. Vacibin sýfatýný, güçlükten kolaylýða deðiþtirir. Zira mücerret kudret-i mümekkine ile o fiilin vâcip olmasý mümkün idi. Lâkin güçlük sýfatý ile meydana gelirdi. Kudret-i müyessire tesir ederek, onu kolaylýk sýfatý ile vâcip kýlmýþtýr. Binaenaleyh illet olmasý mânâsýna bakarak devamý þarttýr. Hükmün devamý, bu illetsiz mümkün deðildir. Çünkü kudret-i müyessire olmaksýzýn kolaylýk tasavvur edilemez. Vâcip olan fiil, kolaylýk sýfatý olmaksýzýn devam edemez. Çünkü ancak bu sýfatla meþru olmuþtur. Onun içinkudret-i müyessirenin devamý þart kýlýnmýþ; kudret-i mümekkinenin devamý þart kýlýnmamýþtýr. Halbuki zâhire bakýlýrsa bunun aksi olmalýydý. Çünkü fiil, imkânsýz tasavvur olunamaz; fakat kolaylýk olmaksýzýn tasavvur edilebilir
«Binaenaleyh fitre vâcip olduktan sonra malýn helâký ile sâkýt olmaz.» Çünkü kudret-i müyessire ile deðil, kudret-i mümekkine ile vâcip olmuþtur. Hac dahi öyledir. Çünkü haccýn þartý olan azýk ve binecek vasýta, kudret-i mümekkinedir. Zira hacda, kudret-i müyessire ancak binecek vasýtalarý, yardýmcýlarý ve hizmetçileri bulunmakla hâsýl olur. Bunlar ise bil ittifak þart deðildir. T. Þârih burada nikâh meselesini zikretmekle, Telvîh´ten naklettiðimiz «Kudret-i mümekkine vâcibin baþýnda þarttýr. Devamý için þart deðildir. Nitekim nikahta þahitler böyledir ilh...» ifadesine iþaret etmiþtir .
«Zekât, öþür ve haraç böyle deðildir.» Çünkü bunlar, sene geçtikten sonra mal helâk olursa, edaya imkân bulsun bulamasýn sâkýt olurlar. Þeriat, vücubu, kudret-i müyessireye baðlamýþtýr. Kudret-i müyessireye baðlý olan bir þey onsuz olamaz. Bunu Tahtâvî Hamevî´den nakletmiþtir. Burada kudret-i müyessire, nisap deðil üreme vasfýdýr. Musannýf, «malýn helâký ile» diye kayýtlamýþtýr. Çünkü mal kendiliðinden helak olmaz da istihlâk edilirse, fître sâkýt olmaz. Velev ki kudret-i müyessire bulunmasýn. Zira mal sahibini zulümden men etmek ve fakirlerin halini gözetmek için, takdiren kudret-i müyessire mevcut farz edilmiþtir. Telvîh´te de böyle denilmiþtir. Burada haraçtan murad ,harac-ý mukâsemedir ki öþür gibidir, Zira bu haracýn þartý hakikaten mal üreten yerdir. Harac-ý muvazzaf böyle deðildir. O, sýrf ziraata imkân bulmakla vâcip olur. Zimmette vâcip olduðu Ýçin çýkan mahsulün helâký ile helâk olmaz. Zekâtla öþür böyle deðildir.
METÝN
Sadaka-i fýtrý -bir özürden dolayý oruç tutmasa bile- kendisi için ve fakir olan küçük çocuðu ile, deli olan büyük çocuðu namýna verir. Babalar birkaç olursa, her birinin fitre vermesi icabeder. Bir kimse kocasýna hizmet edebilecek küçük bir kýzýný evlendirirse, ona fitre lâzým deðildir. Baba bulunmadýðý veya fakir düþtüðü zaman, dede baba gibidir. Nitekim Ýhtiyâr sahibi bu kavli ihtiyar etmiþtir.
ÎZAH
«Sadaka-i fýtrý kendisi için verir» sözü, fitrenin sebebini beyandýr. Burada asýl olan baþtýr. þüphesiz ki bu baþýn nafakasýný veren ve ona hükmeden kendisidir. Bu manada olup, nafakasýný verdiði ve kendilerine hükmettiði kimseler de ayný hükümdedirler. Meselenin tamamý Nehir´dedir.
«Oruç tutmasa bile» sözü, zâhire göre, müslüman orucunu ancak bir özürden dolayý býrakacaðýna binaendir. Nitekim bunun benzerini, geçmiþ namazlarý kaza bâbýnda görmüþtük. Orada Musannýf, müslümana hüsnü zanda bulunmak için «terk edilen namazlar» dememiþ; «geçmiþ namazlarý kaza» tabirini kullanmýþtý. Þu halde kasten oruç tutmasa bile, fitre vacip olur. Çünkü sebep mevcuttur. Bu sebep, nafakasýný verdiði ve kendisine hükmettiði baþtýr. Velev ki o baþýn sahibi küçük, çocuk ve kafir köle gibi oruç tutmayanlardan olsun. Sonra Bedâyi´de bu mânâda sözler gördüm. Orada þöyle deniliyor: «Keza ramazan ayýnda orucun bulunmasý, fitre vâcip olmak için þart deðildir. Hattâ bir kimse ihtiyarlýk, hastalýk veya yolculuk sebebi ile oruç tutmasa, sadaka-i fýtr vermesi lâzým gelir. Çünkü bu sadakayý emreden delil mutlaktýr. Onda bu þart yoktur.»
Musannýf «küçük çocuðu» sözü ile, ana karnýndaki cenînden ihtiraz etmiþtir. Çünkü ona çocuk denmez. Bercendî´de dahi, böyle denilmiþtir. Zira çocuk, ana karnýndan doðup, ihtilâm oluncaya kadar geçen zamanda insana verilen addýr. Musannýf bununla, anneye küçük çocuklarýnýn sadaka-i fýtrýný vermek vâcip olmadýðýna iþaret etmiþtir. Nitekim Münyetü´l-Müftî´de böyle denilmiþtir. Küçük çocuðu «fakir» diye kayýtlamasý, zengin olmuþ olsa sadaka-i Fýtrý kendi malýndan vâcip olacaðý içindir. Büyük çocuk ile deli, fakir olurlarsa, onlarýn fitrelerini de velileri verir. Zengin iseler, Ýmameyn´e göre kendi mallarýndan verilir. Nitekim evvelce geçmiþti.
Tatarhâniyye´de Muhit´ten naklen þöyle denilmektedir: «Bunak ile deli, küçük çocuk mesabesindedirler. Delilik ister aslî olsun -yani deli olarak buluða ersin- ister ârýzî olsun, fark etmez, Zâhiri mezhep budur.»
Babalar birkaç tane olursa; meselâ iki kiþi, bulma bir çocuðun babasý olduklarýný; yahut müþterek câriyelerinin çocuðunu «bendedir» diye iddia ederlerse, Ebû Yusuf´a göre her biri o çocuk namýna tam bir fitre verir. Çünkü oðulluk ikisinden de tam olarak sübut bulmuþtur. Nesebin sabit olmasý, parçalanmayý kabul etmez. Keza ikisinden birisi ölürse, çocuk kalanýn olur.
Ýmam Muhammed, «Bu iki adama bir sadaka lâzým gelir. Çünkü velî olmak hakký ile nafaka her ikisine aittir. Sadaka-i fýtr da öyledir. Zira o da nafaka gibi parçalanmayý kabul eder» demiþtir. O iki kiþiden biri fakir olursa, Ýmameyn´e göre zengin olan tam bir sadaka verir. Fetih.
Evlendirilen küçük kýzdan murad, fakir kýzdýr. Zira zengin olursa, evlensin evlenmesin sadakasý kendi malýndan verilir. H.
«Kocasýna hizmet edebilecek» ifadesini, Nehir sahibi dahi Kýnye´den bu þekilde nakletmiþtir. Yine Nehir´de Hulâsa´dan naklen þöyle denilmektedir: «Küçük bir kýz kocasýna teslim edilirse, fitresi babasýna vâcip deðildir. Çünkü nafakasý babasýna vâcip deðildir.» Bu ifade, meselenin iki þeyle kayýtlý olduðunu gösterir. Biri hizmete elveriþli olmasý, diðeri de kocasýna teslim edilmesidir. Onun içindir ki þârih nafaka bâbýnda, «Keza küçük zevce hizmete, yahut muhabbete elveriþli olur da kocasý onu evinde bulundurursa, Ýmam Ebû Yusuf´a göre sadakasý kocasýna vâcip olur» demiþtir. Tuhfe sahibi dahi bu kavli tercih etmiþtir. Hizmete yaramazsa, nafakasýnýn kocasýna vâcip olmayacaðý hususunda bu ifade açýktýr. Zahirine bakýlýrsa, -velev ki evinde bulundursun- onun nafakasý babasýna vâcip olur.
«Ona fitre lâzým deðildir.» Yani fakir olduðu için kendi malýndan fitre vermesi gerekmediði gibi; kocasýnýn malýndan , vermesi dahi gerekmez. Sebebi aþaðýda gelecektir. Babasýnýn vermesi de icabetmez. Çünkü kýzýn velisi de olsa, nafakasý ona ait deðildir. H.
Ýhtiyar sahibinin tercih ettiði kavil Ýmam Hasan´ýn rivayetidir. Bu rivayet, kitabýn sonunda gelecek olan birkaç mesele müstesna olmak üzere «dede baba gabidir» diyen zâhiri rivayete aykýrýdýr. Müstesnalardan biri bu meseledir, Fethu´l-Kadîr sahibi dahi bunu tercih etmiþtir. Çünkü sebebin vucudu tahakkuk etmiþtir ki o da, nafakasýný verdiði ve mutlak surette hükmettiði baþtýr. Burada, «Velî olmasý tam deðildir, Çünkü vilayet babadan kocaya intikal etmiþtir. Binaenaleyh vasînin vilâyetigibi olur» þeklinde bir Ýtiraz varit olmuþsa da, bu itiraz doðru deðildir, diye reddedilmiþtir. Çünkü vasi verdiði nafakayý kendi malýndan vermez. Dede böyle deðildir. Çocuðun malý yoksa, nafakasýný baba gibi o da kendi malýndan verir. Bahýr sahibi bu hususta münakaþa etmiþ, Ona da Makdisî ile Nehir sahibi ret cevabý vermiþlerdir. Onun için Þârih, imam Hasan´ýn rivayetini tercih etmiþtir.
Ben derim ki: Lâkin Hâniyye´de þöyle denilmektedir: «Baba hayatta ise, dedenin, fakir olan torunu için sadaka-i fýtr vermesi bil ittifak lâzým deðildir. Zahir rivayete göre, baba ölmüþse hüküm yine böyledir.» Bundan anlaþýlýyor ki Ýmam Hasan´ýn rivayeti, baba öldüðü zamana mahsustur. Lâkin Bedâyi sahibinin sözü, hilâfýn her iki meselede mevcut olmasýný gerektirmektedir. Evet Fetih sahibinin ta´lili, yalnýz ölü hakkýnda zâhirdir.
METÝN
Kiþi, hizmetinde kullandýðý kölesinin fitresini dahi verir. Velev ki köle borca dalmýþ veya baþkasý için ücretle tutulmuþ; yahut rehin edilmiþ olsun! Elverir ki rehin verenin elinde borca yetecek nisap bulunsun.
Hizmeti birine, rakabesi (þahsý) baþkasýna vasiyet edilen köleye gelince: Onun fitresi, ödünç, emanet ve cinayet iþleyen köle gibi, þansýna mâlik olana vâciptir. Zeylâî´nin "vacip deðildir" sözü kalem hatasýdýr. Fetih. Köle kâfir bile olsa, müdebberinin ve ümmüveledinin fitresini de verir. Çünkü sebep tahakkuk etmiþtir. Sebep, nafakasýný verdiði ve baktýðý baþtýr. Karýsýnýn ve akýl bâlið olan büyük çocuðunun fitrelerini vermek, vâcip deðildir. Ama onlarýn izni olmaksýzýn verirse, istihsanen caizdir. Çünkü âdeten izin mevcuttur. Yani aile efradýnýn içinde ise, âdeten izin vardýr. Aile efradýnda dahil deðilse, âdeten izin yoktur. Bunu Muhîften naklen Kuhistânî söylemiþtir. Bellenilmelidir.
ÝZAH
"Hizmetinde kullandýðý" diye kayýtlamasý, ticaret kölesinden ihtiraz "içindir. Zira iki defa sadaka vermek lâzým gelmesin diye, ticaret kölesi için sadaka-i fýtr vâcip deðildir. Zeylâî.
Nihâye´de þöyle denilmiþtir: «Bir kimsenin nisap miktarýný doldurmayan ticaret kölesi olur da zekât malý bulunmazsa, kölesi için sadaka-i fýtr vermesi vâcip deðildir, Velev ki tekrara müeddi olmasýn. Çünkü bun da zekâtýn vücubuna sebep mevcuttur Muteber olan, hüküm deðil hükmün sebebidir.» Bahýr.
"Borca yetecek nisap"tan murad, köleden baþka malýn nisabýdýr. Çünkü köle, hizmetinde kullanýldýðý için, aslî hacetlerinden sayýlýr. þurunbulâliye. Böyle olmazsa fitresini vermek kimseye lâzým gelmez. Zira rehin alan kimse, ,köle üzerinde en çok hak sahibidir. Borçlu ile rehin verilen arasýnda fark þudur: Borçluda, borç kölenin üzerinde ise, borcunu ödeyecek kadar malý bulunmasý þart deðildir. Rehin verilende ise, efendisinin üzerinedir. Bunu Zeylâî´den naklen Halebî söylemiþtir.
«Cinayet iþleyen köle gibi.» Yani kasten yahut hata yolu ile cinayet iþleyen kölenin sadakasýný sahibi verir. Zira sahibinin milki, ancak köleyi zarar gören þahsa verirken elinden çýkar; daha önce çýkmaz. Hâniyye. Zeylâî´nin buradaki ibaresi, «þahsý bir insana vasiyet edilen kölenin fitresi vâcip deðildir»þeklindedir Bu söze, «kalem hatasý» demektense, «kölenin hizmeti, kendisine vasiyet edilen insana, onun fitresini vermek vâcip deðildir» mânâsýna yorumlamak mümkündür. Böyle denirse, «þahsýna mâlik olanýn vermesi vâciptir» demeye aykýrý düþmez. Sonra gördüm ki Tahtâvî bundan bahsetmiþ ve þöyle demiþtir: «Zeylâî üzerine hâþiye yazan þilbî bu sözü, vasiyeti yapan köle sahibi ölüp de, kendisine vasiyet edilen þahsýn kabul veya ret etmediði hale yorumlamýþtýr.»
«Köle kâfir bile olsa» sözü, erkek olsun kadýn olsun müdebbere þâmil olduðu gibi; ümmüvelede dahi þâmildir. Çünkü kâfir câriyeyi -kitabiye olmasa bile- döl almak için ayýrmak caizdir. Zira Mecûsî câriyenin cimai helâl olmamasýndan, döl almak için ayýrmanýn sahih olmamasý lâzým gelmez. Bu ortak câriye gibidir. Araþtýrýlmalýdýr. Bunu Halebî söylemiþtir.
«Sebep, nafakasýný verdiði ve baktýðý baþtýr.» Yani vâcip, kâmil ve mutlak olan nafakasýný verdiði baþtýr. Vâcip kaydý ile, Allah rýzasý için nafakasýný verdiði ecnebî tariften hariç kaldýðý gibi; kâmil kaydý ile ortak, köle; mutlak kaydý ile de zevce hariç kalýr. Çünkü onun nafakasý, nikâh iþleri yolunda gitsin diye zaruridir. Onun içindir ki, ilâç gibi ikinci derecedeki masraflarýný ödemek kocasýna vâcip deðildir. H. Baktýðý baþtan murad, nafakasýný vermektir. Nikâh sureti ile kendi idaresi altýna almak deðildir. Binaenaleyh kocasý amcasý çocuðu ise, onunla itiraz edilemez. Zira onun vilayeti, nikâh vilayetidir. H.
Bir kimsenin, karýsý namýna fitre vermesi vâcip deðildir. Çünkü nafakasýný vermesi ve ona bakmasý kusurludur. Karý koca haklarýndan baþka hususta, kocasý karýsýna hakim deðildir. Kadýnýn zaruri olan nafakasýndan baþka, tedavi ücreti gibi masraflarýný ödemesi vâcip deðildir. Büyük çocuðu, aile efradý arasýnda ve kötürüm bile olsa, fitresini vermek babasýna vâcip deðildir. Çünkü onun üzerinde vilayeti kalmamýþtýr.
Þârih «Akil-balið» sözüyle, bunak ve deliden ihtiraz etmiþtir. Böyle sinin hükmü, küçük çocuk gibidir. Zâhirî rivayete göre, velev ki deliliði ârýzî (yani sonradan meydana gelmiþ) olsun. Ama delilik buluða erdikten sonra ârýz olmuþsa, Ýmam Muhammed onu aklý baþýndaki büyük insan gibi saymýþtýr. Çünkü buluða ermekle, babasýnýn vilayeti kalmamýþtýr. Þârih bu sözü ile, babanýn fitresinin oðluna vâcip olmadýðýna da iþaret etmiþtir. Velev ki ailesi efradý içinde bulunsun. Ancak fakir ve deli olursa, fitresini vermesi vâcip olur. Nîtekim Bahýr ve Nehir´de beyan edilmiþtir. Þârih bu sözü ile, babanýn fitresinin oðluna vâcip olmadýðýna da oluðuna iþaret edilerek) naklolunmuþtur. Hâniyye sahibi ise onu Þâfiî´ye nisbet etmiþtir. Lâkin Seffâr´ýn Câmîinde vâcip olduðuna icmâ nakledilmiþ; buna illet olarak da, vilayet ile nafakanýn her ikisinin bulunmasý gösterilmiþtir. Bu söz açýktýr.
Karýsý ile büyük çocuðunun izinleri olmaksýzýn fitrelerini verirse, istihsasen caizdir. Bahýr sahibi þöyle diyor: «Zahîriyye´nin ibaresinden anlaþýldýðýna göre, karýsý ve çocuðu diye kayýtlamadan bir kimse aile efradý arasýnda bulunanlarýn emri olmaksýzýn fitresini verse, mutlak surette caiz olur.» Bu istihsanen caizdir ki, fetva da buna göredir. Hâniyye.
Þârih «çünkü âdeten izin mevcuttur» sözü ile, hükmen niyetin mevcut olduðunu anlatmakistemiþtir. Aksi takdirde (niyet lâzýmdýr) Bedâyi´de açýklandýðýna göre niyetsiz fitre caiz deðildir.
METÝN
Kaçan kölesi ile, esir edilen ve hacredilen maðsup kölesi için de -beyyinesi yoksa- sadaka-i fýtr vermesi vâcip deðildir. Hulâsa. Kaçak kölenin geçmiþ fitresi, ancak dönüp geldikten sonra vâcip olur. Mükâtebinin fitresi dahi vâcip deðildir. Keza mükâtebin kendisine de vâcip deðildir. Çünkü mükâtebin elindeki mal efendisinindir. Müþterek köleler için dahi fitre vâcip deðildir. Meðer ki köle iki kiþi arasýnda ortak olup, hizmetinden nöbetleþe istifade etsinler. Bu takdirde, fitrenin zamaný birinin nöbetinde gelirse, bir kavle göre vâcip olur. Köle muhayyerlikle satýlýrsa, vücup tevakkuf eder (durur) Fitre günü geçer de, muhayyerlik devam ederse, köleye sahip olanýn fitresini vermesi lâzým gelir.
ÝZAH
Kaçan kölenin fitresinin lâzým gelmemesi; halen ona velî olmadýðý içindir. T. Esir edilenin fitresi ise, elinden ve tasarrufundan çýktýðý içindir. Bu köle mükâtebe benzer. Bahýr.
Ben derim ki: Esir edilen köle kýn (yani hâlis köle) ise, ehl-i harp düþman ona mâlik olur ve sahibinin milkinden çýkar. Müdebber ile ümmüveled böyle deðildir (onlar sahibinin milkinde kalýrlar).
"Beyyinesi yoksa fitresini vermesi vâcip deðildir." Zekât bahsinde geçen düzeltmeye göre, beyyinesi olsa bile fitresi vâcip olmamak gerekir. Çünkü her hâkim adaletle iþ görmez ve her beyyine makbul deðildir. T.
«Kaçak kölenin geçmiþ fitresi, ancak dönüp geldikten sonra vacip olur.» Zâhire bakýlýrsa, gasp edilenle esir edilenin hükmü de budur. H.
Ben derim ki: Bu hüküm, köleye düþman mâlik olmadýðýna göredir. Dönüp gelen kölelerin, geçmiþ seneleri için sadaka-i fýtr vâcip olur. Rahmetî diyor ki: «Ulema, yeri unutulan gömülü malda, geçmiþ seneler için zekât farz, olmadýðýný söylemiþlerdir. Nitekim yukarýda geçmiþti. Ýkisinin arasýndaki farka bakmalýdýr!»
«Mükâtebin elindeki mal efendisinindir.» Onun hakiki milki yoktur. Zira üzerinde bir dirhem borcu kaldýðý müddetçe o köledir. Kölenin ise milki yoktur. Bedâyi.
«Müþterek köleler için dahi fitre vâcip deðildir.» Çünkü her iki ortak hakkýnda, nafaka ve velayet hakký noksandýr. Bu kavil Ýmam-ý Âzam´ýndýr. Ýmameyn´e göre her ortak kendine düþen baþýn fitresini verir. Küsurun fitresi verilmez. Nitekim Hidâye´de beyan edilmiþtir. Köleler dört ise, her ortak iki kölenin fitresini verir. Köleler üç ise, ikisinin fitresi verilir; üçüncünün verilmez. Muhît sahibi, Ýmam Ebû Yusuf´u, Ebû Hanîfe ile beraber göstermiþtir. Esah olan da budur. Nitekim Hakâyýk ve Fetih´te böyle denilmiþtir.
El-Musaffâ´da, «Bu hüküm, hizmet köleleri hakkýndadýr. Ticaret köleleri hakkýnda bil ittifak fitre vâcip deðildir» denilmiþtir. Yani bir malda iki hak bir araya gelmemesi için, demek istemiþtir.
«Fitrenin zamaný»nýndan murad, vücup vaktidir ki, bayram günü fecrin doðmasýdýr.
«Bir kavle göre vâcip olur.» Bundan murad, zayýf bir kavildir. Nitekim bazý nüshalarda açýkça beyan edilmiþtir. Çünkü bu kavil umumiyetle kitaplarýn metin ve þerhlerine muhaliftir. Rahmetî.
Ben derim ki: Bu fer´î meseleyi Mecmâ Þerhi ile Dürerü´l-Bihar Þerhi, Hakâyýk´tan naklen kaydetmiþtir. Zayýflýðýnýn vechi, velâyetin eksik olmasýdýr. Buna delil, ortaklardan birinin o köleyi evlendirmemesidir. Nafaka eksikliði de vardýr. Çünkü kölenin nafakasý iki ortak arasýnda müþterektir. Kýsmet bahsinde görüleceði vecihle, iki ortaktan her biri, kendisine hizmet eden kölenin nafakasýný vermeye ittifak etseler, istihsanen caiz olur. Elbise meselesi bunun hilâfýnadýr. Yani yiyecek meselesinde âdetan müsamaha vardýr. Giyecekte müsamaha yoktur.
«Vücup tevakkuf eder.» Çünkü milk ve velayet tevakkuf etmiþtir; onlarýn üzerine bina edilen de tevakkuf eder. Bahýr. Muhayyerlik, satýcýya yahut müþteriye veya her ikisine ait olabilir. Çünkü milk sallantýdadýr. Muhayyerlik olmasa da bayram günü geçtikten sonra köleyi teslim alsa, fitre müþteriye vâcip olur. Teslim almazdan önce köle ölürse, fitre hiçbirine vâcip olmaz. Müþteri köleyi teslim almazdan önce kusur veya görme muhayyerliði ile geri çevirse, fitre satýcýya vâcip olur. Teslim aldýktan sonra çevirirse, müþteriye ait olur. Hâniyye. Meselenin tamamý Bahýr´dadýr.
«Fitre günü geçerse ilh...» ifadesine þöyle itiraz olunmuþtur: «Fitre gününün geçmesi þart deðildir. Kifâye´de beyan edildiðine göre, fecr doðduðu anda muhayyerliðin bulunmasý kâfidir.» Onun için Ýnâye sahibi, «Bu söz küllü ýtlak; cüzü irâde kabilindendir» demiþtir. (Yani "Bir þeyin bütününü söyleyip cüz´ünü kastetmek kabilinden mecaz-ý mürseldir", demek istemiþtir. Buna misal «parmaklarýný kulaklarýna týkadý» sözüdür. Kulaklara týkanan bütün parmaklar deðil, parmaklarýn uçlarýdýr. Parmaklarýný denilmiþ, bunlarýn cüzleri olan uçlarý kastedilmiþtir.)
METÝN
Sadaka-i fýtr, buðdaydan veya unundan yahut kavutundan, kuru üzümden yarým sâ verilir. Ýmameyn kuru üzümü kuru hurma hükmünde tutmuþlardýr. Bu kavil Ýmam-ý Âzam´dan da rivayet olunmuþtur. Behens´î ile baþkalarý bu kavli sahih bulmuþlardýr. Hakâyýk ile Burhan´dan naklen Þurunbulâliye´de «bununla fetva verilir» denilmiþtir. Kuru hurmadan ve arpadan bir sâ verilir. Velev ki kötü olsun, Nassan bildirilmeyen darý ve ekmek gibi þeylerde kýymete itibar olunur. Muteber olan sâ, 1040 dirhem burçak veya mercimek alan kaptýr.
ÝZAH
Buðdayýn unu ile kavutunda, ihtiyaten miktar ve kýymete itibar etmek evlâdýr. Velev ki bazý hadislerde «un» diye açýklanmýþ olsun. Hidâye. Çünkü bu hadisin senetlerinde Süleyman b. Erkam vardýr ki, hadisi metruktur (Onun hadisi ile amel edilmez). Binaenaleyh ihtiyata riayet ederek yarým sâ buðday unu, yahut bir sâ arpa unu vermek vâcip olur. Ancak buðday ununun yarým sâ buðdaya; arpa ununun bir sâ arpaya müsâvi olmalarý þarttýr
«Ýmameyn, kuru üzümü kuru hurma hükmünde tutmuþlardýr.» Yani her ikisinde birer sâ vermek icabeder. «Behensî Mültekâ Þerhi´nde bu kavli sahih bulmuþtur.» Maksat, sahih olduðunu rivayet etmesidir. Yoksa Behensî tashih eshabýndan (yani sahihi sakîmi birbirinden ayýracak tercihsahiplerinden) deðildir.
Bahýr sahibi diyor ki: «Bu kavli Ebu´l-Yusr sahih bulmuþ, Muhakkýk Ýbn-i Hümâm Fethü´I-Kadîr´de onu delil cihetinden tercih etmiþtir.»
Nikâye Þerhi´nde, «Evla olan, kuru üzümde miktar ve kýymete itibar etmektir» denilmiþtir. Yani yarým sâ kuru üzüm, kýymet itibariyle yarým sâ buðdaya müsavi olmalýdýr. Tâ ki miktar cihetinden sahih olmazsa, buðdayýn kýymeti cihetinden sahih olsun. Lâkin buna þöyle itiraz edilmiþtir: Kuru üzümden bir sâ verileceði sahih hadiste nâssan bildirilmiþtir. Binaenaleyh onda kýymete itibar edilemez. Nitekim gelecektir. Arpanýn unu ve kavutu arpa gibidir. Nehîr.
«Velev ki kötü olsun.» Bahýr´da þöyle denilmiþtir: «Musannýf yarým sâ ile bir sâ´ý mutlak söylemiþ, "iyisinden" diye kayýtlamamýþtýr. Çünkü yarým sâ kötü arpa verse caiz olur. Bozulmuþunu veya kusurlusunu verirse, noksanýný öder. Kötü arpanýn kýymetini verirse, fazlasýný öder. Zahîriyye´de böyle denilmiþtir.» Hâþiye yazarlarýndan birinin Zeylâî Haþiyesi´nden naklettiðine göre, verilen buðday arpa ile karýþýk olursa bakýlýr: Arpa fazla olursa bir sâ; buðday fazla olursa yarým sâ vermesi icabeder.
Nâssan bildirilmeyen þeyler hakkýnda Bedayi´de þöyle denilmiþtir «Nâssan bildirilen þeylerin kýymet itibariyle birbirinin yerine verilmesi caiz deðildir. Ýster verdiði bedel aslýn cinsinden olsun; isterse baþka cinsten olsun fark etmez. Binaenaleyh kýymet itibariyle buðday yerine buðday vermek -meselâ orta cins bir sâ buðdayýn yerine, iyi cins yarým sâ buðday vermek - caiz olmadýðý gibi, kýymet itibariyle buðdayýn yerine buðdaydan baþka bir þey vermek de caiz deðildir. Yarým sâ buðday kýymetinde olan yarým sâ kuru hurmayý buðdayýn yerine vermek caiz deðildir. Verilen hurma, hurma yerine geçer; sahibine de geri kalanýný tamamlamak düþer. Çünkü kýymet ancak nâssan bildirilmeyen þeylerde muteberdir.»
TEMBÝH: Bize göre nâssan bildirilen þeylerde, bir cinsi baþka cinsten tamamlamak caizdir. Bahýr´da Nazm´dan naklen þöyle denilmiþtir: «Bir kimse yarým sa arpa ve yarým sâ kuru hurma; yahut yarým sâ kuru hurma ve bir batman buðday veya yarým sâ arpa, çeyrek sâ buðday verse caiz olur. Þâfiî buna muhaliftir.»
«Darý ve ekmek gibi þeylerde kýymete itibar olunur.» Sahih kavle göre, ekmeði ancak kýymet itibariyle Vermek caizdir. Çünkü kendinin verilmesi nâssan bildirilmemiþtir. Binaenaleyh nâssan bildirilmeyen darý vesair hububat ile peynir gibidir. Bahýr.
Bilmiþ ol ki bir sâ dört müd, bir müd iki rýtýl, bir rýtýl yarým batman, bir batman dirhem hesabý ile 260 dirhem, istâr hesabý ile 40´týr. Ýstâr dirhemle hesaplanýrsa 6.5 dirhem; miskalle hesap edilirse 4,5 miskaldir. Dürerü´l-Bihâr Þerhi´nde böyle denilmiþtir.
Müdd ile batman müsavi olup, her biri iki Irak rýtlýnýn çeyrek sâ´ýdýr. Bir rýtýl 130 dirhemdir. Zeylâî ile Fetih´te beyan edildiðine göre, sâ hakkýnda ihtilâf edilmiþtir. Tarafeyn «Irak rýtlý ile sekiz rýtýldýr» demiþler; imam Ebu Yusuf ise beþ rýtýl 1/3 olduðunu söylemiþtir. Bazýlarýna göre ortada hilâf yoktur. Çünkü Ebû Yusuf sâ´ý Medîne rýtlý ile takdir etmiþtir ki 30 istâr eder. Irak rýtlý 20´dir. Irak rýtlýhýnsekizini Medîne rýtlýnýn 5 1/3´ü ile karþýlaþtýrýrsan, birbirlerine müsavi olduðunu görürsün. Böyle demek daha münasiptir. Çünkü Ýmam Muhammed, Ebû Yusuf´un muhalif olduðundan bahsetmemiþtir. Muhalif olsa bahsederdi. Çünkü Onun mezhebini en iyi bilen Ýmam Muhammed´dir. Meselenin tamamý Fetih´tedir.
Sonra bilmiþ ol ki þer´î dirhem 14 kýrattýr. Þimdi örfî dirhem ise 16 kýrattýr. Bir sâ 1040 þer´î dirhem edince, örfî dirhemle 910 olur. þârih´in, Mültekâ Þerhi´nin mahsulün zekâtý bâbýnda açýkladýðýna göre, Þam rýtIý 600 dirhemdir. Þam müddü de iki sâ´dýr. Bu izaha göre, Þam rýtlý ile bir sâ bir buçuk rýtýl ettiði gibi; müd dahi üç rýtýl eder. Ve buðdaydan yarým sâ, Þam müddünün çeyreði olur. Binaenaleyh Þam müddü dört kiþi namýna yeter.
Ben bu meselenin, üstadýmýzýn üstadý Ýbrahim Sâihâni ile yine üstatlarýmýzýn üstadý Molla Ali Türkmânî´nin el yazýlarý ile yazýldýðýný gördüm. Bu zevata uymak kâfidir. Lâkin ben 1226 yýlýnda yarým sâ´ý inceledim ve onun 1 2/3 semîne olduðunu gördüm. (Semîne 1/8 dýr). Þu halde aþaðý yukarý silme olarak çeyrek müd eder. Bu, yukarýda söylediklerimize aykýrý deðildir. Çünkü bizim zamanýmýzýn müddü eski müdden daha büyüktür. Rýtýl da öyledir. Çünkü þimdi rýtýl 700 dirhemden fazladýr. Bu hüküm, sa´ý, burçak ve mercimekle takdir ettiðimize göredir. Buðday veya arpa ile takdir edersek - ki yakýnda görüleceði vecihle bu daha ihtiyatlýdýr - yarým sâ bundan fazladýr. Binaenaleyh ihtiyat olan, iyi buðdaydan tam olarak bir çeyrek þam müddü vermektir. Allah´u a´lem!
Tahtâvi diyor ki: «Üstatlardan biri, yarým sa´ý, Mýsýr tasý il 1 1/6 olarak takdir etmiþtir.» Defrî´nin, 1 1/3 tas olarak takdir ettiði rivayet olunur. Buna göre, Mýsýr´ýn çeyrek tasý, üç kiþi için kâfidir.
METÝN
Musannýf´ýn sâ´ý burçak ve mercimekle takdir etmesi, ölçek ve tartýda müsavi olduklarý içindir. Kýymeti yani dirhemleri vermek müftabih mezhebe göre o þeyin aynýný vermekten daha iyidir. Bunu Cevhere ile Zahîriyye´den naklen Bahýr rivayet etmiþtir.
ÝZAH
Musannýf´ýn, sâ´ý burçakla mercimeðin hangisinden olursa olsun takdir etmesi, her iki nevi tartý ve ölçek itibariyle müsavi geldikleri içindir. Çünkü bunlarýn taneleri aðýrlýk ve büyüklük itibariyle birbirinden farklý deðildirler. 1040 dirhem gelen burçaðý bir kaba doldurur da, sonra kabý baþka bir burçaktan doldurursan, ikisinin aðýrlýðý da bir gelir. Çünkü burçakla burçak arasýnda fark yoktur. Ayný tecrübeyi mercimekle yapsan netice yine budur. Bunlardan baþka zahîreler, meselâ buðday böyle deðildir. Çünkü bazý buðday diðerinden daha aðýr gelir ve böylece ölçeðin tartýsý deðiþir. Onun için Musannýf sâ´ý burçak veya mercimekle takdir etmiþtir. Binaenaleyh nâssan bildirilen þeylerden fitre vermek isteyen için, tartýþma bakmaksýzýn bu sabit bir ölçek olur. Çünkü bu ölçekle, meselâ arpa ölçsen, sonra tarttýðýnda tartýsý 1040 dirhemi bulmaz. Tartý itibara alýnsaydý. 1040 dirhem arpa atan bir kab, bu miktar burçak veya mercimek alan kabdan daha büyük olmasý gerekirdi. Ulema sâ´ý bu iki þeyle itibara almýþlardýr. Þu halde baþka zahîrelerde tartýnýn asla itibara alýnmadýðý anlaþýlýr. Buna Zahîre´nin þu sözü de delildir: «Tahâvî sâ´ýn ölçeði tartýsý müsavi sekiz rýtýlolduðunu söylemiþtir. Bunun mânâsý, mercimekle burçak ölçek ve tartý itibariyle müsavîdir demektir. Hattâ bundan sekiz rýtýl tartarak bir sâ´a konsa, eksik ziyade olmaz. Baþka hububatýn tartýsý bazen ölçeðinden daha fazla olur. Nitekim arpa böyledir. Bazen de bunun aksine olur. Tuz böyledir. Bir ölçek sekiz rýtýl mercimek ve burçak alýrsa, o arpa, kuru hurma ve buðdayýn ölçüldüðü sâ´dýr.»
Fetih´te dahi buna benzer sözler söylenmiþ, sonra Fetih sahibi þöyle devam etmiþtir: «Bu izahatla sâ´ý ölçek ve tartý yönünden takdir hususundaki hilâf ortadan kalkar.» Hilâftan muradý, bundan önce söyledikleridir. Bundan önce þöyle demiþtir .«Ebû Hanîfe´ye göre, buðdaydan tartý bakýmýndan yarým sâ itibar edilir. Çünkü ulema sâ hakkýnda sekiz rýtýl mýdýr yoksa 5 1/3 ýtýl mýdýr, diye ihtilâf edince, bunun tartý itibariyle olacaðýnda ittifak etmiþlerdir. Ýbn-i Rüstem´in Ýmam Muhammed´den rivayetine göre itibar sadece ölçeðedir. Hattâ bir kimse dört rýtýl verse caiz deðildir. Çünkü buðdayýn aðýr olup yarým sâ´ý doldurmamasý mümkündür.» Bu söylenenlerle hilâfýn ortadan kalkmasý teemmül götürür. Çünkü Ebû Hanîfe´ye göre, yarým sâ tartý ile itibara almaktan hatýra gelen, buðday ve benzeri gibi þeylerin tartýsý itibar edilmektir. Bunu, burçak ve mercimekle itibar ettiði hatýra gelmez.
Zahire göre sâ´ýn mercimek ve burçakla itibar edilmesi, Ýmam Muhammed´in rivayetine göredir. Ve hilâf mevcuttur. Bundan dolayýdýr ki Sadrü´þ-Þeria Vikaye þerhi´nde iyi buðdaydan bir sâ sekiz rýtýl takdir etmenin daha ihtiyat olduðunu söylemiþtir. Çünkü burçakla takdir edilirse daha küçük olur, sekiz rýtýl buðday almaz. Çünkü burçak buðdaydan daha aðýrdýr. Buðday da arpadan aðýrdýr. Þu halde burçaktan sekiz rýtýl ile dolan bir kap, iyi buðdaydan sekiz rýtýldan daha az ile dolar.
Ben derim ki: Bununla, sâ´ý ölçek ve tartý hesabý ile ele alan her iki rivayete göre, kiþi yakînen (yani yüzdeyüz) borcundan kurtulmuþ olur. Onun için daha ihtiyat sayýlmýþtýr. Lâkin bu izaha göre arpa ile takdir etmek daha ihtiyatlýdýr. Onun için hâþiye yazarlarýndan biri Muhammed Emîn Mirpanî´nin Zeylaî Hâþiyesi´nden naklen, «Bizim Mekke´nin harem-i þerîfindeki ulemamýz ve daha önce onlarýn üstatlarýnýn verdikleri fetvaya göre sâ, arpadan sekiz rýtýl ile takdir edilir. Herhalde bu yüzdeyüz borçtan kurtulmak için ihtiyata riayet etmelerindendir. Zira Serahsî´nin Mebsut´unda ibadetler bâbýnda, ihtiyata riayet etmenin vâcip olduðu kaydedilmiþtir.» Bununla takdir edilirse, bir sâ (kap) mercimek ve buðdaydan sekiz rýtýl alýr ve mutlaka artar. Aksi bunun hilâfýnadýr. Onun için sâ´ý arpa ile takdir etmek daha ihtiyatlýdýr.
Musannýf «kýymeti vermek» sözünü mutlak býrakmýþtýr. Binaenaleyh buðdayýn ve diðer hububatýn kýymetlerine þâmildir. Ýmam Muhammed buna muhaliftir. Tatarhâniyye´de Muhît´ten naklen þöyle denilmiþtir: «Bir kimse buðdayýn veya arpanýn; yahut kuru hurmanýn kýymetini vermek isterse, Þeyhayn´a göre bu üç þeyin hangisinin kýymetini isterse verebilir. Ýmam Muhammed yalnýz buðdayýn kýymetini vereceðini söylemiþtir.»
Þârih´in «yani dirhemleri» sözü, çok defa ´kýymetten murad, ´dirhem´ olduðu zannýný verir. Halbuki kýymet bazen madeni paralardan ve eþyadan olur. Nitekim Bedâyi ile Cevhere´de beyan edilmiþtir. Ýhtimal ki þârih kýymet itibariyle verilmek istenilirse, dirhem verilmesinin daha makbul olduðunu beyan için Zeylâî´ye uyarak sadece dirhemleri söylemekle yetinmiþtir. Çünkü kýymetin daha makbul olmasýndaki illet, fakirin hacetini görmeye daha yardýmcý olmasýdýr, Ýhtimal ki fakir meselâ buðdaydan baþkasýna - elbise vesaire gibi þeylere - muhtaçtýr. Eþya vermek böyle deðildir. Bu izaha göre dirhemden murad, dinara (altýna) da þâmildir.
«Müftâbih mezhebe göre» sözünün mukabili Muzmerât´ta beyan edilendir. Orada, «Þiddet ve sýkýntý günlerinde olsun olmasýn bütün hallerde buðday vermek efdaldir. Çünkü bunda sünnete uymak vardýr. Fetva buna göredir.» denilmiþtir. Minah. Demek ki fetva muhteliftir. T.
METÝN
Bu bolluk zamanýna göredir. Darlýk zamanýnda ise o þeyin aynýný vermek efdaldir. Nitekim bu cihet gizli deðildir. Sadaka-i fýtr fecrin doðmasý ile vâcip olur. Fecrden daha önce ölen veya fecrden sonra doðan yahut müslüman olan kimse için sadaka-i fýtr vâcip deðildir. Peygamber (s.a.v.)´in emri ve fiili ile amel etmiþ olmak için, fitreyi bayram sabahý fecr doðduktan sonra namazgâha çýkmadan ayýrmak müstehaptýr. Ama bayram gününden önce veya sonra eda edilmesi dahi zekâta kýyas ederek caizdir. Sebep mevcuttur. Çünkü sebep baþtýr. Birincide yani evvel vermek meselesinde ramazanýn girmiþ olmasý þarttýr. Sahih olan kavil budur. Bununla fetva verilir. Cevhere´de ve Zâhiriyye´den naklen Bahýr´da böyle denilmiþtir.
ÝZAH
«Bu» yani kýymeti vermenin daha makbul olmasý bolluk zamanýnda dýr.
«Nitekim bu cihet gizli deðildir» sözü, bunun Þarih tarafýndan yapýlma bir inceleme olduðu zannýný veriyor. Halbuki ayný sözü Tatarhaniyye sahibi Muhammed b. Seleme´ye nisbet etmiþ, Nehir sahibi de, «Bu güzeldir» demiþtir.
Sadaka-i fýtr bize göre ikinci fecrin doðmasýyla; Þâfiî´ye göre ise ramazanýn son gününde güneþin batmasý ile vâcip olur. Bedâyi. Fecrden evvel ölen veya sonra doðan kimselere sadaka-i fýtr vâcip deðildir. Çünkü fýtrýn vâcip olduðu anda ehil deðildirler. Nehir. Fecrden önce fakir düþer, yahut fecrden sonra zengin olursa hüküm yine budur. Nitekim Hindiyye´de beyan edilmiþtir.
Zekâta kýyas meselesine Fetih sahibi itiraz etmiþ ve þunlarý söylemiþtir: «Burada aslýn hükmü kýyasa muhalifdir. Binaenaleyh bu asla kýyas edilemez. Çünkü önce vermek, her ne kadar sebep bulunduktan sonra olsa da, henüz vâcip olmadan vermektir» Bahýr sahibi buna cevaben, «Fitre, fark eden bir þey yok mânâsýna zekât gibidir. Yoksa bu bir kýyas deðildir» demiþtir. Ama bu cevap söz götürür. En iyisi Buhâri hadisi ile istidlâl etmektir. O hadiste, «Ashab fitreyi bir veya iki gün evvelinden verirlerdi» denilmiþtir.
Fetih sahibi diyor ki: «Bu hüküm Peygamber (s.a.v.)´e gizli kalan þeylerden deðildir. Bilâkis bunun mutlaka sâbýk bir izinle yapýlmýþ olmasý gerekir. Zira bir þeyin vâcip olmadan sâkýt olmasý, akýl ermeyen hususattandýr. Binaenaleyh Ashab´ýn fitreyi önceden vermeleri, ancak Rasulullah (s.a.v.)´den iþittiklerine hamlolunur.»
METÝM
Lâkin umumiyetle metin ve þerhlerinde fitrenin önce verilmesi mutlak surette sahih kabul edilmiþtir. Bu kavli birçok ulema sahihlemiþ. Nehir sahibi dahi onu tercih etmiþ; Valvalciye´den naklen bunun zâhiri rivayet olduðunu söylemiþtir.
Ben derim ki: Binaenaleyh mezhep budur.
Her þahsýn fitresini bir veya birkaç fakire vermesi caizdir. Ekseri ulemanýn kavli budur. Valvalciye, Hâniyye, Bedâyi ve Muhit sahipleri kesinlikle buna kail olmuþ; Zeylâî dahi zýhar bahsinde hilâf zikretmeksizin bunlara uymuþtur. Burhan sahibi de bu kavli sahih kabul etmiþtir. Þu halde mezhep bu olmuþtur. Nitekim zekâtý ayrý ayrý kimselere daðýtmak da böyledir.
«Fakirleri bugün dilenmekten müstâðni kýlýn» hadisindeki emir nedb içindir. Bunun evla olduðunu ifade eder. Onun için Zahîriyye´de, «Fitreyi geciktirmek tahrîmen mekruh deðildir» denilmiþtir. Nitekim bir cemaatýn sadakalarýný bir fakire vermeleri hilâfsýz caizdir. Yani buradaki hilafa itimat edilmez. Kocasý «benim fitremi de ver» dediði zaman, karýsý onun izni olmaksýzýn kendî buðdayý ile onun buðdayýný karýþtýrýr ve bir fakire verirse, kadýný namýna caiz, erkek namýna caiz deðildir. Çünkü yukarýda geçtiði vecihle Ýmam-ý Âzam´a göre karýþmak istihlâk sayýlýr ve sahibinin hakkýný iptal eder. Ýmameyn´e göre ise iptal etmez; kocasý razý olursa caizdir. Zahîriyye.
ÝZAH
Bahýr´da nakledildiðine göre buradaki sahih kavil hakkýnda ihtilâf edilmiþtir. Bahýr sahibi diyor ki: «Lâkin ayýn girmesi ile kayýtlanmasý kuvvet bulmuþtur. Çünkü fetva buna göredir. Amel de onâ göre oluversin.» Nehir sahibi onun nakillerine muhalefet etmiþ, Hidâye´ye uymayý daha evlâ görmüþtür.
Þurunbulâliye´de, «Ben derim ki: Metin ve þerhlerdeki ifade ile amel dahi bunu te´yid eder. Hakikaten Hidâye sahibinin sahih kabul ettiði kavil Kâfî, Tebyîn, Hidâye þerhleri, Burhan ve Ýbn-i Kemal Paþanýn eserinde mevcuttur. Bezzâziye´de sahih kavle göre, birkaç senenin fitresini önceden vermenin sahih olduðu kaydedilmiþtir. Bunu Hasan b. Ziyâd Ýmam-ý Âzam´dan rivayet etmiþtir» deniliyor .Muhit´te de böyle denilmiþtir.
Ben derim ki: Meselede sahih kabul edilen iki kavil olduðuna göre, müftü bunlarýn hangisi ile amel edeceði hususunda þaþýrýr. Meðer ki birisini tercih ettirecek bir delil buluna. Meselâ zâhir-i rivayet olur, yahut metin ve þerh yazanlar veya ulemanýn ekserisi tercih etmiþ bulunursa, o kaville amel olunur. Nitekim kitabýn baþýnda izah etmiþtik. Burada bu tercih sebeplerinin hepsi toplanmýþtýr. Çünkü mutlak zikredilmiþtir. Binaenaleyh bundan dönülemez. Musannýf, mezhebe göre bir fitrenin bir veya birkaç fakire verilmesinin caiz olduðunu «þu halde mezhep bu olmuþtur» sözü ile ifade etmiþtir. Bahýr sahibi dahi Zeylâî´nin ve Fethu´l-Kadîr´in, «Mezhebe göre caiz deðildir. Caiz olduðunu söyleyen sadece Kerhî´dir.» ifadelerini ret için ayný þeyi söylemiþtir. Bunu Allâme Nuh Efendi dahi reddetmiþ, Mesele aksinedir. Çünkü caiz görmeyenler azlýk, caiz görenler çokluktur. itimat çokluðun kavlinedir» demiþtir.
Buradaki fakirler hadisini "Dârakutnî, Ýbn-i Adiyy ve Ulûtulhadis namýndaki kitabýnda Hâkim ibn-i Ömer (r.a.)´dan, «Bugün de fakirleri dolaþmaktan müstaðni kýlýn» þeklinde rivayet etmiþlerdir. Nuh. Bu ifade, «Dilenmekten müstaðni kýlmak, ancak toptan vermekle olur. Bu da Rasulullah (s.a.v.)´in emri ile amel etmiþ olmak için vâciptir.» diyenlerin sözüne cevaptýr.
Cevabýn izahý þudur: «Emir, vücüp deðil nedib bildirmektedir. Aksi takdirde fitreyi önceden ve sonradan vermek caiz olmazdý. Ýþte bu, mezkûr emrin burada nedib ifade ettiðine karinedir. Aksine hareket etmek, tahrîmen deðil tenzîhen mekruh olur. Bu cevaptan þu anlaþýlýr ki fitreyi birkaç fakire vermek, onu geciktirmek gibi tenzîhen mekruhtur. Meðer ki aralarýnda fark yapýlarak, "Herkes fitresini bayram gününden sonraya býrakýrsa fakirleri dilenmekten müstaðni kýlmak asla mümkün olmaz. Ayrý ayrý fakirlere vermek böyle deðildir. Çünkü mecmuu itibariyle müstaðni kýlmak mevcuttur." denile. Nitekim Kerhî bunu böyle illetlendirmiþtir. Binaenaleyh nedib emrine muhalif deðildir. Çünkü o fertlere deðil mecmuuna emirdir. Buna karîne, çoluk çocuk sahibi olan bir fakirin, bir kiþinin fitresiyle dilenmekten müstaðni kalamamasýdýr. Böyle sini müstaðni kýlmak bir kiþiye emredilemez. Gerçi Bahýr´da, «Tahkike göre kiþi fitresini geciktirmekle eda deðil kaza etmiþ olur. Binaenaleyh günahkâr olur. "Buna delil hadistir» denilmiþtir. Bahýr sahibi bu hususta Fetih sahibine uymuþtur. Ama bu bâbýn baþýnda biz, tercih edilen kavlin bunun hilâfý olduðunu kaydetmiþtik.
«Yani buradaki hilafa itimat edilmez.» Bu söz Musannýf´ýn Bahýr sahibine uyarak «hilâfsýz caizdir» ifadesini düzeltmek içindir. Yani hilafsýz sözünden murad, hususi hilâf yoktur demektir. Çünkü Mevahiburrahman´da her iki meselede hilaf olduðu açýklanmýþ; «Bir fakirin bir cemaattan fitre almasý, bir kiþinin birkaç fakire fitre vermesi, bu iki meseledeki sahih kavle göre caizdir» denilmiþtir.
Ben derim ki: Galiba buradaki hilâfýn yeri, bir cemaat fitrelerini, karýþtýrýp da bir fakire vermeleridir. Ama her biri yalnýz baþýna fitresini bir fakire verirse, caiz olup olmadýðýnda hilâf bulunmasý ihtimalden uzaktýr.
«Kocasý "benim fitremi ver" diye emrederse ilah...» ifadesinden anlaþýlýyor ki, kadýn onun fitresini izni olmaksýzýn verirse caiz deðildir. Bunu Ebussud´dan naklen Tahtâvî söylemiþtir.
«Karýsý onun izni olmaksýzýn karýþtýrýrsa ilh...» Kocasý namýna geçerli deðildir. Fakat izni ile karýþtýrýrsa, karýþtýrmakla kadýn o buðdaya mâlik olamayacaðýndan, fitre erkek namýna geçerli olur. T. izni olmadýðý zaman geçerli olmamasý, kadýna kendi malýndan fitre vermesini emrettiði içindir. Halbuki kadýn kocasýnýn izni olmaksýzýn onun buðdayýný kendi buðdayý ile karýþtýrýnca, o buðdaya mâlik olur. Artýk onu fakire vermesi teberrudur ve kocasýnýn buðdayýný ödemesi lâzým gelir.
Ben derim ki: «Karýsýnýn yaptýðýný kocasý geçerli saymazsa» yahut «delâleten izin bulunmazsa» diye kayýtlamak gerekir. Çünkü Tatarhâniyye´nin zekât bahsinde þöyle denilmektedir: «Ýki kiþi bir adama, zekâtlarýný versin, diye para verirler de; o da bu paralarý karýþtýrdýktan sonra verirse öder, Meðer ki izin yenilenmiþ yahut her iki para sahibi onun yaptýðýný geçerli saymýþ veya delâletenkarýþtýrmaya izin bulunmuþ olsun. Nitekim buðday sahiplerinin arasýnda buðday paralarýnýn karýþtýrýlmasýna izan vermek âdet olmuþtur. Keza deðirmenci müþterilerinin buðdayýný karýþtýrýrsa öder. Bundan ancak örfen karýþtýrmaya izin olan yer müstesnadýr.» Bu satýrlar kýsaltýlarak alýnmýþtýr.
«Kocasý razý olursa caizdir.» Yani onun namýna da caiz olur. Þârih evvelâ "kocasý emrederse" dediðine göre, burada "razý olursa" diye kayýtlamaya hacet yoktur. Ancak, «Þârih caiz olduðuna iþaret etmiþtir. Velev ki baþtan emir bulunmasýn» denilirse iþ deðiþir. Lâkin kocasýnýn razý olmasý caiz sayýlabilmek için, buðdayýn fakirin elinde bulunmasý mutlaka lâzýmdýr. Tatarhâniyye´de þöyle deniliyor: «Bakkalî´ye sadaka-i fýtr için baþkasýnýn zahîresini tesadduk edenin hükmü sorulmuþ da; "Sahibinin geçerli saymasýna baðlýdýr. Bu takdirde, zahîrenin ayný mevcut olmasý vesaire gibi þartlarýna riayet edilir. Geçerli saymazsa öder" demiþtir.» Yine Tatarhâniyye´nin dokuzuncu faslýnda Tahâvî Þerhi´nden naklen þöyle denilmektedir: «Bir kimse kendi malýný baþkasýnýn emri olmaksýzýn onun namýna tasadduk ederse, kendi namýna caiz olur. Velev ki o þahýs geçerli saysýn. O þahsýn malýný tasadduk ederse, geçerli saydýðý mal da mevcut olduðu takdirde, onun namýna caizdir. Mal helâk olmuþsa, teberru eden namýna caiz olur.»
METÝN
Bunun aksi olursa, Nehir sahibi, "Ben bunun cevabýný görmedim" demiþtir. Yukarýda geçen ifade gereðince, kadýn geçerli saymasa bile her ikisi namýna caiz olmalýdýr. Hükümet reisi sadaka-i fýtr toplamak için memur göndermez. Çünkü Peygamber (s.a.v.) bunu yapmamýþtýr. Bedâyi.
Verilecek yerler itibariyle ve bütün hallerde sadaka-i fýtr zekât gibidir. Yalnýz zýmmîye (gayr-ý müslime) vermenin caiz olmasý hususunda bir de malýn helaký ile sükut etmemekte ondan ayrýlýr. Bunlar yukarýda geçmiþti. Bir kimse sadaka-i fýtrýný kölesinin karýsýna verse caiz olur. Velev ki nafakasý kendisine ait olsun. Bunu Þehid Umdetülfetevâ´da kaydetmiþtir.
Hatîme: Ýslâm´ýn vâcipleri yedidir.Bunlar; fitre, yakýn akrabanýn nafakasý,vitir namazý, kurban kesmek, umre yapmak, anaya babaya hizmette bulunmak ve karýnýn kocasýna hizmet etmesidir. Haddâdî.
ÝZAH
Bunun aksinden murad, "fitremi ver" diye karýnýn kocasýna emretmesi ve onun da her ikisinin buðdaylarýný birbirine karýþtýrmasýdýr. T.
«Yukarýda geçen ifade gereðince her ikisi namýna caiz olmalýdýr.» Geçen ifadeden murad, «Kocasý karýsýnýn izni olmaksýzýn onun fitresini verirse istihsanen caiz olur. Çünkü âdeten izin vardýr» sözüdür. Bu ifade, bir kimsenin kendi malýndan, karýsý namýna fitre vermenin caiz olduðunu gösterir. Buradaki meselemizde kadýnýn buðdayýný kendi buðdayý ile karýþtýrýnca buðday kendi milki olur. Ve hem kendisi hem karýsý namýna caizdir. Tatarhâniyye´de ve diðer kitaplarda bunun benzeri vardýr. Orada þöyle denilmiþtir: «Bir adamýn çocuklarý ve karýsý bulunur da, her biri için buðdayý ölçerek sadaka-i fitrelerini vermek ister. Sonra bunlarý bir araya toplayarak hepsinin fitresiniyeti ile bir fakire verirse, hepsi namýna caiz olur.»
Ben derim ki: Lakin burada þöyle bir itiraz yapýlabilir. Kadýnýn kendi malýndan buðdayý kocasýna vermesi, fitreyi kendi malýndan vermek istediðine karinedir. Tâ ki sadakanýn faziletine nail olsun. Bu ise âdeten onun fitresini kocasýnýn malýndan vermesine izin saymaya aykýrýdýr. Binaenaleyh maksadý bu ise caiz olmamak gerekir.
TEMBÝH: Tatarhâniyye´den naklettiðimiz ibare, fitreleri bir araya toplamanýn caiz olduðuna delildir. Fitreleri verirken kadýnýn fitresinden baþkalarýný birer birer ayýrmasý lâzým gelmez. Lâkin evvelâ ayýrmak þart mýdýr deðil midir? Dikkat etmelidir!.. Hattâ bir Þam Müddü´nü birden dört kiþi namýna vermesi kâfidir ve buðdayý ölçerse, sözü vaki-i beyan olur. Ben bunu görmedim; maksat hasýl olmak için ikincisi gerekir. Þurada da ayný þey söylenir: «Bir kimse kendisi ve çoluk çocuðu namýna buðdayýn kýymetini vermek isterse, en ihtiyatlý hareket her fitreyi ayýrmaktýr. Meselede açýk bir nakil bulununcaya kadar bu þekilde hareket etmelidir. Allah´u âlem!»
«Hükümet reisi sadaka-i fýtr toplamak Ýçin memur göndermez.» Gerçi sahih bir hadiste Peygamber (s.a.v.)´in Ebû Hureyre´yi sadaka-i fýtr memuru tayin ettiði beyan olunmuþtur. EbÛ Hureyre (r.a.) getirenin sadakasýný kabul eder; kimsenin ayaðýna gitmezmiþ. Rahmetî.
Ben derim ki: O halde murad, "zekât memuru gibi bizzat kabileler arasýnda dolaþan memur göndermez". demek olur. Binaenaleyh hadisdeki beyana aykýrý düþmez.
Sadaka-i fýtr, sadaka âyetinde bildirilen yerlere verilir. Yalnýz anlaþýldýðýna göre, zengin olan zekat memuruna verilmez. Aralarýnda doðum itibariyle yakýnlýk olanlara, karý kocaya, zengine, Hâþimî´ye ve benzerlerine verilemez. Bunlar zekata ehil olanlar bâbýnda geçmiþti. Biz sadaka verilen kimsenin nasýl olursa efdal sayýlacaðýný da bildirmiþtik.
Þârih «bütün hallerde» demiþse de, maksat mutlak surette her yönden bütün haller deðildir. Çünkü hallerin birtakým þartlarý vardýr ki bunlar diðerlerinde bulunmaz. Çünkü zekâtta sene geçmesi, üreyen nisap, akýl ve balið olmak þarttýr. Sadaka-i fýtrda bunlarýn hiçbiri þart deðildir. Ýmdi verme hallerinde murad, niyet ve temlik þart koþulmaksýzýn sadakanýn ehlini bulmaktýr. Sadece mübah kýlmak kâfi deðildir. Bedâyi. Benim anladýðým budur.
FER-Ý MESELE: Kendilerine zekât verilecek kimseler hakkýnda Tatarhâniyye´den naklen þöyle demiþtik: «Bir kimse fitresini sahur için kendilerini uyandýran davulcuya verse caizdir. Þu kadar var ki en ihtiyatlý ve þüpheden en uzak hareket, ona evvelâ ekmek parçalarý hediye etmek, sonra buðdayý vermektir»
Zýmmîye fitre vermenin caiz olmasý hususunda Hâniyye´de þöyle denilmiþtir: «Bu, caiz fakat mekruhtur. Þâfiî ile Ebû Yusuf´tan bir rivayete göre caiz deðildir.» Hâvî´den naklen fetvanýn Ebû Yusuf kavline göre olduðunu evvelce arz etmiþtik. Bu hususta söz geçmiþti.
«Bunlar yukarda geçmiþti.» Birinci mesele zekât verilecek kimseler bâbýnda; ikincisi de bu bâbda geçmiþti. H.
«Velev ki nafakasý kendisine ait olsun.» Yani teberru suretiyle verdiði ve onu da çoluk çocuðundansaydýðý cihetle bunu iltizam, ettiði için olsun. Aksi takdirde o kadýnýn nafakasý kocasýna aittir. Onun için nafakasý uðrunda karýsýnýn onu satmaya hakký vardýr. Þöyle denilebilir: Nafaka hükmen kölenin efendisine aittir. Çünkü köle onun milkidir. Karýsý bu köleyi nafakasý için satma hakkýna mâlik olunca, sanki nafakasý efendisinin malýndan vâcip olmuþ gibidir.
«Ýslâm´ýn vâcipleri yedidir» sözünü Cevhere sahibi Ýmam Mahbûbî´ye nisbet etmiþtir. Usûlü fýkýhta tekerrür etmiþ bir kaidedir ki, adedin (sayýnýn) mefhumu yoktur. Yahut mânâ, "bu yedi þey Ýslam´ýn vâciplerindendir, demektir. Herhalde bunlarýn birtakým hususiyetleri vardýr ki sair vâcipler aarasýnda bu hususiyetlerde müþterek olmuþlardýr. Binaenaleyh Tahtâvî´nin itirazý varit deðildir. O þöyle demiþtir: "Eðer bu vâciplerin meþhur olanlarýný kasketti ise; sözünü kabul etmiyoruz. Çünkü bayram namazlarý ile cemaatý vesaire yi zikretmemiþtir. Mutlak olarak vâcibi kasdetti ise, namaz, hacc ve diðer ibadetlerde sayýsýz vâcipler vardýr"
þârih´in vâcipten muradý, kadýnýn kocasýna hizmeti gibi diyaneten vâcip olan þeylerle; vitr namazý gibi amelî farzlara þâmildir. Umreyi vâciplerden saymasý, bazýlarý onun vacip olduðunu söyledikleri içindir. Bu hususta sahih kabul edilen kavil hakkýndaki ihtilâf ileride gelecektir. Allah´u alem!
radyobeyan