Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Sebe suresi By: armi Date: 19 Mart 2010, 16:09:36
SEBE´ SÛRESÝ



Kur´an-ý Kerim´in otuz dördüncü süresi. Elli dört âyet sekizyüz seksen üç kelime, üçbin beþyüz on iki harf? ten ibarettir. Fasýlasý ra, nun, mim, dal, ba, lam ve zi" harfleridir. Mekkî surelerden olup Lokman süresinden sonra nâzil olmuþtur. Altýncý âyetinin Medenî olduðu da rivayet edilmektedir (Zemahþerî, el-Keþþaf, Beyrut (t.y), III, 566). Adýný on beþinci âyetinde geçen "Sebe" kelimesinden almaktadýr.

Sebe, Yemen bölgesinde yaþayan bir kavmin adýdýr. Sebeliler, çok verimli topraklara sahiptiler ve bu sayede de medeniyetlerini oldukça geliþtirme imkaný bulmuþlardý. Yüksek bir yaþam seviyesine sahip olan bu topluluk, göz kamaþtýrýcý güzellikte baþ ve bahçelere sahipti. Yaðmur sularý, inþa edilen su seddinde toplanmakta ve kanallar vasýtasýyla ekili araziler mükemmel bir þekilde sulanmaktaydý. Ýki dað arasýnda inþa edilen bu set, meþhur ve tarihi Ma´rib seddidir. Allah Teâlâ, Sebelileri çeþitli nimetlerle rýzýklandýrmýþ ve onlara peygamberler göndermiþtir. Sebeliler bu peygamberlere tabi olarak, onlarýn emirlerini yerine getiriyor ve kendilerine ihsan edilen nimetler için Rablerine þükrediyorlardý. Ancak bir zaman sonra, Allah´ýn dininden yüz çevirerek taþkýnlýkta bulunmaya baþladýlar. Allah Teâlâ da onlarý "Arîm" seli´ni göndererek cezalandýrdý ve Sebeliler bölük pörçük bir halde zelil olarak, etrafa daðýldýlar (Ýbn Kesir, Tefsirul-Kur´anil-Azim, Ýstanbul 1985, VI, 491). Sürede bu kavmin durumu hikaye edilerek insanlarýn geçmiþ kavimlerin durumlarýndan ibret almalarý gerektiðine iþaret edilmektedir. Süre diðer bütün Mekkî sürelerde olduðu gibi, insanlarýn inançlarýný düzeltmeyi ve onlara tevhid, vahiy, öldükten sonra dirilmenin ve hesaba çekilmenin hakikatýný idrak ettirmeyi hedef almakta; ayrýca, müþriklerin Ýslâm´a ve onun peygamberine yönelttikleri itirazlara cevaplar vermektedir. Cevaplar genellikle talimat, deliller çerçevesinde öðüt verme ve tartýþma þeklindedir. Kâfirler, bazý âyetlerle Ýslâm´ýn açýk olan gerçeklerine karþý gösterdikleri inatlarý sonucunda karþýlaþacaklarý kötü akýbet ile uyarýlmaktadýr.

Süre Allah Teâlâ´ya hamdile baþlamaktadýr. Ýlk âyetlerde, O´nun kâinatta var olan her þeyi ilmiyle kuþatmýþ olduðu, göklerin ve yerin derinliklerinde olan zerrelerin dahi onun bilgisi dahilinde bulunduðu gerçeði ortaya konulduktan sonra, kâfirleri inkâr etmekte olduklarý ve gerçekleþmesini imkansýz bulduklarý kýyametin mutlaka vuku bulacaðý bildirilmektedir. Küfredenler öldükten sonra tekrar dirilme konusunda þaþkýnlýk ve hayret içerisinde toprakta yok olan bedenlerin dirilmesinin mümkün olmadýðýný zannetmektedirler. Onlarýn büyük bir aldanma ve þaþkýnlýk içerisinde peygamberin getirmiþ olduðu kitab´a itirazda bulunurken nasýl bir basiretsizlik içerisinde gerçekleri inkar ettikleri þöyle dile getirilmektedir:

"Onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarýnda olaný görmüyorlar mý? Eðer dilersek, onlarý yere geçirir veya üzerlerine gökten parçalar düþürürüz. Þüphesiz bunda Rabbine yönelen her kul için elbet bir ibret vardýr" (9)

Sûre bu gerçekleri dile getirdikten sonra, Davud (a.s)´ýn ailesinden bahseden kýssayý anlatmakta ve insanlarýn bundan ibret almasý gerektiðini bildirmektedir.

Allah Teâlâ, Davud (a.s) ve Süleyman (a.s)´ý çeþitli nimetlerle rýzýklandýrmýþ ve onlara bir çok hârikulâde kuvvetler vermiþti. Süleyman (a.s)´a, uzak mesafeleri çok kýsa zamanda katetme vb. özelliklerin yanýnda cinlere de hükmetme gücü verilmiþti. Cinler onun hizmetinde çalýþýr ve kesinlikle emrinin dýþýna çýkamazlardý. Allah Teâlâ, Davud (a.s)´ý ve Süleyman (a.s)´ý vermiþ olduðu nimetler karþýsýnda þükreder bulmuþtu. Ancak Allah Teâlâ, þükreden kimselerin gerçekten az olduðunu Davud (a.s) ailesine hitab ederek diðer insanlara bildirmek istemiþtir:

"...Ey Davud ailesi! Allah´ýn nimetlerine þükretmek için çalýþýn. Kullarýmdan hakkýyla þükreden pek azdýr" (13).

Eski çaðlardan beri bir takým insanlar, cinlerin gaybý bildiklerine ve onlarla irtibat kurabilen kimselerin gayb hakkýnda bilgiler edindiklerine inanmaktadýrlar. Bu inanýþ bazý topluluklarýn cinlere tapýnmalarýna ve onlarý kendilerine ilâhlar edinmelerine sebep oldu. Öte taraftan kendilerine tapýnýlan cinler, insanlarýn bu þekilde kendilerine yönelmeleri karþýsýnda büyüklük ve ululuk sahibi olduklarýný zannederek, Allah Teâlâ´ya karþý isyanlarýnda daha da azgýnlaþýyorlardý. Kur´an-ý Kerim´de bu durum þu þekilde haber verilmektedir: "Gerçekten insanlardan bazý kimseler cinlerden bazý kimselere sýðýnýrlardý da onlarýn cür´et ve azgýnlýklarýný arttýrýrlardý" (el-Cin, 72/6). Allah Teâlâ cinler hakkýnda beslenen batýl inançlarýn asýlsýzlýðýný Süleyman (a.s)´ýn ölümünden sonra, emri altýnda zorunlu olarak çalýþan cinlerin onun ölmüþ olduðunu uzun zaman farkedemeyiþlerini örnek göstererek ortaya koymaktadýr:

"Süleymanýn ölümüne hükmettiðimiz zaman, öldüðünü cinlere ancak asasýný yiyen bir haþere gösterdi. Süleyman yere düþünce cinlerin durumu anlaþýldý ki, eðer onlar gaybý bilmiþ ol salardý, öyle küçük düþüren bir azap içinde kalýp durmazlardý" (14).

- Peþinden sûreye adýný veren Sebe kavminin içinde bulunduðu nimetlere nankörlük edip, sapýtmalarý sonucu "Arim" seli ile helak ediliþlerinin anlatýldýðý bölüm yer almaktadýr:

Sebe´liler Allah Teâlâ tarafýndan çeþitli rýzýklarla rýzýklandýrýlmýþ olarak bolluk ve refah içerisinde yaþýyorlardý: "... Onlara; "Rabbinizin rýzýklârýndan yeyin de O´na þükredin. Ýþte hoþ bir memleket ve baðýþlayan bir Rab" (15) denilmiþti. Ayrýca onlara ülkelerini mamur hale getirmeleri için imkanlar verilmiþti. Sebeliler, birbirinden bakýldýðýnda görülen güzel þehirlerde yaþamakta ve þehirler arasýnda hiç bir zorlukla karþýlaþmadan rahatlýkla dolaþmaktaydýlar. Ancak onlar bu nimetlere þükredecekleri yerde, nankörlük edip yüz çevirdiler:

"Fakat onlar yüz çevirdiler. Bunun üzerine biz de onlarýn üstüne "Ârîm" selini gönderdik. Onlarýn bahçelerini acý meyveli, ýlgýnlýk ve içinde biraz da sedir aðacý bulunan iki bahçeye çevirdik. Nankörlüklerinden ötürü onlarý iþte böyle cezalandýrdýk. Biz, hiç nankörlerden baþkasýný cezalandýrýr mýyýz?" (16-17).

Sebelilerin nankörlük edip, sapýtmalarýnýn sebebi, þeytanýn kalplerine soktuðu þüpheyi onlara tasdik ettirmesiydi. Allah Teâlâ, þeytanýn hiç bir yaptýrým gücüne sahip olmadýðýný, sadece vesvese verebildiðini ve bunun, gerçekten iman edenler üzerinde bir tesirinin söz konusu olmadýðýný bildirmektedir:

"Gerçekte Ýblis, onlara zannýný tasdik ettirdi. Mü´minlerden bir grup hariç, onlar Ýblis´e uydular. Halbuki Ýblis´in onlarýn üzerinde hiç bir nüfuzu yoktu. Ancak biz, âhiret gününe iman edenle, ondan þüphe edeni ortaya çýkarmak için ona vesvese verme fýrsatý verdik. Senin Rabbin her þeyi koruyandýr" (20-21).

Peþinden gelen âyetlerde Allah Teâlâ müþriklerin inançlarýný sorgulamakta ve onlarýn ilâh olarak tapýndýklarý þeylerin hiç bir güce sahip bulunmadýðýný çeþitli misaller vererek ortaya koymaktadýr:

"Sen müþriklere þöyle de: Allah´ý býrakýp da O´nun ortaðý olduðunu iddia ettiðiniz þeyleri yardýma çaðýrýn. Onlarýn göklerde ve yerde size zerre miktarý zarar veya fayda vermeye güçleri yetmez. Onlarýn göklerde ve yerde Allah´la bir ortaklýklarý yoktur. Allah´ýn da onlardan bir yardýmcýsý yoktur" (22).

Allah Teâlâ kâfirlerin, inkâr etmede öne sürdükleri þeylerin tutarsýz ve gerçek dýþý olduðunu ortaya koyduktan sonra Rasûlüllah (s.a.s)´e hitaben þöyle buyurmuþtur: "Biz seni Ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarýcý olarak gönderdik. Fakat insanlarýn sonraki azabý yalanlamalarý karþýlýðýnda âhirette içine düþecekleri acýklý durumlarý dile getirilirken, onlarýn, kendilerini sapýtmakla suçladýklarý kimselerle olan diyaloglarýnýn ümitsizlik içerisindeki tablosu çizilmektedir. Ýnkâr eden zayýf ve güçsüz kimseler, o günde itaat ettikleri güçlü kimseleri ve tabi olduklarý yöneticilerini suçlayarak onlara acý içerisinde sitem edeceklerdir. Ancak, müstekbirler onlarýn bu iddialarýný reddederek suçlamalarý kabul etmeyeceklerdir:

"Büyüklük taslayanlar (müstekbirler) de zayýflarýn (mustaz´aflarýn) sözlerini reddederek; "Size hidayet gelince, sizi ondan biz mi alýkoyduk? Bilakis siz suçluydunuz" derler" (32).

Müstekbirler, insanlýðý kurtuluþa erdirecek olan ilahi vahyin onlara ulaþmasýný engellemek ve etkisiz býrakmak için her dönemde deðiþik yöntemler uygulamýþlar ve bu iþin baþýný çekmiþlerdir. Bu gerçek, mustazaflarýn, suçlu olduklarýný kabul etmeyen müstekbirlere verecekleri cevapta açýk bir þekilde vurgulanmaktadýr:

"Zayýflar, büyüklük taslayanlara; Bilakis gece gündüz tuzaklar kurmanýz bizi alýkoydu. Çünkü siz Allahý inkar etmemizi ve O´na ortaklar koþmamýzý emrederdiniz" derler" (33).

Tarih boyunca Allah´ýn peygamberlerini yalanlayanlarýn en önde gelenleri her zaman dünyevî bakýmdan kendilerinde bir üstünlük görenler olmuþlardýr:

"Biz her hangi bir ülkeye bir uyarýcý göndermiþsek, oranýn zengin ve þýmarýk ileri gelenleri (mutraflar) mutlaka; "Biz, sizin getirdiklerinizi inkâr ediyoruz" dediler" (34).

Allah Teâlâ, bu zümrenin dayandýklarý mal ve mülklerin gerçek sahibinin kendisi olduðunu ve bunlara sahip olmanýn tek baþýna bir üstünlük sebebi olmadýðýný ve rýzkýn kendi elinde bulunduðunu bildirdikten sonra tekrar, insanlarýn cinlere (þeytan(ar)´a ibadet edip, onlardan bir þeyler istemelerinin ne kadar büyük bir sapýklýk olduðu gerçeðini vurgulamakta, peþinden de, kâfirlerin kendilerine okunan âyetler karþýsýnda aldýklarý tavýr belirtilmektedir. Onlarý tarih boyunca iman etmekten yüz çevirten þeylerin en önde gelen sebeplerinden biri, babalarýnýn batýl dinlerini terketmek istememeleri ve bu dinleri sorgulamadan mantýksýz bir þekilde onlara baðlý kalmak istemeleridir:

"Kafirler âyetlerimiz apaçýk olarak okunduðu zaman, Bu sizi, babalarýnýzýn taptýðý þeylerden alýkoymak isteyen bir adamdan baþka bir þey deðildir" dediler" (43).

Allah Teâlâ, Rasûlüllah (s.a.s)´e ve onun þahsýnda onun yolundan giden Ýslâm tebliðcilerine hitab ederek, inkârda diretmeleri ve kendilerini Ýslâm´a çaðýran kimselerin ýsrarlý tutumlarýnýn altýnda bir þeyler arayarak onlarý itham etmeleri karþýsýnda vermeleri gereken cevabý sunmaktadýr. Bu cevap ayný zamanda müslümanýn dinini diðer insanlara ulaþtýrýrken gözetmesi gereken þeyin yalnýzca Allah Teâlâ´nýn rýzasý olmasý gerektiðini de ortaya koymaktadýr:

Þöyle de: "Sizden herhangi bir ücret istemiþsem o sizin olsun! Benim ücret ve mükafatým yalnýz Allah´a aittir. O her þeye þahittir" (47).

Ýslâm nurunun ortaya çýktýðý yerde, diðer bütün düþünce ve inanç sistemlerinin asýlsýz ve geçersizliði net bir þekilde insanlarýn gözleri önüne serilecektir. Dolayýsýyla, inkârcýlarýn bütün çabalarýna raðmen Ýslâm´ýn gerçekliði hiç bir zaman örtbas edilemeyecektir:

"Sen onlara þöyle de: "Hak geldi, batýldan bir eser kalmadý, bir daha geri dönmez" (49).

Sürenin son âyetleri, Ýslâm düþmanlarýnýn ahirette gösterecekleri piþmanlýklarý ve bu piþmanlýklarýn onlara bir fayda vermediði gibi, müstahak olduklarý Cehennem azabýndan da kurtulmalarýný saðlamayacaðýný açýklamaktadýr:

"O, zaman onlar "Hakka iman ettik" derler. Fakat, ahiret gibi dünyaya çok uzak bir yerden imana nasýl ulaþýrlar? Halbuki onlar daha önce onu inkâr etmiþlerdi. Uzak bir yerden gayba atýp tutuyorlardý" (52-53).

Süre, müþriklerin, âhiret gününde arzuladýklarý þeylere ulaþmalarýnýn mutlak anlamda engellenmesi sonucunda içine düþecekleri mahrumiyet halini zikrederek son bulmaktadýr.

 


radyobeyan