Saltanat By: armi Date: 18 Mart 2010, 19:37:32
SALTANAT
Devlet, hükümet, hakimiyet, otorite; ihtiþam, tantana, debdebe, bolluk, zenginlik; tek kiþinin bölünmez hakimiyeti ve bu hakimiyetin babadan oðula geçiþi ilkesine dayanan yönetim biçimini ifade eden siyaset bilimi terimi. Hükümdarlýk, sultanlýk, padiþahlýk, krallýk ve monarþi gibi isimlerle de anýlan saltanat, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlýlar dönemleri boyunca Ýslâm tarihinde görülen baþlýca yönetim biçimi oldu. Günümüzde de Suudi Arabistan ve Ürdün gibi halký Müslüman ülkelerde varlýðýný sürdürmektedir.
Yüzyýllar boyunca hükümdarlarýn ayný zamanda "halife" ünvanýný taþýmalarý, saltanat yönetimiyle hilafet yönetiminin birlikte düþünülmesine, birbirine karýþtýrýlmasýna, hatta saltanatýn Ýslâmî bir yönetim biçimi olarak kabul edilmesine neden oldu. Oysa saltanat yönetimi ile Ýslâm´ýn ön gördüðü yönetim biçimi arasýnda nitelikleri, amaçlarý ve oluþumu bakýmýndan çok temel ayrýlýklar, hattâ zýtlýklar vardýr.
Ýslâm´ýn yönetim anlayýþý, evren hakkýnda ortaya koyduðu temel düþünceye dayanýr. Buna göre tüm evrenin yaratýcýsý Allah´týr (el-Bakara, 2/29, en-Nisa, 4/1, el-En am, 6/73, er-Ra´d,13/16, el-Furkan, 25/3, vakýa, 56/58-72). Allah, tüm yaratýlmýþlarýn rabbi, kanun koyucusu ve yöneticisidir (el-Araf, 7/54, Taha, 20/8, er-Rum, 30/26, es-Secde, 32/5). Evrende Allah´tan baþka ne hakim bir güç, ne de bu hakimiyeti paylaþan bir güç vardýr (el-Bakara, 2/107, Alu Ýmran, 3/154, el-En´am, 6/57, en-Nahl, 16/17, el-Kasas, 28/26-70, el-Furkan, 25/2, er-Rum, 30/4, Fatýr, 35/40-41, Hadid, 57/5). O´nun iyilik etmek istediðine hiç kimse zarar veremez; zarar vermeyi istediðini de hiç kimse koruyamaz. O, hiç kimseye karþý sorumlu deðildir; buna karþýlýk tüm yaratýklar O´na karþý sorumludurlar. Tüm yöneticiler üzerinde mutlak yönetme gücüne sahiptir. Sahibi olduðu dünyada kimin hakim olmasýný isterse ona bu fýrsatý verir; dilediðini de mahrum eder. Mutlak hakimin sahip olmasý zorunlu özellikler, yalnýzca Allah´a mahsustur (el-Bakara, 2/225, 284, Alu Ýmran, 3/26, 83, el-Maide, 5/l, el-En´am, 6/18, el-A´raf, 7/128, Yunus, 10/65,107, er-Ra d, 13/9,141, el-Kehf, 18/11, 26-27; el-Enbiya, 21/23, el-Müminun, 23/88, Yasin, 36/83, el-Mülk, 68/1, Cin, 72/22, Buruc, 85/13-15, Tin,95/8).
Evren için konulan kurallar insan için de geçerlidir. Ýnsanla ilgili tüm meselelerde de tek yetki ve güç sahibi Allah´týr. Ýnsanlar Allah´tan baðýmsýz olarak karar verme, kanun koyma yetkisine sahip deðildirler. Ancak evrenden farklý olarak insana nisbi bir özgürlük tanýnmýþ, evrenin zorunlu olarak uyduðu kanunlara kendi iradesiyle uymasý istenmiþ, zorlama yoluna gidilmemiþtir. Buna karþýlýk insanýn önüne ilahi kitaplar aracýlýðýyla evrenin Rabbi´nin insanýn da Rabb´i olduðunu, kanun koyma yetkisinin sadece Allah´a ait bulunduðunu, bu nedenle insanýn yalnýz O´na itaat etmesi gerektiðini; tek yaratýcý olduðu için düzenleme, yönetme ve hükmetme yetkisinin Allah´a ait olduðunu, gerçeði yalnýz O bildiði için Allah´ýn tek doðru yolu gösterici, ön gördüðü sistem ve yönetim biçiminin de tek doðru ve adil düzen olduðunu gösteren bilgi ve kanýtlar serilmiþtir (el-En´am, 6/164, el-A´raf, 7/54, Yunus,10/31, en-Nas, 114/1-3, Alu Ýmran, 3/154, Yusuf, 12/40, eþ-Þura, 42/ 10, el-Maide, 5/38-40, el-Bakara, 2/216, 220, 255, en-Nisa, 4/11,176, el-Enfal, 8/75, et-Tevbe, 9/60, en-Nur, 26/58, 59, el-Mümtehine, 60/107).
Evren ve insanla ilgili bu temel düþüncenin sonucu olarak Ýslâmî yönetim biçiminin temel ilkesi þöyle belirlenir: Hakimiyet kayýtsýz þartsýz Allah´ýndýr. Allah´ýn koyduðu kanunlar herþeyin üstündedir. Ýnsan samimi olarak bu kanunlara itaat etmelidir. Allah´ýn kanunlarýna aykýrý olarak ne baþka bir kanun ve kurala, ne de bir insan ya da kuruma boyun eðilebilir (el-Araf, 7/3, er-Ra´d, 13/37, en-Nahl,16/36, ez-Zümer, 39/2,11, 22, el-Mümin, 40/18). Allah´ýn kanunlarýyla çeliþen emir ve kurallar yalnýzca yanlýþ ve gayri meþru deðil; ayný zamanda Allah´ýn hakkýnýn ihlali ve küfürdür (el-Bakara, 2/229, el-Mücadele, 58/4, et-Talak, 65/1). Bununla birlikte Allah´ýn herhangi bir þey söylemediði, herhangi bir hüküm vermediði konularda yasama organýnýn Ýslâm´ýn genel ilkeleri doðrultusunda toplumun ihtiyaçlarýný karþýlayacak kanunlar çýkarmasý yolu açýktýr.
Kur´an´a göre Allah´ýn kanunlarýnýn hâkimiyeti ilkesine göre düzenlenen yönetim, hükümranlýk hakkýndan Allah´ýn emirleri lehine feragat etmiþ bir yönetimdir. Merkezinde halifelik kurumunun yer aldýðý bu yönetimin baþýnda bulunan kiþi Allah´ýn kanunlarýný uygulamakla yükümlüdür. Halife bu göreve getiriliþini ve yetkilerini ümmetin seçimine borçludur. Bu düzen içinde yönetim yetkisi belli bir sýnýf, aþiret ya da kiþiye ait bir ayrýcalýk deðildir. Gerçek anlamda iman etmiþ, yerine getirmekle yükümlü olduðu görevleri bilen, dürüst, güvenilir, takva sahibi ve erdemli herhangi bir müslüman bu göreve getirilebilir. Zalim, þehvet düþkünü, nankör, ilahi sýnýrlara riayet etmeyen, bilgisiz, akýl ve ruh saðlýðý bozuk, bedence özürlü kiþiler yönetim sorumluluðunu üstlenemezler (Alu Ýmran, 3/118, en-Nisa, 4/5, 59, 83, et-Tevbe, 9/16, el-Bakara, 2/124, 247; el-Kehf, 18/28, eþ-Þuara, 26/151-152, Sad, 38/28, Hucurat, 49/13, Yusuf, 12/55, ez-Zümer, 39/9).
Kur´an´a göre Ýslâm devletinin baþlýca iki amacý vardýr. Bunlardan ilki insanlar arasýnda adaleti saðlamak (el-Hadid, 57/25); ikincisi de ülke kaynaklarýnýn halkýn yararýna kullanýlmasýný temin etmektir. Halkýn yararýna olan iyi; zararýna olan þeyler kötüdür (el-Hac, 22/41). Devletin baþlýca görevi de ister müslim, ister gayri müslim olsun, tüm vatandaþlarýn temel insan hak ve özgürlüklerini güvence altýna almaktýr. Bunlarýn önde gelenleri can güvenliði (el-Ýsra, 17/23), mal güvenliði (el-Bakara, 2/188, en-Nisa, 4/29), özel hayatýn mahremiyeti (en-Nur, 24/27, el-Hucurat, 49/12), namus ve þerefin dokunulmazlýðý (el-Hucurat, 49/11,12), zulme karþý çýkma hakký (en-Nisa, 4/148), iyiliði emredip kötülükten sakýndýrma hakký (Alu Ýmran, 3/110, el-Maide, 5/78-79, el-A´râf, 7/165), örgütlenme hakký (Alu Ýmran, 3/101), vicdan ve inanç özgürlüðü (el-Bakara, 2/ 191, 256, Yunus, 10/199), kiþiyi inancýna iliþkin duyarlýlýðýna yönelik saldýrýlara karþý koruma (el- En´am, 6/ 164, el-Ýsra, 17/15, el- Fatýr, 25/ 18, ez- Zümer, 39/7, en -Necm, 53/38), suçu kanýtlanmayan insanýn masumluðu (en-Nisa, 4 /58, el-Ýsra, 17/36, el- Hucurat, 49 /6), ihtiyaç sahiplerinin ve yoksullarýn temel ihtiyaçlarýnýn devlet tarafýndan karþýlanmasý hakký (ez-Zariyat, 51/19) ve devletin vatandaþlarý arasýnda hiç bir ayýrým yapmamasý, bütün insanlarý eþit tutmasýdýr(el-Kasas, 28/4)
Kur´an´ýn getirdiði en önemli yönetim ilkelerinden birisi de "meþveret" ya da "þura" ilkesidir. Müslümanlar, devletin her türlü iþinde, anayasanýn yapýmýndan devlet baþkaný ve þura meclisi üyelerinin seçimine, yasama iþleminden yürütme iþlemine kadar her þeyde kendi aralarýnda meþveret yapmak ve meþveretin saðlýklý biçimde iþlemesini saðlayacak kurum ve mekanizmalarý oluþturmakla yükümlüdürler (eþ-Þuara, 42/38). Diðer önemli bir ilke de yargýnýn baðýmsýzlýðýdýr. Yargý makamýnýn her türlü baský ve etkiden baðýmsýz hareket etmesi, yetki sahiplerinin etkisinde kalmadan tarafsýz biçimde iþlemesi gerekir. Bu makamýn görevi hukuka ve adaletin gereklerine sarýlarak ne kendi üyelerinin, ne de baþkalarýnýn ön yargý ve tutkularýndan etkilenmeden karar vermek, adaleti uygulamaktýr (en-Nisa, 4/58, el-En´am, 6/48, Sad, 38/26).
Kur´an, halifenin seçimi konusunda belli bir kural getirmemiþtir. Ýslâm hukukçularý ile siyaset bilimcileri Raþid Halifelerin uygulamalarýný göz önüne alarak halifenin seçimi konusunda baþlýca üç yöntem belirlemiþlerdir. Bunlar; serbest seçim, þura ve istihlaf yöntemleridir. Hz. Ebu Bekr´in halife seçilmesiyle örneklenen seçim yönteminde müslümanlar, adaylar arasýndan bir tanesi üzerinde birleþerek bey´at (baðlýlýk yemini) ederler. Þura yöntemi, örneðini Hz. Osman´ýn halife seçiliþinde bulur. Hz. Ömer, seçkin Sahabilerden oluþan altý kiþilik bir heyeti kendisinden sonraki halifeyi seçmekle görevlendirmiþti. Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Zübeyr, Hz. Talha, Hz. Abdurrahman bin Avf ve Hz. Sa´d bin Ebi Vakkas´tan oluþan heyet, Hz. Ömer´in vefatýndan sonra toplumun eðilimini de göz önünde bulundurarak Hz. Osman´ý halife seçti. Halkýn bey´atýndan sonra Hz. Osman halifelik görevini üstlendi. Hz. Ömer´in seçiliþ biçimiyle örneklenen istihlaf yönteminde, iþ baþýndaki halife, çeþitli danýþmalardan sonra bir kiþiyi halife adayý olarak belirler. Ümmet, belirlenen kiþiyi kabul ederek bey´at ederse, önceki halifenin ölümünden sonra, halef býrakýlan kiþi halifelik görevine getirilmiþ olur. Biçimsel olarak birbirinden farklý görünse de bu üç yöntem halkýn seçimine ve bey´atýna baðlý olmasý bakýmýndan özde deðiþmemekte, meþru seçim yöntemleri olarak kabul edilmektedir.
Ýslam hukukçularý ve siyaset bilimcileri Raþid Halifelerden sonra ortaya çýkan yeni durumu da dördüncü bir yöntem olarak deðerlendirmiþlerdir. Bu yöntem, istila ve veliahd tayini yöntemi olarak adlandýrýlýr. Ýstila, meþru halifenin hayatýnda ya da ölümünden sonra, seçim, þura ve istihlaf olmaksýzýn hilafet makamýnýn zorla ele geçirilmesi ve bunun arkasýndan da yine zorla halkýn bey´atýnýn alýnmasýdýr. Bilginler, istila yönteminin iki biçiminden söz etmiþlerdir. Birinci biçim; müstevlinin halifelik için gereken þartlara sahip olmasý ve yönetimi dinin yasakladýðý bir fiil iþlemeden, barýþçý yollarla ele geçirmesidir. Ýkinci biçim de, gerekli þartlara sahip olmayan bir kimsenin savaþ gibi dinin yasakladýðý vasýtalarla yönetimi ele geçirmesidir. Ýslâm bilginlerinin bir bölümü, istila yönteminin birinci biçiminin halkýn bey´atýnýn zor kullanýlmadan alýnmasý þartýyla meþru sayýlabileceði görüþündedir. Ýkinci biçimi ise, Ýslâm´ýn temel ilkelerine kökten aykýrý olduðundan, gayri meþru bir yöntem sayýlmýþ, böyle bir yönetimin kendisine itaat edilme hakkýna sahip olmadýðý belirtilmiþtir.
Ýstila yönteminin bir sonucu olarak ortaya çýkan veliahd atama yolu, halifelik makamýnda oturan kiþinin hayatýnda ailesinden birisini halife olarak tayin ederek halkýn bey´atýný almasý yöntemidir.
Ýslâmi yönetimin temel ilke ve yöntemleri böylece ortaya konulduktan sonra, saltanat yönetiminin incelenmesine geçilebilir. Her iki yönetimin dayandýðý temeller ve ilkeler arasýnda yapýlacak bir karþýlaþtýrma, saltanat yönetiminin Ýslâm karþýsýndaki yerini kolayca belirleme imkanýný verecektir.
Saltanat yönetiminin temelini istila ve veliahd tayini yöntemleri oluþturur. Diðer bir deyiþle saltanat, yönetimin zorla ele geçirilmesine ve bunun zorla sürdürülmesine dayanýr. Ýslâm´ýn öngördüðü yönetim biçiminde yönetme yetkisi ümmet tarafýndan verilir. Raþid Halifeler dönemindeki uygulamalar da bunun açýk kanýtýdýr. Ýslâmî ilke ve uygulamalar karþýsýnda ümmetin iradesini ve seçim özgürlüðünü ortadan kaldýran hiç bir yöntem, meþru sayýlamaz. Bu nedenle ümmetin irade ve seçimine dayanmayan istila yöntemi gayri meþrudur. Ýstila yönteminde müstevlinin sonunda ümmetin bey´atýný aldýðý, bu yüzden meþruiyet kazandýðý da söylenemez. Çünkü bu bey´at baský ve zora dayanmaktadýr. Ümmetin bey´atýný baský ve zora dayanmadan alabilecek kiþinin meþru yöntemlerle seçilme yerine istila yöntemine baþvurmasý, Ýslâmî olmadýðý gibi, anlaþýlýr bir davranýþ da deðildir.
Veliahd tayininin de Ýslâmî yönetim ilkeleriyle hiç bir baðlantýsý yoktur. Ýstila yönteminin bir sonucu olarak ortaya çýkan bu uygulama, saltanat yönetiminin süreklilik þartý ve vazgeçilmez öðesidir. Yönetme yetkisini belli bir ailenin, hanedanýn imtiyazý haline getiren veliahd tayini uygulamasý, ümmetin iradesini ve seçme hakkýný ortadan kaldýrdýðý için, istila yöntemi gibi kökten gayri meþrudur.
Biçimsel benzerliklerine bakarak veliahd tayini ile istihlaf yöntemini birbirine karýþtýrmak, böylece veliahd tayinini de meþru bir yöntemmiþ gibi göstermek büyük bir hatadýr. Çünkü bu iki yöntem arasýndâ çok temel farklar bulunmaktadýr. Bunlarýn baþlýcalarý þöyle özetlenebilir:
I- Ýstihlaf, hayatýnýn son anlarýný yaþayan halife tarafýndan yapýlýr; veliahd ise, halife hayatta iken, hattâ kimi zaman halife olur olmaz atanýr.
2- Ýstihlafta, halife kendi ailesinden birisini aday göstermez; veliahdlar ise mutlaka evlad, yoksa yakýn akrabadan olur.
3- Ýstihlafta, halife toplumun çeþitli kesimleriyle, önde gelen kiþileriyle görüþerek ve sýrf ümmetin yararýný gözeterek aday gösterir; veliahd tayininde ise, niteliði ne olursa olsun, çocuklardan birisi seçilir. Birincide ümmetin yararlarý; ikincisinde ise ailenin, hanedanýn yararlarý göz önünde bulundurulur.
4- Ýstihlafta, aday halifelik için gereken þartlarý taþýyan birisidir; halifenin ölümünden sonra ümmetin ya da temsilcilerinin bey´atýný almasý durumunda halifeliði kesinlik kazanýr. Veliahd tayininde ise, bu þartlar aranmadýðý gibi, halkýn bey´atý da peþin olarak, baský ve hileyle alýnýr.
Görüldüðü gibi, bu iki yöntem arasýnda özü ve amaçlarý bakýmýndan büyük farklar vardýr. Bu nedenle istihlaf yöntemi ile veliahd tayini yöntemi birlikte deðerlendirilemez. Ýstihlaf, Ýslâm ilkeleri açýsýndan meþru bir seçim yöntemidir. Oysa veliahd tayini gayri meþru ve bid´at olan bir uygulamadýr.
Ýslâm´ýn yönetim alanýndaki temel ilkesi, Allah´ýn mutlak hakimiyetinin kabulüdür. Bu ilke uygulama alanýnda kendini þeriatýn her þeyin üstünde yer almasý biçiminde gösterir. Saltanat yönetimi ise hükümdarýn mutlak egemenliðine dayanýr. Bu yönetim biçiminde þeriat bir hukuk sistemi olarak uygulanýyor görünse de, saltanatýn çýkarlarý þeriatýn üstünlüðü ilkesinin yerini almýþtýr. Bu nedenle saltanatýn çýkarlarý gerektirdiðinde þeriatýn hükümleri görmezden gelinir ya da bu çýkarlar doðrultusunda deðiþtirilir. Baþta kanunlar olmak üzere tüm sistem hükümdarýn mutlak egemenliði ve saltanatýn çýkarlarý doðrultusunda düzenlenir.
Saltanat tarihi, yönetimin bu temel ilkesindeki köklü deðiþimi yansýtan sayýsýz örnek ve uygulamalarla doludur. Saadet asrýna en yakýn olmasý ve birçok Sahabinin henüz hayatta bulunmasý gibi nedenlerle deðiþimin en az ölçülerde olmasý gerektiði Emeviler döneminin kimi uygulamalarý ile bu deðiþimin saltanatýn yapýsýyla ne denli iliþkili olduðu gösterilebilir:
Kur´an´ýn hükmü gereðince ganimet mallarýnýn beþte biri devlet hazinesine, kalaný ise savaþanlara aittir. Ýlk Emevi hükümdarýndan baþlayarak bu uygulama deðiþtirilmiþ; ganimet içinde bulunan altýn ve gümüþ gibi deðerli mallara el konularak ayrýldýktan sonra geriye kalanlar eskisi gibi bölünmüþtür (Ýbn Sa´d, et-Tabakat, VII, 28-29; Taberi, Tarih, IV,187; Ýbn Abdilberr el-Ýstiab, I,118; Ýbnül-Esir el-Kamil, III, 233).
Hz. Peygamber, Ýslâm devleti ile anlaþmalý (muâhid) gayri müslimlerin diyetinin müslümanlarýn diyeti ile ayný olduðuna hükmetmiþti. Raþid Halifeler dönemi boyunca da uygulama bu doðrultuda oldu. Ýlk Emevi hükümdarý bu uygulamayý deðiþtirerek diyetin yarýsýný kendisi almaya baþladý (Ýbn Kesir, el-Bidaye ve´n-Nihaye, VIII, 139). Benzer bir uygulama da miras alanýnda görüldü. Saltanat yýllarýna kadar Kur´an emirleri doðrultusunda müslüman kâfire, kâfir de müslümana varis olamýyordu. Emeviler dönemiyle birlikte müslümanlar kâfire varis sayýldý. Bu uygulama Ömer Ýbn Abdulaziz tarafýndan ortadan kaldýrýldý; ancak Hiþam Ýbn Abdulmelik hanedan üyeleriyle ilgili olarak yeniden eski uygulamaya döndü (Ýbn Kesîr, el-Bidaye, VIII, 139).
Hucr Ýbn Adiy ve arkadaþlarýnýn haksýz yere öldürülmeleri de saltanat yönetiminin þeriatýn hükümlerini nasýl hiçe saydýðýnýn somut kanýtlarýndandýr. Ýlk hükümdarýn baþlattýðý bid´at gereðince her cuma hutbesinde Hz. Ali´ye ve ailesine küfrediliyordu. Kufe´de bu bid´ata karþý çýkan Hucr Ýbn Adiy ve on bir arkadaþý tutuklandý. Olay hakkýnda yazdýðý raporda Kadý Þurayh´ýn "Duyduðuma göre Hucr Ýbn Adiy, her zaman Namazý kýlýn, zekatý verin, hac ve umreyi yapýn, iyiliði emredip insanlarý kötülükten alýkoyun" diyenlerdendir. "Bu nedenle Hucr´un malý ve kaný haramdýr. Bununla birlikte karar senindir" demesine karþýlýk hükümdar þeriatýn açýk hükümlerini çiðneyerek Hucr ve arkadaþlarýnýn öldürülmesini emretti (Taberi, Tarih, I V,190-207; Ýbn Abdilberr, el-Ýstiab, I, 135; Ýbnül Esîr, el-Kamil, III, 234-242; Ýbn Kesir, el-Bidaye, VIII, 50-55).
Kur´an´a göre devletin baþlýca amaçlarýndan birisi adaletin saðlanmasýdýr. Adaleti saðlayabilmenin zorunlu þartlarýndan birisi, adaleti saðlayabilecek kanunlarýn varlýðý; diðeri de bu kanunlarýn üstünlüðünün tartýþmasýz biçimde kabul edilmesidir. Allah´ýn hâkimiyeti ve Allah´ýn koyduðu kanunlar toplamý olan þerîatýn üstünlüðü ilkeleri, saltanat yönetiminde yerini hükümdarýn mutlak egemenliði ile saltanatýn korunmasý ve sürdürülmesi ilkelerine býraktýðý için adaletin yerini de zulüm alýr.
Emevîlerin ilk Basra valilerinden Abdullah Ýbn Amr b. Gaylan kendisine taþ atan bir adamý yakalatarak elini kestirdi. Eli kesilen adam valiyi Muaviye´ye þikayet etti. Adalet bekleyen adamýn aldýðý karþýlýk, "Elinin diyetini Beytülmal´den öderim ama, valimi kesinlikle cezalandýramam" oldu (Ýbnül-Esir, el-Kamil, III, 248; Ýbn Kesîr, el-Bidaye, VIII, 71). Muaviye´nin bir baþka valisi Ziyad b. Ebih, Kufe´de, camide taþ atarak kendisini protesto eden otuz kiþinin ellerini hiç tereddüt etmeden kestirdi. Mazlumlarýn adalet için baþvurabilecekleri bir merci yoktu ortada (Taberi, IV, s. 65; Ýbnül-Esîr, el-Kamil, III, 228).
Muaviye´nin Yemen valisi Busr Ýbn Ebi Ertat, kendisinden önceki vali Ubeydullah Ýbn Abbas´ýn iki küçük çocuðunu yakalatarak öldürttü. Çocuklarý gözlerinin önünde boðazlanan zavallý anne aklýný yitirerek çýldýrdý. Bu zulme tanýk olan Kinaneli bir kadýn kendini tutamayarak valiye þöyle haykýrdý: "Erkekleri öldürmeniz yetmedi de þimdi sýra çocuklara mý geldi? Cahiliye devrinde bile onlara dokunulmuyordu. Ey Ýbn Ertat! Çocuklarý ve yaþlýlarý öldüren merhametsiz bir hükümet, kardeþ kaný dökmeksizin yaþayamaz. Böyle bir iktidardan daha zalim kim olabilir?" (Ýbn Abdilberr, el-Ýstiab, I, 65; Taberi, Tarih, IV,107; Ýbnül-Esir, el-Kâmil, III, s. 193; Ýbn Kesîr, el-Bidaye, VIII, 90).
Meþru temeller üzerine kurulmayan, varlýðýný zorbalýkla sürdüren bir yönetimin temel niteliðinin zulüm olmasý kaçýnýlmazdýr. Saltanat yönetiminin kurulmasýyla baþlayan bu þiddet ve zulüm uygulamalarý giderek daha çoðalmýþ ve sertleþmiþtir. Zulüm, ikinci Emevi hükümdarý Yezid döneminde akýl almaz boyutlara ulaþmýþtýr. Hz. Hüseyin ile aile üyelerinin uðradýklarý katliâmýn anýsý tüm dehþetiyle halâ hafýzalarda yaþamaktadýr. Harra olayýndan sonra, her þeyin mübah ilan edildiði üç gün boyunca Medine´de iþlenen cinayetler; Hz. Abdullah Ýbn Zübeyr´le yapýlan savaþ sýrasýnda kuþatýlan Mekke´nin mancýnýklarla dövülmesi, Kâbe´nin bile taþa tutularak yýkýlmasý saltanat yönetiminin zulüm niteliðini ortaya koyan sayýsýz örneklerden yalnýzca birkaçýdýr.
Adaletin saðlanabilmesi için yargýnýn baðýmsýz olmasý zorunludur. Allah´ýn hakimiyetinin fiilen ortadan kaldýrýldýðý, þeriatýn üstünlüðü ilkesinin tanýnmadýðý, bunun yerine keyfiliðin egemen olduðu saltanat yönetiminde ise yargý baðýmsýzlýðýndan söz edilemez. Raþid Halifelerin uygulamalarýyla somutlaþan Ýslâmî anlayýþta hâkimler halife tarafýndan atanýr ve ancak belli þartlarda yine halife tarafýndan görevden alýnabilirdi. Hâkimler hüküm konusunda tam anlamýyla baðýmsýzdýlar. Çünkü onlar þeriatýn üstünlüðünü, egemenliðini temsil ediyorlardý. Görevleri, önlerine gelen kiþiye, bu kiþi ister halife, ister sýradan vatandaþ olsun, þeriatýn hükümlerini eþit biçimde uygulamaktý. Saltanat yönetiminde hâkimler hükümdarlarýn istekleri, saltanatýn çýkarlarý doðrultusunda karar vermek zorunda býrakýldýlar. Yargý kurumu siyasal amaçlarýn, kiþisel niyetlerin aleti durumuna getirildi. Yalnýz hükümdar deðil, yönetim kademelerinde yer alan tüm devlet görevlileri yargý mekanizmasýný etkileyebiliyor, istedikleri kararý çýkarabiliyorlardý. Valiler bile isteklerini yerine getirmeyen hâkimleri görevden alabiliyor, baþka bir kiþiyi hâkim olarak atayabiliyorlardý. Bütün bu nedenlerden dolayý gerçek bilginler, hukukçular zulme ortaklýk olarak niteledikleri böyle bir görevi almaktan kaçýnýyor, hattâ bu konuda iþkenceyi, ölümü bile göze alýyorlardý. Büyük bilgin Ebu Hanife´nin saltanatýn aleti durumuna düþmektense iþkenceyle öldürülmeyi yeðlemesi, bu yönetim içinde yargý baðýmsýzlýðýnýn ve adalet sisteminin ne büyük darbeler yediðini göstermesi bakýmýndan son derece önemlidir.
Ýslâm´ýn devlete yüklediðî baþlýca görevlerden birisi ümmetin ülke kaynaklarýndan adil biçimde yararlanmasýný saðlamaktýr. Saltanat yönetiminde devlet bu görevi yerine getiremez. Çünkü böyle bir görev saltanatýn çýkarlarýna ters düþer. Saltanat yönetiminin bu konudaki yaklaþýmý, onun devlet hazinesi (beytülmal) karþýsýndaki tutumunda belirginlik kazanýr. Raþid halifeler döneminde devlet hazinesine, halifeye ve yönetime Allah´ýn ve ümmetin bir emaneti gözüyle bakýlýr; ona ancak belli kurallar ve ölçüler içinde müdahale edilirdi. Halife ya da diðer yöneticiler beytülmaldan kanunsuz olarak ne kendileri, ne de baþkalarý için bir harcama yapabilirlerdi. Harcadýklarý her kuruþ için kendilerini Allah´a ve Müslümanlara karþý sorumlu sayar, hesap verirlerdi. Geçimlerini saðlamak için harcadýklarý para ise ancak yoksullarýn ihtiyaçlarýný karþýlayabilecek bir ölçüdeydi.
Saltanat yönetiminde, devlet hazinesi, hükümdarýn özel hazinesi durumuna dönüþtü. Daha Muaviye döneminde, hazine kendilerine karþý sorumlu olunan müslümanlarýn malý deðil, istenildiði gibi kullanýlabilecek Allah´ýn baðýþladýðý bir mal olarak tanýmlanmaya baþlandý. Müslümanlarýn büyük çoðunluðu, devlet hazinesinden yararlanmak þöyle dursun, haraçlarýyla hükümdarýn zenginliðini besleyen bir zümre sayýldý. Artýk hiç kimse hükümdarý hazine üzerindeki tasarruflarý konusunda hesaba çekemiyor; yalnýz hükümdarlar deðil, þehzadeler, hanedan üyeleri, vali ve diðer yöneticiler devlet hazinesini istedikleri gibi kullanýyorlardý. Keyfi harcamalarýný karþýlayabilmek için de sürekli halka kanunsuz vergiler yüklüyorlardý. Ömer Ýbn Abdülaziz, Emevi hükümdarlarýnýn topladýklarý kanunsuz vergilerin belirlenmesini istediðinde, ortaya uzun listeler çýktý. Hazinenin zenginleþtirilmesi için her yola baþvuruluyordu. Meselâ Ýslâm´ý seçen gayri müslimlerden cizye alýnmaya devam ediliyordu. Bu uygulamanýn kaldýrýlmasýný emreden Ömer Ýbn Abdülaziz, hazine gelirlerinin azalacaðý gerekçesiyle direnen valilerle karþýlaþtý. Bunlardan birini, "Allah Hazreti Muhammed´i tahsildar olarak deðil, halký dine çaðýran peygamberlik göreviyle göndermiþtir" ünlü sözünü de içeren mektubuyla görevden atmak zorunda kaldý.
Ýslâmî yönetimin temel ilkelerinden birisi de danýþmadýr (istiþare). Danýþma, yöneticinin istemezse kullanmayacaðý bir hak deðil, Kur´an emri gereðince zorunlu bir görevidir. Bu zorunluluk, Ýslâmî yönetimin ayýrýcý özelliklerinden birisi olan þurâ kurumunu ortaya çýkarmýþtýr. Ehlul-hall ve´l akd (sorunlarý çözümleyip karara baðlayanlar) denilen þura üyeleri, hakkýnda bir nas bulunmayan tüm konularý görüþerek kararlar alýrlar. Ümmetin en bilgin, güvenilir ve görüþ sahibi kiþilerinden oluþan þuranýn kararlarý, ümmetin ortak görüþünü temsil ettiðinden herkes için baðlayýcýdýr. Ancak danýþma þura ile sýnýrlý da deðildir. Gerektiðinde kendi alanlarýnda uzman olan kiþilere baþvurularak konularýyla ilgili sorunlarda görüþ ve düþünceleri alýnýr. Böylece toplumun karþýlaþtýðý tüm sorunlar çözülmüþ, ümmetin tüm hukuki ihtiyaçlarý Ýslâm´ýn temel prensipleri doðrultusunda kolayca karþýlanmýþ olur. Hazreti Muhammed (s.a.s) hemen her konuda Sahabilerle istiþare ederek bu konunun önemini ortaya koymuþ, Raþid Halifeler de onun izinden yürümüþlerdi.
Þüphe yok ki þura kurumu ancak kanun üstünlüðünün, þeriatýn tartýþýlmaz hâkimiyetinin yürürlükte olmasý durumunda iþlerlik kazanabilir. Bu nedenle, þeriatýn üstünlüðünün yerini kiþisel güç ve otoritenin aldýðý saltanat yönetiminde þura kurumu yaþama imkaný bulamaz. Gerçek bir þura ancak hakký, adaleti ve hukukun üstünlüðünü gözeterek kararlar alýr. Bu kararlarýn kendisini her þeyin üstünde gören bir hükümdarýn, yönetimin iþine gelmeyeceði açýktýr. Bu yüzden saltanat yönetiminde Ýslâmî anlamdaki þura ortadan kaldýrýlmýþ; danýþma iþlemi hükümdarýn yakýnlarý, yardýmcýlarý, memurlarý ve yardakçýlarýyla egemenliðini sürdürme yolunda alýnacak önlemleri belirleme görüþmeleri haline getirilmiþtir.
Yöneticilerin bu tutumu saltanatýn doðasýndan, yapýsýndan kaynaklanmaktadýr. Bu temel özellik hükümdarlarca da açýkça ortaya konulmuþtur. Sözgelimi Muaviye, yönetimi ele geçirdikten sonra, Medine´de yaptýðý bir konuþmada, "Allah´a yemin ederim ki; yönetimi elime aldýðým zaman, iktidara gelmiþ olmamdan hiç hoþlanmadýnýz. Bunu bilmiyor deðilim. Hattâ bu hususta kalbinizdeki kuruntularý da biliyorum. Fakat ben bu makamý kýlýcýmýn gücüyle elde ettim. Devlet iþlerini belki istediðiniz gibi yürütemem. Ama siz de yapabildiðim kadarýyla yetinin" (Ýbn Kesîr, el-Bidaye, VIII,132) diyerek saltanatýn bu niteliðini dile getirmiþtir. Baþka bir Emevi hükümdarý, Abdulmelik Ýbn Mervan da Peygamber minberinden ayný olguyu þöyle dile getiriyordu:
"Ben bu topluma arýz olan hastalýklarýn tedavisi için kýlýçtan baþka bir çare göremiyorum. Zaten bundan baþkasýna da baþvuracak deðilim. Þimdi içinizden birisi çýkar da bana ´Allah´tan kork´ derse, hemen kellesini uçururum" (Ýbnü´l Esîr, el-Kâmil, IV, 41,104; el-Cessas, Ahkâmul-Kur´an, I, 82).
Ýslâm´a göre devletin baþlýca görevi temel insan hak ve özgürlüklerini güvence altýna almaktýr. Ýslâm þerîatý bu hak ve özgürlükleri güvenceye alan emir ve yasaklarla doludur. Meselâ, hiç kimsenin malýna ve canýna haksýz yere tecavüz edilemez. Ýnsanýn özel hayatý, namus ve þerefi dokunulmazdýr. Ýyiliði emredip kötülükten sakýndýrma hakký, haksýzlýða karþý çýkma hakký, vicdan ve inanç özgürlüðü kimsenin elinden alýnamaz. Hz. Peygamber ve Raþid Halifeler dönemi insan hak ve özgürlüklerinin tam anlamýyla korunduðu bir haklar ve özgürlükler dönemidir. Bu dönemde hiç kimse düþüncelerini açýklamaktan çekinmemiþ, halifeye ait olsa da yanlýþ bulduðu söz ve davranýþlarý eleþtirmekten korkmamýþtýr. Çünkü herkes þerîatýn hâkimiyetinden, onun güvencesi altýnda olduðundan emindir.
Raþid Halifelerden en sert mizaçlýsý olduðu kabul edilen Hz. Ömer´in hilafeti döneminde karþýlaþtýðýmýz kimi olaylar, Ýslâmi yönetimin bu alandaki tutumunu yansýtan en güzel örnekleri oluþturur: Hz. Ömer, yeni bir elbiseyle hutbe okurken, "Dinleyiniz ve itaat ediniz" deyince, Selman-ý Farisi, "Senin dinlememizi ve itaat etmemizi istemeye hakkýn yok" diyerek herkese eþit biçimde daðýtýlan kumaþýn nasýl kendisine böyle bir elbise olabildiðini açýklamasýný istemiþtir. Hz. Ömer, oðlunun payýný kendisine verdiðini açýklayýnca, "Þimdi emret, dinler ve itaat ederiz" cevabýný almýþtýr. Bir baþka konuþmasýnda Hz. Ömer, "Bende bir eðrilik görürseniz beni doðrultunuz" demiþ; müslümanlardan "Eðer sende bir eðrilik görürsek kýlýçlarýmýzla düzeltiriz" cevabýný alýnca, "Halký arasýnda Ömer´i kýlýcýyla doðrultacak kimseler ihsan eden Allah´a hamd olsun" diyerek hamd etmiþtir. Hz. Ömer diðer hutbesinde evlenmeyi zorlaþtýrdýðý gerekçesiyle mehirleri sýnýrlamaya kalkýþýnca bir kadýn " Onlardan birine kantarlarca mal vermiþ olsanýz da verdiðinizden hiçbir þeyi geri almayýn " (en-Nisa, 4/20) âyetini hatýrlatarak Allah´ýn bir sýnýr getirmediði bir konuda sýnýrlama hakkýna sahip olmadýðý uyarýsýnda bulunmuþ; bunun üzerine Halife, hata ettiðini itiraf etmiþtir.
Raþid Halifeler dönemindeki bu haklar ve özgürlükler ortamý saltanat döneminde sona erdi. Hukuk hâkimiyetinin yerini keyfiliðin ve zorbalýðýn aldýðý bu dönemde temel insan haklarýndan ve özgürlüklerinden de eser kalmadý. Bu dönemde insanlar hiç bir haklý nedene dayanmadan öldürülüyor, mallarýna el konuluyordu. Yönetim, karþýsýnda hak ve özgürlüklerinin bilincinde olan, bunlardan yararlanmak isteyen bir toplum yerine, yalnýzca boyun eðen bir sürü görmek istiyor; sürü olmak istemeyenler kýyam edince ya ortadan kaldýrýlýyor ya da baský ve iþkenceyle sindiriliyordu. Saltanat yönetimini onaylamayan, resmi görüþ ve düþünceleri paylaþmayan kiþilere hayat hakký tanýnmýyordu. Emevilerin ünlü valisi Haccac, görevi sýrasýnda tam yüz yirmi bin kiþinin hayatýna son vermiþti. Öldüðünde hapishanelerinde seksen bin masum insan bulunuyordu (Ýbn Abdilberr, el-Ýstiab, I, 35; Ýbnül-Esir el-Kamil IV, 29, 133; Ýbn Kesîr, el-Bidaye, IX, 2, 83, 91, 128, 139).
Saltanatýn en küçük bir uyarýya, eleþtiriye bile tahammülü yoktur. Emevi hükümdarlarýndan Velid Ýbn Abdülmelik bir cuma hutbesini öylesine uzatýr ki, ikindinin bile vakti geçmek üzeredir. Cemaattan birisi ayaða kalkarak, "Ey Emirül mü´minin! Zaman sizi beklemiyor. Namazda bu kadar geciktiðinizden dolayý Allah´ýn karþýsýna nasýl bir özürle çýkacaksýnýz?" der. Velid, "Ey adam, doðru söylüyorsun! fakat burasý doðru konuþanlarýn yeri deðildir. Sen nereden çýktýn?" cevabýný verir. Arkasýndan bir koruma görevlisi adamýn baþýný oracýkta uçuruverir (Ýbn Abdi Rabb´ih, Ýkdul-Ferid, I, 62). Bu olay, saltanat yönetiminin ne insan hak ve özgürlüklerini, ne de Allah´ýn emir ve yasaklarýný dinlediðini gösteren tipik bir örnektir.
Bütün bu açýklamalardan sonra, saltanat yönetiminin temel nitelikleri þöyle özetlenebilir:
1- Saltanat yönetimi, kuruluþu ve iþleyiþi bakýmýndan ümmetin özgür irade ve seçimine deðil; kýlýç gücüne ve zorbalýða dayanýr. Bu nedenle Ýslâmi deðil, gayri meþru bir yönetim biçimidir.
2- Saltanat yönetimi Allah´ýn hâkimiyetinin yerine; hükümdarýn, hanedanýn egemenliðini geçirir. Bu özelliðiyle de Ýslâm´a kökten aykýrýdýr.
3- Saltanat yönetimi, güç ve zorbalýk gibi gayri meþru bir temele dayandýðý için, Ýslamýn öngördüðü siyasal ilke, kural ve amaçlar doðrultusunda görev yapamaz.
4- Saltanat yönetiminin baþlýca amacý saltanatýn korunmasý, güçlendirilmesi ve sürdürülmesi olduðundan; hukuk, bu yönetim içinde tüm anlamýný ve geçerliliðini yitirir. Oysa Ýslâmi yönetim, hukukun üstünlüðü, þerîatýn egemenliði ilkesine dayanýr.
5- Saltanat yönetiminde hukukun yerini keyfi uygulamalar aldýðý için, temel insan hak ve özgürlüklerinden söz edilemez. Bu yönüyle de devlete temel insan hak ve özgürlüklerini güvence altýna alma görevini yükleyen Ýslâm´ýn karþýsýnda yer alýr.
6- Ýslâmî kanunlar uygulanýyor görünse, hükümdar halife ya da emirül-müminin ünvanýný taþýsa da, tüm bu temel nitelikleriyle saltanat yönetimi gayri Ýslâmî, gayrî meþru bir yönetim biçimidir.
radyobeyan