Riba By: armi Date: 16 Mart 2010, 15:54:33
RÝBÂ (Fâiz)
Artma, çoðalma, þiþme, geliþme ve yetiþme, mübadeleli akitlerde taraflardan birinin hakký kabul edilen ve akit sýrasýnda þart koþulan karþýlýksýz fazlalýk anlamýnda bir Ýslâm hukuku terimi. "Ribâ" kelimesi arapça mastar olup, sözcüðün kökeninde "mutlak çoðalma" anlamý vardýr.
Cins ve miktarý bir olan iki þey biri diðeriyle mübadele edildiðinde bir taraf için kabul edilen malýn fazlasýna riba veya faiz denir (Ýbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, V, 277). Ayarlarý ayný olan 100 gr. altýný, peþin veya vadeli yüzyirmi gr. altýnla mübadele etmek gibi... Böyle bir iþlemde 100 gr. altýn veren, ayný miktarda altýn alma hakkýna sahip olur. Burada 100 gr. altýn ana para (re´sül-mal), 20 gr. fazlalýk ise ribâ adýný alýr (Elmalýlý, Hak Dini Kur´ân Dili, II, 952, 953).
Riba sözcüðü yerine Türkçede daha çok "faiz" terimi kullanýlýr. Faiz; taþan, taþkýn, dolu, ödünç verilen para için alýnan kâr gibi anlamlara gelir. Elmalýlý Hamdi Yazýr ribâ ile faizin ayný anlama geldiðini belirtirken þöyle der: "Ribâ; sözlükte, ziyâdelenmek, fazlalanmak anlamýna mastar olup, faiz dediðimiz özel fazlalýðýn adý olmuþtur... Câhiliyye devrinde asýl borca "re´sül-mâl", ziyadesine ise "ribâ" adý verilirdi. Bugünkü faiz iþlemleri nitelik bakýmýndan câhiliyye devrinin bu âdetinden baþka bir þey deðildir. Zaman zaman faiz miktarýnýn ve þekillerinin azalmasý veya çoðalmasý muâmelenin niteliðini deðiþtirmez. Ýþte cahilî Arap örfünde ribâ tam anlamýyla günümüzdeki nükudun (nakit paralarýn) faizi veya nemâsý tabir olunan fazlasýdýr. Karzdan (ödünç para) baþka borçlar da (düyün) tatbiki dahi böyledir. Þüphe yok ki sözlükte bunun en uygun ismi ribâ, ziyade, artýk olmasý gerekir. Buna faiz veya nemâ tabirinin kullanýlmasý "Alým-satým ancak ribâ gibidir" (el-Bakara, 2/275) âyetinin delâletiyle, alým satým ve ticarete benzetilerek yanlýþ bir kullanmadýr (Elmalýlý, a.g.e., II, 952, 953).
Bir þeyin nitelikleri deðiþmedikçe, adýnýn deðiþmesi, hükmünün deðiþmesini gerektirmez. Buna göre, ribanýn hükümleri ayný hukukî özellikleri taþýyan faize de uygulanýr. Bu, icâre akdine, kira akdi demek gibidir ki, her ikisi de ayný anlama gelen sözlerdir.
Ýslâmiyet toplumla ilgili sosyal ve ekonomik problemleri çözerken tedric prensibine uymuþtur. Faizcilik, Araplarýn özellikle yüksek tabakalarýnýn yararlandýklarý önemli bir kazanç yolu idi. Bunu bir hamlede kaldýrmak uygun deðildi. Bu yüzden, içkinin yasaklanýþýnda olduðu gibi, ribânýn yasaklanýþý da belli merhaleler geçirmiþtir.
Ebû Hureyre´den, Hz. Peygamber´in þöyle dediði nakledilmiþtir: "Mirac gecesi, karýnlarý evler gibi (büyük) olan bir topluluðun yanýna geldim. Onlarýn karýnlarýnda dýþarýdan görünen yýlanlar vardý. Cebrâil (a.s)´e bunlarýn kimler olduðunu sorduðumda; Bunlar faiz yiyenlerdir" cevabýný verdi? (Ýbn Mâce, Ticârât, 58; Ahmed b. Hanbel, Müsned II, 353, 363). Mirac olayý 621 m. yýllarýnda Mekke´de vuku bulduðuna göre, faizin ileride yasaklanabileceðine daha o günden iþaret edilmiþ olmaktadýr. Yine Mekke´de inen bir âyette fâizin malý arttýrmayacaðý bildirilmiþtir (er-Rum, 30/39). Medine´de inen bir âyette ise, Tevrat´ta yahudilere faizin yasaklandýðý, ancak bu yasaða uymadýklarý için kendilerine helal kýlýnan bazý temiz ve güzel þeylerin haram kýlýndýðý belirtilmiþtir (en-Nisa, 4/160,161). Þu âyetle ise kýsmî yasaklama getirilmiþtir:
"Ey iman edenler, ribayý öyle kat kat arttýrýlmýþ olarak yemeyin" (Âlu Ýmran, 3/130). Burada fâhiþ ribâ adý verilen mürekkeb fâiz kastedilmiþtir.
Kur´ân-ý Kerim azý ve çoðu hakkýnda bir ayýrým yapmaksýzýn ribayý þu âyetlerle mutlak olarak yasaklamýþtýr:" Âllah alýþ-verisi helal ve faizi ise haram kýlmýþtýr" (el-Bakara, 2/275); "Kim de haram olan bu ribayý helal diye yemeye dönerse, içte onlar cehennemliktir, o ateþte ebedî olarak kalacaklardýr" (el-Bakara, 2/275); Ey iman edenler! Allah´tan korkun ve (câhiliyette iþlediðiniz) faiz hesabýndan arta kalaný býrakýn; eðer gerçek mü´minler iseniz. Yok eðer bu faizi terketmezseniz; bilin ki, Allah´a ve Peygamberine karþý bir harbe girmiþ olursunuz. Eðer ribâdan tevbe ederseniz, ana paranýz sizindir. Böylece ne zulmetmiþ ve ne de zulme uðramýþ olmazsýnýz" (el-Bakara, 2/278, 279).
Müfessirlerin çoðuna göre, ribâ âyetleri, Taif´te oturan Beni Sakîf kabilesinin faiz problemiyle ilgili olarak inmiþtir. Bu kabilenin Hz. Peygamberle yaptýðý Taif anlaþmasýnda faiz alacak-verecekleri laðvedilmiþti. Mekke´deki Muðîre oðullarý, Benî Sakîf´ten Amr b: Umeyr oðullarýna olan faiz borçlarýný ödemeyince, aralarýnda düþmanlýk doðdu. Durum Mekke valisi Attab b. Esîd (ö. 13/634) tarafýndan Hz. Peygamber´e yazýldý. Bu soru üzerine ribâ âyetleri indi ve Hz. Muhammed, vâliye âyeti yazdý. Ayrýca hükme razý olurlarsa ne âlâ, aksi halde onlara harp ilan etmesini bildirdi. Bunun üzerine Taifliler faiz istemekten vazgeçtiler (et-Taberî, Tefsîr, 105, 106; Elmalýlý, a.g.e., II, 972). Mekke ve Taif´in fethi 8. Veda haccý ise 10. hicret yýlýnda vuku bulmuþtur. Hz. Peygamber Veda haccý sýrasýnda Mekke´de faiz yasaðý uygulamasýný þu ifadelerle baþlatmýþtýr: Dikkat ediniz! câhiliyye devrinden kalma faizin hepsi kaldýrýlmýþtýr. Kaldýrdýðým faizin ilki, amcam Abbas b. Abdilmuttalib´in faizidir" (Müslim, Hac, 147; Ebû Davud, Büyü´, 5).
Ýslâm´ýn yasakladýðý ribâ iki kýsma ayrýlýr. Nesîe ve fazlalýk ribasý.
A. Nesîe ribasý (ribe´n-nesîe). Cahiliye devrinde bilinen ve uygulanan ribâ çeþidi budur. Bu, satým akdinden veya ödünç (karý) vermekten doðan bir borç için vade durumuna göre eklenen faizdir. Borç vadesinde ödenmeyince yeni anlaþmalarla faiz ilave edilir. Kur´ân-ý Kerîm´de bu çeþit ribaya iþaret edilerek, yasak hükmü getirilmiþtir:" Ey iman edenler gerçek mü´minler iseniz Allah´tan korkun, faizden henüz alýnmamýþ olup da kalaný býrakýn" (el-Bakara, 2/278, 279).
B. Fazlalýk ribâsý (ribel-fadl). Bu, hadîs-i þeriflerde yer alan ribâ çeþidi olup, mislî tür malý, misliyle, iki ivazdan (bedelden) birisini diðerimiz üzerine ziyadeyle satmaktýr. Meselâ bir ölçek buðdayý, iki ölçek buðdayla peþin veya vadeli olarak trampa etmek gibi...
Ubâde b. es-Sâmit´ten Hz. Peygamber´in þöyle dediði nakledilmiþtir: "Altýn altýnla, gümüþ gümüþle, buðday buðdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla ve tuz tuzla misli misline, birbirine eþit ve peþin olarak trampa edilirler. Ama bunlarýn cinsleri ayrý olursa peþin olmak þartýyla, istediðiniz gibi satýþ yapýnýz" (Müslim, Müsâkat, 81; Ebû Davud, Büyü´,18; Ahmed b. Hanbel, V, 314, 320). Bu hadisin Tirmizî´deki rivâyetinde þu ilave vardýr: "Her kim bu þekil mübâdelede fazla verir veya alýrsa þüphesiz ribâ yapmýþ olur" (Tirmizî, Büyü´, 23).
Ýslâm hukukçularýnýn çoðunluðu bu hadiste sayýlan altý maddeyi "örnek kabilinden" sayarken, yalnýz Zâhirîler, yasak hükmünün sadece bu altý maddeye ait olduðunu söylemiþlerdir. Buna baðlý olarak ribanýn illeti de tartýþýlmýþtýr.
Hanefilere göre, faizin illeti mislî mallarda cins ve miktar birliðidir. Ölçü ile alýnýp satýlan þeylerde cins ve ölçü birliði, tartý ile alýnýp satýlan þeylerde ise cins ve tartý birliði ortak niteliktir. Bu duruma göre faizin hükmü, yalnýz hadiste zikredilen altý maddeye deðil, ortak özelliðe sahip olan tüm maddelere uygulanýr. Bir hadiste þöyle buyurulur: "Faiz ancak altýnda veya gümüþte yahut ölçülen veya tartýlan ya da yenilen veya içilen Þeylerde cereyan eder" (Ýmam Mâlik, el-Muvatta´, Büyü´, 44; Zeylaî, Nasbu´r-Râye, V, 36-37). Nesîe (veresiye satýþ) ribasýnýn illeti ise vadedir. Mislî olan þeylerin ayný cinsle veya deðiþik cinsteki þeylerle vadeli mübâdelesinde bu çeþit riba gerçekleþir. Ancak vadenin baðlayýcý olmadýðý karz-ý hasen ve nakit para karþýlýðý veresiye satýþlarla selem akdi, toplumun bu muamelelere ihtiyacý nedeniyle özel nass (âyet hadis)larla meþrû kýlýnmýþtýr.
Þâfiî hukukçulara göre, altýn ve gümüþte ribâ illeti para olma (semenlik) özelliði, hadiste sayýlan diðer dört maddede ise illet "yiyecek maddesi" olmalarýdýr.
Asr-ý saadette ribâ uygulamasý örnekleri:
Altýnýn altýnla deðiþimi eþit aðýrlýkta ve peþin olarak yapýlýr. Hz. Peygamber devrinde dinar adý verilen altýn para, yaklaþýk 4 gram aðýrlýðýnda altýndan ibarettir. Böyle bir para ile altýn zinet eþyasý alýnmak istense, gerçekte altýn altýnla mübadele edilmiþ olur. Bu hesaba göre 60 gram altýna eþ deðer olan 15 dinara 40 gramlýk bir bilezik alýrsak, 20 gram fazlalýk faiz olur. Bunun aksine 10 dinara, 60 gram aðýrlýðýndaki bileziði satýn almak da ayný sonucu doðurur.
Hayber´in fethinden sonra Allah Rasûlüne ganimet olarak getirilen boncuk ve altýndan oluþan bir gerdanlýðý Fudâle b. Ubeyd 12 dinara satýn almýþtý. Altýnlarýný ayýrýnca yalnýz bunlarýn 12 dinardan fazla olduðunu gördü. Durumu Allah Rasûlüne anlatýlýnca;" Âltýnlar ayrýlmadan satýn alýnmaz" buyurdu (Müslim, Müsâkât, 17).
Gümüþün para birimi dirhemdir. Bir dirhem yaklaþýk 3,2 gram gümüþ ihtiva eder. Gümüþten yapýlan ziynet eþyasý ve benzerlerinin gümüþ para karþýlýðýnda satýmý hâlinde de, altýn konusunda arzedilen sakýncalar ortaya çýkar, Muâviye devrinde savaþ ganimeti olan gümüþ bir kap, bu kabýn aðýrlýðýndan farklý miktarda dirhem (gümüþ para) karþýlýðýnda satýlmak istenince, bir sahabi, Ubâde b. Sâmit´in naklettiði altý ribevî madde hadisini hatýrlatmýþ ve satýþýn ancak eþit aðýrlýktaki gümüþler arasýnda olabileceðini belirtmiþtir (Müslim, Müsâkat, 80; bkz. Ýbn Mâce, Mukaddime,II).
Altýn veya gümüþ paranýn kendi cinsleriyle mübâdele edilirken peþin ve eþit aðýrlýkta olmasýnýn istenmesi, paranýn maden deðerinin (gerçek deðeri) üstünde veya altýnda nominal (izafi) bir deðer kazanmasýný engellemiþtir. Yani para ile, kendi cinsinden imal edilen altýn veya gümüþ ziynet eþyalarý arasýnda bir fiyat farkýnýn oluþmasýný, baþka bir deyimle, o devirlerde enflasyonun oluþmasýna Ýslâm´ýn faiz yasaðýnýn engel teþkil ettiði söylenebilir.
Altýn ve gümüþ, biri diðeriyle, peþin olmak þartýyla, farklý aðýrlýklarda mübâdele edilebilir. Hz. Ömer, altý ribevî madde hadisini naklettikten sonra þunu ilâve etmiþtir: "Bu maddelerin birbirleriyle mübadelesinde, alýcý senden eve girip çýkýncaya kadar mühlet istese bile verme. Çünkü sizin için ramâ´dan, yani ribâdan korkuyorum" (Mâlik, Muvatta´, Büyü´, 33).
Hurmanýn hurma ile mübâdelesinde þu örnek dikkat çekicidir. Bilâl (r.a) Hz. Peygamber´e ikram etmek üzere iyi cins hurma getirdi. Allah´ýn elçisi bu hurmayý nereden aldýðýný sorunca, Bilâl þöyle dedi: "Bizde âdi bir hurma vardý. Nebî (s.a.s)´e yedirmek için, ben onun iki ölçeðini bu iyi hurmanýn bir ölçeðine sattým". Bunun üzerine Allah´ýn elçisi þöyle buyurdu: Eyvah, eyvah! Ribânýn ta kendisi, ribânýn ta kendisi. Bunu böyle yapma. Fakat hurma satýn almak istersen, kendi hurmaný baþka bir satým akdi ile sat. Onun satýþ bedeli ile istediðin hurmayý satýn al" (Buhâri, Vekâle,11). Buna göre, ayný cins misli mallar trampa edilecekse, eþit olarak mübâdele edilmeli, eðer kalite farký gibi nedenlerle taraflardan birisi veya ikisi buna razý deðillerse, mübâdele edilecek mallarýn kýymeti para ile takdir edilerek deðiþim yoluna gidilmelidir.
Böylece faiz yasaðýnýn amacýnýn, taraflarýn aldanmasýný önlemek ve haksýz kazanca engel olmak noktasýnda toplandýðý anlaþýlmaktadýr.
Ýslâm hukukçularýnýn çoðunluðuna göre, nakit para borçlarýnda, geri ödeme tarihine kadar paranýn satýn alma gücünün düþmesi veya yükselmesi dikkate alýnmaz. Ancak Ýmam Ebû Yusuf altýn veya gümüþ para dýþýndaki madenî paralarýn (felsler) satýn alma gücünde meydana gelebilecek deðiþmeler, borçlarýn ödenmesinde dikkate alýnýr. Satýn alma gücünde ki düþme veya yükselme halinde, borç satým akdinden doðmuþsa akit tarihi; ödünç (karz) akdinden doðmuþsa kabz (teslim etme) tarihi esas alýnarak, madenî paranýn altýn veya gümüþ para karþýlýðý itibariyle ödeme yapýlýr. Ebû Yusuf bu görüþüyle madenî paralarda enflasyon farkýný faiz olarak kabul etmemektedir. Ancak onun bu görüþü, kendi devrindeki altýn veya gümüþ paradan doðan borçlarý kapsamýna almamaktadýr. Ýbn Âbidîn bu noktayý özellikle belirtmiþtir (Ýbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, IV, 24, Resâil, II, 63, 64; Tenbîhu´r-Ruküd alâ Mesâili´n-Nuküd, Mecmuatu´r-Resâil, II, 52; el-Fetâvâl-Bezzâziye, (Hindiyye kenarýnda), c. IV, 510).
Ondokuzuncu yüzyýlýn ikinci yarýsýnda Osmanlý devletinde altýn karþýlýðý olarak banknot çýkarýlmýþtý. Bunlar onaltýncý ve onyedinci yüzyýllarda bazý Avrupa ülkelerinde çýkarýlan þemsili kâðýt paralarýn benzeri ve devamý niteliðindedir. Onyedinci yüzyýlda Ýngiltere ve Ýsveçte resmî darphaneler kendilerine býrakýlan altýn ve mücevherleri emânet olarak muhafaza ediyorlardý. Ancak, devlet mâlî sýkýntýlar yüzünden bu güveni kötüye kullanýnca, sarraflar teþkilatlandýlar ve halkýn elindeki kýymetli eþyayý da saklamaya baþladýlar. Ýþte sarraflarýn emanet býrakanlara verdiði "Goldsmith´s notes" denilen makbuzlar, para yerine kullanýlan ilk yazýlý belgelerdir (Feridun Ergin, Ýktisat, 560, 570).
Osmanlýlarda, Ýbraz edildiklerinde altýn karþýlýðýnýn ödeneceði taahhüt olunan banknotlarla, karþýlýk gösterilen altýn arasýnda giderek satýn alma gücü farký meydana gelmiþtir. Bu durum, fels ve maðþuþ paralarla altýn ve gümüþ paralar arasýnda meydana gelen satýn alma gücü farký ile ayný niteliktedir. Borçlarýn banknotla ödenmesinde bu enflasyon farkýnýn ilâve edilmesi faiz sayýlmamýþtýr. Meselâ, 1879 M. tarihli bir kararnamede, borçlar kâime ile ödenirken, 450 kuruþluk kâime yerine bir yüzlük altýn (1 altýn lira) veya borçlarý ödeme gününde, bir altýn kaç kâime ederse o kadar kâime ödenmesi emrolunmuþtur. Günümüzde kâðýt para, önceki yüzyýllarda para fonksiyonu olan mübâdele vâsýtalarýnýn yerine geçen, devletin desteklediði ve halkýn muâmelelerde kullanmasýyla tedâvülünü örfleþtirdiði bir para çeþidi olmuþtur. Bu yüzden altýn, gümüþ veya diðer madenî paralara uygulanan faiz hükümleri kâðýt paralarý da kapsamýna alýr. Ancak kâðýt paralar piyasada, itibarî (nominal) deðerle dolaþtýklarý için, ayný nitelikteki madenî (fels ve maðþûþ para) paralarýn benzeridir. Aralarýndaki fark þudur: Ebû Yusuf´a göre, tedâvülden kalkmasý veya satýn alma gücünde deðiþiklik olmasý halinde felsin kýymeti, satým akdinde akit tarihi, karzda teslim tarihindeki altýn veya gümüþ paranýn kýymeti üzerinden hesaplanmýþtýr. Bu, bir enflasyon farkýndan çok, ayný anda tedavülde bulunan iki para arasýnda "kur ayarlamasý" olarak düþünülebilir.
Fâizsiz Ekonomi
Fâiz ve ribâ sözcükleri eþ anlamlý olup, Ýslâm ekonomisinde bir terim olarak, mübâdeleli akitlerde taraflardan birisinin hakký kabul edilen ve akit sýrasýnda þart koþulan veya örfleþmiþ bulunan fazlalýk anlamýna gelir. Faiz; ölçü, tartý veya sayý ile alýnýp satýlan standard (mislî) mallarda cereyan eder. Altýn, gümüþ ve nakit para çeþitleri de buna dahildir. Kur´ân-ý Kerîm´deki ribâ âyetleri (er-Rum, 30/39; en-Nisâ, 4/160-161; el-Bakara, 2/275-279). Hz. Peygamber (s.a.s)´in bu konudaki hadis ve uygulamalarý (Müslim, Musâkât, 17, 80, 81, 102, Hac, 147; Ebu Dâvud, Büyû, 19). Ýncelendiðinde fâiz yasaðýnýn haksýz kazancý önlemek, paranýn yalnýz mübadele aracý olarak kalmasýný saðlamak, ödeme darlýðý çekenleri istismar ettirmemek, kamu ve özel sektöre daha saðlam kredi imkânlarý sunmak, mâliyetleri düþürmek ve paranýn satýn alma gücünü korumak gibi sebeplere dayandýðý görülür.
Konu biraz açýlacak olursa, þunlar söylenebilir: Faizli kredilerde ana paranýn faiziyle birlikte geri ödeme taahhüdü, taraflardan birisini haksýz kazançla karþý karþýya getirir. Kredi kullananýn zarar ettiði halde, ana para ve faizi ödemek zorunda kalmasý veya bu kredi sayesinde yüksek satýn alma gücü elde ettiði halde bunun önceden miktarý belirlenmiþ küçük bir kýsmýný sermaye sahibine ödemesi, rizikoyu tek yanlý hale getirir. Ubâde b. es-Sâmit (r.a)´den Allah Rasûlünün þöyle buyurduðu nakledilmiþtir: "Âltýn altýnla, gümüþ gümüþle, buðday buðdayla, arpa arpa ile, hurma hurma ile ve tuz tuz ile, misli misline, birbirine eþit ve peþin olarak mübâdele edilir. Cinsler farklý olursa, peþin olmak þartýyla, istediðiniz gibi salýþ yapýnýz. Her kim fazla verir veya alýrsa ribâ muâmelesi yapmýþ olur" (Müslim, Musakat, 81; Ebû Davud, Büyü, 18; Tirmizi, Büyü, 23). Ýslâm hukukçularýnýn çoðunluðu, bu hadiste zikredilen altý maddeyi "örnek kabilinden" saymýþ; maddelerin mislî oluþuna bakarak, ölçü veya tartý ile alýnýp satýlan tüm mallarýn mübâdelesinde, cins birliði olunca "fazlalýk" ve "vadenin"; cins farký bulunduðunda ise, yalnýz vadenin fâiz olacaðý görüþünü benimsemiþtir (el-Cassas, Ahkâmül-Kur´ân, II, 124). Sýrf vade sebebiyle meydana gelen faize "nesîe ribâsý" denir. Beþ bin dolarýn, üç ay sonra teslim alýnacak on bin mark´la deðiþimi halinde, bu çeþit ribâ söz konusu olur. Para peþin mal veresiye bir akit olan selem, istisnâ ve mislî mallarýn faizsiz olarak karz-ý hasen verilmesi konunun istisnalarýdýr.
Hz. Peygamber (s.a.s)´in yukarýda da anlattýðýmýz uygulamalarý, faizi anlamada yardýmcý olabilir. Ashâb-ý Kirâmdan Fudâle b. Ubeyd (r.a) Hayber günü boncuk ve altýn dizili bir gerdanlýðý 12 dinara (yaklaþýk 48 gr. altýn para) satýn almýþ, yalnýz altýnlarýn 12 dinardan daha aðýr olduklarýný anlayýnca, durumu Hz. Peygamber (s.a.s)´e sormuþtur. Bunun üzerine "Rasûlüllah altýn altýna karþýlýk tartý iledir. Altýnlar ayrýca tartýlmadýkça satýn alýnmaz" buyurmuþtur (Müslim, Musakat, 17). Muâviye devrinde gümüþ para ile gümüþ ziynet eþyasýnýn, tartýlarak eþit aðýrlýkta mübâdele edildiði nakledilir (Müslim, Musakat, 80). Bu duruma göre, meselâ; 15 gram aðýrlýðýndaki bir bileziði 8 dinara satýn alsak; gerçekte 32 gr. altýn parayla,15 gr. bilezik þeklindeki altýný mübâdele etmiþ oluruz. Böyle bir piyasada dinarlar ziynet eþyasýnýn çok deðer kazanmasý sebebiyle sarraflarca eritilerek ziynete dönüþür. Bunun aksine 32 gr. aðýrlýðýndaki bir bileziði 4 dinara satýn alsak, gerçekte bu bileziði 16 gr. altýn para ile deðiþmiþ oluruz ki, böyle bir piyasada altýn ziynet eþyalarý da darphanede eritilerek dinara dönüþür. Asr-ý saadette altýn veya gümüþ paranýn kendi cinsleriyle mübâdele edilirken peþin ve eþit aðýrlýkta olmasýnýn þart koþulmasý, paranýn maden deðerinin üstünde veya altýnda nominal (itibarî) deðer kazanmasýný engellemiþtir. Yani para ile kendi cinsinden imal edilen altýn veya gümüþ ziynet eþyasý arasýnda bir satýn alma gücü farkýnýn oluþmasýna, baþka bir deyimle, o devirlerde enflasyonun oluþmasýna Ýslâm´ýn fâiz yasaðýnýn engel teþkil ettiðini söyleyebiliriz.
Fâiz, ekonominin olmazsa olmaz bir rüknü deðildir. Ekonomik faaliyetlerin fâizsiz bir sistem içinde daha saðlýklý bir biçimde yürütülmesi mümkündür. Ancak bu yapýnýn oluþabilmesi için, sistem bazýnda aþaðýdaki noktalara aðýrlýk verilmesi gerekir.
1) Paranýn satýn alma gücünün saðlam bir esasa baðlanmasý. Günümüz dünya ekonomilerinde kâðýt para kabul görmüþ örfi bir paradýr. J. Dobretsberger, Mýsýr´da M.Ö. 1600 yýllarýnda banknot tedâvül edildiðinin belirlendiðini söyler. Ýktisat tarihçilerinin sözünü ettiði bu uygulama (Feridun Ergin, Ýktisat, Ýstanbul 1964, 569), Hz. Yusuf (a.s.)´un Mýsýr merkez olmak üzere Orta Doðu yöresinde uyguladýðý, çeyrek yüzyýlý içine alan bir dizi ekonomik tedbirlerin bir parçasýdýr. O, yedi yýllýk bolluk yýllarýnda halkýn elindeki ihtiyaç fazlasý hububatý ve tasarruflarý devlet hazine ve depolarýna emânet olarak almýþ, sahiplerine emânet býraktýklarý þeylerin cins ve miktarýný belirten birer makbuz vermiþtir. Elinde böyle bir makbuz olan kimse, belge üzerinde yazýlý cins ve miktardaki altýn, gümüþ veya hububatý dilediði zaman çekebilirdi. Ticaretle uðraþanlar hâmiline yazýlý olan bu makbuzlarý mal ve para yerine kabul ediyorlardý. Hattâ belgeler Fenike ve Mezopotamya´ya kadar yayýlmýþtý. Temelde vahye dayanan bu uygulamada kâðýt banknotun arkasýnda mislî (standard) eþyanýn bulunduðu açýktýr (Yusuf, 12/ 10; Elmalýlý, Hak Dini Kur´ân Dili, Ýstanbul 1960, IV, 2861).
Kâðýt paranýn 16. yüzyýldan itibaren Avrupa´da, 19. yüzyýldan itibaren ise Osmanlýlarda ortaya çýkýþý ve geliþme süreci, daima altýna göre olmuþ ve satýn alma gücünü altýndan almýþtýr. Durum böyle olunca, altýnla ilgili hükümleri, onu temsil eden kâðýt paraya uygulamada tereddüt edilmemiþtir. Günümüz ekonomisinde kâðýt para veya benzeri menkul kýymetlerin altýn baþta olmak üzere bazý misli eþyaya baðlanmasý, satýn alma gücünü temsil ettiði mislî maldan alan saðlam bir para anlayýþýný ortaya çýkarabilir. Enflasyona karþý kendisini koruyabilen böyle bir para, karz, kredi ve sermaye birikimi için daha elveriþli hale gelir.
2) Karz-ý hasen´e iþlerlik kazandýrmak. Allah (c.c.) ihtiyaç sahiplerine ödünç para vereni övmüþ, âhirette ona kat kat ecir verileceðini bildirmiþtir (el-Hadid, 57/11).
Diðer yandan, hadis-i þeriflerde; iki defa ödünç verenin bir defa tasaddukta bulunmuþ sayýlacaðý (Þevkanî, Neylül-evtar, V, 229). Bir sadakaya on katý, karz-ý hasene ise on sekiz katý ecir verileceði nakledilmiþtir (Ýbn Mace, Sadakat, 19).
Ýslâm´da faizsiz ödünç para verme yoluyla kýsa vadeli ve küçük kredileri temin etmek mümkündür. Ticari olmayan ihtiyaçlar, dar ve sabit gelirlilerin kýsa süreli para sýkýntýlarý ve yine esnaf ve tüccarýn geçici ve kýsa süreli ekonomik finansmanlarý bu yolla karþýlanabilir. Günümüzde çek ve senetlerin ödenmesinde veya protesto olan senet bedellerinin karþýlanmasýnda tüccar sýk sýk kýsa süreli, kimi zaman birkaç saatlik kredilere ihtiyaç duyar. Bu gibi kýsa süreli ihtiyaçlarýn hýsýmlar, esnaf, tüccar ve komþular arasýnda çözümlenmesi ve bundan maddî bir yarar beklenmemesi en güzel ve kalýcý bir çözümdür. Bu uygulama müslümanlarý birbirine yaklaþtýrýr, iyilik yapma duygularýný güçlendirir, ayrýca taraflar sürekli olarak karz-ý hasen sevabý kazanýrlar.
Kýsa vadeli küçük kredilerin daha düzenli ve faizsiz olarak temini için, "yardýmlaþma sandýklarý"da oluþturulabilir. Bu sandýða her ay belli âidat ödenerek, ihtiyaç olduðunda biriken primlerin birkaç katýna kadar kredi alýnmasý ve bunun anlaþma þartlarýna göre geri ödenmesi mümkündür. Diðer yandan böyle bir sandýk ticaret ortaklýðý olarak düzenlenirse, kullanýlmayan krediler iþletilir ve daha büyük krediler saðlama imkânlarý meydana getirilebilir. Sandýk, ortaklarýnýn çek ve senet tahsillerini yapar, vadesiz mevduatlarýna da sahip çýkabilirse, küçük çapta banka iþlemleri bu çerçevede ve faizsiz olarak çözülebilir.
Ýslâm´da özel sektörün uzun vadeli ve büyük kredi ihtiyaçlarý için "kâr-zarar ortaklýðý" esasý getirilmiþtir. Mudâraba ve muþâraka bunlar arasýnda sayýlabilir. Kredinin süresi ve hacmi büyüdükçe, bunu karz-ý hasen ölçüleri iþinde çözmek mümkün olmaz.
3) Mudâraba ortaklýðý. Bir ortak sermayeyi, diðeri emeðini ortaya koyarak þirket kurabilirler. Buna mudâraba denir. Ýslâm´da mudâraba, özel sektörün uzun veya kýsa vadeli her çeþit kredi ihtiyacýný karþýlamak için elveriþli bir ortaklýk çeþididir. Elinde büyük sermaye birikimi olan birçok kimseler bunu iþletmek, bir ticaret iþinde kullanmak ister. Ancak bilgisi, tecrübesi veya saðlýðý elveriþli olmadýðý için bu arzusunu gerçekleþtiremez. Yine toplumda bilgili, yetenekli ve ticaret iþine yatkýn bir çok kimseler de sermaye yokluðundan dolayý ticarete atýlamaz. Ýþte, mudâraba, birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir araya getirir. Ve iki taraf da bundan kârlý çýkar. Böylece toplumda muattal kalan sermayeler ve iþ bulamayan kabiliyetler deðerlenmiþ olur. Bu çeþit ortaklýk itimada dayanýr. Ýþi yürütmeyi üzerine alan ortak güvene lâyýk olmaya çalýþýr. Giderek dürüst iþ adamlarý meydana gelebilir. Ýþletmeci (mudârib), emeðinin karþýlýðý olarak net kârýn sözleþmede belirlenen yüzdesini alýr. Bu kâra mahsûben avans olarak maaþ da alabilir. Hesap dönemi sonunda zarar ortaya çýkarsa, bu yalnýz sermaye sahibine aittir. Zarar, önce kârdan karþýlanýr. Kâr yeterli olmazsa ana paradan ödeme yapýlýr. Bu takdirde iþletmeci herhangi bir þey alamaz. Kasýt ve kusuru bulunmadýkça iþletmeci zarardan sorumlu tutulmaz. Zarar halinde, sermaye sahibi sermayesinin tamamýný veya bir bölümünü kaybederken iþletmeci de emeðinin karþýlýðýný alamamaktadýr (es-Serahsi, el-Mebsût, XXII,19, 98; el-Kâsânî, Bedayius-Sanayi´, VI, 87, 98; Ýbnül-Hümam, a.g.e., V, 58, 70 vd.; Ýbn Rüþt, Bidâyetül-Müctehid, II, 204).
Mudârabe ortaklýðýnýn bir baþka önemli yönü de, ortaklýðýn yürütülmesinde iþletmeciye tanýnan esnekliklerdir. Ýþletmeci, kendisine verilen sermayeyi iþletmek üzere üçüncü þahýslarla yeni ve ayrý mudâraba ortaklýklarýna girebilmekte, hattâ bu ortaklýklar çok sayýda olabilmekte ve bunlarýn sayýsýna bir sýnýrlama getirilmemektedir. Mudârabanýn bu özelliði, Ýslâm bankacýlýðýnýn esasýný oluþturur. Sermaye sahibine veya sahiplerine ilk iþletmeci muhatap olacaðý için, onun menfaati zedelenmez. Belki daha iyi iþletme yüzünden kâr marjý artabilir. Ýþletmecinin yaptýðý iþi, daha düzenli ve geniþ ölçüde bir kuruluþ yaparsa; tasarruf sahiplerinin mevduatýný ticarete ve yatýrýmlara yönlendirdiði, dürüst ve yetenekli alt iþletmeci (mudârib)leri bulmada aracýlýk ettiði için, ilk mudâraba anlaþmasýnda belirlenen iþletme kârýný almaya hak kazanýr. Faizsiz kredi kullandýran böyle bir finans kuruluþu, mevduat sahiplerine daha fazla kâr verebilmek için gereken ihtimamý gösterir. Aksi halde kâr miktarýnýn belirsiz oluþunun yaratacaðý olumsuz etki kendisini gösterir.
4) Muþâraka (inan) ortaklýðý. Ýki ve daha çok kiþinin ticaret yapmak, elde edecekleri kârý paylaþmak üzere ortaklýk kurmasýdýr. Tasarruflarýn doðrudan yatýrýmlara ve ekonomik faaliyetlere sevki, sanayi, ticaret ve tarým kesiminde sermaye birikimi oluþturulmasý, muþâraka yoluyla mümkündür. Burada her ortak þirkete belli miktar sermaye veya hem sermaye, hem de emeði ile ortak olur. Net kârýn paylaþýlmasý serbest sözleþme ile olur. Zarara katlanma ise sermaye oranlarýna göredir.
Muþâraka´da ilk ana para mala dönüþtükten sonra, ortaklarýn haklarý þirketin mal varlýðý üzerinde kuruluþtaki hisse oranlarýna göre devam eder. Hesap dönemi sonlarýnda daðýtýlmayan veya kýsmen daðýtýlan kârlar veya enflasyon gibi sebeplerle þirketin mal varlýðýnýn büyümesi, ortaklarýn hisselerinin de büyümesi anlamýna gelir. Bu fazlalýðýn hisse senetlerine yansýtýlmasý gerekir. Meselâ;100 kiþi, her biri 1 milyon TL. koyarak bir ticaret þirketi kursalar; 5 yýl sonra þirketin mal varlýðý yeniden deðerleme sonucu 3 milyar Tl.na yükselmiþ bulunsa, her ortaðýn hissesi mal üzerinden 30 katýna, yani 30 milyona çýkmýþ olur. Eski hisse senetlerinin 30 milyon yazan yenileri ile deðiþtirilmesi gerekir. Böyle bir þirketten bir ortak ayrýlmak isteyince, mallar bölünebilir cinstense, malýn % 1´ini alýr veya ortaðýn hissesi þirketçe ödenerek geri kalan ortaklarýn hisselerine eklenir. Ya da bu hisse pazarlýk yoluyla üçüncü bir þahsa satýlabilir (es-Serahsî, a.g.e., 151; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 57-62; Ýbn Kudame, el-Muðnî, V, 27).
Ýslâm´da, bir þirket yatýrýmlarýný büyütmek isterse, mudâraba veya muþâraka esasýna göre, kýsa veya uzun vadeli bütün kredi ihtiyaçlarýný doðrudan tasarruf sahiplerine baþvurmak suretiyle karþýlayabilir. Ancak yeni hisse senedi çýkarýldýðýnda, eski hisse senetlerini yeniden deðerlemeye tabi tutarak þirketin o tarihteki mal varlýðýný eski senetlere yansýtmak gerekir. Aksi halde daha önceki yýllarda daðýtýlmayan kârlara yeni hissedarlar da ortak yapýlmýþ olur.
Bu gün ülkemizde anonim þirketlerin çeyrek yüz yýl önce, o günün kýymetlerine göre çýkarýlmýþ hisse senetleri halkýn elinde bulunmaktadýr. Yýllarca tamamen veya kýsmen daðýtýlmayan kârlar, kullanýlan krediler ve enflasyonlar yüzünden, þirket mal varlýðýndaki gerçek karþýlýðý bazan 150-200 katýný aþan bir hisse senedinin 3-5 misli nominal bir deðerle alýcý bulmasý çözüm için yeterli deðildir. Þirketlerin mal varlýklarý yeniden deðerlemeye tabi tutularak, ellerinde o þirketin hisse senedi olanlara yeni deðerler üzerinden hisseleri verilmelidir. Üzerinde bir milyon yazan, fakat ticaret þirketindeki mal karþýlýðý elli katýna çýkmýþ bulunan bir senedi 3 milyon nominal deðerle satan ortaðýn, gerçekte 50 milyona yakýn bir satýn alma gücünü 47 milyon TL. eksiðine devrettiði halde, %300 kârla sattýðýný düþünmesi, ekonomik gerçeklerle çeliþmektedir.
Diðer yandan Ýslâm ekonomisinde altýn, gümüþ ve öteki mislî mallar þirket sermayesi olarak belirlenebilir. Hatta bazý müctehidler fels adý verilen ve maden deðeri dýþýnda nominal (itibarî) bir deðerle dolaþan madenî paralarýn (altýn ve gümüþ para dýþýnda) þirketlerde ana para olamayacaðýný söylemiþlerdir. Osmanlýlarda 1464 M. tarihinden itibaren kurulmaya baþlayan para vakýflarýnda altýn ve gümüþ para mudârabe veya bidâa (kârýn tamamý vakfa ait olmak üzere vakýf parasýný iþletmek) yoluyla esnaf ve tüccar için önemli finansman kaynaðý olmuþtur. Hatta buðday, arpa vb. diðer mistî mallar da vakfedilmiþ, bunlar altýn veya gümüþ paraya çevrildikten sonra, yine finans ihtiyacý olanlara mudâraba veya bidâa yoluyla kredi olarak verilmiþtir. Vakýf, anaparayý bu þekilde kredi olarak kullandýrmaya devam eder ve elde edilen kârdan vakfýn hissesini, vakfedilen cihete harcardý (el-Mavsýlî, el-Ýhtiyar, III, 14, 15; Ýbn Âbidin, Reddül-Muhtar, Tercüme, A. Davudoðlu, Ýstanbul 1983, IX, 278, 279).
Kredi kaynaklarýndan baþka, devlet bütçesinin yatýrýmcýlara kullandýracaðý krediler, borçlarýný ödeme güçlüðü çekenlere zekât fonunun desteði, ziraat ortakçýlýðý esasýna göre daðýtýlacak tarým kredileri de sayýlabilir.
Buna göre Ýslâm ekonomisi her konuda olduðu gibi ekonomik problemlere gerçekçi çözümler getirmiþtir. Bu sistemde, tasarruf sahipleriyle müteþebbisler doðrudan temas halindedir. Krediye ihtiyacý olan iþ adamý dürüst çalýþýr, sermaye sahiplerini gerçek mal varlýðýna ortak yapar ve gerçek kârý paylaþmaya, ya da ortaklarýn ana paralarýna eklemeye razý olursa, kredi problemine faizsiz çözüm yolu bulmak mümkündür. Günümüzde faizli kredi mâliyetlerinin %100´ü aþtýðý bilinmektedir. Müteþebbisler bu kredileri ürettikleri malýn mâliyetine yansýttýklarý için, fâiz, eþya fiyatlarýnýn normalin üzerinde yükselmesine sebep olmaktadýr. Böyle bir kredi, çýkarýlacak kâr-zarar tahvilleriyle, mudâraba veya muþâraka ölçüleri içinde kullanýldýðýnda ise, üretim maliyetleri önemli ölçüde düþer. Taraflar ve toplum meþrû ticaretin bereket ve semeresini hissetmeye baþlar.
Toplumun ihtiyaç maddelerini üretip daðýtanlar ve ekonomik faaliyetleri dürüst olarak yürütenler Allâh Rasûlünün diliyle þöyle öðülmüþtür:
"Bir kimse gýda maddelerini (toplumun ihtiyacý olan þeyleri) toplayýp günün rayiç fiyatý ile satsa, sanki bunlarý yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine tasadduk etmiþ gibi ecir alýr" (Ýbn Mace, Ruhün, 16); "Gönül hoþluðu ile görevini yerine getiren, harama el uzatmayan veznedar, Allah rýzasý için sadaka verenin ecrini alýr. " Yani harcamasý ve transferi kendisine emânet edilen bütün paralarý yolsuzluk yapmaksýzýn hak sahiplerine ulaþtýrdýkça sanki onlarý yoksullara daðýtmýþ gibi sevap kazanýr" (Buhârî, Zekat, 25).
Ynt: Riba By: yasar simsek Date: 26 Mayýs 2010, 14:48:22
as slm ben ysr simsek saygi ve hurmetlerimi sunarim ben cok dertiyimfransada yasayorum dedim simdi helal haram ticaret yapiyorum kazancim ne olacak 1 2 bizim paramis var mecbur banada duruyr ilk zamanlar oyle duruyordu simdi faizli duruyor neden derseniz fazizli duyduk o paradan kazanilan para ile muslumanlar karsi kullanilirmis benim gibibinlercesvaree ne yappaalim holdinklereverdik gititi
radyobeyan