Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Reaya By: armi Date: 16 Mart 2010, 15:10:28

REAYA





Osmanlý idarî ve siyasî sisteminde bir hükümdarýn hüküm ve idaresinde bulunup vergi veren halk anlamýnda kullanýlan bir terim.

Reaya kelimesi, sürü, otlatýlan hayvan sürüsü; hükümete itaat eden ve vergi veren halk manalarýna gelen "raiyyet"in çoðuludur.

Ýslâm hukukunun ikinci kaynaðý olan hadis metinlerinin en az on tanesinde yer alan kelime günümüzde daha çok "Hepiniz çobansýnýz ve emriniz altýndakilerden sorumlusunuz. Devlet baþkaný çobandýr ve yönettiklerinden sorumludur..." (Buhari, Cuma, Hadis no: 487) hadisindeki ifadesiyle tanýnmýþtýr.

"Reaya" kelimesine Ýslâm tarihi boyunca zaman zaman farklý anlamlar yüklenmiþtir. Bunlar þöyle sýralanabilir:

a) Müslüman ve gayr-i müslim teba´a; b) gayr-i müslim teba´a; c) köylü/çiftçi.

Baþlangýçta, Ýslâm devletinin yönetimi altýnda bulunan müslüman ve hristiyan, bütün halk topluluklarýna reaya deniliyordu. Sonralarý, gayr-i müslim adý altýnda toplanan bütün teba´aya bu ad verilmiþtir. Bu kriterden hareketle biz de reaya derken genel anlamda gayr-i müslim teba´adan bahsedeceðiz.

Ýslâm hukukunda, Ýslâm hükümranlýðýna boyun eðen Ýslâm dýþý unsurlara zýmmî veya ehl-i zimmet denilmektedir. Bu ismin veriliþ sebebi, Ýslâm devletine ödemiþ olduklarý cizye vergisi karþýlýðýnda mal, can ve namus gibi hususlarýn müslümanlarca garanti edilip koruma altýna alýnmýþ olmasýndan kaynaklanmaktadýr (Bilal Eryýlmaz, Osmanlý Devletinde Gayrimüslim Teb´anýn Yönetimi, Ýstanbul 1990, s. 19).

Ýslam savaþ hukukuna göre, yeni ele geçirilen bir gayr-i müslim ülkesinde halka üç þart ileri sürülürdü: Ýslâm´ý, savaþý veya cizyeyi kabul etmek. Ýslâm´ý kabul edenler cizye vermezlerdi, savaþý kabul edenler savaþ kurallarýna göre iþlem görürlerdi; cizye ödemeyi kabul edenler de devletin idaresi altýna girer, reaya sayýlýrlardý. Bu grup halk unsuru, Medine´ye hicretten sonra kurulan Ýslâm devletinin kýsa bir sürede göstermiþ olduðu siyasî ve askerî atýlýmlar sonucunda Ýslâm hâkimiyetine boyun eðen ehl-i kitap topluluklarýyla yapýlan antlaþmalar sonucunda ortaya çýkmýþtýr. Gayr-i müslim reaya ile yapýlan ilk sözleþmelerden birisi Resulullah (s.a.s)´in Necran hristiyanlarýna verdiði ahidnamedir (Metin için bk. Ebu Ubeyd el-Kasým b. Sellam, Kitabül-Emval, Kahire 1981, s. 182 vd).

Raþid halifeler döneminde fetihlerle görevli komutan ve valilere, Ýslâm devletinin hâkimiyetini tanýyan ve gayr-ý müslimlere Ýslâm´ýn gerektirdiði þekilde iyi davranýlmasýný ve haklarýnýn gözetilerek garanti altýna alýnmasýný ihtiva eden direktifler veriliyordu. Nitekim Hz. Ömer (r.a), Kudüs´ü ele geçirdiði zaman hristiyan halkýn mal ve canlarýnýn korunup, mezhep ve ibadetlerinde serbest bulunduklarýný ilan etmiþti. Hz. Ömer döneminde yapýlan birçok düzenlemeler arasýnda reayadan alýnan vergi de belli bir sisteme baðlandý. Buna göre zenginler her yýl 48, orta halli olanlar 24, yoksullar ise 12 dirhem gümüþ cizye vermekle yükümlüydüler.

Ýslâm´ýn bu ilk dönemlerinde reaya tabiri sadece gayr-i müslimler için kullanýlmýyordu. Bununla birlikte müslüman teba´a da ayný isimle anýlýyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a)´in halife olduðu zaman reayasýna karþý yaptýðý konuþma, Ýslâmda devlet baþkaný ile reaya arasýndaki yakýnlýk ve iliþkiyi mükemmel bir þekilde yansýtýr:

"-Ey müslümanlar! Sizin en hayýrlýnýz olmadýðým halde, sizi idare etmek üzere seçildim. Ýyilik yaparsam bana yardým ediniz, kötülük yaparsam beni doðrultunuz... Hangi Ýslam toplumu Allah yolunda cihadý terkederse, Allah ona zillet ve aþaðýlýk verir. Hangi müslüman toplum arasýnda fuhuþ yayýlýrsa, Allah onlara vereceði bela ve cezayý genelleþtirir. Allah´a ve Resulu´ne itaat ettiðim sürece, bana itaat edin. Þayet ben, Allah´a ve Resulu´ne isyan edersem, artýk bana itaat yoktur".

Emevilerin hilafeti ele geçirmelerinden sonra geçmiþte uygulanan usuller bir süre daha devam etmiþ, ancak hilâfetin saltanata dönüþtürülmesinin olumsuz sonuçlarý ortaya çýkmaya baþlayýnca müslümanlarýn olduðu gibi gayr-i müslimlerin de vergi hususunda haksýz muamelelere tabi tutulduklarý izlenmiþtir. Diðer taraftan Emevîler fethedilen yerlerdeki gayr-i müslim memurlardan istifade etmiþlerdir. Hesap ve yazý iþlerini bilen gayr-i müslimler özellikle malî divanlarda görev almýþlardýr. Bu durum devletle reaya veya bir baþka deyimle müslümanlarla gayr-i müslimler arasýnda organik bir yakýnlaþmaya yol açtý. Bu geliþmeler sonunda Emeviler devrinde birçok gayr-i müslim yazar, bilgin ve doktor yetiþti. Ancak Abdülmelik b. Mervan´ýn Emevi devletini Araplaþtýrma çalýþmalarý ile bu durum ortadan kalkmýþ, böylece gayr-i müslimler kendilerine tanýnan bu imtiyazlarý kaybetmiþlerdir.

Abbasiler devrinde ve o dönemlerde Ýran, Mýsýr, Kuzey Afrika ve Ýspanya gibi ülkelerde kurulan diðer devletlerde de reaya ile iliþkiler ayný ölçülerde devam ettirildi. Bu uygulamalarý daha sonra kurulan müslüman devletler devam ettirdiler. Nitekim Anadolu´nun Selçuklular tarafýndan fethedilmesinden sonra Ýslâm devletlerinde uygulanan bu usuller hemen hemen aynen benimsendi. Reaya cizyesini ödediði sürece, bütün din ve dünya iþlerinde serbest býrakýldý. Özel yaþayýþlarýna, eðitim ve öðretimlerine, ibadet, gelenek ve göreneklerine dokunulmadý.

Osmanlýlar, ilk dönemlerinde Ýslâm´ýn prensiplerini uygulamada samimi davrandýklarý için reayanýn haklarý, devletin kontrol ve muhafazasý altýndaydý. Fethedilen ülkelerdeki gayr-i müslim reaya vergiye baðlanmak þartýyla yerlerinde býrakýlýyor; buna mukabil mal, can ve mesken dokunulmazlýklarý ile inanç ve ibadet hürriyetleri devlet tarafýndan güven altýna alýnýp, eðitim ve öðretim ile ibadet ve geleneklerinde serbest hareketleri temin ediliyordu. Reaya´nýn tabi olduðu hükümler Osmanlý Kanunnamelerinde açýkça izah edilmiþtir. Osmanlý devletinde reaya´dan hizmeti görülenlere týmar verilirdi. Bu týmarý kazanmak isteyenler sipahi yazýlýr, böylece vergiden muaf tutulurdu. Ancak gayr-i müslim reayadan herkes istediði zaman sipahi olamaz; atadan, babadan devlete hizmeti geçmiþ olanlar seçilirdi.

Gayr-i müslim reayanýn bedenî olarak bir yükümlülük altýna sokulduðu görülmektedir. Bu da, devþirme usuluyle meydana getirilen yeniçeri ordusunun asker ihtiyacýný karþýlamak için baþvurulan bir metoddu. Her sene bazý reaya ailelerinin küçük çocuklarý yeniçeri ocaðýna alýnýrdý. Genelde ailelerin kendi arzularýyla verilen bu çocuklar, Ýslâm âdet, örf ve kurallarýna göre yetiþtirilir, içlerinden yetenekli olanlar devlet ve ordu görevlerinde en yüksek kademelere kadar çýkarlardý.

Tanzimat´ýn ilanýna kadar Osmanlý idaresinde gayr-i müslim ahaliye ait hak ve görevler için Hz. Ömer´in Kudüs´ü fethettiði zaman oradaki gayr-i müslimlere tatbik ettiði esaslar örnek alýnarak ayný uygulama asýrlarca sürdürüldü. Bu esaslarla gayr-i müslim tebeânýn müslümanlara göre farklý bir, þekil ve renkte elbise giymeleri, müslümanlar arasýnda silahlý dolaþamamalarý ve þehirde at üstünde gezememelerine karþýlýk, hayat ve hürriyetleri tam bir garanti altýna alýnmýþtýr. Osmanlý devleti, Tanzimat´ýn ilanýna kadar bu esaslar dahilinde hareket ederek devlet bünyesinde bir "ümmet hâkimiyeti" politikasýný takip etmiþti. Ama Tanzimat ile birlikte bu anlayýþa son verildi.

Tamamen batýlý devletlerin zorlamalarý ile ilan edilen Tanzimat Fermaný (1839) gayr-i müslim reayanýn menfaatlerini korumak ve onlara yeni haklar kazandýrmak amacýna yönelikti. Tanzimatla birlikte bir dönüm noktasý durumuna gelen gayr-i müslim reayanýn konumu, bu tarihten itibaren Ýslâm hukuku ve müslümanlar aleyhinde bir geliþmeye sahne olmuþtur. Sultan II. Mahmud´un: "Ben vatandaþlarýmdan müslümaný camide, hristiyaný kilisede ve museviyi sinagogta ayýrýrým. Aralarýnda baþka bir fark yoktur" sözü geniþ bir uygulama alanýna konuldu. Tamamen þer´i bir vergi olan cizyenin adý deðiþtirilerek buna "bedel-i askerî" adý verildi. Bütün devlet rütbe ve memurluklarý kendilerine açýlan gayr-i müslim reayanýn; bu tarihe kadar müslümanlar hakkýnda þahitlikleri geçerli deðil iken, bundan sonra müslümanlar hakkýnda hüküm vermek üzere mahkeme üyeliði bile verildi.

Reaya baþlangýçtan beri kendisine tanýnan haklara dayanarak, Osmanlý devleti sýnýrlarý içinde özel din okullarý, öðretim müesseseleri ve ibadethaneler açtý. Tanzimattan sonra da kendi dillerinde ilkokuldan liseye kadar eðitim ve öðretim yapan özel okullar açtýlar. Bunlar arasýnda Fransýzca, Ýngilizce, Almanca, Rumca, Ýtalyanca, Ýbranice, Ermenice öðretim yapan özel okullar vardý. Gerek bu okullarda, gerekse Osmanlý eðitim kurumlarýnda görev alan gayr-i müslim kaynaklý kimseler eðitim kadrolarýný iþgal etmiþlerdi. Böylece bu okullar uzun vadede Osmanlý devletini içten çökertecek olan, Ýslam düþmaný bürokratlarýn yetiþmesinden baþka bir iþe yaramamýþtý. Bu dönemde reaya çocuklarý, Osmanlý öðretim kurumlarýnýn çoðunda daha çok yabancý dil ve deneysel bilimlerle ilgili derslerde öðretmenlikle görevlendirildi. Ayrýca bunlara, elçilik ve saraylarda tercümanlýkla, yabancý devletler nezdinde elçilik görevleri verildi.

Ýstanbul´un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafýndan Osmanlý Devleti sýnýrlarý içinde reaya´ya tanýnan bütün haklar II. Meþrutiyet (1908)´e kadar sürmekle birlikte, 1856´da ilan edilen Islahat Fermaný ile gayr-i müslim teba´a, reaya statüsünden kurtulup hakim millet yani Türk unsurlarýyla eþit bir statüye sahip olmuþtur (Eryýlmaz, s. 113). Böylece Osmanlý devleti, reaya ile olan iliþkilerinde Ýslâm hukuku prensiplerini tamamen terketti. Reayadan alýnan cizye kaldýrýlarak devlet dairelerinde, okullarda ve askerlik hizmetlerinde müslümanlarla gayr-i müslim reaya eþit seviyeye getirildiler.

II. Meþrutiyetle birlikte gayr-i müslim reayaya verilen imtiyazlar geniþletildi, verilen haklara yenileri eklendi.

Fransýz ihtilalinin (1789) hemen ardýndan ortaya çýkan milliyetçilik akýmlarý ve özellikle batýlý emperyalist devletlerin kýþkýrtmalarýyla baðýmsýzlýk ve isyan hareketlerine kalkýþan reaya, Osmanlý idaresi tarafýndan kendilerine tanýnan bu hoþgörü, hak ve imtiyazlarý kötüye kullanmaktan çekinmedi. Ayrýca yüzyýllarca huzur içerisinde yaþadýklarý Osmanlý devleti aleyhine, fýrsat buldukça Osmanlý iç iþlerine müdahale edegelen emperyalist güçlerle iþbirliði yapmaktan da geri kalmadý. Osmanlý Devleti´nin gereksiz yere I. Dünya savaþýna sürüklenmesiyle reaya, devleti içinden parçalamak için yoðun çalýþmalara girdi. Anadolu üzerinde haklar iddia ederek baðýmsýz devlet kurmak amacýyla terör eylemlerine baþladý. Ýslâm topraklarýný iþgal eden yabancý güçlerle askeri iþbirliðine girerek müslüman halka karþý katliamlara giriþtiler. Ermeni çetelerin iþledikleri cinayetler bunun tipik örnekleridir.

Osmanlý devleti yýkýlýp, yerine Anadolu topraklarý üzerinde kurulan laik Türkiye Cumhuriyeti devleti, hudutlarý içerisinde yaþayan herkesi eþit seviyede vatandaþlýk haklarý ile vatandaþ kabul etmiþtir. Ancak, laiklik çerçevesinde gayr-i müslim topluluklar, her þeylerinde serbest býrakýlýp bir sýnýrlandýrmaya maruz kalmadýklarý halde, müslümanlar, laiklik adýna büyük zulümlere ve baskýlara muhatap oldular. Ýslam´ýn dýþýndaki bütün dinler, devlet tarafýndan tanýnýp güvence altýna alýndýklarý halde; ülkenin gerçek sahipleri olan müslümanlarýn, dinlerini yaþamalarý her þekliyle imkansýz hale getirilmek istenmiþtir. Ýslam, hukuk dýþý bir din ilân edilerek, onun gerçek baþlýlarý sürekli takibata uðramýþ ve büyük cezalara çarptýrýlmýþlardýr. Ayrýca, laiklik prensibine uyularak Ýslâmdan baþka dinlerin kurumlarý ve faaliyetleri tamamen serbest býrakýlýrken; Ýslâm, devletin denetimi altýnda, devlete baðlý bir kurum olan Diyanet teþkilatý ile laik devletin istek ve hedefleri doðrultusunda kullanýlan bir din haline getirilmeye çalýþýlmýþtýr.

 


radyobeyan