Rasul By: armi Date: 15 Mart 2010, 19:28:15
RASÛL
Gönderilmiþ kimse, elçi, peygamber; bir iþ veya vazife için bir kimseyi göndermek veya elçilik anlamýna gelen risalet kelimesinden türemiþ bir isim; risaleti veya ilâhi sözü taþýyan zat. Resul, "fe´ül" vezninde mübalaða siðasý olduðuna göre, çok defa gönderilmiþ veya elçilik müddeti uzadýðýndarý kendisine gönderilen ile göndereni arasýnda gidip gelen ve görüþmesi defalarca vuku bulmuþ; veya göndericisinin haberleri birbiri ardýnca (mütevaliyen) kendisine gelen demektir. Bundan dolayý "resul"un lugat bakýmýndan yapýlan tarifinde; kendisini gönderenin haberlerini devamlý bekleyen ve alan kimsedir. Veya, "resul" kelimesinin iþtikaký; birbirini takib etmek ve birbiri ardý sýra gelmek anlamýna gelen "re.se.le" kelimesindendir... Sanki tebliðin tekrarlanmasý resule lazým kýlýnmýþ, yahut ümmetin rasûle tabi olmalarý lazým gelmiþtir.
Resul kelimesi, açýk bir þekilde göndereni (el-mürsili), kendisine gönderilen kimseyi (el-mürselü ileyhi) ve yine kendisine gönderilen kimseye teblið edeceði risaleti ifade eder. O halde risalet ve teblið, doðrudan doðruya "er-resul" kelimesinden doðan iki mefhumdur. Resul kelimesi, þu açýklamadan anlaþýldýðýna göre, aslî bünyesinde elçilik ve teblið vazifesini de taþýr. O halde resul, gönderildiði kimselere teblið etmek üzere elçilik vazifesini taþýyan kimsedir.
Resul; Allah´ýn seçtiði ve kendisine vahyettiðini tebliðe memur ederek insanlara gönderdiði kimsedir. Nebi de peygamber demek olup, Allah Teâlâ´nýn emir ve nehiylerden vahyeylediði ahkâmý teblið etmesi için insanlara gönderdiði zattýr. Nübüvvet (nebîlik) her resulun zorunlu vasfýdýr. Yani her resul nebidir. Taftâzâni gibi ban ehl-i sünnet âlimleri ile Mutezile alimlerinin tümü "resul ile nebi" kelimelerinin mefhumlarý itibariyle farklý ise de ýstýlahta ayný anlama geldiðini ve müteradif olduðunu söylemiþlerdir.
Nebî kelimesi, haber anlamýna gelen "nebe´e" den türemiþ olup ism-i fail manasýna "haber veren", veya ism-i mefûl manasýnda "kendisine haber verilen" demektir. Veyahut bünyesinde her iki manayý da bulundurarak elçilik ve tebliði de ifade eder. Yükseklik anlamýna gelen "nebve "den türemiþ olursa fail veya mef´ûl manasýna gelmesi muhtemel olduðundan; kendisine uyanlarý yüksek rütbelere eriþtiren veya derece, þeref ve makamý yükseltilmiþ anlamýna gelir. Nebi, Allah ile kullarý arasýnda vasýta ve yol olduðu için tarik (yol) anlamýna gelen "nebi " kelimesinden nakledilmesi dahi caizdir. Gerek haber, gerek yükseklik ve rütbe ve gerekse yol ve vasýta (aracý) anlamlarý "nebi" de toplandýðý için hemzesiz (nebi) denmesi hemzeli (nebî´) denilmesinden daha uygun ve daha belagatlý olur. Nebî´nin kelime manâsýndan çýkan bu anlamlarýn hepsi de "resul" ün vasýflarýndandýr. Farsça "peygamber" sözü her iki kelimenin de yerine geçer.
Ýmam Eþ´ari ile Zahiriler Hani bir vakit melekler; Ey Meryem, Allah seni seçti, seni tertemiz büyüttü, seni âlemlerin kadýnlarý üzerine mümtaz kýldý, demiþti? (Âl-i Ýmrân, 3/42); "...Ona (Meryem´e) ruhumuzu (Cibrili) gönderdik..." (Meryem,19/17) gibi ayetlerin zahirlerine tutunarak Hz. Meryem´in nübüvvet ile görevlendirildiðini ileri sürmüþler ve bu sebeple âlimlerden bir kýsmý nebi´yi "Nebi, ister tebliðe memur edilsin, ister edilmesin kendisine vahy olunan kimsedir" diye tarif etmiþler (Ýbrahim el-Bacûrî, Hâþiye Ala metni´s-Senüsiyye, Matbaatü Amiretü´-þ-Þerefiyye,1303, s. 37; Ýbn Hümam, Þerhul-Müsâyere, Bulak 1317, 138) ve Hz. Meryem´in de kendisine vahyedilerek tebliðe memur edilmeyen, nebi olduðunu söylemiþlerdir. Resulu de "Kendisine vahyolunarak mutlaka tebliðe memur edilen kimsedir" diye tarif etmiþlerdir. Kur´an-ý Kerim´de Hz. Meryem hakkýnda zikredilen ayetler Hz. Meryem´in nübüvvetine kesin olarak delâlet etmez. Bu ayetlerde onun peygamberliði açýkça söylenmemiþtir. Hz. Meryem´e gelen vahiy bir þeriat ile irsal olmayýp peygamberlere gelen vahiy´den baþkadýr. Bazý alimlerin yukarýda zikrettiðimiz nebi hakkýndaki tarifleri eksiktir. Çünkü teblið vazifesi resullerde olduðu gibi nebilerde de vardýr. Kur´an ayetleriyle hadislerden enbiya´nýn da kendilerine vahyolunan hakký ve hayýrlý iþleri halka duyurup açýklamaya memur edildikleri anlaþýlýr. Teblið, nebi ile resulun müþterek vasfýdýr. Kur´an-ý Kerim ve hadislerde, nebilerden hiçbir nebî´nin tebliðe memur edilmediðine dair, hiç bir mesned ve iþaret yoktur. Aksine, nebilerin hepsinin tebliðe memur edildiklerine dair delil çoktur. Nebilerden hiç bir nebi hariç olmayarak onlarýn hepsine beþerin inanacaðý kadar ayetler (mucizeler) verildiðini bildiren hadis" (Buhârî, Fedailül-Kur´an,I; Müslim, Ýman, 239) nebilerin hepsinin de tebliðe memur edilmiþ olduðuna açýkça delalet eder. Yusuf süresinin 109. ayetinde, peygamberlerin erkeklerden ve þehirler halkýndan seçilerek gönderildiði bildirilir.
Nübüvvet ve risâlet, Allah vergisidir; çalýþýp çabalamakla, mücahede ve riyazetle ve ilim tahsili yaparak elde edilmez. Ancak Allah Teâlâ iyi kimselerden dilediðini nebi ve resulu olarak seçer. Allah elçiliðini nereye vereceðini çok iyi bilendir" (el-En´âm, 6/124). Kur´an ve hadislerde çok defa resul ile nebi kelimeleri - mefhumlarý arasýnda bir fark belirtilmeden müteradif olarak kullanýlmýþtýr.
Fakat Kur´an-ý Kerim´de bir ayette nebi kelimesi resul kelimesine atf olunur: "Biz senden evvel hiç bir resul ve hiç bir nebi göndermedik ki... ´ (el-Hacc, 22/52). Bu cümle "Oraya hiç bir âmir ve memur gelmedi ki..." cümlesine benzer. Eðer resul ile nebi eþ anlamlý olsaydý, Allah´ýn belagatlý olan bu ayetinde birbirine atf edilerek tekrar edilmeleri güzel olmazdý. O halde ma´tufun, ma´tüfun aleyhden (kendisine atf edildiði kelimeden) baþka olmasý zarureti vardýr. Bu atýf, resul ile nebi arasýnda farkýn olduðuna delâlet eder. Bu ayet ile peygamberliði rütbeleri veya faziletleri farklý iki grup için ispat etmek mümkün oluyor. Bir hadisi þerifde de Enbiya´nýn adedi 124 bin veya 224 bindir. Bunlarýn içinden 315´i resuldür" (Ahmed b. Hanbel, V, s. 226) buyurulmuþtur. Gerçi bu hadis haber-i âhaddýr, itikatta zan ifade eder. Fakat resul ile nebi arasýnda bir farkýn olduðuna dair bir ipucu verir. Âlimlerin çoðu da bu hadis ve yukarýda mealini zikrettiðimiz ayetten dolayý "Her resul nebidir, fakat her nebi resul deðildir" görüþünü kabul etmiþlerdir.
Þu halde nebi ile resul arasýnda fark vardýr. Fakat hangi bakýmdan fark bulunuyor? Bu farkýn ne olduðu Kur´an ve hadislerden anlaþýlmadýðý gibi, bunda Ýslâm âlimleri de ihtilaf etmiþlerdir.
Ehl-i sünnet kelamcýlarýnýn çoðu resul ile nebi arasýndaki farký þu þekilde belirtmiþlerdir: Resul; Allah´ýn kendisine vahy ederek tebliðe memur ettiði ve kendisini kitab ve yeni bir þeriatla gönderdiði kimsedir. Veya resul, Allah´ýn emrine muhalefet edenlere bilmedikleri ilahî hükümleri veya tamamen unutulmuþ bir þerîatý getiren, veyahut, geçmiþ þerîattan insanlarýn riayet etmeyerek unutup kaybettikleri kýsýmlarý ihya ederek teblið eden kimsedir. Hz. Mûsâ´dan sonra Ýsrâiloðullarýna gönderilen resuller (el-Bakara, 2/87-88) ya bu milletin Hz. Musâ´nýn getirdiði ahkâmdan unuttuklarýný ihyâ ederek teblið ediyorlar, ya da asýrlarýn geçmesiyle ihtiyaca göre Hz. Musâ´nýn þerîatýnýn az bir kýsmýnda deðiþiklik yapýyorlardý. Yahut da lsrailoðullarýna -ki onlar Hz. Musâ´nýn þeriatýndan bir þey unutup kaybetmedilerse- bu resullerin gönderilmesinde ancak Allah´ýn bileceði baþka incelikler vardýr.
Resul, kendisine Allah tarafýndan þeriat verilen kimse olup bunu teblið ederken karþýsýna çýkana gerektiðinde savaþ ilan eden ve Allah´ýn ahkâmýna dayalý devlet idaresini de elinde bulunduran ve ilahî hükümleri fiilen tatbik eden kimsedir.
Nebi ise, Allah´ýn kendisine vahyettiðinden insanlarý haberdar eden kimsedir ki; kendisine ait müstakil bir þeriatý olmayýp, önce gönderilen peygamberin þeriatý ile hükmeden ve insanlara bunu açýklayan ve bu þeriata uymalarýný emretmekle mükellef olandýr. Nebi, teblið ettiði hususlara karþý koyanlarla harp etmez; sadece teblið ve ikaz ile yetinir. Ona belli konularda özel haberlerde vahyedilir. Nebi, bazen karþý koyanlarla harp etmek için bir melik veya kumandan da tayin edebilir (el-Bakara, 2/246-248). Ýsrâiloðullarýna gönderilen nebiler, Hz. Musâ´nýn þeriatýný takrir ve izah ederler, Tevrât´ýn ahkâmýna göre bunlârý idâre ederlerdi.
Ýnsanoðullarý var olduklarý günden beri, Allah Teâlâ, onlara, hakký bildiren ve doðruyu gösteren, bir ucu ezelliyetin karanlýklarýnda, diðer ucu geleceðin sonsuzluðunda kaybolan yollarýný aydýnlatan peygamberler göndermiþtir. Öyle ki, insanlara devamlý olarak peygamberlerini göndermesi Allah´ýn sünneti olmuþtur: "Andolsun ki Biz her ümmete, Allah´a kulluk edin putlara (tapmaktan ve azgýnlýða götürecek þeylerden) kaçýnýn diye tebliðde bulunmasý için bir peygamber (resul) göndermiþizdir" (en-Nahl, 16/36).
Ýster nebi olsun, ister resul olsun peygamberlerin hiç birisini diðerinden ayýrdetmeden hepsine iman etmek farzdýr. Resul ve nebilerin hepsi nübüvvetin aslýnda ve peygamberliðin mahiyetinde eþittirler. Çünkü peygamberliðin hakikatýnda tefaddul ve noksanlýk yoktur. Hz. Yunus da peygamberdir, Hz. Ýsa ve Musâ da peygamberdir. Hepsi de Allah´tan vahiy almýþlar, bütün peygamberler tevhid itikadýný ve hayýrlarýn bütününü insanlara öðretmede Allah rýzasý için yarýþmýþlardýr. Peygamberlerin hepsi de masumdurlar, özellikle insanlara örnek olmada ve dinin hükümlerini teblið ile ilgili hususlarda Allah´ýn emrinin dýþýna çýkmamýþlardýr. Bu bakýmdan onlarýn ayný seviyede olan bu haklarýný teslim ve tasdik etmeden bir insan mümin ve müslim olamaz. Resulullah(s.a.s) Peygamberler arasýnda ayýrým yapmayýnýz..." buyurmuþtur (Buhârî, Enbiya, 35; Müslim, Fedail, 159).
Kur´an-ý Kerim´in bize öðrettiði ve Hz. Peygamberin de geceleri teheccüd namazýnda okuduðu dua esnasýnda "Peygamberler haktýr ve Muhammed haktýr..." (Buhârî, Teheccüd, I) dediði gibi onlarýn hepsini peygamberliklerinde (nübüvvetin mahiyetinde) birbirlerinden ayýrdetmeksizin eþit olarak tasdik etmek imanýn gereðidir:
Allah´ý ve peygamberlerini inkar edenler ve Allah ile peygamberlerinin arasýný ayýrmak isteyenler (Allah´a inanýp peygamberlerine inanmayanlar) ve peygamberlerin bir kýsmýna inanýrýz ve bazýlarýný inkâr ederiz diyenler ve böylece küfür ile iman arasýnda bir yol tutmaya yeltenenler var ya! Ýþte bunlar gerçek kâfirlerin kendileridir. Biz o kâfirlere horlayýcý ve zillete düþürücü bir azab hazýrladýk. Allah´a ve peygamberlerine iman edip onlardan birini diðerinden ayýrmayanlara gelince, bunlar da ecir ve mükafatlarý kendilerine verilecek olanlardýr. Allah çok baðýþlayýcý, çok esirgeyicidir" (en-Nisa, 4/150-152). Peygamberlere iman etmeyi emreden ayetlerde "resul" kelimesinin içerisine "enbiya" da girer. Enbiyanýn ilki Hz. Âdem´dir. Hz. Âdem´in nübüvveti, kendisine emredilip nehyolunduðuna delâlet eden Kur´an ayetleri ve hadislerle sabittir. Hz. Muhammed (s.a.s) nebi ve resullerin sonuncusudur. Peygamberlerin sayýsý hakkýnda rivayetlerin en kuvvetlisi Enbiyanýn sayýsý 124 bin veya 224 bindir. Bunlarýn içinden 315´i resuldür" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V 226; Ýbn Hibbân, Taberânî, Hâkim, Beyhaki ve Ýbn Mürdeveyh rivayet etmiþlerdir). Bu hadis ahâd haberdir. Lafýzlarýnda (124 bin, 224 bin) gibi þüphe ve rivayet farký vardýr. Haberi ahâd zan ifade eder. Ýtikadiyatta zanna itibar edilmez. O halde peygamberlere imanda onlarýn adedini muayyen bir sayý ile belirtmemek lâzýmdýr. "Allah´ýn gönderdiði peygamberlerinin hepsine iman ettim". Veya Peygamberlerin ilki Hz. Âdem, sonuncusu ise Hz. Muhammed (s.a.s)´ dir. Bu ikisi arasýnda ne kadar peygamber gelip geçmiþse, hepsine iman ettim. Bütün peygamberler, haktýr, gerçektir, doðrudur demek lâzýmdýr. Ahâd habere uyarak peygamberlerin sayýsýný belirtmekte ise, enbiyadan olmayanlarýn sayý ile belirtilen adedin içine sokulmasý veya nebi olanlarýn ise sayý dýþýnda býrakýlmasý gibi imana zarar verici tehlikeli bir durumla karþýlaþýlmýþ olur.
Kur´an-ý Kerim´de, nübüvvetin mahiyeti dýþýnda ve peygamberlik hâricinde peygamberlerin bazý meziyyet ve özelliklerle birbirlerine tafdil olunduklarý bildirilir: "O resuller ki biz onlarýn kimine kiminden üstün meziyetler verdik..." (el-Bakara, 2/253), Nebilerin bazýsýný bazýsýna tafdil ettik" (el-Ýsrâ, 17/55). Peygamberlerin bazýsýnýn diðer bir kýsmýna tafdil olunduðu meziyet ve faziletler, nübüvvetin mahiyeti dýþýnda ve peygamberlik rütbesinin tamamen haricinde kalan Allah´ýn onlara verdiði lütuf, ihsan ve meziyetlerdir. Meselâ, "O holde resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi sen de sabret. Onlar için azabý istemede acele etme" (el-Ahkâf, 46/35) buyurulduðu gibi peygamberlerin bir kýsmý azim sahipleridir. Ulul-azm olan peygamberler diðerlerinden efdaldir ... Ulul-azmi mine´r-rusul..." deki "min" in beyaniyye olmasý ihtimali daha kuvvetli olduðuna göre bu ayetteki "ulu´l-azm mine´r-rusul"den murad resûllerin hepsidir. Resuller resul olmayan nebilerden efdaldir denilmiþtir. Doðrusu, peygamberlerin tafdili, Allah´ýn onlardan her birine gerek dünyada gerek ahirette nübüvvetleri dýþýnda verdiði bir takým lütuf ve meziyetlerdir. Meselâ, Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya þehid edilmiþlerdir. Bilfiil þehâdet rütbesi her peygamberde yoktur. Hz. Peygamber, kýyamet gününde ilk elbise giydirilenin Hz. Ýbrahim (a.s) olduðunu söylemiþtir (Buhârî, Enbiya, 8; Müslim, Cennet, 58). Hz. Ýbrahim´e diðer peygamberlerden önce elbise giydirilmesi onun için ayrý meziyettir.
Peygamberlere olan ihtiyaç
Allah, insanlarýn iradelerini doðru itikad, güzel ahlak ve amel bakýmýndan imtihan için yaratmýþtýr. Eðer, Allah Teâlâ, insanlara tekliflerini teblið edecek, iyilik yapanlarý müjdeleyici, kötülük yapanlarý azabýndan korkutucu resul ve nebilerini göndermemiþ olsaydý, onlarýn Allah´a karþý ileri sürecekleri delil ve bahaneleri olur; hakka irþâd olunmadýklarý için küfür ve iþledikleri çeþitli günahlardan dolayý mâzur tutulmalarý lazým gelirdi. Halbuki Allah, iþledikleri türlü türlü ma´siyetlerden dolayý insanlarýn kendisine karþý ileri sürecekleri bir özür ve delilleri olmasýn diye peygamberler göndererek onlara hüccetini tamamlamýþtýr (en-Nisa, 4/165).
Ýnsanýn tek baþýna aklý da onun yaratýlýþýndaki gayeyi idrak etmesi ve doðru yolu bulmasýna yeterli deðildir.
Akýl her ne kadar Allah Teâlânýn varlýðýný ve bazý sýfatlarýný bilirse de O´na layýk olduðu þekilde ibadeti, ahireti ve ondaki mükafat ve mücazâtý da bilemez. Halbuki insanlarýn ýslahý ve hayatta amellerini düzeltmeleri için bunlarýn bilinmesine çok ihtiyaç vardýr. Bunlarýn normal ilim yollarý ile bilinmesine imkân yoktur. Bu dünyada ve ahirette ebedi saadetimiz için gerekli olan bütün bu bilgileri, doðruluklarýna dair kendilerinde emareler yaratýlmýþ ve mucizelerle tasdik olunmuþ rasuller haber verir.
Ýnsanlar, tek baþlarýna hayýrlarýn hepsine, insanî fazilet ve ahlâkî kemallere ulaþamazlar ve bunlar da birleþemezlerdi. Çünkü, bencillik, nefis ve hevâlarý, onlarý hak ve hayýrlardan alýkoyar, rezalet, ahlâksýzlýk, zulüm gibi batýl ve þerlerin peþlerinde koþarlar, adeta ormanlarda yaþayan iptidai ve vahþi insanlar gibi olurlardý. Hayýr, ahlakî kemal ve faziletlerin hepsini bilmede insanlar Allah´ýn gönderdiði peygamberlere muhtaç olmuþlardýr.
Ýnsanlar; ferd ve toplumlarýný ýslah edip ahlâk ve fazilette yükseltmede örnek alýnacak ve örnek olacak, her bakýmdan doðru dürüst bir eðitici ve terbiyeciye muhtaçtýrlar. Islahatçý bilgin ve filozoflar ise günahlardan masum deðildirler. Çok defa da kendi kafalarýndan koyduklarý kanun ve felsefelerine baðlý kalarak iyi örnek olamazlar. Bu hususlarda da yüzlerce hatalarýn içerisine düþerler. Sadece peygamberler günahtan masumdurlar. Teblið ettikleri bilgileri kendi nefislerinde yaþayarak güzel örnek olurlar. Onlar her türlü günahlardan korunmakta Allah´ýn yardýmýna mazhar olmuþlardýr.
Peygamberlerden baþka diðer ýslahatçýlarýn ellerinde insanlara tatbik etmek istedikleri esaslarýn doðruluðuna delâlet edecek bir delil ve âlamet de yoktur. Çok defa bu esaslar akl-ý selime ve insanýn körelmemiþ temiz vicdanýna da aykýrý düþer. O halde insanlar, muhtaç olup da bilemedikleri iki cihan saadetini gerektiren bilgilerin hepsini peygamberlerden öðrenirler (Ayrýca bk. Peygamberlik).
radyobeyan