Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Rasihun By: armi Date: 15 Mart 2010, 19:27:11

RÂSÝHÛN




Saðlam, metin, sarsýlmayan kimseler; ilimde derinleþmiþ olan, tahkik derecesine ulaþan ve bilgisinde þüphe aranmayan otorite ilim adamlarý; r.s.h. kök fiilinden gelen "rasih" ismi failinin çoðulu. Arapça´da r.s.h. (reseha) kök olarak sarsýlmadan sabit durmak anlamýndadýr. Ayrýca yaðmurdan meydana gelen rutubetin yerin derinliklerine inmesi demektir.

Taberî (öl. 310/922), râsihün´u, ilmini saðlam kýlan, onu hakkýyla kavrayýp bilgilerine þek ve þüphe karýþmayanlar olarak tarif ettikten sonra Peygamber (s.a.s)´in onlarý "yeminlerine baðlý, sözleri doðru, kalbleri de hak yol üzere bulunan ve haram yemeyenler" olarak tanýmladýðýný anlatan rivâyetler nakletmektedir (Taberî, Câmiul-Beyan an Te´vili Âyâtil-Kur´an, Beyrut 1988, III 184-185).

Elmalýlý Hamdi Yazýr ise, onlarý; "Ýlimde derinleþmiþ, eðilmez, eðrilikten hoþlanmaz, bildiðini bilmediðini birbirinden ayýrdedebilen, bildiklerini esas alarak, bilmediklerini mümkün mertebe çözebilen ince kavrayýþlý ilim erbabý" olarak tanýmlamaktadýr (Hak Dini Kur´an Dili, Ýstanbul 1979, II, 1044).

Râsihûn kelimesi Kur´an´da iki yerde geçmektedir:

Kitabý sana O indirdi. O´nun bazý ayetleri muhkemdir, bunlar, Kitabýn anasý (temeli)´dir. Diðerleri ise müteþâbihtir. Kalplerinde bir yamukluk bulunanlar sadece onun müteþâbih olanlarýnýn ardýna düþerler; fitne aramak, te´vilini aramak için... Halbuki onun te´vilini ancak Allah bilir. Ýlimde râsihûn (derinlik sahibi) olanlar da derler ki; Ýnandýk, hepsi Rabbimizden... Ne var ki akl-ý selim sahiplerinden baþkasý düþünüp anlamazlar" (Âl-i Ýmran, 3/7);

Fakat içlerinden ilimde râsih (derinlik sahibi) olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanýrlar. Onlar, namazý kýlanlar, zekâtý verenler, Allah´a ve ahiret gününe inananlar... Ýþte onlara büyük bir mükâfat vereceðiz " (en-Nisâ, 4/ 162).

Her iki ayette de "râsihûn" kelimesiyle, imaný kuvvetli âlimler kastedilmektedir. Ýkinci ayette "râsihûn" ile, Abdullah b. Selâm, Ka´bul-Ahbâr gibi önce yahudi iken sonra müslüman olmuþ derin ilim sahipleri kastedilmektedir (Kurtubi, el-Câmi´li Ahkâmi´l-Kur´an, Beyrut 1965, VII, 13). Nisa suresinin 160. ayetinde helal olan bazý þeylerin, zulümleri sebebiyle yahudilere haram kýlýndýðý anlatýlmaktadýr. Bu ayet indikten sonra yahudiler buna itiraz etmiþ ve bu þeylerin zulümleri sebebiyle deðil, önceden haram kýlýnmýþ olduðunu iddia etmiþlerdir. Sözkonusu ettiðimiz ayet, onlarýn bu iddialarýný reddetmekte ve onlardan müslüman olan râsihûnu þahit göstermektedir. Ayetin bu konuyu iþlediði hususunda âlimler ittifak halindedir. Alimler arasýnda ihtilaf konusu olan husus, Âl-i Ýmran suresinde geçen ayetteki rasihûn´un konumudur: Râsihûn, müteþâbihâtýn te´vilini biliyor mu, bilmiyor mu? Ayrýca bu ayetteki "te´vil" kelimesinin ne anlamda kullanýldýðý da ihtilaf konusu olmuþtur.

Ayette ihtilaf konusu olan meselelerden biri de, ayetteki duraðýn nerede olmasý gerektiði hususudur.

Yukarýda verdiðimiz meâl, duraðýn lafza-i celal üzerinde olduðunu kabul eden görüþe göredir. Þayet durak "er-râsîhüne fil-ilm" üzerinde olacak olursa, ayetin meâli þöyle olacaktýr: ... Halbuki onun te´vilini ancak Allah ve ilimde râsih (derinlik sahibi) olanlar bilir..."

Selefin büyük çoðunluðu, duraðýn lafza-i celâl üzerinde olmasý gerektiði ve ayetin sonrasýnýn ayrý bir cümle olduðu görüþündedir (Taberî, a.g.e., III, 182-183). Ýbn Abbas, Ubeyy b. Ka´b ve Ýbnu Mes´ud´dan rivâyet edilen kýraat budur (Taberî, a.g.e., III, 183-184; Ýbn Hacer el-Askalânî, Fethul-Bârî li Þerhil-Buhârî, el-Matbaatu´s-Selefiyye, VIII,210).

Müteahhirûn dediðimiz sonraki âlimler ise, genelde duraðýn "er-râsihüne fil-ilm" üzerinde olmasý gerektiðini söylerler. Böylece onlara göre "râsihûn", müteþâbihin te´vilini bilirler. Ne var ki dil açýsýndan bu iddia tutarlý görünmemektedir.

Ayette ihtilaf konusu olan hususlardan birinin de "te´vil"in ne anlamda kullanýldýðý meselesi olduðunu belirtmiþtik. Selefe göre burada "te´vil", sonuç ve âkibet manasýnda kullanýlmýþtýr. Yani onlara göre buradaki te´vil, tefsir anlamýnda deðildir. Râsihûn, müteþâbihin manasýný bilirler ama, bunun delili bu âyet ve bu ayetteki duraðýn nerede olacaðý meselesi deðildir. Kur´an anlaþýlmak üzere inmiþtir ve buna müteþâbihler de dahildir (M. Sait Þimþek, Kur´an´ýn Anlaþýlmasýnda Ýki Mesele, Ýstanbul 1991, s. 51-52).

Sonraki âlimler arasýnda ise, te´vilin yaygýn anlamý þöyledir: "Baþka bir anlama delalet ettiðine dair bir delilden dolayý, lafzý, asýl manasýndan, gerektirmediði baþka bir manaya hamletmektir" (Ýbnul-Cevzî, Ebul-Ferac; Nuzhetul-Ayunu´ Nevâzýr fî Ýlmil-Vucüh ve´n-Nezâir, Beyrut 1985, s. 216).

Bu duruma göre gerek selef ve gerek sonraki âlimlere göre müteþâbihlerin anlam ve tefsirini râsihün olan âlimler bilirler. Sonraki âlimler, buna ilave olarak, te´vile verdikleri anlam doðrultusunda râsihûnun, müteþâbihlerin te´vilini de bildiklerini söylerler.


radyobeyan