Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Peygamber By: armi Date: 15 Mart 2010, 15:54:14

PEYGAMBER, PEYGAMBERLÝK



Haber getiren kiþi. Allahu Teâlâ´nýn kullarýna emir ve yasaklarýný bildirmek ve onlara hakký, doðruyu ve yanlýþý açýklamak üzere seçip görevlendirdiði ilahî elçi. Kur´an-ý Kerim´ de; "nebi" veya "enbiya", bazan da "resul" veya "rusul" diye geçer.

"Nebi", arapça bir kelime olup, "nebe´ " kökünden türetilmiþtir. Muhbir, yani "haber verici" anlamýna gelir. Ancak nebe´, herhangi bir haber deðil; bize bildirilen fevkâlade deðerde, çok önemli bir haber, bir teblið demektir. Nebe´, yalnýz, doðruluðunda hiç þüphe olmayan bir haber için kullanýlabilir (Raðýb el-Isfahanî el-Müfredât, Nebi maddesi). Nebi´nin manasý, Allah´ýn, seçtiði kullarýna ilâhî haberinin, vahiy yoluyla ulaþmasý ve vahyine muhatab olmasýdýr. Kelime, Allah ile peygamberi arasýndaki alâkayý, yani vahyi ve haber vermeyi açýklýyor (Saît Ramazan el-Butî, Kübrâ el- Yakîniyyât el-Kevniyye, s. 172).

Bazý dilciler, "nebi" kelimesinin "yükseltilmiþ" manasýnda olan "nübüvvet" kelimesinden geldiðini ileri sürerler.

Diðer bir kýsým dilciler ise, "nebi" kelimesine, Allah (c.c) ile akýl sahibi kullarý arasýnda bir elçi veya, "Biz insanlara, Allah Teâlâ´nýn vahy-i ilâhisini bildiren kimse" manasý verirler. Nebi´nin çoðulu "enbiya"dýr. Peygamberlere, ilâhî emir ve yasaklarý, hüküm ve haberleri insanlara bildirdikleri için "enbiya" denmiþtir (Ýbn Manzur, Lisanul-Arab, Nebi mad.; et-Taftâzânî, Þerhu´l-Makâsýd, II, 128).

Kur´an-ý Kerim´de "nebi" yerine "resul" de geçmektedir. Arapçada "irsal" kelimesinden alýnan "rasul", gönderilen kimse, haberci, elçi anlamýna gelmektedir. Allah (c.c) tarafýndan, insanlarý irþad edip onlarý doðru yola yöneltmek için gönderilmiþ olduklarýndan, peygamberlere, "rüsûl-i kirâm, mürselîn" denmiþtir (el-Müfredat, Resul mad., Lisanul-Arap, Resul maddesi).

Bu esasa göre; nebi ve resul kelimeleri, ayný manaya gelen, arapçada iki (müterâdif) eþ anlamlý isimdir. Peygamberlere, Allah´dan önemli haber (vahy) aldýklarý için "nebi"; aldýklarý haberleri gönderildikleri insanlara bildirdikleri için de "resul" denir. Onlarýn en önemli görevi, kendilerine indirilen ilâhî vahyi teblið etmektir. O halde risaletin manasý Allah Teâlâ´nýn, seçtiði kullarýndan birini ilâhî hüküm veya þerîatini baþkalarýna teblið etmekle mükellef tutmasýdýr. Bu kelime, peygamber ile diðer insanlar arasýndaki alâkayý açýklamaktadýr. O da, irsal (gönderilme) ve elçilik kavramýdýr.

Bu esasa göre, peygamberlerin iki görevi vardýr. Bunlardan Allah (c.c) ile özel iliþkisine "nübüvvet"; insanlarla olan "ilâhî görev" iliþkisine de "risâlet" denmektedir. Nebî ve resul kelimeleri bu iki iliþkiyi ifade etmektedir (bk. el-Butî, a.g.e., s. 173).

Çoðunluk Kelam âlimlerine göre ise "resul" kelimesi, lugat manasý bakýmýndan "nebi" kelimesinden daha geniþ ve þümullüdür. Çünkü melekler de, ilâhi haberler taþýdýklarýndan, onlara da "Ýlâhi haberciler" anlamýnda "resul" denmektedir. Bu görüþte olanlara göre, kendisine ilâhî kitab ve müstakil þerîat verilen peygamberler "resul" diye anýlýrlar. Bu bakýmdan, her resul ayný zamanda bir nebidir. Fakat her nebî, resul deðildir. Bunlara göre; ikisi arasýnda, -mantýk diliyle"umum-husus-mutlak" iliþkisi vardýr. Çünkü nebî; tebliðle mükellef olsun olmasýn, Allah Teâlâ´dan vahiy yoluyla her hangi bir emir alan kimsedir. Eðer o, belli bir þeriatý (hukuk sistemini) veya bir Kitabý teblið etmekle mükellef tutulursa, o peygambere ayný zamanda "resul" denir. Her iki grubun da Kitab ve Sünnet´ten delilleri vardýr. Sonuç olarak, nebî ve resul þöyle tarif edilebilir: "Allah Teâlâ´nýn seçtiði ve onu Cibril (a.s.) vasýtasýyla (uyanýk iken) vahyettiði þeyleri insanlarýn hepsine veya belli bir topluluða Allah´ýn emriyle teblið eden bir insandýr (Nebî ve resul kelimelerinin terim anlamý, aralarýndaki fark ve deliller için bk. et-Taflâzânî, Þerhul-Makâsýd, II/128, el-Cürcanî, Þerhul-Mavâkýf, III, 173-174; Ýbnul-Hümam, Þerhul-Müsâyere, 198; Kadý Ýyâd, eþ-Þifâ, I/210; ed-Devvânî, Celâl-Þerhul-Akâidi´l-Adudiyye, 3; Mustafa Sabri, Mevkiful-Akli vel-Ýlmi vel Âlem, Kahire 1950, IV/40; el-Bûtî, a.g.e., 173).

Peygamberlere Ýman ve Önemi

Kur´an-ý Kerim´de zikredilen birçok ayetlere ve Peygamberimiz (s.a.s)´in bazý sahih hadislerine göre Allah Teâlâ´nýn razý olduðu yegâne hak din olan Ýslâm´da iman esaslarýndan biri de, Allah (c.c.) tarafýndan insanlarý irþad ederek onlara doðru yolu göstermek için gönderilen bütün peygamberlere iman etmektir. Bu ortak esas, Ýslâmda iman esaslarý arasýnda yer alan çok önemli bir rükündür. Çünkü "meleklere" iman edilmeden, "Ýlâhî kitaplara" inanmak mümkün olmadýðý gibi, bu kitablarý insanlara teblið etmekle görevli ve sorumlu olan "Peygamberlere" iman edilmeden de, mukaddes kitablara iman etmek mümkün deðildir.

Gerçek þudur ki; peygamberlik müessesesine inanýlmadan din, yani ilâhî emir ve yasaklar söz konusu olmaz. Çünkü peygamberler, Allah Teâlâ´nýn insanlarý irþad için gönderdiði birer ilâhî elçi olarak kendilerine vahyolunan ilâhî hükümleri, emir ve yasaklarý yalnýz teblið etmekle kalmazlar; ayný zamanda bu hükümleri kendi nefislerinde aynen tatbik eder ve günlük hayatýmýzda fert ve toplum olarak nasýl uygulayacaðýmýzý gösterirler. Peygamberler, herkes tarafýndan takip edilebilecek üstün vasýflý, yüksek ahlâklý, kâmil ve örnek insanlardýr. Onlar, her hususta çok güzel birer örnek olduklarý için, insanlarý kolayca etkiler, onlara Allah sevgisi ve O´na imaný aþýlar ve peþlerinden sürükleyerek hayatlarýnda esaslý deðiþiklikler yaparlar. Çünkü nefsi ve aklý ile baþbaþa olan insanlarýn ýslahý ve doðru yola yöneltilmeleri, ancak yine birer insan olan, günahlardan arýnmýþ (masum) peygamberlerin önderliðinde baþarýlabilir. Onun içindir ki, melekler insanlara deðil, yalnýz peygamberlere elçi olarak gönderilmiþlerdir: "(Onlara) de ki: Eðer yeryüzünde yaþayýp huzur içinde dolaþanlar melekler olsaydý, muhakkak Biz, onlara gökten melek bir peygamber indirirdik" (el-Ýsrâ, 17/95).

Kur´an-ý Kerim´in bildirdiðine göre, peygamberlik müessesesi ve ilâhî kitaplar Allah Teâlâ´nýn insanlara lutfettiði manevî bir hediye (mevhibe-i ilâhiyye)dir. Âlemleri yaratan Allah (c.c) insanlar ve milletler arasýnda bir fark gözetmeden, onlarýn her birine maddî sayýsýz nimetler ve çeþitli rýzýklar verdiði gibi, ruhî bir gýda, manevî bir nimet olarak peygamberlik nimetini de ayný ilâhî esasa göre insanlýk âlemine ihsan etmiþtir. Bu yönden peygamberlik, lutfu ve rahmeti sonsuz olan Rabbulâlemin´in bütün dünya milletlerine daðýttýðý ilâhî bir hediyedir. Madem ki insanlar hidayet yolunu bulmak, hak ve adalet üzere kurulan ilâhî nizamý öðrenerek hayatlarýnda uygulayabilmek için Allah (c.c) tarafýndan seçilerek gönderilen masum (günahsýz) peygamberlere ve onlara indirilen ilâhî vahye muhtaçtýrlar; o halde bütün insanlarýn Rabbý, Hâlýk ve Râzýký olan Allah Teâlâ, elbette ki kullarý arasýnda ayýrým yapmadan, her millete kendi içinden seçtiði peygamberler gönderecektir. Nitekim bu husus Kur´an-ý Kerimde þu ayetlerle açýk olarak beyan edilmiþtir: Hiç bir millet yoktur ki, kendi içinde (onlarý Allah azabýyla) korkutan biri (bir peygamber) gelip geçmiþ olmasýn" (el-Fâtýr, 35/24), Her milletin bir peygamberi vardýr" (Yunus,10/47. Ayrýca bkz. en-Nahl 16/36; er-Rum, 30/47; ez-Zuhruf, 43/6; er-Ra´d 13/8; Ýbrahim,14/4; el-Ýsrâ,17/15).

Bütün peygamberler bu yüce görevi eksiksiz olarak yapabilecek ve kendilerine vahyolunan ilâhî hükümleri insanlara teblið edebilecek kudret ve kabiliyette yaratýlan mümtaz ve sadýk kullar, Allah tarafýndan seçilen ilâhî elçilerdir.

Kur´an-ý Kerim, müslümanlara, yalnýz Ýslâm Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s)´e deðil, dünya milletlerine zaman zaman gönderilen bütün peygamberlere de inanmayý emretmektedir. el-Bakara süresinde; Deyiniz ki biz Allah´a, bizlere indirilen (Kitab)´a; Ýbrahim´e, Ýsmail´e, Ýshak´a, Yakub´a ve oðullarýna indirilenlere; Rableri tarafýndan Mûsa ve Ýsâ ya verilenlere iman ettik. Onlarý biribirinden (peygamber olarak) ayýrmayýz? (el-Bakara, 2/136) buyrulmaktadýr. Ayette geçen "nebiyyûn" kelimesi ile, daha önce gönderilen diðer peygamberlerin kastedildiði anlaþýlmaktadýr.

Ýþte Ýslâm dini, bütün peygamberlere inanmayý, "iman esaslarý"ndan ve Ýslamýn temel prensiplerinden saymakla (bkz. el-Bakara, 2/177 ve 285, en-Nisâ, 4/ 136), hiç bir dinin eriþemediði derecede þumullü bir insanlýk dini olmak vasfýný kazanmaktadýr. Bütün dünya milletlerine hitap etmek suretiyle de, insanlarý bütün beþeriyeti içerisine alan bir kardeþliðe, sulh ve sukûna, saadet ve selâmete davet etmektedir. Bu bakýmdan, her müslüman icmâlî olarak (kýsaca); baþta Hz. Muhammed (s.a.s) olmak üzere, daha önce gönderilen bütün peygamberlere; tafsili olarak da, Kur´an-ý Kerim´de isimleri zikredilen peygamberlerin her birine ayrý ayrý iman etmeleri, ayrýca, Allah (c.c) tarafýndan önceki milletlere gönderilen ve adlarý bildirilmeyen bütün peygamberlere toplu olarak iman etmeleri gerekir (el-Bûtî, a.g.e.,186-191; Ali Arslan Aydýn, en-Nübüvve Fil-Kur´an ve Ýnde Felasifetil-Ýslâm, Kahire 1958, s. 5-9 ve Ýslâmda Ýman ve Esaslarý 6. Baský, Ýstanbul 1990, s. 184-187).

Kur´an-ý Kerim´de bildirildiðine göre, bütün insanlýk âlemine ve bütün milletlere hitab etmek üzere gönderilen peygamber, yalnýz Hz. Muhammed (s.a.s)´dir. Hz. Muhammed (s.a.s) ilk peygamber Hz. Adem´den itibaren zaman zaman çeþitli milletlere gönderilen peygamberlerin en büyüðü ve sonuncusudur. O, peygamberler zincirinin son altýn halkasýdýr, Hâtemül-Enbiyâ´dýr. O´ndan sonra artýk peygamber gönderilmeyecektir. Bu, Ýslâmýn ve en son Mukaddes Kitab Kur´an´ýn bildirdiði bir gerçektir:

Biz seni, ancak bütün insanlara müjdeci ve (Allah ozabý ile) korkutucu olarak gönderdik" (es-Sebe; 34/28);

"De ki, (Ya Muhammed): Ey insanlar! Ben göklerin ve yerin mülkü olan Allah´ýn, size, hepinize gönderdiði peygamberiyim" (el-A´raf, 7/158). Hz. Muhammed (s.a.s)´den baþka hiç bir peygamberin bütün dünya milletlerinin hepsine birden gönderildiðine dair ne Kur´an´da, ne de baþka bir kutsal kitabda açýk bir ayet bulunmamaktadýr.

Peygamberlerin Adedi ve Ýsimleri Kur´an-ý Kerim´de her millete mutlaka kendi içinden seçilen bir peygamber gönderildiði açýkça beyan edilmiþ ise de, (el-Fâtýr, 35/24; Yunus,10/47; el-Ýsrâ, 17/15) peygamberlerin adedi ve her birinin ismi bildirilmemiþtir. Nitekim en-Nisa süresinde (4/ 164)

"Peygamberlerin bir kýsmýný bundan önce sana haber verdik, bir kýsmýný ise haber vermedik" buyurulmuþtur. Gerçi peygamberimizin bir sahih hadisinde yüz yirmi dört bin gibi bir sayýdan bahsedilmiþ ise de; bu adet kesin deðildir. Kur´an´da yalnýz 25 peygamberin isimleri zikredilmiþtir. Bunlar, Âdem, Ýdris, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, Ýbrahim, Ýsmail, ishak, Yakub, Yusuf, Þuayb, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Eyyub, Zülkifl, Yünus, Ýlyas, Ýlyesa, Zekeriyya, Yahya, Ýsâ ve Muhammed (s.a.s) hazretleridir.

Ehl-i Sünnete göre; peygamberlerin sayýlarýný tahdid etmemek daha doðrudur. Çünkü sayýnýn tespit edilmesi halinde, eðer rakam büyük olursa, gerçekte enbiyadan olmayanlarýn peygamber sayýlanlar içine katýlmasý; eðer küçük olursa, enbiyadan olanlarýn peygamberlerden sayýlmamasý gibi bir durumla karþý karþýya kahnabilir (bkz. et-Taftazânî, Þerhul-Akâidi´n-Nesefýyye ve Havaþîhi, s. 460-465; Aliyyul-Korî, Þerhul-Fýkhýl-Ekber, s. 102-104: Abdurrahman el-Cezirî Tavdihu´l-Akaid Fi Ýlmi´t-Tevhid s. 136-138).

Peygamberlerin Sýfatlarý

Bütün peygamberler Allah Teâlâ tarafýndan seçilip ilâhî elçiler olarak insanlara gönderildiklerine göre, hepsi birbiriyle kardeþ gibidirler. Onlar bir âiledendir ve bir tek cemaattýr: Bütün peygamberler doðru sözlü, sâdýk, emîn, akýllý, saðlam karakterli, uyanýk kalpli, yüksek ahlaklý, dünyada ve âhirette itibarlý ve Allah´a en yakýn olan sevgili kullar, ilahi elçilerdir.

Onlarýn diðer insanlardan ayn, kendilerine ait ortak bazý sýfât ve özellikleri vardýr. Bu sýfatlar sayesinde yüce yaratýcý ile kullarý arasýnda elçilik yapma liyakatýný kazanmýþ olurlar. Allahu Teâlâ þöyle buyurur: "Allah, peygamberliðini kime ve nereye vereceðini daha iyi bilir" (el-En´âm, 6/l?4). Bütün peygamberlerde ortak olan sýfatlarý þu beþ maddede toplamak mümkündür: Emânet, sadakat fetânet, ismet, teblið.

1. Emânet Sözlükte, güvenmek, emin olmak, korkmamak ve güvenilir olmak anlamýnda bir mastardýr.

Emânet, peygamberlerin kudsî görevlerini yerine getirmek hususunda ve her konuda emin ve güvenilir olmalarýdýr. Bütün peygamberler son derece emin, güvenilen dürüst ve seçkin þahsiyetlerdir. Onlardan asla her hangi bir hiyânet meydana gelmez. Çünkü, Allah Teâlâ, ilâhî vahyini, peygamberlik þeref ve vazifesini hainlere deðil, ancak her bakýmdan emin olan sâdýk kullarýna verir. Peygamberlerini bu gibi emin, sâdýk ve dürüst kullarý arasýndan seçer. Þüphe yok ki Allah (c.c) peygamberlik derecesine kirnin daha lâyýk olduðunu en iyi bilendir.

Kur´an-ý Kerim´de, geçmiþ peygamberlerin emânet sýfatlarýndan söz eden ayetler vardýr: Hûd peygamber, kavmine þöyle demiþti: "Size Rabbimin vahyettiklerini teblið ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir nasihatçýyým" (el-A´raf, 7/68). eþ-Þuarâ Suresi´nde Nuh, Hûd. Salih, Lut ve Þuayb peygamberlerin kavimlerine, "Þüphesiz ben, size gönderilen emîn bir peygamberim" dedikleri zikredilir (bkz. 26/108, 125, 143, 162, 178).

Peygamber olmadan önce Hz. Musa için Þuayb aleyhisselâmýn iki kýzýndan biri þöyle demiþtir: "Babacýðým, onu ücretle çalýþtýr. Çünkü o, ücretle tuttuklarýnýn en hayýrlýsý, güçlü ve güvenilir bir adamdýr" (el-Kasas, 28/26). Hz. Musa, Medyen´den Mýsýr´a peygamber olarak dönünce Firavun´un kavmine þöyle demiþti: "Allah´ýn kullarýný bana býrakýn. Çünkü ben size gönderilmiþ emîn bir peygamberim" (ed-Duhân, 44/18).

Hz. Muhammed de gerek peygamberlikten önce ve gerekse peygamberliði sýrasýnda toplum içinde en güvenilir bir üstün kiþiliðe sahipti. Bu yüzden Mekke´de Kureyþ toplumu ona "el-Emîn" lakabýný takmýþlardý. Nitekim peygamber olmadan beþ yýl önce yapýlan Kâbe tamiri sýrasýnda Hacerul-esved´in yerine konulmasý þerefini paylaþamayan, Kureyþliler arasýnda, çatýþmaya varabilecek bir anlaþmazlýk çýkmýþtý. Bu arada Ebû Ümeyye Velid b. Muðîre´nin, "Þu kapýdan ilk mescide girecek olaný hakem yapýnýz" teklifi kabul edildi. Biraz sonra, belirtilen Benü Þeybe kapýsýndan 35 yaþlarýndaki Hz. Muhammed´in girdiði görüldü. Kureyþliler topluca "Ýþte el-Emîn, güvenilir kimse, onun hakemliðine razýyýz" dediler (Ýbn Ýshak, Ýbn Hiþam, Sîre, Beyrut 1391, I, 209; Ýbn Sa´d, Tabakât, I, 146; Abdurrazzâk, el-Musannef, V, 319; Ýbnül-Esîr, el-Kâmil, Beyrut 1385/1965, II, 45; Taberî, Tarih, Mýsýr 1.326, II, 201).

2- Sýdk Sýfatý: Sýdk, peygamberlerin, ilâhî hükümleri, emir ve yasaklarý insanlara tebliðde ve verdikleri her türlü haberde doðru sözlü, sadýk olmalarýdýr. Peygamberlerin yalan söylemeleri (kizb) asla caiz deðildir. Aksi halde, insanlarý kendilerine inandýrmalarý ve onlarý irþad ederek doðru yola sevketmeleri mümkün olmaz. Çünkü yalan söylemek, büyük bir günah olduðundan, pey´gamberlerin "ismet" ve "emanet" sýfatlarýyla baðdaþmaz. Oysa Allah Teâlâ onlarýn peygamberlik iddialarýný tasdik etmek için her birine "Mucizeler" veriyor ve onunla adeta, "Kulum, peygamberlik iddiasýnda ve bendendir diye bildirdiklerinde sadýktýr" diyor. Hak Teâlâ´nýn yalancýlarý tasdik etmesi aklen mümkün olmadýðýna göre, peygamberlerin sýdk (doðruluk) sýfatý ile vasýflanmalarý vâcib; yalan söylemeleri ise imkânsýzdýr.

Kur´an-ý Kerim´de Allah, peygamberlerini doðruluk vasýflarýyla methetmiþtir: "Ey Muhammed! Ýnsanlara Kur´an´daki Ýbrahim kýssasýný anlat. Þüphesiz ki o, özü sözü doðru, sýddîk bir peygamberdi" (Meryem, 19/41);

"Kitapta Ýdris´i de zikret. Çünkü o, çok doðru bir rýebî idi" (Meryem, 19/55); Hiç bir peygambere kavmi; "biz seni daha önce yalancý tanýyorduk" diyememiþtir.

Peygamberlerin emânet sýfatý, onlarýn diðer insanlarla münasebetlerinde güvenilir olmalarý yanýnda; asýl vahiy üzerinde emîn olmayý, Allah´ýn emir ve yasaklarýný insanlara deðiþtirmeden, arttýrýp-eksiltmeden teblið etmesidir. Kur´an´da, "O Peygamberler Allah´ýn gönderdiklerini teblið ederler, O´ndan korkarlar ve O´ndan baþka hiç bir kimseden korkmazlardý. Hesap görücü olarak Allah yeter" (el-Ahzâb, 33/39) buyurulur. Bir peygamberin emânete hýyânet etmesi, O´nun kutsal görevi ile baðdaþmaz. "Bir peygamber için emânete hýyânet etmek olur þey deðildir? (Âl-i Ýmrân, 3/161)

3- Fetânet Sýfatý

Fetânet, peygamberlerin üstün bir akýl ve zekâya, kuvvetli bir hâfýza ve yüksek bir ikna gücüne sahip olmalarýdýr. Her peygamberin, þerefli ve yüce olduðu kadar da aðýr ve çok mesuliyetli olan peygamberlik görevini eksiksiz ve mükemmel bir þekilde yerine getirebilmesi için, böyle üstün bir zekâya ve yüksek vasýf ve yeteneklere sahip olmasý gerekir. Aksi halde, gönderildikleri milletlere karþý kuvvetli hüccet (kesin delil) ikame edemez, onlarý ikna veya ilzam iþin gerekli güzel mücadeleyi yapamazlar; kendilerine inananlarý irþad ederek onlarý hak ve hidayete sevkedemezler.

O halde peygamberler, en akýllý, en zeki ve en kaabiliyetli mümtaz þahsiyetlerdir. Haklarýnda zayýf akýl ve zayýf hâfýza, delilik ve gaflet gibi noksan sýfatlar asla caiz deðildir.

Kur´an´da peygamberlerin üstün zekâ ve kabiliyetlerine iþaret eden ayetler vardýr:

"Kur´an vahyedilirken, henüz bitmeden okumaya kalkma. Rabbim ilmimi artýr, de" (Tâhâ, 20/114); "Ey Muhammed, Cebrâil sana Kur´an´ý okurken, acele ederek onunla birlikte dilini oynatma. Onu bir araya toplamak ve okutmak þüphesiz bizim iþimizdir" (Kýyâme, 75/16-17). Vahyin geliþi sýrasýnda ezberlemek iþin dilini Kur´an´la hareket ettirmesi onun fetânet ve zekâsýndandýr. Yine vahiy tamamlanmadan önce, ayetleri yeniden okumak için acele etmesi, peygamberin zekâ olgunluðunu gösterir. Çünkü O, böylece, zaten Cenab-ý Hakkýn yardýmý sayesinde hâfýzasýna yerleþecek olan vahyi, kendi zekâ gücü ile ezberinde tutmaya çalýþmaktadýr.

4- Ýsmet Sýfatý

Ýsmet, peygamberlerin gizli ve aþikâr her türlü masiyetten, günahtan ve peygamberlik þerefiyle baðdaþmayacak hareketlerden uzak bulunmalarýdýr. Ýsmet´in, yani nezâhet ve mâsumiyetin zýddý olan, her türlü günah ve âdi davranýþlar, peygamberler hakkýnda muhaldir. Çünkü, eðer peygamberlerin günâh ve suç iþlemeleri veya ismet ve nezahete yaraþmayan uygunsuz hareketler yapmâlarý onlar hakkýnda caiz olsaydý, biz insanlarýn da onlara uyarak çirkin þeyler yapmamýz normal karþýlanýr ve günah sayýlmazdý. Zira peygamberler bizim uymamýz gereken güzel örneklerimizdir. Bu bakýmdan, peygamberlere uymak ve onlara itaatla emredildik. Halbuki Allah Teâlâ, kullarýna günah iþlemeyi ve günahkârlara itaatý emretmez ve bu gibileri peygamber olarak seçip göndermez. Bu sebeble, Ehl-i sünnete göre; peygamberler asla büyük günah iþlemezler. Sehven (yanýlarak) "zelle" cinsinden küçük günah iþlemeleri caizdir. Ancak, bunda ýsrar etmezler, derhal ikaz edilirler ve bir daha ayný hataya düþmezler.

Ýsmet´in peygamberlerde bulunmasý gereken bir sýfat olduðunda, tüm Ýslâm bilginleri görüþ birliði iþindedir. Ancak niteliði ve kapsamý üzerinde han görüþ ayrýlýklarý mevcuttur.

Maturidilere göre, peygamberin günahtan korunmuþ olmasý, onu tâate zorlamadýðý gibi; günah iþlemekten de aciz býrakmaz. Ancak ismet, Allah´ýn bir lütfu olup, peygamberi hayýr yapmaya sevkeder, kötülükten de alýkor. Fakat ilâhi imtihanýn gerçekleþmesi için onda yine de irâde mevcuttur (Sabunî, el-Bidâye, terc. Bekir Topaloðlu, Ankara 1979, s. 121-122). Ýsmet, peygamberler iðin gerekli bir sýfattýr. Çünkü peygamberlerin günah iþlemeleri, yalan söylemeleri caiz olsaydý; verdikleri haberlerin doðruluðuna güvenilmezdi. Bu durum, onlarýn Allâh´ýn hucceti olma özelliklerine gölge düþürürdü.

Peygamberlerden günah (fýsk) sâdýr olsaydý, bu onlarýn þâhitlik ehliyetini ortadan kaldýrýrdý. Kur´an´da: "Ey iman edenler! Size bir fâsýk haber getirirse, onun doðruluðunu araþtýrýn" (Hucurat, 49/6) buyurulur. Yüce Allah fâsýðýn þehâdetini kabulde tedbirli olmayý ve duraksamaya emrediyor. Peygamberden fýskýn sudûru halinde dünyadaki þahitliði düþünce; ahiretteki ümmetine olan þahitliði de düþer. Halbuki Kur´an´da, "Böylece sizi orta bir ümmet yaptýk ki, insanlara þâhit olasýnýz. Peygamber de size þâhit olsun " (el-Bakara, 2/ 143). Kýyamette þâhitliði bildirilen kimsenin, dünya þâhitiði de teyid edilmiþ olmaktadýr (er-Râzî, Ýsmetü´l-Enbiyâ, Kahire 1986, s. 41-42; Mefatih´ul Gayb, III, 8.

Peygamberler iyiliði emir ve kötülükten sakýndýrmaya çalýþýrlar. Kendileri tâatý terkedip, masýyeti iþleselerdi, þu ayetlerin muhatabý olurlardý:

"Ýnsanlara iyiliði emredip kendinizi unutuyor musunuz?" (el-Bakara, 2/44); "Ey insanlar, niçin yapmayacaðýnýz þeyi söylüyorsunuz! Yapamayacaðýnýz þeyi söylemek Allah nezdinde en sevilmeyen bir þeydir" (es-Sâf, 61/2-3). Diðer yandan, uyanlarýnýn onlarý kötülükten menetmeleri gerekirdi ki bu, peygambere karþý bir zorlama ve eziyet olurdu. Kur´an´da bu yasaklanmýþtýr. "Allâh ve Resulüne eziyet edenleri, o, dünya ve ahirette lanetledi" (el-Ahzâb, 33/23; er-Râzî, Mefâtihu´l-Gayb, III, 8; Ýsmetü´l E´nbiyâ, s. 42, 43).

Ehl-i sünnete göre, peygamberlerin masum oluþu vahiyden sonra sabittir. Kur´an-ý Kerim´de bazý peygamber kýssalarý anlatýlýrken, onlarýn günah iþlediklerini düþündüren örneklere rastlanýr. Hz. Adem´in cennette yasak meyveyi yemesi (el-Bakara, 2/35-37; el-A ´râf. 7/20, 21, 23); Nuh aleyhiselâmýn iman etmeyen oðlunu gemiye almak iðin duâ etmesi (Hud, 11/45-47); Hz. Ýbrahim´in putlarý kendi kýrdýðý halde, kavmine kimin kýrdýðýný büyük puttan sormalarýný istemesi (el-Enbiyâ, 21/57, 62, 63); Hz. Lût´un eþ cinsel erkeklere kendi toplumunun kýzlarýný teklif etmesi (Hud, 11/77-79); Hz. Musa´nýn bir þahsýn ölümüne sebep olmasý (Kasas, 28/15); Hz. Yunus´un kavmini izinsiz terketmesi (el-Enbiyâ, 21 /87-88); Hz. Davud´un davacýyý dinleyip davalýyý dinlemeden davacý lehine hüküm vermesi (Sâd, 38/21-25); Hz. Muhammed´in kâfirlerin reislerini Ýslâm´a davet ettiði sýrada gelip, soru soran ve bir ama olan Abdullah b. Ümmü Mektûm´a yüzünü buruþturmasý ve sýrtýný dönmesi (Abese, 80/1-12) örnek verilebilir. Ancak bu ve benzeri peygamber kýssalarýnda görülen hallerin bazýlarý ya peygamberlikten önceye aittir veya bunlarla ilgili nakiller muteber deðildir. Bazýlarý da peygamberlerin þanýna yakýþacak biçimde açýklanmýþtýr. Çünkü eðer peygamberlerin günah iþlemesi mümkün olsaydý, onlarýn sözüne güvenilmez ve böylece ilâhî huccet gerçekleþmiþ olmazdý.

 
 


radyobeyan