Ýslam Akaidi
Pages: 1
Hilafet Meselesi By: ezelinur Date: 15 Mart 2010, 15:10:39
HÝLAFET MESELESÝ

“Peygamberimizden sonra insanlarýn en faziletlisi sýrasý ile Ebu Bekir Sýddýk, Ömer Faruk, Osman Zinnureyn ve Ali Murtezadir”

“Peygamberimizden sonra insanlarýn en üstünü”, ifadesi yerine “Peygamberlerden sonra...”, ifadesi kullanýlsaydý daha güzel olurdu. Fakat Müellif Ömer Nesefi “sonra” sözü ile (derece ve rütbe bakýmýn­dan olan sonralýðý deðil), zaman itibariyle olan “sonralýðý” kastetmiþ­tir. (Onun için bu ifadeden, Hz. Ebu Bekir Hz. Peygamber hariç, diðer bütün insanlardan, yani diðer peygamberlerden de üstündür, manâ­sý çýkmaz. Diðer taraftan} Peygamberimizden sonra da peygamber yoktur (Onun için de müellifin ifadesi sakýncalý deðildir). Bununla beraber Hz. îsa (a.s.)nýn durumunun özellikle belirtilmesi þarttýr. Eðer “insanlarýn en faziletlisi”, sözü ile, Hz. Peygamberden sonra varolan “bütün insanlar” manâsý kasdedilirse, Hz. Ýsa (a.s.)nýn bir nebî olarak varlýðý müellifin ifadesiyle bir çeliþki meydana getirir. (Çünkü âhir zamandaki nüzûl-i Ýsa bahis konusu edilebilir).

Eðer bu ifade ile “Hz. Peygamber´den sonra doðan bütün insan­lar”, manâsý kasdedilirse, o zaman da dört halifenin yukardaki sýra­ya dayanan üstünlüðü sahabeye karþý öne sürülemez. (Zira Hz. Peygamber´den evvel vefat eden sahabîler bu ifadenin þümulüne girmez. Þayet bu ifade ile (“Hz. Peygamber´in zamanýnda) yeryüzünde mev­cut olan bütün insanlar”, manâsý kasdedilirse, o zaman da bu dört zatýn tabiûna ve ondan sonra gelenlere karþý üstünlükleri sözkonusu edilemez. Eðer bu ifade ile, "yeryüzünde var olan ve olacak olan bütün insanlar”, manâsý kasdedilirse, o zamanda yine Hz. Ýsa (a.s.)´nýn durumu öne sürülerek bir çeliþki meydana getirilebilir [1].

Ebu Bekir (r.a.), Nebi (s.a.)nin peygamberliðim hiç düþünme­den taþýnmadan tasdik etmiþ, miracýný kafiyen tereddüt etmeden ka­bul etmiþti, (Onun için de Sýddîk yani çok tasdik eden, imam pek kuvvetli olan ismini almýþtý).

Ömer Faruk (r.a,), hüküm verirken ve dava konusu olan mese­leleri hallederken hak ile bâtýlý ayýrdettigi için ona Faruk adý veril­miþti.

Osman Zinnureyn (iki nurlu) (r.a.), Peygamber (s.a.) kýzý Rukiye´yi onunla evlendirmiþ, o ölünce öbür kýzý Ümmü Gülsüm´ü ken­disine nikahlamýþtý. O da vefat edince: “Ya Osman, üçüncü bir ký­zým olsaydý onu da sana nikahlardým”, buyurmuþlardý [2].

Ali Murtaza (r.a.), Allah´ýn kullarý içinde en seçkin ve Resûlüllah (s.a.) ashabý arasýnda en ihlaslýlanndandýr. (Murtaza, Allah ve Resûlünün kendisinden razý olduðu veya onlarýn rýzasýný kazanan zat demektir).

Selefi (yani ilk müslümanlann ekseriyetini 4 halifenin üstünlük sýralarý bahsinde) bu þekilde bulduk. Öyle anlaþýlýyor ki, ellerinde bir delil bulunnýasaydý bu tarzda hüküm vermezlerdi.

Bize gelince, her iki tarafýn ( yani Sünnilerle Þiilerin) delillerini çatýþýr durumda (ve tearuz) halinde bulduk. Bu meselenin amelle (ve fiiliyatla) ilgili bir yönünü bulamadýk. Bu konuda duraklamak (tevekkuf etmek ve bir hüküm vermekten sakýnmak) da farz olan hiç bir þeyi ihlâl etmez. (Zira Sünnilere göre, halife seçilecek zatýn, insanlarýn en üstünü olmasý esasen þart deðildir). Selef, Hz. Osman´­ýn Hz. Ali Murteza´ya olan üstünlüðü konusunda tevekkuf etmiþler ve: “Tafdil-i þeyheyn ve mahabbet-i Hateneyn (Hz. Ebu Bekir´le Hz. Ömer´in üstünlüðünü, Hz. Ali ile Hz. Osman´ýn sevgisini) Ehl-i sün­netin þiarý ve alâmeti saymak suretiyle bu kanâatlarmý ortaya koy­muþlardý. (Hateneyn iki damad, Þeyheyn: iki kayýn peder demektir). Hatta Seleften bazýlan Hz.Ali´nin Hz. Osman´dan daha faziletli ol­duðuna meyletmiþlerdi).

Bu konuda insafla verilecek hüküm þudur: Eðer, “daha üstün” olmaktan maksat, sevap çokluðu ise, tevekkuf etmek (ve kesin bir hüküm vermekten sakýnmak) için bir sebep vardýr. (Kimin sevabý­nýn daha çok olduðunu ancak Allah bilir). Þayet “daha üstün” ol­maktan maksat, akl-ý selim sahibi kimselerin fazilet kabul edecek­leri meziyetlerin fazlalýðý ise, tevekkuf için sebep yoktur. (Zira on­lara ait fazilet ve meziyetler, o zamanda yaþamýþ olan insanlarca bi­linmekte idi. Bu gibi hususlar bize de nakî ve rivayet yolu ile gelmiþ­tir. (Sahabenin üstünlüðü konusunda bk. îbn Hazm, el-Fýsal, IV, 87. el-Müfadala bahsi).

Bütün ümmet fertlerine ittiba vâcib olacak þekilde Allah Resu­lüne (s.a.) niyabet manâsýna gelen, “Ýlk dört halifenin hilafetle­ri de bu tertib üzeredir” [3]. Yani Resûlüllah (s.a.) dan sonra halife olma (hak ve ehliyeti evvela) Ebu Bekir´e, sonra Ömer´e, sonra Osman´a ve daha sonra da Ali (r.a.) ye aittir.

Buna sebep de þudur: Resûlüllah (s.a.)ýn vefat ettiði gün sahabe Benû Saide sakifesinde toplanmýþ, bir takým tartýþmalardan ve mü­þaverelerden sonra Ebu Bekir´in halife olmasý hususunda görüþ bir­liðine ulaþmýþ ve bu konuda icnýa ve ittifak etmiþlerdi. Kendi irade­siyle (altý ay kadar) bir süre tevekkuf eden ve geri duran Ali (r.a.) daha sonra, bir çok þahidin de hazýr bulunduðu bir mecliste Hz. Ebu Bekir´e biat etmiþ (ve halifeliðinin meþruluðunu kabul etmiþ) ti. Þa­yet halifelik Hz. Ebu Bekir´in hakký olmasaydý, sahabe bu konuda ittifak etmez, Ali (r.a.) Muaviye (r.a.) ile kavga durumuna girdiði gibi onunla da çekiþme durumuna girerdi. Þayet Þiilerin iddia ettik­leri gibi Hz. Ali´nin halife olmasý gerektiðine dair (Hz. Peygamber´den bir nas ve) açýk bir beyan bulunsaydý, Hz. Ali bu nassý sahabeye karþý delil olarak öne sürebilirdi. Hz. Peygamber´den gelen açýk bir hükmü ve nassý terkedip bâtýl üzerinde birleþmek, Resûlüllah (s.a,)´-ýn sahabesi hakkýnda nasýl düþünülebilir?

Baþka bir delil de þudur: Ebu Bekir, yaþamaktan ümit kesince, Osman (r.a.)ý çaðýrdý ve Hz. Ömer´i veliahd tayin ettiðini bildiren bir vasiyetname yazdýrarak altýný mühürledi. Sonra bu kararname hal­ka tek tek gösterilerek, içinde yazýlý isme biat etmeleri teklif edildi, onlar da teklifi kabul ettiler. Sýra Hz. Ali´ye gelince, “kararnamedeki isim Ömer de olsa biat ettik gitti", dedi.

Hulasa Hz. Ömer´in halifeliði de ittifakla sabit olmuþtur. Sonra Hz. Ömer (r.a.) þehid edilince, yeni halifenin seçimini, Osman, Ali, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr ve Sa´d b. Ebu Vakkas (r.a.) dan meydana gelen altý kiþilik bir þûra (komisyon) ya havale etti. (Seçilmemek, fakat seçme hakkýna sahip olmak þartýyle Hz. Ömer oðlu Abdullah´ý da bu komisyona dahil etti. Uzun ve çetin tartýþma­lardan sonra komisyonun) beþ kiþisi, yeni halifeyi tayin yetkisini Abdurrahman b. Avf a verdi ve O´nun vereceði hükme rýza göste­receklerini bildirdi. O da Hz. Osman´ý seçerek ashab huzurunda O´na biat eyledi. Sahabenin biati da O´nun biatini takib etti. Hz. Osman´ýn emirlerine ve yasaklarýna riayet ettiler. O´nun peþinde cuma ve bay­ram namazlarýný kýldýlar. Bu ise bir icma ve ittifak niteliðinde idi. Sonra Hz. Osman þehid edildi. Halifelik iþini ortada býrakmýþtý.

Muhacir ve Ensann büyükleri toplanýp Ali (r.a.) nin yanma git­tiler, halifeliði kabul etmesini kendisinden rica ettiler. Teklifi kabul edince de O´na biat ettiler. Zira o zaman mevcud olan þahýslarýn en üstünü ve halife olmaya en çok ehil olaný O idi. Daha sonra ortaya çýkan kavgalar ve savaþlar, O´nun hilafeti ve hilafetinin meþruluðu üzerindeki çekiþmelerden deðil, ictihaddaki hatadan ileri gelmiþti.

Ehl-i sünnetle Þiîler arasýnda bu konuda vaki olan ihtilaflar, gruplardan her birinin imamet ve hilafet meselesinde nass bulundu­ðunu iddia etmeleri, karþýlýklý olarak sorular sormalarý ve cevaplar vermeleri bu meseleye dair geniþ bilgi veren hacimli eserlerde an­latýlmýþtýr (Cemel, Sýffýn savaþlarý için onlara bakýnýz).

“Hilafet otuz senedir, ondan sonrasý mülk ve imamettir”

Çünkü Peygamber (s.a.) “Benden sonra halifeliðin müddeti otuz senedir. Sonra iþ ýsýrgan bir meliküðe dönüþecektir” [4]. (Bu hadis­te bahsedilen mülk ve melik, 30 seneden sonra baþlayan, þer´î ve Ýslâmi halifelikle ilgisi bulunmayan, insanlarý ýsýrma ve onlara zul­metme esasýna dayanan babadan oðuîa intikal eden saltanat ve kral­lýktýr, îmâret ise emirlik ve derebeylik ve Feodal sistemdir. Sultan ve emirlerin zâlim, gaddar ve müstebid tipleri yanýnda âdil, hakþinas ve insaflý tipleri de mevcuttur).

Hz. Ali (r.a.), Resûlüllah (s.a.)m vefatýndan sonraki 30. yýlýn ba­þýnda þehid edilmiþti. Þu halde Muaviye ve ondan sonra gelenler, me­lik ve emir idiler, halife deðillerdi. Diðer taraftan bu, müþkii bir me­seledir. Zira ehl-i hail ve akd adý verilen büyük din âlimleri, bazý Abbasî halifeleri ve Ömer b. Abdülaziz gibi - meselâ bazý Mervanî (yani Mervan´ný soyundan gelenilerin halifelikleri (ve hilafetle­rinin meþruluðu) konusunda ittifak" etmiþlerdi. Herhalde burada,biattan sapma ve muhalefet þaibesi bulunmayan “kâmil manâdaki hilafet” kasdedilmektedir. (Sultanlarýn çoðunda görüldüðü üzere hevâ ve hevesine uyma, benliðine ve hýrsýna kapýlma hali söz konusu olmadan tavizsiz ve mükemmel bir þekilde Ýslâmî hükümlerin tatbik edilmesi manâsmdaki) hilafet 30 senedir. Ondan sonrasýnda (anla­týlan manâda bir hilafet) bazan mevcut olur, bazan mevcut olmaz.

Bir halife (ve devlet baþkaný) tayin etmenin vâcib olduðu konu­sunda icma ve ittifak vardýr [5]. Ýhtilaf konusu olan husus þundan ibarettir: Halifeyi ve imamý nasb ve tayin etmek Allah Taâlâ üzerine mi, yoksa halk üzerine mi vâçibtir? Eðer imam tayini vâcib ise sem´î ve nakli delille mi, yoksa aklî ve mantýkî delille mi vâçibtir?

Ehl-i sünnet mezhebine göre, halife tayin etmek halk üzerine ve naklî delillerin gereði olarak vâçibtir. Zira Hz. Peygamber (s.a) “Bir kimse, zamanýnýn imamým bilmeden ölürse, cahiliye devrinde yaþa­yan (müþrik ve putperest) kiþilerin ölüþü gibi ölür” [6], buyurmuþ­lardýr. Ayrýca ümmet, Peygamber (s.a.)in vefatýndan sonra, en önem­li iþ olarak imam (lider) ve halife tayin etine iþini görmüþlerdi. Hat­ta imam tayin etme iþini, (Hz. Peygamber´i) defnetme iþine takdim etmiþlerdi. Daha sonra vefat eden her imamdan sonra da durum böy­le olmuþtur. Ayrýca ger´î vazife ve vecibelerin pek çoðunun yerine getirilmesi halifeye baðlý olduðu için, müellif Ömer Nesefi buna iþa­ret ederek dedi ki:

“Müslümanlar için bir imama (siyasi lidere) mutlak surette ih­tiyaç vardýr. Müslüman halkla ilgili dinî hükümlerin infazý, ce­zalarýn tatbiki, düþmanlara karþý ülke sýnýrlarýnýn korunmasý,müslümanlardan ordu teþkil edilmesi, sadakalarýn, yani vergi­lerin toplanmasý, zorbalarýn, soyguncularýn ve eþkiyanýn zabt u rabt altýna alýnarak kahredilmesi, cuma ve bayram namazlarý­nýn ifa edilmesi, insanlar arasýnda ortaya çýkan ihtilaflarýn ortadan kaldýrýlmasý, hukuk üzerine kaim olan þahitliklerin kabulü, velileri bulunmayan küçük yaþtaki oðlan ve kýzlarýn evlendiril­meleri ve ganimet mallarýnýn taksim edilmesi, gibi önemli hu­suslar imam sayesinde icra edilir”

Bunlara benzeyen ve ümmete mensup fertler tarafýndan ifa edi­lemeyen diðer iþler için de durum budur.

Soru: Her bölgede, o bölgeye hükmeden ve güçlü bir otoritesi bu­lunan bir hâkim (derebey) ile iktifa edilmesi mümkün deðil midir? Genel bir baþkan tayin etmenin lüzumu ve zarureti nereden gel­mektedir?

Cevap: Böyle bir durum hem dünya hem de din iþlerim aksata­cak çekiþmelere ve kavgalara sebep olur. Nitekim zamanýmýzda bu durumu müþahade etmekteyiz.

Soru: Ýster imam olsun isterse olmasýn otorite sahibi genel bir baþkanla yetinilemez mi? Türklerin zamanýnda olduðu gibi, nizam bu yoldan da saðlanamaz mý? (Devlet laik olamaz mý?, cengiz tüzü­ðü ve yasasý gibi).

Cevap: Evet, dünya ile ilgili bazý iþler bu yoldan nizama konu­labilir. Fakat en mühim gaye ve en büyük umde olan din iþleri aksar.

Soru: Anlattýklarýnýza göre, Hulefa-yý râþidin denilen ilk dört ha­lifenin hükmettikleri 30 senelik müddetten sonraki zaman imamsýz geçmiþ, onun için bütün ümmet fertleri asi ve günahkâr olmuþ, bu sebeple de cahiliye döneminde ölen þahýslar gibi vefat etmiþ olmaz­lar mý?

Cevap: Yukarda anlatýldýðý gibi 30 senelik halifelikten maksat “kâmil manâdaki hilafet”tir. (Mutlak hilafet kastedilmiþ deðildir), Ýtirazýn doðruluðunu kabul etsek bile, mümkündür ki, hilafet döne­mi biter ama imamet dönemi bitmez. Zira imamet daha genel bir kavramdýr. (Hadiste de imamdan bahsedilmiþtir). Fakat kelâmcýlar arasýnda böyle bir ýstýlahýn ve izah þeklinin var olduðuna raslamadým. Tam tersine, bazý Þiilere göre halifelik imamlýktan daha genel bir tabirdir. Bundan dolayý Þiîler ilk üç devlet baþkanýnýn halife ol­duðunu söylerler ama imam olduðunu söylemezler. Fakat Abbasi ha­lifelerinden sonrasý için durum müþküdir.

(Burada þu þekilde izahlar öne sürülmüþtür:

a) Müslüman halk, gücü yettiði halde imam tayin etmezse, o zaman mesul olur.

b) Bir kiþi otorite tesis edip disiplini temin etti mi, ona itaat va­cip olur, zira o hükmen imamdýr.

c) Hadis sadece imama itaat edilmesine teþvik için söylenmiþtir. Osmanlý dönemi için de ayný þeyler söylenebilir. Bu izah þekli, fiilî durumuna nazarî olarak bir meþruiyet kazandýrýr).

“Ýmaným zahir ve açýkta olmasý gerekir”

Kendisine müracaat edilince maslahatýn ve iþlerin görülmesi ve imam tayin etmedeki maksadýn hasýl olmasý için imamýn böyle olma­sý (Þiilerin iddia ettikleri gibi gâib olmamasý) lazýmdýr.

Zâlimlerin galebe çalmasý ve düþman korkusu sebebiyle imamýn halkýn gözünden

“Gizli olmamasý gerekir”

(Þiîlikte olduðu gibi, imam mahfî ve mestur olmaz). Zuhur ve hurûc etmek için, zamanýn düzelmesi, þer ve fesad vasýtalarýnýn or­tadan kaldýrýlmasý, zâlim ve inatçýlarýn haksýzlýklarýnýn halledilmesi vaktini bekleyen kiþi de (imam) deðildir. (Ýmam-ý müntazar, geliþi beklenen imam, Þiîlikte var, Sünnîlikte yoktur).

Þiilerin, Özellikle Ýmamiyenin ve Ca´feriyenin, “Resûlüllah (s.a.)´dan sonra hak ve meþru imam, Ali (r.a.), sonra oðlu Hasan, sonra onun kardeþi Hüseyin, sonra onun oðlu Ali Zeynelâbidin, sonra onun oðlu Muhammed Bakýr, sonra onun oðlu Cafer Sâdýk, sonra onun oðlu Musa Kazým, sonra onun oðlu Ali Rýza, sonra onun oðlu Muhammed Takî, sonra onun oðlu Ali Naký, sonra onun oðlu Hasan As­keri, sonra onun oðlu Kaim Müntezar Mehdî (radiyallahu anhüm)”, þeklindeki iddialarý doðru deðildir.

Caferîlere göre Mehdî, düþman korkusundan gizlenmiþtir. Ya­kýn bir gelecekte zuhur edecek (sahib-i zuhur) cevru cefa ve zulm ile dolan dünyayý adalet ve hakkaniyetle dolduracaktýr. Ýsa, Hýzýr (a.s.) ve daha baþkalarýnda da görüldüðü gibi, Mehdi’nin öm­rünün uzun olmasý ve günümüze kadar hayatýnýn uzayýp gelmesi imkânsýz bir þey deðildir [7].

Malumdur ki, imamýn mevcudiyetinden beklenen maksatlarýn gerçekleþmesi yönünden gizli imamýn varlýðý ile yokluðu birdir. Bir imamýn, düþmanlardan korkmasý (anka kuþu gibi) “Ýsmi var, cismi yok”, denecek þekilde saklanmýþ olmasýný gerektirmez. Olsa olsa, imamlýk davasýný gizli tutmasýný icab ettirir. Nitekim halk arasýnda gezip dolaþan, fakat imamet davasýnda bulunmayan Mehdî´nin ata­larý hakkýndaki durumu budur. Ayrýca zaman bozulduðu, (tehlikeli boyutlara ulaþan) görüþ ayrýlýklarý ortaya çýktýðý ve zorbalar hâki­miyet kurduðu zaman halkýn imama olan ihtiyacý daha fazla olur. Böyle vakitlerde ona daha kolay itaat edilir. (Onun için imamýn ye Mehdi´nin gizli ve saklý olmasýna ihtiyaç yoktur).

“Ýmamýn Kureyþ´ten olmasý lazýmdýr. Baþkalarýndan olmasý caiz deðildir. Fakat Haþini oðullarýndan ve Hz. Ali´nin evladýndan (r.a.î olmasý da þart deðildir”

Yani Hz. Peygamber (s.a.) “Ýmamlar Kureyþ´ten olur”[8], bu­yurduðu için imamýn Kureyþ´ten olmasý þarttýr. Gerçi bir konudaki haber, vâhid haberdir. Fakat Hz. Ebu Bekir (r.a.) bu hadisi Ensara karþý delil olmak üzere ileri sürünce kimse bunu inkâr etmemiþti. Onun için de bu konuda bir icma ve ittifak hasýl olmuþtu. Bu ittifa­ka, Haricîlerle Mutezilelerden bazýlarýndan baþkasý da muhalefet et­memiþti.

ÝmamýnHaþimi veya Alevî (Ali evladý veya Fatýmî, Fatma´nýn neslinden) olmasý þart deðildir. Haþimoðullarmdan olmayan fakat Kureyþ´ten olan Ebu Bekir, Ömer ve Osman (r.a.) ýn halifelikleri de­lille sabittir. Kureyþ, Nadr b. Kinâne´nin soyundan gelen kiþilerin ismidir. Hâþim ise Peygamber (s.a.) in dedesi olan Abdülmuttaüp´in babasýdýr.

Resûlüllah´ýn þeceresi: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmutta-lip b. Haþim b. Abdülmenâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Ka´b b. Luey b. Galip b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b, îlyas b. Mudar b. Nezâr b. Muadd b. Adnan [9].

Alevîlerle Abbasiler (Hz. Ali ile amcasý Hz. Abbas´ýn neslinden gelenler) Haþimoðullarýndandýrlar. Zira Abbas ile (Hz. Ali´nin baba­sý) Ebu Talib, Abdülmuttalib´in oðullarýndan idiler.

Ebu Bekir (r.a.) ise Kureyþî idi. Þeceresi de þöyledir: Ebu Bekir b. Ebu Kuhafe b. Osman b. Âmir b. Ömer b. Ka´b b. Lüey...

Ömer (r.a.) in durumu da böyledir. Þeceresi: Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abduluzzâ b. Rebâh b. Abdullah b. Kurt b. Bizah b. Adî b. Kaib...

Osman (r.a.) ýn durumu da böyledir. Þeceresi: Osman b. Affan b. Ebu Âs b. Ümeyye (Ebu Süfyan´ýn oðlu Muaviye ve torunu Yezid de bu zatýn soyundan gelir ve onun neslinden gelenlere Emevî veya Ümeyye oðullarý adý verilir), Abduþþems b. Abdülmenâf... (Soy iti­bariyle ilk dört halifenin Hz. Peygambere yakýnlýk sýralan: Ali, Os­man, Ömer ve Ebu Bekir yani hilafetlerindeki sýranýn tersidir).

“Ýmamda masum olma þartý aranmaz”

Mâsûm olduðu kesin olmamakla beraber Hz. Ebu Bekir´in halife oluþu ile alâkalý deliller bunu gösterir. Ayrýca hilafette “ismet” i þart koþmak bir delilin bulunmasýna ihtiyaç gösterir, “Þart koþma­mak” da ise, ismetin þart olduðunu gösteren bir delilin mevcut olma­masý kâfi gelmektedir. Bu hususta muhalif kanâatta olanlar: (Allah, Hz. Ýbrahim´e, “Seni insanlara önder kýlacaðým”, demiþti. O da “So­yumdan gelenleri de” deyince) “Zâlimler benim ahdime nail olmaz­lar” (Bakara, 2/124, onlarý önder yapmam buyurmuþtu), mealindeki âyeti delil olmak üzere ileri sürerek “masum olmayanlar zâlim olur­lar. Onun için de imam olma ahdine (ve payesine) eriþemezler”, de­miþlerdir.

Cevap: Bu itirazý kabul etmiyoruz. Zira zâlim, adalet (ve dürüstlük) niteliðinin elden çýkmasýna sebep olacak bir günahý iþ­leyen ve sonra da buna tevbe etmeyen ve kendini düzeltmeyen kiþi­dir. Þu halde masum olmayan bir kimsenin zâlim olmasý lazým gel­mez,

Ýsmetin mahiyeti, günah iþleme konusunda kuvvet ve irâde sahibi olduðu halde Allah Taâlâ´nýn bir insanda günah yaratmamasýdýr. Mutezilenin, “Ýsmet, irâde ve ihtiyar niteliði var olmaya de­vam etmekle beraber, imtihan etme halini gerçekleþtirmek için Al­lah Taâlâ´dan gelen ve kiþiyi iyi iþler iþlemeye, kötü iþlerden uzak durmaya sevkeden bir lütuftur”, demesinin manâsý da budur. Ýþte bundan dolayýdýr ki, Þeyh Ebu Mansur (r.a.), “Ýsmet, mihneti ve tek­lifi yok etmez”, demiþtir. Onun için, “Ýsmet, insanýn ruhunda veya bedeninde mevcut olan bir özelliktir ki, onun var oluþu, insandan bir günahýn zuhur etmesini imkânsýz kýlar”, diyenlerin sözleri bâ­týldýr. Bu tarifin doðru olmasý nasýl düþünülebilir ki, kendisinden günah zuhur etmesi imkânsýz olan bir þahsý, günahý terk etmekle mükellef tutmak ve bunun için ona sevap vermek doðru olmazdý [10].

“Ýmamýn, zamanýnýn en üstünü olmasý þart deðildir”

Bunun sebebi þudur: Fazilet ve üstünlükte müsavi olan, hatta ilim ve amel yönünden daha az ve daha aþaðýda bulunan bir kimse, imametteki maslahat ve mefsedetleri, iyi ve kötü taraflarý daha iyi bilebilir, bunlarýn gereðini yapmaya daha çok muktedir olabilir. Bu durumda olan tve mefdûl denilen) zatý imam tayin etmek, kötülük­leri defetmede ve fitne çýkarýlmasýný önlemede daha tesirli olacaksa, bu hal özellikle bahis konusu olur. Bundan dolayýdýr ki, bazýlarýnýn öbür bazýlarýndan daha üstün olduklarým kesinlikle bildiði halde Ömer (r.a.) yeni imamýn tayini meselesinin hallini altý kiþilik bir þûra (komisyon) ya býrakmýþtý.

Soru: Bir zamanda iki imam tayin edilmesi caiz olmazken, ima­met konusunun altý kiþilik bir heyete havale edilmesi nasýl doðru olur?

Cevap: Caiz olmayan þey, her birine ayrý ayrý itaat edilmesi ge­reken baðýmsýz iki imam tayin etmektir. Zira bu durum, birbirine d hükümlere uyma gibi bir çeliþki meydana getirir. Altý kiþilik þûra heyeti tümüyle tek bir imam hükmündedir.

“Ýmamýn, kâmil ve mutlak bir velayete sahib olmasý þarttýr”

Yani imam, müslüman, hür, erkek, akýllý ve buluð çaðýna ermiþ olacak. Müminler üzerinde kâfirlerin velayet hakkýna sahip ol­malarýnýn yolunu, Allah Taâlâ kâfirler için kapatmýþtýr. Köle ise efendisine hizmet etmekle meþguldür, ayrýca halk nazarýnda da ha­kir görülmektedir. Kadýnlarýn ise aklý ve dinî eksiktir.[11] Hissi hareket ederler, fazla yürekli deðil­lerdir. Hayýz ve nifas gibi durumlarda farz ibadetleri ifa edememek­tedirler. Camide cemaata imam olup namaz kýldýramamaktadýrlar). Sabi ve deliler iþleri sevk ve idareden, amme hizmetleriyle ilgili ta­sarruflarda bulunmaktan acizdirler. (Bazý îslâm devletlerindeki deli ve çocuklarýn halife ve padiþah tayin edilmesinin îslâmî hükmünü burada hatýrlamakta fayda vardýr).

“Ýmam politikacý (sâis)dir”

Yani görüþünün ve düþünüþünün kuvveti, þevket ve kudretinin yardýmý ile müslümanlarm iþlerinde tasarrufta bulunma (ve onlarý sevk ve idare etme) ehliyetine sahip bulunmalýdýr.

“Ýmam güçlüdür”. Yani ilmi, adaleti, yeterliliði, cesaretiyle “Di­nî hükümleri tatbik etmeye (ve kanunlarý uygulamaya), Ýslâm ülkesinin sýnýrlarýný korumaya, hak sahibinin hakkýný haksýz­dan almaya muktedirdir”

Zira bu niteliklerden birinin bulunmamasý, imam tayin etmekten elde edilmek Ýstenen faydalarý ve gayeyi gerçekleþtirmez, aksine aksatýr.

Allah Taâlâ´ya itaat halinin haricine çýktý ve “Fasik ve zâlim oldu, diye imam azledilmez”

Buradaki zâlim olmak, cevr ve cefa etmek, Allah Taâlâ´­nýn kullarýna haksýzlýk etmek manâsýna gelir. Hulefa-yi râþidîn, ilk aort halifeden sonra imamlardan fýsk ve günah zuhur etmiþ, cevr ve cefa yayýlmýþ olduðundan bu durum caiz görülmüþtür [12].

Selef, bu nevi imamlara itaat eder ve boyun eðerlerdi. Onlarýn izni ile cuma ve bayram namazlarýný kýlarlar ve kendilerine karþý isyan edilmesini (ve bir hurûc ve ihtilal hareketine giriþilmesi) ka­nâatini taþýmazlardý. Ayrýca, baþlangýç ve tayin itibariyle imametin, þartlarýndan olmayan ismetin imametin devamý itibariyle þart olma­yacaðý aþikârdýr. Fýsk ve cevr sebebiyle imamýn azl olunmuþ sayýlacaðý, bütün hâkim ve valiler için de durumun böyle olduðu gö­rüþü îmam Þafiî´den nakledilmiþtir.

Meselenin esasý þudur: îmam Þafii´ye göre fâsýk velayete ehil deðildir. Çünkü kendisine bakmamakta (haline, menfaatýna ve mas­lahatýna uygun olan davranýþ biçimini beni msem emekte) dir. Þu hal­de bu durumdaki bir kimse baþkasýna nasýl bakacaktýr? Ebu Hanife (r.a.)ye göre fâsýk velayet ehliyetine sahiptir. Hatta fâsýk olan bir babanýn, küçük yaþtaki kýzýný evlendirmesi sahihtir. Þafiî kitapla­rýnda “fýsk sebebiyle hâkim azlolunmuþ sayýlýr, fakat imamda durum böyle deðildir”, diye yazýlmýþtýr. Aradaki fark þudur: Ýmamýn azledilmiþ sayýlmasý ve yerine yenisini tayin etmenin farz olmasý fitne çýkmasýna sebep olur. Zira imamýn gücü (þevket) vardýr. Halbuki hâkim için bu durum bahis konusu deðildir.

(Hanefîlerin) Nevadir (isimli fetva kitaplarýn) daki bir rivayete göre üç imama, yani Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve Muhammed´e göre, “fâsýk hâkimin hükmü caiz deðildir”. Bazý fýkýh hocalarý þöyle der: Fâsýk bir kimsenin hâkimliðe tayini baþlangýçta (ve prensip itiba­riyle) sahihtir. Fakat âdil (ve dürüst olarak bilinen bir) kiþi, hâkim­liðe tayin edildikten sonra fýþký sebebiyle görevinden azledilir. Bu­nun sebebi þudur: Bu kiþiye hâkimlik görevini veren zat, onun adale­tine (ve dürüstlüðüne) güvenmiþtir, bu vasfý taþýmadan hüküm ver­mesine razý olmamýþtýr.

Fetava-yý Kadihan´da denilmiþtir ki: “Bir hâkim rüþvet alsa, rüþ­vet aldýðý dava ile ilgili olan hükmü geçerli olmaz. Bir adam hâkimlik görevini ve makamým rüþvetle ele geçirse hâkimliði muteber deðil­dir, verdiði hükümler de geçerli olmaz”.

“Salih olsun fâcir olsun herkesin peþinde namaz kýlmak caizdir”

Çünkü Peygamber (s.a); “Ýyi ve kötü herkesin ardýnda namaz kýlýnýz” [13], buyurmuþlardýr. Bu ümmetin âlimleri, tenkit ve inkâr konusu yapmaksýzýn fâsýklann ve hevâ ve bid´at ehlinin arkasýnda (cemaat olup) namaz kýlarlardý. Seleften bazý zevatýn, fâsýk ve bid´atcýlarýn ardýnda namaz kýlmaktan müslümanlan menetmeleri, kerahete hamledilir. Fâsýk ve bid´atcýmn peþinde kýlman namazýn ke­raheti konusunda söz yoktur. (Fakat kerahet cevaza engel deðildir). Lâkin bütün bunlar bir fâsýkm fýþký ve bid´atcýnýn bid´atý küfür sýný­rýna varmadýðý sürece bahis konusu olur. Fýsk ve bid´at, kiþiyi küfür sýnýrýna getirdi mi, böylesi birinin peþinde kýlman namazýn caiz olmayacaðý hususunda da söz yoktur. Mutezile, her ne kadar fâsýk ve faciri, (yani büyük günah iþleyen mürtekibi kebîreyi) mümin, say­mýyorlarsa da, onlarýn peþinde namaz kýlmayý caiz görmektedirler. Çünkü onlara göre imamette þart olan tasdik, ikrar ve amelin hep birlikte var olmasý manâsýna gelen imanýn mevcudiyeti deðil, küfrün yok olmasý halidir. (Mutezileye göre fâsýk mümin olmaktan çýk­mýþsa da kâfir olmuþ deðildir, iki menzile arasýndadýr, kâfir olma­dýðý için ardýnda namaz kýlýnýr).[14]

Ynt: Hilafet Meselesi By: ceren Date: 05 Aralýk 2014, 00:20:43
Esselamu aleykum.Rabbim razý olsun paylaþýmdan hocam.Hilafet peygamber efendimizin ölümünden sonra yerine geçenlerle baþlamýþtýr.Hz.Ebubekir,Hz.Ömer,Hz.Osman,Hz.Ali ile baþlayýp,son bulmuþtur.Bu süre içerisinde Ýslamýn hakikatleri korunmaya çalýþýlmýþtýr...
Ynt: Hilafet Meselesi By: ceren Date: 24 Nisan 2022, 05:09:40
Esselamu aleyküm.rabbim razý olsun bizlere sunulan bu güzel bilgilerden kardeþim...
Ynt: Hilafet Meselesi By: Sevgi. Date: 25 Nisan 2022, 05:00:42
Aleyküm Selam. Rabb'im bilgiler için razý olsun kardeþim
Ynt: Hilafet Meselesi By: Bilal2009 Date: 25 Nisan 2022, 12:05:14
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaþým için razý olsun

radyobeyan