Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Ordu By: armi Date: 15 Mart 2010, 10:45:38

ORDU




Bir toplumun devlet olabilmesini saðlayan, onu içi ve dýþ düþmanlara karþý koruyan, belirli bir disiplin içerisinde hareket eden silahlý güçlerin tamamý. Ordularýn varlýðý, savaþ gerçeðine dayanýr. Bir fikri, bir ideali gerçekleþtirmek için ona karþý duran kuvvetlerin yok edilmesi, tesirsiz hale getirilmesi zorunlu bir durumdur. Ayrýca kurulan düzenin ayakta kalabilmesi, kendini savunabilecek bir ordunun varlýðýyla yakýndan ilgilidir. Bu çerçevede deðerlendirildiðinde, ordu kavramýnýn varlýðý tarih öncesi devirlere kadar uzanýr. Ordular deðiþik devirlerde, o devrin ihtiyaç ve teknik imkânlarýna göre birbirinden farklýlýklar arzetmektedir.

Ýslâmda ordu kavramý, diðer inanç ve ideolojilerin farklý bir konuma sahiptir. Ýslâm ordusu, müslümanlara düþmanlýk eden, onlarý yeryüzünden söküp atmak için savaþan müþrik güçlere karþý Ýslâmý savunmak ve tebliðin önündeki engelleri kaldýrmak için oluþturulmuþ kuvvetlerdir. Ordu, Allah Teâlânýn va´zetmiþ olduðu cihat farizasýný yerine getiren, Ýslâm Devletinin kurumlarýndan birisidir. Allah Teâlâ, Kuran-ý Kerimde iman edenlere þöyle hitab etmektedir:

Hoþunuza gitmese de, düþmanla savaþmak üzerinize farz kýlýndý? (el-Bakara, 2/216); Ey Müminler! Müþrikler sizinle nasýl topluca savaþýyorlarsa, siz de onlarla topluca savaþýn? (et-Tevbe, 9/36); Fitne ortadan kalkýp, din yalnýz Allahýn oluncaya kadar onlarla savaþýn? (el-Bakara, 2/193) Resulullah (s.a.s) de; Cihad kýyamete kadar sürecek bir farzýdr? (Ebû Dâvûd), Cihâd, 33) buyurmaktadýr.

Ýslâmda ordunun tesis edilmesi süreci, Hicretle birlikte baþlamaktadýr. Mekke dönemi, Ýslâm akîdesinin kalplere yerleþtirilmesi dönemidir. Bunun içindir ki, Allah Teâlâ, Mekke döneminde iman edenlerin geleceklerini gözeterek kýtali (savaþý) yasaklamýþtý. Medineye hicretle birlikte, Allah Teâlâ bu yasaðý kaldýrarak, Ýslâma ve onun devletine karþý düþmanca davranýþlarda bulunanlarla savaþmaya izin vermiþtir. Ýlk önceleri Mekke müþriklerine ait kervanlarýn yolunu kesmek için küçük birlikler (seriyyeler) halinde baþlatýlan askerî harekâtlar, peþinden Bedir, Uhud ve Hendek savaþýnda bir ordu mahiyetini almaya baþlamýþtýr. Ancak Resulullah (s.a.s)in zamanýnda devamlý ve düzenli bir ordunun varlýðýndan söz etmek mümkün deðildir. Bir savaþ durumu ortaya çýktýðýnda her gücü yeten müslüman kimsenin, savaþmak için yapýlan çaðrýya karþýlýk vermesi imâni bir sorumluluktur. Resulullah (s.a.s), her sefere çýkmaya veya baþka bir komutanýn sorumluluðunda düþman üzerine asker göndermeye karar verdiði zaman bunu ilân eder ve zaten silah kullanma konusunda deneyimli olan müslümanlar, gönüllü olarak teþkil edilen orduya katýlýrlardý. Adlarý kötülüklere kaydedilen gönüllüler, belirlenen günde þehir dýþýnda bir yerde toplanýr, ordu Resulullah (s.a.s) tarafýndan teftiþ edilir, durumu savaþa elveriþli olmayanlar geri býrakýlýrdý. (M. Hamidullah, Ýslâm Peygamberi, Çev. Salih Tuð, Ýstanbul 1980, II, 1053)

Askerî sefere çýkan orduya Resulullah (s.a.s) katýlýrsa doðal olarak ordu komutaný o idi. Ve orduyu sevk ve idare edecek diðer komutanlarý bizzat tayin ederdi.

Hicâz bölgesindeki Araplar, Ýslâm öncesinde bir devlete sahip olmadýklarý ve bölgeyi istilâcý kuvvetlere karþý savunma zorunluluðu ile yüz yüze gelmedikleri için, ne bir düzenli ordu ve ne de böyle bir orduyu meydana getirmek için gerekli olan bilgi birikimine sahip deðillerdi. Ýslâm öncesi, kabileler arasýnda meydana gelen savaþlar genellikle hücum ve geri çekilme þeklinde basit bir taktik çerçevesinde cereyan ediyordu. Öte taraftan, Mekkelilerin, tek yaþam kaynaklarý olan ticaret kervanlarýný korumak için silahlý müfrezeler meydana getirdikleri bilinmektedir. Ancak bu müfrezeler, sadece kervanlarýn güvenliðini saðlamak gayesine yönelikti. Bununla birlikte Araplar, silah kullanma konusunda beceri kazanmak için kiþisel olarak eðitim yaparlardý. Bilhassa ok atmak hususunda mâhirdiler.

Yapýlan savaþlarda Resulullah (s.a.s), savaþçýlarý namazdaki gibi saf þekline sokuyor, Müslümanlar, savaþmak için düþman üzerine saflarý bozmadan yürüyordu. Uhud savaþýnda ise savaþ meydanýnýn stratejik konumuna göre Resulullah (s.a.s)´in okçularý farklý bir þekilde meydana hakim bir yamaca yerleþtirdiði bilinmektedir. Ordu, bir emir komuta zincirine tâbi olarak savaþý sürdürürdü. Baþ komutanla diðer komuta kademeleri arasýnda irtibat saðlayan ve yeni taktikleri komutanlara ileten "vâzi" adýnda görevliler bulunmaktaydý. Ancak düzenli bir ordunun sürekli silah altýnda bulunmasý söz konusu olmadýðý için savaþ bitiminde görevler de sona ererdi.

Ýslâm ordularý bir ordu geleneðine sahip tecrübeli Bizans ve Ýran güçleriyle karþýlaþtýklarý zaman, bu muntazam ordularla savaþabilmek için yeni taktikler geliþtirdiler. Ancak belirtmek gerekir ki, Bizans ve Ýran´a karþý yapýlan savaþlarda baþarýya ulaþmanýn sebebi, titizlikle uygulanan savaþ planýnýn yanýnda müslüman askerlerin þehadeti arzulayarak göstermiþ olduklarý eþsiz kahramanlýklardýr.

Ýslam Devleti´nin kurumlaþmasý yolunda büyük bir gayret içerisinde olan Hz. Ömer (r.a), orduyu da þartlarýn gerektirdiði þekilde bir düzenlemeye tâbi tutmak için çalýþmalar baþlattý. Ýslâm ordusu, kurulan "Divan el-Cund" (ordu divaný) bünyesinde teþkilatlandýrýldý. Sürekli cephelerde bulunan ordu mensuplarýnýn, isimleri, vasýflarý ve görevleri tespit edilerek kayda geçirildi. Ayrýca, askerlik görevi yapan kimselerin geçimlerini temin edecek þekilde maaþ almalarý saðlandý. Hz. Ömer (r.a), Suriye, Ýran ve Mýsýr bölgelerinde fethedilen yerlerin düþmanlardan korunabilmesi ve yeni fetih hareketleri için ordularýn merkeze dönmeyip, bu bölgelerde kalmalarýný saðlayacak ordugah þehirler tesis etmiþti. Ancak, buralara yerleþen askerler ziraatla uðraþmaya ve bir zaman sonra zenginleþerek askerlikten ayrýlmaya baþladýlar. Hz. Ömer (r.a), cihat ruhunun canlý tutulmasýný saðlayabilmek için orduya yeni bir þekil vermek durumunda kalmýþtý.

Hz. Ömer (r.a)´in baþlatmýþ olduðu orduyu teþkilatlandýrma hareketi Emeviler döneminde tamamlanmaya çalýþýldý. Hayber´in fethinden beri varolan tabya usulü (Siretül-Halebiye, Beyrut (t.y), III, 33) Hz. Ömer zamanýnda daha da geliþtirildi. Buna göre ordu, Mukaddime (öncü) Sakatü´l-Ceyþ (Ardcý), Meymene (sað kanat), Meysere (sol kanat) þeklinde taksim edildi. Baþ komutan Kalbul-Ceyþ´de yer alýr ve orduya bu merkezî cepheden komuta ederdi.

Emeviler döneminde hýzlý fetih hareketleri yaþandý. Ancak, Emevilerin kötü uygulamalarý ve müslümanlar arasýndaki kanlý savaþlar, Ýslâm´ýn askerî gücünün zayýflamasýna ve insanlarýn savaþma isteklerinin yok olma noktasýna gelmesine sebep oldu. Bu durum, Emevilerden Abdülmelik b. Mervan´ýn mecburî askerlik sistemini getirmesine yol açtý. Emevilerde ordu, devletin genel siyaseti olan Araplýk düþüncesi çerçevesinde sadece Arap asýllýlardan meydana getirilmiþti. Daha sonra "mevâli" de orduya alýnmaya baþlandý. Ancak Arap askerlerle birlikte ayný saflarda savaþtýklarý halde almýþ olduklarý maaþlar onlardan çok düþüktü. Emeviler´in Arap olmayan müslüman unsura göstermiþ olduðu olumsuz muameleler, Abbasî ihtilalinin (132/750) baþarýya ulaþmasýna büyük katký saðlamýþtýr. Bilindiði gibi bu ihtilâl Horasanlýlarýn oluþturduðu ordunun baþarýlý mücadelesi sonucu gerçekleþebilmiþti. Abbasîler döneminde en fazla itibar gören, Halifenin özel muhafýz birlikleriydi. Araplardan oluþan bu birlikler, Mu´tasým zamanýnda, önce müslüman Ýranlýlar, sonra da Türklerden teþekkül ettirildi. Mu´tasým, Bizans cephesinde savaþmak için, ata binme ve ok atmada maharetli olan Türklerden dört bin kiþilik bir özel ordu meydana getirdi. Ancak Mu´tasým´dan sonra Türklerden oluþan bu silahlý güçler Abbasî halifelerine itaat etmemeye ve baðýmsýz davranýþlar göstermeye baþladýlar (Ýsmet Kayaoðlu, Ýslâm Kurumlarý, Ankara 1985, 49-50).

Abbasî ordusu, "Divanül-Ceyþ" adýndaki askerî daireden idare edilmekteydi. Bu dairenin merkezi baþkent Baðdad´ta idi ve eyaletlerde þubeleri bulunmaktaydý. Ordunun en yüksek derecede sorumlusu vezirdi. Abbasî ordusunun, çaðýn bütün teknik donanýmlarýna sahip olduðu bilinmektedir (Mustafa Terzi, "Abbasî Ordusunun Merkezî Ýdaresi ve Sýnýflarý" Belleten, CLII, s. 205, s. 1537-153.

Donanma

Araplar çöl hayatý yaþýyorlardý ve denizlerle ticarî veya askerî anlamda bir irtibatlarý bulunmamaktaydý. Dolayýsýyla, Ýslâm´ýn ortaya çýktýðý dönemde Araplar, gemicilik ve deniz seferleri hakkýnda bilgi sahibi deðillerdi. Hz. Osman´ýn hilâfetine kadar, düþmanla, bilhassa Bizanslýlarla denizlerde de savaþabilmek için bir donanma tesis edilmesi düþünülmemiþtir. Hz. Ömer (r.a)´in halifeliði sýrasýnda Suriye valisi Muaviye ona müracaat etmiþ ve Suriye sahillerinde tersaneler kurarak savaþ gemileri yapmak için izin istemiþti. Muhtemelen böyle bir teþebbüs için vaktin henüz erken olduðu ve deniz savaþlarý için gereken þartlarýn oluþmadýðý düþüncesiyle bu teklif Hz. Ömer tarafýndan kabul edilmemiþti. O, deniz hakkýnda hiç bir tecrübesi bulunmayan müslümanlarýn hayatlarýnýn tehlikeye atýlmasýna razý olamayacaðýný bildirmiþti (Hasan Ýbrahim Hasan, Ýslâm Tarihi, Terc. Ýsmail Yiðit, Ýstanbul 1985, II, 191-192). Nitekim Ýslâm tarihinde ilk deniz seferine çýkan kimse kabul edilen Alâ b. Hadremî, Faris bölgesinde savaþmak için orduyu buraya deniz yoluyla naklettiði için Hz. Ömer tarafýndan görevinden azledilmiþti (bk. ayný yer).

Hz. Osman (r.a) halife olunca, Muaviye ona müracaat etmiþ, Hz. Osman da, kimsenin deniz savaþlarýna katýlmak için zorlanmamasý þartýyla buna izin vermiþti. Muaviye bir filo oluþturdu ve bu filoyu Abdullah b. Kays´ýn emrine verdi. .Suriye bölgesinde bulunan gayr-ý müslimlerden istifade eden müslümanlar kýsa zamanda, Bizans´la denizlerde de savaþabilecek ve zaferler kazanabilecek duruma geldiler. Muaviye´nin yönetimi devralmasýyla birlikte bu konudaki faaliyetler hýzlandýrýldý. O, Bizanslýlarýn Ýslâm topraklarýna giriþtikleri saldýrýlarý önlemek ve onlarýn denizlerdeki gücünü kýrmak için, gemi sayýsý binyediyüze ulaþan bir donanma hazýrladý ve yaz-kýþ sürekli olarak Bizans sahillerine saldýrýlar düzenledi. Ýslâm donanmasý, Muaviye zamanýnda ve Emeviler´in daha sonraki dönemlerinde Ýstanbul´a ciddi þekilde muhasaralarda bulunmuþlardýr. Deniz harbi konusunda malumat kazanan müslümanlar, bu sahadaki bilgilerini ilk önce Bizanslýlardan öðrenmiþlerse de, daha sonralarý Avrupa, denizcilik sanatý hakkýnda müslümanlardan çok þey öðrendi. Bugün dahi kullanýlan denizcilikle alakalý bazý teknik kavramlarýn Arapça asýllarýný korumuþ olmalarý bu durumu açýkça ortaya koymaktadýr (H.Ý. Hasan, a.g.e., II, 193).

Savaþ gemileri, "kâid" veya "mukaddem" adlarýndaki komutanlarýn idaresinde bulunur ve donanmanýn tamamýna emiru´l-ma (amiral) veya emiru´l-bahr komuta ederdi (Ý.Kayaoðlu, a.g.e., 61).

Silâhlar

Resulullah (s.a.s)´in zamanýndaki savaþlarda kullanýlan silahlar, kýlýç, kalkan, ok ve yay, mýzrak ve kargý, mancýnýk, zýrh, miðfer, debbabe, dabür ve arrade´den ibaretti.

Savaþlarda piyâdeler kalkan, kýlýç ve mýzrak; süvariler ise, kýlýç, kalkan, yay ve oklarla savaþýrlardý. Bu silâhtarýn büyük bir yekûnu bizzat Araplar tarafýndan imal ediliyordu. Bu bir zorunluluktu. Çünkü, Bizans Devleti Araplar´a silah satýþýný yasaklamýþtý. Medine´de üretilen oklar meþhurdu.

Kýlýç imalâtý yapýlmakla birlikte Suriye menþeli "Meþrefi" ve Hind menþeli "Muhammed" markalý kýlýçlar tercih edilmekteydi

Mancýnýk, Tâif kuþatmasý sýrasýnda Resulullah (s.a.s) tarafýndan kullanýlan silâhlar arasýndadýr. Bu aletle düþman üzerine taþ atýlmaktaydý. Debbabe, ayný kuþatmada kullanýlan silâhlardan olup, tahtadan kapalý bir þekilde yapýlýr ve savaþçýlar onun içine girerek, düþmanýn attýðý ok vb. þeylerden korunarak kale duvarlarý dibine kadar ilerlerler ve kaleye týrmanýrlardý. Dabür ise, debbabeye benzeyen, üzeri deri ile kaplanmýþ bir silahtý. Bunun içine giren muharipler, surlara yaklaþarak onun içinde olduklarý halde savaþýrlardý. Arrade ise, mancýnýkla ayný iþi yapmakla birlikte, hareket kabiliyetine sahip, zýrhlý bir aletti (M. Hamidullah, Hz. Peygamber´in Savaþlarý, Çev. Salih Tuð, Ýstanbul 1972, 202-203 ; H. Ý. Hasan, a. g. e. , I I, 187).

Sonraki devirlerde, bunlara ek olarak baþka silahlar da kullanýlmýþtýr: Bir kaç kiþi tarafýndan kullanýlabilen büyük oklar atan "Kavsu´s-Ziyar" denilen silah, kale kapýlarýný kýrmak için kullanýlan kebþ (koç baþý), yine kuþatmada kullanýlan ve düþman üzerine neft (tutuþturulmuþ petrol) atan silah ki bunlarý kullanan özel askeri kýtalar (neffât) bulunmaktaydý (Ý.Kayaoðlu, a.g.e., 54).

Barutun müslümanlar tarafýndan kullanýlmaya baþlanmasý, mîladî 1118 yýllarýna rastlar. Müslümanlarýn bu tarihte Sicilya´nýn Sýrakuza þehrini kuþattýklarý zaman ateþli silahlar kullandýklarý rivayet edilmektedir (Kayaoðlu, a.g.e., 55). Ateþli silahlar, geliþen savaþ teknolojisi içerisinde gittikçe ehemmiyet kazanmýþ, taþ atan mancýnýklarýn yerine top, ok ve yayýn yerine de tüfek kullanýlmaya baþlanmýþtýr.

At, modern asra kadar ordularýn temel unsurlarýndan biri olmaya devam etmiþtir. Ayrýca, savaþ malzemesi taþýmak için develer elveriþli hayvanlardý. Fil ise, bir savaþ aracý olarak kullanýlmaktaydý. Ýranlýlar´ýn ordularýnda fillerin önemli bir yeri vardý. Sonraki dönemlerde bu hayvan, müslümanlar tarafýndan savaþlarda kullanýlmýþtýr. Örneðin Gazneli Mahmud (998-1030)´un ordusunda fillerin de bulunduðu bilinmektedir (Erdoðan Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi, Ankara 1989, 15).

Ýstihbarat (Casusluk):

Hicretle birlikte kurulan Ýslâm Devletinin kendisini yok etmeye uðraþan müþrik güçlere karþý baþarýlý bir mücadele vererek kýsa zamanda Arap Yarýmadasýnýn nerdeyse tamamýný hakimiyeti altýna almasýný saðlayan etkenlerden birisi de hiç þüphesiz haber alma ve karþý casusluk iþinin göz ardý edilmeyerek düþmana ait gerekli bilgilerin zamanýnda elde edilmesidir. Resulullah (s.a.s)ý suikast düzenleyerek ortadan kaldýrmak isteyen Mekkelilerin, planlarýnda baþarýsýz oluþu ve Resulullah (s.a.s)in bir zarar görmeden Medineye ulaþmasý olayýnda, onun gizlilik içerisinde yürüttüðü haber almanýn payý büyüktür (M. Hamidullah, age, 173-176)

Hicretten sonra Mekke kervanlarýna karþý düzenlenen seriyyeler, Mekkeden bu kervanlarýn hareketlerine dair ulaþan bilgiler çerçevesinde yola çýkarýlýyorlardý. Yine Bedir Savaþý, kesintisiz sürdürülen istihbarat çalýþmalarýnýn sonucunda meydana gelmiþti. Resulullah, Mekkeden hareket eden büyük bir kervanýn Suriyeye doðru yöneldiðini öðrendiði zaman, ordusunun baþýnda Zul-Uþeyreye kadar gitmiþ, ancak kervaný yakalayamamýþtý. Resulullah (s.a.s), bu kervaný dönüþte vurmak için iki casustan (Talha b. Ubeydullah ve Said b. Zeyd) Suriyeye kadar kervaný takip ederek, gerekli bilgileri kendisine ulaþtýrmalarýný istemiþti. Diðer taraftan, Resulullah (s.a.s) baþka kaynaklardan aldýðý bilgilerle kervanýn dönüþünü bu iki kiþinin Medineye bilgi ulaþtýrmalarýndan önce öðrenmiþti. O, bu kervana karþý hareket geçtiði zaman yine iki casusunu kervanýn nerede olduðunu araþtýrmak için göndermiþtir. Resulullah (s.a.s) Bedire varýncaya kadar, istihbarat konusunda gereken titizliði göstermeye devam etmiþtir (M. Hamidullah, age, 176. vd) onun giriþtiði bütün askerî seferlerde baþarýyla yürüttüðü casusluk faaliyetleri, kaynaklarda teferruatlý bir þekilde olaylarýn anlatýmý esnasýnda zikredilmektedir. O, bazen askerî önemi olan haberlerin sýzmasýný önlemek için bütün yollarý kapatýrdý. Ayný þekilde düþmaný yanýltmak ve bölmek için de karþý casusluk faaliyetlerine giriþtiði görülmektedir. Hendek Savaþý esnasýnda baþvurduðu bu yöntem Mekkeli müþriklerin, Yahudiler ve Gatafalýlarla olan ittifaklarýnýn bozulmasý ve böylece savaþý kaybetmeleri neticesini doðurmuþtur. Bu iþ için görevlendirdiði kimse henüz müslüman olmuþ fakat bu durumu kimse tarafýndan bilinmeyen Eþca kabilesinin baþkaný Nuaym b. Mesuddu (bk. Hamidullah, Ýslâm Peygamberi, I, 269-270).

Bayrak ve sancaklar

Cahiliye döneminde Mekke Þehir devletinde bulunan görevlerden birisi de bayraktarlýk (liva)dýr. Bunun yanýnda bir de sancaktarlýk (Râye) görevi bulunmaktaydý. Bu vazifeler Ýslâmdan sonra da devam etmiþtir. Râye görevi Umeyyeoðullarýnýn elindeydi ki bunun diðer bir adý da "el-Ukabb?dýr. Livâ, görevi ise, abdud-Dareoðullarýnýn elinde bulunmaktaydý.

Resulullah (s.a.s) bu görevlerin varlýðýna dokunmamýþtýr. Gayrý meþru ilan ettiði Mekke yönetimine karþý yapýlan savaþlarda bayraktar olarak Abdud-dara mensup olan Musab b. Umeyri görevlendirdiði bilinmektedir. Bu kimse Bedir ve Uhud savaþlarýnda müslümanlarýn livasýný taþýmýþtýr. Müþrikler tarafýndan ise livâyý yine Abdud-Dara mensup kiþiler taþýyordu.

Hicret´ten sonra müslümanlarýn giriþtikleri askeri seferlerde livalar orduya ait alâmetler olarak sürekli kullanýlmýþtýr. Livalar genellikle beyaz renkteydi. Bazan da siyah renk kullanýlmýþtýr. Resulullah (s.a.s) zamanýnda Hayber seferine kadar sadece livalar kullanýlmýþtý. Ýlk defa bu savaþ esnasýnda, râyelerin (sancak) kullanýldýðýna þahit olunmaktadýr. Bu savaþ esnasýnda birden fazla râye söz konusudur. Resulullah (s.a.s)´in kendi livasý (Sancaðý) bu savaþ sýrasýnda siyah renkteydi. Ýbn Abbas (r.a)´dan yapýlan bir rivayete göre Resulullah (s.a.s)´in liva´sý, üzerinde Kelime-i Þehâdet yazýlýydý. Beyaz renkteki, liva (bayrak) ise Hz. Ali (r.a)´a verilmiþti. Mute savaþý sýrasýnda Resulullah (s.a.s), beyaz renkteki liva´yý ordu komutaný Zeyd b. Harise´ye vermiþ, savaþ esnasýnda onun þehid oluþuyla livayý ikinci komutan Cafer almýþ; onun þahadetiyle de Abdullah b. Revaha komutan olarak liva´yý taþýmýþtý. Onun da þehit olmasýyla düþen bayraðý Sa´id b. Akram almýþ ve seçilen yeni komutan Halid b. Velid´e tevdi etmiþti. Bu olaydan liva´nýn savaþýn seyri açýsýndan ne kadar önemli bir unsur olduðu açýkça anlaþýlmaktadýr. Ancak þu var ki; bazý tarihçiler liva ile râye arasýnda belli bir ayýrým olduðunu ileri sürmüþler, diðer bazýlarý ise her ikisinin de ayný anlamý taþýdýðýný kabul etmiþlerdir. (Konu hak. Fazla bilgi için bk. M. Hamidullah, hz. Peygamberin Savaþlarý, 204-217). Bayraklar sonraki devirlerde de kullanýlmaya devam etmiþtir. Ýslâmî veya Ýslâm dýþý bütün devletler, bayrak ve sancaklarý ordularýnda ve devletin istiklalini ifade etmek üzere devlet merkezlerinde kullanmýþlardýr. Günümüzde mevcut bütün devletlerin bir millî bayraðý vardýr ve bu devletlerin ideolojileri, bayraklarýna saygýyý öngörmektedir. Hrýstiyanlýða mensup milletler daha çok inaçlarýnýn bir sembolü olan haçý bayrak motifleri için esas kabul etmiþlerdir. Osmanlý devletinde ise, motif olarak hilal kullanýlmýþtýr. Bunun Bizans tesirinde kalýnarak benimsenen bir þekil olduðu iddiasý (Whitney Smith, Encylopedia Americana, "Flag?, XI, s. 360)´nýn dayanaðý yoktur. Hilalin benimsenmesinin sebebi müslümanlarýn kullandýðý takvimin ayýn hareketleri esas alýnarak oluþturulmuþ olmasýdýr. Ayrýca, Medineye gelip müslüman olduðunu bildiren Sad b. Malik el-Ezdi adýndaki bir kimseyi Resulullah (s.a.s)in kabilesine baþkan atadýðý ve ona üzerinde beyaz bir hilalin bulunduðu siyah renkte bir raye verdiði bilinmektedir (Ýbn Hacer ve el-Kettaniden naklen M. Hamidullah, age., 215)

Selçuklularda ordu

Büyük Selçuklular (1040-1157) devletinde ordu, devletin temelini oluþturmaktaydý. Selçuklu sultanlarýnýn maiyetinde büyük bir ordu bulunurdu. Ayrýca þehzade ve emirlerin de sürekli silah altýnda tuttuklarý düzenli ordularý vardý. Ýlk önceleri aþiret kuvvetleri þeklinde olan ordunun yapýsý Gaznelilerdeki (963-1186) yapý esas alýnarak þekillendirilmiþti. Ancak daha sonra devletin topraklarý geniþleyip büyük bir kudrete ulaþtýktan sonra askerî bir teþkilatlanma yoluna gidildi. Büyük Selçuklu Devletinin vezirlerinden Nizamül-Mülk (1018-1092) o zamana kadar, emirlere eyâletler þeklinde taksim edilmiþ olan arazileri küçük parçalara ayýrarak ikta sistemini getirmiþtir. Buna göre hükümdar, þehzade, vali ve emirlerin derecelerine göre iktalarý (muayyen gelir olan arazi parçalarý) vardý. Göstermiþ olduklarý yararlýlýklar karþýlýðýnda bu topraklara (dirlik) sahip olan atlý askerlere sipahi? denilmekte idi. Ayrýca piyade birlikleri de bulunmaktaydý. Selçuklu ordusu çeþitli unsurlardan oluþturulmuþtu. Önemli bölgelerin ordu komutanlarý, "isfehsâlar? veya "sipehsâlar? olarak isimlendirilmekte olup, bu ünvan Samaniler (895-1005) zamanýnda, merkezi Niþabur olan Horasan ordularý komutanýnýn ünvaný olarak kullanýlmaktaydý. (Sipehsalar-ý Horosan) Ýyi bir þekilde teþkilatlandýrýlan Selçuklu ordusunun asker sayýsý dört yüz bin kiþi gibi muazzam bir rakama ulaþmýþtýr. Selçuklularda ordu komutanlarý ayný zamanda bulunduklarý bölgenin de valisi idiler.

Selçuklu ordusunun savaþ meydanýnda konuþlandýrýlmasý, daha önceki Ýslâm devletlerinde olduðu gibi, merkez (kalp), sað kanat (meymene), sol kanat (meysere), öncü (mukaddeme piþdar), ardcý (saka-dümdar) þeklindedir. Selçuklu ordusunda kýlýç, ok, yay, kargý, kalkan, zýrh, topuz vb. silahlar kullanýlmakta, ayrýca mancýnýk, neftçiler ve barutçulardan oluþan ayrý birimler bulunmaktaydý. Selçuklular, askeri haberleþmenin süratli bir þekilde yapýlabilmesi için mükemmel þekilde iþleyen bir menzil teþkilatý da kurmuþlardý. Ordunun temelini týmarlý sipahiler teþkil etmekteydi. Sipahiler, ellibaþý, subaþý, emir, serasker, emir-i sipahsalar ve melikül ümera gibi komutanlar tarafýndan idare edilmekteydi. Bu komutanlar kendilerine verilmiþ olan ikta ölçüsünde asker beslemek ve bunlarý savaþa hazýr halde bulundurmakla yükümlüydüler. Savaþtan sonra elde edilen ganimetin beþte biri "humus-ý has? adý altýnda hazineye konurdu.

Anadolu Selçuklularýnda da ordunun en önemli silahlý gücü týmarlý sipahilerdi. Kapýkulu, piyade ve süvarilerden baþka, devlet hizmetine girmiþ bulunan aþiretlerin kuvvetleri de ordunun yardýmcý kuvvetleriydi. Kapýkulu askerleri gulamlardan teþekkül ettirilmiþti. Anadolu Selçuklu ordusu savaþ düzeni açýsýndan diðer Ýslam ordularý gibi konuþlandýrýlmaktaydý. Savaþ esnasýnda esas ordunun yanýnda, anlaþma gereði savaþa katýlan baþka gruplar da vardý. Mesela, Moðollarla yapýlan Kösedað savaþýnda (1243), Selçuklu ordusunda Rum, Frenk, Gürcü, Ermeni askerleri de bulunmaktaydý.

Ordunun mevcudu hakkýnda kesin bir bilgi bulunmamaktadýr. Kösedað savaþýnda yardýmcý kuvvetlerle birlikte ordu, yetmiþ bin kiþilik bir rakama ulaþýyordu. Selçuklu askerlerinin sayýsý elli bin kiþi kadardý.

Anadolu Selçuklularý Antalya, Alaiye (Alanya) ile Karadeniz kýyýsýnda Sinop´u ele geçirdikten sonra, buralarda tersaneler kurup donanma inþa ettiler. Ancak bu donanmanýn durumu hakkýnda fazlaca bilgi yoktur. Donanma komutaný "reisu´l bahr? ünvanýyla anýlmaktaydý.

Osmanlý ordusu

Osmanlý ordu teþkilatý Anadolu Selçuklularý, Ýlhanlýlar ve Memluklular devletlerinin askeri teþkilat yapýlarýndan belirli ölçülerde yararlanýlarak kurulmuþtur. Osmanlý devleti henüz bir uç beyliði durumundayken, yapýlan fetihler tamamen aþiret kuvvetlerine dayanýlarak gerçekleþtirilmiþti. Bu kuvvetlerin tamamý süvariydi ve muhasaralarda yetersiz kalýyordu. Bunun için, ihtiyaca cevap verecek ve sürekli savaþa hazýr halde bulunacak bir ordu kurulmasý zorunluluðu hissedildi. Yaya ve atlýlardan oluþturulan ordunun atsýz kýsmý "yaya?, süvarileri ise "müsellem? þeklinde isimlendirilmiþti. Bu ilk düzenli ordu biner kiþilik birlikler halinde tertiplenmiþtir. Osmanlý Kapýkulu ocaklarýnýn kuruluþuna kadar savaþlarda fiili olarak hizmet gördüler.

Osmanlý Devleti, Rumeli tarafýndaki fetihlerle geniþleyince daha fazla askere ihtiyaç duyuldu. Bu ihtiyaç, esir alýnan hristiyan çocuklarýnýn Ýslam terbiyesi üzere eðitilerek bir askerî sýnýf oluþturulmasý yolunu açtý. Kapýkulu Ocaðýnýn çekirdeðini meydana getiren bu teþkilat, 1.Murad zamanýnda Kazasker Çandarlý Halil ve Konyalý Molla Rüstemin teþvik ve gayretleriyle kurulan Acemi Ocaðý ve Yeniçeri ocaðý teþkilatlarýyla merkezi teþkilat içendeki yerini aldý.

Kapýkulu Ocaðý, altý kýsýmdan meydana gelmekteydi:

1- Acemi Ocaðý

Yeniçeri Ocaðýna asker yetiþtirmek için kurulmuþtur. Bu ocaða alýnan çocuklara "acemi oðlaný" denilmekteydi. Acemi oðlanlarý, savaþta alýnan esirlerden beþte bir (pencik) ve Osmanlý tebaasýndan olan diðer gayr-i müslim çocuklarýndan olmak üzere iki yoldan temin edilmekteydi. 10 ile 17 yaþlarý arasýndan vücutça saðlam olanlar seçilmekteydi. Bu çocuklar Anadolu´daki müslüman çiftçilerin yanýna verilir, daha sonra Yeniçeri Ocaðý´na nakledilirlerdi. Genellikle sekiz sene olan eðitimden sonra Yeniçeri Ocaðý´na kabul edilirlerdi.

2- Yeniçeri Ocaðý: Balkanlardaki askerî geliþmeler, sürekli bir yaya kuvvetinin bulunmasýný gerektirmiþtir. 1363 yýlýnda I. Murad tarafýndan kurulan Ocak, Selçuklu ve Memluklular örnek alýnarak tesis edildi. Yeniçeri Ocaðý´nýn kurulmasýnda Çandarlý Kara Halil ve Kara Rüstem´in büyük katkýlarý olmuþtur. Ýlk kuruluþunda Ocaða bin kiþi alýnmýþ ve bu sayý zamanla artmýþtýr. Yeniçeri askerleri, savaþlarda padiþahýn bulunduðu, ordunun merkez kolunda yer alýr; padiþah bunlarýn arkasýnda veya ortalarýnda dururdu. Ýlk önceleri yeniçeriler sadece yaya bölüklerinden oluþmaktaydý. Fatih Sultan Mehmed zamanýnda 1451 yýlýnda Sekban bölüðünün de kurulmasýyla iki sýnýf haline gelmiþ; sonraki tarihlerde "aða bölükleri" denilen üçüncü bir sýnýf daha tesis edilmiþti. Yeniçeri Ocaðýnýn en büyük komutaný "yeniçeri aðasý"ydý ve ondan sonra sekbanbaþý gelirdi.

Yeniçeri askerleri ok, yay, kýlýç, kalkan, kargý, býçak gibi savaþ araçlarýný kullanmaktaydýlar. Bu silahlarý kullanabilmek için Ocaðýn talimhanesi vardý ve buradaki subaylar askerlerin eðitimleri ile ilgilenmekteydiler (Ý. Hakký Uzunçarþýlý, a.g.e., I, 510, 511).

Yeniçeri Ocaðýnýn mevcudu XV. yüzyýl ortalarýna kadar onbin kiþiydi. Bu sayý XVI. yüzyýl sonlarýnda yirmi yedibin; XVII. yüzyýl baþlarýnda otuz yedibine ulaþmýþtýr. Bu sayý sürekli yükselerek Karlofça anlaþmasý sýrasýnda yetmiþbine çýkmýþtýr.

Yeniçeriler, Osmanlý Devleti´nin baþarýlý savaþlar yapmasýný saðlayan en önemli yaya gücü idi. Ancak Ocak, III. Murad zamanýnda bozulmaya baþlamýþ, devþirme kanununa aykýrý olarak Ocaða asker alýnmýþ; bu da sayýnýn kalitesiz þekilde artmasýna ve Ocaða giren bu baþýboþ, eðitimsiz kimselerin devlet içinde asayiþin bozulmasýna sebep olmuþtur. Savaþ yapamaz derecede bir bozulmaya uðrayan Ocak, devletin siyasî iþleriyle ilgilenen, isyanlar çýkararak devlet adamlarýný azlettiren ve istedikleri kimseleri idarî makamlara getiren hatta padiþahlarý deðiþtiren bir güç halini almýþtý. Aslýnda Yeniçeri Ocaðý çöküþ noktasýna gelen tek kuruluþ deðildi. Çürüme ve bozulma, devleti bütün müesseseleriyle kuþatmýþ bulunmaktaydý.

Yeniçeri Ocaðý, Osmanlý Devleti´nin batýlýlaþtýrýlmasý çalýþmalarýna þiddetle karþý çýkmýþtýr. Osmanlý Devleti´nde batýlýlaþma çalýþmalarýný ciddi þekilde uygulamaya koyan ve bu yüzden halk tarafýndan "gâvur padiþah" olarak nitelendirilen II. Mahmud, kendisine baþkaldýran yeniçerileri 15 Haziran 1826´da Sultanahmed Meydanýnda Peygamber´in Liva-i Þerifi altýnda toplanan kuvvetlerle Aksaray (At meydanýn) da topa tutarak imha etmiþtir. Birkaç yüz yýl Osmanlý Devletinin bir anlamda varlýðýnýn garantisi olan ocak, islah edilip, düzene koyulamamýþ ve ortadan kaldýrýlarak devletin en önemli silahlý gücü yok edilmiþti.

3- Cebeci Ocaðý: Yaya askeri olan Yeniçerilerin silahlarýndan olan ok, yay, kalkan, kýlýç, tüfek, balta, kazma, kürek, kurþun, barut vb. silah ve malzemeyi tedarik veya imal eden ocak. Cebeciler, savaþ zamanýnda gerekli olan silah ve malzemeyi Yeniçerilere daðýtýr, savaþ sonrasýnda bu silahlarý toplayarak bakým ve tamirlerini yapardý. Ocaðýn en üst rütbeli subayý "Cebecibaþý" olup ondan sonra Ocak Kethüdasý gelirdi. Özellikle kale kuþatmalarýnda faal rol alan humbaracý ve laðýmcý bölükleri bu ocaðýn içerisinde yer almaktaydý. Ocaðýn personel ihtiyacý Acemi Ocaðý´ndan karþýlanýrdý.

4- Topçu Ocaðý: Kapýkulu ocaklarýnýn yaya kýsmýndan olan Topçu ocaðý, top dökmek, top mermisi yapmak ve top atmak gibi görevlerden sorumluydu. Osmanlý ordusunda top, ilk olarak I. Murad zamanýnda 1389´da meydana gelen I. Kosova savaþýnda kullanýlmýþtý. Toplar çoðu zaman muhasara edilen kalenin önünde dökülürdü. Ocaðýn baþýndaki subaya "topçu baþý" denilmekteydi.

5- Kapýkulu Süvarileri: Bu ocaðýn askerleri, sarayýn Enderun kýsmý ile dýþ saraylardaki iç oðlanlarýndan alýnan kimselerin terfi edenlerinden oluþmaktaydý. Kapýkulu süvarilerinin, týmarlý süvarilerden ayýrd edilmesi için bu ocaðýn süvarilerine kapýkulu süvarisi veya "bölük halký" denilirdi.

Týmarlý Sipahiler

Osmanlý devletinin topraða baðlý atlý askerî kuvvetleridir. Týmarlý süvariler, görmüþ olduklarý hizmet karþýlýðýnda kendilerine ikta edilen yerlerin vergilerini alýrlardý. Týmarlý süvariler, Kanunî devrinin en önemli askerî gücünü oluþturmaktaydý.

Akýncýlar

Akýncýlar mükemmel bir teþkilata sahiptiler ve sýnýr boylarýnda bulunurlardý. Bunlar hafif süvari birlikleri olup, asýl ordunun öncü kuvvetleri durumundaydýlar. Çok hýzlý hareket kabiliyetine sahip olan akýncý birlikleri, düþman topraklarýna, ana ordudan önce girer, ve yaptýklarý gerilla tarzý saldýrýlarla halkýn kalbine korku salarak direnme güçlerini kýrarlardý. Akýncýlar sadece bir sefer esnasýnda görev yapmayýp, sürekli olarak düþman topraklarý içinde faaliyet gösterir, hatta canlarý pahasýna düþman hatlarýnýn gerilerine sarkarlardý. Ýlk fetih dönemlerinde Evrenos Bey akýncýlarý vardý. Sonralarý Mýhaloðullarý, Tunahan Bey ve Malkoç Bey akýncýlarý ortaya çýkmýþtýr (Ý. Nakký Uzunçarþýlý, Osmanlý Tarihi, Ankara 1982, l, 518.

Fatih zamanýnda, her þeyiyle teþekkül ettirilen Osmanlý ordusu, gerek teknik donaným ve gerekse teþkilat yapýsý olarak son þeklini almýþtý. Kanunî zamanýnda Osmanlý ordusu çaðýn en güçlü ordusu durumundaydý. Bu dönem de Osmanlý ordusu, Hindistan´dan Viyana kapýlarýna kadar çok geniþ bir coðrafi sahada baþarýlý bir þekilde harekatlarda bulunuyordu. Ve bir çok cephede ayný anda savaþ yapabilecek kuvvete sahipti. 1610´larda kapýkulu askerlerinin maaþ yekûnu 80 milyon akçaya ulaþmýþtý. Kanunî, ateþli silah kullanan hristiyan piyadelerine karþýlýk tüfekli Yeniçerilerin sayýsýnýn arttýrýlmasý ihtiyacýný duydu. Bu durum giderlerin yükselmesine ve mali açýdan problemlerin ortaya çýkmasýna sebep oldu. Týmarlý sisteminin gerilemesi ve eyalet askerlerinin daðýlmasý sonucunu doðuran bu olay, devleti askerî yönden bir bunalýmýn içine sürükledi. 1683 yýlýnda Viyana önlerinde bozguna uðramasýndan sonra yapýlan savaþlar, Osmanlý ordusunu oldukça yýpratmýþtý. Rus ve Avusturya cephelerinde ayný anda savaþmak zorunda kalan ordunun yeniden yapýlanmasý zorunluluðu ortaya çýktý. XVII. yy. birtakým yenilikler yapýlarak, Yeniçerilerden ayrý bir kuvvet oluþturulmasý düþünüldü. Ancak bu gerçekleþtirilemedi. Sadece Yeniçeri Ocaðýnda bazý düzenlemelerle yetinildi.

 


radyobeyan