Hadis Tarihi
Pages: 1
Selef ve Selefiye By: rabia Date: 14 Mart 2010, 19:09:42
SELEF VE SELEFÝYE

Ýslâm ümmeti içerisinde ilk üç asýrda yaþayan nesle muhaddîsler, müfessirler ve fukahâ selef veya mütekaddimîn der. Kelamcýlar, bu devri, Ýmam Gazali´ye yani beþinci asra kadar uzatýrlar. Muhtelif bahîsleri iþlerken sýkca selef´e atýf yaptýðýmýz için, onlar hakkýnda derli toplu kýsaca bilgi vermede ve bazý açýklamalar kaydetmede fayda ve gerek görüyoruz.

Müslüman nesiller arasýnda selef´in mümtaz bir mevkii vardýr. Dinî naslarýn tefsîr ve yorumunda onlarýn görüþleri esastýr ve baðlayýcýdýr. Bu üstünlük ve imtiyazý onlara âyet ve hadîsler tanýdýðý için, inkârý, istiskali, nazar-ý itibardan uzak tutulmasý mümkün deðildir. Esâsen selef denen sahâbe, Tâbiîn ve Etbauttâbiîn nesilleri yakinen incelenecek olsa naslarýn tanýdýðý takaddüm hakkýna ziyâdesiyle layýk olduklarý görülür. Onlarýn dini anlayýþlarý farklý, dinin emirleri karþýsýndaki tavýr ve teslimiyetleri farklý, dine hizmet hususundaki gayret ve fedâkarlýklarý ise kýyas götürmeyecek kadar farklý ve baþkadýr.

Selef de kendi aralarýnda Sahâbe, Tâbiîn ve Etbauttâbiîn diye üç ayrý hiyerarþik tabakaya ayrýlýr. Bir evvelki tabaka, sonrakine nazaran daha mümtazdýr ve tekaddüm hakkýna sâhiptir. Sözgelimi, Ashâb´ýn ittifak ettiði bir meselede Tâbiîn farklý bir fetva ileri süremez, keza onlarýn ittifakýna Etbauttabiîn muhalefet edemez. Ýhtilaflý meseleler ayrý. Selef nesillerinin imtiyazý Kur´ân ve hadîsten gelir dedik. Bilhassa Ashab´la ilgili pek çok âyet ve hadîs vârid olmuþtur[306]. Ýslâm âlimleri, hiçbir istisna yapmaksýzýn bütün Ashâb´ý tebrie edip adâlet´ine hükmederken bu ayet ve hadîslere dayanýrlar. Teferruâtý Ashâb´ýn adaleti ile ilgili bahse býrakarak burada, Ashâb ve "onlara güzellikle tâbi olanlar"ý berâberce tebrice eden bir ayet kaydedeceðiz.

"(Ýslâm´da) birinci dereceyi kazanan Muhâcirler ve Ensâr ile onlara "güzellikle tâbi olanlar" (var ya!) Allah onlardan râzî olmuþtur. Onlar da Allah´tan râzý olmuþlardýr. (Allah) bunlar için -kendileri içinde ebedî kalýcý olmak üzere- altlarýndan ýrmaklar akan cennetler hazýrladý. Ýþte bu, en büyük bahtiyarlýktýr." (Tevbe: 9/100)

Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)´in hadîslerinde selef daha sarîh olarak medar-ý bahs edilmiþtir. Farklý þekillerde söylenmiþ olan hadîs´in bir veçhi þöyledir:

" Ümmetimin en hayýrlý olanlarý benim asrýmda yaþayanlardýr (Ashâb), sonra onlarý takip edenler (Tâbiîn), sonra da onlarý tâkip edenler (Etbauttâbiîn) gelir..."

Bu hadîs, hükmüyle amel edilmesi vâcib olan bir hadîstir, zira, Kettânî´nin, Nazmu´l-Mütenâsir mine´l-Hadîsi´l-Mütevâtir´de belirttiði üzere Suyûtî, Ýbnu Hacer gibi hadîs ilminin üstadlarý, bu hadîsi tevâtüre nisbet etmiþlerdir. Hadîs 13 farklý tarikten rivâyet edilmiþtir.

Hadîsin, Buhari´de gelen bir veçhinde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn Sahâbe´den sonra iki asýr mý, üç asýr mý zikrettiði hususunda râvi þüpheye düþer. Ayrýca Ca´de Ýbnu Hübeyre ve Ebu Hüreyre (radýyallahu anhüma)´den gelen bazý rivâyetlerde Sahâbe´den sonra üç nesil zikredilmektedir. Böylece dördüncü asrý da buraya dahil etme imkâný doðmaktadýr. Yine belirtelim ki, Abdullah Ýbnu Havâle´den yapýlan bir rivâyette, Sahâbe´den sonra dört asýr "hayýrlý asýrlar"a dâhil edilir[307].

Selef´in tesbitinde, ekseriyet itibâriyle ilk üç nesilde ittifak edilmiþ ise de dördüncü ve beþinci asrý da dâhil edenlerin -delîl açýsýndan- haklýlýklarýný göstermek iddialarýnda hevâlarýna dayanmadýklarýný belirtmek için bu son iki rivayete de dikkat çektik.

Bu tabakalar arasýnda hiyerarþi ve birinin diðerine üstünlüðü ve hatta, bunlardan mesela Ashâb´ýn tekrar hiyerarþik bir kýsým tabakalara ayrýlmasýnda þu âyet-i kerîme esâs alýnmýþtýr.

"Ýçinizde fetihten evvel (Allah yolunda) harcayan ve muhârebe eden kimseler (diðerleriyle) bir olmaz. Onlar derece itibâriyle (fetihten) sonra harcayan ve muhârebe edenlerden daha büyüktür. Bununla berâber Allah (bu iki zümreden) her birine en güzel olaný (Cennet´i) vâdetti. Allah ne yaparsanýz hakkýyla haberdârdýr" (Hadîd: 57/10).

Burada hatýra gelebilecek bir soru, Sahâbe, Tâbiîn ve Etbauttâbîn tabakalarýnýn birbirine efdaliyeti bir bütün olarak mý, yoksa ferd ferd mi? sorusudur.

Þartlara göre farklý hükümlere gidilebilirse de, cumhur, ferd ferd üstünlüðü esas almýþtýr. Ancak, yukarýda kaydedilen âyetin de ifâde ettiði üzere, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn saðlýðýnda bulunup O´nunla (aleyhissalâtu vesselâm) birlikte veya saðlýðýnda emriyle savaþanlar, Allah yolunda harcýyanlar, faziletçe böyle olmayanlardan üstündürler. Zira onlar, müslümanlarýn azýnlýkta ve zaaf içinde bulunduklarý bir dönemde hizmet sunmuþlardýr. Sebep olan, arkadan gelenlerin sevabýna da iþtirak edeceklerinden onlara fazîlette yetiþmek mümkün deðildir.

Selef´in üstünlüðü bir de nübüvvet nuruyla doðrudan temastan veya o hidâyet menbaýna yakýnlýktan ileri gelmektedir. Ashâb vâsýtasýz o kaynaðýn menbaýndan feyz alýp tenevvür etmiþtir. Tâbiîn ve Etbauttâbiîn ise, o kaynaðý, zaman bulutu fazla kesafete boðmadan ikinci veya üçüncü perdenin gerisinden irtibat kurmuþ, tenevvür etmiþtir. Aradaki uzaklýk çok deðil azdýr. Bu´diyetten ziyâde kurbiyet esastýr.

Bu yakýnlýk onlarda, sonradan gelen müteahhirîn´de görülmeyecek bazý vasýflarý hâkim kýlmýþtýr. Selef deyince, her ferdini bu vasýflarla muttasýf ve mümtaz kiþiler olarak görmekteyiz. Bizce mezkur vasýflar dörttür:

1- Sünnete tam teslimiyet: Kur´ân-ý Kerîm´i anlamada, karþýlarýna çýkan meseleleri çözmede kýlýk-kýyafet, yeme-içme, günlük ömrünü tanzîm ve deðerlendirme vs. her hususta ilk müracaat kaynaðý, yegâne hakem sünnettir. Aralarýndaki ittifak sünnete, ihtilâf sünnete, kavga varsa o da sünnete, sünneti anlayýþlarýna dayanýr. Bir hadîsin tek kelime ve hatta tek harfinde düþtüðü tereddüdü çözmek için günlerce, haftalarca süren meþakkat ve tehlikelerle dolu seyahatlere çýkacak kadar sünnete kýymet vermek, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn kavunu ne þekilde yediðine dair rivâyet bulamadýðý için kavun yemekten vazgeçecek kadar sünnete baðlýlýk fetva ve görüþleri, arkadan gelen nesillerce mezheb olarak taklid edilecek olan kimselerde, sünnete olan bu teslimiyet, ziyâdesiyle ehemmiyetlidir.

2- Diyânet ve Takva: Dinin emirlerini þahsî hayatýnda tatbîk edip yaþamada da Selef temayüz eder. Bu noktada onlarý geçmek mümkün deðildir. ister Sahâbe olsun ister Tâbiîn ve Etbauttâbiîn olsun namaz, oruç, Kur´ân-ý Kerimin´in tilaveti, tasadduk gibi dindarlýðýn tezâhürü olan her amelde onlar, günümüz insanýnýn anlamakta acze düþecekleri derecede ileri tatbikat içerisindedirler. Bir ömür yatsý abdestiyle sabah namazý, her gecede veya birkaç günde bir Kur´ân hatmi, âhiret tasasýyla aðlamaktan gözlerin zayýflamasý ve hattâ kör olmasý, bütün malýný tasadduk, namaz kýlmaktan derinin kemiðe yapýþmasý, bütün namazlarýn Câmide ve hatta ön safta edasý... vs. önceki büyüklerin müþterek ve galip vasýflarýdýr. Sonrakilerde bunlar nadir ferdlerde münferid vasýflar olarak rastlanýr.

3- Hamiyet ve Gayret: Selef büyüklerinin müþterek bir vasfý, din için gösterdikleri yorulmak bilmez gayrettir. Hepsi dine hizmet etmek arzusuyla doludur. Bu gâyenin tahakkuku için her çeþit zahmete, meþakkate, sýkýntýya katlanmaya, gereken fedakârlýðý göstermeye hazýrdýr. Bu ruh hali ferdlerden tabiî bir netîce olarak, beþeri takatin fevkinde gayret istemiþtir, selef bu gayreti göstermekten çekinmemiþtir. Mevki makamlarýn tepilmesi; hizmet uðrunda dayak ve hapsin, taltîf ve teþrîfe tercîhi; yarý aç yarý çýplak, yaya olarak yýllarca süren seyahatler; haftalarca sýcak bir lokmadan mahrûm ve satýn aldýðý balýðý piþirme fýrsatý bulamayarak kokuþma anýnda çið çið yiyecek kadar ilimle meþguliyet vs.

4- Ýhlas ve Samimiyet: Selef´in sonraki nesillerden ayrýlan en mühim yönlerinden biri de bu. Dini anlamada peþin bir hükme sâhip deðil. Allah ne diyor, ne istiyor, O´nu râzý edecek düþünce tavýr ve amel nedir, hangisidir? Aradýklarý bu. Bütün ilmî muktesabatlarý beþerî kapasiteleriyle aradýklarý tek þey budur. Bir baþka ifâdeyle, selef dönemi, Ýslâm´ýn askeriyede, iktisadda, siyâsette, ilimde hâkim olduðu bir dönemdir. Ferdler üzerinde, düþüncelerde hâkimiyet kurmaya çalýþan, gizli güçler yok, Batý tasallutu, gayr-ý Ýslâmî iradeyi hîle ve dalavereyle, zor ve kamçýyla düþüncelere, fikirlere, hayata hâkim kýlmaya çalýþan yerli müstebitler, zâlimler ve bunlar karþýsýnda vicdanýný satmýþ, fetva veren veya en azýndan susan ulemâ-ý sû yok. Selef, müteahhir devirlerde ve hususen zamanýmýzda olduðu gibi, kafasýndaki bâtýla dinî bir kýlýf bulmak için âyet ve hadîsi tedkîk etmiyor, düþünce ve tefekkürünü Ýslâm´a göre düzeltmek, yönlendirmek için ayetleri hadîsleri araþtýrýyor ve okuyordu.

Onun için onlarýn görüþleri mûteberdir, isâbetlidir ve itimâda lâyýktýr.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ümmet içerisinde selef´in ihraz ettiði yüce makamý belirtmeye ehemmiyet vermiþ ve birçok hadîsleriyle buna dikkatleri çekmiþtir. Yukarýda kaydettiðimiz hadîs onlardan sâdece biridir. Bir baþka hadîste bu ümmetin sonradan gelenlerinin (müteahhirun) önden gelenlerine (selef-i sâlih) dil uzatmasýný kýyâmet alâmetleri arasýnda sayar. Baþka bazý hadîslerde ilmin "küçükler" nezdinde aranmasý kýyâmet alameti olarak ifâde edilir. Baþta Ýbnu´l-Mubarek, ulemâ buradaki "küçük"le kastedilenin, Ashâb ve diðer büyüklerin görüþünden ayrýlýp kendi reyine tâbi olan kimse olduðunu belirtirler. Keza: "Ýlim büyükleriniz nezdinde oldukça hayýr üzere devam edersiniz, ne zaman ilim küçüklerinizin eline geçerse küçükler büyükleri bozar" veya "Ýnsanlara ilim... çocuklar canibinden gelirse helâk olur"lar mealindeki ve benzeri rivâyetlerde "çocuk"tan murad hep selef yolunu terkeden, kendi hevâsýna uyan kimse olarak yorumlanmýþtýr.

Ýbnu Abdilberr´in kaydettiði üzere, âlim kiþi, hangi yaþta olursa olsun büyüktür. Büyükten rivayette bulunan küçük de, küçük deðildir, büyüktür. [308]

Aldanýlan Bir Husus:

Yukarýda kýsacâ temas edilen âyet ve hadîslere dayanarak, Ýslâm ulemâsý Kur´ân ve hadîs´i anlamak ve yorumlamakta olsun, Kur´an ve hadîste bulunmayan yeni meseleleri çözmek için verilecek hükümlerde olsun önce Ashâb´ýn sünnetine, orda yoksa Tâbiîn´e orda da yoksa Etbauttâbiîn´in sünnetine baþvurmayý mühim bir prensip yapmýþtýr. Sözgelimi, Ashâb bir meselede ittifak etmiþse, o meselenin dinî hükmü odur, bu deðiþtirilmez.

Çözümüne bu üç tabakada rastlanmayan meselede kýyas ve içtihâda baþvurulur. Öncekiler tarafýndan halledilen meselede yeniden içtihâd yapmaya izin yoktur, yapýlýrsa itibâr edilmez.

Ýmam-ý Azam Hazretleri, söylediðimiz bu kaideyi te´yîden: "Bir mes´ele sahâbe tarafýndan açýklanmýþsa ona uyarýz. Deðilse baþkasýna uymayýz. Meseleyi çözmede onlar insansa biz de insanýz, biz de çözeriz" mânâsýnda ifâdede bulunmuþtur. Þimdilerde bâzý nâdânlar, Ýmam´ýn bu sözünü delîl göstermek sûretiyle davranýþlarýnýn Ýslâma uygunluðunu saðladýktan sonra, Selef´in yolundan ayrýlmak için "onlar insansa biz de insanýz" diyorlar.

Þurasý muhakkak ki, Ýslâm´ý, dileyen benimser, dileyen benimsemez. Buna kimsenin bir diyeceði yok. Ancak, kendi bâtýl inancýna Ýslâm libasý giydirmeye kalkar, haddini de tecâvüz ederek ümmet-i merhûmenin ondört asýrdýr gittiði cadde-i kübrâda gidenleri batýlýlaþmýþ, bâtýllaþmýþ bir dille itham etmeye kalkarsa buna hakký yoktur.

Yukarýda açýklandýðý üzere, Tâbiîn´den olan bir âlim, Sahâbe´de bulmadýðý bir meseleye çözüm bulacaktýr. Yukarýdaki hiyerarþi sistemine göre, Tâbiîn´i baðlayan Sahâbe´dir. Þâyet Sahâbe, bir meselede fetva vermemiþ ise Tâbiîn´den olan bir âlimi fetva vermekten alýkoyacak hiyerarþik bir makam yoktur. Ýmam-ý Azâm, Tâbiîn´den biridir. Öyle ise, Tâbiîn´den bir baþkasýnýn veya baþkalarýnýn fetvasý onun üzerinde bir otoriteye sâhip deðildir. Öyle ise o söz, gayet yerindedir ve itiraz da mümkün deðildir. Ancak Etbauttâbiîn´den birisi çýkýp da: "Sahabeye diyeceðimiz yok, ama ondan sonrakilere gelince, onlar insansa biz de insanýz" diyemez, bu mümkün deðildir. Çünkü müslümanlarýn benimsediði hiyerarþiye göre arada Tâbiîn tabakasý var. Onlarýn bir meselede ittifak veya ihtilaf etme durumlarý Etbauttâbiîn ulemâsýnýn tavrýna müessirdir.

Durum böyle olunca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn, en baþta kaydettiðimiz hadîsin devamýnda Selef´ten sonra geleceðini bildirip "þâhidliði istenmeden þâhidlik (müslümanlar aleyhine ispiyonluk) yaparlar, ihânette bulunurlar itimâd edilmez, nezrederler yerine getirmezler, (gamsýz-kadersizdirler) aralarýnda düþmanlýk zuhur eder" diyerek tasvir ettiði þerîr nesillerden birinin bu sözü söylemeye hakký yoktur, aksi takdirde cehâletini ve ihânetini ortaya koymuþ olur.

Esâsen bu çeþit sözleri sarfedenler mezhep kaydýný kaldýrmak isteyenlerdir. Zira dört mezhebin dördü de tekevvününü selef devrinde tamamlamýþtýr.

Selef devrinde hükme baðlanmayan meseleler için, her devrin ulemasý elbette çözüm hususunda yetkilidir. Hatta çözmeye mecburdur. Buna hiç kimse itiraz edemez, yeter ki selefin koyduðu esaslardan ayrýlmasýn.[309]

Selefiye

Yukarýda yapýlan açýklama ýþýðýnda selefiye tabiri üzerinde durmak istiyoruz. Çünkü bu tâbirin zaman zaman suistimal edilip menfî maksatlara âlet edildiðine þâhit olmaktayýz. Yukarýda temas ettiðimiz mezhep düþmanlarý, din-i mübîn-i Ýslâm´ý 1500 yýllýk mihrakýndan çýkararak arzîleþtirmek, laisize edebilmek için, dindarlarý bile aldatma planlarýna giriþmiþlerdir. Bunu da, dindarlarca sevilen sayýlan selef i sâlihîn büyüklerinin gittikleri yolu, bir kýsým tahrîf ve muðâlatalarla iþlerine gelen þekilde yorumlayarak kendi bâtýl yollarýnýn paraleline getirip, bu yola "selefiye" demek, sonra da "bizim yolumuz selefiye yoludur", "selefiye mezhebini benimsemiþiz" þeklinde iddiaya kalkarak yapýyorlar.

Aslýnda bu kimselerin selef´le, selefiye ile hiçbir ilgileri yoktur. Selef, yukarýda belirtildiði üzere Kur´ân ve sünneti esas alan, herþeyini ona göre tanzîm eden, Ýslâmý en küçük âdâbýna kadar elinden geldikçe yaþayan, Ýslâma hizmet için herþeyini ortaya koyan insanlardýr.

Bugünün selefiye iddiacýlarý ise, bir kýsým mugâlata ile, selefi aradan çýkarma gayretinden baþka bir þey gütmüyorlar. Zira "Biz de selef gibi dini doðrudan kaynaðýndan öðreneceðiz" iddiasýnýn altýnda eimme-i müctehidîn denen selef büyüklerini aradan çýkarma gâyesi yatmaktadýr. Çünkü zaman içinde zuhur eden ve edecek ihtiyaçlarý, Kur´ân ve hadîsten çýkarmada, muhtaç olunan temel prensipleri -Kur´ân ve hadîsin ruhuna uygun olarak- selef ulemasý tedvîn ve tanzîm etmiþtir. Ýslâm ümmeti selefe baðlý kaldýkça, Kur´ân ve hadîsi anlamada, zâten Kur´ân ve hadîsten çýkarýlmýþ olan bu esaslara baþvurdukça din semâvîlik, ilâhîlik vasfýný koruyacaktýr. Þu halde, Ýslâm´ýn hýristiyanlýk ve yahudilikte olduðu gibi, arzîleþtirilmesi, beþerileþtirilmesi, istenen meselesinin isteyenin istediði zaman deðiþtirebileceði bir hâle getirebilmesi için selefe müracaat mekanizmasýnýn, metodunun kaldýrýlmasý lâzýmdýr. Çoðu kere kâili, imamý bilinmeyen mugâlatalarla ve sâdece suiniyet sâhiplerinin baþvurduðu dedikodu faaliyetleriyle sinsi düþmanýn yapmak istediði budur.

Kelamî bahislerde geçen gerçek selefiye mezhebi tâbirine gelince, bu, Kur´ân-ý Kerîm ve hadîslerde gelen bir kýsým müteþâbih ifâdelerin anlaþýlmasýnda takîp edilen yolla ilgili bir tâbirdir. Zira bu meselede selefle müteahhir ulema arasýnda bâzý farklar var. Selef, Kur´ân ve hadîse olan baðlýlýðý sebebiyle, o çeþit ifâdelerin izâhýnda Kur´ân ve hadîste bulabildiði açýklayýcý ifâdelerle yetinip, aklî-beþerî izahtan kaçýndýðý halde müteahhir ulema, ihtiyacýn ilcaat ve zorlamasýyla bâzý aklî açýklamalar getirmiþlerdir. Müteahhir ulemayý buna mecbur eden husus da sözkonusu müteþâbih nasslarýn[310] -Kur´ân-ý Kerîm´in ifâdesiyle- kalplerinde eðrilik bulunanlar tarafýndan suiniyete alet edilmesi, Ýslâm´ýn reddedeceði þekillerde te´vîle yeltenmeleridir[311].

Öyle ise, temel nokta-i nazarlarý bu þekilde açýkladýðýmýz selefiye mezhebi hakkýnda, Osmanlýlarýn son zamanýnda yetiþmiþ ve Cumhuriyet döneminin baþlarýný da idrak etmiþ olan tanýnmýþ kelamcýlarýmýzdan Ýsmail Hakký Ýzmirli merhumun bir açýklamasýný aynen iktibas edeceðiz.

"Vücud-u Bâri´ye arzî ve semâvi cisimlerin aksamiyle istidlâl edip taammuku (derinleþmeyi) terketmek; diðer tâbirle nizâ´ý mucip (ihtilafý gerektiren) ve halli müþkil olan bir takým meseleler ile uðraþmamak, ancak Kur´ân-ý Mübîn´in irâe eylediði (gösterdiði) veçhile, aklî ve naklî delillerle iman akîdelerini isbat eylemek tarîkidir ki, tarîk-i eslem (en saðlam yol) budur.

Selefiye tarîki yedi esasa dayanýr:
1- Takdîs
2- Tasdîk
3- Ýtirâfý acz
4- Sükût
5- Ýmsâk
6- Keff
7- Ehl-i mârifeti teslîm.

1- Takdîs: Cenâb-ý Bâri´yi, celâl ve azametine layýk olmayan þeyden tenzîh etmektir.

2- Tasdîk: Kur´an´la Sünnet´te vârid olan ilâhî isim ve sýfatlarýn celâl ve Kemal-i Barî´ye layýk bir mânasý olduðunu cezm edip, Cenâb-ý Hakk nefs-i sübhânisini ve Resul-i Ziþân, Cenâb-ý Hakk´ý nasýl vasfetmiþ ise, murad olan mânanýn velevki hakikatýna vakýf olmasýn, öylece iman etmektir.

3- Ýtiraf-ý Acz: Müteþâbihât´da murâd ve ilâhî maksada vüsulde aczini itiraf etmektir.

4- Sükût: Câhil ise, umûr-i müteþâbihe´yi sormamak, âlim ise (sorulunca) ona cevap vermemektir. Çünkü, câhil sormakla akîdesini tehlikeye sokar, âlim de ona cevap vermekle þüphe kapýsýný açar, bidat´i kolaylaþtýrýr. Avam, umur-u müteþâbeheyi sorarsa ondan menolunur. Nitekim Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), kader meselesine dalan Ashâb´ý menetmiþlerdi. Hz. Ömer de "Rahmân (olan Allah) arþ üzerine istiva etmiþtir." (Tâha: 20/5) mealindeki âyetin mânâsýný soran Subeyg-ý Mýsrî´yi Basra´ya nefyetmiþti (sürmüþtü)...

Filvaki Usul-i dinden olan ahkâm hakkýnda söz söylemek, münâzara etmek câizdir. Ancak muhatap, anlamadan âciz olur ise, dalâlete düþmemek için

"Ýnsanlara anlýyacaðý þeyleri söyleyin" kavline uyularak bâzý hususâtý bildirmemek câiz olur.

5- Ýmsak: Nasslarý zâhir olmayan mânalarýna sarfetmekten, nususta aklý veya zevki hakem kýlmak suretiyle tasarruf eylemekten kýsas-ý te´vîl´den çekinmektir.

6- Keff (Sakýnmak): Kalbin fesâdýna sebep olmamak için ta´mîki (derinleþtirilmesi, dalýnmasý) memnu olan umûru kalben de tefekkür etmemektir.

7- Ehl-Ý Marifeti Teslîm: "Âli mebhaslar (yüce meseleler) Nebiyy-i Ziþân(aleyhissalâtu vesselâm)´a ve Ashâb-ý güzîn (radýyallahu anhüm ecmaîn)´ine hafî (gizli) deðildir. Þu kadar ki, bu bahislerle uðraþmak muzur olduðu için menolunmuþtur" demektir".

Ýsmail Hakký Ýzmirli, Selefiye nazariyelerini þu þekilde hülâsa eder:

1- Nazar-ý aklî (aklî muhâkeme), mesnûn olmak þartýyla me´murun bihtir[312]: Ayât-ý Mahlûka-i ilâhiyye demek olan edilleye, masnuât ve meknunâta (gaybî umûr) nazar, Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)´in haber verdiði ilmi muktazi olan nazar-ý sünnete muvafýktýr, evâmir-i þerriyyedendir.

Ehl-i enzar olan mütekellimîn ve felâsife indinde alelýtlak nazara itimad olunur.

Mücerret ilmi muktezî nazar, nasýl olur ise olsun, edilleye nazar mütekellimîn ve felâsife tarîkleridir. Selefiyenin nazarý ehas (daha hususî), ehl-i enzâr´ýn (akýlla hareket edenlerin) nazarý eamdýr. Selefiyece nusûsu takrir eden, nusûsun mehâsinini izah eden, nusûsu tefsîr eden nusûsun delâleti cihetini bildiren, ispat tarîkini kolaylaþtýran nazarlar mesnundur. Te´vîle veya redde müeddi olan (ulaþan), ilâhî sýfat ve fiillerin ta´tilini (ibtalini) mutazammýn olan (gerektiren) nazarlar mesnûn deðildir. Ehl-i enzârýn kabul ettikleri nazarlarda mesnun olmayan bu gibi nazarlar da vardýr.

2- Ancak edille-i Þer´iyye matluptur: Cenâb-ý Hakk´ýn mahbubu, marzisi (istediði þey) maksûdu uðrundaki irâde, Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)´ýn getirdiði irâde taleb olunur. Ancak Cenâb-ý Hakk´a ibâdeti irâde maksud olur.

Ýrâdenin medârý ancak bir tek olan Allah´a ibâdeti, meþru veçhile ibadeti dilemek üzeredir.

Mutasavvife alelýtlak irâdeyi iltizam etmekle selefiyyeden ayrýlmýþ olur. Buna mebni muttasavvifa tarîkinde mesnun olmayan irâde, ibâdât-ý bida´iyye (bid´at olan ibâdetler) bulunur. Nitekim mütekellimîn tarîkinde itikâdât-ý bida´iyye (bid´at itikadlar) bulunur.

3- Nusus´ta vârid olan Esma-i Hüsna sýfat-ý celîle-i sübhâniyye nusûsta olduðu gibi þân-ý Bâri´ye layýk bir surette ispat olunduðu gibi alâ vechi´t-tafsîl (teferruatlý olarak) ispat olunur. Þân-ý Bâri´ye layýk olmýyan teþbîh ve temsîl icmâlen nefy olunur. Sýfât-ý ilâhiyye mahlûkun sýfatýna benzemez, keyfiyeti tâyin olunmaz. Ýlahî sýfatlarda te´vîl de olunmaz, tahrîf de. Hayat, ilim, kudret, irâde, semi, basar, kelam nasýl zâtî sýfatlardan ise " vech, yed, ayn" da zâtî sýfatlardandýr. Halký ihya, imâte, terzîk, avf, ukubet nasýl meþiyyet ve kudretin taalluk ettiði fiilî sýfatlardan ise, istiva, nüzûl, muhyî de öylece fiilî sýfatlardandýr. Her iki nevi sýfat, zâtî ve fiilî sýfatlar Allah ile kâimdir. Allah dâim mütekellim, dâim fâildir.

Eþ´ariyye meþiyyet ve kudrete talluk eden fiilî sýfatlarý, Cühemiyye ve Mu´tezile her iki nevi sýfatý inkâr ederler, Allah ile kâim olduðunu kabul etmezler. Mutezile esmayý ispat ettiði halde, hâlis Cühemiyye onu da inkâr eder.

Esmâ-i ilâhiyyenin tevkîfi (vahiyle bildirilmiþ) olup olmamasý muhtelefun fih´tir (ihtilaflý). Tevkif taraftarlarýnca, þer´î naslarda vârid olmayan esma, Cenâb-ý Hakk´a ispât olunmaz, diðerlerince naksý îhâm etmiyen (noksanlýk vehmine düþürmeyen) bir mânaya delâlet eden esma ispat olunur.

Cühemiyye, Cenâb-ý Hakk´ý, ancak selbî sýfatlarla tavsif eder. Bunun mahzuru pek büyüktür. Çünkü mâdum da selbî sýfat ile tavsîf oluna geldiðinden Cenâb-ý Hakk ile mâdum arasýnda bir fark kalmaz.

Esma ve sýfat-ý ilâhiyye (ilâhi isim ve sýfatlar) mahlûkun esma ve sýfatýna hiçbir veçhile müþâbih ve mümâsil olmayýp zât-ý Bâri´ye lâyýký veçhile ispat olunur. Zatýn keyfiyyeti mâlum olmadýðý gibi sýfatýn keyfiyeti de mâlum deðildir. Keyfiyetten sual bid´attir. "Allah´ýn ilim, kuvvet, rahmet, kelam, muhabbet, rýza, istivâsý yoktur" diyen Muattýla´dan, "Ýlmi benim ilmim gibidir, kuvveti de benim kuvvetim gibidir... ilâahir" diyen müþebbihe´dendir. Bu sýfatlarý mahlûka mümâsil sýfat kýlan Mümessile´dendir.

"Hülâsa ispat, tekyîf ve temsîlsiz, tenzîh tahrîf ve tatîlsiz olur."

4- Nususun (nasslarýn) zâhiri, Cenâb-ý Bâri´ye layýk olan mâna maksuttur. Nusus mücerret rey ve nazarla te´vîl olunmaz.

"Mütekellimîn indinde nusus rey ve nazar ile te´vîl olunur.

"Muttasavvýfa indinde zâhir nusûs ile bâtýn nusûs maksuttur.

"Batýniyye indinde olacak bâtýn nusûsu maksuttur.

5- Vücûdu Bâri hususunda edille-i Kur´an umdedir. Hudûs (eþyanýn sonradan olmasý) delili, hikmet delili gibi.."

"Hikmet delili, iki aslý muhtevîdir:

1- Bütün mevcudat vücûd-u insana muvaffýktýr,

2- Bu muvâfakat bizzarure bir fâil-i kâsýd tarafýndan bilittifak (tesadüfen) deðil, bilkasd sâdýrdýr. Azayý beden hayata eþcâr ve hayvan da muhîtine uygundur.

"Hudûs delili de iki aslý mutazammýndýr:

1) Bu mevcudat ihtira olunmuþtur (yaratýlmýþtýr), hâdistir (sonradan olandýr)

2) Her bir hâdise´ye bir muhdis (yâpan), ihtira olunan her þeye ihtira edici lâzýmdýr."

Hülâsa eþyâdaki bu intizam ve tevâfuk hakîm ve habîr olan bir Zât-ý Ecel A´lâ´ya delalet eder. Þu muhtereât´ýn (yapýlmýþlarýn) da bir hâlýký, bir muhteri´i vardýr. Bu da bizzarure mâlumdur.

"Kur´an-ý Mübîn delîli hem yakînîdir, hem de mukaddimât-ý kalîleye mebnîdir. Netâyici de bittabi daha yakindir."

Selefiyye mezhebi müstakil ve müttehid bir mezheptir. Ancak icmal ve tafsîl itibâriyle iki neve ayrýlabilir. Mütekaddimîn-i selefiyye icmâl ile iktifa ettikleri halde müteahhirîn-i selefiyye tafsîle itina etmiþlerdir.

Selefiye mezhebi üzere marûf olan eser, Ýmam-ý Hümâm Ebû Hanîfe´nin Fýkh-ý Ekber´idir. Tafsîle itina edenlerin baþýnda Þeyhülislam Ýbnu Teymiyye bulunuyor.

Selefiyye´nin hepsi ehl-i Sünnet-i hassadýr, kudemâ-yý Hanefiyye selefiyyedir. Kudlemâyý Mâlikiyye ve Þâfi´iyye de selefiyyedir. Hanâbile´nin çoðu selefiyyedir. Eime-i metbû´în tamamýyla selefiye´dir. Ýmam Ahmet mütekellimînin vazettiði edille ile ehl-i bid´atý reddetmeyi kerîh görürdü. Bu hususta pek ziyâde mübâlaða ederdi. Cumhur-ý Hanâbile bu yola sülük ettiler. Eþ´ariyye ve Mâturidiyye gibi ilmi kelam ile mutevaððil olmadýlar. Ehl-i bid´at-ý akval-i selef, Kitap ve Sünnet ile redder oldular.

Selefiyye mezhebinin daimi hayatý vardýr. Her asýrda ehl-i Ýslâmdan mümtaz bir sýnýf, enfa-i ulum ile ulûm-i fýkhiyye ve ilmi tevhîd ve Hadîs ile iktifa edip nýzâý mucib ve halli müþkil olan mesâil-i nazariyyeye raðbet eylemez. Mezâil-i âliyeyi, nusûsu þerriyenin beyâný veçhiyle þek ve þüpheden âri olarak kabul eder. Selefiyyenin mesâili veçhen minel-vücûh deðiþmez. Yalnýz vesâil demek olan delâil teceddüd edebilir.

"Felsefe-i cedîde, ulûm-ý asriyye selefiyye´nin usul ve mesâiline hâiz-i te´sîr olmaz. Selefiyye mezhebi gýda, mütekellimin´in mezhebi devâ menzilesindendir."

Muðalatýcýlarýn samimiyetsizliðini göstermek için son olarak þu noktaya dikkat çekmek istiyoruz: Görüldüðü üzere, selefiyye mezhebi, itikadî ve gaybi meselelerin izahýnda bir tarz bir nokta-i nazar, hususî bir felsefe olduðu halde günümüzün selefiye iddiacýlarý, amelî meselelerde selefiyecilik yapmaktadýrlar. [313]
 


radyobeyan