Necm suresi By: armi Date: 12 Mart 2010, 16:33:55
NECM SURESÝ
Kur´an-ý Kerim´in elli üçüncü suresi. Altmýþ iki ayet, üç yüz altmýþ kelime ve bin dört yüz beþ harften ibarettir. Fâsýlasý "elif", "nun", "vav", "te" ve "ya" harfleridir. Mekkî surelerden olup, Ýhlâs suresinden sonra nâzil olmuþtur. Otuz ikinci ayeti Medenîdir. Adýný ilk ayetinde geçen "necm" kelimesinden almýþtýr. Ancak bu kelimenin surenin muhtevasý ile doðrudan bir ilgisi yoktur.
Ýçinde secde ayeti bulunan ve Mekke´de Resulullah (s.a.s)´ýn açýkça her kese karþý okuduðu ilk suredir. Buhârî´nin Ýbn Abbas (r.a)´dan rivayet ettiði bir hadiste þöyle denilmektedir: "Peygamber (s.a.s), Necm sûresini okudu ve sonra secde etti. Onunla birlikte müslümanlar, müþrikler ve cinler, hepsi birden secde ettiler. Sadece Umeyye bin Halef secde etmekten kaçýndý ve yerden bir avuç toprak alýp alnýna sürerek þöyle deki: "Bana bu yeter" (el-Kurtubî, el-Cami´ Li Ahkâmil-Kur´an, Beyrut 1966, XVII, 81).
Habeþistan´a hicret eden müminler bu hadiseyi duyduklarý zaman, Mekke´deki müþriklerin topluca iman ettiklerini zannetmiþler ve bazýlarý Mekke´ye geri dönmeye karar vermiþti. Mekke´ye bir saatlik bir mesafeye geldiklerinde Kinâne kabilesinden birisi ile karþýlaþtýlar ve Mekke´deki olayý sordular. Meselenin hiç de kendilerinin haber aldýklarý gibi olmadýðýný ve müslümanlara iþkencenin devam ettiðini öðrendiler. Bunun üzerine Habeþistan´a birincisinden daha kalabalýk bir ikinci hicret yapýldý (Ýbn Sa´d, et-Tabakâtül-Kübra, Beyrut ty, I, 205-207).
Bu rivayetlerden surenin risaletin beþinci yýlýnda nazil olduðu anlaþýlmaktadýr.
Sure, müþriklerin Peygamber (s.a.s)´e yönelttikleri itirazlarýnýn asýlsýz olduðunu, onun bir peygamber, okuduklarýnýn ise Cibrîl vasýtasý ile indirilmiþ Allah kelâmý olduðunu ve Allah´dan baþka tapýlanlarýn anlamsýzlýk ve güçsüzlüklerini ulvî bir ahenkle sýralanmýþ ayetlerle ortaya koyuyor. Allah Teâlâ, Kur´an´a "insan sözüdür" diyenlere sadece ayetlerin manalarý ile deðil, o eþsiz uslübuyla da cevaplar vermiþtir. Kur´an´a "insan sözüdür" diyenler onun ilâhî yapýsý karþýsýnda acze düþmüþler, iddialarýný ispata çaðrýldýklarý halde buna cesaret bile edememiþlerdi: "Kulumuz Muhammed´e indirdiðimizden þüphede iseniz, onun benzeri bir sure meydana getirin. Eðer iddianýzda samimi iseniz, Allah dan baþka þahitlerinizi de çaðýrýnýz" (el-Bakara, 2/23).
Hz. Muhammed (s.a.s), müþriklerin iddia ettiði gibi ne kötü bir yola sapmýþ ve ne de hakký çiðneyerek azanlardan olmuþtur: Arkadaþýnýz (Muhammed) ne doðru yoldan sapmýþ, ne de azmýþtýr" (2). O, sadece Rabbinin kendisine vahyettiðini insanlara bildirmektedir. Söylediklerinden hiçbirisini kendi arzu ve hevasýndan söylememiþtir: "O, kendiliðinden konuþmaz" (3). Bu ayet, sadece Kur´an ayetlerinin deðil, Resulullah (s.a.s)´in kendi söz, fiil ve davranýþlarýnýn da Allah Teâlâ´nýn yönlendirmesi ve kontrolü dahilinde cereyan ettiðini ortaya koymaktadýr. Bunun içindir ki, Ýslâm hukukçularý, Sünneti teþriin ikinci kaynaðý olarak kabul etmiþlerdir. Peygamberin söylediði her söz, yaptýðý her iþ ve onayladýðý her davranýþ, müslümanlar için örnek alýnýp, uyulmasý gereken kurallarý ihtiva eden, teþriin kaynaklarýndan birer kaynaktýrlar. Bu, bir sonraki ayette daha açýk bir þekilde dile getirilmektedir: "Onun her konuþtuðu, Allah tarafýndan vahyedilen bir vahiyden baþka bir þey deðildir" (4). Yani Allah Teâlâ, kusursuz bir örnek olsun diye, Kur´aný ona vahyetmiþ ve pratik hayata uygulanýþýný, onun yaþantýsý ile bütün insanlýða göstermiþtir. Ýnanan insanlar, Ýslâm´ý Resulullah (s.a.s)´ýn yaþadýðýný örnek alarak hayatlarýna tatbik etmek zorundadýrlar.
Bunun peþinden, vahyi Peygamber (s.a.s)´e getiren Cebrâil (a.s)´dan ve müþriklerin onun hakkýnda yaptýðý tartýþmalardan bahsediliyor. Cebrail (a.s)´ýn her yönüyle mükemmel bir varlýk olduðu, vahyi Peygamber´e getirirken görevini eksiksiz olarak yerine getirdiði haber verilmekte ve onun Resulullah (s.a.s)´a aslî suretinde bir kaç defa göründüðünden söz edilmektedir: "Andolsun, onu diðer bir defa daha gördü" (13).
Resulullah (s.a.s), Mirac´a çýktýðý zaman Allah Teâlâ, büyük ayetlerinden bir kýsmýný göstermiþ, onu ilâhî azamet hakkýnda bilgilendirmiþti: "Þüphesiz Muhammed orada Rabbinin, delillerinden en büyüðünü gördü" (18). Allah´ýn büyüklüðü, varlýðýn üzerindeki tahakkümü ve her þeyin O´nun emrine boyun eðiþi çeþitli þekillerde teblið edildikten sonra, halâ iman etmeyip, hiçbir anlamý olmayan ve kendi elleriyle yaptýklarý putlara tapan müþriklere hayret ifade eden bir uslûbla þöyle soruluyor: "Þimdi siz ilâh olarak Lât´ý, Uzzâ´ yý ve diðer üçüncüleri olan Menât´ý mý görüyorsunuz?" (19-20).
Mekkeli müþrikler tapýndýklarý bu diþi ilâheleri Allah´ýn kýzlarý olarak görüyorlardý. Allah Teâlâ, onlarýn bu akýl dýþý ve hiçbir mantýk ölçüsüne sýðdýrýlmasý mümkün olmayan inançlarýný tenkid ederek, ne kadar büyük bir açmazýn içerisinde bulunduklarýný gözler önüne sermektedir: "Erkekler sizin de, kýzlar Allah´ýn mý? Öyleyse bu insafsýzca bir taksimdir" (21-22). Yani siz bu ilâheleri Allah´ýn kýzlarý olarak kabul ediyorsunuz. Bu ne kadar saçma ve anlamsýzdýr ki, kendiniz için kýz çocuðu edinmeyi bir zül telakki ederken, utanmadan onlarý Allah´a nisbet edebiliyorsunuz.
Müþrikler, tapýndýklarý putlarý, Allaha karþý kendilerine birer þefaatçi olarak telakki ediyor, zor zamanlarýnda onlarýn korumasýna sýðýnýyorlardý. Bir dertleri olduðu zaman, bugün de bazý putperest topluluklarda örnekleri görülen tarzda gidip onlara þikayetçi oluyorlardý. Halbuki bu putlar, hiç bir anlamý olmayan ve kimseye ne fayda ne de zarar veremeyecek olan, kendi elleriyle yaptýklarý cansýz varlýklardý. Onlar, ellerinde hiç bir delilleri olmadýðý halde, atalarýndan iþitip gördükleri minval üzere, yaptýklarýný hiç bir tenkide tabi tutmadan aynýyla devam ettiriyorlardý: "Taptýðýnýz bu putlar sizin ve atalarýnýzýn uydurduðu boþ isimlerden baþka birþey deðildir. Allah onlarýn hak olduðu hususunda hiç bir delil indirmemiþtir" (23).
Bu þekilde putlar edinip onlara saygý göstererek tapýnma olayýnýn bu günkü "ilkel toplum" anlayýþýyla izah edilecek bir tarafý yoktur. Çünkü günümüzde, kendilerinin çaðdaþ ve yüksek kültür seviyesinde olduklarýný iddia eden bir takým topluluklar, halâ o eski çaðlarýn ilkel anlayýþlarýnýn devamý niteliðinde olan bir tarzda, kendi düþünceleriyle üretip ilahlaþtýrdýklarý bir takým taðutlarýn, heykellerini dikerek, þikayet, istek ve arzularýný gidip onlara arý edebiliyor ve onlardan medet umabiliyorlar. Ýcra edilen tapýnma olayý incelendiðinde bugün yapýlanla yüzlerce yýl önce icra edilen tapýnmanýn mahiyet itibarýyla birbirinden hiç de farklý olmadýðý görülecektir. Bu da, cahiliyye anlayýþýnýn geleneksel olduðunu, görüntü itibariyle farklý gibi görünse bile, binlerce yýl öncesinin yöntemlerinin aynýyla kullanýldýðýný göstermektedir.
Bu varlýklardan, yardým ve þefâat dilemenin hiçbir mantýkî dayanaðý yoktur. Çünkü, Allah Teâlâ´nýn dilemesi olmadan, hiç bir þeyin bir baþkasýna faydasý ve zararý dokunamaz. Allah´ýn nezih kullarý olan melekler bile O´nun izni olmadan hiç kimseye bir yardým edemezken, Allah´a þirk koþulan cansýz þeyler; nasýl bir fayda saðlayabilir?
Bu gerçekler ifade edildikten sonra; inkârcýlarýn inkar ettikleri þey hakkýndaki bilgisizliklerinden bahsedilerek, onlarýn Allah tarafýndan mutlaka cezalandýrýlacaklarý gerçeði zikredilir.
Ýman edip iyilikte bulunanlar ise, en güzel þekilde mükafatlandýrýlacaklardýr. Onlar, büyük günahlardan ve hayasýzlýklardan þiddetle kaçýnýrlar. Küçük günahlarý ise Allah tarafýndan baðýþlanacaktýr. Bütün bunlar, inkarcýlarýn veya baþkalarýnýn istek ve arzularý doðrultusunda gerçekleþecek deðildir. Bu kararý, her þeyi hakkýyla bilen Allah Teâlâ verecektir. Bu hususu Allah Teâlâ þöyle ifade etmektedir: "O iyi amellerde bulunanlar küçük kusurlarý hariç, büyük günahlardan ve hayasýzlýklardan kaçýnýrlar. Þüphesiz Rabbin, baðýþlamasý bol olandýr. Kimin takva üzere olduðunu da O çok iyi bilir" (32).
Bunun peþinden, Hz. Ýbrahim (a.s) ve Musa (a.s)´a verilen sahifelerde açýklanmýþ olan dinin temel prensipleri zikredilir: "Kimse kimsenin günahýný yüklenmez. Ýnsan için çalýþtýðýnýn karþýlýðýndan baþka bir þey yoktur. Ýnsan yaptýðý amelinin karþýlýðýný mutlaka görür" (38-40).
Bu ayetler, çok büyük gerçekleri ihtiva etmektedir: Her insan, iþlediði kötü amel iþin yalnýzca kendisi ceza görür. Yani suçlarýn þahsiliði prensibi getirilmiþtir. Hiç kimse, baþkasýnýn iþlediði bir suçtan dolayý sorgulanamaz.
Ayrýca insan, mükâfat ve ceza olarak, yalnýzca kendi iþlemiþ olduðu þeylerin karþýlýðýný bulacaktýr. Yani göreceði cezalandýrma, yaptýðý þeylerin karþýlýðý olacaktýr. Mükâfatlandýrma için de ayný prensibe göre karþýlýk görecektir (Bu ayetlerin getirdiði hükümlerle ilgili olarak daha fazla bilgi için bk. el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 113115).
Daha sonra, Allah Teâlâ´nýn mevcudatta cereyan eden bütün hareketlerin haliki olduðu vurgulanmaktadýr.
Ýnsan bütün varlýðýyla Allah Teâlâ´ya baðýmlýdýr. Yaptýðý her hareketin ve yaþadýðý her duygunun tek müsebbibi O´dur: "Þüphesiz ki, güldüren de aðlatan da O´dur. Öldüren de, dirilten de O´dur..." (43-44).
Ýnsanlar, Âd´ýn, Semud´un ve onlardan önceki Nuh kavminin helâklerine dair haberleri deðiþik þekillerde yorumlayabilirler. Bu günkü materyalist kafalarýn iddia ettikleri gibi tabii afet diye nitelendirebilirler. Ama, Allah Teâlâ, bu helâkleri onlarýn küfürlerinde diretmeleri sonucu baþlarýna getirdiðini mutlak þekilde beyan ediyor: Âd ve Semud kavimlerinden önce Nuh kavmini helâk eden de O´dur. Onlar daha zâlim ve daha azgýn idiler. Lût kavminin altý üstüne gelen memleketini yere gömen de O´dur" (52-53). Bu zalim topluluklarýn takip ettiði yolu izleyenler de onlar gibi yok edilecek ve ilâhî cezalandýrma ile karþýlaþacaklardýr: "Onlarý o kuþatan azap kuþatmýþtý" (54).
Surenin sonuna doðru, Hz. Muhammed´in evvelki peygamberler gibi yaklaþan kýyamet ve cehennem azabýyla uyaran bir uyarýcý olduðu tekrar vurgulanarak, kýyamet anýnýn yaklaþtýðý ve onun ne zaman vaki olacaðýnýn Allah Teâlâ´dan baþka hiç kimse tarafýndan bilinemezliði gerçeði ortaya konuluyor:" Bu peygamber de önceki uyarýcýlardan biridir. Kýyamet yaklaþtý. Kýyameti Allah´dan baþka kimse açýða çýkaramaz" (56-58).
Kâfirlerin bu haberler karþýsýnda takýndýklarý tavýrlarý, tehdit ifade eden bir uslubla dile getirilmektedir: "Siz, bu söze þaþýyor musunuz? Gülüyor da aðlamýyor musunuz? Gaflet içinde oyalanýyorsunuz" (59-61).
Sure, Allah´a secde edilip, kulluðun sadece O´na tahsis edilmesini emreden ayetle son buluyor:"Artýk Allah´a secde edin ve sadece O´na kulluk yapýn" (62).
Resulullah (s.a.s) bu sureyi okuyup, son ayetini tilavet ettikten sonra secdeye kapanmýþ ve oradaki müþrikler de dahil herkes birlikte secdeye kapanmýþtý. Bazý Ýslâm düþmanlarý bu olay üzerine bir takým uydurma rivayetlere dayanarak, vahyin geliþindeki güvenirlilik hakkýnda þüphe uyandýrmaya çalýþmýþlardýr (Garanik adýyla zikredilen bu olay için bk. Garanik mad.).
radyobeyan