Nahl suresi By: armi Date: 12 Mart 2010, 16:01:46
NAHL SÛRESÝ
Kur´an-ý Kerim´in on altýncý sûresi. Yüz yirmi sekiz ayet, bin sekiz yüz kýrk bir kelime ve yedi bin yedi yüz yedi harften ibarettir. Mekkî sûrelerden olup, Kehf sûresinden sonra nâzil olmuþtur. Son üç ayeti Medenîdir. Fâsýlasý râ, mim ve nun harfleridir. Adýný, altmýþ sekizinci ayetinde geçen, arý anlamýndaki "Nahl" kelimesinden almýþtýr. Bu adý almasýnýn özel bir sebebi yoktur. Buna Niam sûresi de denilmektedir. Genel üslubundan, Mekke döneminin sonlarýna doðru nâzil olduðu anlaþýlmaktadýr.
"Bu sûre de, diðer Mekkî sûrelerde olduðu gibi, büyük itikadi konularý iþlemektedir. Ulûhiyet mevzuuna dokunmakta, vahiy meselesine temas etmekte ve öldükten sonra diriliþi ele almaktadýr. Ancak, bu belli baþlý konularýn yanýsýra, konuyla yakýndan ilgili bir çok noktalara temas edilmektedir. Hz. Ýbrahim (a.s)´in getirdiði mesaj ile Hz. Muhammed (s.a.s)´in getirdiklerini birbirine baðlayan büyük vahdaniyet gerçeðine iþaret etmekte, ilâhî irade üç beþerî iradenin; iman ve küfür, hidayet ve dalâlet konusundaki alâkasýna dokunmaktadýr. Peygamberlerin vazifesini göstererek onlarý yalanlayanlar hakkýnda Allah´ýn kanununa temas etmektedir. Helâl ve haram konusunu ele almakta ve putperestlerin bu konudaki evham ve hurafelerini anlatmaktadýr. Bir nebi, Allah yolunda hicret ve müslümanlarýn dinlerinden döndürülmelerine iþaret ettikten sonra, imana girip de tekrar küfre dalanlara temasla, bütün bunlarýn Allah nezdindeki karþýlýðýna iþaret etmektedir. Daha sonra, itikadî konulara, muamelât ile ilgili hususlara, adalet, iyilik, infak ve ahde vefa mevzuunu iþlemektedir. Bunlarýn dýþýnda da akide esasý üzerine bina edilen bir çok ahlâkî konulara dokunmaktadýr. Görüldüðü gibi bu sûre, ele aldýðý konular itibariyle son derece yüklü ve doludur".
Sûre ilk ayetine, Ýslâm davetine karþý çýkýp onu yok etmek için bütün varlýklarýyla gayret gösteren inkarcýlarýn çok yakýnda baþlarýna gelecek olan azabý haber vererek baþlýyor. Mekkeli müþrikler, kendi itikadlarýnýn doðru olduðuna inanýyor, Peygamber (s.a.s)´in tebliðinin, ahiret azabýyla korkutmasýnýn gerçekliðini inkar ediyorlardý. Bu düþüncelerine dayanak yaptýklarý þeylerden birisi de, eðer yanlýþ yolda olsalardý, Muhammed (s.a.s)´in haber verdiði azabýn mutlaka biran önce kendilerini yakalamasýnýn gerekliliðine inanmalarý idi. Ayrýca, korkutulduklarý azab geciktiði için, Peygamber (s.a.s)´i alaya alýyorlardý. Onlar, azabýn bir vakte kadar kâfirler topluluðu üzerinde gecikmesinin hikmetini idrakten acizdiler. Çünkü, bu mühlet verip geciktirme, onlar için bir rahmet kapýsý idi. Bu kapý belirli bir zamana kadar onlar için açýk tutuluyordu ki, sonra, Ýslâm´ýn hakikatýný düþünüp iman edebilmemiz için bize zaman tanýnmadý deyip de mazeret ileri sürecek halleri kalmasýn. Allah Teâlâ onlara, azabýn acele gelmesini istemelerinin boþ bir þey olduðunu, zirâ her þeyin kendi iradesi ve dilemesi çerçevesinde meydana geldiðini haber vererek, cehennem azabýnýn, þirk koþup inkâr edenler için uzak sayýlmayacak bir zamanda mutlaka gerçekleþeceðini bildiriyor. Hiç kimse, bu azabý öne alamayacaðý gibi; vakti geldiðinde de tehir etmeye güç yettiremez. Allah Teâlâ; Allah´ýn (müþriklere azap ve felaket) emri geldi. Ancak gelmesini boþuna istemeyin. O, müþriklerin ortak koþtuðu þeylerden münezzehtir, yücedir" (1) ayetiyle bu gerçeði ortaya koymaktadýr.
Allah Teâlâ, dinini insanlara bildirip, onlarý Allahtan baþka ilâhlar edinmekten sakýndýrmak ve Allah´tan baþka hiç bir ilâh olmadýðý gerçeðiyle uyarmak için, kullarýndan dilediðini seçip risaletle görevlendirmiþtir: "Allah meleklerini kalpleri ihya eden vahyi ile, kullarýndan dilediðine göndererek: "Ben´den baþka ilâh olmadýðýný bildirin, ancak Ben´den korkun" der" (2).
Bu, Hz. Muhammed (s.a.s)´in risaletine itiraz edenlere bir cevap niteliðindedir. Mekkeli müþrikler, Muhammed (s.a.s)´in risaletine itiraz ettikleri gibi, sonraki çaðlarda da bu tip itirazlarýn vaki olduðu görülmektedir. Kureyþ ileri gelenleri, peygamberlik görevinin Mekke veya Taif ileri gelenlerinden birine verilmesi gerektiðini ileri sürüyorlardý. Sonraki itirazlar, daha geniþ bir sahaya kaydýrýldý ve milliyetçilik kisvesine büründü. Kýyamete kadar sürecek bir dönem için insanlýðýn tamamýna gönderilen Hz. Peygamber´e, Araplardan olmasý nedeniyle itirazlar yapýldý. Allah Teâlâ, kâfirlerin, hiçbir mantýkî temeli olmayan bu tür sözlerine, kesin ve meydan okuyan bir uslûbla cevap vermektedir. Baþka bir ayeti kerîmede bu hususa þu þekilde deðinilir: "Allah, meleklerden ve insanlardan elçiler seçer..." (el-Hac, 22/75). Allah Teâlâ´nýn bu seçimine, hiç kimsenin itiraz etme hakký olmadýðý gibi, buna gücü de yoktur.
Daha sonra, yaratýcýnýn birliðine delâlet eden ayetler gelmeye baþlýyor. Gökleri ve yeri yaratan Allah Teâlâ, ortak koþulan her þeyden münezzehtir. Böyle olmasýna raðmen, bir damla sudan yarattýðý insan ne olduðuna bakmadan yaratýcýsýna isyan etmiþ ve büyüklenerek O´nun azametini ve hâkimiyetini inkara kalkýþmýþtýr: "O, insaný bir damla sudan yarattý. Buna raðmen o (insan) apaçýk bir hasým olup çýktý" (4).
Yaradýlýþ ve ondaki güzellikler zikredilerek, insanoðlunun ne kadar büyük nimetlerle rýzýklandýrýldýðý anlatýlmaktadýr. O, bilinen ve görünen her þeyi yaratmýþ olup, ayrýca, insanýn bilip idrak edemeyeceði nice þeyleri de yaratma gücüne sahiptir:"... Daha bilmediðiniz nice þeyleri de yaratýr" .
Allah Teâla yaratýp, insanýn faydalanmasýna sunduðu yer ve göklerdeki hesapsýz nimetleri zikrettikten sonra, apaçýk gerçekleri idrakten aciz kalan akýllara hitap ederek, þöyle sormaktadýr:" Hiç yaratanla yaratmayan bir olur mu? Bunu da mý düþünemiyorsunuz" (17).
Daha sonra tevhid konusu iþlenerek, Allah´tan baþka tapýnýlanlarýn acizliði dile getirilir. Dünyada sapýk önderlerin peþlerinden giden, emirlerine, koyduklarý kurallara tam bir teslimiyetle uyan kimseler, âhirette yaptýklarýnýn karþýlýðýnda, büyük bir piþmanlýktan baþka bir þey bulamayacaklardýr. Çünkü ilâh edindikleri þeyler, kendilerinden daha güçlü olmadýklarý gibi, Allah´ýn öldürme ve diriltmesine baðlý olan ve bunlarýn zamaný hakkýnda dahi bilgisi olmayan, Allah tarafýndan yaratýlmýþ kimselerdir:" Allah´ý býrakýp taptýklarý þeyler hiç bir þey yaratamazlar. Çünkü onlarýn kendileri yaratýlmýþtýr. Ölüdürler onlar, diri deðiller. Ne zaman dirileceklerini de fark edemezler" (20-21).
Ýslâm davetine cephe alarak, onu akim býrakmak için gayret gösterip batýl yollara sapanlar, yaptýklarýnýn sonucunda maruz kalacaklarý elim azabla uyarýlmaktadýrlar. Onlara ahirette: "Girin cehennemin kapýlarýndan. Temelli olarak kalacaksýnýz orada. Büyüklenenlerin duraðý ne kötüdür" (29) denilecektir.
Bunun hemen peþinden, Allah´ýn indirdiklerine tâbi olup, onlarý yeryüzüne hâkim kýlmak yolunda gördükleri eziyetlere sabreden mü´minler zikredilir. Onlar, Rablerinden indirilene hiç tereddüt etmeden teslim olurlar. Bilirler ki, Rableri onlar için ancak hayýr dilemektedir: "Müttakîlere; Rabbiniz ne indirdi" denildiði vakit; "hayýr" derler. Bu dünyada iyi davrananlara iyilik vardýr, âhiret yurdu ise daha hayýrlýdýr. Nede güzeldir muttakilerin yurdu" (30).
Allah Teâlâ, kendi yolunda mücadele verip zulme uðrayan, sonra yurdundan çýkartýlýp hicret etmek zorunda býrakýlan mü´minlerin kendi korumasýnda olduðunu, dünya ve ahirette güzelliklerle mükâfatlandýrýlacaklarýný bildirmektedir: "Zulmedildikten sonra, Allah yolunda hicret eden kimseleri, andolsun ki dünyada güzel bir yere yerleþtiririz. Ahiret mükâfatý ise daha büyüktür. Þayet bilselerdi? (41).
Kur´an-ý Kerim, eþyanýn, Allah´ýn ilâhî kanununa boyun eðiþini "secde" olarak niteliyor. Mevcudattaki her þey, bir býkkýnlýk duymadan, huþu içerisinde Rablerine secde ederler. Ancak nankörlük edip, ibret almayan insanlar bunun dýþýndadýr. Bu, engin kainât çerçevesinde deðerlendirildiðinde, inkarcýlar topluluðunun dýþýndaki her þeyin, Allah Teâlâ´nýn azametine boyun eðdiði ve tesbih ederek, O´na secde ettiði görülür: "Göklerde ve yerde olan canlýlar ve meleklerin hepsi Allah´a secde ederler. Onlar asla büyüklenmezler" (49).
Ýtikâdi konulardaki sapmalar, belirli sýnýrlar dahilinde kalmaz. Çünkü her düþüncenin, yaþanan pratik hayata bir yansýmasý vardýr. Dolayýsýyla, sosyal hayatta ve geleneklerin oluþmasýnda yönlendirici yegâne etken inançlardýr. Ýslâm´ýn dýþýndaki bütün inanç sistemleri, kulun kula hükmetmesi sonucunda oluþtuklarý için, zulmü gelenekleþtirmiþlerdir. Bir sonraki nesil, bir öncekinin cahili düþünce, duygu ve davranýþ biçimlerini devralarak, sanki uyulmasý kaçýnýlmaz ilâhi emirlermiþ gibi, onlarý sorgulamak bir yana, bunu düþünmeye bile cesaret edemeden harfiyyen tatbik ederler. Ýslâmýn insaný sadece Allah´a kul olmaya çaðýran daveti karþýsýnda hemen, atalarýnýn kendilerine miras býraktýðý prensiplere sýðýnarak karþý çýkarlar ve müslümanlarýn yeryüzünde adaleti yaymak ve insanlarý, Ýslamýn rahmet þemsiyesi altýna almak için ortaya koyduklarý çalýþmalarý engellemek için, akýl almaz yollara baþvurarak, onlara korkunç iþkenceler yaparlar.
Bu tip cahili düþünce tarzýnýn hayata yansýmasýný en açýk bir þekilde gösteren uygulamalardan biri, hiç þüphesiz ki Mekkeli müþriklerin, kýz çocuklarýna reva gördükleri muameledir. Onlar, bir kýz çocuðuna sahip olduklarý zaman utançlarýndan yerin dibine geçerler, kimsenin yüzüne bakamazlardý. Çünkü, bir kýz çocuðuna sahip olmak, toplumun þiddetle ayýplamasýný gerektiren bir olaydý. Mekke toplumu, atalarýndan böyle görmüþlerdi. Allah´ýn, insan denen varlýðýn bir parçasý olarak yarattýðý ve erkekle bir bütünü meydana getiren kýz çocuklarýnýn varlýðýný, bir türlü hazmedemiyorlardý. Onlarý hâkir görüyor, hatta diri diri topraða gömebiliyorlardý. Onlarýn vahþileþerek, cinnet halini alan ruh yapýlarýný, Allah Teâlâ þöyle ifade etmektedir: "Onlardan birine bir kýz çocuðu müjdelenirse; içi kederle dolarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalýþýr. Utana utana onu tutsun mu, yoksa topraða gömsün mü? Bakýnýz ne kötü hükmediyorlar" (58-59).
Daha sonra, tekrar rýzýklandýrma olayýna deðinilerek, müþriklerin hareketlerinin mantýksýzlýðý dile getirilir:
"Onlar Allah´ý býrakarak göklerden ve yerden kendileri için hiç bir rýzýk vermeyecek ve bunu asla yapamayacak olan þeylere mi tapýyorlar?" (73).
Allah Teâlâ, akýllarý cahilî yaþantýnýn pislikleriyle körelmiþ kâfirlerin, göklerde ve yerde bulunan sayýsýz harikuladeliklere ve onlardaki hikmetlere bakarak, ibret almalarý gerektiðini bildirir. Bütün bunlara aldýrýþ etmeden yollarýna devam eden ve taðutlarýn peþinden ayrýlmayan zalimlerin, kýyamette içinde bulunacaklarý kötü durumlarý zikredilir. Onlar, peþlerinden gittikleri kimselerin, kendilerinden hiç de farklý olmadýðýný görecekler ve hayret içerisinde, kendilerini kýnayan bir uslûbla Allah Teâlâ´ya þöyle sesleneceklerdir: "Rabbimiz! Ýþte bunlar senden baþka taptýðýmýz ortaklarýmýzdýr..." (86). Ancak, dünya hayatýnda peþlerine takýldýklarý ve koyduklarý kurallara uymayý ibadet addederek tapýndýklarý önderleri, onlarýn bu iddialarýný reddederek, kendi durumlarýný kurtarmaya çalýþacaklardýr:
"Þirk koþtuklarý, onlara: "þüphesiz ki siz, yalancýsýnýz diye cevap verirler" (86).
Kur´an okurken þeytanýn þerrinden Allah´a sýðýnmak gerektiði bildirilmektedir. Kur´an bir hidayet ve kurtuluþ kaynaðýdýr. Onun dýþýnda, kurtuluþa vesile olabilecek hiç bir þey yoktur. Onun için, Kur´ân okurken ayetler hakkýnda þeytanýn vereceði vesvese ve iðvalardan korunmak gerekir. Bunun yolu da, Allah´a sýðýnmaktýr. Allah Teâlâ´ya sýðýnýp, O´na tevekkül eden bir kula þeytan asla zarar veremez. Çünkü o, her þeyin hakimi olan Allah Teâlâ´nýn korumasý altýndadýr. Allah´a sýðýnmadan Kur´an´a yaklaþan kimse, ondan bir þey alamadýðý gibi, þeytanýn verdiði vesvese ile, âyetleri hakkýnda da þüpheye düþer. Bu kaynaktan hidayet alamayan, baþka hiç bir yerden hidayet bulamayacaktýr. Allah Teâlâ, Kur´an-ý Kerim´e yaklaþýrken yapýlmasý gereken ruhi hazýrlýðý; "Kur´an okumaya baþladýðýn zaman kovulmuþ þeytandan Allaha sýðýn. Çünkü onun inananlara ve Rablerine tevekkül edenlere karþý bir gücü yoktur" (98-99) ayetiyle mü´minlere bildirmektedir.
Sûrenin sonuna doðru, bir takým ahkâm ayetleri gelmeye baþlýyor. Ýlk olarak dinden dönme ve dinden dönmek de dahil, masiyete zorlanmanýn hükmü tesbit edilmektedir: Kalbi imanla dolu olduðu halde, inkâra zorlananlarýn dýþýnda her kim imanýndan sonra Allah´ý inkar edip de küfre göðüs açarsa, iþte Allahýn gazabý o gibilerin baþýnadýr ve onlar için büyük bir azap vardýr" (106).
Ýman ettikten sonra, tekrar inkar ederek küfre sapanlar, artýk iflah olmaz bir duruma düþmüþlerdir. Ancak, bir de, dayanýlmaz iþkenceler altýnda, kalben imanla mutmain olduklarý halde, canlarýný kurtarmak için, iþkencelere dayanamayýp, kâfirlerin sözlerini zâhiren kabul edenler vardýr. Ýþte Allah Teâlâ, bu ayetle, ölümle tehdid edilip, küfre zorlanan kimselere bir rahmet ve ferahlýk kapýsý açýyor: "Kalbi imanla dolu olduðu halde, inkara zorlananlar müstesna". Hz. Muhammed (s.a.s), Ebû Bekir (r.a), Bilâl (r.a), Habbab (r.a), Sühayb (r.a), Ammar (r.a) ve Ammar´ýn annesi Sümeyye (r.anha); Mekkeli zorbalarýn her çeþit kötü muamelelerini göze alarak, müslümanlýklarýný ilan etmiþlerdi. Mekkeli müþrikler, Hz. Peygamber (s.a.s)´e dokunamýyorlardý. Çünkü, amcasý Ebû Tâlip onu koruyordu. Ebû Bekir (r.a)´e de, kabilesinden çekindikleri için bir þey diyemiyorlardý. Bilâl (r.a), bir köleydi. Onun, Allah´dan baþka sýðýnabileceði hiç kimsesi yoktu. Ammar, annesi Sümeyye ve ötekiler de ayný konumda idiler. Müþrik ileri gelenleri, hiç zaman kaybetmeden putlarýný hiçe sayan bu ilk mustaz´af mü´minlere karþý harekete geçtiler. Demir zýrhlar giydirip, günlerce güneþin altýnda býrakarak, insanýn güç yettiremeyeceði derecede büyük iþkenceler yaptýlar. Bilâl, dayanýlmaz acýlar içinde kývranýrken, ona dininden dönüp bu iþkenceden kurtulmasý telkin ediliyordu. Ama o, ahiret hayatýný, dünya hayatýna tercih etmenin lezzetini tatmýþtý ve bu yüzden, iþkenceler ona, Allah´ýn birliðinden baþka bir þey söyletemiyordu. Bilâl, yer yüzünde kýyâmete kadar tevhid yolunda mücadele verirken, müþrik zorbalarýn iþkencelerine maruz kalacak olan mü´min nesiller için bir numûne oldu.
Sümeyye (r.anha)´dan, bir kadýn olmasýna raðmen, en þiddetli iþkence yöntemleri uygulanarak, dininden dönmesi, putlarý ilâh kabul etmesi isteniyordu. Ebû Cehil´in onu, bir insanýn iþlemesi mümkün olmayan bir vahþet içerisinde þehid etmesine kadar sabretti, Rabbine tevekkül etti ve Ýslâm davasýnýn ilk þehidi olarak, sonraki nesillere, bir müminin ölüm sözkonusu olsa dahi, dinine baðlýlýðýnýn ne þekilde olmasý gerektiðinin örneðini verdi. Kocasý Yasir de, onunla ayný þerefi paylaþtý. Bu iþkencelerin aynýsý Sümeyye (r.anha)´nýn oðlu, Ammar b. Yasir´e de uygulanýyordu. Ama o, bu iþkencelere dayanamayýp, kalbi imanla dopdolu olduðu halde, müþriklerin söylediklerini zahiren kabul etmiþti. Böylece, iþkenceden kurtulan Ammar, Resulullah (s.a.s)´a koþmuþ ve yaptýðý þeyi ona anlatmýþtý. Resulullah (s.a.s), eðer müþrikler tekrar ölümle tehdit ederek, iþkence yaparlarsa ayný þekilde hareket etmesini söylemiþti. Bu ikrâh ayetinin, bu olay üzerine nâzil olduðu rivayet edilmektedir. Allah Teâlâ, bu ayetle, aðýr iþkencelere maruz kalan Ýslâm mücahidlerine rahmet denizinden bir esinti akýtýp, onlarý ferahlatýyor. Ancak, bu davranýþ biçimi, bir ruhsat niteliðinde olup, bu durumlardaki genel davranýþ biçimini belirlemez (Bu ayetin tefsiri ve ikrah ile alakalý getirdiði hükümler hak. bk. el-Kurtubi, el-Cami´ li Ahkâmil-Kur´an, Beyrut 1966, X, 180-191).
Yiyeceklerle alakalý, helâl ve haramlardan sözedilerek, mü´minlerin helâl ve haramlara karþý çok dikkatli olmalarý gerektiði bildirilir: "Dilinizin alýþtýðý yalanlarla: "Bu helâldir, bu haramdýr" demeyin. Aksi halde bu sözlerinizle Allah´a yalan isnad etmiþ olursunuz. Þüphesiz ki, Allah´a yalan isnad edenler, hiç bir zaman kurtuluþa eremezler" (116).
Son ayetlerde, Yahudilerin durumundan ve onlarýn Hz. Ýbrahim (a.s) hakkýnda söyledikleri sözlerin asýlsýzlýðýndan bahsedilerek, Hz. Peygamber (s.a.s)´den, onun dinine tabi olmasý istenir. Ayrýca, insanlarý Ýslâm´a çaðýrýrken ne þekilde hareket edilmesi gerektiðini: "Ey Peygamber! Ýnsanlarý Rabbýnýn yoluna hikmetle ve güzel öðütle davet et. Onlarla en uygun þekilde mücadele et. Þüphesiz ki Rabbin, yolundan sapaný da çok iyi bilir" ayetiyle müminlere teblið ederek, onlarýn hareket metodlarýný çizerken, onun manevî ve ahlakî dayanaklarýnýn da hesaba katýlmasýnýn gerekliliði vurgulanýr.
Sûrenin sonunda, Allah yolunda mücadele verirken karþýlaþýlan zorluklara karþý sabretmenin güzelliklerinden bahsedilmektedir.
Sûre, iyilikte bulunup, yaþayýþýnda, Allah´dan korkarak hareket edenlerin, mutlak anlamda korunacaðý ve Allah´ýn yardýmýnýn her zaman onlarla beraber olacaðý haber verilerek son buluyor: "Þüphesiz ki Allah, kendisinden korkanlarla ve iyilikte bulunanlarla beraberdir"
radyobeyan