Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Muvahhid By: armi Date: 09 Mart 2010, 14:14:09

MUVAHHÝD




Birleyen, birleþtirici olan, bir tek kabul eden; Tevhid inancýna sahip olan Allah´ýn vahdaniyetine þeksiz þüphesiz iman eden ve bu inancý þirkin her türlü pisliðinden uzak tutan kimse. Bu tanýmýyla "muvahhid", "müþrik" teriminin tam karþýtýdýr. Va.Ha.De. kök fiilin tef´il babýna nakledilen "vahhade" (birledi, birleþtirdi) fiilinin ism-i fâilidir. Çoðulu muvahhidûn olur.

Allah´ýn bir tek olduðuna þüphe yoktur. Binaenaleyh, zatýnda, sýfatlarýnda ve fiillerinde bir tek olaný birleme söz konusu deðildir. O halde "muvahhid" sözü ile kasdedilen; bir olaný birleyen deðil, her bakýmdan eþsiz olan bir tek ilâhý kabul eden ve yalnýzca ona ibâdet eden kimse kasdedilir.

Kur´ân-ý Kerîm ve hadis-i þeriflerde "muvahhid" tabirine rastlanmaz. Hattâ bu terimin masdarý olan "tevhid" tabirine de Kur´an´da rastlamak mümkün deðildir. Ancak bazý hadislerde "vahhadellahe" (Allah´ý tevhîd etti-birledi) tabirinin geçtiðini müþahede etmek mümkündür. Nitekim Peygamber (s.a.s)´in, Muaz b. Cebel´i Yemen tarafýna gönderdiði zaman ona þöyle dediði rivayet olunur:

"Sen ehl-i kitab olan bir kavme gidiyorsun. Onlarý davet edeceðin ilk þey Allahü Teâlâ´yý tevhîd etmek olsun"(Buhârî, Tevhîd, 1). Baþka bir hadiste ise Rasûlüllah´ýn þöyle buyurduðunu görüyoruz:

"Her kim Allah´ý tevhîd ederse (malýný ve kanýný korumuþ olur. Hesabý da Allah´a kalmýþtýr)" (Müslim, Ýman, 8).

Tirmizi´nin Sünen´inde, mü´minlerden söz edilirken "Ehl-i tevhîd" tabirinin kullanýldýðýný görüyoruz (Tirmizî Ýman, 17).

Öyle görülüyor ki, Kur´ân; meseleyi; Allah´ý tevhîd tarzýnda deðil, bir tek Allah´a iman ve yalnýzca O´na ibadet þeklinde sunmuþtur. Kur´ân´da "tevhîd" tabirinin yer almamasý bunu gösterir. "Tevhîd" ve "muvahhid" terimleri, bir tek Allah´a iman ve O´nu tanýma meselesi, Mu´tezile mezhebi ve filozoflar tarafýndan gündeme getirildikten sonra vücûda gelmiþ ve yayýlmýþtýr. Sahih hadislerde ise "Allah´ý tevhîd", sadece "bir tek ilâh kabul etme ve ancak O´na ibadet ve ubudiyette bulunma" manâsýna geliyordu. Bunun dýþýnda "tevhîd" kelimesinin hiçbir kelâmî ve felsefi manasý yoktu.

Buna göre, hadislerde geçen "vahhadellah" tabiri, "Allah´ýn vahdâniyetine iman" anlamýndadýr. Bu da âyet ve hadislerde Allah´a nisbet edilen isim, fiil ve sýfatlarý aynen kabul etmek, O´na yakýþmayan noksan sýfatlardan O´nu tenzîh etmek, yalnýzca O´na ibadet etmek, bir sýkýntýya düþtüðünde ya da Allah´tan baþkasýnýn; cevap vermeye muktedir olamadýðý bir darlýða duçar olunduðunda sadece O´ndan yardým dilemek demektir. Ýþte gerçek "muvahhid" böylesi bir inanca sahip olan ve inancýnýn gereðini yaþayan kimsedir. Ýnancýn kalbe hasredilmesi, eserinti yaþanan hayatta görülmemesi bir anlam ifade etmez.

Kur´ân-ý Kerîm´de her ne kadar "muvahhid" terimi geçmiyorsa da buna yakýn hattâ biraz daha kapsamlý bir manâ ifade eden "hanif" çoðulu olân "hunefâ" tabirleri sýk sýk geçmekte ve bazý müfessirlerce, bu tabirler "muvahhid" þeklinde tefsir edilmektedir.

"Ýbrahim ne Yahudi ne de Hristiyandý. Fakat o, Allah´ý bir tanýyan gerçek bir müslümandý. Asla müþriklerden deðildi"( Âlu Ýmrân, 3/67) âyetinde geçen "hanif" kelimesi "Allah´ý bir tanýyan" þeklinde tercüme edilmiþtir. Ayný kelime "muvahhid" olarak tefsir edilmiþtir (Elmalýlý, Hak Dini, Kur´ân Dili, II, 1134).

Yine ayný eserde, Rûm sûresinin otuzuncu âyetinde geçen "hanif" sözü açýklanýrken þu ifadelerin kullanýldýðýný görüyoruz:

Hanif, "hanef" masdarýndan bir sýfattýr. Aslý lügatta "hanef" ise sapýklýktan doðruluða meyildir. Nitekim doðruluktan eðriliðe, haktan haksýzlýða meyletmeye "cim" ile "cenef" denilir. Þu halde, hanifin asýl mefhûmu, eðriliði býrakýp doðrusuna giden demektir. Bu mefhum ile örfte Ýbrahim milletine isim olmuþtur ki, baþka dinlerden, batýl mabudlardan çekinip yalnýz bir Allah´a eðilen "muvahhid" demektir (Elmalýlý, a.g.e., VI, 3821).

Ýbn Kesir de, Bakara Sûresinin 135. âyetini tefsir ederken Katade´nin; "Haniflik, lâilâhe illallah, diye þehadet etmektir" dediðini nakleder ki bu, "tevhîd"in ta kendisidir (Ýbn Kesir, Tefsîru´l-Kurâni´l-Azîm, Ýstanbul 1984, I, 271).

"Tevhid" ve "muvahhid" terimlerine Akaid ve Kelâm kitaplarýnda da sýk sýk rastlýyoruz. Hatta, kelâm kitaplarýndan bazýlarý bu isimle adlandýrýlmýþtýr. Buna örnek olarak, Muhammed b. Ishak b. Huzeyme´nin (ö.311/923) "Kitabü´t-Tevhîd ve Ýsbâtü Sýfâti´r-Rab" adlý eserini zikredebiliriz. Söz konusu eserde (s 325) mü´minlerden "muvahhidûn" ve "ehl-i tevhîd" diye bahsedilmektedir.

Kütüb-ü Sitte içinde en güvenilir hadis mecmuasý olarak kabul edilen Buhârî´de de "tevhîd" için müstakil bir bölüm açýlmýþ ve buna "Kitâbü´t-Tevhîd" adý verilmiþtir.

"Muvahhid" terimi ortaya çýkarak yaygýn halde kullanýlmaya baþlanýnca, bazý fýrkalar bunu kendilerine bir sýfat olarak seçmiþ ve kendileriyle özdeþleþtirmiþlerdir. Örneðin sapýk olarak bildiðimiz Dürzîler; Hamza b. Ali´nin liderliðindeki ilâhi davete baðlananlarýn asýl adýnýn "muvahhidûn" olduðunu ileri sürerler. Hatta ilmihal kitaplarýnda; "Muvahhid bir Dürzi olduðunu nasýl bilirsin?" þeklinde sorulan bir soruya; "Helâli yiyip haramý terketmekle" diye cevap veriliþi çok enteresandýr (Ethem Ruhi Fýðlalý, "Çaðýmýzda Ýtikadî Ýslam Mezhepleri ", Ýstanbul 1990, 194, 317).

Yine tarih kitaplarýndan, Kuzey Afrika´daki Murabýtlar Devletinin yýkýlýþýndan sonra, onun yerine kurulmuþ ve 1121-1269 yýllarý arasýnda yaþamýþ, adýna "Muvahhidler Devleti" denilen bir devletin varlýðýný biliyoruz.


radyobeyan