Ýslam Kavramlarý M-Z
Pages: 1
Mutraf By: armi Date: 09 Mart 2010, 14:09:13

MUTRAF, MUTRAFÝN




Kendisine verilen bol nimetlerle azýp þýmaran ileri gelenler.

"Mutraf" "Te-Ri-Fe" fiilinin "Ef-A-Le" Babýna nakledilmiþ hali olan "Et-Ra-Fe" fiilinin ism-i mef´ulüdur. "Terife", "Suyu bol, taze ve hoþ olmak, birisini nimetlendirmek" "Etrafe" ise, "azgýnlýkta ýsrar etti, bolluk verdi, þýmarttý, nimetten ötürü sevindirtti" anlamlarýna gelir. "Et-Ra-Fe", "isteði yerine getirmek, nimetlendirmek, arzu edileni vermek, þýmartmak, coþturmak, azdýrmak" manâlarýnda; "mutraf" ise, "dünya nimetleri ve þehvani þeyler hususunda geniþ bir bolluða ve nimete sahip kýlýnan" manâsýnda kullanýlýr.

Kur´an-ý Kerim´de "mutraf" kelimesi" "mele" teriminde olduðu gibi ilâhî emirleri unutup þirke dalan milletlere gönderilen peygamberleri inkâr edenlerin öncüleri olarak kullanýlmaktadýr. Bundan da anlaþýldýðý gibi Mutraf, þirk toplumlarýnda dengesiz sermaye daðýlýmýyla ortaya çýkan, sermayenin büyük kýsmýný eline geçiren sýnýftýr. Bu sýnýf, toplumun "müstaz´af" yani fakirliðinden dolayý küçümsenen, hor ve fakir görülen kesimlerinin üzerine basa basa yükselmiþ, müstaz´aflarýn ellerindeki bir avuç malý, ezerek, sömürerek, güç kullanarak almýþ, sonra da elde ettiði bu mallarla azdýkça azmýþ, þýmarmýþ kimselerdir.

Þu halde mü´min (Yüce Allah´a ve peygamberleri vasýtasý ile gönderdiði dine inanýp ona göre yaþayan) toplumlardaki zenginleri "mutraf" yani servetten þýmarmýþ kimseler olarak nitelendirmek doðru deðildir. Çünkü onlar servetlerini meþrû yollardan kazanmýþlardýr. Kendilerine verilen nimetlerden dolayý kibirlenip þýmarmazlar, kumar oynamaz, içki içmez, zina etmez ve israf yapmazlar. Ýnandýklarý dinin prensiplerine göre hareket edip þükrederler, kendilerine verilen nimetlerden yoksun olanlara yardým ederler, yardým ettikçe de mallarý çoðaltýlýr: "Eðer þükrederseniz (size verdiðimiz nimetleri) muhakkak artýracaðýz" (Ýbrahim 14/7). Ýlahî prensiplere gönülden baðlanan mü´min zenginler zekât, sadaka ve sadaka-i câriye gibi yardýmlardan huzur duyar, mutlu olurlar, mutluluðu gayri meþrû eðlencelerde aramazlar.

Mutrafîn, ise mal ve servet sahibi olmakla böbürlenip kendilerini Allah´tan müstaðnî görme hastalýðýna sürüklenmiþlerdir. Ayrýca üstünlük psikolojisi içerisinde kendilerinden baþkalarýný beðenmeyip küçümsemeleri ve her konuda kendilerini haklý sayarak rasûllerin getirmiþ olduðu Allah´ýn dinine karþý çýkmýþlardýr.

Kur´an-ý Kerim onlarýn durumlarýný þöyle anlatýyor: "Sizden önceki nesillerden akýllý kimselerin, (insanlarý) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alýkoymalarý gerekmez miydi? Fakat onlar arasýnda, ancak kendilerini kurtardýðýmýz pek az kiþi böyle yaptý. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahýn peþine düþüp mutraflaþtýlar (þýmardýlar) ve suç iþleyen (kimse) ler olup çýktýlar" (Hud, 11/116).

Mutrafin, tarih boyunca insanlýða gönderilen her rasûle maddî servetleriyle karþý durmuþlar, Allah´ýn kendilerine nimet vermesinin kendilerinin iyi kimseler olduðuna delil teþkil ettiðini iddia etmiþlerdir.

Nitekim Kur´an-ý Kerim onlardan þöyle bahsediyor:

"Biz þirke dalmýþ hangi ülkeye bir uyarýcý gönderdiysek mutlaka oranýn mutraflarý (varlýkla þýmarmýþ kimseleri); "biz sizin getirdiðiniz þeyi inkâr ediyoruz" derler. Her seferinde de, "biz malca ve evlâtça daha çoðuz ve biz azaba uðratýlacak deðiliz" derler " (es-Sebe, 34/34-35).

Kurtûbî (671/1272), Katâde (118/736)´den rivayetle, âyetlerde geçen "mütrafiha" kelimesini þöyle açýklýyor: "Beldenin zenginleri, idarecileri, zorbalarý ve þerrin kumandanlarý; peygamberlere dediler ki: "Eðer Allah dinimiz ve faziletimizden razý olmasaydý bu bolluðu, bu zenginliði bize vermezdi" (Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi´l-Kurân, Dýmaþk 1374, XIV, 305). Bu sözleri ile zenginliklerini, haklý ve doðru yolda olmalarýna açýk bir delilmiþ gibi göstermek istiyorlar. Halbuki, servetin asýl kaynaðýný ve sahibini unutanlar için zenginliðin, dalalet kaynaðý olduðu, "Allah kullarýna rýzký bol bol verseydi, yeryüzünde muhakkak taþkýnlýk eder azarlardý" (eþ-Þûra, 42/27) âyeti kerimesinden anlaþýlýyor.

Ýbn Kesîr (774/1372) ise þöyle diyor: "Allah Teâlâ Rasûlünü teselli edip ve kendisinden önceki peygamberleri örnek almasýný emrederek, þirke dalmýþ olan her memleketin; nimet, haþmet, servet ve riyaset sahipleri ile zorbalarý, liderleri ve þerde önderlerinin gönderilen peygamberlere iman etmediklerini haber vermektedir.

Ýbn Kesîr bu âyetlerin tefsirinde þu hadisi nakleder: "Bize Kesîr... Ebû Hureyre´den nakletti ki Rasûlüllah (s.a.s) þöyle buyurmuþ: "Muhakkak ki Allah Tealâ sizin þekillerinize ve mallarýnýza bakmaz. Ancak ve ancak kalplerinize ve amellerinize bakar" Müslim ve Ýbn Mâce Buharî, Kesîr kanalýyla Ca´fer Ýbn Burkân´dan nakleder"(Ýbn Kesir, Hadislerle Kur´an-ý Kerim Tefsiri, (çev: B. Karlýða-B. Çetiner). Ýstanbul 1986 XII, 6661, 6663).

Mutrafin rasullere her karþý çýkýþlarýnda yeni bir bahane bulmuþlardýr. Halbuki onlarýn karþý çýkýþlarý hep ayný endiþeye dayanmýþtýr. O da ellerinden mallarýnýn, servetlerinin, mevkilerinin, makamlarýnýn gideceði korkusu. Çünkü bu inancýn toplum arasýnda yerleþmesi halinde, gayri meþru yollarla edindikleri mallarýn, lâyýk olmadýklarý halde kullandýklarý yetki ve imtiyazlarýn, sahibi olduklarý makamlarýn asýl sahiplerine verileceðini çok iyi bilen mele´ grubu, akla gelebilecek bütün metodlarý deneyip birçok bahaneler ileri sürecek uzun bir mücadeleye giriþmiþlerdir. Çoðunun hayatýna mal olan bu mücadelede çok aðýr bir üslûp kullanmalarýna, en acýmasýz iþkencelere baþ vurmalarýna raðmen peygamberler teblið ve irþadýn gereði olan tatlý bir dille ikna edici deliller ortaya koyarak muhataplarýnýn seviyesine inmekten daima kaçýnmýþlar, beþerî takatin üstünde bir sabýrla daima hidayete ermeleri ümidini taþýmýþlardýr. Fakat "Ýþte Âd (kavmi)! Rablerinin ayetlerini bile bile inkâr ettiler ve peygamberlerine isyan edip (iman etmemekte) inatçý her zorbanýn emrine uydular" (Hud, 11/59).

"Onun (Nuh´un) kavminden kâfir olan âhirete kavuþmayý yalanlayan ve dünya hayatýnda kendilerine refah verdiðimiz (mutraflaþtýrdýðýmýz) ileri gelenler dediler ki: Bu, ancak sizin gibi bir insandýr. Sizin yediðinizden yer ve sizin içtiðinizden içer. Eðer kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz elbette hüsrana uðrayan kimseler olmuþ olursunuz" (el-Mü´minûn, 23/33-34).

Bu âyetlerde bahâne olarak Rasûlün bir insan olmasýný gösterirken, aþaðýdaki âyetlerde de atalarýnýn izini takip edip onlarý taklid ettiklerini belirtmekteler.

"Ýþte böyle, senden önce de hangi memlekete bir uyarýcý gönderdiysek, mutlaka oranýn mutraflarý (varlýkla þýmarmýþ kimseleri); biz babalarýmýzý bir ümmet(din) üzerinde bulduk, biz de onlarýn izlerine uymaktayýz" dediler. "Ben size babalarýnýzý, üzerinde bulduðunuzdan daha doðrusunu getirmiþ olsam da (yine babalarýnýzýn yoluna)mý? (uyacaksýnýz)" dedi. Dediler ki; "doðrusu biz (herþeye raðmen) seninle gönderileni tanýmýyoruz" (ez-Zuhruf, 43/23-24).

Burada, peygamberlere niçin hep kendi toplumlarýnda ileri gelen kimselerin, sermâye sahiplerinin muhâlefet ettikleri, atalarýnýn dininin savunucularý olarak boy gösterdikleri, yine hep bu insanlarýn Hakk´a karþý tavýr alýp halký peygamberlere karþý kýþkýrttýklarý ve halkýn cehâlet içinde yüzmesini arzulayýp, her türlü fitne ve fesadý çýkarttýklarý noktasýnda biraz durulmasý ve dolayýsýyla bunlarýn nedenlerinin incelenmesinde yarar var. Tüm bu sorunlarýn temelinde iki ana neden bulunmaktadýr:

a) Zenginlik ve refah içinde yüzen insanlar, hak-batýl arasýndaki mücadeleyle ilgilenmeyi akýllarýnýn ucuna getirmeyecek kadar dünya meþgâlelerine dalmýþ kimselerdir. Dolayýsýyla onlar, kendi çarpýk mantýklarýna göre böylesine basit sorunlarla zihinlerini yormayý istemezler. Zihnen ve bedenen tembelleþmiþlerdir. Din hakkýnda pervasýz bir tavýr içindedirler. Çünkü mevcut sistemin yürürlükte kalmasý iþlerine geldiði için, onlar yeni bir düzenin gerekliliðini asla düþünemezler bile.

Hak ve batýl nedir, adâlet ve zulüm ne anlama gelir, bunlar, onlarý pek ilgilendirmez.

b) Onlar, mevcut sistemin âdil olmayan deðer ölçülerine göre zenginlik ve refah içinde olduklarýndan, sistemin yýkýlmasýný asla arzu etmezler. Onlar, Peygamberlerin öne sürdükleri düþüncelerin kabul görmesi ve yayýlmasý sonucunda, mevcut sistemin sayesinde elde ettikleri makam ve mevkinin ellerinden alýnacaðýný ve gayri meþrû mal ve servetlerine el konulacaðýný bilirler. Ýþte bundan ötürü, onlar peygamberlerin yaymaya çalýþtýklarý davanýn en þiddetli muhalifleridirler.

Mutraflarýn egemen olduðu toplumlar dejenere toplumlardýr. Bu toplumlarda Allahý emirler göz ardý edildiði için fýsk, fucûr her tarafa yayýlmýþtýr. Yeryüzü fesada boðulmuþtur. Geçmiþ toplumlarda, bu tür hastalýklarýn yayýlmasý sünnetüllah gereði o toplumlarýn Allah Teâla tarafýndan helâk edilmelerine yol açýyordu. Kur´ân-ý Kerim´de bu tür kavimlere örnek olarak Ad, Semûd kavimleri Medyen halký gibi örnekler sýk sýk hatýrlatýlmaktadýr. Bu kavimlerin helâkýna sebep teþkil eden en önemli þey, mutraflarýn hakimiyetidir:

"Biz bir ülkeyi (dalmýþ bulunduklarý zulümleri yüzünden) helâk etmeði dilediðimiz zaman oranýn mutraflarýna (gönderdiðimiz Peygamberler vasýtasý ile itaatý) emrederiz. Buna raðmen, orada fýsk yaparlarsa o ülke üzerine (azâb) söz hak olur ve biz de orayý darmadaðýn ederiz" (el-Ýsrâ, 17/16);

"Âzâbýmýzý hissettikleri zaman onlar, derhal oradan (kaçmak için hayvanlarýný) mahmuzluyorlardý. (Boþuna) kaçmayýn, (bol bol) verilip içinde þýmartýldýðýnýz (mutraflaþtýrýldýðýnýz) (nimetle) yurtlarýnýza dönün, çünkü sorguya çekileceksiniz" (el-Enbiya, 21/12-13):

"Nihayet biz onlarýn refahtan þýmarmýþ ileri gelenleri (mutraflarý)ný azab ile yakaladýðýmýz zaman hemen feryada baþlarlar. Bugün artýk feryâd etmeyin, bize karþý size yardým olunmaz" (el-Mü´minun, 23/64-65),

Allah´u Teâlâ, Vakýa sûresinde insanlarý ashab-ý yemin (amel defterleri saðdan verilenler), ashab-ý Þimâl (amel defterleri soldan verilenler) ve öncüler olarak üçe ayýrmaktadýr. Kur´an: Mutraflarýn, ashab-ý þimâl olarak Cehennemdeki durumlarýný þöyle tasvir etmektedir.

"Âshab-ý þimâl (kitabý sol tarafýndan verilenler) ...Nedir o ashab-ý þimal (solun adamlarý)? Delikçiklere iþleyen bir ateþ ve kaynar su içinde, kara dumandan bir gölge altýnda ki ne serindir, ne de faydalý. Çünkü onlar bundan önce mutraflar idiler (varlýk içinde þýmarmýþlardý). Büyük günahý iþlemekte ýsrar ediyorlardý. Ve diyorlardý ki: "Biz öldükten, toprak ve kemik yýðýný olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceðiz? Önceki atalarýmýz da mý?" De ki: "Öncekiler de sonrakiler de belli bir günün muayyen bir vaktinde toplanacaklardýr" (el-Vakýa, 56/41-50).

Günümüz kapitalist toplumlar bir hayli güçlü olduðu için, dünyaya mutraflar egemen olmuþ gözükmektedir. Mutrafýn günümüzdeki karþýlýðý sermayeyi ellerinde tutan kapitalistlerdir. Bunlar, var güçleriyle Uluslararasý aðlar oluþturarak insanlarýn kanlarýný vampirler gibi sömürmektedirler. Fakat atalarý olan Karun gibi onlar da bir gün yok olacaklardýr. Kur´an-ý Kerim´de kapitalistlerin en belirgin örneði Karun´dur. Þimdikiler de Karunvâri bir hayat yaþamaktalar. Akýbetleri de aynen onun gibi olacaktýr. Hz. Musa´nýn; malýnda fakirlerin hakký olduðu ve zekâtýný vermesi gerektiðine dair ikazlarýný dinlemeyen, en sonunda kibir ve inadýn zirvesine varan Karun, O´nu inkâr ederek -Firavun ve mele´inin yaptýðý gibi- Hz. Musa´yý sihirbaz ve sahtekârlýkla itham etmeye baþlar. Sahibi olduðu muazzam servetin, Allah´ýn bir lütfu olduðunu inkâr ederek bunu sadece kendi kabiliyeti ile elde ettiðini iddia eder. Bu haliyle kavmi içindeki çoðunluðun, Hz. Musa´ya iman ve itimadýný sarsýp delâletin kaynaðý haline gelen Karun, Musa (a.s)´ýn ikazlarýný dinlemediðinden, sarayý ve bütün serveti ile beraber yerin dibine batýrýlýr.

Firavun, siyasî zulüm ve istibdadda bir sembol olduðu gibi; Karun da ekonomik istibdad ve ihtikârda bir semboldür. Bu suretle Karun kýssasý, muhtekir bir kapitalistin kýssasýdýr (Elmalýlý, a.g.e, V, 3755).

"Karun, Mûsâ´nýn kavminden idi. Onlara karþý azgýnlýk etti. Biz kendisine öyle hazineler vermiþtik ki, onun anahtarlarýný taþýmak, güçlü bir topluluða aðýr geliyordu. Kavmi ona demiþti ki: Þýmarma, Allah þýmaranlarý sevmez" (el-Kasas, 28/76).

"Bu (servet) bende bulunan bir bilgi sayesinde bana verildi, dedi. O (maðrur), bilmedi mi ki Allah, kendisinden önceki nesiller arasýnda kendisinden daha güçlü ve ondan daha çok cemaatý bulunan nice kimseleri helâk etmiþtir. Suçlulara günahlarýndan sorulmaz" (el-Kasas, 28/78),.

"Nihayet Biz, onu da, evini barkýný da yere batýrdýk, Allah´a karþý ona yardým edecek bir topluluðu olmadý. Kendi kendini (savunup) kurtaranlardan da deðildi" (el-Kasas, 28/81).

"Biz refah içinde þýmarmýþ nice, þehri helâk ettik. Ýþte meskenleri onlardan sonra pek az oturulmuþtur. Onlara hep biz varis olduk (hepsi bize kaldý)" (el-Kasas, 28/58).


radyobeyan