Islam hukukunda manevi zararlarin tazmini By: ecenur Date: 05 Mart 2010, 13:50:57
ÝSLAM HUKUKUNDA MANEVÝ ZARARLARIN TAZMÝNÝ
Zarar mefhumu ve aksamý. - Manevî zararlarýn lüzumu tazmini, - Zararlarýn tazmin þekilleri. - Manevî zararlarýn maddî ivazlarla karþýlanmasý. - mutazarrýrýn tatmini. - tecavüzün takbih edilmesi. - Haksýzlýðýn teþhiri ve mahvü ýslahý. - Mutazarrýrýn mütecavize cevap vermesi. - Manevî tazminatýn ferað ve intikali. - Manevî tazminatýn kabili haciz olup olmamasý. - Manevî tazminatýn miktarýný tayin salâhiyeti. - Manevî tazminatýn cezadan madut olup olmadýðý. [38]
Zararý manevî ve aksamý :
Malûmdur ki bugün erbabý hukuk arasýnda zarar mefhumu maddî ve manevî namile iki kýsma ayrýlmaktadýr:
Maddî mülke, cismanî bir varlýða, iktisadî kýymet ve mahiyeti haiz her hangi bir þeye taallûk eden bir ziyan, bir kusur, maddî bir zarar olduðu gibi maddî mülke, cismanî ve iktisadî bir varlýða müteallik olmayan, ruhu müte-ezzi eden, þeref ve haysiyeti muhil, sýhhat ve hürriyete rnünafi bulunan herhangi bir hâdise de manevî bir zarar addedilmektedir.
Zarar mefhumu, lügat itibariîe nefse, mala, mansýp ve caha arýz olan noksan ve herhangi bir fena hale maruziyet manasýnadýr. Bu kelime, durr lâfzýndan isim olup nefi1 mukabilidir. Durr mefhumu ise üç kýsma ayrýlýr:
1 - Bedene müteallik suihal: Bazý uzuvlarýn muattal bulunmasý gibi.
2 - Nefse ait suihal: ilmin, fazilet ve iffetin noksanlýðý gibi.
3 - Haleti zahireye ait fenalýk, mal ve cahm azalmasý gibi [39]
Bu taksime nazaran da zarar mefhumunun cismanî, ruhanî veya maddî, manevî kýsýmlarýna ayrýlmasý lâzýmgelir.
Bu halde bir kimsenin bir malýný telef etmek veya bir uzvunu bir arýzaya uðratmak onun hakkýnda maddî bir zarar olacaðý gibi bir kimse hakkýnda haysiyetini kýracak veçhile fena bir söz söylemek veya ruhunu muztarip edecek bir tarzda eza ve cefada bulunmak da manevî bir zarar teþkil etmiþ olur.
(Len yedurruküm illâ eza) nazmý celilindeki eza lâfzý «ta´n ve tehdit gibi az bir zarar» diye tefsir olunmuþtur.[40]
Demek ki zemm-ü kadeh suretile, tehdit ve ihafe tarikile yapýlan eza ve cefa da zarardan madut imiþ. Bu kabil zararlar ise ruhu müteeUim edecek halattan olduðundan bunlarýn birer manevî zarar teþkil edeceði þüphesizdir.
îþte bundan da anlaþýlýyor ki mücerret ruhu müteessir edecek olan herhangi bir hâdise, islâm Hukuku nazarýnda bir zarar sayýlmaktadýr.
Bu halde islâm Hukukunca da zararlarýn maddî ve manevî kýsýmlarýna ayrýlabilmesi kendiliðinden tahakkuk etmiþ oluyor.
Manevi zararlarýn lüzumu tatmini :
islâm Hukukunda her zararýn kendine mahsus, âdilâne bir tarzda tazmin ve tamir edilmesi mühim´ bir esastýr. «Zararlar izale olunur», «zarar ve mukabele bizzarar yoktur», «bir zarar kendi mislile izale olunmaz», «zararý âmý defi için zararý hâs iltizam olunur», «zararý eþed, zararý ehaf ile izale olunur» düsturlarý malûmdur.
Þüf´a, hacr, kýsas, hudut, zamaný mütlefat gibi hukukî meselelerin bir çoðu da bu düsturlara müpteni bulunmaktadýr.[41]
Haksýz yere vukubulan herhangi bir zararýn usulü dairesinde izalesine çalýþmak halk arasýnda intizamý muhafazaya, adaleti tevzie memur olan müesseselerin birinci vazifelerini teþkil eder. Binaenaleyh maddi zararlarýn lüzumu tazmini Þark ve Garbýn bütün hukukî müesseselerince kabul edilmiþ olduðu gibi manevî zararlarýn kendilerine hâs, hikmet ve maslahata uygun bir tarzda tazmin ve tamir edilmesi de hem bir çok garp hukuk müesseselerince, hem de islâm hukukunca kabul edilmiþ bulunmaktadýr.
Ancak bu hususta garp hukukçularile garp medenî kanunlarý arasýnda muhtelif nazariyeler, mütenevvi hükümler mevcut olduðu ve manevî tazminin mahdut hâdiselere tahsisi iltizam edildiði gibi islâm Hukukunda da bu cihet pek derin bir tarzda nazara alýnmýþ ve bu tazminin müteaddit þekilleri tayin, âit olduðu hâdiseler tahdit edilmiþtir.
Filhakika islâm hukukçularý esasen zarar mahiyeti umumiyesini nazara alarak her zararýn kendine uygun bir veçhile tazminine ait mesaili uzun uzadý-ya nazariyatý fýkhiyesile beraber dermeyan etmiþlerdir.
Þu kadar var ki zararlarý maddî, manevî kýsýmlarýna ayýrmak suretile tasnife tâbi tutmamýþlar, bu zararlara ait tazmintý da maddî tazminat, manevî tazminat namile zikretmeðe lüzum görmemiþlerdir.
Daha doðrusu alelekser herhangi bir zararýn az çok hem maddî, hem de manevî tesirleri mevcut olduðu ve hâdisat sahasýnda her manâsile yalnýz maddî, yalnýz manevî bir zararýn mevcudiyeti de pek o kadar kabul edilemiyeceðý cihetle islâm fükahasý zararlarý ve onlarýn tazminlerini umumî bir surette nazara alarak bunlarý ayrý ayrý mahiyette telâkki ettiklerini göstermemiþlerdir.
Netekim Fransa Kanunu Medenîsi de maddî ve manevî zararlarý bir tutuyor, bunlarý bir esas dahilinde tazmine tâbi tutmuþ bulunuyor.
Meselâ : Bir zatýn sýrf maddî, afakî olan bir varlýðýna, meselâ rükûbuna mahsus olan otomobiline bir ziyan iras edildiði farz olunsun, o zat bundan maddeten mutazarrýr olduðu gibi mutlaka ruhan da az çok müteellým olacaktýr. Bu teellüm Ýse maddî zararýn zýmnýnda tahakkuk etmiþ manevî bir zarar deðil midir?
Bilâkis bir zatýn mücerret .þahsýna karþý hakaret âmiz bazý sözler söylendiði, kendisine gayrý ahlâkî bazý haller isnat edildiði düþünülsün, bu zat bundan þüphesiz pek müteellim olacak, þerefinin nakisedar olduðunu düþünerek günlerce acý duyacaktýr. Bu hal ise manevi bir zarardýr. Fakat iþ bununla bitmiþ olmýyacak, belki o zatýn bu veçhile haysiyetinin haleldar olmasý kendisinin maddî zararlara uðramasýna da sebebiyet verecektir.
Farz edelim ki bir doktora insafsýzlýk gibi, hastalara karþý merhamet ve þefkat duygusundan mahrumiyet gibi bir nakise isnat edilsin, bu doktor bu yüzden bir kýsým hastalarýn müracaatlarýndan mahrum kalarak maddî zararlara uðramýþ olmaz mý?
Keza bir avukata deruhte ettiði dâvalarý güzel bir neticeye iktiran ettirmek hissinden mahrumiyet gibi, lâubalilik gibi bir kusur isnat olunsun, artýk bu avukat bir takým kimselerin kendisine dâvalarýný tevdi etmelerinden mahrum kalarak maddeten de mutazarrýr olmuþ olmayacak mýdýr?
Bir memura, bîr müstahdeme, bir tacire isnat edilecek suihaller de hep böyle maddî zararlara sebebiyet veremez mi?
Demek oluyor ki çok kere manevî zararlar, maddî zararlarla müterafýk bulunuyor. Bu takdirde herhangi bir zarar, sýrf maddî ve sýrf manevî sayýlamaz, bu zararlarda her iki cihet te az çok mevcuttur. Þu kadar var ki hangi cihet galip ise ona göre zarara isim verilmiþ oluyor.
iþte bu hakikati nazara almýþ olduklarýndan dolayý olmalýdýr ki islâm hukukçularý, zararlarý böyle iki kýsma ayýrmak külfetinde bulunmamýþlardýr. Yoksa böyle iki kýsma ayrýlabileceði kabul edilen zararlardan hiç birisini az çok tazmin ve tamirden vareste addetmemiþlerdir.
Zararlarýn tazmin þekilleri :
Bilûmum zararlarýn tazminatýna dair Ýslâm Hukukunu ihtiva eden fýkýh kitaplarýnda pek mufassal malûmat vardýr. Hattâ mücerret tazminat hakkýnda yazýlmýþ müstakil eserler de mevcuttur. Ebu Muhammed bin Ganimi Baðdadînin 460 sahifeden müteþekkil, matbu, «Kitabý mecmaýzzamanat» unvanlý meþhur eseri bu cümledendir.
Binaenaleyh biz bu makalemizde maddî zararlara ait tazminattan bahsedecek deðiliz.
Biz burada manevi zarar diye telâkki edilebilecek olan bazý zararlarýn taz minatýna dair biraz malûmat vermek istemekteyiz.
Þöyle ki: Manevî zararlarýn tazminindeki hikmet; bu kabil hâdiselerin vukuunu azaltmak, rahnedar olan bir þeref ve haysiyeti tamir etmek, tahaddüs eden ruhî acýlarý tadil eylemek, cemiyetin nezaheti ahlâkiyesini temine çalýþmak gibi gayelerden ibaret olduðundan bu gayelere göre tazminat þekilleri muhtelif tarzda tebarüz eder.
Bunlarýn baþlýca eþkâli þunlardýr:
1 - Manevî zararlarýn maddî ivazlarla karþýlanmasý.
2 - Mütecavizi tedip ile mutazarrýrýn tatminine çalýþýlmasý.
3 - Tecavüzün tazir suretile takbih edilmesi.
4 - Haksýzlýðýn teþhiri ve mahiv ve ýslahý.
5 - Mutazarrýrýn mütecavize bilmukbeîa cevap vermesi.
Manevî zararlarýn maddî ivazlarla karþýlanmasý :
Malûmdur ki manevî zararlarýn maddî bir ivazla, bir para ile telâfisine çalýþýlmasý meselesi hukukçular arasýnda muhtelif mütalâalarýn tecellisine sebep olmuþtur.
Manevî zararlara maddî ivazlarýn tekabül edemiyeceðini nazara alan bir kýsým erbabý hukuk, bu kabil zararlarýn maddî ivazlarla karþýlanmasýna cevaz vermemektedirler. Bu cihetle bazý milletlerin medenî kanunlarý manevî zararlarýn tazminine ait hükümleri ihtiva etmemektedir.
Diðer bir kýsým hukuk mütehassýslarý ise manevî zararlarýn da maddî tazminat ile tazmin ve tehvini cihetini iltizam etmektedirler. Bunun içindir ki´ garp kanunlarýnýn ekserisinde manevî zararlarýn maddî bir mal ile telâfisi esasen kabul edilmiþtir.
Þu kadar var ki bu tazminat þekli mahdut hâdiselere hasredilmiþ, bunun sahasý pek o kadar tevsi edilmemiþtir.
îþte islâm Hukuku da manevî zarar addedilebilecek her hâdisenin maddî bir ivazla karþýlanmasýný vâsi bir mikyasta kabul etmemiþ olmakla beraber bazý mühim hâdiselerde bu esasý kabul etmiþ, hele cismanî zararlarla müterafýk olan manevî zararlarda bu usulü daha ziyade iltizam eylemiþtir.
Aþaðýdaki mukayeseli hususatý, bu esasa teferrü eden nýesailden addedebiliriz :
1 - Bazý garpmedenî kanunlarýna nazaran kasden veya hata tarikiie öldürülmüþ olan bir þahsýn efradý ailesi veya muayyen bir derecei karabette bulunan akrabasý katilden manevî tazminat namile bir miktarmeblâð istemek hakkýna maliktirler. Bu meblâð; o kimselerin katil sebebiie maruz kaldýklarý muinsizÝikten mütehassýl ihtiyacý tadile, veya sevgili bir fertlerinin ziyamdan mütevellit elemlerini teskine medar addedilmektedir.
Netekim Türk Borçlar Kanununun 47 inci maddesinde de: «Hâkim hususî halleri nazara alarak cismanî zarara duçar olan kimseye yahut öldüðü takdirde ölünün ailesine manevî zarar namile adalete muvafýk tazminat verilmesine karar verebilir.» denilmektedir.
I§te bu esas islâm Hukukunda da ötedenberi mevcuttur. Þöyle ki; Kýsasý müstelzim katillerden maada bigayri hakkýn vukubulan herhangi bir katil hâdisesinden dolayý maktulün veresesine verilmek üzere katilden diyet namile muayyen miktar nakdî tazminat istifa olunur. Velev ki bu veresenin maktule derecei karabetleri uzak bulunsun. Hattâ maktulün veresesi bulunmadýðý tak dirde bu tazminat, efradýndan birini kaybetmiþ ve bu yüzden bir nevi sarsýlmýþ olan içtimaî heyete ait olmak üzere hazinei Devlet namýna istifa olunur da masum bir þahsýn bigayri hakkýn hedrolup gitmesine meydan verilmiþ olmaz .[42]
islâm Hukukunda bazý ölüm hâdiseleri daha vardýr ki bunlardan dolayý da tazminat itasý icabetmektedir.
Ezcümle Fýkhý Hambelîde deniliyor ki: Mekûlât veya meþrubattan bir þeye muztar kalan bir kimse, muztar bulunmayan bir þahsa müracaat ettiði halde zarureti is´af edilmediðinden dolayý ölecek olsa o þahýs tazminat itasýna mahkûm olur.
Kezaük her kim bir kimseyi bir mehlekeden kurtarmaya muktedir olduðu halde kurtarmayarak lâkayit bulunsa üzerine tazminat itasý lâzýmgelir.
Kezalik bir þahýs bir kimsenin muhtaç olduðu mekûlât veya meþrubatý, yahut nefsini sail hayvanlara karþý müdafaa edeceði silâhýný alýp ta bu yüzden o kimsenin telefine sebebiyet vermiþ olsa diyetini tazmine mecbur olur.
Keza bir kimseyi bir veçhile korkutarak bir arýzaya uðratmýþ olan þahýs, bu hareketinden dolayý o kimseye tazminat itasile mükellef bulunur.
Kezalik yüklü bir kadým rayihasýndan müteezzi olacaðý malîftn bulunan bir taamýn veya kibrit kütlesi gibi bir maddenin yanýnda tevkif eden þahýs, o kadýnýn veya hamlinin bu yüzden telef olmasý takdirinde tezminat itasýna tâbi tutulur.[43]
2 - Bazý garp kanunlarý manevî tazminatý sýhhatle alâkadar olan hâdiselere de teþmil etmiþtir.
î§te islâm Hukukunda bu cihet de nazarý içtihada alýnmýþ, sýhhati velev muvakkaten -ihlâl- eden hâdiselerden dolayý nakdî tazminat itasýna kail olan müçtebitler bulunmuþtur.
Ezcümle Fikhi Malikîde deniliyor ki: Bir þahsýn amd veya hata tarikile ika ettiði münakkile, âmme, darnýga ve caife denilen yaralardan dolayý mecruha diyet namile bir miktar tazminat vermesi icabeder. Velevki yara bir ayýp, bir çirkinlik eseri býrakmaksýzýn tamamen iltiyam kesbetmiþ olsun.[44]
Demek ki mecruh, sýhhatinin bir müddet muhtel olduðundan veya bir miktar elem çektiðinden dolayý bu tazmine müstahýk oluyor.
3 - Bazý garp kanunlarýnda hüsn-ü cemalin ihlâl edilmesinden meselâ çehrenin güzelliðini giderecek olan bir arýzanýn ika edilmiþ bulunmasýndan dolayý da mütecavizden manevî tazminat namile bir miktar akçe alýnmasý tecvîz% edilmiþtir.
iþte islâm Hukukunda bu kabil tazminat dahi kabul edilmiþ bulunmaktadýr. Þöyle ki: Bir þahýs bir kimsenin meselâ bir týrnaðýný çýkarýp ta onun yerine ayýplý bir týrnak gelecek olsa o þahýs üzerine hükümeti adil tarikile zaman lâzým gelir.[45]
Kezalik bir þahýsbir erkeðin veya bir kadýnýn saçlarýný kýsmen veya tamamen yolup ta bir sene içinde yerlerine saç gelmiyerek bu yüzden hüsn-ü cemalini ihlâl eden bir arýza husule gelmiþ bulunsa mütecavizden diyet namile tazminat olarak miktarý muayyen bir meblâð istifa olunur.[46]
4 - Garp kanunlarýnýn bazýlarýnda bir kýsým niþanlarýn bozulmasýndan veya boþama hâdiselerinden dolayý mutazarrýr olan taraf için diðer taraftan bir miktar tazminat istifasý esasý da kabul edilmiþtir.
iþte islâm Hukukunda bu esas da kýsmen mevcut bulunmaktadýr. Þöyle ki: Bir kadýnla evlenen bir erkek o kadým gerek zifaftan evvel ve gerek sonra boþayacak olsa kendisine müt´a veya mihir namile tazminat olarak bir miktar mal vermeðe mecbur olur. Velevki mihir namile evvelce bir þey tesmiye edilmiþ olmasýn.[47]
Demek ki kadýnýn boþanma yüzünden uðrayacaðý maddî, manevî zararlar bu veçhile tamir edilmiþ oluyor.
5 - Bütün erbabý hukukça müsellem olduðu üzere cebren veya iðfal ile veya sair gayri muhik bir sebeple vukua gelen izalei bikir hâdiselerinde hem de manevî zararlar mevcuttur.
Binaenaleyh garp kanunlarýnýn bazýlarý bu kabil zararlarýn telâfisi, tamiri lüzumunu gösterir maddeleri ihtiva etmektedir.
iþte islâm Hukuku bu kabil hâdiseleri de etrafile nazarý itinaya almýþ, bu hususta bir çok ahkâmý muhtevi bulunmuþtur.
Ezcümle fýkýh kitaplarýnda deniliyor ki: Bir akid veya mülk þüphesine mebni kendisine gayrý meþru mukarenet vukubulan bir kýz veya dul bir kadýn için ukr veya mihri misil namile tazminat olarak bir miktar mal verilmesi ica-bedur.
Kezalik taþ ile ve bu gibi bir þey ile bikri izale edilen kýza mihri misil namile tazminat olarak bir miktar meblâð itasý lâzým gelir.
Keza bir kimse menkûhesi olmayan bir kýzý itip düþürmekle bekâretinin zail Olmasýna sebebiyet verse onun mihri mislini zamin olur.[48]
Bütün bunlar maddî zararlar ile müterafýk olan manevî zararlarýn telâfisi gayesini istihdaf etmekte bulunmuþtur.
6 - Garp hukukçularýnca manevî zararlara sebebiyet veren kimselerden hükümet namýna bir miktar meblâð alýnmasý ve mahkeme masraflarýnýn da kendilerine yükletiimesi bu nevi tazminattan addedilmiþtir.
islâm Hukukuna gelince esasen müçtehitler baþkasýnýn hukukuna tecavüz eden ve bu sebeple tedip ve takbihe müstahýk olan eþhastan tazir maksadile bir miktar meblâð alýnmasýný savap görmemiþlerdir.
Bu zevata göre bu usulün kabul edilmesi bir çok suiistimallere sebep olacak, ve nâsm mallarýna bir takým insafsýz kimselerin musallat olmasýna imkân verecektir.
Ancak Hanefî müçtehitlerinden olup kadlkuzat bulunan ve bu cihetle adliye icabatýný daha yakýndan takdir ve tatbika salâhiyettar olan imam Yusuf, bu gibi bazý eþhastan tazir ve tedip maksadile bir miktar meblâð alýnabilmesini tecviz etmiþtir.
Bazý fükahamn beyanýna nazaran bu gibi mücrimlerden alýnacak bu kabil akçalar hükümetçe tevkif edilir, mücrim ýslahý hal ettiði takdirde kendisine iade olunur, etmediði takdirde hâkimin münasip göreceði cihete sarf edilir .[49]
Hâsýlý, nâsý mutazarrýr eden bazý mütecavizlerden alýnacak bu gibi akçeler, mutazarrýrýn teþfiyei sadrýna, teskini teessürüne hadim olabileceði cihetle bir nevi manevî tazminat mahiyetinde görülebilir.
7 - Garp hukukçularýnýn bir kýsmý, bir kimsenin bigayri hakkýn uðrayacaðý bir elem ve kederden dolayý mütecavizden tazminat olarak bir miktar meblâð istiyebüeceðini dermeyan etmiþlerdir. Hattâ bu hususa dair bir kýsým medenî kanunlarda bazýhükümler de mevcuttur.
islâm Hukukunca bu cihet te nazara alýnmýþtýr. Þöyle ki: Meselâ bir tecavüze uðrayarak baþý veya sair bir uzvu yaralanmýþ olan bir kimsenin bu yarasý tamamen kapanýp hiç bir eseri kalmamýþ olsa dahi bu hâdiseden dolayý carihten tazminat olarak bir miktar meblâð istiyebilmesi HanefîlerÝn büyük müçtehitlerinden olan imam Yusufun içtihadýna tevafuk etmektedir.
Müþarünileyhin bu içtihadýna göre mademki o kimse haksýz yere uðradýðý bir tecavüz sebebile bir müddet elem ve kedere maruz kalmýþtýr. Artýk bundan dolayý ehli vukufun tayin edeceði bir miktar meblâða müstahýk olmalýdýr, buna «hükümeti elem» denir ki acý parasý veya ivaz olarak ehli hýbrenin usulü dairesinde tayin edecekleri bir tazminat demektir.[50]
imam Yusufun bu içtihadý. Maliki müçtehitlerinin yukarýda yazdýðýmýz reylerine de tevafuk etmektedir.
Sair Hanefî müçtehitlerine göre mecruhun yarasý iltiyam bulun ta cerah-haten eser kalmazsa carihe diyet veya hükümeti adil lâzým gelmez. Fakat mecruh o cerhten naþi bir müddet sahibi firaþ ve kesipten âciz olarak tabibe müracaat etmiþ, ilâç almýþ bulunursa o müddete ait nafakasý ve doktor ile ilâ cin ecri mislini carihten alabilir [51]
Mütecavizi tedib suretile mütezarrtnn tazminine çalýþýlmasý :
Manevî zararlardan dolayý icabeden tazminatýn bir þekli de zecr ve tedip tariki olarak kabul edilebilir. Çünkü bu nevi tazminatýn her vakit para ile istifasý muvafýk olamaz. Yukarýda da arzedildiði gibi bazý garp hukukçularý da bu kabil tazminatýn para ile yapýlmasýný esasen muvafýk görmemiþlerdir. Bunlar, ihlâl edilen bir þeref ve haysiyetin para gibi maddî bir ivaz ile tazmin edilmesinin izzeti nefse münafi, þerefi þahsîyi tenzile badi, ve çok kere gayri ahlâkî hareketlere saik olabileceðini dermeyan etmiþlerdir.
Filhakika ihlâl edilen bir þeref ve haysiyet hiç bir zaman bir miktar para istifasile telâfi edilmiþ olamaz. Manevî zararlardan dolayý daima para ile tazminat tarikine gidilmesi çok kere suiistimallere kapý açabilir, bir takým mü-temevvil mütecavizlere cüretbahþ olabilir.
Binaenaleyh para ile olan tazminatýn mahdut hâdiselere inhisarý hikmeti hukuk bakýmýndan pek muvafýk görülmektedir. Bu cihetledir ki islâm Hukukunda da para ile tazminat tarikine pek o kadar vüsat verilmemiþ, þahsî ve içtimaî mühim tesirleri mutazammýn olan bir kýsým manevî zararlardan dola yi zecr ve tedip tarikile bir nevi tazminat þekli iltizam edilmiþtir. Netekim kazf hâdiselerinde bu tarika tevessül olunmaktadýr.
Þöyle ki: Afif, matlup evsafý haiz bir zata gayri meþru bir mukareneti cinsiye isnadý onun þerefini pek ziyade sarsacak, içtimaî hayatýna büyük bir suikasd teþkil edecek bir cürümdür, bir tecavüzdür.
Þüphe yok ki bir kimseyi gayrý meþru mukarenetlerle þaibedar göstermek, o kimseyi içinde yaþadýðý cemiyetin nezaheti hayatýna tecavüz etmiþ, cemiyet arasýnda gayri meþru uzuvlarýn türeyebilmesine sebebiyet vermiþ, insaniyetin en kudsî haklarýný ayaklar altýna almýþ bir cani gibi halka teþhir etmek demektir.
Artýk bu kadar aðýr bir töhmet altýnda kalmýþ olan bir bigünah kimsenin teessüratmý tadil, manevî zararlarýný tamir için para kâfi deðildir.
Binaenaleyh böyle bir isnada mücasir olan eþhas hakkýnda miktarý ve keyfiyeti muayyen bir darp usulü caridir ki buna «haddi kazf» denilmektedir. Bu suretle mütecavizin kizbi meydana çýkarýlmýþ, maðdurun pek ziyade rencide olan hissiyatý kâfi derecede tamir ve tatmin edilmiþ olur.
Hattâ bu isnat o kadar aðýrdýr ki afif, evsafý lâzimeyi haiz bir müteveffa hakkýnda vaki olacak olan böyle bir isnattan dolayý onun usul ye füruunun mahkemeye müracaatla mütecaviz aleyhinde zecr ve tedip muamelesinin yapýlmasýný talebe haklarý vardýr.
Filvaki bunlar kendi baba veya evlâtlarýna isnat edilen bu faziha yüzün den müteellim olmuþ, neseplerine sürülmek istenilen lekeden arlanmýþ olacaklarý cihetle kendilerini hissettikleri elemden, hicaptan kurtarmak için böyle bir talebe müstahaktýrlar.
Þu kadar var ki böyle bir isnada uðrayan kimselerin hakimane, afivkâra-ne bir vaziyet alarak lüzumu kat´î görülmedikçe hâdiseyi mahkemelere düþürmemeleri islâm Hukukunca mültezem ve þayaný tavsiye görülmektedir. Çünkü bir þeyin þüyuu vukuundan daha þenidir. Binaenaleyh mümkün olduðu kadar bu gibi hâdiselerin þuyuuna meydan vermemelidir.
Þunu da ilâve edelim ki usul ve füruun bu tazminatý talebe istihkaklarý, veraset ve intikal tarikile olmayýp bizzat kendilerine Ýâhýk olacak olan bir arý defi için resen ve bidayeten sabit bulunmaktadýr. Bunun içindir ki bir gayri müslim, müslim olan usul ve füruuna varis olamadýðý halde bunlardan birinin nhakkýnda vefatlarýndan sonra vukubulacak olan kaziften dolayý arzolunduðu veçhile kazifin tedibini istemek hakkýna malik bulunur .[52]
islâm Hukukunda yalnýz böyle kazif suretile olan isnatlar deðil, nisbeten pek hafif isnatlar, hakaret âmiz tefevvühler, hattâ müstehziyane bakýþlar bile, bunlardan hissiyatý rencide olan kimselerin müracaatý takdirinde mücasir-leri hakkýnda zecr ve tedibi müstelzim olabilir. Bu tedip ise eþhasa, ahvale göre haps ile, darp ile, tekdir ve tevbih ile yapýlabilir.[53]
Vakýa hapis ve darp þekilleri tazminden ziyade bir ceza mahiyetinde görülebilir. Fakat bu hadiselerde mahkemelerin iþe vaziyet edebilmesi mutazarrýrlarýn müracaatýna baðlý olduðu ve mutazarrýrlarýn bu gibi hâdiseleri afiv ile karþýlayabilecekleri cihetle þahsî hukuka taallûk eden bu hâdiselerin müstelzim olduðu hapis ve darbýn cezadan ziyade, mutazarrýrlarý tatmin edici birer manevî tazmin mahiyetinde telâkki edilmesi daha muvafýk olsa gerektir.[54]
Tecavüzün tazir suretile takbih edilmesi :
Manevî zararlarýn tamir ve teskini hususunda mahkeme tarafýndan mütecaviz hakkýnda verilecek bir takbih kararý da bir nevi tazminattan madut görülmektedir.
iþte islâm Hukukunda bu nevi tazmin þekli de mevcuttur. Þöyle ki: Bir-zat hakkýnda hakaretâmiz yazý yazmýþ, veya lâkýrdý söylemiþ olan þahsý, mutazarrýrýn müracaati üzerine haline münasip bir veçhile hâkim tekdir eder, yazdýðý þeyin, veya söylediði sözlerin meselâ ahlâka, umumî adaba muvafýk olmadýðýný kendisine ihtar ile hareketini takbih edebilir. Böyle bir muamele ise þüphe yok ki mutazarrýrýn teessürünü teskine, manevî zararým tamire hizmetten halî deðildir.
Fýkýh kitaplarýnýn tazirata müteallik mesaili, bu kýsým ahkâmý ihtiva etmektedir. [55]
Haksýzlýðýn teþhiri ve mahv-ü ýslahý :
Manevî zararlarýn tazmini þekillerinden biri de vukubulan haksýzlýðýn teþhiri, mahiv ve ýslah edilmesi usulüdür.
Meselâ : Bir kimse aleyhine kullanýlan muzir, müzevver yazýlarýn, mahkeme kararile mahiv veya tashihi, mücasirinin teþhir edilmesi bu kabilden dir.
îþte Ýslâm Hukukunda bu nevi tazminat þekli de mevcuttur, Ezcümle tez vir yoluyla vücude getirilmiþ olan hüccetler, vesikalar, yazýlar mahvedilerek bunlarýn mücasirleri hakkýnda tazir muamelesi yapýlýr.[56] Bu mahiv ve ta zir ise mutazarrýrý maddî ve manevî zararlardan vikaye edeceði cihetle þüphe yok ki bir nevi tazmin sayýlabilir.
Bir kimse aleyhine yalan yere ihbar ve þehadette bulunmuþ olanlarýn mahkeme kararile teþhir edilmesi bu cümledendir. [57]
Mutazarrýrýn mütecavize bilmukabele cevap vermesi :
Manevî zararlara ait tazminat þekillerinden biri de mutazarrýrýn mütecavize bilmukabele cevap vermek hakkýna malikiy etidir.
Filhakika bir kimsenin aleyhine söylenilen sözlere veya yazýlan yazýlara cevap vermeðe salâhiyettar olmasý, hukukunu siyanet ve müdafaaya hadim olacaðý cihetle tazminattan madut olabilir.
islâm Hukukuna gelince onda da bu usulün esasen kabul edilmiþ olduðunu görmekteyiz.
Ezcümle hakkýnda fena lâkýrdýlar söylenilen kimse mütecavize karþý ayni veçhile mukabelede bulunabilir.
«Hakaret reddolunur muhayyerdir.
Meselâ : Kendisine fasik, facir, hain veya habis denilen kimse bu hakareti: «Belki sensin» diye mütecavize reddedebilir.
Maahaza islâm Hukuku, mücasirleri hakkýnda tedip ve takbihi müstelzira olan bu gibi lâkýrdýlara maruz kalan kimsenin bu veçhile mukabelede bulunmasýný savap görmemektedir.
Bu gibi seb ve þetimden madut sözlerden dolayý tazir suretile tazminat istihsali için mahkemeye müracaat edilebilir.[58]
Manevî tazminatýn ferað ve Ýntikali kabil olup olmamasý :
Garp hukukçularýna göre manevî zararlara ait tazminat þahsî olup kabili ferað ve intikal deðildir. Bunlarda ferað, veraset cari olmaz, islâm Hukukund aise bu mesele muhtacý izahtýr.
Þöyle ki manevî tazminat kabilinden sayýlacak þeyler Ýslâm Hukukunca da alelekser þahsî olup kabili intikal deðildir.
Meselâ almýþ olduðu carihadan dolayý tazminat dâvasý açmamýþ olan bir kimse müteakiben baþka bir arýza Ýle vefat edecek olsa artýk veresesi o cerihadan dolayý carihten tazminat talep edemez.
Kezalik bir þahýs kendi hakkýnda vukubulan kazaftan dolayý henüz dâva ikâme etmeden ölecek olsa artýk veresesi kazif aleyhine dâva açamaz.[59]
Bu meselelerde manevî tazminatýn kabili intikal olmadýðý görüldüðü gibi bunun kabili devr-ü ferað olmadýðý da anlaþýlmýþ oluyor.
Fakat bu neviden sayýlacak bazý tazminat da vardýr ki onlar vereseye intikal etmektedir.
Meselâ : Maktulün veresesine verilecek olan diyetler bu cümledendir. Çünkü bu diyet, maktulün sair emvali gibi terekesinden sayýlýr, bundan evvelâ borçlarý verilir, vasiyeti varsa tenfiz edilir, sonra mütebaki kýsmý veresesine ait olur.[60]
Kezalik þüphe ile bikri izale edilen bir kýza mihri mislî miktarý verilecek olan tazminat ta veresesine intikal eder.
Boþanýlan kadýna verilecek olan tazminat ta böyle.
Bu hâdiselerdeki manevî zararlar, maddî zararlar ile daha ziyade müte-rafýk bir halde bulunduðundan bunlardan dolayý icabeden tazminatýn vereseye intikali hikmeti hukuk bakýmýndan þüphe yok ki pek muvafýktýr.[61]
Manevi tazminatýn kabili haciz olup olmadýðý :
Garp hukukuna nazaran manevî zararlardan münbais tazminat, kabili haciz de deðildir. islâm Hukukuna gelince bu kabil tazminatýn haczedilip edilemiyeceði ca-yi izahtýr.
Þöyle ki: Bir kýsým tazminat vardýr ki bunlar mutazarrýr tarafýndan af ve terk edilebileceði cihetle kablettahsil haczedilemez. Hükümeti adil tarikile ah nacak olan bir kýsým tazminat gibi.
Fakat diðer bir takým tazminat ta vardýr ki bunlar mutazarrýrýn tahakkuk etmiþ emvali mesabesinde bulunduðundan haczedilebüir. Maktulün veresesine verilecek diyet gibi. Bunun evvelâ maktule ait olduðu, sonra temsil ve halefi-yet tarikile veresesine intikal eylediði kabul edildiðinden bunun alacaklýlar tarafýndan feczedilebümesi Ýktiza eder. Netekim bu meseleye yukarýda da iþaret etmiþ bulunuyoruz. [62]
Manevî tazminatýn miktarýný tayin etmek salâhiyeti :
Garp hukukçularýna ve kanunlarýna göre manevî tazminatýn miktarýný tayin salâhiyeti hâkime aittir. Bu tazminatýn azamî ve asgarî hadleri kanunlarda tayin edilmeyip bunlarýn takdir ve tayini hâkimlerin reylerine býrakýlmýþtýr;
islâm hukukuna gelince bu kabilden sayýlacak olan tazminat iki kýsma ay-rýlir. Þöyle ki: Eðer ika edilen manevî zararlarýn mahiyeti esasen herkes hak kýnda müttehit ise bunlardan dolayý icabeden tazminat miktarý, hâkimin reyine muhavvel olmayýp resen muayyen bulunmaktadýr. Katilden dolayý icabetten diyet, kazýftan naþi lâzým gelen darp miktarý gibi.
Cemiyet efrat ve sýnýflarý arasýnda hikmet ve maslahat, adalet ve müsavat umdelerine bihakkýn riayet edilmesi bu tazminatýn muayyen olmasýný istilzam etmektedir.
Fakat tazminat, eþhasa, þerait ve evsafa göre tebeddül edecek mahiyette ise bu halde bunun miktarýný tayin, hâkimin reyine, ehli vukufun takdirine muhavvel bulunmuþtur. Mihir suretile veya hükümeti adil tarikile verilmesi icabeden bir kýsým tazminat gibi.
Fýkýh kitaplarýnda diyet manâsýnda olan erj mefhumumýn ersi mukadder, ergi gayrý mukadder diye iki kýsma ayrýldýðý da malûmdur. [63]
Manevî tazminatýn cezadan madud olup olmamasý :
Garp hukukçularýnýn beyanýna nazaran manevî zararlara ait tazminatýn mahiyeti hakkýnda üç noktai nazar vardýr.
1 - (Bu tazminat, cezadan maduttur.
2 - Bu tazminat, mütecasirin haksýzlýðýnýn bir remzidir.
3 - Bu tazminat, husule gelen zararlarýn bir dereceye kadar telâfi ve tamiri demektir.
islâm Hukukuna gelince bu nevi tazminatýn bir kýsmý yalnýz vücuda gelen zararlarý telâfi maksadýna matuftur. Boþanmadan dolayý verilmesi lâzým gelen mihir namýndaki tazminat gibi.
Diðer bir kýsmý da min veçhin cezadan madut, mütecavizin haksýzlýðýna iþareti mutazamm, min veçhin de zararlarýn- telâfi ve tamiri gayesini muhtevidir. Netekim kaziften dolayý istifa edilen manevî tazminat bu cihetleri ihtiva etmektedir. Çünkü böyle bir tazmin ile hem mütecavize ceza verilmiþ, kendisinin haksýzlýðý Cemiyet arasýnda teþhir edilmiþ, hem de mutazarrýrýn þeref ve haysiyeti himaye edilerek bu veçhile zararý tamire, teessürü tadile çalýþýlmýþ oluyor.
Keza verilecek diyetlerde de bu iki noktai nazar mevcuttur. Büyük fuka-hadan Þemsüddin Serehsi´nin beyanýna göre bir kere kýsas, diyet gibi þeylerin meþruiyeti zecir ve men´i hikmetim mutazammýndýr. Ýnsanlarýn ekserisi yalnýz uhrevî bir ukubet düþüncesile deðil, belki âcil bir ukubet korkusu ile memnu þeylerden münzecir olurlar. Sonra diyet, nefsin bir misli deðil, bir bedeli, bir zamanýdýr. Vakýa cürüm ile ceza arasýnda bir mümaselet aranýr. Bu cihetledir ki amden vuku bulan katilden dolayý kýsas Iâzýmgelir. Fakat hata tariki ile olan katilde´bu mümaseleti tatbika imkân yoktur. Çünkü bu mümaselet ukubetin son mertebesidir, hatî, ise mazurdur, iâkin beri taraftan maktulün nefsi de muhteremdir. Bu hürmeti hangi bir þahsýn hatasý iskat edemez. Binaena leyh masum bir nefsin büsbütün heder olup gitmekten sýyaneti, katilin de ihtiyatsýz hareketinden dolayý cezalandýrýlmasý için bir diyet itasý icap etmektedir.
iþte bu ifadelerden de anlaþýlýyor ki, islâm hukukçularý böyle diyet ve saire namý ile verilen þeyleri minveçhin tazminat, minveçhin de bir ceza telâkki etmiþlerdir.
Maamafih bu nevi tazminatýn mahiyeti, hikmeti hukukiyesi hakkýndaki bu muhtelif mkatý nazar,, telâkkiye göre birer emri itibarî sayýlabilir. Ve bu nazar noktalarýnýn herhangi bir tazmin þeklinde içtimai da kabil görülebilir. Bununla beraber bütün bu nazariyat ve mütalâatýn kabili tenkit ye müdafaa olduðunda da þüphe edilemez. ´
Ömer Nasuhl Bilmen
«Hukuki Ýslâmiyye ve Istýlahat
Fýkhiyye» Kamusu için neler yazmýþlardý[64]
«HUKUKÝ ÝSLAM! YY E VE ISTILAH ATÝ FIKHÝYYE KAMUSU» NUN TEMÝN EDECEÐÝ BÜYÜK FAYDALAR
Hak ve adaletin en büyük ve feyizli kaynaklarýndan olan îslâm hukuki asýrlarca en medenî milletlerin ihtiyaçlarýna cevap verdiði halde bugün mukayeseli hukuk sahasýnda lâyýk olduðu yeri alamamýþ bulunmaktadýr. Roma hu kuku, kaidelerinin zaman ve devlet þekilleri içinde geçirdiði istihale ve haya-týn zaruretlerine intibak bakýmýndan, ilim âleminde büyük bir kýymet arzettiði halde Ýslâm hukukunun; ayný istihaleleri geçirmiþ, hayat þartlarý birbirinden farklý ve ayrý yarý medeniyetlere sahip olan Türk, Arap, Iran, Hint gibi müteaddit islâm milletlerinin içtimaî bünyelerine uymuþ ve ihtiyaçlarýna cevap vermiþ olmasýna ve bugün de içinde adalet ve faziletin en esaslý hükümleri saklý bulunmasýna raðmen mukayeseli hukuk sahasýnda ve hukukun tekâmülünde bugün bir rolü bulunmamasý hukuk ilmi namýna esefle karþýlanmak ica-beder.
Bugün îslâm hukuku esaslarýnýn meydana konmasý, bunlarýn ehemmiyet ve kýymetlerinin dünya hukuk âlemi ve ilmi içinde belirtilmesi bu ilmin inki safý bakýmýndan büyük bir hizmet olacaktýr; çünkü islâm hukuku üzerinde mukayeseli hukuk kaide ve usulleri dahilinde yapýlacak tetkikler bir taraftan bu hukukun ehemmiyetini meydana koyacak bir taraftan da birçok meselelerde cemiyetin en âdil hareket kaidelerini bulmaða yardým edecektir.
Mazide islâm hukukunun geliþmesinde ve hâdiselere tatbikinde büyük hizmetleri dokunmuþ olan Türk hukukçularýna bugün de bu hukukun zaman kýymet hükümleri dahilinde tetkik ve izahý vazifesi düþmektedir. Fakat bu mühim iþe baþlamak için seleflerimizin bir bahr-i bîpâyan diye tavsif ettikleri fýkýh ilmini, îslâm hukukunu bütün incelikleriyle ortaya koymak lâzýmdýr.
Asýrlar ve kýtalar içinde, milletler ve medeniyetler arasýnda yayýlmýþ muazzam bir hukuk manzumesini bugünkü nesillerin anlayabileceði bir þekilde ve toplu olarak ortaya koymak her ilim ve hukuk adamýnýn yapabileceði bir ÝÞ deðildir. Deðerli âlimimiz ve Müftümüz Ömer Nasuhi Bilmen büyük bir bilgi ve ihatanýn, yorulmak bilmez bir mesainin mahsulü olan bu kýymetli eserleriyle bu çok güç Ýþi baþarmýþ bulunuyorlar. Bugünün ve yarýnýn hukukçularý orijinal mukayeseli hukuk tetkiklerine, kanun vazýlarý hazýrhyacaklarý kanunlara esas olacak bilgileribu deðerli eserde bulacaklardýr. Bu kitapla Türk Hu kuk edebiyatý kýymetli bir eser kazanmýþ bulunuyor. Üniversite böyle bir eseri neþriyatý arasýnda görmekle büyük bir haz ve memnuniyet duymaktadýr. Eserin fazýl müellifini bu büyük baþarýsýndan dolayý tebrik ederken bu eserleriyle biz hukukçulara yapmýþ olduklarý kýymetli yardýmlarýndan dolayý þükranlarýmý sunmaðý da bir borç sayýyorum. [65]
Ýstanbul Üniversitesi Rektörü
Ord. Prof. Dr. Sýddýk Sami ONAR
«HUKUKÝ ISLAMÝYYE VE IST1LAHATI FIKHÝYYE KAMUSU» YAYINLANIRKEN
Millî medeniyet, bir bakýma, millî olanla yabancý olan her nevi kýymetlerin ve müesseselerin devamlý ve þuurlu bir surette millî icaplara göre telif ve terkip edilmesi yolu ile bir milletin hayatýnda teessüs eyliyen tarihî devamlýlýktan ibarettir. Milletlere, insanlýk camiasý içinde, hususî hüviyetlerini kazandýran bu tarihî devamlýlýk vakýasý, kaynaðýný millî mazinin derinliklerinden alarak istikbale yönelen millî hayat hamlesinin ifadesidir. Milletlerin medeni yet seviyeleri ve yaþama kabiliyetleri bu hayat hamlesinin kuvvet ve istimrarý ile mütenasiptir.
Bu zaviyeden bakýldýðý zaman, millî tarihimizin baþka milletlerin tarihinde rastlanmýyan çok dikkate deðer bir vasýf taþýdýðý görülür. Bilhassa Atatürk inkýlâbý ile tarihimizin seyrinde vukua gelen bariz deðiþiklik ve tarihi devamlýlýðýmýzda hâsýl olan sarsýntý düþündürücü bir keyfiyettir.
Millî hayat hamlemizin Þarktan Garba sert ve kat´î bir hareketle yönelmesinden ileri gelen bu sarsýntý bir tarihî ânýn doðurduðu bir arýza olmaktan ziyade Tanzimattanberi baþlamýþ olan önüne geçilmez tekâmülün bir neticesi sayýlmak icab eder.
Filhakika, memleketimizin yüz þu kadar senedenberi Garpla Sarkýn bir mücadele sahnesi oldu. Bu mücadele Þarkýn eski medeniyet kuvvetlerinden yýpranmýþ olanlarýn Garbýn zinde kültür ve teknik kuvvetleri önünde ergeç hezimete uðramasý tabiî idi ve, esas itibariyle, matlûp olan da bu idi. Fakat itiraf etmek lâzýmdýr ki, bu çarpýþmayý uzun yýllardanberi sevk ve idare eden bir avuç münevver zümresi de, çarpýþmaya ekseriya mütevekkilâne seyirci kalan büyük halk kitlelerimiz de çok. kere hatalý bir düþünüþe kapýldýlar. Umumiyetle zannedildi ki, Türk milleti Þarkla Garp arasýnda mutlaka kat´î bir tercih yapmak, birbirine zýd ve hattâ düþman sanýlan bu medeniyetlerden birini bütünü ile kayýtsýz, þartsýz kabul etmek, diðerini ise toptan ve kayýtsýz, þartsýz red ve inkâr etmek mecburiyetindedir. Bu düþünüþ, eski bir medeniyet patri-muvanýna sahip olan Türk cemiyetinde her iki istikametten gelen tesirlerin birbirini toptan ve tamamen ifna etmesinin imkânsýzlýðýna binaen, telâkkilerimizde ve müesseselerimizde hâlâ devam eden Þark-Garp ikiliðine sebep ol du.
Halbuki karþýlýklý nüfuz ve tesirlere her devirden fazla tâbi bulunan bir medeniyet dünyasýnda böyle bir düþünüþün sakatlýðý aþikârdý; doðru olan Garbýn iyisini almak, Þarkýn iyisini yaþatmak ve bunlarý, millî zaruretlere göre, telif ve terkip etmekti. Aksi kanaatte bulunanlar böyle bir ayýklamanýn ve ter kibin zorluðunu, hattâ imkânsýzlýðýný her vesile ile ileri sürerek bir çeþit fatalizme düþtüler. Maahaza iddialarýnda hakikat payý yok deðildi. Garba kapýlarýmýzý alabildiðine açtýktan sonra oradan gelecek iyi, kötü muhtelif tesirler ve müesseseler bir nevi gümrük muayenesine tâbi tutulmazdý. Lâkin asýl mesele baþka idi. Asýl mesele, kanaatimizce, Garp-Þark probleminin ötedenberi vazedilip tarzýnda, Garpla Þarkýn gerek beþerî, gerekse millî zemin üzerinde, birbirini tamamliyabileceklerine, birbiri ile, hiç deðilse bazý noktalarda, kayna-þabileceklerine inanmamakta idi. Bu inanmamazlýk memleketimizin ve milletimizin tarihî ve coðrafî realitelerine nazaran, büyük bir hata idi ve çok uzun yýUardanberi için çýrpýnýp durduðumuz intikal devresinin ve onun doðurduðu maddî ve manevî buhranlarýn devam edip gitmesine meydan verecek mahiyette idi.
Atatürk inkýlâbý ile kapalý ve eskimiþ bir Þark camiasý olmaktan kurtulan ve Garptan gelen her þeye bilâtefrik, bol boî yer veren Türk milleti, ciddî bir ayarlama ve müvazelendirme devrine girmiþ bulunmaktadýr. Bundan sonra, Þark-Garp problemini Þark veya Garp Ýehine mutaassýp taraftarlýktan sýyrýlarak vazetmemiz lâzýmdýr. Artýk baþarýlan inkýlâplarýn saðlam temelleri üzerinde muhtelif medeniyet ve kültür çevrelerinden gelen tesirlere þuurlu bir þekilde açýk, onlarý þekilden ziyade ruh ve esasa yönelterek millî þartlarýmýzla en makul tarzda telif ve terkibe muktedir, kendisi ve insanlýk camiasý hakkýndaki vazifelerini daha fazla müdrik, olgun, köklü bir millet haysiyetiyle hareket etmek mükellefi ye tindeyiz. Varlýðýmýzýn temeli ve dinamizm mânâsýný ifade eden inkýlâpçýlýðýmýzýn rehberi olmak gereken liberal ve uyanýk bir tarihi devamlýlýk þuurunun Ýîk þartý her iyi, doðru ve güzel olan yeniye de, eskiye de ayný derecede saygý göstermektir.
Son zamanlarda müþahede etmekte bulunduðumuz bazý fikir hareketleri ve teþebbüsler bize bu karakterde bir tarihî devamlýlýk þuurunun canlanmaða baþladýðýný ifade eder gibi görünüyor. Milli benligimiza mal olmuþ bulunan islâmî terbiyenin, lâyýk umdeler titizlikle korunmak þartiyle, ailede ve mek tepde kuvvetlendirilmesi ceryaný, Ankara Üniversitesinde bir ilahiyat Fakültesinin açýlmasý kararý, istanbul Hukuk Fakültesinde bir Mukayeseli Hukuk Enstitüsünün kurulmasý, yine istanbul Hukuk Fakültesinde bir Türk ve islâm Hukuk Tarihi Enstitüsünün yakýnda tesisi tasavvurlarý bu hareket ve teþebbüsler cümlesindendir. Bu suretle geniþ ve müsbet bir ilim zihniyetine dayanan, milletimizi yersiz aþaðýlýk duygusundan olduðu kadar mânâsýz gurur hissinden de uzaklaþtýracak ve onu þerefli mazisinden aldýðý kuvvet ve imanla istikbalin ileri hedeflerine ulaþtýracak olan olgun bir fikir hareketinin baþlamýþ bulunduðunu sanýyoruz. Son senelerin demokratik inkiþaflarýna baðlý olan bu fikir hareketinin her gerilik devrine veya, ekseriyetle, inkýlâp zamanlarýna hâs ifrat ve tefritlerden azade salim bir istikamette inkiþafý temenniye þayandýr.
istanbul Müftisi muhterem Ömer Nasuhi Bilmen tarafýndan telif edilen bu Kamus boyla bir fikir havasý içinde intiþar ediyor, intiþarý, bu sebeple, çok mes´ut bir tesadüf eseri olduðu kadar çok deðerli bir mânâ da taþýmaktadýr. Çünkü bu güzide telif, deðer ve mânâsýný daha iyi belirtmek maksadiyle, geniþ hatlariyle hatýrlattýðýmýz tarihî tekâmülümüzün mühim bir merhalesini tesbit etmekte, müþahede eylediðimiz fikir hareketinin yüksek bir ifadesini vücude getirmektedir.
Hukuk Fakültesi, muhterem selefim Ord. Prof. Hýfzý Veldet Velidedeoð-lu´nun Dekanlýðý zamanýnda bu eserin neþri hakkýndaki isabetli kararý vermekle duyulan büyük bir ihtiyacý karþýlamak istemiþtir. Zira, islâmî esaslara dayanan eski hukukumuzun çoðu hukuk tarihimize intikal eden ve bu itibarla millî bir kýymet taþýyan müesseselerinin izahýna yarayacak böyle bir Kamusa giddetle ihtiyaç vardý. Muhterem hocam Ord. Prof. EbüTulâ Mardin, Yargýtay Reislerinden muhterem Ali Himmet Berki ve emsali gibi birkaç hukuk üstadý müstesna olmak üzere, eski hukukî müesseselerimizi bihakkin izaha muktedir zevat nâdir denecek derecede azalmýþtýr. Bu müessif vaziyet gözönünde tutulursa bu vasýfta bir Kamusun hukuk tarihimizi tetkik edecek olan bugünün ve yarýnýn genç hukukçularý için ne deðerli bir yardýmcý olacaðý anlaþýlýr.
Eser çok uzun ve geniþ bir tetebbüün mahsulü olan derin bir vukufla hazýrlanmýþtýr. En muðlâk meseleler senli mümteni denecek bir vuzuhla þerh ve izah edilmiþ, en ince teferruat dahi gözden kaçýnlmamýþtýr. Muhterem müellifinin Önyazýsýndan da anlaþýldýðý veçhile birinci cildi teþkil eden bu eseri islâm Hukukunun muhtelif kýsýmlarýna taallûk eden daha beþ cilt takip edecektir. Fakültemiz onlarýn da yakýn zamanda intiþar sahasýna çýkmasýný çok arzu eder ve bu hususta hizmette bulunmaðý bir vazife bilir.
Neþri evvelce kararlaþtýrýlmýþ olan bu kýymetli eser için bu nâçiz satýrlarý yazmak fýrsatýna kavuþmuþ bulunmakla þahsan ayrýca þeref ve bahtiyarlýk duymaktayým. Eserin fazýl müellifine istanbul Hukuk Fakültesi namýna teþekkürlerimi sunar, ilim hazinemize kazandýrdýklarý bu güzide Kamusun hazýrlanmasýnda masruf büyük himmetlerinden dolayý hayranlýklarýmý ifade eylemeði derin bir zevk telâkki ederim. [66]
Ýstanbul Hukuk Fakültesi Dekaný
Prof. Dr. Hüseyin Nail KÜBALI
HUKUKI ÝSLAMÝYYE KAMUSU» NÝÇÝN VE NASIL NEÞREDÝLDÝ?
Uzun asýrlardanberi milletimizin hukuk nizamýný temin etmiþ ve 1926 yýlýnda Türk Medenî Kanununun kabulüne kadar memleketimizde tatbik edilmiþ bulunan îslâm Hukukuna ait tam ve müdevven bir Kamusun yapýlmamýþ olmasý hukukî hayatýmýzda çok büyük bir eksiklik teþkil ediyordu.
istanbul Müftüsü, Fatih Müderrislerinden çok muhterem Ömer Nasuhi Bilmen´in uzun yýllarýn mesaisi neticesinde böyle bir eser meydana getirdiðini, Hukuk Fakültesi Dekaný bulunduðum sýrada haber alýnca, bunu Fakültemiz hesabýna neþretmeyi düþündüm. O sýrada eserin Fakültemizce tabettiril-meþine mütedair muhterem müellifinden de yazýlý bir telif aldým.
Ancak herhangi bir hukukî eserin Fakülte hesabýna bastýrýlabilmesi için, Üniversitemizde müesses usule göre, o eserin salahiyetli Fakülte öðretim üyeleri tarafýndan incelenmesi ve bu hususta bir rapor verilmesi iktiza ettiðinden, Ýslâm Hukuku Kamusunun müsveddelerinin tetkiki iþi, bu sahadaki geniþ salâhiyeti/vukufu malûm ve müsellem olan Medenî Hukuk ve Toprak Hukuku Ordinaryüs Profesörü çok muhterem üstad EbüTulâ Mardin´den rica olundu. Eseri ba§tan baþa inceleyen muhterem Profesör, Dekanlýða, bu Kamusun Fakültemizce bastýrümasýmn fayda ve lüzumuna dair müdellel bir rapor verdi ve bu suretle hukuk edebiyatýmýza büyük bir kýymet ilâve edecek olan eserin basýlmasý imkân dahiline girdi.
Bu defa Kamusun birinci cildinin tamamlanmasý müyesser olmakla, eserin takdimi zýmnýnda bir mukaddime yazýlmasý, gerek muhterem müellif ve gerek muhterem üstadým Ord. Prof. Ebül´ulâ Mardin tarafýndan istendiðinden, þu birkaç satýrý yazdým.
Böyle muhalled bir eseri Türk hukuk âlemine ihda etmeðe muvaffak olduklarý için, onun deðerli ve muhterem müellifini bütün samimiyetimle tebrik ve kendilerine teþekkür etmeði bir vazife bilirim. [67]
Hukuk Fakültesi
Medenî Hukuk Ord. Profesörü
Dr. Hýfzý Veldet VELÝDEDEOGLU
[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/157-160.
[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/160-167.
[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/167-174.
[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/175.
[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/175-176.
[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/176-178.
[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/179-189.
[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/189-190.
[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/191-192.
[10] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/192-199.
[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/199-203.
[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/204-209.
[13] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/210.
[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/210-213.
[15] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/213-219.
[16] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/219-220.
[17] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/221-222.
[18] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/222-226.
[19] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/226-228.
[20] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/229.
[21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/229-231.
[22] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/231-234.
[23] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/234-236.
[24] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/236-238.
[25] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/238-240.
[26] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/241244.-
[27] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/244-246.
[28] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/246-248.
[29] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/248-249.
[30] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/250-252.
[31] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/253.
[32] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/253-254.
[33] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/254-256.
[34] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/256-258.
[35] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/258-286.
[36] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/286-287.
[37] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/268.
[38] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/271.
[39] Müfredatý Ragip.
[40] EnvarüttenzÝl.
[41] Mecelle, Eþbah.
[42] Mebsutu serahsi ve saire.
[43] Neylülme´arip.
[44] Haþiye! düsukî.
[45] Miyarý adalet.
[46] IbnÝ Abidin.
[47] Hidaye.
[48] Mecmuaüzzamanat. Bahri Raik, Miyarý adalet
[49] Fethülkadir, Zeyleî, Þehabeddin Þilbî, Ibni Abidin.
[50] BedayI, Bahri Raik.
[51] Miyarý adalet.
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/271-279.
[52] Elbedayi, Mebsut.
[53] Fethülkadir, Tenvirül´ebsar.
[54] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/279-281.
[55] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/281
[56] Hindiye
[57] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/281-282.
[58] Mebsut, Hindiye.
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/282.
[59] Mebsut.
[60] Miyarý adalet.
[61] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/283.
[62] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/283-284.
[63] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/284.
[64] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/284-285.
[65] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/289-290.
[66] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/291-294.
[67] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuký Ýslamiye ve Istýlahatý Fýkhiyye Kamusu, Bilmen Basým ve Yayýnevi: 8/295-296.
radyobeyan