Maliki mezhebi By: armi Date: 02 Mart 2010, 17:33:32
MALÝKÝ MEZHEBÝ
Malik b. Enes b. Malik b. Ebi Amir el Asbahî´ye nisbet edilen fýkhî ekolün adý. Büyük fýkýh ekollerinden biri olan Malikî mezhebinin imamý Ýmam Malik, Hicrî 93 yýlýnda Medine´den doðmuþtur. Ýmam Malik, ilimle uðraþan bir aileye mensup olduðu için tahsil hayatýna küçük yaþta baþlamýþ ve Medine´nin seçkin âlimlerinden hadis ve fýkýh dersleri alarak kýsa zamanda ilmî olgunluða eriþmiþ, yeterliliðine kanaat getirince de Mescid-i Nebî´de ders okutmaya baþlamýþtý.
Ýmam Malik´in fýkýhta hocasý Rabi´atu´r-Rey´dýr. Bununla birlikte, onun fýkýhta derinleþmesinde ve hadis ilminde söz sahibi bir seviyeye yükselmesinde Medine´nin seçkin âlimlerinden Abdurrahman ibn Hürmüz, Þihab ez-Zuhrî, Ebu Zinad, Yahya b. Sa´id el-Ensârî ve Hz. Ömer´in azadlýsý Nafi´in büyük katkýlarý olmuþtur. O Nafi´den Hz. Ömer (r.a) ve oðlu Abdullah´ýn fýkhýný ve fetvalarýný iyice öðrenmiþti.
O, hayatý boyunca Medine´den baþka bir yere gitmemiþtir. Ýlimde ihtiyacý olduðu her þeyin, sahih bir þekilde Medine´de bulunduðuna inanýyor, manevî havasýný teneffüs ettiði Peygamber þehrinden uzaklaþmak istemiyordu. Tahsilini Medine´de yapmasý ve hayatý boyunca oradan ayrýlmamýþ olmasýnýn, onun fýkhýnýn oluþmasýndaki tesirleri büyük olmuþtur.
Ýmam Malik´in zamaný, âlimlerin odaklaþtýðý bir kýsým þehirlerde, daha önce Ashab´ýn ve Tabiinin buralara taþýdýðý ilimler çerçevesinde, ekolleþmelerin baþladýðý bir dönemdir. Basra fýkýh ile birlikte, akaidle alâkalý meselelerin tartýþýldýðý, kelâmý görüþlerden doðan fýrkalaþmalarýn görüldüðü, vaizlerin ve az da olsa fakihlerin bulunduðu bir þehirdi. Burada kendi þartlarýna has bir fýkýh ekolü oluþmakta idi. Kûfe ise, Ýbn Mes´ud´un rivayetlerine dayanan Irak fýkhýnýn merkezini oluþturuyordu. Bu fýkýh ekolünün, Ýmamý Malik´in de kendisiyle görüþüp bilgi alýþ veriþinde bulunduðu Ebu Hanife´dir. Burada fýkýh, sadece vuku bulmuþ olaylara verilen fetvalar üzerine bina edilmiyordu. Meydana gelmiþ hadiseler yanýnda, vuku bulmasý muhtemel meseleler çerçevesinde bir takdirî ve farazî fýkýh oluþmuþtu.
Irak fýkhýnýn en belirgin özelliði ise, reye çokça baþvurulmasýdýr. Kýyas ve istihsan, orada en çok kullanýlan temel fýkhi öðelerdendir. Þam bölgesinde ise sahabe kavilleri ve Tabi´in fetvalarýna dayanan fýkýh hakim olup, reye pek baþvurulmazdý. Þam ekolünün temsilcisi ise Evzâi´dir.
Ýmam Malik´in imamý olduðu Medine ise, hadisin beþiði, Sünnetin amelî rivayetinin yapýldýðý ve herkesin Sünnete sýkýca yapýþtýðý bir yerdi. Ayrýca, Hz. Ömer (r.a), Zeyd b. Sabit (r.a), Hz. Aiþe ve Ýbn Ömer´in fýkhî görüþleri ve onlarý takip edenler, Medine´de bulunmaktaydý. Medine´nin Yedi Fukahasý diye þöhret bulan Tabi´inden, Sa´id b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Kasým b. Muhammed, Harise b. Zübeyr, Ebu Bekir b. Ubeyd, Süleyman b. Yesar ve Ubeydullah b. Abdullah Ashabýn fýkhýný nakleden Medine´nin seçkin âlimleriydi. Ýmam Malik bu âlimlerin fýkýh usullerini kavramýþ, fýkhî görüþlerini iyice özümlemiþti. Medine; hadis, sünnet ve reyin hepsinin bir arada bulunduðu, her taraftan ilim arayanlarýn doluþtuðu ve yüksek bir ilmî hareketliliðin yaþandýðý bir yerdi.
Ýmam Malik´in kendine has fýkhî ekolün oluþmasýna tesir eden unsurlar þöyle sýralanabilir:
a) Ýbn Hürmüz´den edindiði çeþitli fýrkalar ve düþüncelerine dair aktüel bilgiler ve farklý fýkhî ve fýkýh dýþýndaki mezhebler ve bunlarýn ayrýlýk sebebleri hakkýndaki derin bilgi.
b) Ashab´ýn, özellikle Hz. Ömer´in oðlu Abdullah ve Hz. Aiþe (r.a)´nýn fetvalarý ve Tabii´nin büyüklerinden Ýbn Müseyyeb ve diðerlerinin, rivayet yoluyla öðrendiði fetvalarý.
c) Ýlk hocasý Rabi´atu´r-Rey diye þöhret bulan Rabia b. Ebu Abdurrahman´dan aldýðý rey fýkhý. Ancak Rabianýn reyi Iraklýlarýn reyinden farklý olup, muhtelif naslar esas alýnarak halkýn problemlerinin çözülmesi demek olan mesalih-i mürsele esasýna dayanmaktaydý.
d) Çok mevsuk gördüðü ravilerden aldýðý hadisler. O, hadis ilminin dinin kendisi olduðunu kabul eder ve hadis talep edenlere, hadisleri kimlerden aldýklarýna dikkat etmelerini tenbihlerdi.
Malikî fýkhý; Ýmam Malik´in Mescid-i Nebi´de ders vermeye baþlamasýndan sonra, derslerine devam eden öðrencilerinin onun fýkýh usulüne göre þekillenmesiyle yavaþ yavaþ oluþma aþamasýna girdi.
Ýmam Malik, kendi usulüne dair bir eser yazmadýðý gibi, bu konuda açýk bir þeyde söylemiþ deðildir. Zaten, diðer imamlarda olduðu gibi o da herhangi bir ekol oluþturma endiþesiyle hareket etmiþ deðildi. Öðrendiði ilimleri, çevresinde toplanan öðrencilerine aktarýrken ve problemlerin çözümü için fetva soranlara fetva verirken, dinin kendisine yüklemiþ olduðu sorumluluðu yerine getirme endiþesinden baþka bir duygu ile hareket etmiþ deðildir. Onun talebeleri memleketlerine döndüklerinde, halkýn meselelerini Ýmam Malik´in fetvalarýna göre çözüyorlardý. Onun fetvalarýnýn yetersiz olduðu konularda ortaya çýkan yeni meseleleri onun usulüne uygun olarak, hallediyorlardý. Ýþte onun talebeleri, mezheplerinde ihtiyaç duyduklarý usulü, Malik´in ana hatlarýyla iþaret ettiði doðrultularda ortaya koymuþlardýr. Ýmam´ýn Muvatta´da takip ettiði yöntem, onun fýkýhtaki usulünun temel prensiplerini açýklar niteliktedir. O fýkhî bir mesele ile alâkalý olarak önce hadisi alýr, peþinden Medineliler´in o konudaki uygulamalarýna deðinir, arkasýndan da Tabi´in ve diðer ulemanýn görüþlerini zikreder.
Anlaþýlacaðý gibi, diðer fakihlerden ayrý olarak, onun fýkýh anlayýþýnda Medineliler´in amelinin özel bir yeri vardýr. Ona göre Medinelilerin amelî, sünnetin amelî olarak rivayet edilmesidir. Zira onlar, hayatlarýný, aralarýnda yaþamýþ olan Hz. Peygamber (s.a.s)´in gösterdiði doðrultuda þekillendirmiþlerdir.
Ýmam Malik´in fýkýh usulü ve hukuk ekolünde reye az baþvurulmuþ olmasýna raðmen, diðer mezheplerde rey için delil durumunda olan Kýyas, Ýstihsan, Mesalih-i mürsele vb. Fer´i deliller çokça kullanýlmýþtýr.
Malikî mezhebinin dayandýðý deliller þunlardýr:
1- Kitap: Bütün mezheplerde olduðu gibi, uyulmasý icab eden ana kaynak, dinin her þeyini içine alan Kur´an-ý Kerim´dir. Sünnet ise, Kitabýn tefsiri mahiyetinde olup, onu açýklamaktadýr. Bundan dolayýdýr ki Ýmam Malik Kur´an tefsirinin sünnetle olduðunu kabul eder, Ýsrailiyyat türü haberlerin ona sokulmasýna þiddetle karþý çýkardý.
O, Cumhur´un icma ettiði gibi, Kur´an-ý Kerim´in lâfýz ve manadan ibaret olduðu inancýndadýr. Ýmam Malik, her þeyde olduðu gibi, bu konuda da hiç bir zaman tartýþmaya girmemiþtir (Muhammed Ebu Zehra, Ýmam Malik, Ankara 1984, 200).
2- Sünnet: Ýmam Malik, fýkýhta imam olduðu gibi hadiste de imamdýr. Onun hadisi fýkha nasýl hâkim kýldýðý Muvattada açýkça görülmektedir.
Bütün imamlar, meseleleri çözümlerken hadisi ikinci sýrada delil almakla beraber, ondan hüküm çýkarmada kullandýklarý usuller birbirinden farklý olmuþtur.
Ýmam Malik, Ebu Hanife gibi Kur´an´ýn zahirini Sünnetten önde tutar. Ancak Sünnet, ayrýca baþka delillerle takviye edilirse o zaman Kur´an´ýn bu umumunu tahsis, mutlakýný da takyid eder. Bir kadýný halasý veya teyzesi ile birlikte nikahlamanýn yasak oluþu böyledir. Kur´an´da nikahý yasak olanlar arasýnda zikredilmediði halde, Sünnette bunun yasaklýðý üzerinde icma´ vardýr. Dolayýsýyla Ýcma, Sünneti desteklediði için, ayetin umumunu tahsis etmektedir.
Malik´e göre Sünnet; icma´, Medineliler´in amelî veya kýyasla desteklenmediði takdirde, zahiri üzere olduðu gibi kalýr.
Meselâ: "Sizden birinizin kabýný köpek yalarsa, onu, birinde toprakla olmak üzere, yedi defa yýkasýn" hadisi: Av için yetiþtirdiðiniz köpeklerin avladýklarý yenir" ayetine aykýrý olduðu için, köpeklerin necis olmadýðýna hükmetmiþ ve haberi vahidi terketmiþtir. Mütevatir sünnet ise mutlak hüküm ifade etmektedir.
Ayrýca, ravileri mevsuk ve güvenilir mürsel hadisleri de delil olarak kullanmýþ, onlara göre fetvalar vermiþtir. Tek þahid ve yemin ile birlikte hüküm verme hadisini Muvatta´da mürsel olarak vermekte ve onu delil olarak almaktadýr (Muvatta, III, 180). Onun Muvatta´ýnda üç yüze yakýn mürsel hadis bulunmaktadýr. Böylece o çaðýnýn seçkin fakihlerinden Hasan el-Basrî, Süfyan b. Uyeyne ve Ebu Hanife´nin yürüdüðü yoldan yürümektedir. Ýmam Malik´in hadis fýkhýný takib ettiði ve re´yi kullanmadýðý iddialarý doðru deðildir. Hatta ibn Kuteybe onu, rey fakihi olarak kabul etmektedir (Ebu Zehra, a.g.e., 291). O, bazan rey ve kýyasla hüküm vererek, haber-i vâhid´i terkederdi. Ancak onun haber-i vâhidi veya reyi tercih ederken belirli saðlam temel kýstaslardan hareket etmekte olduðu görülmektedir (bk. M. Ebu Zehra, a.g.e., 291-300).
3- Sahabe kavilleri: Ýmam Malik, hadisin yanýnda sahabe sözlerine ve fetvalarýna da çok önem vermekteydi. O, bunlarý sünnetin bir parçasý sayar. Onun görüþüne göre sünnet, Ashabýn kabul ettikleri þeylerdir. Bundan dolayýdýr ki o, Abdullah ibn Ömer´in fetvalarýný öðrenebilmek için Nafi´in peþini hiç bir zaman býrakmamýþtýr.
Muvatta´daki sahabe görüþ ve fetvalarýnýn çokluðu, onun delil olarak buna verdiði önemi gösterir. Sahabe fetvalarýný Sünnetten saymasý ve onlarla sürekli ihticac etmesi, onun sünnet imamý sayýlmasýna sebep olmuþtur. Ashabýn görüþlerini delil kabul etme ve onlarýn yolundan ayrýlmama hususunda diðer mezheb imamlarý da ayný titizliði göstermiþ olmakla beraber, Malik onlara, fýkhýnda diðerlerinden daha çok istinat etmiþtir.
Sahabe fetvasýný alýrken de bir usule göre hareket etmekteydi; Sahabe fetvasý sünnet hükmünde olmakla birlikte, eðer ictihada dayanýyor ve o konudaki merfu bir hadisle çeliþiyorsa, merfu hadis tercih edilmektedir.
Ýmam Malik, Ebu Hanife ve Þafiînin aksine tabiinden itimad ettiklerinin görüþ ve fetvalarýna çok önem verirdi. Bunun sebebi, onlarýn fýkýhtaki mevkilerini, meseleler hakkýnda görüþ bildirirken ve fetva verirken Kur´an ve sünnet´e uygun hareket ettiklerini bilmesidir. Ömer b. Abdülaziz, Sa´id b. Müseyyeb, Zuhrî ve Nafi´ye çok deðer verirdi.
4- Ýcma: Malikî mezhebi, diðerlerine nazaran icma´ý daha çok kullanmýþtýr. Ancak onun icma olarak kabul ettiði, sadece Medine ulemasýnýn icma´ýdýr. Muvatta´da icma konusunda kullandýðý ifadelerden bu anlaþýlmaktadýr. Ýmam Malik, Medine dýþýndakilerin fýkýh konusunda Medinelilere tabi olduðu görüþündedir. Zaten Ýmam Þafiî´de; "Medineliler aralarýnda ihtilâfa düþmedikçe diðer memleketler halký Medine ehline muhalif olmaz" sözü ile bunu desteklemektedir.
5- Medineliler´in amelî: Ýmam Malik´in fýkhýnda Medineliler´in amelinin özel bir yeri vardýr. Zira o, Medineliler´in yaþayýþ tarzýný Sünnetin, bir tür pratik rivayeti kabul eder. Aslýnda o, bu konuda hocasý Rabî´a´yý takip etmektedir. Malik´in de kullandýðý;
"Bin kiþinin bin kiþiden rivayeti, bir kiþinin bir kiþiden olan rivayetine, uyulmak bakýmýndan daha hayýrlýdýr" sözü, Rabî´a´ya aittir (M. Ebu Zehra a.g.e., 325). Bundan dolayý Ýmam Malik, Medineliler´in amelini fetvalarýna dayanarak yapar, haber-i vahid, Medineliler´in ameliyle çeliþirse, Medineliler´in amelini tercih ederdi.
Medine ehlinin amelî üç kýsýmda deðerlendirilir:
a) Bir konuda icma etmeleri ve o konuda baþkalarýnýn onlara muhalefet etmemiþ olmasý.
b) Medineliler´in icma ettikleri bir meselede, baþkalarýnýn onlara muhalefet etmesi.
c) Bir meselede bizzat Medineliler´in ihtilâfa düþmesi.
Birinci çeþide giren meselelerde bütün mezhepler ayný görüþtedirler. Malikîler ikinci ve üçüncü türe giren konularda diðerlerinden ayrýlmaktadýrlar.
6- Kýyas: Bütün fakihlerin istisnalar hariç, ortaklaþa kullandýklarý, fýkhýn temel dayanaklarýndan biri Kýyastýr. Ashab´da Kýyasý fýkhýn kaynaklarýndan kabul etmiþlerdir (bk. Kýyas mad).
Ýmam Malik, Kur´an´da bildirilen ve hadislerde ortaya konmuþ olan hükümlere kýyas yapardý. Bu, Muvatta´da açýk bir þekilde müþahade edilebilir. O, her babýn baþýnda o konuda hüküm bildirdiðini kabul ettiði hadisleri verir, peþinden de fer´î meseleleri sýralayarak; kýyas yoluyla benzer olaylarý birbirine ilhak eder. Ýmam Malik, Medine ehlinin icmaýný Sünnetten saydýðý için, bunu da kýyasýnda temel almýþtýr. Sahabe fetvalarý kendi usulü çerçevesinde hüküm niteliði taþýyorsa, bunlara da kýyas yapardý. Onun kýyas kaynaklarý þöylece sýralanabilir: Kitap, Sünnet, Medine ehlinin icmaý ve sahabe fetvalarý.
Malikîler, Mesalih-i mürsele´yi müstakil bir dayanak almýþ olmalarý yanýnda, kýyasta da her zaman maslahatý gözetmiþlerdir.
7- Ýstihsan: Ýstihsan, Ýslâm hukukunun aslî delillerinden biri olmayýp, fýkýh usulünde fer´î bir delil olarak kullanýlýr. Meseleleri, ortaya çýkan zaruretleri, toplumun menfaatýna bertaraf etmede fakihin genel prensipleri terkedip, özel bir delile dayanarak hüküm vermesi Ýstihsan olarak adlandýrýlýr. Ýmam Malik´in Muvatta´da rivayet ettiðini bir hadisi þerifte þöyle buyurulmaktadýr: "Zarar verme ve zararla karþýlýkta bulunma yoktur" (Muvatta, II, 122).
Ýmam Malik, Ýmam Þafiî´nin itirazlarýna raðmen (Ebu Zehra, a.g.e., 349) Ýstihsaný zarurî görmektedir. O, istihsaný alýrken þerîatýn özünden hareket etmektedir. Ýnsanlarý zararlý olan þeylerden korumak ve onlarýn maslahatýna uygun olaný almak, dinin temelinde yatan bir gerçektir. Bir þeyde zararlardan arýnmýþ olarak kesin iyilik varsa, bunun uygulanmasý mutlak anlamda arzulanan bir þeydir. Aksi bir durum sözkonusu ise, derhal giderilmesi gerekir.
8- Ýstishab: Sabit olan bir hükmün, deðiþtiðine delil bulununcaya kadar, olumlu veya olumsuz haliyle devam etmesini kabul etmektir. Ýmam Malik, Ýstishab´ý bir delil olarak almýþtýr. Zira o, zann-ý galib´e göre mevcut olan durumun, onu deðiþtiren bir þey olmadýkça bulunduðu þekliyle bâki kalmasýnýn esas olduðunu kabul etmektedir. Eðer böyle olmazsa, haklarýn kaybolmasý kaçýnýlmazdýr. Kayýp bir kimsenin durumu hakkýnda bir bilgi yoksa, bu delile göre o, yaþýyor kabul edilir. Hâkim öldüðüne karar verinceye kadar bu böyle devam eder. Ortadan kaybolup ölümüne hükmedilinceye kadar, onun hakkýndaki muameleler hayatta imiþ gibi yürütülür.
Ýstishab, isbat edici bir delil olmayýp koruyucu bir delildir. Yani baþkasýnýn aleyhinde olan bir þeyi isbat etmez. Mevcud olan haklarý korur. Ýstishab delili diðer fukaha tarafýndan da kullanýlmýþtýr.
9- Mesâlih-i Mürsele: Ýnsanlarýn iyiliði için fayda bulunaný almak zararlý veya zararý faydasýndan çok olaný terketmektir. Bu prensip Ýmâm Malik´in en çok kullandýðý prensiplerden biridir.
Malikîler´in müstakil bir delil olarak aldýklarý Mesâlih-i Mürsele´ye keyfi olduðu ileri sürülerek birtakým itirazlar yapýlmýþtýr. Ancak, bunu ilk ortaya koyan Ýmam Malik olmamýþtýr. O, Ashab´da bu konuda görmüþ olduðu örneklere istinat etmiþ olup diðer üç mezhepte de Mesalih-i Mürsele delil olarak kullanýlmýþtýr. Ýmam Malik´in en çok kullandýðý delillerden biri, Mesalih-i Mürseledir. O, Hakkýnda müsbet veya menfi bir nas bulunmayan hususlarda maslahata uygun olaný almayý þeriat´ýn rükünlerinden biri saymýþtýr. Din, her þeyiyle insanlarýn yararýna olaný ihtiva ettiðine göre, maslahatýn dýþýna çýkan hiç bir þeyin þeriat´le ilgisi sözkonusu olamaz (Ýbn Kayyým el-Cevziyye, Ý´lamu´l Muvakkýýn, Mýsýr t.y., III, 1).
Ýmam Malik, Maslahatý delil olarak alýrken þu noktalara dikkat etmiþtir:
Maslahat olarak gözettiði þey ile þeriatýn maksadlarý arasýnda bir uygunluk olmalý ve dinin ortaya koyduðu prensiplerden birisiyle asla çeliþmemelidir. Çözüm makul olup, akýl sahiplerince yanlýþ bulunmamalý.
10- Sedd-i Zerîa: Sebebi yok etmek, vasýtayý ortadan kaldýrmak anlamýnda bir terkiptir. Harama sebeb olan þey haramdýr; helâle vesile olan þey de helâldir. Sedd-i Zeriâ´da esas, fiilin doðuracaðý neticenin gözetilmesidir. Eðer fiilden bir fayda elde edilecekse, o saðlanan fayda nisbetinde mübahtýr. Fakat fiil, bir zarar ve kötülüðün ortaya çýkmasýna sebep olacaksa, kötülüðün ölçüsünce haram olur. Yani ameller, sonuçlarý göz önüne alýnarak ya serbest býrakýlýr ya da yasaklanýr. Bu prensibin temelleri Kur´an-ý Kerim´de açýkca müþahade edilmektedir. Bir müslüman, kâfirlerin tapýndýklarý þeylere küfretse, bunun neticesinde sevap bile umabilir. Ancak bu, müþriklerin de kýzarak Allah Teâlâ´ya küfretmelerine sebeb olabileceði için yasaklanmýþtýr: Allah´tan baþkasýna dua edenlere sövmeyin, onlar da bilmeyerek düþmanlýk göstererek Allah´a söverler" (el-En´am, 6/108). Ýþte bu, Sedd-i Zerîa´dýr. Bunun Sünnette de örnekleri bulunmaktadýr. Faize götürmeye sebeb olacaðýndan alacaklýlarýn borçludan hediye almasý yasaklanmýþtýr. Yine Ashabýn ilk fakihleri, ölüm döþeðindeki kimsenin boþadýðý kadýný mirasa dahil ettiler. Bunun sebebi, hastanýn karýsýný mirastan mahrum býrakmak için bu yola baþvurmuþ olabileceðidir. Boþama böyle bir haksýzlýða vesile yapýlmasýn diye böyle hareket etmiþlerdir.
11- Örf ve Âdet: Bir toplumda yerleþmiþ olan hareket ve yaþam tarzý örf olarak adlandýrýlýr. Toplumun ve fertlerin ayný þekilde tekrarlanan amellerine de âdet denilmektedir. Örf ve âdet ayrý kavramlar olmakla birlikte genellikle ayný anlamda, müteradif olarak kullanýlýrlar.
Hanefiler´de olduðu gibi, Malikîler´de de örfün usulde saygýn bir yeri vardýr. Malikî mezhebinin eksenini oluþturan kaide, maslahatlardýr. Örfe göre amel etmek, maslahatýn türlerinden birisi olduðu için Ýmam Malik bunu ihmal etmemiþtir.
Malikîler örfe muhalif kýyasý terkederler. Onlara göre örf, ammý tahsis, mutlak´ý takyid eder.
Örf ve âdetin delil olarak alýnmasý fakihler arasýnda tartýþmalý bir konudur. Bir nass´ýn herhangi bir þekilde iþaret ettiði örf, bütün fakihler tarafýndan mesned kabul edilmiþtir. Ayný þekilde nass´ýn yasaklayýp haram kýldýðý örf de, icma´en muteber deðildir. Onu, naslar doðrultusunda deðiþtirmek icap eder. Bir de nass´da bildirilmeyen ve dolaylý da olsa iþaret edilmeyen örf vardýr ki, Hanefîler´le Malikler bunu fýkýhta müstakil bir asýl kabul ederler. Þafiîler ise bunu tartýþmýþlardýr.
Örfler deðiþtikçe kelimeler ve kavramlara yüklenen anlamlarda deðiþir. Bu sebepten, deðiþik bölge veya zamanlarda yaþayan toplumlarda, ayný kelimelerin ifade ettikleri anlamlar birbirinden farklýlýklar gösterebilmektedir. Dolayýsýyla bu kelime ve kavramlarýn manalarýný anlayýp ona göre hüküm verilebilmesinde örfün önemi kendiliðinden ortaya çýkmaktadýr. Hükümler, örflerin deðiþmesiyle deðiþen anlamlara ve kelimelerin deðiþik sanat dallarýnda deðiþik istilahî kullanýmlarýna göre verildiðinde, gerçekler üzerine bina edilmiþ sayýlýrlar.
Ýmam Malik, toplumun iyiliði ve selâmetini muhafaza etmek için þeriat´a ters bir tarafý bulunmayan geleneklere karþý çýkmamayý bir görev saymýþtýr. Ýnsanlardan bu gelenekleri gereksiz yere deðiþtirmelerini istemek, o toplumda birliði bozar, örf ve âdetlere göre yorumlanan kavramlar birbirine karýþýr, akitlerin yürütülmesi imkânsýz hale gelir. Ancak örf ve âdet Ýslâm´ýn ruhuyla çeliþiyorsa; dinin insanlara deðil, onlarýn dine uymalarý asýl olduðu için, örf, mutlak anlamda toplum hayatýndan silinip atýlýr.
Maliki Mezhebinin Geliþmesi: Ýmam Malik´in derslerinde ve fetva vermede takip ettiði yol, Maliki Mezhebinin ihtiyaçlar üzerine bina edilmesini saðlamýþtý. O, meseleleri tartýþmaz, öðrencileriyle de kesinlikle münakaþa etmezdi. Dinin hiç bir konusunda tartýþmaya girmemek onun deðiþmez temel vasfý olmuþtur. Ýmam Malik, olaylarý tartýþma kapýsýný açmamakla, onlar üzerinde deðiþik yorum ve içtihadlarýn doðmasýný engellemiþ ve bu ekolün furu´unun Hanefî mezhebine nazaran çok yavaþ geliþmesine sebeb olmuþtu. Onun saðlýðýnda hiç bir talebesi ona muhalefet etmemiþtir. Genellikle Kuzey Afrika ve Endülüslü olan öðrencileri, ondan öðrendikleri ilimle ülkelerine döner ve öðrendiklerini tartýþmadan diðer insanlara öðretir ve fetva verirlerdi. Ancak Malikî fýkhýnýn usulü ve dayandýklarý delillerin çeþitliliði, Ýmam Malik´ten sonra bu ekolün furu´unun hýzlý bir þekilde geliþmesini saðlamýþtýr.
Muvatta, bizzat Ýmam Malik tarafýndan yazýlmýþ olmakla birlikte, ondaki fýkhî meseleler çok deðildir. Onun fýkhý, derslerine devam eden çok sayýda öðrencisinin aldýklarý notlarýn kitaplaþmasýyla tedvin edilmiþtir. Talebelerinin yazdýðý bu notlardan Malikî mezhebinin temel kaynak kitaplarý olan Müdevvene, Utbiye, Vadiha ve Mevvaziye ortaya çýkmýþtýr. Malikî fýkhýnýn, daha sonraki asýrlarda ortaya çýkan ve Malikîler´ce gördükleri itibardan dolayý sýk sýk yeni baskýlarý yapýlan iki kitap daha vardýr ki, bunlardan biri el-Müdevvene´yi özetleyip el kitabý haline getiren, Abdullah b. Ebi Zeyd el-Kayravani´nin (öl. 386?) er-Risale´si, diðeri de, Halil b. Ýshak (öl. 767)´nin el-Muhtasar´ýdýr.
Ancak el-Müdevvene, Malikî fýkhýnýn en muteber temel kaynaðý kabul edilmektedir. Zira doðru ve mevsûk olarak rivayet edilmiþtir. El-Müdevvene´de, Malikten rivayet olunan fetva ve kaviller, takipçilerinin onun usûlüne göre yaptýklarý içtihadlar, diðer bazý talebelerinin görüþleri ve fýkha dair hadisler ve Ashab dahil sonraki âlimlerin görüþleri bir araya getirilmiþtir.
Malikî Mezhebinin Mýsýr´a oradan da Kuzey Afrika yoluyla, Endülüs´e kadar uzanmasýný ve buralara yerleþip hakim mezhep konumuna gelmesini saðlayan, mezhebin þöhret bulmuþ ve bizzat Ýmam Malik tarafýndan yetiþtirilmiþ ilk seçkin âlimlerinin bir grubu Mýsýr´dan ve bir grubu da Kuzey Afrika ve Endülüs´tendir.
Ýmam Malik´in Mýsýrlý yedi öðrencisi:
1- Ebû Abdillâh, Abdurrahman b. el-Kâsým (Ö.191/807). Ýmam Malik´ten yirmi yýl süreyle fýkýh tahsil etmiþ ve mutlak müctehidlik derecesine ulaþmýþtýr. Mýsýr fakihi Leys b. Sa´d´den de fýkýh ilmi almýþtýr. el-Müdevvene´yi gözden geçirip tashih eden odur. Malikîler´in en deðerli fýkýh eserlerinden olan el-Müdevvene, Sahnûn (Ö. 240/854) tarafýndan fýkýh ile ilgili yazýlan eserlerin tertip ve tasnif metoduna göre düzenlenmiþtir.
2- Ebû Muhammed, Abdullah b. Vehb b. Müslim (Ö.197/812). Ýmam Malik´in yanýnda yirmi yýl kaldý. Malikî fýkhýný Mýsýr´da yaydý. Bu mezhebin tedvininde büyük etkisi oldu. Ýmam Malik O´na; "Mýsýr fakihine; Ebû Muhammed el-Müfti´ye!" diye hitap ederek mektup yazardý. Leys b. Sa´d´dan fýkýh öðrendi. Güvenilir (sika) bir muhaddis idi. "Divanü´l-ilm" diye adlandýrýlýrdý.
3- Eþheb b. Abdilaziz el-Kaysî (Ö. 204/819). Ýmam Malik ve Leys b. Sa´d´dan fýkýh öðrendi. Abdurrahman b. el-Kasým´dan sonra Mýsýr´da fýkýh riyaseti ona geçmiþtir. Malikî fýkhýný rivayet ettiði Müdevvenetü Eþheb" adý verilen bir kitabý vardýr. Bu, Sahnûn´un kitabýndan ayrýdýr. Ýmam Þafiînin; "Mýsýr, Eþheb gibisini yetiþtirmemiþtir" dediði nakledilir.
4- Ebû Muhammed, Abdullah b. Abdilhakem (Ö. 214/829). Eþheb´ten sonra Malikîlerin riyaseti ona geçmiþtir.
5- Asbað b. Ferec (Ö. 225/840). Ýbn Kasým, Ýbn Vehb ve Eþhebten fýkýh öðrendi, Malik´in mezheb ve görüþlerini en iyi bilenlerdendi.
6- Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem (Ö. 268/881). Fýkýh ilmini babasýndan, çaðdaþý Malikî fakihlerinden ve Ýmam Þafiî´den aldý. Mýsýr´da fýkýh konularýnda baþvurulan sembol kiþi haline geldi. Hatta Maðrib ve Endülüs´ten öðrencilerin ilim almak için koþtuklarý bir kiþi idi.
7- Muhammed b. Ýbrahim el-Ýskenderî b. Ziyad (Ö. 269/882). Ýbn Mevâz olarak bilinir "el-Mevvâziye" diye ünlü bir kitabý vardýr. Malikî fýkhýna ait en deðerli, meseleleri en saðlam ve en basit biçimde kapsayan geniþ bir kitaptýr.
Ýmam Malik´in Maðribli ünlü yedi öðrencisi:
1- Ebû Hasan Ali b. Ziyad et-Tunûsî (Ö.183/799). Fýkhý Ýmam Malik ve Leys b. Sa´d´dan aldý. Afrika´nýn fakîhi idi.
2- Ebu Abdillah Ziyad b. Abdurrahman el-Kurtubî (Ö. 193/809). "Þabtun" lakabýyla bilinir. Muvatta´ý, Malik´ten dinlemiþ ve onu Endülüs´e ilk sokan kiþi olmuþtur.
3- Ýsa b. Dinar el-Kurtubî el-Endelûsî (Ö. 212/827). Endülüs fakihlerindendir.
4- Esed b. el-Fürât b. Sinan et-Tunûsî (Ö. 213/828). Nisaburlu olan bu zat, Ýmam Malik´ten Muvattaa okudu. Daha sonra Malikî mezhebinden olduðu halde Irak´a gittikten sonra Hanefî mezhebine girmiþtir. Hanefî fýkhýný Ebû Yusuf ile Ýmam Muhammed´den almýþtýr.
5- Sahnûn b. Abdisselâm b. Saîd (Ö. 240/854). Önce Tunus´un Kayravan þehrinde tahsiline baþladý. Daha sonra Medine ve Mýsýr´a giderek ilmini ilerletti. Afrika´nýn kuzeyi ile Endülüs´te Malikî mezhebinin yayýlmasýnda büyük hizmetleri olmuþtur. Keskin buluþlarý olmasý sebebiyle kendisine "Sahnûn" lakabý verilmiþtir. Malikî fýkhýnýn temel kitaplarýndan olan "el-Müdevvene"nin hazýrlanmasýnda bu zatýn büyük emeði geçmiþtir.
6- Yahya b. Yahya b. Kesir el-Leysî (ö. 234/848). Kurtuba´lý olup, Malikî mezhebini Endülüs´te okutmuþ ve tanýtmýþtýr.
7- Abdülmelik b. Habib b. Süleyman es-Selemî (Ö. 238/852). Yahyâ b. Yahyâ´dan sonra Malikî fýkhýnýn riaseti ona geçmiþtir.
Malikî Mezhebinin yayýldýðý yerler: Malikî Mezhebi, baþlangýçta Hicaz´da yaygýndý. Ancak sonralarý çeþitli sebeblerden dolayý bu bölgedeki müntesipleri azalmýþtýr.
Ýmam Malik´in görüþleri, henüz hayatta iken, yukarýda kendilerinden bahsedilen öðrencileri tarafýndan Mýsýr´a taþýnmýþtý. Mýsýrlý öðrencilerin memleketlerine döndüklerinde, Malikî fýkhýna göre yetiþtirdikleri öðrencileri vasýtasýyla mezheb, Mýsýr´da yayýlarak yerleþmeye baþladý. Ancak daha sonra, Þafiî mezhebi buradaki üstünlüðü ele geçirmiþti. Bundan sonra, Mýsýr´da her iki mezheble de amel edilmeye devam edilmiþ, yargý iþlerinde Hanefî Mezhebi de müracaat edilen bir merci olarak varlýðýný göstermiþti. Ancak daha sonra Fatýmîler Mýsýr´a hâkim olduklarý zaman, kaza ve fetva iþlerinde Þia ön plana çýkmýþtý. Fatýmîler, Câmi´u´l-Ezher´i kurarak burayý, Þia Mezhebinin ilmî merkezi haline getirmiþler ve Ehl-i Sünnet mezhepleri silinmeye çalýþýlmýþtýr.
Selahaddin Eyyubî tarafýndan Fatýmî hâkimiyetine son verilince, Ehl-i Sünnet ihya edilmiþ, Þafiî meýhebi tekrar birinci seviyeye çýkmýþtý. Bununla birlikte, Malikî fýkhýnýn okutulduðu medreseler sayesinde Malikîlik de güç kazannýýþtýr. Memlûklular devrinde kaza iþlerinde dört mezheb esas alýnmýþtýr. Mýsýr baþ kadýsý Þafiîlerden, ikinci kadý da Malikîler´den atanýrdý.1920´lerde Mýsýr´da þahýslar hukuku Malikî mezhebi esas alýnarak yeniden gözden geçirilmiþtir.
Bu mezhebin hakim olduðu diðeý bir bölge de Maðrib ülkesidir. Ýmam Malik´in öðrencileri tarafýndan buraya getirilen Malikî fýkhý, âlimlere danýþmadan karar almayan, ciddi ve fukuhaya saygýlý yöneticilerin uygulamalarýyla halk arasýnda yaygýnlýk kazanmýþtýr.
Malikî Mezhebi, Endülüs´te de en çok müntesibi bulunan mezhebdir. Endülüs´te önceleri Evzâi mezhebi üstündü. Fakat, Hicrî 200´lerden sonra Malikî mezhebi, bu bölgeye hâkim olmaya baþladý. Mlikîliði Endülüs´e ilk getiren kimse, Ýmam Malik´in seçkin öðrencilerinden biri olan, Ziyad b. Abdurrahman olmuþtur. Endülüs Emevi devletinin Abbasilerle olan kötü iliþkileri onlarýn Malikî mezhebini devletlerine hâkim kýlmasýna sebeb olmuþtur.
Malikî mezhebi, Sicilya, Fas, Sudan´da yayýlmýþ; Baðdat, Basra hatta Niþabur´a kadar uzanmýþtýr.
Malikî mezhebinin Mýsýr, Kuzey Afrika ve Endülüs´te yayýlýp da, diðer bölgelerde etkinlik gösterememesinin sebebi olarak; Endülüs´ten Medine´ye kadar olan bölgede, Medine´nin kuzey ve doðu tarafýndaki memleketlerde olduðu gibi, ilmî merkezler ve etrafýnda ders halkalarýnýn oluþtuðu müctehid imamlarýn olmayýþý, ayrýca Batý´dan gelen öðrencilerin fýkhî ekolleþmelerin geliþtiði doðu taraflarýna yönelmelerinin zorluðu gösterilmektedir. Ýmam Malik´e gelen talebeler onun gibi bir üstada kavuþtuktan sonra ilmin kaynaðý Medine´nin dýþýna çýkýp doðuya yönelmeye, ihtiyaç da duymuyorlardý. Kuzey ve doðuya doðru Malikîliðin az geliþmesinin sebebinin yollarý üzerinde bulunan Þam ve Irak bölgesinde ilmî hareketliliðin had safhaya ulaþmýþ bulunmasý sebebiyle buralara ilim tahsili için uðrayan öðrencilerin burada bulduklar ile ilmî doygunluða ulaþmalarý olduðu þeklinde deðerlendirmeler yapýlmýþtýr (bk. Ebu Zehra, a.g
radyobeyan