Keramet By: armi Date: 27 Þubat 2010, 16:01:44
KERÂMET
Deðerli, üstün, güzel ve ikrâm. Ýstilahda; "mü´min ve salih kimsenin eli üzere cereyan eden harikulâde hal" anlamýndadýr.
Bazý âlimler, harikulâdelik þartýný koþmaksýzýn Allah´ýn evliyaya her türlü ikramýna kerâmet ismini vermiþlerdir (Seyyid Sabýk, el-Akidetü´l Ýslamiyye, Beyrut (ty), s. 24). Burada "harikulâde hal"den maksat, vuku bularý olayýn, genel-geçer tabiat kanunlarýnýn dýþýnda cereyan etmesidir.
Haddizatýnda kâinata hâkim olan düzen ve intizam, harikuladelikten çok daha mükemmel bir olaydýr. Bu sebepledir ki yüce Allah: "Eðer her ikisinde-yerde ve gökte- Allah´tan baþka ilahlar bulunsaydý, onlarýn her ikisi de harap olurdu" (el-Enbiyâ, 21/22) buyurarak kâinata hâkim olan düzen ve intizâmý kendi birliðine delil getirmiþtir. Harikulâdeliðin insanlar tarafýndan önemsenmesi, her gün onlarý müþâhede etmeleri sebebiyle kâinata hâkim olan bu mükemmel kanunlara karþý alýþkanlýk kazanmalarýndan kaynaklanmaktadýr.
Tabiat kanunlarýnýn yaratýsý Allah olduðuna göre onlarý deðiþtirmek de O´nun kudretindedir "Göklerin ve yerin hükümranlýðý Allah´ýndýr. Allah, her þeye kadirdir" (Âlu Ýmrân, 3/189). O halde harikulâdeliðin mümkün olup olmadýðýný tesbit etmek için O´nun bize gönderdiði kitaba müracaat etmemiz gerekir.
Ýlimler, özellikle Meryem sûresinin 24-26. âyetlerini, Kehf sûresinin 16-17. âyetlerini ve Âlu Ýmrân sûresinin 37. âyetini kerâmete delil olarak zikrederler (bk. Râzî, et- Tefsiru´l Kebîr, Tahran (t.y), VIII, 30; EbusSuûd, Ýrþâdü´l-Akli´s-Selîm, Kahire (t.y), II, 31; Tabatabâî, el-Mizân fi Tefsîri´l-Kur´an, Kum (t.y), III, 174-175)
Hz. Süleyman´ýn vezirlerinden birinin Belkýs´ýn tahtýný Yemen´den Filistin´e göz açýp kapamadan getirmesi (en-Neml, 27/40), Kehf sûresinde anlatýlarý ashâb-ý kehf kýssasý salih insanlarýn kerâmetine örnektir (el-Kehf, 18/9-25). Meryem sûresinde Hz. Meryem´in kuru hurma aðacýný sallamasý sonucu yaþ hurmalarýn düþmesi hadisesi de Hz. Meryem´in kerametlerindendir. (Meryem, 19/19).
Hadis-i þeriflerde bu konudaki rivayetler ise þöyledir: Abd b. Cüveyîn henüz beþikte olan bir çocukla konuþmasý (Buhârî, Enbiyâ, 48). Sahibiyle konuþan inek kýssasý (Buhârý, Enbiya, 54). Hz. Ömer´in Medine´den Nihavend´deki Ýslam ordusunun kumandaný Sariye "daða çýk diye seslenmesi" ve Sariye´nin bunu duymasý (Aclûnî, Keþfu´l-Hafa, II, 380-381).
Allahu Teâlâ Âlu Ýmrân sûresindeki âyet-i kerîmede þöyle buyurmaktadýr: "Bunun üzerine Rabb´ý onu Meryem´i- güzel bir þekilde kabul etti. Onu güzel bir bitki gibi yetiþtirdi. Zekeriyya´yý da ona bakmaða memur etti. Zekeriyyâ ne zaman (Meryem´in bulunduðu) mikraba girdiyse onun yanýnda bir yiyecek buldu: ´Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?´ dedi. O da: ´Bu Allah tarafýndan. Þüphesiz Allah, dilediðine hesapsýz rýzýk verir´ dedi.´ (Âlu Ýmrân, 3/37).
Âyette Hz. Meryem´e verilen bir rýzýktan bahsediliyor. Üzerinde duracaðýmýz husus, bu rýzkýn nereden gelmiþ olabileceðidir. Tabiî yollardan mýydý, yani tabiat kanunlarýna uygun bir þekilde mi, yoksa harikulâde bir yoldan mý geliyordu? Âyetin ifade uslûbu ve onu takip eden âyette Hz. Zekeriyya´nýn duasý, rýzkýn harikulâde gelmiþ olduðunu destekler mahiyettedir. Þöyle ki: Eðer harikulâde bir yoldan gelmemiþ olsaydý, bunun Hz. Meryem´i övme makamýnda zikredilmesinin bir anlamý olmazdý (Râzî, a.g.e, VIII, 30; Âlûsî, Rûhu´l-Meânî, Beyrut (t.y.), III. 144).
Hz. Zekeriyyâ´nýn duasý meselesine gelince, Hz. Zekeriyyâ yaþlanmýþ ve hanýmý da çocuk getirmekten kesilmiþti (Âlû Ýmrân, 3/40). Ancak Hz. Meryem´e gönderilen bu rýzka þahit olunca: "Rabbim bana katýndan temiz bir nesil ver. Sen duayý iþitensin" (Âlu Ýmrân, 3/38). Þeklinde dua etmiþtir. Onun oracýkta bu dua ile Allah´tan kendisine temiz bir nesil vermeyi istendiðinde bulunmasý anlamlýdýr. Birçok müfessirin de belirttiði gibi, Hz. Meryem için vukubulan bu olaðanüstü hadiseyi görünce, hanýmý çok yaslanmýþ ve çocuktan kesilmiþ olmasýna raðmen bir çocuklarýnýn olmasý arzusu içine düþmüþ ve Allah´a bu niyazda bulunmuþtur (Fahrüddin er-Razî, a.g.e, VIII, 30; Ebu´s-Suûd, II, 31).
Ayrýca rýzýk kelimesi âyette nekre (belirsiz) olarak zikredilmektedir ki bu, o rýzký tazime delalet eder. Yani alýþýlmýþýn ve beklenenin dýþýnda bir rýzýk olduðuna iþaret vardýr (Râzý; a.g.e., VIII, 30; Ebu´s-Suûd, a.g.e., II, 30).
Netice olarak bir harikulâdelikten bahsedilmektedir. Salih bir kimsenin eli üzere bir harikulâdeliðin yani kerâmetin vuku bulmasý mümkündür. Ancak kerâmetin hak olmasý, her velinin bu türden kerâmetlerinin mevcut olmasýný gerektirmez. Velâyet, bu tür bir olaðanüstülüðe muhtaç deðildir (Ýbn Ebi´l-Ýzz el-Hanefî, Þerhu Akide fi´t-Tahâviyye, Beyrut 1392 s. 561). Nitekim sahabeden birçoðunun bu tür bir kerâmeti yoktur (Muhammed Fahr Þakfe, et-Tasavvuf Beyne´l Hakk ve´l-Halk, Suriye 1971, s. 103).
Kerâmet hak olmakla birlikte, halkýn bu tür olaylara aþýrý merak duymalarý ve kimi çevrelerin þeyhlerinin propagandasý için kerâmet konusunu basamak olarak kullanmalarý, kerâmeti olduðundan farklý sýnýrlara taþýmýþtýr. Gerek Kur´an´dan ve gerek Sünnet´ten keramete delil olarak zikredilen nasslar incelendiðinde bu tür olaðanüstülüklerin, ancak salih kiþinin bir sýkýntýyla karþý karþýya kalmasý durumunda sözkonusu olabildiði, her zaman böyle bir þeyin vuku bulmadýðý görülecektir. Ayrýca böyle bir kerâmetin vuku bulmasý, salih kiþinin ne iradesi ve ne de bilgisi dahilinde olan bir husustur. Vuku bulduðunda da, salih kiþinin o sýkýntýsýný hafifletmek veya yok etmek; o sýkýntýyý atlatmak için bir çýkýþ yolu þeklindedir.
Kerâmetin çekildiði en tehlikeli alanlardan biri, hiç þüphesiz, salih kiþinin gaybý bildiði, kalbleri okuduðu þeklindeki kanaattýr.
Keramet ve gaybý bilme meselesi:
Gaybý bilmekle ilgili iddianýn asýl adý "keþf" olmakla birlikte bunun mümkün olduðu savunulurken hareket noktasý kerâmet olarak gösterilmektedir.
Her insanýn vukuundan önce hissettiði birtakým olaylar olmuþtur. Ancak olay vuku bulmazdan önce kiþideki o his, bilgi derecesine ulaþýr mý? Ya da salih kiþilerde bu his, bilgi derecesinde kesinlik kazanýr mý? Bu soruya Ýslâm dini açýsýndan cevap arýyorsak elbette müracaat edeceðimiz kaynak, Kur´an-ý Kerim olacaktýr. Yüce Allah gayb bilgisiyle ilgili olarak þöyle buyurmaktadýr:
"Gaybýn anahtarý O´nun yanýndadýr. Onlarý O´ndan baþkasý bilemez" (el-En´am, 6/59)."De ki: Göklerde ve yerde Allah´tan baþka kimse gaybý bilemez" (en-Neml, 27/63). Bu âyetler, Allah´tan baþka kimsenin gaybý bilemeyeceðini açýk açýk ifade etmektedir. O halde mesele, Allah´ýn gaybý insanlara bildirip bildirmeyeceðinde düðümlenmektedir. Yüce Allah gayb bilgisiyle ilgili olarak þöyle buyurmaktadýr: "(O bütün) gaybý balendir, gaybýna kimseyi muttali kýlmaz. Ancak peygamberlerden, bildirmek istediði bunun dýþýndadýr" (Cin, 72/26-27).
Âyet, bu konuda peygamberleri istisnâ etmekte ve onlarýn bilmesini de, Allah´ýn irâde ve dilemesine baðlamaktadýr. Allah, gayb konusunda peygamberlerine neyi bildirirse, sadece onu bilirler, onun dýþýnda kalaný onlar da bilemezler. Nitekim Kur´an-ý Kerim´de peygamberimizin dili üzere þöyle buyurulmaktadýr.
"De ki: ´Ben size, Allah´ýn hazineleri yanýmdadýr, demiyorum. Gaybý da bilmem; size ben meleðim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. ´De ki: ´Körle gören bir olur mu? Düþünmüyor musunuz?" (el-En´âm, 6/50).
Kalb okuma meselesine gelince, bunun da mümkün olmadýðý nasslarda açýkça belirtilmiþtir. Savaþta yere düþtükten sonra kelime-i þehadeti getiren kiþiyi öldüren Halid b. Velid´i hesaba çeken Peygamber (s.a.s) Hz. Halid´in: "Korktu da bundan dolayý kelime-i þehadeti getirdi" demesi üzerine Peygamber (s.a.s): "Kalbini yarýp baktýn mý?" diyerek kalbdekine muttali olmanýn mümkün olmadýðýný bildirmiþtir (Ebû Dâvud, Cihad, 95; Ýbn Mâce, Fiten, 1).
Hz. Ömer, Medine´de bir cenaze olduðunda Hz. Peygamber (s.a.s)´den münafýklar hakkýnda bilgi sahibi olan Huzeyfe b. Yemân´ý gözetler ve onu cemaat arasýnda görmezse ölünün münafýk olmasýndan þüphelenerek cenaze namazýna katýlmazdý (Tecrid-i Sarîh Tercemesi ve Þerhi, Ankara 1972, II, 468). Demek ki Hz. Ömer (r.a) da kimsenin kalbini okumuþ deðildir.
Netice itibariyle kerâmetin sýnýrlarýný gaybý bilmek ya da kalb okumak gibi sýnýrlara kadar geniþletmek, nasslarla baðdaþmayan bir durumdur.
Bu konudaki bir diðer mütalaa Hz. Peygamber bir hadis-i serifinde "mü´minin ferasetinden sakýnýn Çünkü o Allah´ýn nuru ile bakar" (Tirmizî, Tefsîru sûre, 15/6). Âyet-i kerimesinde iþaret edildiði gibi, salih bir mü´min ferasetiyle karþýsýndakinin bazý durumlarýný sezebilir. Nitekim yolda yürürken bir kadýna bakan bir adam Hz. Osman´ýn yanýna girince, Hz. Osman (r.a) "biriniz içeri giriyor ve iki gözünde zina eseri gözüküyor" der. Bunun üzerine adam "Rasûlullah´dan sonra bir vahiy mi geliyor yoksa" diye sorar. Hz. Osman "hayýr, ancak mü´minin feraseti vardýr" der (Nebhânî, Huccetu´l-lahi ´ale´l-Alemîn, s. 862).
Durum bu noktadan deðerlendirilince gaybý bilmenin sýnýrlarýnýn iyi belirlenmesi gerekir. Yukarýda verilen ölçüler çerçevesinde diyebiliriz ki. her hangi bir kimseyi harikulade olaylar göstermesi nedeniyle, onun veli olduðuna hüküm veremeyiz. Gösterdiði olaðanüstü halin de kerâmet olduðunu kabul edemeyiz. Önce bu kimsenin Ýslâm´a baðlýlýk derecesine ve Allah´ýn þerîatýna baðlýlýk noktasýna bakarýz. Hakkýnda hükmümüzü öyle veririz. Nitekim herhangi meþru bir sebebe dayanmaksýzýn keramet izharýna kalkýþan kimsenin bu haline iyi gözle bakýlmamýþ kötü görülmüþtür. Halbuki en büyük kerâmet, Allah´ýn þerîatý üzerinde istikamete olmaktýr.
Abdullah et Tüsterî (r.a)´nin yanýnda kerametten söz edildiðinde þöyle der: "Ne kerâmeti, ne âyeti? Bir takým þeyler ki, zamaný geliyor, Allah (c.c) vakti geldiði için onlarý ortaya çýkarýyor. Fakat kerâmetin en büyüðü bilesiniz ki, budur: Kendisinde bulunan kötü huylarýný, övgüye layýk olan iyi huylarla deðiþtirmendir." Ebu´l Hasan Eþ-Þâzelî de bu hususta þunlarý söylüyor: "Gerçek anlamda Kerâmet: Dosdoðru bir istikametten ibarettir. Bu istikameti de tam olgunluða eriþtirmektir. Bu ise iki temele dayanýr. Allah´a gerçek manada iman etmekle ve Allah´ýn Rasulünün getirdiklerine zâhirî ve bâtîni manada tabi olmakla saðlanýr Kiþiye düþen görev, bunlarý elde etmek için gayretini sarfetmesidir. Tek gayesi olmalý, oda bu iki amacý elde etmek. Fakat, olaðanüstü olay anlamýnda Kerâmete gelince, muhakkik âlimler nezdinde buna itibar olunmaz. Çünkü bu, kimi zaman istikamette bir mertebe kazanmýþ olanýn elinde meydana geldiði gibi, bazan istidrac kabilinden olur."
Ayrýca Allah´ýn veli kullarý, salih bir kimsenin elinde meydana gelen keramete veya kerametlere itibar etmezler ve gösterilen bu kerâmetlerin o kimsenin üstünlüðüne bir delildir, diye de kabul etmezler. Bu hususta Ýmam Yafiî þöyle der: "Elinde kerâmetler zuhûr eden her bir kimsenin velilerden olmasý gerekmez. Bu kimselerin, kerâmet göstermeyenlerden daha üstün olduklarýnýn bir delilidir denilemez, Böyle bir iddia ileri sürülemez. Kerâmet göstermeyen öyle kimseler var ki, kerâmet gösterenlerden çok faziletlidirler ve üstündürler. Zira gerçekte kerâmet, bazen sâhibinin yakînini takviye için ortaya çýkmýþ olabilir. O kimsenin doðruluðuna ve faziletine bir kanýt olabilir. Ancak bu kerâmet o kimsenin efdâl yani en üstünlüðüne bir kanýt deðildir. Zira efdaliyyet yani en üstünlük yakýnî anlamda bir iman ve tam anlamýyla Allah´ý tanýmakla mümkündür" (bk. Abdullah el- Yâfiî Kitabu Neþri´l-Mehâsini´l-Galiyye, s. 119)
Kerâmet: Mucize arasýndaki farklar
Keramete karþý çýkan âlimler, kerâmet mümkün olduðu takdirde mucizeyle karýþacaðý ve harikulâdelikler gösteren kimsenin peygamberlik iddiasýnda bulunabileceði noktasýndan hareketle kerâmete karþý çýkmýþlardýr. Peygamberler döneminde, peygamber olmayan kimselerin gösterdikleri harikuladelikleri anlatan nasslarý yorumlarken de, bu harikulâdeliklerin haddizatýnda o dönemde yaþayan peygamberlerin birer mucizesi olduklarýný ve peygamberlerin ölümünden sonra artýk bu tür harikulâdeliklerin cereyan etmediðini ileri sürerler (Bu konuda daha geniþ bilgi için bk. Ýbn Hazm, el-Fisal fi´l-Milel ve´n-Nihal, Beyrut 1975, V, 9-11)
Kerâmeti kabul edenler ise, kerâmet ile mucize arasýnda birtakým farklarýn bulunduðunu, bunlarý biribirine karýþtýrmanýn mümkün olmadýðýný söylerler. Aralarýndaki farklar ise, özet olarak þöyledir:
a- Mucize, peygamberin peygamberliðini ispat ettiðinden yapýlmasý gerekli olduðu halde kerâmette aslolan gizlenmesi ve açýða vurulmamasýdýr (Kuþeyri, er-Risâletü´l-Kuþeyri) ye, Mýsýr (t.y.), II, 660).
b- Peygamber, mu´cizesini mu´cize olarak takdim eder ve ona kesin olarak inanmak gerekir. Veli ise, gösterdiði harikulâdeliðin kerâmet olduðunu iddia edemeyeceði gibi baþkasý da kesin olarak ´bu kerâmettir´ diyemez. Zira bu meydana gelen harikulâdelik bir aldatmaca olabilir (Kuþeyri, a.g.e., II, 661)
c- Mu´cize kerâmet için asýl, kerâmet ise mu´cizenin bir fer´idir. Kiþinin eli üzere kerâmetin zuhur etmesi, o kiþinin peygambere ittibâýnýn bereketiyledir. Böylece kerâmetler, aslýnda peygamberlerin mucizelerine dahildirler (Ýbn Teymiyye, el-Furkan beyne Evliyai´r-Rahmân ve Evliyâi´þ-Þeytan, Beyrut 1390 h. s. 124).
Bu sebepledir ki kerâmet, ancak þerîata baðlý kimselerden sadýr olur. Þerîata baðlý olmayan kimselerin gösterdiði harikulâdelikler kerâmet deðildir. Ayrýca kerâmetin kendisi, mubah olan þeyler cinsinden olmalýdýr. Kerâmette þerîatýn emirlerine muhalif unsurlar bulunamaz.
Kerâmet, ilmin yollarýndan sayýlmaz ve baþkalarýna delil olamaz. Hele onu, kiþinin masumiyetine ve söylediði herþeyin doðruluðuna yormak, Ýslâm´ýn prensipleriyle taban tabana zýttýr (Ýbn Teymiyyle, a.g.e., s. 48-49)
radyobeyan