Kehf suresi By: armi Date: 27 Þubat 2010, 15:50:18
KEHF SURESÝ
Kur´an-ý Kerim´in onsekizinci Sûresi. Bir bölümünde ashâb-ý kehf´den bahsettiði için bu adý almýþtýr. Mekke´de nâzil olmuþtur. Yüzon âyet, binbeþyüzyetmiþyedi kelime ve altýbin üçyüzaltmýþ harften ibârettir. Âyet sonlarýna ahenk veren fâsýlasý "elif" harfidir. Yirmi sekizinci âyetin Medine´de indiði rivâyet edilir. Kehf, daðda geniþ maðara anlamýna gelir. Sûrede üç önemli kýssa yer alýr. Ashâb-ý Kehf, Musa ve Hýzýr (a.s) kýssasý ve Zülkarneyn kýssasý.
Bu sûre hakkýnda rivâyet edilen hadislerden ikisinin anlamý þöyledir:
"Sahâbeden Üseyd b. Hudayr, Kehf sûresini okumuþtu. Evinde de bir atý vardý. Bu sýrada at ürkmeðe, deprenmeðe baþladý. Bunun üzerine (Üseyd) Yâ Râb! Sen âfetten emin kýl, diye dua etti. Hemen onu duman gibi bir þey, yahut bir bulut kapladý. Sonra (Üseyd) bu olayý Hz. Peygambere anlattý. Rasûlüllah, "Oku ey kiþi. Çünkü o bulut gibi görünen þey Sekine´dir. Kur´ân dinlemek için yahut Kur"ân-ý tebcil için inmiþtir", buyurdu (Buhârî, Menâkýb, 25; Buhârî, Fedâilu´l-Kur´ân, 11; Tirmizi, Fedâilu´l-Kur´an, 6). Hz. Peygamber þöyle buyurmuþtur: "Kim, Kehf sûresinin evvelinden on âyet ezberlerse, deccâl´den korunmuþ olur" (Müslim, Müsâfirûn, 257; Ebû Dâvud, Menâhim, 14; Tirmizi, Fiten, 59; Ýbn Mâce, Fiten, 33).
Nüzûl sebebiyle ilgili olarak ibn Ýshak´tan þu haber anlatýlýyor: Kureyþ´in kâfirlerinden Nadr b. Hâris, Hire´ye gitmiþ, orada Rüstem ve Ýsfendiyer hikâyelerini öðrenmiþti.
Allah Rasûlü insanlara Ýslâm´ý anlatýrken veya teblið görevini yerine getirirken bu adam hemen söze karýþýrdý. "Ben, size ondan daha güzelini anlatýrým" diyerek peygamberimizin sözünün etkisini azaltmaya çalýþýr, Fars memleketleriyle ilgili hikâyeler anlatmaya baþlardý.
Ýnsanlarýn Ýslâm´a yönelmesini ve müslüman olmasýný önleyemeyen Kureyþliler, Nadr b. Hâris´in yanýna Ukbe b. Mu´ayt´ý da kattýlar, Medine´de bulunan Yahudilerin yanýna gönderdiler. Kureyþlilerin amacý fitne çýkarmak insanlarýn müslüman olmasýný engellemek için Yahudilerden akýl almaktý. Bu iki Kureyþli Yahudilerin yanýna vardýklarýnda "siz kitap ehlisiniz" dediler. Peygamberimizin durumu ve onun teblið ettiði din hakkýnda bilgi edinmek için geldiklerini söylediler.
Yahudiler, onlara þu üç öðütte bulundular. O´na "genç yiðitleri, seyyah adamý, ruhu sorun" dediler. Nadr b. Haris ve Ukbe b. Mu´ayt Mekke´ye geldiler. Allah Rasûlüne bu üç soruyu sordular. Bu olay sonucunda bu sûre nâzil olmuþtur.
Bu sûreye Kehf adýnýn verilmesi sebebiyle zikri geçen kiþilerce de Ashab-ý Kehf denilmiþtir. Yahudilerin "genç yiðitler" dedikleri kiþiler bunlardýr. Bunlara; "maðara arkadaþlarý", "yedi uyurlar" adý da verilmektedir. Sûrenin onuncu âyetinden yirmi yedinci âyetin sonuna kadar Ashâb-ý Kehf´den bahsedilmektedir.
Ýbn Ýshak´ýn naklettiðine göre, bu sûrede anlatýlan Ashâb-ý Kehf, Ýsa aleyhisselâm´ýn dini üzere amel eden birkaç genç olup, bunlar kendilerini putlara taptýrmak veya öldürmek için takip eden Roma toplumu ve bölge valisine karþý mücâdele ve dinlerini korumak üzere daða çýkmýþ, maðaraya gizlenmiþlerdi. Cenâbý Hak onlarý düþmanlarýndan korumak ve öldükten sonra dirilmeye ibret ve iþaret kýlmak için üçyüzdokuz yýl maðarada uyuttu. Uyandýklarý zaman birkaç saat uyuduklarýný sandýlar. Ýçlerinden birisi, bir þeyler almak için kasabaya inince bir kaç asýr önceki gümüþ para, olayýn anlaþýlmasýna yol açtý. Böylece topluma, öldükten sonra dirilmenin uygulamasý gösterilmiþtir (9-22).
Ýkinci kýssa Musa peygamberle Hýzýr aleyhisselâmýn arasýnda geçer. Musa (a.s), Hýzýr (a.s)´dan ledün ilmi (Allah tarafýndan bazý kullara verilen özel ilim) öðrenmek ister. Buluþurlar ve birlikte yolculuk yaparlar. Önce bir gemiye binerler, gemi denize açýlýnca Hýzýr (a.s) gizlice ambara inerek gemiyi deler. Durum anlaþýlýnca gemi tamir için geri döner. Musa (a.s) buna bir anlam veremez ve Hýzýr´a itiraz eder. Hýzýr (a.s) iþin iç yüzünü açýklar. Gemi denizde iþ yapan yoksullarýndýr. Yoluna devam ederse ileride korsanlar pusu kurmuþ olup, gemiyi zorla ele geçireceklerdi. Ârýza ile geri dönüþ gemiyi gasptan kurtardý (el-Kehf, 8/71, 79). Yolculuða karada devam ettiler. Hýzýr (a.s) bir yerleþim merkezinde rastladýklarý bir çocuðu öldürdü. Çocuðun görünürde hiçbir suçu olmaksýzýn öldürülmesi Musa (a.s)´nýn yine itirazýna yol açtý. Âyette olayýn bilinmeyen tarafý þöyle ifade edilir: "Oðlana gelince, onun anasý ve babasý iman etmiþ kimselerdi. Bunun için onlarý bir azgýnlýk ve kâfirlik bürümesinden endiþe ettik" (el-Kehf, 18/80). Yasarsa ana babayý küfre düþürecek olan bu çocuk yerine, yüce Allah o aileye daha hayýrlý ve daha merhametli baþka bir çocuk verecektir (el-Kehf, 18/80). Giderken yollarý bir kasabaya (Antakya) düþtü. Kasaba halkýndan yiyecek istediler. Fakat halk yiyecek vermedi. Bu arada Hýzýr´ýn dikkatini yýkýlmak üzere olan bir duvar çekti. Duvarý doðrulttu ve saðlamlaþtýrdý. Bundan dolayý bir ücret de istemedi. Hz. Musa buna da bir anlam veremeyip itiraz etti. Hýzýr (a.s) isin iç yüzünü açýkladý: Bu ev iki yetim çocuða aitti. Duvarýn içinde, çocuklar büyüyünce sahip çýksýn diye saklanmýþ bir hazine vardý. Çocuklarýn babasý sâlih bir zat olduðu için, ona verilen deðer sebebiyle duvarýn erken yýkýlmasý ve böylece hazinenin erken ortaya çýkmasý önlenmiþ oluyordu. Çünkü yetim çocuklar o yaþta haklarýný koruyacak bir durumda deðildi (el-Kehf, 18/77-82). Hýzýr (a.s) bütün bunlarý kendiliðinden deðil Allah´ýn emriyle yapmýþtýr.
Sûrede üçüncü kýssa Zülkarnayn´e aittir. Zülkarneyn´in kim olduðu ihtilaflýdýr. Peygamber olup olmadýðý da tartýþmalýdýr. Ancak Allah´ýn sâlih bir kulu, tevhid inancýna sahip ve mü´min olduðunda görüþ birliði vardýr. Kendisine yeryüzünde büyük güç verilmiþ doðu ve batý arasýnda yolculuk yapmýþtýr. Doðu Azerbaycan´a ulaþtýðý zaman hiç söz dinlemeyen bir kavim buldu. Onlar, yerde fesat çýkaran Ye´cuc ve Me´cuc adlý kabilelere karþý, araya bir set çekmede Zülkarneyn´den yardým istediler. Zülkarneyn bu azgýn kavmin önüne demir ve bakýrdan büyük bir set yaptý (el-Kehf, 18/96). Âyette bu setten þöyle söz edilir: "Artýk onu aþmaya da güç yetiremediler, onu delmeye de muvaffak olamadýlar. Bu dedi Rabbimden bir merhamettir. Fakat Rabbimin va´di gelince. O, bunu dümdüz yapar" (el-Kehf, 18/97, 98).
Sûrede zengin inkârcý ile yoksul mü´min örneði de ibretlidir. Allah iki kiþiden birine iki üzüm baðý, hurmalýk ve ekinlik olmak üzere güzel bir çiftlik verir. Ortadan da su fýþkýrtýr. Bu kimsenin baþka gelirleri de vardýr. Güzel ürün alýyordu. Ancak serveti arttýkça gurura kapýlýr, yoksul olan mü´mini küçük görür. Kendisini o kadar güçlü görürki, çiftliðin sonsuza kadar bu þekilde kalabileceðini, helâk olacaðýný sanmadýðýný bildirir. Kýyametin kopacaðýný da inkâr eder. Arkadaþý onu uyarýr. Allah dilerse bu çiftliðin bir anda helâk olabileceðini hatýrlatýr. Fakat söz dinlemez. Bir gün bütün serveti, çiftliði batar, hiçbir þeyi kalmaz. Keþke Rabbime hiçbir þeyi ortak tutmasaydým diyerek piþman olur. Artýk ona Allah´tan baþka yardým edecek hiçbir kimse yoktu ve kendisi Allah´tan öç alabilecek deðildir (el-Kehf, 18/32-44).
Sürede dünya nimetlerinden, âhiret azabýndan, müþriklerin Hz. Peygambere sorularýndan, imaný güçlendirecek güzel örneklerden bahsedilir. Sûre þu âyetle son bulur: "De ki; Ben ancak sizin gibi bir beþerim. Þu kadar ki, bana ancak ilâhýnýzýn bir tek Allah olduðu vahyediliyor. Artýk kim Rabb´ýne kavuþmayý ümit ediyorsa güzel bir amel iþlesin ve Rabb´ine kullukta hiçbir þeyi ortak tutmasýn" (el-Kehf, 18, 110).
radyobeyan