Kader By: armi Date: 27 Þubat 2010, 15:36:05
KAZA-KADER
Müslümanlar arasýnda ve Kelâm ilmi litaratüründe bu terim, genellikle
"Kaza ve Kader" þeklinde geçer. Bu iki kelime birbirinin gereði ve tamamlayýcýsý gibidir. Bazý hadislerde, "Kadere Ýman", Hayrý ile Þerri ile kadere iman" diye geçmekte ise de çok de fa bir arada kullanýlmaktadýr. Ancak genellikle Eþ´arîler "Kaza ve Kader", Mâturidîler ise "Kader ve Kaza" diye zikrederler. Bu kullanýþ, Kur´ân-ý Kerimde bir çok âyetlerde, ayrý yerlerde ve farklý anlamlarda geçen "kaza" ve "kader" kelimelerine verilen deðiþik anlamlardan ileri gelmektedir. Önemli olan; bu manalarý iyi anlamak ve herþeyin Allahu Teâlâ´nýn ezelde takdir ve tayin ettiði kaderine, yani ilahi ölçüye uygun olarak kaza þeklinde meydana geldiðine kesinlikle iman etmektir. Çünkü Ýslâm inançlarýna göre her þeyin "takdir´i ilahi" ile yani "ilâhî kadere" uygun olarak yeri ve zamaný geldiðine, yani yaratýldýðýna inanmak þarttýr. Ancak kader konusu kelâm âlimleri ve Ýslâm düþünürleri arasýnda derin görüþ ayrýlýklarýna ve çetin tartýþmalara sebeb olan, anlaþýlmasý ve çözümü çok zor bir mesele, hatta bazýlarýnca "Ýlâhî bir sýr" olarak kabul edilmektedir. Gerçek þudur ki; Selefiyye, Muhaddisler ve Ehl-i Sünnet Kelamcýlarýnýn ortak görüþüne göre, Allahu Teâlâ´ya ve onun, ilim, irade, kudret ve tekvin sýfatlarýna iman, "kaza ve kadere iman" etmeyi de gerektirir. Çünkü lugat ve ýstýlah manalarýný açýklayýnca anlaþýlacaðý gibi, "kader" Hak Teâlâ´nýn "Ýlim" ve "Ýrade" sýfatlarýna, "kaza" da "Kudret" ve "Tekvin" sýfatýna dayanýr. Yani bu sýfatlara inanmanýn kesin sonucu ve gereðidir. Bu esasa dayanýlarak ve Ýslâm inançlarý arasýndaki önemli yeri dikkate alýnarak, bir de, peygamberimiz (s.a.s)´in meþhur "Cibril Hadisi" de, nakli delil sayýlarak "Kaza ve Kadere Ýman" ayrýca belirtilmiþ ve "Ýman Esaslarý" arasýnda altýncý esas kabul edilmiþtir. Nitekim bazý sahih ve meþhur hadislerle beraber (Buharî, el-kader; Müslim, el-iman) bir çok âyet-i kerimede her þeyi ilâhî takdire, tabi olduðu ve Allah´u Teâlâ´nýn Kudretinin ve hükmünün (kazasýnýn) bir gereði olarak yaratýldýðýna iþaret olunmuþtur. Kaza ve kader kelimelerinin lugat ve Kur´an âyetlerinde geçen deðiþik anlamlarý ile, Mâturîdilere ve Eþ´arîlere göre terim manalarý þöyle açýklanabilir:
"Ka-de-re" kökünden gelen kader; lugatta; "ölçü, ölçme, miktar, bir þeyi ölçerek belirli bir ölçüye göre yapmak, onu takdir ederek tayin ve tahsis etmek", anlamlarýna gelir. Raðýb el-Ýsfehanî´ye göre "kader ve takdir" bir þeyin miktarýný ve sýnýrýný bildirir (el-Müfredad, s.403). Yani Kader; her hangi bir þeyin mahiyetini gösteren ve sýnýrlayan bir ölçüdür. Nitekim her þey "ilâhî bir ölçü"ye baðlý olarak ezelde takdir ve tayin edilmiþtir. Mesela: buðday tohumu veya hurma çekirdeði kendilerine özgü öyle bir ölçü ve belirli özelliklerle takdir ve tayin edilmiþtir ki birincisinden yalnýz buðday, diðerinden yalnýz hurma aðacý yetiþir, baþka bir þey yetiþmez. Her nebatýn her aðacýn veya hayvanýn tohumu da öyledir. O halde kader; bu âlemin ve ondaki bütün varlýklarýn ilâhî hikmete göre yaratýlmasýnda ve varlýðýnýn devamýnda esas olan "Ýlâhî bir ölçü, Ýlâhî bir kanun" dur.
Kader kelimesi Kur´an-ý Kerim´de "masdar" ve "fiil" olarak geçmektedir. "Þüphesiz biz, her þeyi(n mahiyetini) belirli bir ölçüye (kadere, ilâhi takdire) göre yarattýk" (el-Kamer, 54/49) âyetinde mastar; "...(Allah) herþeyi yaratmýþ ve her birisine belirli bir nizam vererek onun kaderini takdir ve tayin etmiþtir" (el-Furkan, 25/2). Yani, yaratýlacak þeylerin bütün özelliklerini, yerini ve zamanýný Hak veya batýl, hayýr veya þer, sevap veya ikab olacaðýný ezelde tayin ve tespit etmiþtir anlamýný ihtiva eden âyette de fiil olarak kullanýlmýþtýr.
"Kaza" kelimesine gelince: lugatta; "bir þeyi sonuna getirerek hükme baðlamak", yani onun sözle veya hareketle tamamlanmasý, "fiillerin zamanýnda yaratýlmasý"dýr.
Bu kelime Kur´an´ý Kerim´de "mastar" olarak deðil, "fiil", "fâil" ve "Mef´ul" olarak kullanýlmýþtýr (Fussilet 41/2, Taha, 20/72 Meryem, 19/21). Yerine ve manaya göre; "emir, hüküm, ilan, beyan" ve özellikle "yaratma" manalarýna gelir. "Rabb´in, yalnýz kendisine ibadet etmenizi "kaza etti"emretti (öyle hükmetti)"(el-Ýsra, 17/23). Kaza kelimesi "emir ve hüküm" manasýnadýr. Emir ve hüküm ise, bir þeyi "sözle tamamlamak" týr. "Bunun üzerine onlarý (Allah c.c) yedi gök olmak üzere iki günde yaratýr (kaza etti) " (Fussilet,41/12) âyetinde de kaza, yaratmak (halk etmek) anlamýna kullanýlmýþtýr. Bu âyette geçen "Kadâhunne" kelimesi, Allahu Teâlâ´nýn onlarý ezeli olan ilmi ve sonsuz hikmeti ile yaratmýþ olduðunu ifade etmektedir. Kaza kelimesi özet olarak; "herhangi bir þeyi sona erdirip varlýðýný tamamlamak" anlamýna ise de, bu mana, yerine göre bazen deðiþebilmektedir (fazla bilgi için bk. Abdul Kerim el-Hatip, el-Kadâ ve´!-Kader, s.147-151).
Kaza ve Kader´in ýstýlah manalarý itikatta "Ehl-i Sünnet" mezhepleri olarak tanýnan Eþ´arî ve Mâturîdî âlimlerine göre birbirinden farklý ve deðiþiktir.
Maturidîlere göre kader; "Allah Teâlâ´nýn, ezelden ebede (sonsuzluða) kadar olmuþ ve olacak þeylerin zamanýný, mekânýný, sýfatlarýný ve her türlü özelliklerini bilmesi, ezelde o mahiyyet ve þekilde takdir ve tahdid etmesidir. "Bu tarife göre kader, Hak Teâlâ´nýn "Ýlim" ve "Ýrade" sýfatlarýna baðlý olup, bu ilahi sýfatlara ve taalluklarýna iman, kadere imaný da gerektirmektedir.
Maturîdîlere göre kaza ise; "Allahu Teâlâ´nýn ezelde irade ve takdir etmiþ olduðu þeyleri, zamaný gelince, ilim, irade ve ezeldeki takdirlerine uygun olarak yaratmasý" demektir. Bu bakýmdan kaza, maturîdîlere göre ayrý bir kemal sýfatý olan "Tekvin" sýfatýna tabi olup onun ilgi alanýna girer.
Bu tariflere göre kader, kazadan daha genel olup, taalluk ettiði alan daha geniþtir. Çünkü kader, bu kâinatý idare eden ilâhî kanun ve ilâhî ölçü, kaza ise, bu kanuna uygun olarak tenfizdir, aynen uygulamaktýr. Allah (c.c) her þeyi bir sebep ve hikmete dayanarak yapar. Kadere böyle inanýlmasý gerekir.
Eþ´arilere göre kaza, hüküm manasýna olup, "Allahu Teâlâ´nýn bu kâinatta meydana gelecek þeylerin hepsini nasýl, ne zaman, hangi þekil ve özelliklerde olacaklarsa, ezelde öylece bilmiþ ve ezeli ilmine uygun olarak dilemiþ olmasýdýr."
Kader ise; "Hak Teâlâ´nýn her þeyi vakti gelince ezelî ilmine uygun olarak irade ettiði (dilediði) þekil ve vasýfta yaratmasýdýr."
Eþ´arilerin bu tariflerine göre kaza, kaderden daha genel ve þumüllü olup, Allah (c.c)´ýn ilim ve irade sýfatlarýna; kader ise, kudret sýfatýna tabi olup, bu sýfatýn hadis olan ikinci taallukunun eseridir. Çünkü Eþ´arîlere göre Hak Teâlâ´nýn "Tekvin" diye ayrý bir sýfatý bulunmamaktadýr. Madurîdîlere göre durum aksine olup, kader, kazadan daha þumüllü ve geneldir. Ayrýca, Maturîdîlerce yapýlan tarifler "Kaza ve Kader" kelimelerinin lugat manalarýna daha uygundur. Özel olarak bilinmesi ve inanýlmasý gereken husus; bu âlemde var veya yok olan her þey, Allah Teâlâ´nýn kaza ve kaderi iledir. Her þey bu ilâhî irade, ezeli ilim ve mutlak kudrete uygun olarak var veya yok olur. Yani kâinattaki her þey bu ilahi kanuna tabidir. Her þeyde ve her yerde kader, yani onu vücuda getiren vasýf ve ölçüler ile belirli sebepler mevcuttur. Bunlar ezelî olan Allah´ýn ilmine ve iradesine baðlýdýr. Bu sebeplerin birleþme veya ayrýlmasýndan ortaya çýkan olay ve eþya ise, kazadýr, kaza-i ilahî´nin tecellileridir. Hak Teâlâ´nýn kader ve kazasýnda ilahi hikmetler vardýr. Çünkü Allah (c.c) her þeyi bir sebep ve hikmete göre yaratýr. Bu esasa göre Hak Teâlâ kâinattaki her þeyi tespit ettiði ilahi plana ve yüce nizama göre yönetmektedir. O halde kainatta meydana gelen maddi-manevi her çeþit varlýklar ve olaylar, gayesiz olarak rastgele ortaya çýkmamaktadýr. Belki her þey, Allahu Teâlâ´nýn ezelî ilmi, mutlak iradesi ve sonsuz kudreti ile ilâhî ölçüye plan ve nizama uygun olarak yaratýlmaktadýr.
"Fâil-i Muhtar" olan Allah (c.c) her þeyi meydana gelmeden önce ezelî ilmi ile bilip, onlarýn vasýf ve özelliklerini, yerini ve zamanýný takdir ve tespit ederek "Levh-i Mahfuz"a yazmýþtýr. Bu gerçeklere þu âyetler delâlet etmektedir. "(Gerek) yeryüzünde ve (gerek) kendi nefislerinizde herhangi bir musibet gelmemiþtir ki, bu Bizim onu yaratmamýzdan önce kitapta (yazýlmýþ) olmasýn. Þüphesiz ki bu Allah´a göre kolaydýr" (el-Hadid, 57/22). "De ki; Allah´ýn bizim için yazdýðýndan baþka bir þey bize isabet etmez" (et-Tevbe 9/51). Allah´ýn kazasý "Levh-i Mahfuz" da yazýlý olan kaderine daima uygun olarak tecelli eder. Kadere halk arasýnda "alýn yazýsý" da denmektedir. Bilinmeyen alýn yazýsý bilerek veya kayýtsýz olarak veya unutarak yapýlan günahlarý mazur göstermez, insanýn iradesini etkisiz hale getirmez ve onu sorumluluktan kurtarmaz. Kaza ve kaderin birbirine aykýrý düþmesi imkansýzdýr. Aksi halde kâinatýn mizan ve düzeni bozulur, varlýklar âlemi devam edemezdi. Çünkü bu muazzam kâinat yer ve göklerdeki canlý cansýz varlýklar, ilahî bir plan ve kanun olmadan varlýðýný koruyamaz.
Kaza ve Kader, Ýman Esaslarýndan mýdýr?
Ehl-i Sünnet´e göre; "kaza ve kadere iman", iman esaslarýndandýr. Yukarýda kýsaca iþaret olunduðu üzere, Ehl-i Sünnet´e göre Allahu Teâlâ´ya ve O´nun mukaddes sýfatlarýna iman etmek, "kaza ve kadere" imaný da gerektirir. Çünkü kader, Hak Teâlâ´nýn "ilim" ve "irade" sýfatlarýnýn, kaza da "kudret" veya "tekvin" sýfatýnýn birer gereðidir. Yani, "kaza ve kader akidesi" Allah´a ve O´nun ilim, irade, kudret ve tekvin sýfatlarýna iman etmenin zorunlu bir neticesidir. Kadere imaný inkâr etmek, zâtullaha sâbit olan zâtî ve subûtî sýfatlarý inkâr etmek demektir. Bu yüzden önemi dikkate alýnarak, kaza ve kadere iman Ýslâm´da iman esaslarýndan sayýlmýþ ve altýncý esas olarak
"Müslüman´ýn Âmentüsü"nde yer almýþtýr. Nitekim Buhâri ve Müslim´in Sahihler´inde zikredilen (bk. Kitâbu´l Ýman, Kitâbu´l-Kader) Hz. Ömer (r.a)´in Rasûlullah (s.a.s)´den naklettiði meþhur "Cibril Hadisi"nde, "Kadere iman" iman esaslarý arasýnda, aynen tasrih edilmiþtir. Rivayete göre; bir gün Peygamber (s.a.s) ashabýyla mescidde otururken, insan suretinde gelen Cebrâil (a.s), "Ýman, Ýslâm ve Ýhsan"ýn manasýný Peygamber (s.a.s)´e sormuþ ve her sualin sonunda, (Sadakte) diyerek doðruluðunu tasdik etmiþtir. "Ýman nedir?" sorusuna Rasulullah (s.a.s): "Ýman; Allah´a, Meleklerine, Kitaplarýna, Peygamberlerine ve Ahiret gününe inanmaktýr (ayrýca) hayrý ve þerri ile kadere iman etmektir" buyurmuþlardýr.
"Bu konudaki hadisler ´ahad hadislerdir´, sahih ve meþhur da olsa zanný ifade eder. Zannî deliller akaid ve iman konularýnda delil olarak kullanýlamaz" denilemez. Çünkü bu hadislerin delâlet ettiði mana kesinlik ifade eden âyetlerle te´kid edilmiþtir. Bu durumda zannî deliller de kesinleþir. Yukarýda bazýlarý zikredilen bir çok âyeti kerimelerde her þeyin ilâhî takdire tabi olduðu ve Allah´ýn kazasý (emir hüküm ve yaratma) ile meydana geldiðine iþaret buyrulmuþtur (Âlu Ýmran, 3/47, en-Nisâ, 4/78, 143, e!Mâide, 5/77, el-En´am, 6/86-88, et-Tevbe, 9/51, el-Hicr, 15/60, el-Ýsrâ, 17/29, Tâhâ, 20/72, Sebe, 34/18, Meryem, 19/21, Fussilet, 41/12, el-Kamer, 54/49, el-Hadid, 57/22). Bu bakýmdan, "kaza ve kadere iman", iman esaslarýný birarada zikreden (el-Bakara, 2/177, 285, en-Nisâ 4/136) gibi âyetlerde ayrýca sayýlmamýþtýr. Peygamberimiz (s.a.s)´in vefatýndan bir müddet önce "kader meselesi" ve "hayýr ve þer" etrafýnda yapýlan bazý tartýþmalar üzerine; "Kadere, hayrýn da, þerrin de Allahu Teâlâ´nýn takdiri ve yaratmasý ile olduðuna" inanmanýn "iman esaslarýndan olduðu, Peygamberimiz (s.a.s) tarafýndan beyan edilmiþtir. Kendi aklý ve þahsi kanaati ile deðil, daima ilâhî vahiyle dini hüküm ve esaslarý ümmetine aynen teblið eden Rasûlullah (en-Necm, 53/3-4) Cibril hadisiyle bildirdiði iman esaslarý, zamanla tevatür derecesine ulaþtýðýný ehl-i sünnet imamlarý bu gerçeði ittifakla kabul etmiþ ve bu hususu eserlerinde zikretmiþlerdir (Bu konuda geniþ bilgi için bk. Faruk Ahmed ed-Derühi: El-Kada ve´l-Kader Fi´l-Ýslam, Beyrut 1986, III, s. 5-6; Ali Arslan Aydýn: Ýslam da Ýman ve Esaslarý, Ýstanbul 1982, s.394-397; Abdülkerim el-Hatib-el-Kadâ ve´I-Kader, Kahire 1961, s.225-227). Kaza ve kaderin, kulun iradesi ve ihtiyarî fiilleri ile ilgisine kaza ve kadere iman konusunun meþhur bir kelâm meselesi olan "halk´ý ef´âl-i ibâd", yani "insanlarýn ihtiyârî fiillerinin yaratýlmasý", ile ilgisi, kýsacasý; "Ýnsanýn irâdî fiilleri Kesb ve yaratma problemi- gibi hususlara gelince Ehl-i sünnet akaid imamlarý Eþ´ari ve Maturidi bu konularý geniþ bir þekilde açýklamýþlardýr:
Ýnsan Ýradesi-Ýhtiyârî Fiilleri ve Sorumluluk
Bilindiði gibi insan, kâinattaki yaratýklarýn en olgunu ve þereflisidir. Çünkü, bu âlemdeki canlý cansýz varlýklarýn hepsi, insanýn emrine ve hizmetine verilmiþtir. Bu bakýmdan insan, Rabb´ini bilmek ve O´na ibadet etmek için olduðu gibi, bu dünyayý imar ve ýslah etmek için de yaratýlmýþtýr. Bu sebeple "Allahu Teâlâ, insana her türlü güzel vasýflar, yanýnda onu diðer varlýklara üstün kýlan ve insan yapan, akýl, ruh, irade ve ihtiyar gibi manevi deðerler vermiþtir. O, aklý, irade ve seçme gücü ile diðer varlýklarýn yapamayacaðý bir çok iþleri yapmak, yeni yeni þeyler keþfedip kesb etmek kudretine sahiptir. Ýnsana bu sýnýrlý kudreti ve cüzî iradeyi veren; gücü her þeye yeten mutlak kudret, kulli irade ve sonsuz kemal sahibi olan Allah Teâlâ´dýr. Fakat insana verilen bu sýfatlarýn hiç biri tam ve mutlak deðildir. Allah´ýn kemâl sýfatlarýna nazaran çok eksik ve sýnýrlýdýr. Bu sebeple insan, iradesini, fýtrî yeteneklerini ve diðer sýfatlarýný kullanýrken, belirli ölçülere, kayýtlara ve ilâhî kanunlara tabidir. Fakat bu kayýtlara ve bazý engellere raðmen insan, cüz´î iradesini kendi sýnýrlarý içinde kullanmakta ve dilediði tarafa yöneltmekte serbesttir. Gerçek þudur ki insan, belirli ölçüler ve sýnýrlar içinde hareket edebilen hür bir varlýktýr. O halde insanýn kendi irade ve ihtiyarý ile yaptýðý, isteyip kesbettiði (elde ettiði) iþler vardýr ve yaptýðý bu iþlerden elbette sorumludur. Yapmakla mükellef olduðu iyi ve güzel iþler karþýlýðýnda mükafaat alacak, yapmamasý gerekenler karþýlýðýnda da ceza görecektir., Çünkü insan, kendi irade ve isteðiyle iyi veya kötü belirli bir iþi yapmaya karar vermiþ ve o kararýný uygulamaya koymaya giriþmiþ olmakla, o iþin sorumluluðunu yüklenmiþtir. Ýþte insanlar, sahip olduklarý bu irade ve ihtiyarlarý (seçme melekelerine sahip olmalarýndan dolayý mükellef ve yaptýklarý iþlerden sorumludurlar. Bu teklif esasýna göre dinen sevaba layýk veya cezaya müstehak olurlar. Aksi halde insanlar mükellef ve yaptýklarý iþlerden sorumlu olmazlar. Teklif ve sorumluluk, sevap ve ikab (ceza) esaslarýný kabul etmemek ise, bütün ilahî dinlerin esas ve gayesine aykýrýdýr.
Diðer taraftan, þayet insanlar yaptýklarý her iþi mecburi ve zorunlu olarak yapar diye düþünürse, cebir (zorlama) lazým gelir ve insan iradesi inkâr edilmiþ olur. Yani insanlarýn yaptýklarý hiç bir iþte irade ve ihtiyarlarý olmaz, buna raðmen o iþlerden sorumlu tutulmuþ olurlar ki bu, ilahi adalete aykýrý düþer. Bu sonuç ise batýldýr.
O halde, karþýmýza, birbiriyle zor baðdaþan iki dini esas çýkýyor:
Birincisi; "Allah (c.c) her þeyin halîký (yaratýcýsý) dýr" (ez.-Zümer, 39/62) âyetine uyarak, Hak Teâlâ´nýn yegane yaratýcý olduðuna, yaratýcýlýkta hiç bir ortaðý bulunmadýðýna ve kulun ihtiyari fiillerini de yaratanýn Allah olduðuna iman etmektir.
Ýkincisi de; kul, kendi irade ve ihtiyarý ile yaptýðý (zorunlu olmayan) Ýhtiyari Fiillerinden sorumludur. Yani Allah´ýn emirlerini yapmak ve yasaklarýndan kaçýnmakla mükelleftir. Bu, teklif ve sorumluluðun esasý olup, dinde sevap ve ikabýn kaynaðýdýr. Bu esas, bizi "insanýn sorumlu olmasý için, fiilini icad etmesi gerekir" sonucuna götürebilir. Bu sonuç ise, birinci esasa aykýrý düþer.
Ýþte, inanýlmasý gereken bu iki esas arasýnda görülen çeliþkiyi kaldýrmanýn zorluðu, insan aklýný tereddüde ve fikir ayrýlýklarýna sevketmiþ ve bu konuda Ehl-i Sünnet dýþý mezheplerin doðmasýna neden olmuþtur. O halde ihtilafýn ana sebebi; insanlarýn "ef´âli ihtiyariye" diye anýlan kendi irade ve ihtiyarlarý ile yaptýklarý "fiilleri yaratmak" Allah Teâlâ´nýn fiillerinden midir? Yani bu irâdý fiillerin yaratýcýsý Hak Teâlâ mýdýr, yoksa o fiili bizzat iþleyen kul mudur? meselesidir. Bu konuda farklý görüþler ve ayrý ekoller ortaya çýkmýþtýr:
1-Mutlak cebir düþüncesine dayanan "Cebriyye" mezhebi öncüsü Cehm b. Safvan olduðundan "Cehmiyye" adýyla da anýlýr.
2-Mutlak ihtiyar fikrine dayanan Kaderiyye ve "Cumhuru Mu´tezile" mezhebi.
3-Cebr ve ihtiyar arasýnda görülen "Mâturîdiyye" mezhebi.
4-"Cebr-i Mutavassýt" olduðu iddia edilen "Eþ´ariyye" mezhebidir.
Ýlk iki mezhep, insan iradesi üzerinde aþýrý giden ve birbirinin zýddý olan "mutlak cebir" ve "mutlak ihtiyar" fikrine dayanan ve böylece ifrat ve tefrite kayan Ehl-i Sünnet dýþý bâtýl mezheplerdir.
Son iki mezhep ise, ifrat ve tefrite sapmayan hak mezheplerdir. Her ikisi de, Ehl-i Sünnet görüþünü temsil ederler.
Cebriyye; insanýn irâdî fiilleri üzerindeki kudret irade ve ihtiyarýný tamamen inkâr ederek, kulun daima mecbur ve muzdar olduðunu, yaptýðý iþlerde hiç bir rolü olmadýðýný iddia ediyor. Böylece "teklif ve sorumluluk" esasýný yýkarak, insaný mutlak cebre teslim ediyor. Onu âdeta cansýz bir varlýk seviyesine indiriyor. Ýslâm´ýn ana prensipleriyle baðdaþmayan bu çarpýk görüþ, müslümanlar arasýnda raðbet görmemiþ ve kýsa zaman sonra ortadan kalkmýþtýr.
Kaderiyye ve Mu´tezilenin büyük çoðunluðu; Cebriyye´nin mutlak cebir fikrinin tam aksini savunacak, insaný "hâlikiyet" yani yaratýcý derecesine çýkarýyor ve "kul, yaptýðý ihtiyârî fiillerin yaratýcýsýdýr" diyorlar. Böylece Allahu Teâlâ´ya, bir çeþit þirk koþma gibi tevhid akidesine aykýrý bir duruma düþüyorlar.
Yaratma ve Kesb Teorisi
Ýslâm nazarýnda insan, yaratýlanlarýn en þereflisi ise de, her yaratýk gibi noksan ve sýnýrlýdýr. Çünkü mutlak kemal Allah´a mahsustur. O halde iman, mutlak kudret, mutlak irade ve ihtiyar sahibi, dolayýsýyla yaptýðý iþlerin bizzat yaratýcýsý olamaz. Çünkü hâlikiyet (yaratýcýlýk), Allah (c.c)´a mahsus olan çok yüce bir sýfat, çok yüksek bir derecedir. Fakat insan hayvanlarda olduðu gibi- irade ve ihtiyardan, seçme gücü ve isteme yeteneðinden tamamen mahrum bir varlýk da deðildir. Çünkü bilinen bir gerçektir ki insan, bazý iþleri dilerse yapýyor, dilerse yapmýyor. O halde insanýn kendine mahsus cüz-i bir kudreti, cüz-i bir irade ve seçme gücü vardýr. Bu sebepledir ki; mükelleftir, yaptýðý iyi ve faydalý, kötü ve zararlý bütün iþlerden sorumludur. Öyle ise, kendi iradesiyle yaptýðý iþlerden bu sorumluluðu gerçekleþtiren bir payý almalýdýr. Aksi halde mükellef ve sorumlu olamaz. Fakat insana böyle bir pay ayýrýr ve üstünlük tanýrken, onun yaratýlan bir kul olduðunu unutarak, yegane yaratýcý Hâlýk olan Hak Teâlâ´ya her hangi bir yönden onu benzetmemeli ve yaratýcý Rab derecesine çýkarmamalýdýr. Bu iki ana esas birbirine karýþtýrýlmaz, aradaki sýnýr iyi bilinirse, çok muðlak olan kader meselesi az çok kavranmýþ olur. Gücü ve imkâný sýnýrlý olan insan aklý böyle ilâhî bir sýrrý tam olarak çözemez. Ancak bu büyük sýrrý anlamaya ve esasýný kavramaya çalýþýr.
Eþ´arilere Göre Yaratma ve Kesb Teorisi
Yukarýda belirtilen iki ana esasý benimseyen Eþ´arilere göre; kul kendi iradesiyle yaptýðý iþlerde mecbur deðil, muhtardýr. Yani kendine mahsus irade ve kudreti vardýr; yaptýðý ihtiyarî fiillerin sahibi ve mahallidir. Fakat kulun kudreti, yaptýðý iþler üzerinde müessir (etkili) deðildir. Çünkü Allahu Teâlâ ortaðý olmayan tek ve yegane Hâlýk´týr. Kudreti tamdýr ve her þeyi yaratma gücüne sahiptir. O halde; her þeyin ve insanlarýn, mide, ciðer ve kalb çalýþmalarý ve uyumak, hazmelmek gibi ýzdýrarî (irade dýþý, zorunlu) fiillerinin yaratýcýsý Hak Teâlâ olduðu gibi, kulun yaptýðý iradî ve ihtiyarî fiillerinin de Hâlýký Allah(c.c.)´dir. Zira imam Eþ´ariye göre: "Bir eser üzerinde iki tam müessir kuvvet ictima edemez" bu kural gereðince, kulun iradi fiilleri üzerinde tek mücasir kuvvet Hâk Teâlâ´dýr. O halde kulun kudretinin yaratmada, ikinci bir kuvvet olarak bir tesiri yoktur. Ancak Hâk Teâlâ, ilahî kanunu icabý olarak, o fiili, kulun azim ve tasmimi (ýsrarlý isteði) bulunduðu anda yaratýr. Bu azim ve kesin istek, kulun iradesini o þeye yöneltmesiyle o iþi kesb etmesi feklinde ortaya çýkar. O halde kul yaratýcý hâlýk deðil, o iþi kazanan kâsibdir. Yaratmada bir payý yoktur. Tek Hâlýk, tek yaratýcý iail Allah (c.c)dir. Ýnsanýn kazandýðý fiile tesir eden kudret ona Allah (c.c) tarafýndan verilmektedir. Kulun kudretinde olan þey Allah´ýn da kudreti altýndadýr. Bu açýdan bakýlýnca mülkiyette olduðu gibi bir ortaklýk durumu yoktur (el-Eþ´ari, Kitabu´l-Luma´, s.72). Kulun kesb ettiði bu gibi fiillerle olan alakasý, o fiilin mahalli ve sahibi olmaktan ibarettir. Çünkü her fiil, o fiilin mahalline isnad edilir. Mesela güzellik onu yaratana deðil, onunla vasýflanan þahsa isnad edilir. O halde, Allah Hâlýk, kul kâsibdir, yani yaratma Allah´a mahsustur, kesb ise kula aiddir. Eþ´arilerin "Halk ve kesbt´ teorisinin özeti budur. Ýþte Eþ´arîler "teklif ve sorumluluk" esasý ile "Allah´ýn yegane yaratýcý" olduðu esasýný böylece baðdaþtýrarak Cebriyye, Kaderiyye ve Mu´tezilenin düþtüðü hataya düþmemiþlerdir. Ancak kulun kudreti olup ta, fiillerin üzerinde belirli bir tesiri olmamasý ve kesb teorisi üzerinde çok tartýþýlarý anlaþýlmasý güç bir konudur. Öyle ki, "Akla min kesbi´l-Eþ´ari" Eþ´ari´nin kesbi kadar dakik ve muðlak tabiri arapçada darbý mesel olarak görmüþtür. Bazý âlimlerce, cebir fikrine yakýn görünen Eþ´ariye Mezhebi, "Cebr-i Mutavassýt" diye de anýlýr. Nitekim bazý Eþ´arîlerin "insan muhtar (Ýrade sahibi suretinde) muzdar (mücber, mecbur) dur" sözü, insandaki irade serbestisi sadece surette kalmaktadýr. Gerçekte ise hakim ve müessir olan, sadece Allah´ýn küllî ve mutlak iradesidir.
Maturîdilere Göre insan Ýradesi, Kesb ve Halk
Ýslâm düþünce tarihi ve Kelâm ilmiyle meþgul olanlarca bilindiði gibi insanýn irade ve kudreti, ihtiyarý fiilleri üzerindeki tesirleri, yaratma ve kesb teorisi, kulun yaptýðý iyi veya kötü iþlerinden sorumlu olduðu, baþka bir deyimle "teklif ve sorumluluk" ile "Allah´ýn tek yaratýcý" olduðu gibi konularda, ayrýca kaza-kadere iman, hayrýn ve þerrin Allahu Teâlâ´nýn Ýlmi, iradesi ve kudreti ile yaratýldýðý hususunda, Maturîdiler, Eþ´arîlerle genellikle ayný görüþleri paylaþmaktadýrlar.
Maturidilere göre "Kesb" azm-i musammem "yani" kesin ve deðiþmez bir karar ve irade yönelmesi"dir. imam Mâturidî "Halk" ve "kesbi" kelimelerini beraber mütalâa ederek, hu terime þöyle açýklýk getirir: "Allah (c.c) fiilleri olduklarý gibi (hakikatleri ýle) yaratmakta, onlarý ´yokluk´tan ´varlýk´ sahasýna çýkarmaktadýr. Ýnsanlar da o fiilleri kendi iradeleri ile Kesbettikleri (iþleyerek elde ettikleri) ölçüde o fiillere sahip olurlar (Kitabu´t Tevhid, Nþr. Fethullah Huleyf, Beyrut 1970, s. 226), Mâtûridî "Kesb" hakkýnda genel bir deðerlendirme yaptýktan sonra fiil ile kesbin âidiyeti hususunda þöyle diyor: "fiil aslýnda "kesb" yönünden insana, "Halk" yönünden de Allah´a aittir´: Kulun ihtiyari fiiline "halk" deðil "kesb´) Allahu Teâlâ´nýn fiiline ise "kesb" deðil "halk" denilmekte, "fiil" kelimesi, bu iki terim için de kullanýlmaktadýr. Halbuki Eþ´arîlere göre fiil, yalnýz "halk ve icat" manasýna kullanýlmakta kesb ise mecâzî olarak fiil denilmektedir. Böylece Ýmam Mâturîdî´nin tek bir olaydaki fiile farklý açýlardan baktýðý anlaþýlmakta ve bir fiilde var olduðunu kabul ettiði yönden manasý daha iyi anlaþýlmaktadýr. Bu esasa göre fiil; icat (yaratma) yönü ile Allah´a mutlak kudret sahibine ait bir eser. Kesb yönüyle de kula aid bir (cüz´î) kudret eseri olmaktadýr. Yani fiil, yaratma yönünden Allah´ýn külli kudreti altýndadýr. Allah Teâlâ´nýn yarattýðý bu fiile insan kesb yönüyle esir ederek onu elde etmekte ve mahalli olmaktadýr. Halk ile Kesb arasýndaki farka gelince; aletsiz meydana gelen þey halk, aletle meydana gelen þey Kesbdir. Bazýlarý da þöyle dediler: "Kudret sahibinin (Kâdir-i Mutlak) tek baþýna meydana getirmesi mümkün olan þey halk (yaratma) mümkün olmayan þey de kesbdir. Böylece Kesb kula, halk da Allah (c.c)´a aid olmuþ olur. Fiil Allah´a izafe edildiði zaman "halk" insana nispet edildiði zaman "kesb" adýný alýr. Bu anlayýþa göre insanýn sorumluluðu daha çok anlaþýlmakta olduðu ortaya çýkmaktadýr. Sorumluluk konusunda Ýmam Maturidi þöyle bir delil zikreder:
Madem ki, Hak Teâlâ dünyada itaat edenlere sevap, âsî olanlara da ikab (ceza) vadetmiþtir. O halde bu itaat ve isyan fiilleri ancak kulun iradesiyle seçtiði kendi fiili olduðu takdirde, va´dedilen karþýlýklarý alabilir. Sevap ve ikab, Hak Teâlâ´nýn bildiði gerçekler olduðuna göre kulun bu fiillerinin de gerçek olmasý gerekir. Diðer bir husus da sudur: Herkes kendi nefsinden ve tecrübelerinden bilir ki; yaptýðý iþlerde ihtiyar sahibidir, fâilidir, kâsibtir. Bunun aksini iddia edenler kendilerinin herhangi bir fiili bulunmadýðý söyleyen Cebriyye´dir. Onlarýn bu sözlerinin kendileriyle tartýþmalarýnýn bir hükmü ve manasý yoktur. Çünkü mezheplerine göre bu sözleri de-birer fiil olarak-onlarýn deðil demektir. Bu açýklama ile Maturidiyye´nin insandan her türlü fiili iradeyi ve seçme gücünü kaldýran ve onu bir alet gibi telakki eden Cebriyye ile insanýn fiillerinden Allah´ýn kudret ve iradesinin ve ezelî takdirinin (yani kaderin) rolünü ve etkisini inkâr eden Kaderiyye ve Mu´tezile arasýnda ortak bir yol takip etmeye çalýþmaktadýr.
Ynt: Kader By: 8c nazlý Date: 07 Ekim 2014, 19:49:28
Bu konuyu okumanýzý tavsiye ederim
Ynt: Kader By: yagmur_7-c Date: 07 Ekim 2014, 19:51:53
Esselamu aleykum ve rahmetullah;
ÝnþAllah kaderimiz güzel olur..Allah c.c. razý olsun çok güzel bir paylaþým..
"(Gerek) yeryüzünde ve (gerek) kendi nefislerinizde herhangi bir musibet gelmemiþtir ki, bu Bizim onu yaratmamýzdan önce kitapta (yazýlmýþ) olmasýn. Þüphesiz ki bu Allah´a göre kolaydýr" (el-Hadid, 57/22)
Ynt: Kader By: nadire 7/C Date: 07 Ekim 2014, 20:12:33
paylaþým için teþekkürler, sað olun....
Ynt: Kader By: Tuðçe 7/D Date: 07 Ekim 2014, 20:48:08
Ödevimde yararlandým. Emeði geçen herkese teþekkür ederim.
Ynt: Kader By: Liyla Date: 23 Ekim 2014, 14:25:24
kader konusunda bilmediklerimi öðrendim .tþkr ederim
Ynt: Kader By: emine94 Date: 15 Ocak 2015, 15:02:19
Kader, insanlarýn yapacaklarý iþlerin, önceden bilinmesi demektir. Kaderle bizim seçimimiz, ayrý deðildir. Seçince, o kaderimiz oluyor, ne iþlemiþsek, kiminle evlenmiþsek o kaderimiz oluyor. Allahü teâlâ, olacak her þeyi bildiði için, bizim ne yapacaðýmýzý da bilir. Ýþte kader, Allahü teâlânýn ezeli ilmiyle, kendi irademizle yapacaðýmýz iþleri bilmesi demektir, zorla yaptýrmasý demek deðildir.
radyobeyan