Ýslam Kavramlarý A-L
Pages: 1
Hurufilik By: armi Date: 22 Þubat 2010, 16:35:20
HURÛFÎLÝK




Batýl inançlara sahip bir fýrka ve uydurulmuþ bir inanç sistemi.

Hurûf, harf´in çoðuludur. Harf, Arapça´da alfabeyi teþkil eden iþaretlerin her biridir. Söz manasýna gelir.

Hurûfî, Arapça sýfat olup, Ýlm-i hurûf ile ilgili olarak harflerin sýrlarýna dair itikat ve düþünceye inanan kiþi demektir.

Hurufilik inançlarýnýn temeli ilm-i huruf´un hurâfe fikirleri üzerine kurulan bir fýrkadýr (Luðatnâme, XI. s. 476; Hurûfîyân, s. 229). Çok eskilere dayanan bir mazisi olmasýna raðmen, Hurufilik denince, Ýran´da Esterâbâd Kadiu´l-Kudâtý´nýn oðlu olàn Fazlullâh el-Hurûfi (740-796/1340 1394)´nin XlV. asrýn sonlarýnda kurup bir sistem halinde geliþtirdiði fýrka anlaþýlýr.

Asýrlar boyunca bir takým harf ve rakamlar mukaddes sayýlmýþ ve bunlara muhtelif anlamlar verilerek, Allah´a mahsus sýrlarýn bunlar da gizlendiði düþüncesi kabul edilmiþtir. Çok eski çaðlardan bu yana insanoðlu zaman zaman, gökte veya yeryüzünde varlýðý kabul edilen gizli kuvvetlerden istifade yollarýný araþtýrmýþtýr; çözemediði esrarlý hadiselerden önceleri korkmuþ, sonralarý onlardan faydalanma yollarýný aramýþtýr. Mevcudiyeti kabul edilen bu kuvvetler harf ve þekillerle tasvir edilmiþtir. Neticede bu tabii ilimler önce efsûn (büyü), týlsým ve sihirbâzlýk þeklinde ortaya çýkmýþtýr. Mýsýr´da Hz. Musa´dan evvel Kýptîler sihir ve týlsýmla uðraþtýklarý gibi, Nebâtî, Keldânî ve Süryânîlerden ibaret olan Babil halkýnýn da bu ilimlerle uðraþtýðý ve eserler meydana getirdikleri bilinmektedir (Ýbn Haldun, Mukaddime, III, 1).

Hurûfiliðin bilinen ilk þekli, mutasavvýflar tarafýndan yazýlýp tasnif edilmemiþ bir takým iþaretlerden ibarettir (Rýfký Melûl Meriç, Hurûfilik, s. 2). Havâs ile uðraþanlar bunlarý kýsýmlara ayýrarak üzerlerinde çalýþmýþlardýr. Böylece bu araþtýrmalarýn sonunda ortaya çýkan Luðâz, Muammâ, Remil, Fâl, Cifr, Vefk, Azâyim ve Nucûm Ýlm-i Hurûf´un þubeleri sayýlmýþtýr (Keþfû´z-Zunûn, I. 650-651; Mevzûâttu´l-Ulûm, I, 130-136, 389-399).

Buna benzer inançlar eski Hind´de, Yunan´da, Mýsýr´da, Musevîlik ve Hýristiyanlýkta da mevcuttur. Hindûlara göre sayýlarla harfler arasýnda bir münasebet vardýr. Üç, yedi, on ve kýrk rakamlarý kutsal olduðu gibi, her sayý bir þeye iþâret eder. Meselâ Pythagorasçýlar, âlemin aslýnýn sayý olduðunu ve eþyanýn da bundan meydana geldiðini ileri sürerler. Eþyanýn aslý sayý olduðuna binaen, sayýnýn aslý da bir´dir. Bu bir, bir´e tatbik edilirse nokta olur. Noktalarýn hareketi çizgiyi, çizginin hareketi sathý, satýh da cismi meydana getirir. Bundan da his, idrak ve akýl çýkar (Felsefe Tarihi, s. 22-23) .

Pisagorcularda üç rakamý ilk sayýlýr. Dört, unsurlara iþaret eder. Ýki, kadýn demektir. Üç ile ikinin toplamý olan beþ, evlenmeyi gösterir. Üç ile üç´ün toplamý olan altý, her þeyin altý cihetine iþarettir. Yedi, dört unsurla buûdu, varlýðý gösteren ilk sayýdýr. Yani üç ile dördü gösterdiðinden kutlu bir rakamdýr. Onda mükemmeldir. Üç ve yedi adýna and içilir (Veled Ýzhudak, Mesnevý Tercümesi, V., s. 366).

Havas ile meþgul olanlar harfleri rakamlarla açýklayarak eski çaðlarda "Ebced" kelimelerini sihir ve büyüde kullanmýþlardýr. Burada elif´den gayn´a kadar her harf` bir tanrý ismi ile tabiî güç mukâbilidir. Böylece sayý ve harf arasýndaki ilgiden bir sýr sistemi kurulmuþtur. Meselâ, efsûn ve muskalarda, harfler sayý deðerlerine göre toplanýr ve bu toplamýn cinler âlemi ile münasebeti olduðu kabul edilir .

Hristiyanlýkta bunun bir baþka örneðini görürüz. Ahd-i Cedîd (Vahy-i Yuhanna, 1. Bâb, 8 ve XX. Bâb, 6)´da ilk harf "elif" ve son harf olan "ye"nin iptidâ ve intihâya, yani baþlangýç ve sona delâlet ettiði bildiriliyor. Ayrýca Musevîlerin Yunan felsefesi´ne dayanan Kabalizm´i Tevrat ve Zebûr´un zahiri manasýyla iktifa etmeyerek, kutsal kitabýn harflerinden gizli manalar çýkarmaya uðraþmaktýr(Hilmi Ziva Ülken, Ýslâm Feisefesi, s.24-25).

Ýslâm âleminde ise harflerin bazý husûsiyetlere sahip olduðu inancý oldukça eskidir (Ali Ekber Dehhuda, Luðatnâme, XI. s. 476). Bu itibarla Kur´an´ýn yirmi dokuz sûresinin basýndaki harflere çeþitli anlamlar verilmiþtir. Ýslâm ulemasý arasýnda hurûf ile uðraþanlarýn baþýnda Hallâc-ý Mansûr (ö. 922) ibn Nedim (ö. 987)´den sonra ibnü´l-Arabî (1165-1240), ibn-i Haldûn (1332-1406), Abdurrahman-ý Bistâmî (ö. 1454) ve Sarý Abdullah Efendi (1584-1660) gelir.

Ýslâm Dünyasý´nda Hurûfîliði bir inanç sistemi, bir fýrka halinde yayan Esterâbâdlý Fazlullâh-i Hurûfî´dir. XlV. asrýn sonlarýnda Ýran´da Timur´un saltanatýnda (1370- 1405), tarikat ehlinin büyük müsâmaha gördüðü zamanda Fahlillâh-i Hurûfi, bugün Gurgan diye bilinen, Ýran´ýn Hazar Denizi´nin güney-doðu kýyýlarýna yakýn Esterâbâd þehrinde fýrkasýný yaymaya baþlamýþtýr.

Eski devirlerden beri batýný akidelerin kök saldýðý Ýran´da kendi fikirlerini bu batýnî metodlarla kurmaya çalýþmýþ olan Fazlullâhi Hurûfi Bâtýniyye´den Þeyh Hasan-i Cûrî (ö. 743/1342-3) ve O´nun halifelerinin tesiri altýnda kalarak fýrkasýný kurmuþtur. Fazlûllâh, Bâtýnîlerin te´vil metotlarýný en iyi bir þekilde deðerlendirerek, harflerin önemini ve onlarýn sayýlarla olan münasebetlerini ortaya koymuþ, dînî emîr ve hükümleri Arap ve Fars alfabelerindeki yirmisekiz ve otuziki harfe irca etmiþtir. Allah´a ait sýrlarýn harf ve sayýlarda gizlendiði kabul edilen manalarýný çözmeðe çalýþmýþ; gelecekteki hadiseleri önceden keþf için faydalanýlan Ulûm-i garibe ve Ulûm-i harfiye yanýnda ilm-i hurûf´un esaslarýný ortaya atarak bu bilgiyi orijinal bir þekle sokmuþtur.

Fazlullâh-i Hurûfî, otuz iki yaþýnda iken kurduðu fýrkayý, önceleri Tebriz ve Ýsfahan´da yaymaya baþlamýþ ve yaptýðý rüyâ tabirleriyle büyük þöhret kazanmýþtýr. Kurduðu Hurûfîlik fýrkasý kýsa bir zamanda iran´ýn her tarafýna yayýlmýþtýr (Abdulbaki Gölpýnarlý, Hurûfilik Metinleri Kataloðu, s. 7).

Fazlullâh Arap Alfabesindeki yirmisekiz harf yerine Fars Alfabesindeki otuz iki harfi esas almýþtýr. Kur´ân-ý Kerim´e karþýlýk olmak üzere, Farsça, Câvidân-nâme ismiyle kendi fikirlerinin ana kaynak kitabý olan eserini telif etmistir.

Fazlullâh-i Esterâbâdý´nin dini görüþleri yani akîdesi Þeriata muhâlif görüldüðünden, tevkif edilerek Alýncak Kalesi´nde yapýlan muhâkemesi sonunda, Timur´un oðlu Mýrân Þâh (1404-1407)´ýn emriyle (796/1394)´de boynu vurularak katledilmiþtir (Dâniþmandân-ý Azerbayean, s. 387; Hurûfîyân, s. 232).

Hurûfî Akîdesi

Hurûfîliðin kurucusu Fazlullâh´a göre, Ýslâm mutasavvýflarýnýn da belirttiði gibi, Allah gizli bir hazine (kenz-i mahfî) olup; her þeyin hakikati, mevcudiyeti ve ruhu ise seslerdir (Clément Huart, Hurûfîlîk, ÝA, V/ l, s. 598). Gizli bir hazine olan Allah´ýn ilk tecellisi kelâm þeklinde görülen seslerden ibarettir. Sesin (savt) kemâli kelâm, yani sözdür. Kelâm ise ancak insanlarda zuhûr eder ve kendisini sesle gösterir. Kelâm bir takým unsurlar halinde bazý þekiller alýr. Bu unsurlar Arap ve Fars Alfabelerinin yirmi sekiz ve otuz iki harfidir. Söz ise harflerden meydana gelmiþtir. Ses canlýlarda bilfiil; cansýz varlýklarda bilkuvve mevcuttur. Cansýz bir maddeyi diðer bir cansýza vurursak, onun cevheri olan ses ortaya çýkar. Bu, canlýlarda irade ve istekle meydana gelir. Nebâtatta yüksek bir tecelli halinde zuhûr eden savt, hayvanda kemâl ve insanoðlunda ise ekmel bir halde zâhir olur (Câvidân-nâme´nin Nesimî´ye Tesiri, s. 30-31, 66).

Hurûfiler âlemin sonsuzluðuna, daimî bir deverân hareketine ve hareketten tabiî hadiselerin meydana geldiðine inanýrlar. Cenâb-ý Hak bir insanýn yüzünde tezâhür ve insaný temyîz eden bir kelâmdýr. Bu kelâmýn unsurlarýnda da bir sayý deðeri vardýr. Böylece bütün varlýklarýn asýl unsuru olan yirmisekiz harfi insan yüzünde görmek mümkündür. insan yüzünde doðuþtan yedi hat vardýr: iki kaþ, dört kirpik ve bir saç. insan bu yedi hat ile doðduðu için bunlara "hutût-ý ummiye" (ana hatlarý) denir. Bunlar hâl ve mahâl toplamý ondört eder. Yedi de "hutût-ý ebiye" (baba hatlarý) vardýr ki, bunlar erkekte ergenlik çaðýnda çýkar: Yüzün sað ve sol yanlarýnda iki sakal kýllarý, iki yanaðýn iki tarafýndaki (burun) kýllarý, iki býyýk ve bir de alt dudaktaki (enfaka) kýllarý. Bunlar da hâl ve mahâl itibariyle on dört eder. Ana ve baba hatlarýnýn toplamý yirmisekiz olur ki, bu Kur´ân´ýn yazýldýðý yirmisekiz harfe tekabül eder.

Bu hatlar hava, su, ateþ ve toprak gibi dört unsurdan meydana geldiði için her biri dört telakki edilerek yedi ile çarpýlýrsa yine yirmisekiz elde edilir. Eðer saçý ortadan ikiye bölersek, bu yedi hat sekiz olur. Dört unsur ile çarpýmý otuziki eder. Bir baþka þekliyle söylersek, ana ve baba hatlarý yediþerden ondört eder. Hâl ve mahâl itibariyle ise yirmi sekiz; buna Farsça´daki (p, ç, j, g) harflerini eklersek otuziki elde edilir. Ãlemde her ne varsa otuzikiye tatbik olunur. Bütün kâinât dokuz felek, on iki hurç ve yedi seyyâreden ibaret olup, bunlara dört unsuru ilave edersek otuziki çýkar. Otuzikinin dýþýnda baþka bir þey mevcut olamaz (Ýstivâ-nâme, s. 6, 36, 48-49)

Hurûfiler, Kur´ân´da manasý açýk ve kesin âyetler (muhkemât) ile sûre baþlarýndaki (mukattaât) ve manasý anlaþýlamayan yani çeþitli te´vile musâit âyetler (muteþâbihât) hakkýnda, tefsir âlimleriyle aksi görüþtedirler. Kur´ân´ýn sýrrýnýn yirmidokuz sûrenin baþýnda gelen hurûf-ý mukattaâtda toplandýðý kabul edilmiþtir. Bu harfler ondört adettir:

(elif-lam-ra/kef-he-ye-ayn sýn/tý-sýn/ha-me/gaf-nun)

Bu sûre baþlarýnda gelen ve tekrarlanmayan ondört harfin meydana getirdiði mukattaâtý, Hurûfîler muhkemât sayarlar. Hurûf-ý mukattaât kast edilirse yani, söylendiði gibi yazýlýrsa onyedi olur. Bu harflerin imlâlarýnda: elif´de f, sad´da d ve nun´da v harfleri bulunur. Bu üç harfin (f, d, v) ilâvesiyle hurûf-ý muhkemât onyedi olur. Arap Alfabesindeki bu onyedi harfin dýþýnda kalan(be-te-se-cim-ha-hý-zel-ze-þýn-dat-zý-gayýn) onbir harfe hurûf-ý müteþâbihât denir.

Hurifîlerce asýl kelam-ý ilâhý bu ondört huruf-ý mukattaâttýr ki, vech-i âdem (insan yüzü) ondan feth olunmuþtur, denir. insan yüzündeki ana hatlarýnýn kendileri ve bulunduklarý yer itibariyle toplam sayýlarý olan ondört ile, hurûf-ý mukattaâtýn ondört eþitliði buna delil gösterilir.

(he-zel/mim-nun/gaf-dat-le/ra-be-ye) "Bu Rabbimin faziletindendir" (en-Neml, 27/40) ve "Bu Allah´ýn faziletidir" (el-Maide, 5/54) beyânlarýnda olduðu gibi, Kur´ân-ý Kerim´de göçen (fazl:fe-dat-le) kelimesinden kastedilenin Fazlullâh-i Hurûfi olduðu ve insanýn yüzünde de (Fazl:fe-dat-le) isminin okunduðu iddia edilir.

Hurûfîler bütün dinî hükümleri kendi düþünceleri doðrultusunda izah ederler. Kelime-i Þehâdet, namaz, oruç, hac ve zekât gibi bütün dinî hükümler te´viller ile hep yirmisekiz ve otuziki harfe tatbik edilerek açýklanýr. Rakam fazla veya eksik olursa, hesabý doðrultmak için ilm-i hurûf´un usullerine baþ vurulur ve dört iþlem yoluyla sonuca ulaþýlýr.

Bu fýrkanýn düþüncesinin esasý, insana en yüce mertebeyi vermektir. Mevcûdât, mutlak varlýðýn tezâhürüdür. Bu zuhûr kuvvet âleminden, yani melekûttan tabiat ve anâsýr âlemine gelmiþ, semâvâtla anâsýrýn birleþmesinden cemâdât, nebâtât ve insanlar meydana gelmiþtir. Bu zuhûr insan oðlunda kemâle ermiþtir (hurûfîlik Metinler Kataloðu, s. 19-20).

Ýran´da XIV. asýr sonlarýnda Esterâbâd havalisinde ortaya çýkan Hurûfîlik kýsa bir sürede ülke sýnýrlarýný aþarak Hindistan, Azerbaycan, Irak, Suriye, Anadolu ve Rumeli´ye sýçradý. Ýran hudutlarý içinde sýk takibâta uðrayan Hurûfîler, akidelerini yaymak, kendilerine bir yurt bulmak için bilhassa Osmanlý Ülkesine âdeta sýðýnmýþlardýr. Fazl´ýn baþ halifesi Ali el-A´lâ (ö. 822/1419) Anadolu´ya gelerek, Hacý Bektaþ Tekkesi´nde inziva ederek Hurûfîliði yaymaya baþlamýþtýr. Câvidân´daki bütün illâhî teklifleri te´vil ve inkâr eden bölümleri, nefs-i ammârenin isteklerine uygun olduðundan kýsa zamanda çok taraftar bulmuþtur. Hurûfi inançlarý Bektaþiler arasýnda "sýr" adý altýnda yayýlmýþtýr (Hoca Ýshak Efendi, Kâþifu´l-esrâr, s.3-4). Yine bu fýrkanýn önde gelen halifelerinden Ýmadeddin Nesîmî (ö. 821/1418) gibi kudretli bir þâirin tesiriyle ve onu takip edenlerin vasýtasýyla bu fýrka uzun zaman Anadolu ve Rumeli´de yaþamýþtýr. Nesimî´nin müridi þâir Refiî (IX/XV. asýr), Abdülmecid Feriþteoðlu (ö. 564/1459) ve Virânî Baba (Xl/XVII. asýr) gibi Hurûfiler bu akýmý daima canlý tutmuþlardýr .

Bir ara Hurûfiler Fatih Sultan Mehmed (saltanatý: 1451-1481)´in Sarayýna kadar nùfûz etmiþlerdir. Ulemayý telâþa düþüren bu olayda, Vezir Mahmud Paþa (ö. 879/1474)´nýn gayreti ve Mevlânâ Fahreddin-i Acemî (ö. 865/1460)´nin yardýmýyla Hurûfiler korkunç bir þekilde cezaya çarptýrýlmýþlardýr (Taþköpri-zâde, Þekâyýk-ý Nu´mâniye, trc. Mecdý, s. 81-83). Bundan sonra Anadolu ve Rumeli´deki Hurûfîler, kendilerini gizleyerek, ekseriye Bektaþî gibi görünerek varlýklarýný uzun süre muhafaza etmiþlerdir .

XIV. asrýn ikinci yarýsý sonlarýnda Hurûfîliðin Ýran´da ortaya çýkmasýyla beraber, kýsa bir müddet sonra bu fýrkanýn esasýný ve prensiplerini ortaya koyan pek çok eser telif edilmiþtir. Zaman zaman tâkibâta uðrayan bu fýrkanýn taraftarlarýyla beraber kitaplarýnýn da yok edilmesine raðmen halen dünyanýn muhtelif kütüphanelerinde Hurûfî eserlerine rastlanmaktadýr (Ali Ekber Dehhuda, Luðat-nâme, XI, s. 488).

Hurûfi fýrkasý´nýn harf ve sayý nazariyesinin esasýný bir sistem olarak ortaya koyan eserlerin baþýnda Fazlullâhî Hurûfý´nin Câvidân-nâme adlý eseri gelmektedir. Bu, Hurûfîliðin ana kaynak kitabýdýr. Bundan baþka Fazl´ýn Arþ-nâme, Muhabbet-nâme, Nevm-nâme ile bir Dîvân ve Vasiyetnâme adlý eserleri bulunmaktadýr. Fazlullâh´ýn baþ halifesi olan Ali el-A´lâ´nýn Klyâmet-nâme ve tevhîdnâme´si; Nesîmî´nin Dîvân ve Mukaddimetu´l-Hakâik´i; Emîr Giyâseddin´in Ýstivâ-nâme ve Mektub´u; Mýr Þerîf´in Hacnâme, Mahþer-nâme ve Beyânu´l-vâkî´si; Refiî´nin Beþâretnâme ve Gençnâme´si; Abdulmecîd Feriþteoðlu´nun Iþk-nâme ve Ahiretnâme; Yemýnî´nin Fazîlet-nâme´si; Muhîtî´nin Dîvân´ý; Misâlî´nin Dîvân´ý; Arþî´nin Dîvân´ý; Hamza Dede´nin Câvidân-nâme þerhleri; Ýskurt Muhamed Dede´nin Salât-nâme´si; Emîr Ýshak´ýn Turâb-nâme´si gibi eserleri Hurûfiliðin diðer kaynaklarý olarak sayabiliriz (Gölpýnarlý, Hurûfîlik Metinleri Kataloðu, III-VII; A/i Ekber Dehhuda, Luðat-nâme, XI, s. 488).


radyobeyan