Ýslam Kavramlarý A-L
Pages: 1
Hilafet By: armi Date: 21 Þubat 2010, 19:50:36
HÝLÂFET




Allah´ýn hâkimiyet hakkýnýn bir tecellisi olarak Ýslâm hükümlerini uygulamaya koymaktan sorumlu makamýnýn adý.

Ýslam yönetiminin hem teorik hem de pratik açýdan kendine özgü olan bu makam genellikle "halifelik" veya "hilâfet" diye adlandýrýlmaktadýr. Bu makama gelebilmek için belirli özelliklere sahip olmanýn yanýnda, belirli yoldan o makama gelmiþ olmak da gerekir.

Hilâfet, kelime anlamýyla, baþkasý nýn yerine onun adýna görev yapmak veya tasarruflarda bulunmak demektir (Ýbn Teymiyye Mecmuu´l-Fetava, XXXV, 43; el-Kettânî, et-Terâtibu´l-Ýdâriyye, I, 2). Halife ise, baþkasý tarafýndan kendi adýna iþ görmek üzere görevlendirilen kiþiye denir (Ýbn Hazm, el-Fisal, IV, 107). Baþkasýnýn adýna görev yapmanýn veya tasarruflarda bulunmanýn ise birkaç nedeni vardýr. Ya yerine görev yapýlan kimsenin aciz olmasý sözkonusudur. veya halife olarak tayin edilen kimsenin deðerini yükseltme amacý güdülmüþtür (Raðýb el-Isfahânî, el-Müfredât fi Garîbi´l-Kur´an, s. 156). Yerine görev yapýlan kimsenin hazýr olmamasý ya da ölümü durumunda hilafet, Hz. Peygamber (s.a.s.)´in risalet dýþýnda kalan görevlerini yüklenmek demektir.

Ýslâm hukukçularý "hilâfet" terimini, genellikle Hz. Peygamber (s.a.s)´in yerine geçmek anlamýna kullanmýþlardýr. "Gerçekte hilâfet, þeriatý Allah´tan teblið eden Peygamber´in yerine geçip dini korumak ve dünya iþlerini de düzene sokmak" (Ýbn Haldun, Mukaddime, 191) demektir; en yüksek baþkanlýk ve amme velayetidir; dini koruma ve dünya iþlerini düzenleme makamýdýr. Bu makama getirilene halife adý verilir.

Bu makama geçen, toplumu sevk ve idarede Hz. Peygamber´e halef olmuþtur. Bu nedenle "Peygamber´in halifesi´´ demekte sakýnca görülmemiþtir. Fakat genellikle yalnýzca "halife" demekle yetinilir. Hz. Peygamber´in hadislerinde "hilâfet" ve onunla ayný kökten türeyen kelimeler, yerine göre terim anlamýyla, yerine göre kelime anlamýyla kullanýlmýþ bulunuyor (Buhârî, Meðâzi, 37; Ahkâm, 43; Müslim, Hacc, 425; Ýmâre, 61; Ebu Dâvûd, Cihâd, 72; Tirmizî, Deavât, 41, 46; Nesâî, Ýstiâze, 43 vs).

Halife´ye "Allah´ýn halifesi" demenin câiz olduðunu söyleyenler: "O, sizi yeryüzünün halifeleri yapandýr" (el-Enam, 6/165) anlamýndaki ayeti delil gösterirler. Bunun caiz olmadýðýný söyleyenler de Hz: Ebu Bekir (r.a.)´ýn kendisine Allah´ýn halîfesi denilmesine müsaade etmediðini söylerler (el-Maverdî, el-Ahkâmû´s-Sultâniyye, Çev, A. Þafak, s. 19; el-Ferra, el-Ahkamû´s-Sultaniyye, s. 27; Ýbn Haldun ayný yer; Ýbn Teymiyye, a.g.e., XXXV, 44-5).

Ýlâhî emirler gözönünde bulundurulmadan kurulan yönetimlere hiçbir zaman "hilâfet" adý layýk görülemez. "O, sizi yeryüzünde halifeler yapandýr. Artýk kim küfrederse küfrü kendi zararýnadýr. Kâfirlerin küfrü kendilerine Rableri katýnda þiddetli buðzdan baþka birþey artýrmaz. Kafirlerin küfrü kendilerine hüsrandan baþka birþey artýrmaz" (el Fatýr, 35/39).

"Allah, içinizden iman edip de güzel amelde bulunanlara yeminle vâdetti ki, kendilerinden evvel gelenleri (kafirlerin yerine) nasýl halife yaptý ise, onlarý da muhakkak (müþriklerin yerine geçirip halife kýlacak; onlara kendileri için beðendiði dini (Ýslâm´ý) herhalde payidar kýlacak; onlarýn korkularýný güvenliðe çevirecektir. Ta ki onlar bu güvenlik içinde bana ibadet etsinler bana hiçbir þeyi ortak tutmasýnlar. Kim bundan sonra nankörlük ederse artýk onlar fâsýklarýn ta kendileridir" (en-nur, 24/55).

Demek ki asýl önemli olan, bu yüce makamýn gereklerinin yerine getirilmesidir. Bunlar da Allah´ýn hükümlerini mutlak ölçü kabul etmek; sâlih amel iþlemek ve Allah´a karþý gelmemek, küfre sapmamaktýr. Kendisinde bu özellikler bulunmayan hiçbir yönetim "Ýslâmî" olma özelliði kazanamaz; Ýslâmî kavramlarla nitelendirilemez.

Halifelik makamýna geçen kimse için "halife" adý kadar kullanýlmýþ ikinci bir unvan daha vardýr ki, o da: "Ýmam"dýr. Ýmam, sözüne veya davranýþlarýna uyulan kimse demektir (Râðýb, a.g.e., 24).

Ýmamet de terim olarak: "Dinî, dünyevî ve her konuda en yüksek baþkanlýk demektir" (el-Cürcânî, Þerhu´l-Mevâkýf, 602; M. E. Zehra, Mevzu´atu´l-Fýkh, I, "Al" mad., 3. kýsým; Elmalýlý, I, 491). Ancak bunun yerine halifelik kavramýnýn kullanýlmasýnýn daha tercih edilir bir adlandýrma olduðu da belirtilmiþtir (el-Cürcânî a.g.e., ayný yer). Bu makamý iþgal edene halîfe veya Ýmam denmesinin nedenlerine gelince:

Ýlk halifenin Rasûlullah (s.a.s)´den sonra gelip risalet dýþýnda kalan görevleri yerine getirme hususunda onun yerini almýþ olmasý; asýl hâkim Allah olduðundan, O´nun yeryüzündeki hakimiyetini temsil etmesi ve ´bu temsilini (hilafet) görevi bütün mü´minlere yöneltilmiþ bulunduðundan, (bk. el En´am, 6/165) mü´minlerin onu seçimle ve akidle bu makama getirmeleri dolayýsýyla, Ýslâm devleti baþkanýna hafife adý verilir. Ona "Ýmam" denmesinin nedeni ise; Ýslâm devlet baþkanýnýn namaz kýldýran imama benzetilmiþ olmasýndandýr. Ýmamýn arkasýnda namaz kýlan cemaatin imama uymalarý nasýl bir zorunluluk ise,toplumun da ayný þekilde devlet baþkanýna itaat etmesi gerekir. Bu nedenle devlet baþkanlýðýna: "el-Ýmâmetü´l-Kübrâ" veya "el-Ýmâmetü´l-Uzmâ" (büyük imamlýk) da denilir. Aslýnda Ýslâm devlet baþkaným belirli bir isimle adlandýrma zorunluluðu yoktur. Ona verilen isimden çok onun iþgal ettiði makamýn özellikleri ve bunlarýn yitirilmesi önemlidir.

Ýslâm yönetimini kastederek "hilâfet" ile birlikte "meliklik" ve "saltanat" terimlerinin de kullanýldýðýný görmek mümkündür.

Meliklik genellikle, babadan oðula geçen yöneticilik anlamý,na kullanýlmýþtýr. Bu nedenle Ýslâm´da meliklik -bu anlamýyla- söz konusu deðildir. Bu anlamýyla meliklik, Ýsrailoðullarýnýn yönetimlerinde görülmüþtür. Bunu da Kur´an-ý Kerim´in bazý ayetlerinden anlamaktayýz. (bk. el-Maide, 5/20; el Bakara, 2/247; Sad, 38, 35)... (Konu ile ilgili daha etraflý âçýklamalar için bak. Ýbn Teymiyye Mecmu´ul-Fetava, XXXV. 33 vd.).

Ýslâm yönetim düzeni, yeryüzünde Rasûlullah (s.a.s)´in önderliðinde gerçekleþmeye baþladýðý dönemlerde dünyada var olan diðer siyasal düzenler "kuvvet" temeli üzerinde yükselmekteydi. Bu düzenlerin politikalarý da üstünlük kurmak ve insanlarý baský altýnda tutmak ve tahakküm ilkelerine dayanýyordu.

Bu tür yönetimlere ve onlarýn politikalarýna en açýk iki örnek, biri Ýslâm´ýn doðduðu yer olan Arap yarýmadasýnýn kuzeydoðusunda yer alan Iran imparatorluðu; diðeri ise kuzeybatýsýnda bulunan Bizans imparatorluðu idi. Müslümanlar bu iki düzeni tanýmlamak için o dönemlerde Ýran rejimi hakkýnda "kisraviyye" yani kisralar düzeni; Bizans rejimi hakkýnda da "Kayseriyye" yani "Kayserler düzeni" terimlerini kullanýyorlardý.

Ayný þekilde her iki düzeni tanýmlamak amacýyla "mülk" kavramý da kullanýlýrdý. Bununla da anlatýlmak istenen bir tek kiþinin mukeddaratýna egemen olduðu mutlak ve istibdada dayalý yönetimlerin düzenlemeleri, idi. Bu kiþi ülkeyi kiþisel arzu ve heveslerine göre yönetir ve iradesinin üstünde herhangi bir kanun veya otorite kabul etmez ve tanýmazdý.

Özellikle ilk müslümanlar, böyle bir yönetim biçimini kesinlikle kabul edemez, içlerine sindiremezlerdi. Çünkü Kur´an-ý Kerim, bu tür "melikî" düzenlere Firavun gibi kiþileri örnek göstererek onlardan nefret ettirdiði gibi; "Þüphesiz, melikler bir itlkeye girdiklerinde oraya ifsâd ederler, o ülke halkýnýn aziz olanlarýný zelîl ederler. (Evet) onlar böyle yaparlar..." (en-Neml, 27/34) ayetiyle de genel olarak melikler hakkýndaki olumsuz hükmünü belirtmektedir.

Kur´ân-ý Kerim melikî yönetimlerin temelinin zulme dayalý olduðunu befirtir ve bazý, zâlim meliklerden de söz eder:

"Arkalarýnda her saðlam gemiyi zorla alan bir melik vardý" (el-kehf, 18/79).

Görülüyor ki Kur´ân-ý Kerim, Kisralarýn, Kayserlerin, Firavunlarýn yönetim biçimini gayet açýk bir dille eleþtirmekte ve reddetmektedir. Bu ruh ile yetiþen ilk müslüman nesil bu tür yönetim þekillerine karþý oldukça hassas idi; onlar Ýslâmî yönetimin melikliðe dönüþmemesi için büyük bir özen gösteriyorlardý. (bk. M. Ziyauddin er-Reyyis, en-Nazariyyatu´s-Siyasiyyeti´l-Ýslâmiyye, Kahire 1979, s. 114 vd.).

Hz. Ömer (r.a) bir gün Selmân (r.a)´a: "Ben melik miyim, halife miyim? diye sorar. Selmân da: "Eðer sen müslümanlardan bir dirhem veya daha az bir miktar toplayacak ve bunu hakký olmayan bir yere harcýyacak olursan, sen meliksin, halife deðilsin" der. Haksýz tasarruflarý yanýnda melikin insanlarý zora koþtuðu da bildirilmiþtir. Bu bakýmdan Hz. Ömer´e etrafýnda bulunanlar: "Hamd olsun ki sen melik deðilsin" demiþlerdir (Ýbn Sa´d, Tabakat, III, 306-7; el-Kettânî, a.g.e., I, 13; Kandehlevî, Hadislerle Müslümanlýk, II, 632). Abdullah b. Ömer (r.a) de ümmetin topluca bey´at etmediði kimseye halife demenin doðru olamayacaðýný bildirmiþtir (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VII,175).

Hilafet ile saltanat arasýndaki farka gelince: Hilafet þûra esasýna dayanýr. Yani halife müslümanlarýn istiþâresi ve seçimi (bey´at) sonucunda iþbaþýna gelir. Saltanatta ise buna yer yoktur. Saltanat babadan oðula geçen bir hak olarak kabul edilir.

Ýbn Hazm; hilâfetin verâsete dayanmayacaðýný söyler ve Ýslâm´ýn soya dayanan saltanatý tanýmadýðýný þöyle belirtir: "Müslümanlar arasýndaki imamette verasetin câiz olmadýðýný Râfýzîler dýþýnda kabul etmeyen yoktur. Onlar hem erginlik yaþýna gelmemiþ kimsenin Ýmam olabileceðini kabul ederler, hem de bu konuda veraseti câiz görürler" (Ýbn Hazm, el-Fisal, IV, 166´dan nakleden M. Ebu Zehra, Ýslâm´da Fýkhî Mezhebler Tarihi, IV, 73).

Buna göre halîfelik, her türlü tasarruf ve adalet ölçüleri içerisinde yapýlmalýdýr; Meliklik öyle deðildir. Saltanatta baþkanlýk verasetle geçer, halifelik makamlarla ise þûra (seçim) ile gelinir.

Hz. Peygamber (s.a.s), halifeliðin melikliðe dönüþmesi halinde kötü yönde pek büyük olaylarýn meydana geleceðini, kýyameti andýran büyük olaylarýn yaþanacaðýný anlatmýþtýr (Ebû Dâvûd, Cihâd, 35). Anlaþýlan Hz. Peygamber (s.a.s) bu hadisle Hz. Osman´ýn hilafetinin son yýllarýnda baþlayan ve Muaviye´nin baþa geçmesiyle sonuçlanan olaylara iþaret etmektedir.

Hilâfetin Müddeti:

Hz. Peygamber (s.a.s) þöyle buyurur:
"Hilâfet, ümmetim arasýnda otuz yýl devam edecektir. Bundan sonra melikliðe denilecektir." Bu da þöyle yorumlanmýþtýr: "Ebubekir´in halifeliði iki yýl, Ömer´in on, Osman´ýn on iki, Ali´nin altý yýllýk halifelik sürelerinin toplamý, otuz yýl etmektedir" (Ebu Davud, Sünne, 8: Tirmizî, Fiten, 49)

et-Taftâzânî ayný hadise dayanarak Muaviye´nin ve ondan sonra gelenlerin halife sayýlamayacaklarýný, bunlarýn emir veya hükümdar (kral) olabileceklerini söylemekle birlikte, bunun mutlak bir ölçü olamayacaðýný da belirtir.

Çünkü Ömer b. Abdülaziz gibi bazý kimselerin Raþid halifelerin yolunu izledikleri açýktýr. Dolayýsýyla hadisle anlatýlmak istenen þey, kâmil bir halifeliðin bazen olacaðý, bazan da bulunmayacaðý hususudur. (et-Taftâzânî, Þerhu´l-Akâid, s. 180).

Hilâfet Türleri:

Kur´ân-ý Kerîm´de konu ile ilgili ayetlerden anladýðýmýza göre Allah Teâlâ, genel anlamda bütün insanlarý yeryüzünün halifeleri olarak yaratmýþtýr. Yani bütün insanlar ilk planda Allah´a iman etmekle ve bu imanýn sonucu olarak unun hâkimiyetini kabul etmekle yükümlü tutulmuþlardýr. Ýnsanýn halifeliði, onun Allah adýna uygulamalarda bulunmasý demektir. Bu uygulamada Allah´ýn kanunlarý mutlak ölçüdür. Ýnsan, halifeciðini ifa ederken bu ölçünün dýþýna çýkamaz, bu hükümlere aykýrý hareket edemez. Çünkü Allah Teâlâ yeryüzünde kendi adýna uygulamalarda bulunmak üzere "halife" olarak görevlendirdiði insana mutlak bir serbestlik vermiþ deðildir. Ýnsan için birtakým sýnýrlar çizilmiþ, bunlarý aþmamasý istenmiþtir.

El-Bakara suresinin hemen ilk ayetlerinde (Ayet 30 vd.), Allah´ýn yeryüzünde halife yaratmak istediðini meleklere bildirdiði anlatýlýyor. Yeryüzünde halife kýlýnan, Hz. Adem (a.s)´dir; dolayýsýyla da onun suyundan gelecek bütün insanlardýr. Halife kýlýnan bu ilk insan ve eþi için bile birtakým sýnýrlamalar söz konusudur (el-Bakara, 2/35). Bu sýnýrlamalara uymak, insanýn bu yüce makamda kalabilmesinin temel þartýdýr (el-Bakara, 2/38). Bu ölçülerin dýþýna taþanlar ise ateþ azabýna düþmekle tehdit edilir. Diðer bir deyiþle; insanlardan istenen, halifelik makamýnýn gereklerini yerine getirmeleridir. Bu ise, Allah´ýn belirlemiþ olduðu sýnýrlar içerisinde kalmakla mümkün olur.

Bu anlamda bütün insanlar Allah´ýn yeryüzünde halife tayin ettiði kimselerdir. Tüm insanlarýn bu þekilde görevlendirilmiþ olmalarýna "umûmi hilâfet" diyoruz. Adem´in soyundan gelen herkes bunun kapsamý içerisindedir. Ýnsan halîfeliðinin sonucu olarak yüklenmiþ olduðu "emanet"in gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür.

Allah, bu yükümlülüðü yerine getirmeyenleri, yerlerine baþkalarýný getirmekle" tehdit ediyor. Buna göre halifelik makamýnda, yalnýzca bu makamýn gerektirdiði yükümlülükleri yerine getirenler kalabiliyor. Yalnýzca bu kiþilerin bu makamda kalabilmelerine de "hususi hilafet" adýný veriyoruz. Tarih boyunca bu anlamda toplumlar birbirlerinin yerine geçmiþ ve Allah´ýn halifeliði onlar tarafýndan gerçekleþtirilmiþtir. Ýþte Allah´ýn "Halife yapacaðýna ve onlarý yeryüzünde hâkim kýlacaðýna yemin ile söz verdiði kimseler" (en-Nur, 24/55). Onun dinini yeryüzünde hâkim kýlanlar ve insanlarý "taðut"larýn tasallutundan kurtarma savaþýný sürdürenlerdir.

Ýster genel, isterse özel anlamda olsun, hilâfet, "Allah´ýn dinini hâkim kýlmak" özünü taþýr. Bu öz, onun sosyal alanda da hissedilir olup, gerçekleþmesiyle ve teþkilatlanmasýyla siyâsî bir görünüm kazanýr.

Allah, Hz. Davud´a kendisini yeryüzünde halife kýldýðýný bildirmekle birlikte ona: "Ýnsanlar arasýnda hak ile (Allah´ýn hükümleri ile) hükmetmeyi" (Sad, 38/260)´de emretmiþtir. Hz. Ýbrahim de kendisinin insanlara Ýmam kýlýndýðý haberini Allah´tan alýnca, soyundan geleceklerin de bu makama yükseltilmelerini istemiþ, Allah ise "Bu ahdinin zalimler hakkýnda sözkonusu olmayacaðýný" (el-Bakara, 2/214). bildirmiþtir.

O halde halifelik, Allah´ýn hâkimiyetinin her alanda bütün açýklýðýyla ortaya çýkmasý demektir. Bütün insanlar bununla görevlidirler. Böyle bir makama yükselmek isteyen, daha doðrusu bu makamdan düþmek istenmeyen toplum da ona göre davranmak zorundadýr. Bu tür toplumun en yüksek temsilcisi ise, Allah´ýn yeryüzündeki halifelerinin kendi hür iradeleriyle seçtikleri "halife"dir. Halife bu emaneti yüklenebilecek nitelikte olmalýdýr. Çünkü emanetlerin ehil kimselere verilmesi, Kur´an´ýn emirleri arasýndadýr (en-Nisa, 4/58).

Halifenin Belirlenmesi:

Hz. Peygamber (s.a.s) hayatta olduðu sürece peygamberlik görevinin yanýsýra devlet baþkanlýðýný da þahsýnda toplamýþtý. Bu nedenle Hz. Peygamber hayatta iken, kurulan ilk Ýslâm devletinin baþkanýný belirlemek gibi bir problem ile karþýlaþýlmýþ deðildi. Diðer taraftan Hz. Peygamber (s.a.s) kendisinden sonraki halifeyi belirleyen herhangi bir söz de söylememiþti. Durumun böyle olmasý nedeniyle Hz. Ebu Bekir (r.a) halîfe seçilene kadar bazý farklý görüþlerin ortaya çýktýðýný görüyoruz. Ancak bu durumlar geçici ve oldukça kýsa bir süre için sözkonusu olmuþ; bir müddet sonra unutulup gitmiþtir. Yani bu görüþ ayrýlýklarý Hz. Peygamber (s.a.s)´in vefatýndan sonra Hz. Ebu Bekir halife seçilinceye kadar devam etmiþ ve onun seçilmesiyle tam anlamýyla son bulmuþtur.

Ancak daha sonraki dönemlerde Hz. Ali (r.a)´ýn halifeliði zamanýnda baþlayan ve gittikçe yayýlan karýþýklýklar sonucunda ondan önceki halifelerin halifelikleri tartýþma konusu yapýlmýþtýr. Bu tartýþmalar, Hz. Peygamber´in, Hz. Ali´yi vasiyet ettiði iddiasýyla baþlatýlmýþ; pek çok yanlýþ görüþlerin, düþünüþlerin, Ýslâm dünyasýnda yayýlmasýna neden olmuþtur. Geçmiþ dönemlerin kapatýlmýþ sahifeleri tekrar aralanmýþ, ileri-geri, doðru-yanlýþ pek çok fikirler ortaya atýlmýþtýr.

Aslýnda Hz. Peygamber (s.a.s)´in kendisinden sonraki halifenin kim olacaðýna dair açýk hiç bir tavsiyede bulunmadýðý hususu, baþta Hz. Ali (r.a) olmak üzere pek çok sahabinin açýkça ifade ettiði bir husustur (Müslim, Vasiyye 18,19; Edâhi 43; Tirmizî, Fiten, 48; Nesâî, Vesaya, 2; Ýbn Mace, Cenâiz 64; Vesaya 1; lbn Kuteybe, el-Ýmame ve´s-Siyâse, I, 6).

Sahabiler söz birliði halinde böyle bir tavsiyenin olmadýðýný ifade etmiþlerdir. Çünkü öyle birþey olsaydý, onlarý bu tavsiyenin dýþýna çýkýp önceleri Ensar´ýn, Sa´d b. Ubâde´yi seçmek istemeleri ve sonradan da hep birlikte Hz. Ebu Bekir (r.a)´in halifeliðinde karar kýlmalarý mümkün olmazdý. Böyle bir þeyi kabul edecek olursak onarýn hep birlikte Hz. Peygamber´in emirlerine aykýrý hareket etmiþ olduklarýný da kabul etmemiz gerekecektir. Bu ise imkansýzdýr.

Ýmamýn özelliklerinin en çok Hz. Ali´de toplandýðý iddiasýný ileri sürenler ise, büyük bir ihtimalle Hz. Peygamber´in Hz. Ali hakkýndaki övücü sözlerinden hareket ederler. Oysa Hz. Peygamber´in pek çok sahabe hakkýnda övücü sözler söylediði bilinen bir husustur. Bu tür hadislerin hepsini de hilafet için bir gerekçe olarak kabul etmek mümkün deðildir. Bu tür hadislerin pek çoðu özel nedenlere baðlý bulunmaktadýr. Bunlarý imamet konusunu da içine alacak þekilde geniþletmek doðru olmaz. Hadislerin maksatlarýna ters düþer (Müslimin Fedâilu´s-Sahâbe 31´de zikrettiði ve Hz. Peygamber´in Hz. Ali´ye "Sen bana Harun´un Musa ya yakýnlýðý kadar yakýnsýn" hadisinin, onu halifeliðe aday göstermek anlamýna gelemeyeceðine dair açýklamalar için bk. Ýbn Hazm, el-Fisal, IV, 94-95; Kurtubî, Tefsir, I, 267-268; Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX, 363).

Râþid Halifeler Dönemi ve Belirlenme Usûlleri:

Hz. Peygamber (s.a.s)´den sonra gelen ilk dört halifenin hilafet süreleri, Saadet Asrýnýn ikinci dönemini teþkil eder. Ýslâm hukukçularýnýn büyük bir çoðunluðu bu dönemdeki uygulamalara, alýnan kararlara büyük bir önem verir ve bunlarý Ýslam hukukunun kaynaklan arasýnda görürler. Çünkü onlarýn uygulamalarý Hz. Peygambere zaman itibariyle en yakýn olmak, onun eðitiminden geçmiþ olmak, vahyin nüzulüne tanýk olmak, sünneti yakýndan tanýmak gibi ayýrýcý özellikler nedeniyle önem taþýr, baþkalarýnýn fikir ve düþüncelerine göre üstünlük arz ederler. Hakkýnda nass bulunmayan konularda Râþid Halifelerin uygulamalarý oldukça deðerlidir. Bunun nedeni ise, onlarýn, hem veliyyü´l-emr olarak mü´minlerin kendilerine itaat etmekle yükümlü olmalarý; hem de Ýslâm´ýn özünü en iyi kavramýþ bulunmalarýdýr. Bununla ilgili verilecek örnekler pek çoktur. Mesele, Hz. Ebu Bekir´in zekat vermeyenlerle ilgili olarak aldýðý kararlar, Hz. Ömer (r.a)´in Irak topraklarýyla ilgili görüþleri ve bunlarý etrafýndakilere de delilleriyle birlikte açýklayýp kabul ettirmesi, Hz. Ali´nin (r.a), Hâricilerle savaþmak ile ilgili tutumlarý kendi konumlarýnda oldukça önemlidirler.

Çünkü bütün bunlarla ilk defa karþýlaþýyordu ve bunlarýn Ýslâmî bir çözüme baðlanmalarý gerekli idi. Yine Hz. Peygamber (s.a.s)´in vefatýndan hemen sonra onun yerine geçecek devlet baþkanýný belirlemek konusu ortaya çýktý. Hz. Ebu Bekir´den sonra gelen diðer üç halîfe de farklý þekillerde belirlendi. Onlar ile ilgili durumlâr Ýslâm hukukunda devlet baþkanýnýn baþa geçiþ yollarýnýn farklý olabileceði görüþünü belirledi. Bu konuda kesin ve açýk bir hükmün bulunmayýþý, bu tabii sonucu doðurmuþtur. Bu ise Ýslâm´ýn, her çaðda her toplum için uygulanabilir olmasýnýn kanýtlarý arasýndadýr.

Hz. Ebu Bekir´in Halife Seçilmesi:

Hz. Ebu Bekir (r.a)´in Sahabiler arasýndaki yeri son derece üstündü. Sahabilerin kendileri bile aralarýnda en faziletli kiþinin Hz. Ebu Bekir olduðunu çeþitli vesilelerle ifade etmiþlerdir. Ýbn Ömer (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s) zamanýnda Hz. Ebu Bekir´i bütün sahabilerden üstün gördüklerini ifade ediyor (Buhârî, Fedâilu´s- Ashâbi´n-Nebiyy, 4). Bunda da onun Hz. Peygambere olan yakýnlýðý, Ýslâm için yapmýþ olduðu fedakârlýklar ve üstün meziyetleri rol oynamýþtýr.

Hz. Ebu Bekir´in üstünlüðünü ortaya koyan pek çok hadis tesbit etmek mümkündür (bk. Buhârî, el-Amel fî´s-Salah, 3, 6; Ezan 38, 46, 47, 68, 70; Salat 80; Fedailu´s-Ashabi´n-Nebiyy, 3, 5, 6; Sehiv 9; Sulh 1; Müslim Fedailu´s-Sahabe, 10; Ebu Davut, Sünne,11; Tirmizî, Menâkýb,14, 16,17; Nesâî, Ýmâmet, l, 7,15; Kudât 24; Ýbn Mace, Ýkame 142).

Ashâb-ý Kiram, Hz. Peygamber´in Hz. Ebu Bekir´e karþý iþaret edilen tavrý ve onun hakkýndaki sözlerini onun halîfe olmasý gerektiðine dairen azýndan- bir iþâret olarak kabul etmiþlerdi. Bunda da her bakýmdan elbette ki haklý idiler. Çünkü Hz. Peygamberin halifesi olmak için gereken her türlü nitelikler, öncelikle onda toplanmýþ bulunuyordu. Müslümanlar için ondan daha hayýrlý bir halife adayý bulunamazdý. Rasûlullah þöyle buyurmuþtu; "Siz þu emirlik (devlet baþkanlýðý) hususunda insanlarýn en hayýrlýlarýný, emir olmazdan evvel emir olmayý pek fena gören ve onu arzu etmeyen kimseler bulursunuz" (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX, 216, 1421-2). Hz. Ebu Bekir de halife olduktan sonra: "emirliði hiçbir zaman düþünmediðini, Allah´tan onu dilemediðini hutbelerinin birinde hazýr olanlara açýkca söylemiþtir (Ýbn Kuteybe, a.g.e., I, 19; Kandehlevî, a.g.e., II, 614).

Rasûlullah´ýn vefatýndan hemen sonra Ensâr, Saideoðullarý Sakifesi denilen yerde toplanmýþ ve Sa´d b. Ubâde´yi halife seçmek istemiþlerdi. Ancak bu konuda onlar arasýnda da görüþ ayrýlýðý bulunuyordu. Bu konuda tartýþmalarýn devam ettiði sýrada Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde ile berâber gelmiþ olan Hz. Ebu Bekir söz alarak, Kur´ân´da Ensâr kadar muhâcirûn´dan da övgüyle söz edildiðini ifade etti. Ancak bu iþte Araplarýn kureyþten baþkalarýna itaat etmeyeceklerini anlattý ve bu nedenle Ebu Ubeyde ile Ömer´den birisine bey´at edilmesini istediyse de, ikisi de bu teklifi reddettiler ve bu iþe Hz. Ebu Bekir´in seçilmesi gerektiðini bildirdiler. Baþta Beþir b. Sa´d, Ebu Ubeyde ve Hz. Ömer (r.a) olmak üzere hazýr bulunanlarýn tümü ona bey´at ettiler. O anda bey´at etmeyen Sa´d b. Ubade ve hazýr bulunmayan Hz. Ali ile diðer bazý Hâþimîler sonralarý teker teker bey´at ettiler. Böylece Hz. Ebu Bekir aralýklarla üç defa minbere çýkýp her gün bu görevi kabul etmediðini bildirdi ve yerine baþka birisini seçmelerini müslümanlardan istediyse de, onlar kendisinin halifeliðinde ýsrar ettiler. Böylelikle Hz. Ebu Bekir (r.a)´in halifeliði kesinleþmiþ oldu. (Ýbn Sa´d Tabakat, III, 178 vd.; Ýbnü´l-Esîr, el-Kamil, Beyrut,1400/1980; 220 vd; Ýbn Kutaybe a.g.e I, 7-20; Kandehlevi, a.g.e II, 606, 616; Hamidullah, Ýslâm Peygamberi, çev. s. Tuð, Ýstanbul 1969; II, 315-319; Ashab-ý Kiram, I, 177-184; Þibli, Asr-ý Saadet, IV, 33-40 vd.).

b-Hz. Ömer´in halife seçilmesi:


Hz. Ebu Bekir (r.a.)´ýn vefatý ile sonuçlanan hastalýðý sýrasýnda müslümanlar kendisinden sonraki halife adayýný belirlemek istemiþlerdi. Hz. Ebu Bekir, iþi Ensâr ve Muhâcirlerin ileri gelenleri ile istiþâre etmiþ, onlarýn, katýlýðýndan çekinmekle birlikte Hz. Ömer (r.a)´den baþkasýný bu makama layýk görmediklerini anlamýþtý. Kendisi de ayný görüþü paylaþýyordu. Hz. Osman (r.a)´ý çaðýrtýp bu konuyu yazý ile belgelemek istedi. Bazý kaynaklarda hafife adayýnýn adým yazdýrmadan bayýldýðý ve Hz. Osman´ýn müslümanlarýn ihtilafýný önlemek amacýyla Hz. Ömer´in adýný yazdýðý bildirilmektedir. Baygýnlýðý geçtikten sonra yazdýðýný okumasýný Hz. Osman´dan isteyen Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer´in adýnýn okunmasýndan memnun olmuþ ve bu davranýþýný övmüþtür. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer´i istihlaf etmeden önce de müslümanlara, kendileri için bir halife adayý belirlemesini isteyip istemediklerini sorunca, onlar bu konuda durumu en iyi kendisinin deðerlendireceðini belirterek ondan aday belirlemesini istemiþlerdi. Hz. Ebu Bekir de onlara Hz. Ömer´i tavsiye etmiþ idi.

Hz. Ebu Bekir, bu tavsiyesini yan ile de belgeledikten sonra, halkýn toplanmasýný emretti ve onlara þu sözleri söyledi:

"Sizin baþýnýza geçecek, size namaz kýldýracak, düþmanlarýnýzla savaþacak birisinin varlýðý kaçýnýlmazdýr. Arzu ederseniz, toplanýr, dilediðimizi seçer, baþýnýza getirirsiniz. Dilerseniz görüþümü sizin için açýklarým. Allah´a and olsun ki sizin hakkýnýzda hayýrdan baþka bir þey istemem."

Halk kendilerine bir aday belirlemesini istedi.

Bundan sonra Hz. Ebû Bekir, yazdýrmýþ olduðu mektubu onlara gönderip, orada adý yazýlý olan kiþiye bey´at edip etmeyeceklerini sordu. Onlar da mektupta adý yazýlý olanýn Ömer (r.a) olduðunu bildirdiklerini açýklayarak bey´atte bulundular (Ýbn Sa´d a.g.e., III, 199 v.d., Ýbnü´l-Esîr, a.g.e., IV,128-131; Þiblî Bütün Yönleriyle Hz. Ömer, I,117-8). Bundan sonra Ýslâm Devletinin diðer bölgeleri de vali veya temsilcileri aracýlýðýyla bey´atte bulundular.

Devlet idaresindeki tecrübeleriyle Hz. Ebu Bekir bu iþi Hz. Ömer´den baþkasýnýn baþan ile yürütemeyeceðini anlamýþtý. ileri gelen müslümanlar da ayný kanâati paylaþýyorlardý. Bununla birlikte onun kanaatlerinden faydalanmayý da ihmal etmek istemediler. Fakat herþeye raðmen Hz. Ebû Bekir´in aday göstermesi onlar için baðlayýcý deðildi. Sahâbe bey´at edip etmemekte serbest idiler.

Ýslâm hukukçularý bu olaydan, görevi sona eren ya da vefat etmek üzere bulunan devlet baþkanýnýn, müslümanlara kendisinden sonraki adayý gösterebileceði sonucunu çýkarmýþlardýr.

c- Hz. Osman´ýn Halife Seçilmesi:

Hz. Osman (r.a)´ýn seçimi, kendisinden önceki iki halîfenin de seçiminden farklý bir biçimde olmuþtur.

1-Hz.Ömer´in suikast sonucu yaralanmasýndan sonra, etrafýndakiler ondan yerine bir halîfe adayý göstermeseni istediler. O da: "Eðer istihlâf etmeyecek olursam, benden daha hayýrh olan (Rasûlullah) de istihlâfý terk etmiþti. Edecek olursam, benden hayýrlý olan (Ebû Bekir) de istihlâf etmiþti" diye cevaplandýrdý. Bundân sonra:

"Bu iþe, Rasûlullah´ýn kendilerinden hoþnut olarak ayrýldýðý þu altý kiþiden daha lâyýk kimse bulamýyorum" diyerek onlarýn isimlerini þöylece sýralamýþtýr: Ali, Osman, Zübeyr, Talha, Sa´d b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf (r. anhum).

Bu altý kiþiden kendi aralarýndan halîfeyi seçmeleri için kendilerine üç günlük bir süre tanýdý. Ayrýca görüþmelerine katýlmak, fakat oy kullanmamak þartýyla, ensârýn yaþlýlarýný; Hz. Hasan´ý, Abdullah b. Abbâs´ý ve kendi oðlu Abdullah´ý da aralarýna almalarýný istedi.

Hz. Ömer´in vefat ve defninden sonra toplanan bu þûrâ heyeti, Abdurrahman b. Avf´ýn ihtilâfý azaltacak bir teklifini kabul ederek, üçü kendi istekleriyle reylerini, þu þekilde kullandýlar: Zübeyr, Hz. Ali´ye; Talha, Osman´a; Sa´d de Abdurrahman b. Avf´a, Bundan sonra Abdurrahman b. Avf, Hz. Osman ile Hz. Ali´ye "Arkadaþlar, hangimiz adaylýktan vazgeçerse seçme iþini ona býrakalým" dedi. Hz. Ali ile Hz. Osman´ýn sustuklarým gören Abdurruhman, onlara: "Öyle ise bununla uðraþmayý bana býrakýyor musunuz? Çünkü ben size rakiplik etmiyorum. Allah þahittir ki ben ikinizden bu iþe daha lâyýk olanýnýzý seçmeye çalýþacaðým" dedi. Onlar da: "Evet" dediler. Üç gün üç gece bütün halk tabakalarýyla iliþki kuran, hatta Medîne´ye girip çýkan kervanlara da bu konuda sorular soran Hz. Abdurrahman, umumî arzuyu anladý ve son olarak toplantýsýný yaptý. Bu toplantýda önce Hz. Ali´ye: "Yâ Ali, eðer ben seni emîr seçersem, Ýslâm ümmetine muhakkak âdil davranýrsýn. Eðer Osman´ý seçersem, muhakkak onun da sözünü dinler, emirlerine itaat edersin" dedi. Sonra Hz. Osman´a da ayný sözleri söyledikten ve bu þekilde her ikisinden de söz aldýktan sonra, Hz. Osman´a: "Ey Osman, elini uzat" dedi ve ona bey´at etti. Hz. Ali de, bey´at ettikten sonra kapýlar açýldý ve halk da bey´at etti (Ýbn Sa´d, a.g.e., III, 61-2; Ýbnü´l-Esîr, a.g.e, III, 34 vd; Ýbn Kuteybe, a.g.e.,. I, 26-30; Tecrîd-i Sarih Tercümesi, IX, 360-I; Kandehlevî, II, 627-9; Þiblî, Asr-ý Saadet, V, 10-1; el-Mâverdî, a.g.e., 14).

d-Hz. Ali´nin Halife Seçilmesi:

Medine´de toplanan isyancýlar arasýndan bir kaç kiþi tarafýndan Hz. Osman (r.a)´ýn þehid edilmesi, Ýslâm Devleti´nin baþkasýnýn kalmasý sonucunu doðurmuþtu. Hz. Osman (r.a)´ýn þehid edilmesinden sonra isyancýlar, bir kýsmý Hz. Ali´ye, bir kýsmý Sahâbe´nin daha baþka ileri gelenlerine, baþkanlýk için bey´at etmek üzere baþvurmuþlar ve hepsinden red cevabý almýþlardý. Bir çýkmaza düþen isyancýlar sonunda, bir günlük süre içerisinde bir halîfe adayýna bey´at edilmeyecek olursa Hz. Ali´yi bir kaç ileri gelen sahabî ile birlikte öldüreceklerini bildirdiler. Bunun üzerine Sahâbenin ýsrarý karþýsýnda Hz. Ali, halifeliði kabul etmek zorunda kaldý.

Ýsyancýlarýn halîfeliði kabul etmesi için Hz. Ali´ye baþvurmalarýnýn birinde, Hz. Ali onlara bu iþe kendilerinin deðil, Bedir Ashabý ile Þûrâ ehlinin yetkili olduðunu bildirdi.

Hz. Ali´ye çoðunluk bey´at etmekle birlikte, bey´at etmeyenler de vardý. Bu bey´at etmeyenler arasýnda sahâbeden olan kimseler de bulunuyordu. Hatta Þam halký, baþta Muâviye olmak üzere, toptan bey´at etmemiþti. Böylelikle, Hz. Ali´nin halifeliði çoðunluðunun bey´atý ile gerçekleþmiþ oluyordu (Ýbn Sa´d a.g.e, III, 31-2; Ýbnu´l-Esir a.g.e, III 98; Ýbn Kuteybe a.g.e, I, 47-52; Þiblî Asr-ý Saadet, V, 76; Ashâb-ý Kiram, I; 307).

Râþid halifelerin baþa geçme þekilleri ile ilgili açýklamalar, kýsaca bunlardan ibârettir. Bu dört halife hakkýnda Hz. Peygamber´in övücü, deðerlerini açýklayýcý pek çok hadîsi vardýr (Meselâ bk: Buharî Fedâilu´s sahabi n-Nebeviyye, 7, 8, 9; Müslim, Fedâilu´s-Sahâbe; Ebû Dâvûd, Sünne 8; Dârimî, Sünen, Rü´ya 13, vs.). Ashab da bu kanaatleri paylaþýyordu. Ondan sonra gelenler de -bazý fýrkalarýn dýþýnda- hepsi hakkýnda olumlu düþünür. Onlarý baþa geçme þekillerinin meþrûluðu kadar, uygulamalarýnýn da Ýslâm´ýn özüne tam anlamýyla uygunluk gösterdiði açýkça kabul edilir. Bu nedenle Raþid Halîfeler dönemi uygulamalarý, her yönüyle kaynak kabul edilmiþtir. Bu arada Raþid halifelerin siyasî uygulamalarýnda da Ýslâm idare hukukunun çok önemli noktalarýný açýklýða kavuþturduklarý þüphesizdir. Hz. Peygamber (s.a.s)´in peygamber olmasýyla baþlayan Saadet Asrý, Hz. Ali´nin þehîd edilmesiyle sona erer. Bu parlak dönem, müslümanlarýn yalnýzca övündükleri tarihî bir miras deðildir. Ayný zamanda çaðlar boyunca Ýslâm toplumlarýnýn "boyasýyla boyanmak istedikleri" eþsiz bir dönemdir. Çünkü bu çaðýn insanlarý "Ýnsanlarýn yararýna çýkartýlmýþ, Allah´a inanmalarý nedeniyle, iyilikleri emreden, kötülüklerden vazgeçirmeye çalýþan en hayýrlý bir ümmetti" (Alu Ýmrân, 3/110).

Hz. Ali´nin baþa geçmesine raðmen Þam valisi Muâviye b. Ebi Süfyan Hz. Osman´ýn katillerinin bulunmasýný ileri sürerek, ona bey´at etmekten kaçýnmýþtýr. Mesele Hz. Ali´nin þehid edilmesi, sonradan Hz. Hasan´ýn halîfelikten Muâviye lehine feragati üzerine, belirli bir süre için siyasî planda da olsa kapanmýþ oluyordu. Hz. Hasan, Muâviye´den sonra halîfeliðe kendisi geçmek þartýyla feragatte bulunmuþtu. Ancak bir süre sonra Hz. Hasan´ýn vefatýyla, Muâviye´nin kendisinden sonra oðlu Yezid´i veliahd tayin edip, onun için hayattayken bey´at almasý, Râþid Halîfeler dönemine son vermiþ oldu. Artýk nebevî hilâfetin yerini meliklik (krallýk) almýþ oluyordu. Bu durum böylece sonuna kadar devam etti; devlet baþkanlýðý belirli ailelerin tekelinde kalmýþ oldu. Zaman zaman baþa geçen bazý yöneticiler âdil uygulamalarda bulundular; Þeriât hükümlerinin dýþýna çýkmadýlar. Bu arada Ýslâm´a aykýrý bir sürü iþ yapýldý. Devlet eliyle yapýlan Ýslâm´a aykýrý bu uygulamalar, zamanla arttý; bazan da azaldý. Fakat günahkârlýklarýna raðmen bu yöneticiler, Ýslâm dýþý bir düzeni arzulamýþ veya bütünüyle Ýslâm´a aykýrý hükümler getirmiþ deðildirler.

Ýlk olarak halifeliðin tartýþýlabilir ölçüler içerisinde bile olsa, melikliðe veya saltanata dönüþmesi, elbette ki Ýslâm´dan önemli bir sapmadýr. Siyasî hayatta baþlayan bu sapmalar artmýþ ve bunlar yakýn bir tarihte kelimenin tam anlamýyla Ýslâm toplumunun "özünün deðiþmesi" ile sonuçlanmýþtýr.



radyobeyan