Hanbeli mezhebi By: armi Date: 18 Þubat 2010, 20:10:56
HANBELÎ MEZHEBÝ
Ebû Abdillâh Ahmed b. Hanbel eþ-Þeybânî´ye nisbet edilen mezhebin adý. Ýslâm´da dört büyük fýkýh mezhebin birisi. Ahmed b. Hanbel 164/780 yýlýnda Baðdad´ta doðdu. 241/855´te yine orada vefat etti. Büyük babasý Hanbel Horasan bölgesinde bulunan Serahs Vilâyeti´nin valisi idi. Babasý Muhammed b. Hanbel de komutanlýk görevi üstlenmiþ bir askerdi. Hanbel ailesi, Ahmed´in doðumuna yakýn bir sýrada Baðdad´a gelmiþ ve orada yerleþmiþti.
Ahmed b. Hanbel önce Kur´ân´ý hýfzetmiþ, daha sonra arapça, hadis gibi ilimleri, sahâbe ve tabiîlere ait rivâyetleri, Hz. Peygamber´in, sahabe ve tabiîlerin hayatlarýný incelemekle ilim çalýþmalarýna baþlamýþtýr. Özellikle hadis ilmi için Basra, Kûfe, Mekke, Medîne, Þam, Yemen ve el-Cezîre´yi dolaþmýþ, uzun bir süre Ýmam Þâfiî´ye (ö. 204/819) talebelik etmiþtir. Hatta bu yüzden O´nu Þâfiî mezhebinden sayanlar bile olmuþtur. Böylece O´nun baþlýca fýkýh üstadý Ýmam Þâfiî´dir. Þâfiî, O´nun hakkýnda þöyle demiþtir: "Ben Baðdad´tan ayrýldým ve orada Ahmed b. Hanbel´den daha âlim ve daha faziletli kimse býrakmadým"(el-Hudarî, Târihu´t-Teþrîi´l-Ýslâmî, terc. Haydar Hatipoðlu, s. 260, 261).
Ahmed b. Hanbel, Ebû Hanîfe´nin (ö.150/767) öðrencisi ve devrin ünlü baþ kadýsý Ebû Yûsuf´tan (ö.182/798) fýkýh ilmi aldý. Rivâyetle dirayeti birleþtiren bir yol izledi. O, hükmü hadisten çýkarýr, bu hükme yeni bir takým meseleleri kýyas ederdi. Bu arada Yemen´e giderek, San´a´da Abdurrezzâk b. Hemmâm´la (ö. 211/826) görüþtü. Orada iki yýl kadar kalarak O´ndan ez-Zuhrî ve Ýbnü´l-Müseyyeb yoluyla gelen birçok hadisleri aldý(Muhammed Ebû Zehra, Ýslâm´da Fýkhî Mezhepler Tarihi, Terc. Abdulkadir Þener, Ýstanbul 1976, s. 423 vd.)
Adýnýn ilim, zühd ve takvâ ile birlikte yayýlýþý toplumu onun ilmine yöneltti. Mescid´eki derslerini izleyenlerin sayýsýnýn beþ bine kadar ulaþtýðý nakledilir. Derslerinde dikkati çeken üç husus þudur.
a) Onun meclisine ciddiyet, vakar, tevazu ve ruhî huzur hâkimdi. Kendisi þaka ve alay etmeyi sevmezdi.
b) Dersinde, ancâk hadisleri rivayet etmesi istendiði zaman anlatýrdý. Hadis rivayetinde hafýzasýna güvenmez, Hz. Peygamber´e söylemediði þeyi isnad etmemek için yazýlý metne bakarak nakiller yapardý. Kendisine sorulmadýkça konuþmazdý.
c) Verdiði fetvalarýn yazýlýp nakledilmesini menederdi. Ona göre yazýlmasý gereken ilim, ancak Kitap ve Sünnet´ten ibaret idi. Ahmed b. Hanbel´in görüþü bu olmakla birlikte öðrencileri kendisinden ciltler dolusu kitaplar rivayet etmiþlerdir(Zehebî, Tercemetü Ahmed b. Hanbel, Müsned´in baþtarafý, Mektebetü´l-Maarif tab´ý, Mýsýr, t.y.); Ebû Zehra, a.g.e., s. 437).
Hâlife Me´mûn´un ortaya attýðý Kur´ân´ýn mahlûk (sonradan yaratýlmýþ) olduðu fikrini Ýbn Hanbel kabul etmedi, muhakeme edilerek zindana atýldý. Dayak yedi, kendisine iþkence yapýldý, fakat yine inancýndan taviz vermedi. (Ahmed b. Hanbel´in hal tercemesi için bk. el-Hatîbü´l-Baðdâdî, Târihû Baðdâd, Mýsýr 1394/ 1931, IV, 412-423; Ebû Nuaym, Hýlye, Mýsýr 1352/15, IX,161-233; el-Buhârî, et-Tarihu´l-Kebîr, Haydarâbâd. 1360, I, 2, 5; Ýbn Hallikân, Vefeyâtü´l-Ayân, Kahire 1367/1948, I, 47-49; Ýbn Ebî Ya´lâ, Tabakâlü´l-Hanâbile, Kahire 1378/1952, I, 4-20: Ýbnü´l-Cevzî; Menâkýbu´l-Ýmam Ahmed, Mýsýr 1349; ez-Zehebî, Tezkiretü´l-Huffâz, Haydarâbâd 1375/1955, I, 431-432; Târihu´l-Ýslâm, I, 58-131 (Ahmed Muhammed Þâkir´in Müsned neþri mukaddimesi); Ebû Zehra, Ahmed b. Hanbel, Kahire 1949; Fuat Sezgin, GAS, I, 502-509).
Ahmed b. Hanbel´in Ýctihad Usulü:
Dört mezhep imamý içinde usul ve fetvalarýný yazmaktan en çok çekinen zât Ahmed b. Hanbel´dir. O, daha çok hadisleri toplayýp tasnif etmeyi gaye edinmiþtir. Þâfiî gibi O da senedi sahih olunca baþka hiçbir þart ileri sürmeksizin haber-i vâhidle amel eden hadis ehli müctehidlerindendir. Ebû Hanîfe ise bu konuda râvinin güvenilir (sika) ve adaletli olmasý yanýnda rivayet ettiði þeye aykýrý bir amelde bulunmamasýný þart koþar. Sahabe adý zikredilmeyen "mürsel hadis"i, Ahmed b. Hanbel zayýf sayar ve konu ile ilgili baþka bir hadis bulunmazsa, yani zarûret karþýsýnda kalýrsa bunu delil. olarak kabul ederdi (Muhammed Ebû Zehra Usûlü´l-Fýkh, Dâru´l-Fikri´l-Arabî tab´ý, y. ve t.y., s. 108 vd.) Böylece O, mürsel ve zayýf hadisleri daha kuvvetli bir delil bulunmazsa kýyasa tercih ederdi. Ancak O´nun devrinde henüz hadis için "sahih, hasen, zayýf" þeklinde üçlü taksim yapýlmamýþ, hadisler genellikle sahih ve zayýf kýsýmlarýna aynlmýþtýr. Bu yüzden Ýbn Hanbel´in kýyasa tercih ettiði hadisler, bâtýl ve münker olmayan "hasen" nevinden hadisler olmalýdýr (Ýbnti´l-Kayyim, Ý´lâmil´l-Muvakkýîn, Mýsýr 1955, I, 29, 30).
Ýbn Hanbel´e göre, ayný konuda aksi bir görüþün bulunduðu bilinmeyen sahabe kavlî "icmâ"´ niteliðindedir. Eðer sahabe görüþleri arasýnda ihtilaf varsa, ya bunlardan Kitap veya Sünnete yakýn olaný tercih eder veya böyle bir tercih yapmaksýzýn sadece görüþleri nakletmekle yetinir. konu hakkýnda sahabe görüþü nakledilmemiþse, büyük tâbiî´lerin re´ylerini kendi re´yine tercih eder. Mesele hakkýnda âyet, sahih hadis, sahabe kavli, zayýf ve mûrsel eser gibi deliller bulamazsa kýyas yoluna baþvurur (Ýbnü´l kayyim, a.g.e., I, 32). "
Hanbeliler, hakkýnda Kitap, Sünnet ve Ýcmâ´a dayalý bir delil bulunmayan maslahatý (kamu yararý) kýyastan sayarlar. Çünkü bunlar Kitap ve Sünnet nass´larýnýn toplamýndan elde edilen genel maslahatlardýr. Diðer yandan Ýbn Hanbel "Siyaset-i þer´iyye" de de maslahadý esas almýþtýr. Siyaset-i þer´iyye, Ýslâm Devlet baþkasýnýn, toplumu islah amacýyla, insanlarý yararlý iþlere teþvik etmek ve zararlý iþlerden uzaklaþtýrmak için izlemiþ olduðu yoldur. Nass olmasa bile bu konuda bazý cezalarýn uygulanmasý mümkün ve caizdir. Ýbn Hanbel´in konu ile ilgili bazý fetvalarý þöyledir: Fesat ve kötülük çýkaranlar, þerlerinden,güvende olunabilecek bir ülkeye sürgün edilirler. Ramazan ayýnda gündüz þarap içenlerin cezasý arttýrýlýr. Sahabeye dil uzatan cezalandýrýlýr ve tevbeye davet edilir. Hanbelî mezhebine baðlý bazý bilginler de kamu yararýna dayalý fetvalarý sürdürmüþlerdir. Meselâ; bir ev sahibi, eðer evi elveriþli ise, kalacak yeri olmayan bir kimseyi evinde oturtmasý için zorlanabilir. Býý konuda Ýbnü´l-Kayyim (ö. 751/1350) þöyle der: "Bir topluluk, herhangi bir þahsýn ovinde oturmak zorunda kalsa, bundan baþka bir ev veya otel (han) bulamasa, O kimsenin anlaþmazlýða düþmeksizin evini bunlara vermesi gerekir. Bazý Hanbefîlere göre ev sahibi bunlardan ecr-i misil kadar kira bedeli alabilir (Ebû Zehra, Ýslâm´da Fýkhî Mezhepler Tarihi, s. 493, 494).
Hanbefîler istihsan delilini de kabul ederler. Çünkü istihsan; ya nass veya icmâ´ gibi bir delile dayanmakta yahut da zaruret prensibine göre kabul edilmektedir.
Sedd-i Zerâyi, prensibini en þiddetli uygulayan mezhep hanefîlerdir. Bu konuda Ibnü´l-Kayyim el-Cevziyye þöyle der: "Maksatlara, ancak onlara götüren vâsýta ve yollarla ulaþýldýðýna göre, bu vâsýta ve yollar da onlara tabi olur ve ayni hükmü alýrlar. Allah bir þeyi haram kýlmýþsa, bu harama götüren yol ve usulleri de yasaklamýþ demektir. Aksi halde haram kýlmanýn hikmeti kalmazdý. Meselâ; doktorlar, hastalýðý önlemek için, hastayý buna sebep olan þeylerden menederler. Aksi halde hasta daha kötü duruma düþebilir (Ýbnü´l Kayyim, a.g.e., I, 119).
Hanbelîlerin çokça kullandýðý baþka bir metot "istishâb" adýný alýr. Bu manasý sabit olan bir hükmün, onu deðiþtiren bir delil bulununcaya kadar devam etmesidir. Onlarýn istishâb metoduna göre verdikleri ban fetvalar þunlardýr:
a) Yasaklandýðýna dair bir delil bulununcaya kadar eþyada aslolan mübahlýktýr.
b) Pis olduðunu gösteren bir delil bulununcaya kadar suda aslolan temizliktir.
c) Eþini boþayan bir koca, daha sonra bir defa mý yoksa üç talakla mý boþadýðýnda þüphe etse, bir talakla boþadýðý esasý kabul edilir. Çünkü tek talakla boþama kesindir (Ebû Zehra, a.g.e., s. 497, 498).
Ýbn Hanbel istishabý; "daha önce var olaný sabit görme, önceden yok olaný yok sayma" þeklinde uygularken, ayný metodu bazý hanefîler, sâbit kýlmada deðil, sadece def´ide geçerli görürler. Meselâ; kaybolan (mefkud) ve kendisinden haber alýnamayan kimsenin hayatý, aksi sabit oluncaya kadar devam eder. Hanefî ve mâlikîlere göre, kendi mallarý bakýmýndan sað kimseler gibi muamele görür, mülkiyet hakký devam ettiði gibi, karýsý da, onun ölümüne dair bir delil bulununcaya veya mahkeme tarafýndan ölümüne hüküm verilinceye kadar evlilik sýfatý devam eder; fakat bu kayýp kimse, kayýplýðý süresince bir takým yeni haklar elde edemez. Bu süre içinde ona, miras veya vasiyet yoluyla bir þey intikal etmez. Bir yakýný ölürse, kayýp kiþinin payý bekletilir, sað olarak döner gelirse bu pay ona verilir. Hâkim onun ölümüne hükmederse, miras býrakan öldüðü vakit o da ölmüþ sayýlarak onun miras payý mûrise geri döner ve onun öteki varisleri arasýnda paylaþtýrýlýr. Hanbelî ve Þâfiîlerin istihbab anlayýþý ise "hem isbat hem de def etme" esasýna dayandýðý için, ölümüne hüküm verilinceye kadar, onu kayýplýk sûresince sað olarak kabul ederler. Onlara göre, bu süre içerisinde o, kendisine ait mallarýn mülkiyet hakkýna sahip olduðu gibi kendisine miras, vasiyet ve benzeri yollarla mal da intikal eder (Ýbnü´l-Kayyim, a.g.e., Delhi tab´ý, I, 125; Ebû Zehra, Usûlü´l-Fýkh, s. 299, 300). Ýstishâb delilinin re´y ve kýyas ictihadýyla yakýn ilgisi vardýr. Kýyasý tamamen inkâr eden Zahirîlerle, Ýbn Hanbel gibi çok az kullanan müctehidler, âyet ve hadislerin temas etmediði meseleleri Ýstishâba býrakarak; Allah´ýn haram kýldýðý haram, helal kýldýðýný helal, bunlarýn dýþýnda kalanlarý ise Ýstishâb esasýna göre mübah kabul eder ve bu metodun alanýný çok geniþ tutarlar.
Hanbelî Mezhebinin Bazý Görüþleri:
Ahmed b. Hanbel´e göre; iman, kesin olarak inanmaktan ve amelden ibarettir. Artar ve eksilir, yani iman, iyi amelle artar, kötü amelle de eksilir. Kiþi imandan çýkabilir, Ýslam´dan çýkmaz. Tevbe edince yeniden imana döner. Ýnsaný ancak Allah´a þirk koþmak veya farzlardan birini inkâr ederek yapmamak imandan dýþarý çýkarýr. Ýnsan herhangi bir farz tembellik veya gevþeklik yüzünden terkederse, onun durumu Allah´a havale edilir. Dilerse ona azap eder, dilerse onu affeder.
Hz. Ali´nin hilâfetinden itibaren büyük günah (kebîre) iþleyenlerin durumu bilginler arasýnda tartýþýlmýþtýr. Hâriciler bu konuda sert bir yol izleyerek, büyük günah iþleyenin dinden çýkacaðý görüþünü benimsemiþtir.
Hasan el-Basri bunlarýn münafýk olacaðýný söylerken Mürcie fýrkasýnýn sapýklarý, iman olduktan sonra, günahýn hiçbir zararý olmadýðýný savunmuþlardýr. Ebû Hanîfe ve çoðunluk Ýslâm hukukçularýna göre büyük günah iþleyen kimse, kesin tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul eder. Eðer tevbe etmeden ölürse durumu Allah´a havale edilir. O, dilerse azap eder, dilerse kulunu affeder. Ahmed b. Hanbel´in görüþü de, diðer fakihlerin görüþü gibidir. O, þöyle demiþtir: "Mü´min kendisine gizli olan þeyleri Allah´a havale eder, kendi durumunu da O´na býrakýr. Günahlarla Allah´ýn maðfiret kapýsýný kapatmaz. Herþeyin, hayýr ve þerrin Allah´ýn kaza ve kaderiyle olduðunu bilir. Ýyilik yapan için Allah´tan ümidini kesmez, kötülük yapanýn da âkýbetinden korkar. Muhammed ümmetinden hiçbir kimse yaptýðý iyilik sebebiyle cennete ve kazandýðý günah sebebiyle cehenneme girmez. Bu konuda Allah´ýn dilediði olur" (Ýbnu´l-Cevzî, Menâkýbu´l Ýmam Ahmed b. Hanbel, s. 168).
Ahmed b. Hanbel´in Ýslâm Devlet Baþkaný seçimi (Ýmam, halife) ile ilgili görüþü þu þekilde özetlenebilir: O, hilâfet ve halîfe konusunda sahabe tabiilerin çoðunluðuna tabi olur. Buna göre, Ýslâm Devlet baþkaný (halîfe), kendisinden sonra uygun gördüðü birisini hilâfet için aday gösterebilir. Burada son söz mü´minlerin bîatýdýr. Nitekim Hz. Peygamber, Ebû Bekir (r.a)´in, kendi yerine geçmesine iþaret buyurmuþ, fakat bunu açýkça söylememiþtir. Þöyle ki, Hz. Peygamber, hastalýðý günlerinde Ebû Bekr´i namaz kýldýrmasý için öne geçirmiþtir. Ashâbý kiram; "Peygamber (s.a.s) O´nu din iþimiz için seçmiþtir. O halde biz O´nu dünya iþimiz için niçin seçmeyelim" diyerek, Hz. Ebû Bekr´e bîat etmiþlerdir. Hz. Ebû Bekir, kendisinden sonra Hz. Ömer´i aday göstermiþ, müslümanlarý O´na bîat edip etmeme konusunda serbest býrakmýþtýr. Müslümanlar da kendi iradeleriyle Hz. Ömer´e bîat etmiþlerdir. Daha sonra, Hz. Ömer, peygamber (s.a.s)´in rýzasýný kazanan altý kiþiyi seçmiþ ve bunlara içlerinden birini halife seçip, müslümanlarý buna bîata davet etmelerini tavsiye etmiþtir. Bunlarýn dört tanesi Hz. Osman´ý seçmiþ ve müslümanlar da ona bîat etmiþlerdir. Hz. Ali de O´na biat edenler arasýndadýr. Ahmed b. Hanbel, "Onlarýn iþleri, aralarýnda danýþma (þüra) iledir" (eþ-Þûrâ, 42/38) âyeti uyarýnca, halifenin þûrâ ile seçilmesi prensibini benimser. Diðer yandan sünnete uyarak halîfenin Kureyþ´ten olmasýný kabul eder. Yönetimi zorla ele geçiren kimseye facir bile olsa itaâtýn gerekli olduðunu söyler. Böylece fitnelerin önüne geçilmiþ olur. O, bu konuda müslümanlarýn maslahatýný gözetmektedir. O´na göre, düzenli ve kalýcý bir yönetim teessüs etmelidir. Bu düzenin dýþýna çýkanlar, ümmetin gücünü bölmekte ve onu temelinden sarsmaktadýr. Ýbn Hanbel´i böyle düþünmeye sevkeden þey, Haricilerin o dönemdeki sert, bölücü ve þiddetli eylem ve hareketleridir. Müslümanlarýn nizamýný bozmak isteyenler, zâlim yöneticilerin iþledikleri suçtan daha fazla suç iþlemiþ olurlar (Ýbnü´l-Cevzî, el Menâkýb, s. 176). Ahmed b. Hanbel, meþru nizarýým korunmasýný savunmakla birlikte kendi devrindeki yöneticilerle hiçbir þekilde temas kurmamýþ, onlarýn hediye ve armaðanlarýný kabul etmemiþtir. O, hak ve adalete inanan, zulmü tanýmayan, fitne, fesat, isyan ve karýþýklýðý istemeyen yüksek bir ruha sahipti.
Ahmed b. Hanbel´in Hadisçilik Yönü:
Ýbn Hanbel 40 yaþýna kadar hadis öðrenmek ve ilmini artýrmak için çalýþmýþ, Irak, Hicaz ve Yemen arasýnda ilim seyahatlerinde bulunmuþtur. Fakat bu süre içinde hadis rivayet etmekten veya ders vermekten kaçýnmýþtýr. O, Hz. Peygamber´in peygamberlik çaðý olan 40 yaþýnda hadis rivayetine ve ders vermeye baþladýðý zaman ilminin en yüksek derecesine ulaþmýþ ve akranlarý arasýnda temayüz etmiþti. Þeyhi Abdurrezzâk Ýbn Hemmâm (ö. 211/826) O´nu diðer hadisçilerle karþýlaþtýrarak þöyle demiþtir:
"Bize en kudretli hâfýz eþ-Þazkunî geldi, hadis ricâlini çok iyi bilen Yahya b. Maîn geldi, fakat bunlarýn hepsini kendi þahsýnda toplayan Ahmed b. Hanbel gibi bir Ýmam daha gelmedi (Ýbnü´l-Cevzî, el-Menâkýb, s. 69).
Ahmed b. Hanbel te´lif ettiði Müsned adlý hadis eseriyle þöhret bulmuþtur. Müsned; üçüncü hicret asrýnda ortaya çýkan ve hadisleri, diðer hadis eserlerinden farklý bir þekilde tâsnife tabi tutan kitaplardýr. Sünen, musannef ve câmi´ adý verilen hadis kaynaklarýnda tasnif, "konulara göre" yapýlýrken, müsnedlerde, hadislerin konularý dikkate alýnmamýþ, fakat kitaba alýnacak hadisler ya onlarý rivayet eden sahabî veya sahabîden sonraki râvilerden birinin ismi altýnda biraraya getirilmiþtir. Meselâ; Ebû Hureyre´nin Hz. Peygamber´den rivayet ettiði hadisler, konularý dikkate alýnmaksýzýn, Ebû Hureyre ismi altýnda biraraya getirilerek bir kitap içinde çeþitli sahabîlerin hadislerinden oluþan bir mecmua te´lif edilmiþtir. Müsned´in kelime anlamý "isnad edilmiþ" demektir.
Ýþte Ýbn Hanbel´in Müsned´i de, diðer müsnedler gibi sahabe adlarýna göre tasnif edilmiþ, ve her sahabenin rivâyet ettiði hadis, konusu ne olursa olsun kendi ismi altýnda toplanmýþtýr. Ebû Bekir es-Sýddîk´ýn müsnediyle baþlayan eserde sýrasýyla Hulefâ-i Râþidîn ve diðer sahabelerin müsnedleri bunu izlemiþtir.
Ahmed b. Hanbel, Müsned´ini topladýðý 700 binin üzerindeki hadisler arasýnda seçtikleriyle meydana getirmiþtir. Müsned´de tekrarlarýyla birlik te 40 bin, tekrarlar dýþýnda yaklaþýk 30 bin kadar hadis yer alýr (el-Medînî, Hasâisu´l-Milsned (Ahmed Muhammed Þakir tarafýndan Müsned mukaddimesinde nakledilmiþtir), I, 23; es-Suyûtî, Tedrîbu´r-Râvî, Mýsýr 1379, s. 101). Müsned´in bütün sahih hadisleri içine aldýðý söylenemez. Hatta Sahîhayn´da hadisleri bulunan 200 kadar sahabenin Müsned´te yer almadýðý ileri sürülmüþtür (es-Süyûlî, a.g.e., s. 101). Müsned, Ahmed b. Hanbel´in hayatýnda iki oðlu Salih ve Abdullah ile, kardeþinin oðlu Hanbel tarafýndan Ahmed´ten iþitilmiþ ve rivayet edilmiþtir. Ancak asýl nüshaya Abdullah´ýn baþkalarýndan iþittiði bazý hadislerle, nüshayý Abdullah´tan rivayet eden Ebû Bekir el-Kati´î´nin bazý hadisleri de ilâve edilmiþtir. Ancak bunlarýn sayýsý bütünü etkilemeyecek kadar azdýr (el Medînî, a.g.e., I, 21; es-Suyûtî, a.g.e., s. 101). Sonuç olarak Ýbn Hanbel´in Müsned´i müslümanlar arasýnda büyük itibar görmüþtür. O´nun kaleme aldýðý Kitabü´l-Ýlel ve Ma´rifeti´r-Ricâl incelendiðinde, hadisleri ve râvîlerini tanýmada geniþ bilgiye sahip olduðu anlaþýlýr.
Hanbelî Mezhebinin Yayýlmasý:
Ahmed b. Hanbel usûl ve fetvâlarýný yazmaktan kaçýnmýþtýr. Hatta o, fýkhýnýn yazýlmasýný menetmiþtir. Bunun sebebi, Ýslâm´ýn asýl ana kaynaðýný teþkil eden Kitap ve Sünnetle meþgul olmayý ön plâna çýkarmaktýr. O, bu düþüncesini þöyle ifade eder: "el-Evzâî´nin re´yi, Mâlik´in re´yi, Ebû Hanîfe´nin re´yi... bunlar hepsi re´y´dir ve bana göre aynýdýr. Huccet ve delil olma sýfatý yalnýz "âsâr´a aittir" (Ýbn Abdilberr, Câmiu´l-Beyâni´l-Ýlm, Mýsýr 1346, II,149). Delilini incelemeden hiçbir müctehidin söz ve re´yine uyulmaz. Delili incelendikten sonra uyulunca buna taklid deðil "ittiba" denir. Burada artýk müctehidin söz ve re´yi ile deðil, onun dayandýðý delil ile amel edilmiþ olur. Ýbn Hanbel bu görüþünü þu ifadeleriyle biraz daha aççýklar: "Ne beni, ne Mâlik´i, ne Sevrî´yi ve ne de el-Evzâî´yi taklit et, hüküm ve bilgiyi onlarýn aldýðý kaynaklardan al. Dinini hiçbir müctehide ýsmarlama, Hz Peygamber ve ashabýndan geleni al, sonra tabiîler gelir ki kiþi onlar hakkýnda muhayyerdir" (Ibnü´l Kayyim, Ý´lâm, Mýsýr 1955, II, 178,181, 182).
Daha önce hanefi fýkhý Ýmam Muhammed´in kaleme aldýðý ve Ebû Hanîfe (ö.150/767), Ýmam Muhammed (ö. 189l805) ile Ebû Yûsuf´un (ö. 182/798) görüþlerini içine alan râhiru´r-rivâye ve nevâdir kitaplarý yoluyla nakledilmiþ, Ýmam Þâfýî de (ö. 204/819) kendi fýkhýný bizzat yazmýþtý. Ahmed b. Hanbel´e ait bazý fýkýh meselelerin yazýlý metinleri nakledilmiþse de bunlar, kendisi için tuttuðu notlardýr. Hanbelî fýkhý, ahmed b. Hanbel´in talebeleri aracýlýðý ile nakmedilmiþtir. Bunlarýn baþýnda oðlu Salih (ö. 266/879) gelir. O, babasýnýn fýkhýný, yazdýðý mektuplarla yaymýþ, kadýlýk yaptýðý yerlerde bizzat pratikte uygulamýþtýr. Diðer oðlu Abdullah da (ö. 290/903) el-Müsned´i ve babasýnýn fýkhýný gelecek nesillere nakletmiþtir. Ahmed b. Hanbel´in yanýnda uzun yýllar kalan ve onun fýkhýný nakleden öðrencileri; Ahmed b. Muhammed el-esrem (ö. 273/886), Abdülmelik b. Abdillah b. Mihran (ö. 274/887), Ahmed b. Muhammed b. el-Haccâc (ö. 275/888) baþta gelenleridir. Bu öðrencilerden sonra Ebû bekir el-Hallâl (ö. 311/923) Ahmed b. Hanbel´in ilimlerini toplamak için bütün gücüyle çalýþmýþ, bu amaçla seyahatlere çýkmýþ ve birçok kitap telif etmiþtir (Ebû Zehra, Ýslâm´da Fýkhî Mezhepler Tarihi, Terc. Abdulkadir Þener, Ýstanbul 1976, s. 499, 500).
Ahmed b. Hanbel, selefin metodunu benimseyen bir fakih sayýlýr. Bu yüzden tercih yapmaktan sakýnýr, ayný konuda birden çok sahabe veya tabiî görüþünü terketmeyi gerektiren bir nass bulunmazsa, her iki veya daha çok görüþü mezhebinde ayrý ayrý kabul ederdi. Meseleyi soran kimsenin içinde bulunduðu özel durumu dikkate alarak fetvâ verirdi.
Hanbeliler ictihad kapýsýnýn kapanmadýðýný ve her asýrda, mutlak bir müctehidin bulunmasýný farz-ý kîfa ye olduðunu söylerler. Çünkü toplumda karþýlaþýlan yeni olaylar bunu gerekli kýlar. Bu, mezhebin Kitap ve Sünnetin üzerine çýkmamasý için de gereklidir.
Hanbelî mezhebinin fakihleri çok güçlü olduðu halde, istenilen ölçüde yayýlmamýþtýr. Halktan bu mezhebe baðlý olanlar azýnlýkta kalmýþlardýr. Hatta hiçbir Ýslâm ülkesinde çoðunluðu teþkil edememiþlerdir. Ancak Necid ile Saud (ö. 795/1393) ailesi Hicaz bölgesine hâkim olduktan sonra Arabistan yarýmadasýnda Hanbelî mezhebi oldukça güçlenmiþtir.
Bu mezhebin fazla yayýlmamasýnýn sebepleri þunlardýr: Hanbelî mezhebi teþekküt etmezden önce Irak´ta Hanef, Mýsýr´da Þâfýî ve Mâlikî, Endülüs ve Maðrib´te yine Mâlikî mezhebi hâkim durumda idi. Diðer yandan Hanbelîler önceleri, baþkalarýna karþý delilden çok sert hareketlere baþvuruyorlardý. Güçleri arttýkça, iyiliði emretme ve kötülükten sakýndýrma için insanlara baský yapýyorlardý. Hanbelîlerin bu gibi davranýþlarý yüzünden insanlar bu mezhepten ürkmüþlerdir. Bu sebeple Hanbelî mezhebi fazla taraftar bulamamýþtýr (Ebû Zehra, a.g.e; s. 505, 506).
radyobeyan