Ýslam Kavramlarý A-L
Pages: 1
Feyz'i ilahi By: armi Date: 15 Þubat 2010, 22:34:39
FEYZ-Ý ÝLÂHÝ




Bir þeyin taþýp akmasý, çoðalmasý. Sufî terminolojisinde birincisi kozmoz (evren) ikincisi marifet nazariyesi (Epistemoloji-Theorie de Connaissance) ile ilgili olarak iki deðiþik anlamda kullanýlýr.

Ýslâm Felsefesinde de bu terim, kozmozun meydana geliþi ile ilgili bir kullanýma sahiptir. Ancak Ýslâm filozoflarý özellikle Farabý ve Ýbn Sina bu kelime yerine, Batý dillerinde, daha aþaðý olanýn daha yukarý olandan çýkmasýný ifade eden "Emenation" kelimesinin ifade ettiði manayý karþýlayan "sudür" kelimesini kullanýrlar.

Sudur nazariyesine göre kainat, Ýlâhý Varlýk´tan tedricî olarak geniþleme ve yayýlma (Extantion) yoluyla meydana gelmiþtir. Bu nazariyenin temeli büyük ölçüde Platinos´un düþüncesine dayanýr. Plotinos´a göre her þey (kâniat) kendisine "varlýk" sözünün bile bir sýnýrlama getireceði; kuvve ve fiil halinin de üstünde olan, diðer bir ifade ile varlýk sözünün ifade ettiði manayý dahý askýn olan ilk ilke´den sudür etmiþtir. O, ilk ilke´nin "tek"liði üzerinde titizlikle durur. Her þeyin ilk Ýlke´den suduru (tasmasý çýkmasý), her þey ancak O´nunla varolur anlamýna gelir. Plotinos´un ilk ilke´sine Farâbý ve Ýbn Sina Zorunlu Varlýk (Vacibu´l-Vücûd) derler. Bu ayný zamanda düþünür ilkedir. O´nun düþünmesi varlýðýn nedenidir. Zorunlu varlýðýn kendi kendini düþünmesinden (akletmesinden) ilk akýl meydana gelir ki, Sufiler buna Hakikat-ý Muhammedý veya Nûr-ý Muhammedî derler. Ýlk Akýldan da, Zorunlu Varlýðý düþünmesi sonucu Ýkinci Akýl; kendisinin Zorunlu Varlýða nazaran zorunlu oluþunu düþünmesinden birinci göðün (felek) Nefsi; kendi özüne göre kendisinin mümkün (olurlu) oluþunu düþünmesinden de birinci göðün cismi meydana gelir. Bu tedrici oluþ Faal Akýl ve Yer küresine kadar devam eder (bk. Ýbn Sina, En-Nefsü´l-Beþeriyye, s.36, Beyrut 1986; Farabî, es-Siyasetü´l-Medeniyye, s.48, Beyrut 1911; Ýbn Sinâ, Necât, s.288, Beyrut, 1985; Abdurrahman Bedevî, Eflûtýn (Plotinos) Ýnde´l-Arab, s.134-39; Kuveyt 1977; Ýsmail Fennî, lügatçe-i Felsefe, s.26-17, Ýst. 1341).

Gazzâlî sudur nazariyesini, sünný kelamcýlarýn yoktan yaratma düþüncesine ters düþdüðü ve sudür sürecinin zorunlu olduðu gerekçesiyle; bu yüzden de Allah´ýn "Mürîd" oluþu ile çeliþtiði için eleþtirir. Meþhur tehafütü´l-Felâsife´ adlý eserinde bu konuyu geniþçe ele alýr. Hatta bu nazariyenin mantýký sonucunun Allah´ýn her þeyi bildiði hakikatine ters düþeceðini ileri süren Gazzâlî, filozoflarý tekfiri neticesini çýkarmýþtýr. Oysa Ýbn Rüþd Gazzâlî´nin filozoflarý yanlýþ anladýðý kanaatindedir (Ýbn Rüþd, Faslu´l-Makâl, s.54-55, Leiden, 1959).

Böylece sudur nazariyesi, Ýslâm filozoflarýnýn Tanrý-Kâinat iliþkisini ortaya koyduklarý Kozmoloji öðretileri ile ilgili bir anlayýþtýr (S. Hüseyin Nasr, Ýslâm Kozmoloji Öðretilerine Giriþ, Ýstanbul 1985).

Yukarýda da belirttiðimiz gibi Feyz veya feyz-i ilâhý kavramý Tasavvuf literatüründe iki anlama gelir: Birinci anlamda, ilâhý gerçeklerin Levh-i Mahfuzdan insan kalbine nüzulü anlamýnda marifet nazariyesi ile ilgili kullanýlýr; ikinci anlamda ise, sufi kozmoloji ile ilgili olarak kullanýlýr.

Sûfiler hicrî üçüncü ve dördüncü asýrdan itibaren, Kelamcýlar ve filozoflardan farklý olarak, özel bir bilgi nazariyesi geliþtirmiþlerdir ki, Ýkbal´in deyimiyle, Kur´an´ýn üç ilim kaynaðýndan biri olarak belirttiði batýný tecrübe esasýna dayanýr (M.Ýkbal, Ýslâm´da dinî Tefekkürün Yeniden Teþekkülü, Ýstanbul 1964, s.I 1 3). Onlara göre insan, Levh-i Mahfuz´dan olan ilâhý gerçekleri vasýtasýz olarak bilebilir. Nitekim insan için iki türlü bilgi edinme söz konusudur. Birincisi tecrübe ve deney yoluyla (buna nazarý-istidlâlî bilgi de dahil) elde edilen bilgiyi içerir; ikincisi, "Rabbânî Ruhânî bir latife" diye ifade edilen ve insanî bir yeti olan "kalb" ile elde edilen bilgiyi ifade eder ki, bu bilgi vasýtasýz, doðrudan ve keþf yoluyladýr. Ancak burada kalb kelimesiyle ifade edilen þey Ruh, Nefs-i Natýka veya Akýl da denilen ve herkeste bulunan bir melekedir. Daha açýk bir ifadeyle kalb, aklýn deðiþik fonksiyonlarýndan dolayý onun iþleyiþinin farklarýný ayýrmak için kullanýlan bir terimdir (bk. Gazzâli, Ýhya, III, 3 vd; Miþkât, 43-44; Taþköprülüzâde, Miftah, IIIIV, 319-320; Râgýb el-lsfahâný, ez-Zerý´a, s.64 vd; Müfredât, ilgili maddeler).

Sûfî´ler birinci yolla elde edilen bilgiye "Husûlî"; ikinci yolla elde edilen bilgiye de "Huzûrý´ bilgi de derler.

Batý Felsefesinde Ýntuition (hads) kelimesiyle ifade edilen ve ilk kez Kant tarafýndan sistemli bir tarzda ele alýnan, daha sonralarý özellikle Bergson tarafýndan geliþtirilen bilgi anlayýþý da Sûfilerin düþüncesiyle benzerlik arzeder.

Sûfilerin marifet anlayýþlarýna göre insan, nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesi (nefsin arýndýrýlmasý ve kalbin parlatýlýp cilalanmasý) neticesinde, bir takým gerçeklere vakýf olur. Bu, ilahý gerçeklerin Levh-i Mahfuzdan insan kalbine taþmasý (feyzi) yoluyla gerçekleþir. Onlar bu ilme ilm-i mukayese de derler.

Ýkinci anlamýnda ise Feyz, sufi kozmolojinin oluþumunu ifade eder: Buna göre Allah "gizli bir hazine" iken bilinmeyi istemiþ ve bu irade neticesinde evreni varetmiþtir. Bu varoluþ süreci tedrici bir iniþ (tenezzül) sistemini ifade eder. Bu anlayýþýn ilk sistemleþtiricisi ise Muhyiddin el-A´râbý´dir. Ona göre varoluþ tenezzülât-ý seb´a dediði bir iniþ sýrasý (mertebe) takib eder. O´nun bu anlayýþý Yeni-Eflâtuncu sudur nazariyesine bir çok yönden benzer. Þu farkla ki, Muhiddin el-A´rabî´nin sitemin de ikinci mertebe de Hakikat-ý Muhammediyye bulunur ve son mertebe de ise insan bulunur (bk A . Avni Konuk, Fususu´l-Hikem Tercüme ve Þerhi, 1, 10 vd. Ýst. 1987; Ýsmail Fennî, Madiyyûn Mezhebinin Ýzmihlâli, s.259-262, Ýst. 1928).

Nihayet sufiler bu son anlamýnda feyzi ikiye ayrýlýrlar:

1- Feyz-i Akdes:
Allah´ýn kendi zatýna tecellisi ile eþyanýn arke tipleri olan sabit gerçeklerin (Âyaný Sâbite) ÝIm-i Ýlâhý detaayyünü (belirmesi). Burada tecellî zatý olduðundan âyaný sabite´nin dýþ dünyada varoluþu söz konusu deðildir. Bu itibarladýr ki Sûfîler, âyaný sabite varlýðýn kokusunu bile almamýþtýr derler.

2- Feyzi Mukaddes:
Allah´ýn esmâ ve sýfatlarý yönünden tecellisi neticesinde ilm-i ilâhideki sabit gerçekler dýþ dünyada varlýk kazanýrlar. Feyzi mukaddes Feyzi Akdes üzerine müretteb olduðundan dolayýdýr ki, bu öðretiye baðlý sûfîler þeylerin özlerinin (ayn) yaratýlmamýþ olduklarýný sadece Onlara dýþ dünyada eðreti bir varlýk bahþedildiðine inanýrlar (bk. Cürcâný, Ta´rifât, ilgili maddeler; Þeyhülislam M. Sabri Efendi, Mevgýfu´l-Beþer Sahte Sultani´l-Kader, s.267 vd. Kahire 1356).


radyobeyan