Emr'i bil'lma By: armi Date: 13 Þubat 2010, 13:10:07
EMR-Ý BÝ´L-MA´ RUF NEHY-Ý ANÝ´L-MÜNKER
Ýyiliði emretme, kötülükten alýkoyma.
Maruf, þerîatýn emrettiði; münker, þerîatýn yasakladýðý þey demektir. Baþka bir deyimle Kur´an ve sünnete uygun düþen þeye maruf; Allah´ýn râzý olmadýðý, inkâr edilmiþ, haram ve günah olan þeye de münker denilir (Râðýb el-Ýsfahâný, el-Müfredât, s.505; M. Hamdi Yazýr, Hak Dini Kur´an Dili, IV, 2357-2358; V, 3118).
Yani marufu emretmek iman ve itaata çaðýrmak; münkerden nehyetmek de küfür ve Allah´a baþkaldýrmaya karþý durmaktýr (Kadý Beydâvî, Envârü´t-Tenzil, 2/232).
Kur´an-ý Kerîm´de, ´´Sizden hayra çaðýran, marufu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalýþan bir ümmet bulunsun. Ýþte onlar kurtuluþa erenlerdir" (Alu Ýmrân, 3/104) buyurulmaktadýr. Bu ayetle marufun emredilmesi ve münkerden menedilmesi iþi bütün Ýslâm ümmetine farz kýlýnmýþtýr. Ýslâm ulemasý bu görevi ümmet içinden bir grubun yapmasýyla diðerlerinden sorumluluðun kalkacaðýný, ancak hiç kimsenin yapmamasý halinde bütün müslümanlarýn sorumlu ve günahkâr olacaðýný söylemiþtir (Yazýr, a.g.e., II, 1155).
Baþka bir ayet-i kerimede yüce Allah Söyle buyurmaktadýr: "Siz insanlar için çýkarýlmýþ en hayýrlý bir ümmetsiniz. Marufu emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalýþýrsýnýz; çünkü Allah´a inanýyorsunuz...´´ (Alu Ýmrân, 3/110).
Müminler, dünyadaki en hayýrlý toplumdur ve iyiliði emreden, kötülükten alýkoyan en güzel ahlâkla yetiþmiþbir toplumdur. Bu toplumun korunmasý için bu ayetlerle dinin en önemli ilkeleri olan iyiliðe, doðruluða, güzelliðe, çaðýrmak emredilmiþtir. Hz. Peygamber (s.a.s.) þöyle buyurmuþtur: "Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle deðiþtirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüðünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buðzetsin. Bu ise imanýn en zayýf derecesidir´´ (Müslim, Ýman, 78; Tirmizî Fiten. 1I- Nesaî iman 17 Ýbn Mâce, Fiten, 20).
Marufu emretmek, münkerden alýkoymak sorumluluðunun aðýr bir yük olduðunu Hz. Peygamber (s.a.s.)´in þu buyruðu ortaya koymaktadýr: "Bana hayat bahþeden Allah´a andolsun ki, siz ya iyiliði emreder kötülükten alýkoyarsýnýz ya da Allah kendi katýndan sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz fakat duanýz kabul edilmez" (Ebû Dâvûd, Melâhim, 16; Tirmizî, Fiten, 9; Ýbn Hanbel, V, 388). þu âyet de ibretle düþünmeyi gerektirmektedir:
"...onlar, (Ýsrailoðullarý) birbirlerine hiçbir münkeri yasaklamadýlar. Yemin ederiz ki yapmakta olduklarý þey çok kötü idi..." (el-Mâide, 5/78-79). Yine baþkâ âyetlerde müþriklerden baþka, müminlerin karþýsýnda münkeri emreden, marufu yasaklayan, böylelikle Allah´ýn emir ve yasaklarýna karþý çýkarak, emredilenin tam tersini yapan münâfýklar da zikredilir (bk. et-Tevbe, 81/67).
Hz. Peygamber´in çeþitli buyruklarýnda müslümanlarýn her birinin birer çoban olduðu, elleri altýndakilerden sorumlu bulunduðu, mü´minler arasýnda canlý ve sürekli bir toplumsal birliktelik ve beraberliðin olmasý, dâima zayýfýn hakkýnýn güçlüden alýnmasýndan yana tavýr takýnýlmasý, cihadýn en faziletlisinin zâlim bir devlet baþkanýna karþý hak bir söz söylemek olduðu belirtilmektedir.
Bir toplumda ma´rûfu emreden, kötülükten menedenler olmazsa giderek münker olan iþler bírer kural haline, bir yaþama biçimi haline gelirler. Þeytanlar hak ile bâtýlý karýþtýrýr, doðruyu bozarlar; insanlara Allah´ý unuttururlar. Böyle bir toplumda müslümanýn tavrýný yine âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.s.)´in þu buyruðunda bulmak mümkündür:
"Sizde iki sarhoþluk ortaya çýkmadýkça Allah tarafýndan gelen hak din üzere devam edersiniz: Cehâlet sarhoþluðu ve dünyaya aþýn düþkünlük. Siz iyiliði emreder, kötülüðe engel olur ve Allah yolunda cihad ederken içinizde dünya sevgisi oluþuverince iyiliði emretmez, kötülüðe engel olmaz ve Allah yolunda cihadý býrakýrsýnýz. O gün Kitap ve sünnetin emirlerini yaymaya çalýþanlar Ensâr ve Muhâcirlerden Ýslâm´a ilk giren kimseler gibidirler´´ (Bezzâr, Mecmau´z Zevâid, VII, 271); "Ýyileriniz zâlimlerinize yardakçýlýk eder; Fýkýh kötülerinizin, saltanat da küçüklerinizin eline geçer. Ýþte o zaman fitnenin hücumuna uðrar ve birbirinize düþersiniz" (a.g.e., VII, 286); ´´(Bu durumda ise) açýk günahlar herkese zarar verir, kötüler iyilere musallat olur, iyilerin de kalbi mühürlenir, lânetlenirler. Fitne günlerinde ise sabýrlý olmak ateþi kor halinde elde tutmak gibidir" (Kenzü´l-Ummâl, II, 68-78).
Marufun emredilmediði, münker den alýkonulmayan toplumlarýn nasýl helâk edildiði, nasýl Allah´ýn azâbýnýn onlarý kuþattýðý Kur´an-ý Kerîm´de hemen her sûrede zikredilmektedir (A ´ râf, 7/163 vd).
Ýslâm bilginleri, bir þeyden korkarak kötülüðe engel olmamanýn âdeta o kötülüðü kabul etmek ve ona katýlmak anlamýna geldiðini; asýl korkunun Allah´tan korkmak olduðunu; iyiliði emretmek ve kötülüðü engellemek görevinin eceli yaklaþtýrmadýðýný ve rýzký kesmediðini; ancak göz göre göre tâkat dýþý belâya direnmenin de câiz olmadýðýný söylemiþlerdir (Kenzü´l Ummâl, II, 141 vd).
Ýnsanlar için en hayýrlý topluluk olan Ýslâm ümmetinin bireyleri birbirlerinin bütün dertleriyle ilgilenen kiþilerden meydana gelir. Halbuki diðer bütün dinlerde iyilik ve kötülük her ferdin kendi sorunudur. Meselâ Tevrat´ta, "Rab, Kabil´e sordu: ´kardeþin nerede?´ O da, ´Bilmem, ben kardeþimin bekçisi miyim?" gibi bir ifade vardýr (Tevrat, Tekvin, 4/9).
Marufu emretmek, münkerden alýkoymak görevini Ýslâm ümmeti içinden öncelikle âlim olanlar üstlenir; yoksa bu iþ câhillere býrakýlmaz. Çünkü câhiller her þeyi altüst ederler, kavram ve deðer kargaþasýna yolaçarlar. Görevin yerine getirilmesinde ana ilke her müslümanýn ahirette hesap vereceðini bilmesi bilincidir. Toplumlar genelde ikiye ayrýlýrlar: Maruf toplumlar, münker toplumlar. Münker toplumlar oluþmuþ veya oluþmaktâ iken, müslümanlarýn ma´siyete, münkere, tâðuta itaatten kaçýnmalarý farzdýr (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 144). Yani müslümanlarýn her münker toplumunu maruf toplum, Ýslam hükümlerinin yaþandýðý toplum haline getirmeleri fârz kýlýnmýþtýr. Çaðdaþ demokrâtik-laik toplumlar dini sadece Allah´la kul arasýnda bir mesele olarak görürler ve Ýslâm´ýn maruf münker ilkesinin sadece ahlâký bir mesele olduðunu vâzederler. Halbuki hayatýn bütün yönlerini Allah ve Resulunün emir ve yasaklarý doðrultusunda yaþamak ve münker toplumlarý Ýslâmî toplum haline dönüþtürmekle görevli olan müslümanlarýn bu durumuyla demokratik ilkeler birbirine hem karþýt, hem de çeliþiktir. Bu sebeple müslümanlarýn her zaman marufu emretmeleri, münkerden sakýndýrmalarý mümkün olmaz; karþýlarýna münker toplumun emir ve yasaklarý çýkarýlýr. Ýþte bu noktada müslümanlar için þu buyruk geçerlidir: "Ey iman edenler siz kendinize bakýn; doðru yolda iseniz sapýtanlar size zarar veremezler" (el-Mâide, 5/105). Çaðdâþ toplumla müslümanýn çeliþkisi onun, ancak Allah´a ve Resulune itaat edeceði gerçeðinden dolayý Ýslâmî bir devleti gerçekleþtirmesini zorunlu kýlar. Bir yandan bu yolda çalýþýrken öte yandan münkerlerle mücâdele kesintiye uðramaz, marufun emredilmesinden geri kalýnmaz. Bu nokta þunun için önemlidir: Maruf, ne salt ahlakçýlýk demektir, ne de Ýslâm´ýn ana ilkelerinin yerine insan haklarýnýn geçirilmesidir. Maruf, tek kelimeyle Ýslâm´ýn kendisidir. Münker de, aslý itibariyle veya ahlâký açýdan sadece kötü þeyler deðil, tam anlamýyla Ýslâm´ýn yasakladýðý her þeydir. Yeryüzünün deðiþik yerlerinde, deðiþik rejimlerde ve þartlarda yasayan müslümanlar için deðiþmeyen ölçü budur. Bunun tek yöntemi de Rasûlullah´ýn sünnetidir. "Size peygamber neyi verdiyse onu benimseyiniz..." (Haþr, 59/7).
Gerçek maruf-münker görevi, en baþta insanýn kendisinden baþlayarak yapýlýr (Bk. el-Bakara, 2/44). Bazý insanlar her devirde, Resule itaati söylerler, kendileri itaat etmezler; sadakayý emrederler, kendileri vermezler. Ýþte þu ayet-i kerimede onlar uyarýlmaktadýr: "Kitabý okuyup durduðunuz halde kendinizi unutur da baþkalarýna mý iyiliði emredersiniz? Düþünmez misiniz?" (el-Bakara, 2/44). Ýyiliði emredip kendileri yapmayanlar için hesap gününde dudaklarýnýn ateþten makaslarla kesileceði haberi verilmiþtir (Ýbn Kesir, 1, 8).
Ýkincisi, Rabbin yoluna hikmetle, güzel öðütle çaðýrmak, insanlarla en güzel þekilde tartýþmak, azgýnlara bile yumuþak söz söylemektir (en-Nahl, 1 6/ 1 25; Tâhâ, 20/43).
Sonuçta marufun emredilmesi, münkerin yasaklanmasý meselesi, sadece bir fetvâ olayý deðil; aile, hukuk, siyaset ve ekonominin her zaman içiçe geçmiþ bir þekilde þerîatýn gerekleri doðrultusunda savunulmasý ve yaþanmasý demektir. Bu, sistemli bir davet çalýþmasýný gerektirir. Ýslâm´ýn ilk yayýlýþý da böyle olmuþtur. Ýslâm´ýn hâkim olmadýðý düzenlerde, ehl-i kitab´a karþý veya müþriklere ve diðer gayri Ýslâmî zümrelere karþý tek geçerli davet metodu Resulullah´ýn sünnetidir. Bunu ancak Resulullah´ýn sünnetiyle açýklayabiliriz. Yoksa basit bir ahlâkçý, bir vâiz, hattâ bir muhtesib * gibi davranarak deðil. "Dirilerin ölüsü" olarak kalmak isteyen, yani eliyle, diliyle ve kalbiyle toplumdaki münkeri kötülemeyen kimse ne kötüdür... Tevrat´ta: "Kiþi iyiliði emr, kötülüðü yasakladýðý takdirde kavminin nezdinde derecesi kötüleþir" denilerek Ýslâmî hâreket ve ahlâk saptýrýlmýþ, dinin esasý tahrif edilmiþtir. O sebeple Allah katýnda din olarak yalnýz Ýslâm geçerlidir.
Öte yandan, Ýslâm toplumlarýnda ise marufun emredilmesi, münkerin yasaklanmasýnda ictihada giren konularda uyarýcýlýk yapýlmaz. Meselâ Hanefiler, unutularak besmelesiz kesilen hayvanýn etini yiyen bir Þâfiîye, "Bu yediklerin haramdýr" þeklinde bir uyarýda bulunamaz; zira bunlar Þâfiî´ye göre helâldir. Ýþte emri bi´l-mâ´rûf nehyi ani´l-münkeri herkesin yapamamasýndan kasýt budur. Ancak, herkesin bildiði büyük-küçük günahlar, dinin kesin yasaklamalarý hakkýnda herkes bu görevi yerine getirir (Ýmam Gazâli, Ýhyâ-u Ulûmi´d-Din, Emri Bi´l-Mâ´ruf ve Nehyi Ani´l-Münker bölümü). Fakat Þâfiîler, besmelesiz kesilen hayvanlarýn etini yemek isteyen Hanefilere ikazda bulunabilir. Gerek Allah haklarý, gerekse kul haklarý olsun bütün ma´rûf ve münkerlerde önce sözlü, sonra fiilî uygulama esastýr. Mutezile ise kul hakkýyla ilgili olmayan meselelerde sözle veya fiille uyarýcýlýðý kabul ederken; bunu da ancak imamýn yapabileceðini, fertlerin karýþamayacaðýný savunmuþtur.
Enes b. Mâlik´ten rivâyet edilen bir hadiste þöyle bir hüküm bulunmaktadýr: "Biz Allah´ýn Resulune ´Ey Allah´ýn Rasûlü, biz iyiyi tamamen iþlemedikçe emredemez miyiz? Kötülükten tamamen sakýnmadýkça menedemez miyiz?´ diye sorduk. Resulullah þöyle buyurdu:
"Siz iyiliðin tamamýný iþlemezseniz dahi iyiliði emrediniz. Siz kötülüðün tamamýndan sakýnmasanýz dahi kötülükten sakýndýrýnýz" (Taberânî).
Hz. Lokman´ýn oðluna öðüdü her zaman ve mekanda uyarýcýnýn hâlini beyan eder: "Yavrum, namazý gereði üzere kýl; iyiliði emret ve fenâlýktan alýkoy. Bu hususta sana isabet edecek eziyete katlan. Çünkü bunlar kesin olarak farz kýlýnan iþlerdir" (Lokman, 31/17).
radyobeyan