Ýslam Kavramlarý A-L
Pages: 1
Ehli hadis By: armi Date: 12 Þubat 2010, 19:30:20
EHL-Ý HADÎS




Hadis ehli, Sünnet´e sahip çýkanlar, Sünnet ve Cemaat yolundan gidenler.

Ehl-i hadis terimi; hadis ilmine sahip çýkan, hadise önem veren, onu re´ye tercih eden ve müctehid imamlar devrinde Hicâz´da özellikle Medine´de hadis âlimlerini anlatmak için kullanýlýr.

Hulefâ-i Râþidîn devrinin sonlarýna doðru bazý sahâbeler irþâd ve talim amacýyla Ýslâm âleminin çeþitli yerlerine daðýlmýþlardý. Hz. Ömer (ö.23/643) devrinde Fustat, Kûfe ve Basra þehirleri kurulmuþ ve bu merkezlere aralarýnda birçok sahâbenin de bulunduðu binlerce müslüman yerleþmiþti. Diðer yandan Hz. Ömer, Abdullah b. Mes´ud´u (ö.32/652) Kûfe´ye göndermiþ, Hz. Ali de hilâfeti zamanýnda idare merkezini oraya nakletmiþti. Emeviler yönetimi ele alýnca, özellikle onlardan memnun olmayan sahâbe âlimleri yeniden Hicaz´da toplanmaya baþladýlar. Böylece, ashâb-ý kirâmdan ilim, irfan ve feyiz almak isteyen tâbiûn âlimleri, aradýklarýný daha çok Hicâz veya Irak´ta bulmuþ, giderek bu iki bölgede yer ve üstad farkýndan dolayý iki ayrý grup teþekkül etmiþtir. Merkezi Kûfe olana "Irak Ekolü", Medine olana ise "Hicaz Ekolü" adý verilmiþtir. Birinci ekole "ehl-i re´y" *, Hicaz ekolüne de "ehl-i hadis" ve "ehl-i eser" denilmiþtir.

Merkezi Hicaz olan ehl-i hadisin oradaki temsilcisi Ýmam Mâlik b. Enes´tir (ö.93/711 - 179/795). Fazlaca hadis rivâyeti yapýlan bir bölgede bulunmasý onun ehl-i hadis sayýlmasýna sebep olmuþtur. Ýmam Mâlik, Kitap ve Sünnet yanýnda Medinelilerin amelini de delil olarak alýyor, "haber-i vâhid"lerin onlarýn uygulamasýna zýt düþmemesini þart koþuyordu. Çünkü o, dinî iþlerde Medinelilerin amelini "meþhur hadis" derecesinde görür. Bunlarý; Hz. Peygamber´e ulaþýncaya kadar bin kiþinin bin kiþiden rivâyeti olarak kabul eder. Eðer haber-i âhad, Medinelilerin ameline aykýrý düþerse, onun Peygamber´e nisbeti zayýf demek olup, Medinelilerin amelinden sonra gelir. Bu da Ýmam Mâlik´e göre, meþhur rivâyeti haberi vâhide tercih etmek gibidir. Medinelilerin ameli Ýmam Mâlik´ten önce de revaçta idi. Kâdý Muhammed b. Ebý Bekr, verdiði bir hükmünde haber-i vâhid´e muhâlefet ederek Medinelilerin ameline uymuþtur (Ebû Zehra, Usûlü´l-Fýkh, Kahire t.y., s.109;

Târihu´l-Mezâhibi´l-Fýkhiyye, (Mezhepler Tarihi) Çev: A. Þener, Ankara 1968-1969, s.344; Muhammed el-Hüdarî, Târîhu´l-Teþriî´l-Ýslâmî, (Ýslâm Teþri´ Tarihi) Çev: H. Hatipoðlu, Ýstanbul 1974, s.166).

Ýmam Mâlik´in bu metodu, Irak ekolü, Mýsýr ve Þam bilginleri tarafýndan tenkide uðramýþtýr. Mýsýr fakihlerinden Leys b. Sa´d (ö.175/791), Ýmam Mâlik´e yazdýðý bir mektubunda özet olarak þöyle der: "Yanýnýzda bulunan müslüman cemaatin uygulamasýna ters düþen bazý fetvâlar verdiðimi, herkesin Medine halkýna uymak durumunda olduðunu, zira hicretin bu yere yapýlarak Kur´an´ýn buraya nâzil olduðunu ve benim, selefime dayanarak verdiðim fetvâlardan dolayý endiþe duymam gerektiðini yazýyorsunuz. Haklý olduðunuza inandýðým bu görüþünüzü paylaþýyorum. Ancak, Tevbe sûresi 100. âyette, övgü ile anýlan ilk ensâr ve muhâcirlerin toplu olarak Medine´de kalmadýklarý da bir gerçektir. Çünkü onlarýn çoðu Allah rýzasý için, onun yolunda cihada çýktýlar. Kurduklarý askerî birliklerde kitap ve sünneti iyi bilen, bunlarýn açýklamadýðý problemleri ictihadla çözen bir grup bulunurdu. Halife Ebû Bekir, Ömer ve Osman´dan emir gelince, Mýsýr, Suriye ve Irak´ta bulunan bütün sahâbîler ona göre hareket ederlerdi. Ben Ýmam Zuhfi´yi (ö.124/742) verdiði bazý fetvâlarýndan dolayý kýnýyorum. Hatalý bulduðum bir fetvasý þudur: "Bir müslüman yaðýþlý gecede akþamla yatsý namazýný cem ederek bir arada ve akþam vaktinde kýlabilir" Þam çamurunun Medine çamurundan ne kadar fazla olduðunu ancak Allah bilir. Bununla beraber Þam´da hiçbir imamýn herhangi bir yaðýþlý gecede iki namazý cem ettikleri görülmüþ deðildir. Halbuki Þam askerleri arasýnda Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh (ö.18/639), Halid b. Velid (ö.21/641), Yezid b. Ebý Süfyân (ö.18/639), Amr b. el-As (ö.61/680, ve Muâz b. Cebel (ö.18/639 bulunurdu. Mýsýr´da, Ebû Zer (ö.32/65), Zübeyr b. Avvam (ö.36/656) ve Sa´d b. Ebý Vakkas (ö.55/675), Humus´ta Bedir savaþýna katýlanlardan yetmiþ zat vardý. Ayrýca, Hz. Ali Irak´ta yýllarca oturdu. Diðer müslüman þehirlerinde de sahâbeler vardý. Bu sýralanan zatlardan akþam ile yatsý farzlarýný yaðýþlý gecede cem ettikleri kesin olarak vâki deðildir" (el-Hudârî, a.g.e., s.202-205; Ýbn Kayyým, Ý´lâmü´l-Müvakkýîn´inden naklen; Abdülkâdir Þener, "Ýmam Mâlik ile Leys b. Sa´d Arasýndaki Ýhtilâf ve Yazýþma", A.Ü.Ý.F.D., Yýl 1968, XVI, 131-154)

Ýslâm´ýn ilk iki yüzyýlýnda âlimler arasýnda samimi bir kardeþlik, dostluk ve bilgi alýþveriþi hâkimdi. Bu, tâbiîn zamanýnda da, müctehid imamlar devrinde de böyleydi. Ýlim merkezleri Ýslâm ülkesinin bütün þehirlerinde faaliyetini sürdürüyor ve her mecliste bilgi, kültür, örf, mekân farklýlýklarýndan doðan ilmî farklýlýklar ümmet için bir sorun teþkil etmiyordu. Çünkü hepsi "selef-i sâlihîn"in yolunda olarak birbirlerini tenkid etseler de tekfir etmiyorlardý. Ebû Hanife, Ca´fer-i Sâdýk, Ahmed b. Hanbel, Ýmam Þâfiî, Ýmam Mâlik, Ýmam Muhammed arasýnda görüþ ayrýlýklarý olmasýna raðmen, ehl-i bid´ata karþý selefin akidesini savunmada ortak hareket ediyorlardý. Ehl-i rey diye meþhur olan Irak ekolünde tâbiînin görüþlerine gelince, "Onlar da insan biz de" denilerek kendi görüþlerini geçerli sayýyorlar, buna karþýlýk ehl-i hadis, yani Medine ekolü ise, re´ye çok zarûri haller dýþýnda baþvurmuyordu. Hafs b. Abdullah en-Nisâbûrî´nin (ö.209), "kesinlikle re´ye dayanmaksýzýn yirmi yýl kadýlýk yaptým" dediði zikredilmiþtir (Zehebî, Tabakatü´l-Huffaz, VI, 368). Muhaddisler, hadisleri toplayýp yazmaya ve bunlarla fýkhý tedvin etmeye baþladýklarýnda ellerinde muazzam bir malzeme birikmiþti. Diðer taraftan zamanla sapýk fýrkalarýn ve ehl-i re´y ile ehl-i hadis uydurmacýlýðýnýn yaygýnlaþmasý üzerine, bir dönemde yoðun bir tekfir ve düþmanlýk dalgasý hâkim olmuþtur. Kezâ Mu´tezile yüzünden "Halku´l-Kur´ân" meselesi resmi devlet ilkesi haline getirilerek herkese zorla benimsettirilmeye çalýþýldýðý "Mihnetü´l-Kur´an" devrinde de ehl-i hadis âlimlerine -Ýmam Ahmed baþta olmak üzere- büyük bir zulüm yapýldýðý bilinmektedir. Fýkýhta meþhur olmuþ ve tedvin edilmiþ mezhebler içinde Ýmam Mâlik ile Ýmam Ahmed ehl-i hadisten; Ebû Hanife ehl-i re´yden sayýlmýþ, Ýmam Þâfii bu iki ekolün ortasýnda yeralmýþtýr. Esasýnda hadis veya re´yin delil olarak kullanýlmasýnda bütün bu mezheb imamlarý müttefiktirler. Ancak ihtilâf noktalarý Medine´de hadis ve sahâbe içtihadlarýnýn, Irak´ta re´yin aðýrlýklý olduðu bir fýkhýn ortaya çýkmasý, Medine ekolünün Medine örfüne ve Medine ashâbýnýn fetvâlarýna öncelik verip farazý olaylar hakkýnda fetvâ vermemesidir. Ayrýca, sosyal ve siyasý hareketlerin de etkileri vardýr (Ýbn Kayyým, Ýlâmü´l-Muvakkýîn, I, 55 vd.).

Abbâsiler döneminde (132-334/750-945) bu ictihâdý farklýlýk, aþýrýlarca büyütülerek karþýlýklý zýtlaþmalara kadar vardýrýlmýþtýr. Þa´bî´nin, "Rey leþ gibidir, ancak muztar kaldýðýndan yiyebilirsin" dediði söylenir. Kavram kargaþasý; ehl-i re´yi, haber-i vâhidi reddedenler; ehl-i hadisi de, re´y ve kýyasý reddedenler diye tanýttý. Bu iki farklý usûl, diðer ilimlerde de zaman zaman görüldü. Buhâri, Ebû Hanife´ye karþý taassub ve zan ile bakarak, Sahih´inde adýný bile anmamýþ, "Birisi dedi ki ..." diye geçiþtirmiþtir (Zeylaî, Nasbu´r-Râye, I, 355). Taberî, Ýmam Ahmed´i fakýh deðil muhaddis saymýþtýr. Þehristânî ile Ýbn Haldun, ehl-i re´ye Ebû Hanife´yi, ehl-i hadis´e diðer üç Ýmamý dahil ederler (Ýbn Haldun, Mukaddime, s.372).

Hemen her mezhebin imamýna dâir uydurma ve karþýtlarý kötüleyen sözler, uydurma hadisler de yaygýnlaþýnca muhaddislerin ve Hanefilerin hadisleri inceden inceye tetkiki, cerh ve ta´dilin önemi kaçýnýlmaz olmuþtur. III. ve IV. yüzyýl ve sonrasý Emevi-Abbâsi iktidarlarýnýn muhâliflere zulümlerinin siyasý etkileri, Ýslâm´ýn çok geniþ bir coðrafyaya yayýlmasý, doðuda Hanefiliðin, batýda Mâlikîliðin siyasý iktidarlarýn sayesinde uzun süre resmi mezheb olarak korunup diðer mezheblerin bir kýsmýnýn sâliklerinin tükenmesi veya zayýflamasý, akîde konularýnýn yoðun olarak tartýþýldýðý, felsefe ve kelâm yollarýnýn belirdiði, tasavvufun ayrýca kendi yoluna devam ettiði þartlarda ilk zamanlardaki selefin metodu zamanla unutulmuþtur. Dolayýsýyla ehl-i hadisin fýkýh istinbâtýyla ehl-i re´yin fýkýh istinbâtý arasýndaki bað da ortadan kalkmýþtýr.

Fýkýh tarihçileri; mutedil ehl-i hadisin temsilcileri olarak Hz. Ömer, Hz. Osman, Âiþe, Zeyd b. Sâbit, Ýbn Ömer, Ebû Seleme, Said el-Müseyyeb, Urve b. Zübeyr Kasým, Harice, Ebû Bekir b. Ubeyd, Süleyman b. Yesâr, Ubeydullah b. Abdullah, Ýbn Sihâb, Nâfi´, Rabiatu´r-Rey, Yahya b. Saîd, Ýmam Malik, Ýmam Ahmed, Ebû Dâvûd et-Tayâlýsý, Buhâri, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî, Ýbn Mâce, Dârimî, Ebû Yalâ, Dârakutnî, Hâkim,

Beyhâkî, Ýbn Abdilberr... gibi büyük âlimleri akretmiþtir (Þah Veliyyullah, Huccetu´llahi´l-Bâliða, I. 311 vd.). Ehl-i hadis, re´y fýkhýnýn takdiri olmasýna karþýlýk, hadis ve âsâr toplayýp tedvin ederek -Câmi, Sünen, Musannef, Müsned, Mu´cem- bu hadislerle, hattâ kýyastan önce zayýf hadislerle amel etmeye çalýþmýþlardýr. Ehl-i hadisin Mâlik b. Enes´in þu rivâyetinde ana ilkesi belirginleþmiþtir: "Rasûlullah´tan baþka sözü kabul veya reddedilebilecek hiçbir kimse yoktur. " Avâm arasýnda ehl-i hadîs ile ehl-i re´y arasýndaki ihtilâfý kabalaþtýrarak ilmin zayýfladýðý devirlerde, âdeta ehl-i re´yin edille-i þer´iyyeden önce sanki kýyasa ve re´ye baþvurduðu, ehl-i hadisin de re´y ve kýyasý tamamen inkâr ettiði gibi yanlýþ bir anlayýþ yaygýnlaþmýþtýr. Halbuki, gerek amelin imandan bir cüz olup olmadýðý meselesinin ortaya atýlmasýnda ehl-i sünnetin; gerek re´y, hadis akýmýyla sapýk inançlara karþý selefin akidesini koruduklarý, yine asýl ihtilâfý körükleyenlerin ehl-i bid´at olup veya asýl re´yi reddedenlerin Zâhirîler veya sünneti tümden reddeden fýrkalarýn olduðu unutulmuþ gibidir. Muâz hadisini bütün imamlar kabul ederken, Zahiri olan Ýbn Hazm bu hadisi reddetmektedir. Yine, Ahmed b. Hanbel´in, "Biz ehl-i re´yi, onlar da bizi durmadan lânetlerdik; bu hal Þâfii´nin geliþine kadar devam etti. O gelince aramýzý bulup bizi kaynaþtýrdý" dediði nakledilmiþtir (Kadý Iyâz, Tertîbu´l-Medârik, 1. 91). Ýslâm´da aþýrý akýmlar, (Havâric, Mu´tezile, Mürcie...) iki aþýrý kutbu temsil etmiþlerdir. Hariciler, amel imandan cüzdür; Mu´tezile büyük günah iþleyen küfürle iman arasýndadýr, Mürcie, amel olmasa da iman için tasdik yeterlidir demiþlerdir. Buna karþýlýk ehl-i re´y, amel imandan cüz deðildir diyerek ancak günah iþleyenleri fasýk olarak nitelemiþ; ehl-i hadis de iman amelden mürekkeptir görüþünü savunmuþtur. Böylece onlarýn bu görüþleri, ehl-i bid´atýn görüþlerinden ayrýlmaktadýr. Bu akîdeye yönelik hususlar da muhâlefet ve zýtlaþmalarýn artmasýna sebep olmuþtur (Ýmam el-Kevserî, Feyzü´l-Bârý alâ Sahîhu´l-Buhâri, I, 53). Ehl-i hadisten Ýmam Mâlik ile ehl-i re´yden Leys b. Sa´d (ö.175/791) arasýnda mektuplaþma yoluyla ilmî müzâkere yapýlmýþ, birbirleriyle, sevgi dolu olmalarýna engel olmaksýzýn görüþlerini tartýþmýþlardýr. Ýmam Mâlik, Leys´e þöyle demiþtir:

"Bizim bu memleketteki -Medine´deki- halkýn amel ettiði þeylere aykýrý olarak insanlara çeþitli fetvâlar veriyormuþsun. Ýnsanlar Medine halkýna tâbîdirler, hiç kimsenin bir iþte Medine ameline aykýrý hareketini uygun bulman..." (Kadý Ýyâd, Medârik, s.170 vd.). Buna karþýlýk Leys b. Sa´d da þöyle demiþtir: "Umarým yazdýklarýnda isabet etmiþsindir. Medine´de Rasûlullah´ýn emrettiði ve insanlarýn ona itâat ettikleri hakkýnda dediðin doðrudur. Fakat ashâb tâbiîn ve sonraki âlimler birçok þeyde deðiþik görüþler ortaya koymuþtur. Ýbn Þihâb´la (Mâlik´in üstadý) karþýlaþtýðýmýz ve yazýþtýðýmýz zaman onun da birçok ihtilâfa düþtüðü olurdu. Bazen bir meselede üç türlü görüþ yazýlýr ve o öncekinin farkýnda olamazdý. Senin terketmemi hoþ görmediðini terketmeme, o sebep oldu. Meselâ, Müeccel mehrin istenmesi, ilâ yoluyla talâkta bekleme, kadýnýn kocaya talâkýnda, erkeðin evlendiði cariyeyi satýn almasýnda, vb. ihtilâflarý naklettikten sonra bu ve bunlara benzer birçok þeyi býraktým. Allah´ýn seni muvaffak kýlmasýný ömrünün uzun olmasýný dilerim..." Rey okulunun ve hadis okulunun tâbileri kendi geleneklerini överek öne çýkarabilmiþlerdir.

Muhaddislerden Ebû Bekir b. Ayyaþ (ö.193/808-809) Her devirde muhaddislerin öteki âlimlere nisbetinin Ehl-i Ýslam´ýn diðer dinlerin baðlýlarýna nisbeti gibi olduðunu söylemiþtir (eþ-Þa´râný, Kitabü´l-Mizan, 1, 63). Ehl-i re´yi savunan Þehristânî "nasslar sýnýrlýdýr, hadiseler sýnýrsýzdýr; sýnýrsýz sýnýrlý olanla ihâta edilemez" diyerek, tamamen hukûký uygulamadaki soruna iþaret etmiþtir (Þehristânî, el-Mile´l ve´n-Nihâl, s.154). Hayatýn karmaþýklýðýna karþý re´yi bütün mezhepler ister istemez kabul etmiþtir. Ehl-i re´y ehl-i hadis, ilim tarihine özel bir deyim olarak girmiþtir.

Ýmam Þâfii (767-820)´nin her iki okul arasýndâ birleþtiriciliði sözkonusu edilmesine raðmen onun sanki re´ye karþý hadis ehli tarafýný kuvvetlendirdiði manasý da çeþitli imamlarýn yazýlarýndan anlaþýlmaktadýr. Ayný þekilde ona atfedilen menkýbelerden, meselâ Muhammesi h. Nass (ö.206)´ýn rüyasýnda Hz. Peygamber (s.a.s.)´i gördüðünde ona, "Acaba Þâfiî´nin re´yi ile meþgul olabilir miyim?" demesine Rasûlullah (s.a.s.) güya þöyle cevap vermiþ: "Ne diyorsun? Þâfii´nin re´yi mi? Bu re´y deðildir. Aksine benim sünnetime zýt düþenlerin hepsine bir reddiyedir" (Nevevî, Tehzîbu´l-Esmâ, 122). Þâfiî mezhebi ileri gelenlerinden olan Ýmâm Nevevî, ayný eserinde Þâfii´ye Irak´ta "hadisin muhafýzý"; Horasan´da "ashâbu´l-hadis" denildiðini zikretmektedir. O, Ahmed b. Hanbel´in, "Re´y taraftarlarýný maðlup etmek istedik, fakat muvaffak olamadýk ve Þâfiî geldi, zaferi bize kazandýrdý" dediðini de yazar. Þâfiî´nin Baðdat´a gelmesinden sonra re´y ehlinin zayýfladýðýný söylemektedir. Ehl-i hadîsi Þâfiî canlandýrmýþtýr. Ancak Nevevî, ihtilâfýn rahmet oluþunun fer´i meselelerde geçerli olduðunda ittifak edildiðini de belirtmiþtir. Ýslâm ilim tarihindeki aþýrýlarýn bu ihtilâfý neredeyse akîde muhâlefetine çevirmeleri bir deðer taþýmamaktadýr. Genelde geçerli olan; fýkýhta bütün ýlýmlý ehl-i re´yin de ehl-i hadisin de asla uyduklarý, fakat fürû´da insanlara kolaylýklar gösterdikleri herkes tarafýndan kabul edilmektedir. (Ayrýcâ bk: Ehl-i Rey)


radyobeyan