Divan By: armi Date: 10 Þubat 2010, 17:49:05
DÝVÂN
Ýslâm ülkelerinde devlet iþleri ile alâkalý en yüksek idarî makam. Divânu´l-ceyþ, Divânu´l-mezâlim, Divân-ý Humâyûn gibi müesseseler, bunun örneklerinden birkaçýdýr.
Herhangi bir konu üzerinde tedvin edilmiþ eser. Kaþgarlý Mahmud Beð´in Divân-ý Lügati´t-Türk´ü, Fuzûlî Divân´ý vs. gibi.
Hükümdarýn oturduðu sedir; Osmanlý devletinde birkaç köyden müteþekkil karye (köy) ile nahiye arasýnda küçük bir ünite; mahkeme maksadýyla kurulan yüksek meclis. Divân-ý Harb, Divân-ý Âli gibi.
Bir âmir veya büyük huzurunda eller önde kavuþmuþ olarak saygýlý vaziyette durmak; yabancýlarýn barýndýðý han veya kervansaray.
Ýslâm devlet teþkilâtý içinde bulunan ve tarih boyunca önemli bir fonksiyon icra eden divan teþkilâtý, ilk defa Hz. Ömer zamanýnda faaliyete geçirilmiþtir. (Mâverdî, el-Ahkâmu´s-Sultaniyye, 199; Fethiye Nebravî, Tarihu´n-Nuzum ve´l-hadarati´l-Ýslâmiyye, 80.) Gerçekten, bu dönemde Ýslâm devleti gerek toprak, gerekse malî bakýmdan çok geniþ imkânlara kavuþmuþtu. Divanýn böyle bir dönemde ortaya çýkmasý bunun bir neticesidir. Bilhassa Hz. Ömer döneminde gerçekleþtirilen fetihlerin sonucunda müslümanlar bir taraftan Bizans, diðer taraftan da Ýran´la komþu oldular ve onlarla Çeþitli münasebetlerde bulunmaya baþladýlar. Bunun sonucunda müslümanlar eski medeniyetlerin mirasçýsý olan bu iki devletin kurduðu müesseselerden de istifade etmeye baþladýlar. Bilhassa Ýslâm´a aykýrý olmayan ve geliþmeye yardýmcý olan müesseselerden istifade etmek Ýslâm´ýn prensip edindiði bir husustur. Gerek Mýsýr, gerekse Suriye´den Ýslâm baþkentine dönen fatih müslümanlar, burada idarî sistemle ilgili gördüklerini anlatmaya baþladýlar. Ýþte bunlar içinde divanlar da vardý.
Bu kelimenin (Divan) Farsça veya Arapça menþeli olduðuna dair deðiþik rivâyetler bulunmaktadýr. Genellikle bu kelimenin Sasanî Ýmparatorluðu´ndaki devlet idaresine ait bir kavram ve kurum olarak Arap diline intikal ettiði kabul edilmektedir. Bu manada divan kelimesi; devlet idaresindeki muhtelif idarî, askerî ve malî hizmetlerin yerine getirilmesinde kullanýlan defterlere, bunlarýn ve devlet memurlarýnýn bulunduklarý yere verilen isimdir. (Maverdî, a.g.e., ayný yer).
Divan´a niçin bu ismin verildiðine dair iki ayrý rivayet bulunmaktadýr. Bu rivayetler hemen hemen bütün kaynaklarda zikredilmektedir. Böylece, kelimenin aslýnýn Farsça olduðuna iþaret edilmektedir. Buna göre Ýran Kisrasý Nûþirevan, bir gün kâtiplerinin yanýna uðramýþ ve onlarýn kendi baþlarýna sayý sayýp hesap yaptýklarýný görünce onlara "divâne" yani "deli" demiþtir. Zamanla kâtiplerin çalýþtýðý yere de "Divane" denilmeye baþlanmýþtýr Sonradan bu kelime divan þekline dönüþmüþtür. Ýkinci bir rivâyette ise divan kelimesi Farsça´da Þeytanlar mânâsýna gelmektedir. Kâtipler de devlet iþlerini çok iyi bildiklerinden her çeþit gizli açýk konuya çok çabuk vâkýf olduklarýndan, daðýnýk ve karýþýk rakamlarý bir araya topladýklarýndan dolayý, þeytanlar gibi bir mânâya delalet etmek üzere "divan" denildiði anlatýlmaktadýr. Sonradan bu kelime, kâtiplerin oturduklarý yere de verilen bir isim olmuþtur. (Maverdî, a.g.e., 199).
Hz. Âiþe´den rivayet edilen ve "Allah katýnda üç divan vardýr" hadîsine göre bu kelime hesap defteri manasýnda kullanýlmaktadýr. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 240).
Ýslâm dünyasýnda, Hz. Ömer´in fey* gelirlerini daðýtmak için tesis ettiði divan teþkilatiyle birlikte, yaygýn bir þekilde kullanýlmaya baþlanan divan tabiri, Emevîler ve bilhassa Abbasîler zamanýnda baþta askerî ve bilhassa malî sahalar olmak üzere çeþitli devlet hizmetlerine bakan müesseselere isim olarak verilmiþtir.
Burada hemen þunu da belirtelim ki, Hz. Ömer´in henüz 20 (641) yýlýnda, Medine´de fey için tanzim ettirdiði divan defterleri, Arapça yazýlmýþtý. O, bu vazife ile de Kureyþ kabilesinden, Arap neseb ilmini iyi bilen Hz. Ali´nin kardeþi Akil b. Ebi Talib ile Mahreme b. Nevfel ve Cübeyr b. Mut´im´i vazifelendirmiþti. Bu konuda defterlerin tutulmasý ile ilgili þu sebepler gösterilmiþtir:
Ebû Hüreyre, Bahreyn taraflarýndan birçok mal ile birlikte Medine´ye geri döndüðünde Hz. Ömer, Ebû Hüreyre´ye ne kadar mal getirdiðini sorar. O da; "beþyüz bin dirhem" deyince, Hz. Ömer bunu çok büyük bir rakam olarak görür ve tekrar Ebu Hüreyre´ye bunun ne demek olduðunu bilip bilmediðini sorar. Bunun üzerine Ebu Hüreyre tekrar: "Evet, beþyüz bin dirhem." Bu defa Hz. Ömer, o mallarýn hangi kaynaklardan olduðunu (helâl olup olmadýðýný) sorar. Ebü Hüreyre: "Bilmiyorum, sadece þu gördüklerini biliyorum" der. Bunun üzerine Hz. Ömer minbere çýkarak Allah´a hamd ve senada bulunur, sonra topluluða:
"Ey insanlar bana pekçok mal geldi. Ýsterseniz size bu mallarý ölçekle ölçerek, isterseniz sayarak daðýtayým." der. Bu konuþma üzerine cemaattan biri ayaða kalkarak þöyle der:
"Ey emire´l-müminin, ben Ýranlýlar´ý gördüm. Onlar bir divan tutarlar, daðýtým iþlerini o divan görür, mallarý bir deftere kaydederler. Sen de bir divan kur, mal daðýtým iþini onlar görsün, herkes deftere göre alsýn, böylece kimin ne aldýðý oraya yazýlsýn." Bu söz üzerine Hz. Ömer teklifi uygun bulur ve bir defter ihdas eder. Mallarý da ona göre taksim ettirir. Baþka bir görüþe göre de Hz. Ömer´in divan kurmasýnýn sebebi þöyle anlatýlýr:
Bir gün Hz. Ömer birini bir iþ ile görevlendirirken yanýnda bulunan Hürmüzan, Hz. Ömer´e þöyle der:
"Sen bu görevlinin eline mallar verdin. Aralarýndan biri çýkar da muhalefet ederse, elçinin gittiði yerde onun yerine bir baþkasý geçip görevli olduðunu söylerse, bunun görevli olup olmadýðýný nereden bilecekler?" Sen ona, kayýtlarý da içine alan bir defter ve eline bir divan ver. Divanýnda verdiðin mallarýn kayýtlarý bulunsun. Görevli, gideceði yere vardýðý zaman ondan divan isterler ki bununla kendilerine gelen görevlinin senin görevlin olduðunu anlarlar.
Abid b. Yahya´nýn, Hâris b. Nüfeyl´den rivayetine göre Hz. Ömer, divan kurulup kayýtlarýn tutulmasý için müslümanlarla istiþarede bulunur. Hz. Ali de hiçbir þey býrakmaksýzýn her yýl toplanýlan mallarý hak sahipleri arasýnda taksim eder. Bunun üzerine Hz. Osman da:
"Birçok malýn insanlara verildiðini ve daðýtýldýðýný görüyorum. Fakat bu mallar sayýlmaz ve kayýtlarý tutulmazsa, senden mal alanlar ve almayanlar belli olmaz. Bu yüzden de dedikodunun çýkmasýna sebep olursunuz. Bu kötü iþin yayýlmasýndan çok korkarým." dedi.
Daha sonra Halid b. Velid, kendisinin bir ara Þam´da bulunduðunu, bölge idarecilerinin devlet iþlerine dair bazý defterler tuttuðunu asker sayýmý ve ihtiyaçlarýný yazdýklarýný gördüðünü söyleyerek Hz. Ömer´e de böyle yapmasýný teklif eder. Bunun üzerine Hz. Ömer, Akil b. Ebi Tâlib, Mahreme b. Nevfel ve Cübeyr b. Mut´im´i çaðýrarak onlara halký ailelerine göre yazmalarýný söyler. Bunun üzerine onlar önce Hâþimoðullarýndan baþladýlar. Sonra Hz. Ebubekir ve ailesini daha sonra Ömer ve ailesini ve diðer kabileleri sýra ile yazdýlar. Sonra da bazý ihtilaflarý halledip neticeyi Hz. Ömer´e arzettiler, Hz. Ömer, bu kayýtlara baktý ve: "Bu kayýt iþi olmamýþ! Ben böyle istememiþtim. Ýnsanlarý, Rasûlullah´a en yakýn olanlarýndan baþlayýp sonra biraz uzak olanlarý ve daha sonra da en uzak olanlarý yazmak üzere bir yol takib ediniz. Böylece Ömer, Allah´ýn emirlerine tabi olmuþ olsun." Bunun üzerine kâtipler de Hz. Ömer´in emrine uydular. (Maverdî, a.g.e., 199-200)
Ýslâm fetihlerinin baþlatýlýp devam ettirildiði iki ana bölge, Irak ve Suriye ile bu iki bölgeye yeni fethedilen Mýsýr´daki askerler ve onlarýn ailelerine ait Divân defterlerinin ilâve edilerek düzenlendiðini; ancak bunlar hakkýnda çok az bilgiye sahip olduðumuzu da söylemeliyiz.
Bu bakýmdan, baþtan beri anlatmaya çalýþtýðýmýz Medine´deki merkezî divân defterleri ile, Irak, Suriye ve Mýsýr bölgelerindeki divan defterlerini birbirinden iyi ayýrmak gerekiyor. Hz. Ömer Medine´deki divan gibi, bu üç bölgede de ayrý ayrý ve bilhassa Irak´ta Kûfe ve Basra baþta olmak üzere bazý þehirlerde, divan defterleri düzenlettirmiþtir. Bu bölgelerin defterleri de, Medine´deki gibi Arapça olarak yazýlmýþ ve buradaki askerlerle aileleri defterlere kaydedilmiþlerdir.
Öte yandan, Ýslâm fetihleri esnasýnda Irak´ta Sasanîler; Suriye ve Mýsýr´da Bizanslýlar tarafýndan devam ettirilmekte olan Divânu´l-Harac´lar (vergi tesbit ve toplama divanlarý) Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervan 81 (700) yýlýnda bunlarýn Arapça tutulmasýný emredinceye kadar aynen ve kendi dillerinde býrakýlmýþtýr. Bu tarihten sonra bunlar da Arapça tutulmaya baþlandý. Böylece, Ýslâmiyet´in ilk devrinde ve Halife Hz. Ömer döneminde, Medine-i Münevvere´de, Ýslâm askerleri ve diðer vatandaþlarýn maaþ ve tahsisatlarýný kaydeden Arapça divan ile, Abdülmelik b. Mervan tarafýndan, belirtilen tarihte Arapça tutulmaya baþlanan divanlar, birbirinden farklý þeylerdir. (Geniþ bilgi için bk. Ebu Abdullah Muhammed b. Abdus el-Cahþiyarî, Kitabu´l-Vüzera ve´l-Küttâb, Kahire 1980, 38-40).
Böylece, Ýslâm âleminde Hz. Ömer devri ile baþlayan divan teþkilâtý, memleketin idarî, siyasî ve ekonomik geliþmesine paralel olarak artýþ göstermiþtir. Gerek sayý, gerekse divan üyelerini teþkil eden zevat bakýmýndan, Emevîler dönemi büyük bir ehemmiyet arzetmektedir. Nitekim ilk Emevî halifesi Muaviye b. Ebi Süfyan Divânu´l-Atâ´, Divânu´l-Harac ve Divânu´l-Cünd´e ilâve olarak, Divânu´l-Hatem, Divânu´l-Berîd, Divânu´s-Sadakat ve Divânu´t-Týraz´ý kurdurmuþtur. (Fethiye Nebravî, a. g. e., 91)
Abbasiler dönemi, baþlangýçta Emevî müesseselerini aynen devam ettirmiþ görünmekte ise de hakikatte büyük bir yenilik ve deðiþikliðin ortaya çýktýðý bir dönem olarak kabul edilir. Bu ifade sadece divanlar için deðil, bütün müesseseler için geçerlidir. Nitekim vezirliðin ilk defa Ýslâm dünyasýnda ortaya çýkýþý, Abbasî halifesi Ebu´l-Abbas es-Seffâh zamanýnda, Ebu Seleme el-Hallal´ýn bu vazifeye getirilmesiyle gerçekleþmiþtir. Bu bakýmdan, divan teþkilatý, Abbasîler döneminde daha bir geliþme göstermiþtir. Gerçekten, Abbasîler´in orta zamanlarýnda divan, en debdebeli ve muhteþem bir þekil almýþtý. Divanda vezir, kadi´l-kudat, kadý ve diðer vazifelilerin yerleri olup halifenin makamý da vardý. Fakat burasý boþ dururdu. Halife, divana bakan pencereli yüksek bir mahalden divan müzakerelerini dinleyip kendisi görünmezdi. Divan´a bakan bu pencereye Kâbe örtüsünden siyah bir perde konmuþtu. Divan esnasýnda bu perde kaldýrýlýr ise de pencerenin altýn kaplý parmaklýklarýndan dolayý halifenin kendisi, dýþardan görünmezdi.
Abbasilerdeki divana halife Mu´tasým zamanýnda Divanu´l-Adl denilirdi. Böylece divan tabiri Abbasîler devrinden itibaren ve daha sonralarý bütün müslüman devletlerde kabul görmüþtü. (Ýsmail Hakký Uzunçarþýlý, Osmanlý Devleti Teþkilâtýna Medhal, s. 4-5)
Ýslâm ülkelerinde devlet iþlerinin yürütülmesi ve insanlara daha iyi ve saðlýklý bir adlî ve idarî nizam saðlamak için kurulan divanlar, birçok kýsma ayrýlýr.
Bilindiði gibi Abbasî devletinin merkezi Baðdat idi. Bu bakýmdan divanlarýn merkezi de burasý idi. Hicrî üçüncü asýrda halife el-Mu´tedid, idarî bakýmdan büyük bir deðiþiklik yaparak vilayetler için de divanlar tertipledi. Adýna "Büyük Divan" denilen bu divan defterleri merkezde bulunuyordu. Abbasî dönemi divanlarýndan birkaçý þöyledir: Divân-ý Arizu´l-ceyþ, Divânu´l-Harac ve´l-Cibayat, Divânu´n-Nefekat, Divânu Beyti´l-mal, Divanu´t-tevki´, Divânu´l-Berîd Divânu´l-hatem, Divânu´l-eþrâf, Divânu´l-mezalim. Bu divanlardan her biri, kendi alanlarýnda hizmet eden günümüz bakanlýklarý gibi düþünülmelidir.
Osmanlý Dönemi Divâný
Ýslâm dünyasýnda, Hz. Ömer ile baþlayan ve daha sonra deðiþik þekillerde ortaya çýkan divan teþkilâtý, Osmanlýlar´da da deðiþik isim ve þekillerde faaliyetine devam etmiþtir. Bununla beraber devletin ilk yýllarýnda divanýn nasýl geliþtiðine dair kesin bir bilgiye sahip deðiliz. Bununla beraber Kemalpaþazade bunun daha Osman Gazi zamanýnda ortaya çýktýðýný kaydeder. Herhalde bu, Anadolu beyliklerinde ortaya çýkan divanýn bir benzeri olmalýdýr ki fazla bir geliþme gösterememiþtir. Ama 1324 yýlýnda bey olan Orhan´ýn dönemi, artýk kesinlik kazanmýþ görünmektedir. Hatta tarihçi Aþýkpaþazâde´nin, bu beyin, divana gelmek zorunda olan devlet adamlarýnýn burmalý tülbend yani bir çeþit sarýk taþýmalarýný emretmiþ olduðunu söylemesi, onun divan erkâný için bir kýyafet tespit ettiðini göstermektedir. (Ahmet Mumcu, Divan-ý Hümayun, 21-22). Osmanlý Divaný, daha sonra gelen hükümdarlar vasýtasýyle bir hayli geliþtirilerek, devletin en önemli organlarý arasýnda yer almýþtýr.
Çeþitli âmiller vasýtasiyle müesseselerini, Abbâsîlerin parlak devirlerindeki geliþmiþ þekillerine dayandýrmak suretiyle, kendinden önceki diðer müslüman devletlerden de istifade etmiþ olan Osmanlý devleti, þer´î hukuku hem nazarî, hem de amelî bir þekilde her sahada uygulamaya çalýþýyordu (Ömer Lütfý Barkan, "Osmanlý Ýmparatorluðu Teþkilat ve Müesseselerinin Þer´iliði Meselesi" ÝHFM. (1945) XI/3-4, 209). Ýþte bunun içindir ki, üç kýta üzerinde 10-50 derece Kuzey enlemleri ile 10-60 derece Doðu boylamlarý arasýnda uzanan Osmanlý devleti, saha ve geniþlik itibariyle bir kýta görünümünde olmasýna, çeþitli iklim ve tabiat þartlarý ile; tebeasýnýn farklý bünyelere (din dil, ýrk, mezhep, kültür farklarý gibi) sahip bulunmasýna raðmen, onlarý dünya devletlerinden çok azýna nasib olmuþ bir adaletle idare edebilmiþtir (Geniþ bilgi için bk. Ziya Kazýcý, Osmanlýlarda Vergi Sistemi, 7-8). Zaten devlet bundan baþka türlü davranamazdý. Zira Ýslâm hukukuna göre hükümdar, her istediðini yapan ve her türlü arzusuna uyulmasý gereken bir kiþi deðildir. O da Þerîatýn emirlerine uymak zorundadýr. Aksi takdirde, Hz. Peygamberin "Allah´ýn emirlerine uymayana itaat yoktur" (Ýbn Mace, Sünen, II, 956) hadis-i þerifi ile, Hz. Ebû Bekir´in halife seçildiði zaman irad etmiþ bulunduðu hitâbesinde dediði gibi (Ýbn Hiþam, es-Siretu´n-Nebeviyye, IV 311) yöneticinin emirlerine itaat mecburiyeti kalkar. Osmanlý devletinde de durum aynýdýr. Zira "bu devlette din asýl, devlet onun bir fer´idir" (Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü´l-Beyan fi Kavanin-i Âl-i Osman, Bibliotheque National (Paris) Ancien Fonds Turc, nr. 40, vr. 134 a-b).
Devlet iþlerinde kesin bir karar verilmeden önce, devlet divanýnda incelenir, görüþülür ve bundan sonra karar hükümdarýn olurdu. Padiþahlar zaman zaman devlet iþleri ile þer´î ve hukukî muameleler hakkýnda icab edenlerle görüþüp kendilerinden fikir alýrlardý. Bundan anlaþýlacaðý üzere zahiren geniþ ve hududsuz bir yetkiye sahip olduðu görülen padiþah, gerçekte birtakým kanunlarla kayýtlý idi. Osmanlý hükümdarlarýnýn en kudretli zamanlarýnda bile divan kararlarýna tamamen riayet ettikleri ve bunun haricine çýkmadýklarý görülmektedir. Osmanlýlar´da bir devlet teþkilâtý olarak divan, "bizzat padiþahýn bulunmadýðý takdirde, vezirin baþkanlýðýnda veya hükümdarýn bulunduðu yerde kurulan bakanlar kurulu" demektir.
Divan, her gün sabah erkenden namazdan sonra padiþahýn huzurunda toplanarak gerek devlete, gerek halka ait askerî, malî, idarî, hukukî ve örfi iþler hakkýnda kararlar verirdi. Divanda padiþah, vezir-i âzam ve diðer vezirlerden baþka, kadýaskerler, defterdarlar, niþancý gibi üyelere ilaveten baþka Rumeli Beylerbeyi, Yeniçeri Aðasý ve Kaptan Paþa da bulunurdu. Bu arada fiilen divan üyesi olmamakla birlikte Þeyhülislâm, her zaman ve kimseye haber verme ihtiyacý duymadan divan müzakerelerine iþtirak edebilirdi.
Divan toplantýlarý, XV. asýr ortalarýndan sonra haftada dört gün (cumartesi, pazar, pazartesi, salý) olurdu. Padiþah nerede ise divan orada kurulurdu. (Ýsmail Hakký Uzunçarþýlý, Osmanlý Tarihi, I, 495-501).
Divan Çeþitleri
a. Divân-ý Hümâyun: Bütün Ýslâm devletlerinde olduðu gibi, Osmanlý devletinde de baþlangýçta hükümdarýn, sonralarý vezir-i âzamýn baþkanlýðýnda toplanarak devlet iþlerine bakan meclisin adý. Buna sadece divan da denirdi. Bilindiði gibi divan tâbiri, Osmanlýlardan önce diðer devlet dairelerine de veriliyordu. Ama Osmanlýlar´da bu tahsis edilerek sadece Divan-ý Hümâyun için kullanýlmýþtýr.
Ýstanbul´un fethinden sonra Divan-ý Hümayun, Topkapý Sarayý´nda ve Kubbe altý denilen mahalde toplanýyordu. Fatih´e gelinceye kadar divana baþkanlýk etmek suretiyle padiþahlar, bizzat devlet iþleri ile meþgul olurlarken, Fatih´in iþ sahipleri tarafýndan teþhis olunamamasý yüzünden Gedik Ahmed Paþa´nýn teklifi üzerine padiþahlar için, toplantý mahallinin arkasýnda biraz yüksekçe, önü kafesli bir yer yapýlmýþ ve padiþahlar meclisin müzakerelerini oradan dinlemeye baþlamýþlardýr.
Divan´a havale olunan davalar, kadýaskerler veya Ýstanbul kadýsýndan hangisinin kaza dairesini ilgilendiriyorsa, hükm-i þer´isini vermek üzere ona havale olunurdu. Malî iþler hakkýnda defterdarýn mütalâasý alýnýr, arazi beratlarý ile hükümdarlara yazýlan nâme-i hümâyûnlar (mektuplar) niþancý tarafýndan yazýlýrdý. Devlet memurlarý da divanda muhakeme edilirlerdi (Uzunçarþýlý, a.g.e., I, 501-502).
Divan-ý Hümayun, XVIII. asýr ortalarýna kadar bu sûretle devam etmiþtir. Köprülü Mehmed Paþa´nýn sadrazamlýðý sýrasýnda iþ tavsayarak divan toplantýlarý terk edilmeye baþlanmýþtýr.
Divân-ý Hümâyundan çýkan kararlara "hüküm" adý verilirdi. Hükümler, ahkâm defterlerine sýra ile yazýlýrlardý. Osmanlýlarda Sultan II. Mahmud döneminde ve 1826 yýlýnda Yeniçeri ocaðýnýn kaldýrýlmasý üzerine "Divân-ý Hümâyun" tabiri de kaldýrýlarak yerine "Meclis-i Vükelâ" veya "Meclis-i Has" denmeye baþlamýþtýr. (M. Zeki Pakalýn, Osmanlý Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüðü, I, 464-465).
b. Divân-ý Asefi: Sadrazam baþkanlýðýnda toplandýðý için bu adý alan divan, XVII. asýrdan sonra önem kazandý. Sadrazam konaðýnda ikindi namazýndan sonra toplandýðý için "Ýkindi Divaný" diye de adlandýrýldý. XVIII. asýrda pazartesi ve perþembe günleri dýþýnda hemen her gün toplanýrdý.
c. Ayak Divâný: Çok önemli, acil veya fevkalâde haller dolayýsýyla, ya da padiþahýn huzuru ile kurulan divan hakkýnda kullanýlan bir tabirdir. Meclis demek olan divanda padiþahtan baþka kimsenin oturmayýp ayakta durarak iþin derhal bir karara baðlanmasý bu adýn verilmesine sebep olmuþtur. Saraydaki ayak divanlarýnda padiþahýn oturmasýna mahsus taht, Topkapý Sarayý´nýn Bâbu´s-Saâde adý verilen kapýsýnýn ön kýsmýnda mermer sütunlara dayalý olarak revak ve ayvanýn altýnda kurulurdu. Padiþahlarýn yapmaya mecbur olduklarý ayak divaný, mühim saydýklarý bir iþ veya þüphe ettikleri bir yolsuzluk sebebi ile ya da askerin isyaný veya halkýn þikâyeti üzerine akdolunurdu. Bundan baþka, padiþahlarýn gittikleri bir yerde herhangi bir meselenin araþtýrýlmasý için ayak divaný yaptýklarý da görülür. Kanunî Sultan Süleyman´ýn, bir Rum mimarý ile baþgösteren su ihtiyacýný görüþmek için yaptýðý ayak divaný ve IV. Sultan Murad´ýn Kapýkulu askerlerinin isyaný üzerine yapýlan divanlar, burada örnek olarak zikredilebilir. Sadrazamlar da ayak divaný akd ederlerdi. Fakat bu genellikle savaþ zamanýnda ordugahta olurdu. Ordu erkâný ile Ocak zabitlerinin iþtirak ettikleri divanda, ayak üzerinde müzakereler yapýlýr ve süratle karara baðlanýrdý.
d. Galabe Divaný: Elçi kabulü dolayýsýyla yapýlan divanlara "Galebe Divaný" adý verilir. Galebe divaný, özellikle yabancý elçilere karþý bir gösteri mahiyeti taþýdýðýndan, ötekilerden farklý ve biraz daha debdebeli olurdu.
Görüldüðü gibi, Ýslâm devlet teþkilâtlarý içinde, Hz. Ömer´den baþlamak sûretiyle önemli ve faal bir rol oynayan divanlar, zamana, ihtiyaca ve devletlere göre þekil deðiþtirmiþ bulunmaktadýrlar. Prensip olarak daima ileriye yönelik ve geliþmelere açýk bulunan Ýslâm medeniyeti içinde, böyle bir durum normal karþýlanmalýdýr. Zira Ýslâm, iyi olan bir þeyi almaktan asla çekinmez.
radyobeyan