Ýslam Kavramlarý A-L
Pages: 1
Devlet By: armi Date: 10 Þubat 2010, 17:14:17
DEVLET




Manevî kiþiliði ve belirli bir anayasal düzeni olan egemenlik sahibi, sýnýrlarý belli bir ülkeye sahip, bir hükümete ve ortak kanunlara baðlý teþkilâtlý millet veya milletler topluluðunu meydana getiren siyâsi teþekkül.

Ýslâmî devlet, müminlerin Ýslâm´a göre teþkilâtlandýklarý ve güçlerini Ýslâm´dan aldýklarý, yeryüzünde (her yerinde veya herhangi bir bölgede) Ýslâm´ý bütünüyle yaþamak üzere kurduklarý þer´î kiþiliðin adýdýr. Þunu da belirtelim ki; "devlet" kavramý, çok çeþitli þekillerde tarif edilmektedir. Bu eðilim, devlet kavramýnýn ideolojik ve politik bakýþ açýlarýnýn veya çeþitli disiplinlerin kendilerine has tarif yapmalarý sebebiyle ortaya çýkmaktadýr. Genellikle yönetim þekline dayalý tarifler liberal, sosyalist, anarþist, gayr-i Ýslâmî dünya görüþlerine göre biçimlenmektedir.

Kur´an ve Sünnet´te "devlet" kelimesine iliþkin þu nasslara rastlýyoruz:


"Ýþte o günleri biz, insanlar arasýnda döndürür dururuz." (Âli Ýmrân, 3/140).

"Tâ ki o, (fey ve ganimet mallarý, hatta genel olarak servet) sizden zengin olanlar arasýnda dolaþýp durmasýn... " (el-Haþr, 59/7).

Ayetlerde "devlet" ve "dûlet" þekillerinde kullanýlan bu kelimeye, elden ele münavebeli bir þekilde dönüp dolaþmak gibi anlamlar verilmektedir. Zaten yukarýda iþaret edilen ayetlerde bu ve buna yakýn anlamlarýyla kullanýlmýþtýr. Umumi olarak, kiþi ve toplumlar hakkýnda iþlerin düzgün iken ters dönmesi, yahut bunun aksinin olmasý hallerinde bu kelime ve bunun çeþitli türevleri kullanýlýr. (Râðýp el-Isfahânî, el-Müfredât fi Garîbi´l-Kur´ân, Kahire 1381/1961, 174 vd.)

Sünnet´te ise, þu anlamlarda geçmektedir:

1- Kimi zaman bir kesimin kimi zaman bir baþka kesimin olan ve böylece el deðiþtirip duran mal;

2- Ýnsanlarýn birbirlerinden rivâyet ettikleri söz;

3- Sýkýntýdan kurtulup bolluk ve rahata kavuþmak;

4- Zafer kazanmakla yenilmenin zaman zaman yer deðiþtirmesi;

5
- Karþýlýklý olarak söz atýþmak... (Mecduddîn Ýbnu´l-Esir, en-Nihâye fi Garibi´l-Hadis Beyrut 1399/1979, II, 140 vd. Ayr. bk. Concordance, II, 160).

Ancak bugünkü devlet terimi bu kullanýþlarla ilgili deðildir. Hatta müslümanlarýn usul kitaplarýnda ve lugatlarýnda dahi kelime artýk çaðdaþ tariflere kaymýþtýr.

"Onlar o müminlerdir ki, eðer kendilerine yeryüzünde bir iktidar mevki verirsek namazý dosdoðru kýlarlar, zekâtý verirler; iyiliði emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalýþýrlar. " (el-Hacc, 22/41) âyetinde Ýslâm devletinin tanýtýcý bütün özelliklerini bulmak imkânýmýz vardýr. Baþka âyetler devletin özelliklerini açýkça ortaya koyar: Devlet, müslüman tebasýyla birlikte Allah´ýn yeryüzündeki halifesidir. Yani Allah´ýn hükümlerinin uygulayýcýsýdýr. Bu güç, Allah´a mutlak anlamýyla kulluðu gerçekleþtirmek ve Ýslâm hükümlerinin uygulanýþýný saðlamak için kullanýlacaktýr. Ma´rufu emredecek. münkerden sakýndýracaktýr (el-Bakara, 2/30; en-Nûr, 24/55). Doðal olarak buna dâru´l-Ýslâm* denilmiþtir. Yani müslümanlarýn eli altýnda bulunan yere verilen isim veya Þerîatýn müslümanlarýn hüküm ve iktidarýyla korunduðu müessesedir. Ýmam Þâfiî´ye göre bir yerde sadece yöneticiler müslüman olsalar orasý dâru´l-Ýslâm sayýlýr.

Ancak vahiyden uzak beþer düþüncesi bu konuda da kendince açýklamalar getirmeye çalýþmýþtýr. Bu açýklamalara kýsaca deðinelim:

Ýlk çað Yunan filozoflarýndan Eflatun, devletin, insanýn tek baþýna kendi kendisine yetmemesi sebebiyle, ihtiyaçlarýný karþýlamak üzere meydana getirdiði bir topluluk olduðu görüþündedir (Eflatun, Devlet, Çev. M. Ali Cimcoz, S. Eyüboðlu, Ýstanbul 1958). Aristo´ya göre ise devlet, "Kendi kendisine yetmek iddiasýnda olan ve yaþayabilmek için ihtiyacý bulunan herþeyi genellikle kendisi saðlayabilen bir vatandaþlar topluluðudur." (Prof. Dr. Ýlhan Akýn, Kamu Hukuku, Ýstanbul 1974, 12-13).

Hristiyan filozof St. Augustin, devletin, ilk günah neticesinde Cennet´ten kovulan insanlarýn yeryüzünde teþkilatlanmak zorunluluðunu duymalarý üzerine ortaya çýktýðý görüþünü ortaya atmýþtýr. Machiavelli de, devleti, örgütlenmiþ bir kuvvet olarak kendi bölgesinde üstün ve diðer devletlerle baðlantýsýnda bilinçli bir büyüme siyaseti izleyen bir kurum olarak tarif eder (George Samine, Siyasal Düþünceler Tarihi, Çev. Alp Öktem Ankara 1969, II, 22).). J. Bodin, devleti, "Birçok ailelerin ve onlarýn mâlik olduklarý þeylerin egemen kudret tarafýndan adaletli bir þekilde (veya hukuka uygun olarak) idaresi" þeklinde tanýmlar. Hegel´in tanýmý ise þöyledir: "Devlet ilâhî arzudur. Þu anlamda ki, yeryüzünde mevcut olan ve dünyanýn yürürlükteki biçimi ve örgütü olarak ortaya çýkan bir düþüncedir. Devlet, bilinçli amaçlara, belli kanun ve ilkelere itaat eder. Devlet mutlak surette akýlcý olan þeydir; kendini bilen ve emreden ilâhi iktidardýr; ruhun sonsuz ve zorunlu varoluþudur. Tanrý´nýn dünyada yürüyüþüdür." (Sabine, a.g.e., III, 39).

Beþerî temel üzerinde yükselen Batý felsefesinin çeþitli devlet tarifleri, görüldüðü gibi çeliþkilidir. Çaðdaþ devlet tarifleri ise, devleti karmaþýk bir yapýya sahip olan tüzel bir kiþilik olarak almaktadýr: "Devlet, idare edenler dýþýndaki bir otoritedir... Zorlayýcý kuvvet ve bu kuvveti kullanan kiþiler ve örgütler devletin maddi kuvvet ve organlarýdýr. Bu maddi kuvvet ve organlarýn yanýnda idare edilen toplumdaki kuvvet unsurlarýna da dayanýr. Çünkü devlet yalnýzca maddi kuvvet ve organlardan ibaret sayýlamaz." (Prof. Dr. Erdoðan Göker, Hukuk Baþlangýcý Dersleri, Ankara 1974, 183).

Ýslâmî devlet, beþer kaynaklý bütün baðlamlardan aykýrý bir konumda yer alýr. Ýslâmî devlet bir gaye deðildir. Ýslâm´ýn uygulanmasý için bir araçtýr. Kuruluþunun asýl amacý, Ý´lây-ý Kelimetullah´týr, yani Ýslâm´ýn insanlara teblið edilmesidir. Görevi, müslümanlarýn Ýslâm´ý yaþamalarýný saðlamak ve buna zemin hazýrlamaktýr. Varoluþ gayesi böyle tanýmlanabilecek Ýslâm devleti bu amaçla kurulur. Binaenaleyh, adýnda "Ýslâm" ibaresi bulunarak kurulmuþ, ancak uygulamada baþka ideolojilerle eklemlenmiþ veya aslî gayeden uzaklaþmýþ devletlere "Ýslâm devleti" denilemez.

Ýslâm açýsýndan devletin gereði tartýþýlamaz. Ýmam Gazzalî Ýslâm´a göre teþkilâtlanmýþ bir devletin ve onun baþýnda bir baþkanýn bulunmasý gerektiðini açýklarken þöyle demektedir:

"...Bunun gereði ile ilgili olarak kesin þer´i delili ortaya koyarken bu konuda ümmetin icma halinde olduðuna dikkati çekmekle yetinmeyerek, icmaýn dayanaðýný da þöylece açýklayacaðýz: Þeriat sahibi dini emirlerin düzenliliðinin saðlanmasýný kesinlikle istemiþtir. Bu yargýda anlaþmazlýk olabileceði kesinlikle düþünülemez. Buna dayanarak þunu da ekliyoruz: Dînî emirlerin düzenliliði kendisine itaat edilen bir devlet baþkanýnýn varlýðýyla mümkün olabilir. Can ve mal güvenliði kendisine itaat edilen bir devlet baþkanýnýn varlýðýyla saðlanabilir. Buna, yöneticilerin ölümü dolayýsýyla ortaya çýkan karýþýklýklar delildir." (Gazzâlî, el-Ýktisad fi´l-Ýtikâd, Nþr.; Ý. Agâh Çubukçu-H. Atay, Ankara 1962, 224 vd.)

"Allah´a itaat ediniz, Rasûle de itaat ediniz ve sizden olan emir sahiplerine de..." (en-Nisâ, 4/59). Bu buyruk, imamýn varlýðýna ve gerçeðine delâlet eder. "Aralarýnda Allah´ýn hükümlerini uygulayacak, Allah Rasûlü´nün getirmiþ olduðu þerîatýn hükümlerine göre onlarý yönetecek adaletli bir yöneticinin emirlerine itaat etmenin gereði üzerinde bütün Ehl-i Sünnet, Mürcie, Þia, Hariciler ittifak halindedir." (Ýbn Hazm, el-Fisal fi´l-Mileli ve´l-Ehvâi ve´n-Nihal, Beyrut 1395/1975, IV, 87)." Boynunda bir bey´at sorumluluðu bulunmaksýzýn ölen bir kimse cahiliyye ölümüyle ölür. " (Ýbn Hazm, el-Muhalle. IX, 359) Farzlarýn edasý, hadlerin uygulanmasý ancak güçle, iktidarla olabilir. "Üç kiþi yola çýkacak olursa, birilerini baþkan tayin etsinler." hadisi, üç kiþilik bir cemaatte bile baþkanýn zorunluluðunu belirtmektedir.

Ýslâm hukukçularý ve kelâm âlimleri özellikle devlet baþkanlýðý (hilâfet) üzerinde düþünmüþler, müfessirler ve sünnet þârihleri de Kur´an ve Sünnet´te yer alan nâsslarý inceleyerek bunlar üzerinde etraflýca durmuþlardýr. Hatta çaðdaþ sosyologlarýn öncüsü sayýlan Ýbn Haldun, Mukaddimesinde devlet kavramýný geniþ olarak ele almýþ, toplumlarýn yaþayýþlarýna ve devletlerin yükseliþ ve düþüþlerine dair birtakým kurallar ortaya koymaya, kendisine göre bir sistem geliþtirmeye çalýþmýþtýr.

Ýslâm hukukçularý Ýslâm devletini "dâru´l-Ýslâm" diye adlandýrmýþlardýr. Bu isim, modern hukuk lugatlarýndaki devlet teriminin taþýdýðý anlamý tamamen kapsar (A. Kerim Zeydan, Ýslâm Hukukunda Fert ve Devlet, Çev. Cemal Arzu, Ýstanbul 1969, 23). Ancak hemen belirtmek lâzýmdýr ki, Ýslâm hukuku terminolojisi ile çaðdaþ lâik hukuk terminolojisi arasýnda "devlet" kavramý da dahil olmak üzere bütün kavramlarda tam bir farklýlýk göze çarpar. Bu iki dünya görüþünün kavramlara yaklaþýmýnda hiçbir ortak yan bulunamaz. Bunun asýl sebebi ise Ýslâm´ýn vahiy kaynaklý, Ýslâm dýþý düzen ve sistemlerin ise beþer kaynaklý oluþudur. Bu gerçek gözden kaçýrýlýrsa telâfisi imkânsýz hatalara düþülür. "Devlet" kavramýna yaklaþýlmak istendiðinde de bu gerçeðin gözardý edilmemesi gerekir.

Hayatýn vahye göre düzenlenmesi anlamýyla devlet, ilk defa Hz. Âdem ile birlikte ortaya çýkmakla beraber, Kur´ân-ý Kerim´de özellikle Hz. Ýbrahim´den itibaren inanýþýn devlet düzeni ile ilgili tablolarý ele alýnmaktadýr. Ondan sonra gelen hükümdar peygamberlerden söz edildiði gibi, Firavn ve Nemrut gibi kendisini ilâhlaþtýrmak davasýnda olan devlet baþkanlarýndan ve onlarýn devlet düzenlerinden de söz edilmektedir. Devlet de Allah´ýn insanlara bildirdiði vahiy düzeninin bir parçasý olduðuna göre; bunun ilk Peygamberle birlikte ortaya çýkmýþ olduðunu, yine vahyin zorunlu bir gereði olarak, kabul etmemiz gerekmektedir.

Ýslâmî Devlet


Ýslâm´dan önce Cahiliye Araplarýnýn da kendilerine göre bir hukuk düzenleri vardý. Vahþî, ilkel kabile toplumunda sosyal yaný kan akrabalýðý üzerine kurulmuþ ilkel bir seçkinciliðe dayanýyordu. Aþýrý þeref ve asaletçilik, Araplar´da hiçbir zaman birlik ve beraberliði saðlayamýyordu. Güçlü olan kabilenin kurduðu idare, çok kýsa bir süre sonra anarþi ve savaþlarla bitiyordu. Zulüm ve adâletsizlik, Ýslâm´ýn ortaya çýktýðý sýralarda en üst düzeye ulaþmýþtýr. Hz. Peygamber Ýslâmî devletin temelini Akabe bey´atleri ile atmýþtýr. Medinetü´n-Nebi denilen Yesrib þehri, Ýslâmî devletin kurulduðu ilk mekândýr. Burada ilk Ýslâmî anayasa da hazýrlanmýþ ve yürürlüðe konmuþtur.

Rasûlullah (s.a.s.) Medine´ye hicretinden vefatýna kadar geçen süre boyunca Ýslâm devletinin gerekli bütün temel kurumlarýný, vahyin rehberliðinde tek tek þekillendirmiþ, ashâb-ý kiram da bu kurumlarýn ferdî ve sosyal yaþayýþlarýna kazandýrdýðý yeni muhtevaya göre bu yapýnýn insan unsurunu teþkil etmiþlerdir.

Yüce Rasûl, ardýnda, en doðru yola götüren Kur´an-ý Kerim´i býrakarak ebedî aleme göçtüðünde ümmet arasýnda geçici bir daðýnýklýk ve ihtilaf çýkmýþtý. Fakat ashâb-ý kiram, hem islâm´ýn devletsiz olamayacaðýný çok iyi biliyorlardý hem de önlerinde Yüce Rasûl´den kalan miras vardý. Onlar bu siyasal mirasý çok iyi anladýlar ve Yüce Rasûl daha defnedilmeden hemen devlet baþkanýný, Rasûlullah´ýn halifesini tayin ederek, ona bey´at ettiler. Burada Ýslâmî devletin devamlýlýðýnýn iþâreti görülür. O anda ne bir rejim tartýþmasý vardýr, ne yönetim þekli tartýþmasý. Rasûlullah´ýn kurduðu düzen, yani onun Sünnet´i ne ise, o sürdürülmüþtür. Hiçbiri melek olmadýðýndan halifenin belirlenmesi sýrasýnda, bazý tartýþmalarýn vücuda gelmiþ olmasý tabii hatta gerekli karþýlanmalýdýr. Ýslâmî devlet, yeryüzü cenneti kurmaz. Yöneticilerin hepsinin ayný ferasette olmasý da eþyanýn tabiatýna aykýrýdýr. Bu yüzden yöneticilerin bozulduðu zamanlarda halk da bozulmuþ, Ýslâmî devlet kendi gerçekliðinden uzaklaþmýþ, sadece adý kalmýþtýr... "Ýlk çözülecek kalp, yönetim; sonuncusu namaz olacaktýr." buyuran Rasûlullah, bu çözülmeyi haber vermiþtir. Çaðdaþ dünyada müslümanlar çeþitli devletlerin hâkimiyeti altýnda, Þerîatýn bütününü yaþamaktan mahrum, ancak bir kýsmý ibadet ile ilgili ve kendilerini yasaklara karþý koruyup ferdî olarak yaþamaktadýrlar. Bazý devletlerin isimlerinde Ýslâm ibaresi geçmekteyse de, bu ibareler o devletlerin yukarýda bahsi geçen ve yeryüzünde Allah´ýn indirdikleriyle hükmetmek, þeklindeki tarife uygun olarak kullanýlmadýðý; kendilerinden ya içi boþaltýlmýþ bir terim, ya halký aldatýcý bir slogan, yahut beþerî kavramlarýnýn yanýnda bir kýlýf olarak istifade edildikleri kesindir. Ýslâmî devlet, kavram ve kurumlarýnýn, beraberinde monarþi, teokrasi, demokrasi, sosyalizm, liberalizm, gibi beþerî kavram ve kurumlarý hiçbir þekilde barýndýrmayacak düzeyde açýk seçik olarak vaz´edilmiþken; bunlarla Ýslâm´ýn bir arada ve lafýz düzeyinde kullanýlmaya özen gösterilmesi, müslümanlara egemen çevrelerin süper devletlere olan baðlýlýklarýnýn hatta þahsî çýkar ve ihanetlerinin bir belgesi durumundadýr.

Ýslâm´ýn devlet yapýsý ve bu yapý ile ilgili olarak koyduðu hükümler, asýllarýnda hiçbir deðiþiklik göstermeksizin her zaman ve yer için uygulanabilecek özelliktedir. Bu özellikler yüce dinin ilâhî, son ve evrensel bir din olmasýndan gelmektedir. Ýslâmî devletin düzeni ile ilgili belli baþlý ilkeler vardýr. Ýstiþare, bey´at gibi kavramlar deðiþtirilemeyen temel ilkelerdendir. Hükümler, belirli bir bölge veya belirli bir çað veya insan topluluðu için deðil, evrenseldir. Eklektik deðildir, ekleme yapýlamaz, tebdil, taðyir ve ilga edilemez. Bir baþka þeyle sentez olmaz. Ýslâmî devlet kendine özgüdür ve önceki ve sonraki bütün devlet düzenlerinden ayrýlýr. Kur´ân-ý Kerim´de, Ýslâm´dan önceki devirler ibretle anlatýlýrken, o zamanlarýn devlet düzenlerinin bir kýsmýndan, bazý kral ve meliklerden, Fir´avn´dan söz edilmektedir. Bu arada peygamberlerin bazýsýndan da hükümdar olarak söz edilmesi oldukça tabiidir.

Hz. Peygamber´in vefatýndan önce tamamlanan Ýslâm, bütün kurumlarýyla beþeri sistem ve düzenlerden ayrý olduðu gibi, devlet düzeni ile de benzersizdir. O sebeple Ýslâmî bir ilke olan þûra ve bey´atý tarihî bakýmdan eskidir diye, cumhuriyet ve demokrasi gibi kavramlarla birlikte anýp nitelemek, bu Ýslâmî ilkeleri yozlaþtýrdýðý gibi, bu tür yaklaþýmlarýn kendi kendini kandýrmaktan öte bir faydasý da olamaz.

Ýslâmî Devletin Unsurlarý


Ýslâmî devlet, Ýslâm´ýn bir parçasýdýr. Ýslâm ise bir bütündür, dünyevî ve ruhânî ikiliðe yer vermez. Onda hayatýn her cephesi birbirinden ayrýlmayacak þekilde içiçe geçmiþtir. Bu özelliði, Batý kafasý ile düþünen sistemin dýþýndan bakan kiþiler bilemezler, ve Ýslâmî devletin unsurlarýný yanlýþ biçimlerde tarif ederler. Bey´ati, basit bir toplum sözleþmesi olarak görürler.

Gerçekte "Sana bey´at edenler ancak Allah´a bey´at etmiþ olurlar, Allah´ýn eli onlarýn eli üstündedir..." (el-Feth, 48/10) âyeti, bey´atin, halife vasýtasýyla Allah´a olacaðýný açýklamaktadýr. Hakimiyet, Allah´ýndýr. Ýlâhî iradeyi ise, cemâatin iradesi temsil eder. Devlet, Allah için vardýr ve icraati doðru yola ters düþtüðünde düzeltilmelidir. Cumhür-ý ulemâ, Allah için toplumu ayakta tutacak, halka yön verecek, suç iþleyenlere ceza verecek, zekâtý toplayacak, ülkeyi koruyacak bir devlet yapýsýnýn ve baþýnda bir imamýn (halifenin) bulunmasýnýn zorunluluðu konusunda görüþ birliðindedir (et-Taftazanî, Þerhu´l-Akâid, Ýstanbul 1326, s. 181).

Ülke kavramý Ýslâm´da bütün Ýslâm topraklarýna þâmildir (tek devlet, tek ümmet). Ýslâm´a göre dünyada iki rejimin egemenliði sözkonusudur. 1) Ýslâm´ýn egemen olduðu ülke, dâru´l-Ýslâm (Ýslâm ülkesi); 2) Küfrün yani vahiy kanunlarý dýþýnda, beþer kanunlarýnýn hüküm ve deðerlerinin egemen olduðu ülke (dâru´l-harb).

Devletin diðer bir unsuru beþerî unsurdur. Ýslâm devleti, ýrkî, coðrafî ve etnik bir temele dayanmaz. Ýslâm´da bu unsur ümmettir. Müslümanlar tek ümmettir; vatan, renk, dil, menþe´leri ne olursa olsun, "müminler ancak kardeþtir. "

Ýslâm devletinin tebaasý olan herkes, inansýn veya inanmasýn Ýslâmî hükümlere uyar. Ýslâmî devlet insan unsurunu iki kýsýmda ele alýr: 1. Müslüman vatandaþlar, 2. Gayr-i Müslim (Zýmmi) vatandaþlar. Ýslâmî devletin temeli müslüman vatandaþlardýr. Ýslâmî tâbiiyet, imana dayalý olup, müslümanlýðýný ilân eden her insanýn islâmî hükümlere göre yaþayabileceðini öngörür. Ancak, herkesin müslüman olmadýðý ve olamayacaðý bir gerçektir. Bu bakýmdan Ýslâmî devlet müslüman olmayan vatandaþlarýna karþý en adil tavrý belirlemiþ; onlara Ýslâm´ýn bütün müslümanlar için verdiði teminattan ayrý ve ek olarak, inanç hürriyetini mal ve can güvenliklerini bir anlaþmayla belirleyebilmek imkâný da vermiþtir. Bu akidlerde söz konusu edilen zýmmîlere verilmiþ hiçbir hak, halife dahil, kimse tarafýndan ihlâl edilemez.

Zimmet akdi genellikle müslüman olmayan ve Ýslâm hâkimiyetini kabul eden herkesle yapýlýr. Ancak Arap putperestleriyle zimmet akdine giriþilmez. Zýmmîler, cizye verir; Ýslâm aleyhine propaganda yapamaz; "müslümanlara karþý eyleme geçemez", kendi dinlerinde de yasak olan fiilleri yaptýklarýnda Ýslâm hükümlerinin kendilerine uygulanmasýný kabul ederler. Ýslâmî devlet de onlara inanç, ibadet, can, mal, ticaret güvenliði getirir. Ýslâmî vatan kavramý evrensel olup "dâr", vatan kavramýndan da farklýdýr. Ýslâmî hükümlerin uygulandýðý her yer vatandýr. Bir ülke, coðrafi bakýmdan Ýslâm ülkesine yakýn olmakla, yahut halký arasýnda Ýslâm´ý yaþayanlar vardýr diye dâru´l-Ýslâm olamaz. Tâif þehri çok yakýn olmakla birlikte Mekke´nin fethiyle Ýslâm ülkesi olmamýþtýr. Yüzyýllarca Ýslâm egemenliðinde kalmýþ, Þerîat uygulanmýþ ülkelerde toplumsal ve tarihi þartlarla bu hükümler ortadan kalkmýþsa, artýk o ülke Ýslâm ülkesi sayýlmaz.

Yani bir ülkenin Ýslâm veya harp ülkesi olup olmadýðýnýn ölçüsü egemen olan hükümlerdir. Hükümler Ýslâmî, ise, ülke de Ýslâm ülkesi olur.

Ýmam-ý Azam Ebu Hanife´ye göre; 1. Þirk ehlinin hükümlerinin uygulamaya geçirilmesi, 2. Dâru´l-harb´e bitiþik olmasý, 3. Hiçbir müslüman ve zýmmînin ilk emaný ile emin olma ihtimalinin kalmamasý gibi üç sebeple Ýslâm ülkesi küfür ülkesine dönüþür. Ýmam Muhammed ile Ebu Yusuf bir þartla dönüþür, demiþlerdir. O þart, küfür hükümlerinin egemen olmasýdýr (el-Haskefi, ed-Durru´l-Muhtar ve Ýbn-i Âbidin, Reddü´l-Muhtar, ale´d-Dürri´l-Muhtar, el-Meymeniyye baskýsý, III, 260 vd.).

Dâru´l-Ýslâm´ýn dâru´l-harb´e dönüþmesi için Ýmam Ebu Hanife´nin ileri sürdüðü bu üç þarttan söz ederek, böyle bir dönüþmenin, eskilerin Ýslâm ülkesi olan topraklar için bugün söz konusu olmadýðýný ileri sürecekler bulunabilir. Ancak burada þunu hatýrlatalým:

1
- Bu ülkede Ýslâm ahkâmý deðil, beþerî hukuk hükümleri yürürlüktedir.

2- Daru´l-harbe hem siyasî hem iktisadî paktlarda antlaþma ve sözleþmelerle, hem de coðrafî olarak bitiþik ve içiçedir.

3- Bir zamanlar Ýslâm diyarý olan bu ülkelerde insanlar (müslümanlar ve kâfirler de) Ýslâm´ýn emaný ile emin deðildirler.

Dâru´l-harb (savaþ ülkesi) Ýslâm hükümlerinin uygulanma imkâný bulamadýðý yerlerdir. Bu ülkede insan unsuru müslüman da olsa, savaþ ülkesi olmasý kuralý deðiþmez. O halde dâru´l-harbteki müslümanlar zulüm altýndadýrlar, baský altýndadýrlar, yurtlarýndan çýkartýlmaktadýrlar.

Devletin bir diðer unsuru hâkimiyettir. Ýbn Haldun´un tarifiyle hâkimiyet; "sahibinin gücü üstünde bir gücün bulunmamasýdýr." (Mukaddime, Mýsýr (t.y.), s. 188

Modern anlayýþa göre hâkimiyet, bir irade bütünlüðünün diðer bir evrensel irade ve karar birliðinden mutlak baðýmsýzlýðýný ifade eder. Herhangi bir iç ve dýþ kuvvetin müdahale ve murakabesi olmaksýzýn en yüksek evrensel karar yetkisine sahip bir birliðin ifadesi olarak hâkimiyet, muayyen bir ülke ve o ülkede oturan hakiki ve tüzel kiþiler üzerinde kullanýlan ve devlet kiþiliðine baðlý olan, ondan ayrýlmayan, aslî en yüksek hukukî iktidar veya kudrettir. (Erdoðan Teziç, Anayasa Hukuku, Ýstanbul 1986,118; Yavuz Abadan, Amme Hukuku ve Devlet Nazariyeleri, Ankara, 1952, 323)

Ýslâm anlayýþýnda, muvazaa, müdahale, saltanat ve irsiyet olmaksýzýn kullanýlmasý öngörülen hâkimiyet; þahýslarla kaim deðildir; temsili demokrasinin zaaflarý ve yozlaþmýþlýklarýný barýndýrmaz; kýyamete kadar geçerli ve deðiþtirilemez ilkeleri vardýr. Ýnsanlarýn yýllar geçip de beðenmeyip deðiþtirdikleri, yaz-boz tahtasýna dönüþtürdükleri anayasa ve yasalarla kurulu þirk düzenlerine benzememektedir. Mülk Allah´ýndýr. Yapýlan bey´at þekilde halifeye, asýlda Allah´adýr. Halbuki çaðdaþ sistemler, "boþ sözlerle" insanlarý þirke çaðýrmakta, hâkimiyeti beþerin þu ya da bu kesimine ait bir hak olarak göstermek isterken, insanlar arasýnda fitne çýkarmaktan baþka bir þey yapmamaktadýr.

Ýslâm, Ýslâmî ve cahîli olmak üzere iki tür hâkimiyet tanýr. "Onlar, hâlâ cahillik devrinin o (sapýk) hükmünü mü arýyorlar? Þüphesiz bir kanaate sahip olarak bir topluluk için hüküm Allah´tan daha güzel olacak kimdir?" (el-Mâide, 5/50). Ýnsanlarýn deðer ölçülerinin kriteri deðiþip durduðundan, bilgi ve görgüleri zaman ve mekâna, eðitim düzeylerine ve daha pekçok etken ve sýnýrlayýcý faktöre göre farklýlýk arzettiðinden, hepsinin ittifakla kabul edebilecekleri bir egemenlik anlayýþý da þekillenemez; böyle bir sistemi de kuramazlar.

Ýslâmî hükümleri koyan ise Allah´týr ve Allah kesin bilgi verir. Ýslâmî hâkimiyetin orijinalliði buradadýr. Cahilî hâkimiyet ise, ne kadar uðraþsa da âdeta Allah´ýn belirlediði ölçülerin dýþýnda kalýp bir temel bulmaða uðraþmakta, ama baþaramamaktadýr. (Seyyid Kutub, Fi Zilâli´l-Kur´an, Beyrut, (t.y.) VIII, 27 vd.) Ýslâm terminolojisi cahilî hâkimiyeti çeþitli terimlerle ifade etmiþtir: Küfr, dalâl, cahiliyye, tâðut... Tâðût, Allah´dan baþka kendisine ibadet edilen her þeydir (Ýbn Kesir, Tefsiru´l-Kur´âni´l-Azim, Beyrut 1388/1969, I, 512). Yani Allah´ýn karþýsýna dikilen, ayaklanan, emirlerine karþý yeni hükümler koyan herþey tâðûttur. Ona itaat edilmez. Bu, insan, put, þeytan veya baþka herhangi bir þey olabilir. (Taberi, Câmiu´l-Beyan, III, 13)

Allah ve Rasûlü bir þeyde hüküm vermiþse artýk onda müslümanlar muhayyer deðildir (el-Ahzab, 33/36); itaata mecburdurlar ve tâðût yasalarýný da hakem kýlamazlar: "Þunlarý görmüyor musun, kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandýklarýný sanýyorlar da hakem olarak tâðûta baþvurmak istiyorlar. Oysa kendilerine onu inkâr etmeleri emredilmiþtir. Þeytan da onlarý iyice saptýrmak istiyor..." (en-Nisâ, 4/60). Böylece haktan uzaklaþýyor, hak-bâtýl ayrýmýndan basiretleri kalmýyor, beyinsizleþiyorlar.

Genellikle Batýlý hukukçularla bunlarýn etkisinde yetiþen Doðu aydýnlarý Ýslâmî devleti nev´i þahsýna münhasýr tanýmýyla almak yerine, onu Batý sosyo-ekonomik geliþme evrelerine göre deðerlendirmek istemekte ve Batý´da geliþen bilimsel-felsefi ekolleri izleyerek teokratik bir düzen olduðunu söylemektedirler. Oysa teokratik devlet ruhban devletidir; kilise egemenliðinin, ona baðlý yüksek derecedeki din adamlarýnýn eliyle hâkimiyetin kullanýlmasýdýr. Ýslâmî devlet ise ruhban sýnýfýný reddeder. Ýslâm´da ruhbaniyet yoktur. Ancak bilenler ve bilmeyenler ayný düzlemde yer almaz. Ýslâmî devleti Batý siyasî tarihinin bir yönetim biçimine benzetmenin veya ona indirgemenin Ýslâmî devletin gerçek anlamýyla iliþkisi olamaz. Ýslamî devlet parlamenter çoðulcu demokrasi ile de karþýlaþtýrýlýrsa, ikisinin tamamen farklý olduðu görülür. Ýslâm için demokratik lâik devletin, bir ortaçað teokrasisinden veya ilk çað hükümdarlýðýndan veya monarþilerden, "Allah´ýn hükümlerinin uygulanmadýðý düzen" olmak bakýmýndan, hiçbir fark yoktur. Allah´ýn hükmünden uzak yaþayan toplumlarýn siyasal düzenlerinde zamanla þeklî bazý farklýlýklar görülse de, hiçbir zaman Allah´ýn âdil hükümlerinin mutluluðunu tattýklarýndan sözedilemez. Ýslâm´ýn sýnýf farkýný kaldýran imtiyazsýz siyasal yapýsýndan ve bu yapýnýn maddi ve ruhî kazançlarýndan fert ve toplum olarak daima uzak kalmýþlardýr. Çaðdaþ ve mükemmel yönetim biçimi diye tarif edilen ve âdeta alternatifi olmadýðý öne sürülerek putlaþtýrýlan demokratik devletler de insanlarý mutlu, huzurlu ve ahenk iþinde yönetmekten acizdirler; çünkü bu düzenlerde de egemenlik eninde sonunda belli bir sýnýfýn elinde bulunmakta, dolayýsýyla o sýnýfýn çýkarlarý uygulamada eksen olmaktadýr. Bu ise sonuçta büyük çeliþkilerin doðmasýnâ sebep olmaktadýr. Jean Jack Rousseau da "Ýnsanlara kanunlar vermek için ilâhlarýn olmasý zorunludur." diyerek insanlarýn bu konudaki acizliklerini itiraf eder (Altý Kitabý ile Rousseau, Ýstanbul 1967, s. 144).

Ýslâmî Devlet ve Lâiklik

Ýncil´de Hz. Ýsa´ya; "Sezar´ýn hakkýný Sezar´a, Tanrý´nýn hakkýný Tanrý´ya ver" sözü atfedilmiþtir. Bunu temel alan Hristiyan Batý dünyasýnda din, dünya iþlerinden uzaklaþtýrýlarak devletten dýþlanmýþtýr. Hristiyanlýk böyle bir ayýrýma müsaitti. Ayný yolu Ýslâm dünyasýnda da uygulamaya kalkanlar, Ýslâm´da böyle bir ayrýlýk sözkonusu olmadýðýndan, Batý´daki özgürlük ortamýna aykýrý olarak baskýcý bir laiklik anlayýþýna yol açtýlar.

Laiklik, Ýslâm için anlamsýzdýr. Ýslâm´da dünya iþleri ayrý bir alan teþkil etmez. Hayatýn bütün yönleri bir bütün olup, hepsi de vahiy temeline dayanýr. Ayrýca "Dinde zorlama yoktur" buyruðunu da çarpýtarak, bu emri müslümanlar aleyhine çevirmek, akla ve mantýða uymayan açýk bir iftiradan, yakýþtýrmadan baþka birþey deðildir. Devlet otoritesi. dinden ayrýlýp tek baþýna kalacak, ya da din, devlet otoritesinden mahrum kalacak olursa, insanlarýn halleri bozulur; düzeni kalmaz (Ýbn Teymiyye, Mecmuu´l-Fetâvâ, XXVIII, 394) diyen Ýbn Teymiyye, hem Ýslâm açýsýndan, hem de sosyal bakýmdan laikliðin ne denli bir çýkmaz olduðuna iþaret etmektedir. Yunus sûresinde yüce Allah þöyle buyurmaktadýr: "Bize kavuþacaklarýný ummayanlar, dünya hayatýndan hoþnut olup onunla (yetinip) tatmin olanlarý ve âyetlerimizden gafil olanlar, iþte onlarýn kazandýklarý yüzünden varacaklarý yer ateþtir." (Yunus, 10/7, 8.

Ýslâm´da da seçim ilkesi vardýr diye Ýslâm´la demokrasi arasýnda baðlantý kurmak da bir aldatmacadýr. Böyle bir tutarsýz iddia, müslümanlarý demokratikleþtirmek ve asýl gayelerini unutturmak için kurulmuþ bir tuzaktýr. Halkýn seçtiði veya atanmýþ kiþilerin yaptýðý kanunlar lâiktir ve dîne karþýdýr. Oysa Ýslâmî devlette ulû´lemr; sadece teblið edilene uymakla mükelleftir. Ayrýca demokrasi, çoðunluk rejimidir. Oysa "Eðer sen, yeryüzünde bulunanlarýn çoðuna itaat edersen seni Allah yolundan saptýrýrlar..." (el-En´am, 6/116) buyruðu, dikkatimizi çoðunluðun, hakký bulmakta bir ölçü olamayacaðý gerçeðine çekmektedir.

Diðer taraftan demokrasi, temelde siyasî partilere dayalý, kavgacýlýða açýk bir rejimdir. Dolayýsýyla þeytanî bir yönü vardýr. Buna göre; Ýslâm devletinin en karakteristik özelliði olan Ýslâm hâkimiyet anlayýþýnýn ana çizgilerini, þöylece maddeleþtirebiliriz:

1-
Kâinâttaki hükümler ile insanlarýn hayatlarýnda uygulamalarý için konmuþ hükümlerin kaynaðý (Þârii) birdir; o da Allah Teâlâ´dýr.

2- Allah´ýn hâkimiyeti karþýsýnda zorunlu olarak tüm insanlarýn mevkii birdir ve aynýdýr.

3- Ýnsanýn bu kanunlar karþýsýndaki durumu, âlimin tabiat kanunlarýný keþfetmesi gibi, bu ilâhi hükümleri anlamaya çalýþmaktan ibarettir.

4- Dolayýsýyla insan, kudretinin engelleyemeyeceði ve elindeki kudretlerin deðiþtiremeyeceði bir ilâhi kanunlar mecmuasýyla karþý karþýyadýr. Bunun için siyasî hâkimiyet de yalnýz ve yalnýz Allah´a ait olacaktýr. Ýnsan bunlarý uygulamakla görevlendirilmiþtir. O, hukûkî ve siyasî anlamda hâkim olamaz.

5- Mutlak ve sýnýrlandýrýlamaz hâkimiyet yalnýz ve yalnýz Allah´ýndýr. Ýnsanlar Allah´ýn halifesi olarak bu hükümleri uygularlar. (Prof. Dr. Harun Han Þirvanî, Ýslam´da Siyâsi Düþünce ve Ýdâre, Çev. Kemal Kuþçu, Ýstanbul 1965, 21; Ebu´l-Ala Mavdudi, Ýslâm´da Siyâset Nizamý, Çev,. A. Zengin, Ýstanbul (t.y.), 25; el-Amidi, el-Ýhkâm, Kahire 1387/1967, I, 76; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-i Ýslamiye ve Istýlahât-ý Fýkhýyye Kamusu, Ýstanbul 1967, I, 216).

lk Ýslâm Devleti

Hz. Peygamber ilâhî vahyi onüç sene Mekke´de teblið etti. Bu yýllar, zorluk, sýkýntý, gizlilik, iþkence, zulüm yýllarý olup, müslümanlarýn müþrik düzenin hakimiyeti altýnda geçirdikleri yýllardýr. Akabe Bey´atleri ile de Ýslâm devletinin temelleri atýldý ve Hicret´ten sonra Medine´de ilk Ýslâm devleti kuruldu. Bu Ýslâmî devletin unsurlarý þöyle teþekkül etti:

Hz. Peygamber, Muhacirler ile Ensar arasýnda kardeþlik kurdu. Yahûdi ve Arap kabileleriyle antlaþmalar yaptý ve bunlar Ýslâmî devlete itaati benimsediler. Medine þehri sýnýrlarý, Ýslâmî devletin ilk toprak unsuruydu. Devlet evrensel bir mesaja dayandýðý için zamanla toprak unsurunu geniþletti. Çoðu zaman bu geniþleme cihat yoluyla yapýldý. Bütün fertler, Ýslâmî devletin hükümlerine tabi idi. Hz. Peygamber´e itaat dýþýnda bir baþka yol yoktu. Devletin kiþiliðine gelince, Ýslâmî devlet baðýmsýz, baðlantýsýz bir devletti ve varlýðý itibarýyla gerçek kiþilere dayanýyordu. (Abdülkadir Udeh, el-Ýslâm ve Avdâ´unas-Siyâsiye, 96-97; M. Beþir Eryarsoy, Ýlk Anayasa Iþýðýnda Peygamber (s.a.s.)´in Kurduðu Devlet, Düþünce Dergisi 1. dönem, sayý 1, 2)

Devletin Ýþlevleri


Teþri (yasama): Teþri´, yani yasama kuvvetinden maksat; genel anayasa kaideleri ile kanunlarý içine alan, þahýslar için baðlayýcý kaideler çýkarma hakkýna sahip olmaktýr (Dr. Muhammed Faruk, en-Nebhan, Ýslâm Anayasa ve Ýdare Hukukunun Genel Esaslarý, Çev. Prof. Dr. Servet Armaðan, Ýstanbul 1980, 351). O halde bu, ayný zamanda hâkimiyet hakký ile yakýndan ilgisi olan bir iþlev ya da kuvvettir. Teþri yetkisi Allah´a ait olup Rasûlün durumu hükümleri teblið ve bunlarý açýklamaktan ibarettir. Devletin teþri´ organý, Allah ve Rasûlü´nün emrine aykýrý kanun yapamaz. Bu hükümlerin uygulanmasý ile ilgili kanunlar yapar, düzenler. Hükümlerin tahrif edilmesinde geçerli yollardan birine baðlanabilir, hakkýnda hüküm bulunmayan konularda ictihad eder. Hükümlerin uygulanmasý sýrasýnda teþri organýnýn kaynaklarý Kur´ân, Sünnet, Hulefa-i Râþidin´in tatbikatý ve müçtehidlerin doktrinleridir; ayrýca mesalih, örf ve âdet de kaynak olabilir. Bütün kanunlar, hiçbir zaman Kur´ân ve Sünnet´e aykýrý olamaz.

Ýcra (yürütme): Yürütme organýnýn baðý halifedir. Hükümet, Kur´ân´a dayanýr. Þûrâ ilkesine göre hareket eder. Ýmamet makamýna bey´atla gelinir. Hükümet, Ýslâm hükümlerini uygulamadan sorumludur.

Kaza (yargý):
Adaletin daðýtýlmasý, hak sahiplerine haklarýnýn verilmesi ve suçlarýn ortaya çýkmasýndan sonra, suçlunun usûlüne uygun bir þekilde tesbiti ve cezalandýrýlmasý için, kaza organý gereklidir. Halifenin atayacaðý hâkimler, baðýmsýz olarak, Ýslâm ilkelerine göre anlaþmazlýklarý çözüme baðlar.

Malî Tasarruf
: Hz. Peygamber, hâkim ve idareci tayin ettiði gibi; bulunduklarý bölgede zekâtý toplamak, toplanan zekâtý Kur´ân´ýn gösterdiði yerlere harcamak, artaný da Beytü´l-Mâl´e göndermek için ayrý bir kurumlaþmaya gitmiþtir. Þûrâ, Ýslâm´a uygun olarak gerektiðinde ek vergi kararlarý alabilir. Halife de bunu yürürlüðe koyar.

Kültür:
Ýslâm´ýn yabancý ülkelere teblið edilmesi de hükümetin görevidir. Öncelikle kendi vatandaþlarýnýn eðitim ve öðretimine ait kararlarýn yürütülmesi de hükümetin sorumluluðundadýr.

Denetim:
Yöneticileri kontrol etmek, onlara doðru yolu göstermek bütün ümmetin görevidir. Bu görev þûrâ meclisi üyeleri ve islâm ulemâsý vasýtasý ile yerine getirilir.

Ýslâmî devlet; tek ümmet, tek devlet, tek halife özelliði gösterir. Ýnançta tevhîd, toplumda vahdeti hedef alan Ýslâmî devlette, siyasî parti türü yapýlanmalar sözkonusu deðildir. Bu, görüþlerin daraltýlmasý olmayýp, her alanda vahdeti gözönünde bulunduran ilâhi düzenin bir sonucudur. Devlet, Ýslâmî hükümlerin yorumlanmasý konusunda da icmaa dayanýr. Temel ilke, Allah´ýn ipine topluca sarýlmak olduðundan, muhalif aþýrý ve sapýk görüþ ve düþüncelere itibar edilmez. Anayasada belirli mezhep veya meþrebin üstünlüðüne yer verilmez, hükümler muallakta býrakýlmaz; görüþ ayrýlýðý olabilecek konularda hak olan görüþlerden en iyisi tercih edilir. Apaçýk delillerden sonra ayrýlýklara ve çekiþmelere izin verilmez. Siyasî birliði daðýtýcý ve bozucu bir davaya kalkýþanlar cezalandýrýlýr. Zaten tebaaya, hükümlerde itaat zorunludur; muhayyerliði yoktur.


radyobeyan