Ýslam Kavramlarý A-L
Pages: 1
Demokrasi By: armi Date: 10 Þubat 2010, 17:08:12
DEMOKRASÝ




Halkýn kendi kendini yönetimi; halk idaresi.

Yunanca "halk" kelimesinin karþýlýðý olan "demos" ile "idare" manasýna gelen "kratos" kelimelerinden meydana gelen bir terimdir. Kökü eski Yunan kültürüne kadar uzanan demokrasi kavramý, o çaðlardan günümüze çeþitli mana ve muhteva deðiþikliklerine uðrayarak gelmiþtir.

Kelimenin Yunanca menþeine iner, bunu en azýndan eski Yunan tarihçisi Thucydid´e atfedersek, ilk olarak, Perikles´in Atinalýlar´a verdiði bir nutukta kullanýldýðýný görürüz. Perikles, aristokratik rejimi yenen demokrasinin iyilik ve faziletlerini þu ifadelerle dile getirmektedir: "Bizde devlet, bir azýnlýðýn deðil, çoðunluðun yararýna göre idare edildiði için, bu idare þekli demokrasi adýný almýþtýr. Özel farklýlýklara gelince; eþitlik kanunlar tarafýndan herkese temin edilmiþtir. Fakat umumi hayata katýlmaya gelince, kendi deðerine göre her fert saygý görür ve ait olduðu sýnýf, þahsî deðerinden daha az önemlidir. Nihayet hiç kimse, fakirlik ve sosyal durumun karanlýðýyla engellenmez; eðer siteye hizmet edebilirse.."

Eski Yunanistan´da "tek adam" idaresi olan diktatörlük ve tiranlýða karþý, halkýn. kendi iþlerine yön verebileceði bir idare þekli olarak demokrasi düþünülmüþtür. Fakat Yunan þehirlerinde farklý þekillerde demokrasi uygulamalarý görülmüþtür. Aristo´nun ifadesiyle, demokrasi kýsa zamanda "demagoji"ye dönüþmüþtür. Ona göre demagoji, bir toplumun duygularýný çelerek kendi çýkarlarýný yürütme yolu idi. Bu dönemdeki "demokrasi"lerin ortak karakterleri, halkýn þu veya bu þekilde, yapýlacak idari iþlere katýlmasý sadece fikrî plânda kalmasý þeklinde olmuþtur.

Demokrasinin ilk uygulayýcýlarý Atina ve Isparta´daki þehir devletleri ile Grekler olmuþtur. O dönemlerde bu iki þehirde birer devlet vardý. Her iki þehirde de halkýn bütün erkekleri, þehrin yönetimine katýlýyordu. "Genel bir toplantý" þeklinde bir araya geliyor, yönetim ile ilgili her hususta birbirleriyle görüþüyor, daha sonra aralarýndan bir yönetici seçip, kanunlar çýkararak bu kanunlarýn uygulanmasýný denetliyor; onlara muhalefet edenlere de cezalar koyuyorlardý. Böylelikle "halk yönetimi" (demokrasi), her iki þehirde de dolaysýz þekilde uygulanmaktaydý. Bu yönetim þekline o zaman bu ismin verilmesi tam anlamýyla uygundu.

Demokrasi veya bir diðer adýyla "halk idaresi"nin gerçekleþmesi, azýnlýðýn çoðunluða hâkim olduðu ve insanlar arasýnda eþitsizliðin geçerli bulunduðu Yunan toplumu için büyük bir ilerleme ve geliþmeydi. Böylece vatandaþlar arasýnda eþitlik ve hürriyet gerçekleþmiþ olacaktý.

Eski Yunan kültüründen sonra demokrasi uzun yýllar unutulmuþ, yerini "krallýk" tarzýndaki idarelere býrakmýþtýr. Bu uzun unutuluþ döneminden sonra demokrasinin tekrar canlanýþýný, Rodos adalarýnda 1641 yýlýnda yazýlan ilk siyâsî anayasada (esas teþkilât kanunu) görmek mümkündür. Çünkü bu anayasa ilk defa, kanunlarý hazýrlayacak bir meclisten ve bu kanunlarý uygulayacak bir "hükümet heyeti"nden bahsetmiþtir. Bu tarihten sonra kavram devamlý olarak siyasî gündeme girmiþ ve yavaþ yavaþ bugünkü muhtevasýný kazanýp yaygýn bir idare tarzý sayýlmaya baþlamýþtýr. (Ýhsan Sezal, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, Ankara 1981, 43-44).

Demokrasinin anlaþýlmasý konusunda Batý´da farklý yaklaþýmlar görülmüþtür. Abraham Lincoln, "halkýn halk tarafýndan, halk için idaresi" olarak tarif ettiði demokrasi: Churchill´e göre "en iyi idare þekli deðil, ama kötü taraflarý en az olan bir idare þekli" olarak kabul edilmiþtir.

Demokrasi, liberal Batý toplumunun simgesi haline gelirken, Marksist görüþler de demokrasiye sahip çýkmaya baþlamýþ ve liberalistlerin demokrasiyi yozlaþtýrdýklarýný iddia etmiþlerdir. Onlara göre: "Sýnýflý toplumlarda demokrasi hakim sýnýf tarafýndan yürütülen bir diktatörlük þeklidir. Formel olarak ilân edilen siyasî haklar için herhangi bir garanti saðlamamýþtýr. Parlamento, yani yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinden ayrýlmasý, burjuva demokrasisinin tipik bir özelliðini meydana getirir. Sosyalist demokrasi, en yüksek demokrasi þeklidir. Sosyalist demokrasi, ekonomik bakýmdan üretim araçlarýnýn sosyal mülkiyeti temeline dayanýr. Sosyalist demokrasinin daha da geliþtirilmesi, halk devletinin ortaya çýkmasýna varýr". (Aclan Sayýlgan, Ansiklopedik Marksist Sözlük, "Demokrasi ", Ýstanbul 1976, 56)

Bu arada baþkalarýnca anti-demokratik olarak ifade edilen düþünce akýmlarý ve ideolojiler de kendi sistemlerini demokratik olarak ifade etmekten uzak durmamýþlardýr. Hitler, Nazizmi; bu günün sosyalist ülkeleri gibi "gerçek demokrasi" olarak isimlendirmiþ; Mussolini de Faþizmi "organize, merkezi ve otoriter demokrasi" þeklinde tarif etmiþtir.

Bütün bu farklý görüþlerin demokrasi mefhumunu kendi fikir ve ideolojilerinin ifadesi olarak göstermesinde belirli menfaat hesaplarýnýn yattýðýný anlamak zor deðildir. Fakat bu arada demokrasi denilen kavramýn, nasýl farklý yön ve zihniyetlere çekilebilecek elâstikiyete sahip olduðunu da farketmek mümkündür.

Avrupa´da yeni çaðýn baþlangýcýna kadar sistemler, nüfuzlu insanlarýn, derebeyi ve toprak sahipleriyle kilisenin kontrolü altýndaydý. Toplum gruplarý farklý yer ve zamanlarda bu "yüksek sýnýflar"dan birinin hakimiyeti ve zorbalýðý altýnda tabii hak ve menfaatlerini, hürriyetlerini korumaktan aciz bir durumda yaþýyordu.

Sanayi inkýlâbýndan sonra Avrupa´da Senyör ve derebeylerinin yerini sanayiciler almýþtý. Bu kapitalist sýnýf, bir süre önceki senyör ve dere beylerinkine benzer zulmünü sürdürdü. Fakat mazlum kitleler, sosyal, siyasî ve ekonomik haklarýný elde etmek için canlarýný ortaya koymuþ ve sonuca yaklaþmýþlardý. Bunun neticesinde halk, bazý haklarý zorla almaya baþlamýþtý. Ýlk hak, parlamenter sistem ile halkýn siyasî hayata aktif olarak girmesiydi. Parlamentolara ilk zamanlarda pek kolay girilemedi. Çünkü bu meclisler fakirlerden ziyade zenginleri temsil ediyor veya çoðu zaman fakirlerin temsil edilme oraný düþük oluyordu. Aday olma þartlarý öyle tespit edilmiþti ki, bunlarý ancak servet sahipleri aþabiliyor, fakirler ise seçime bile giremiyorlardý. Bu yüzden demokratik kazançlar, parça parça gelmekteydi. Bu parça parça kazançlar ise, yönetimi ellerinde bulunduran ve ondan kolay kolay vazgeçmek istemeyen kimselerin uzun süren direniþlerine karþý, halkýn boykot, grev, isyan ve tepkilerinden sonra elde edilebiliyordu.

Eskiden toplum üzerinde tek tek yetki sahibi olan kiþi ve kurumlar, demokratik sisteme geçildikten sonra, güçlerini ayný parti veya ekonomik birlik altýnda birleþtirip, menfaatlerini ortak bir biçimde sürdürme yolunu seçmekteydiler. Toplumda iktisadî güç sahipleri, maddi imkânlarý ile daha kuvvetli olmakta ve isteklerini daha kolay yapabilmekteydiler. Diðerleri ise zayýf ve güçsüzlükleri oranýnda daha az etkili olmaktaydýlar. Sonuçta ülke idaresine yansýyan görüþ, iktisadî imkânlarý ve sermayeyi ellerinde bulunduranlarýnki oluyordu. Özellikle sanayi tröstleri, ellerindeki imkânlar ve iletiþim kurumlarý vasýtasýyla sadece kitleleri iktisaden kendilerine baðlý hale getirmekle kalmýyorlar; ayný zamanda siyasî düzenin oluþmasý konusunda da büyük aðýrlýk koyuyorlardý. Ýktisadî hayatta reklâm konusunda olduðu gibi; siyasette de propaganda faaliyetleriyle kitlelerin düþünce ve duygularýný etkileme yollarý aþýlabiliyordu. Bu durumda, günlük geçim derdi ve sýkýntýlarý içerisinde bulunan sýradan insanýn kendisine ulaþan haberleri ne ölçüde tahkik edebileceði bellidir. Böylece kanaatlar ve tercihlerin belirli etki odaklarý ile yönlendirildiði görülmüþtür.

Bir ikinci husus, demokratik seçimlerin sonucunda halkýn, temsilcileri vasýtasýyla yönetime katýlmasý hadisesi olmaktadýr. Demokrasinin bu konuda da tam olarak gerçekleþemediði farkedilmektedir. Özellikle halkýn siyasî partiler kanalýyla seçtiði milletvekillerini denetlemesinin mümkün olamamasý bir yana; onunla normal þartlar altýnda bile görüþmesi zordur. Ve böyle bir temsil, þeklî bir temsilden öteye geçememektedir.

Demokraside düþünülmesi gerekli bir konu da, ferde tanýnan aþýrý hürriyettir. Birçok araþtýrmacýlar Batý demokrasisinin fert ve toplumu, dejenere olabilecek ölçüde bir hürriyet serbestliðine ulaþtýrmýþ olduðu kanaatindedirler. Bu noktada topluma zarar veren görüþ, davranýþ ve çalýþmalar; ferdi hürriyete engel olunur iddiasýyla serbest býrakýlacaktýr. Ýþte demokrasi anlayýþýnýn sýnýr tanýmayan veya sýnýr koysa bile, ferdî hürriyeti ihlâl edebildiði iddiasý ile ortadan kalkabilecek tarzdaki varlýðý, toplumdaki insanlarýn dejenere olmasýna yol aþýp bozulmayý hýzlandýran bir boþluða sahiptir.

Halkýn temel hak ve hürriyetlerinin korunmasýný; halk kitlesinin görüþ ve kanaatlerinin ülke yönetimi ve iþleyiþi üzerinde etkili olmasý gerektiðini öne süren demokrasi, bu "güzel rüya"sýný bir türlü gerçekleþtirme imkânýný bulamamýþtýr. Amerika ve Avrupa´da demokratik haklar konusunda fazla bir problem yok gibi görünmesine raðmen, halen yönetim kesimi ve sanayiciler ile halk kesimi arasýnda gelir seviyesinden siyasî haklarýn kullanýlmasý ve etkinliðine kadar önemli ayrýcalýklar görülmektedir. Dolayýsýyla demokratik haklar teorik olarak kitleleri memnun ederken, bu haklardan en büyük payý yine iktisadî nüfuz sahipleri almakta ve halkýn hürriyet ve haklarý kýsýtlanmaktadýr. Demokratik rejimden beklenildiði halde bir türlü gerçekleþmeyen temel hak ve hürriyetlerin ne olmasý gerektiði konusunda bir müslüman bilim adamý þöyle demektedir:

Bence demokrasiden de önemli olan, hukuk devleti kavramýdýr. Hukuk devletinin gerçekleþtiði söylenemez. O halde demokrasi ile hukuk devleti arasýndaki ayýrýmý tespit etmemiz gerekiyor. Asgarî insan haklarý konusu, hukuk devleti bakýmýndan çok önemlidir. Bir ülkede halk çoðunluðunun oyuyla iktidarýn belirlenmesini demokrasi olarak belirlersek, rejim demokratik bir rejim olabilir ama, orada insan haklarý korunma altýnda deðilse hukuk devletinden bahsedilemez. Þu halde temel olan demokrasi deðildir, hukuk devletidir. Öyle bir rejim olabilir ki, orada insan haklarý gerçek bir saygýnlýða kavuþmuþtur. Ama sistem batý demokrasileri diye nitelendirilmeyecek bir sistem olabilir. Þu halde bizim önem vereceðimiz kavram, demokrasiden önce "hukuk devleti" olmalýdýr. (Hüseyin Hatemi, Mektep Dergisi, 24; "Demokrasi Soruþturmasý"na verdiði cevaptan)

Demokrasi ve Ýslâm arasýnda zaman zaman iliþkiler kurulduðu görülmektedir. Ýlk defa Meþrutiyet döneminde, Mithat Paþa´nýn baþkanlýðýnda Namýk Kemal ve diðer Yeni Osmanlýlar grubu: parlamenter ve anayasalý bir sisteme geçmek üzere kendi fikirlerine bir gerekçe ararken, Ýslâm´ýn demokratik prensipler taþýdýðýný söylemiþlerdi. Böylece, Padiþahýn nüfuzunu sarsýp, demokratik bir yönetime doðru yönelmiþ olacaklardý. Bu konuda Prof. Muhammed Kutub´un Ýslâm ile demokrasi arasýndaki farklýlýðý açýklayan ve Batý toplumundaki demokrasinin temel felsefesini belirten görüþlerine yer vermek gerekir:

Demokrasi dediðimiz zaman, gerçekte baský altýnda bulunan malum sýnýfýn, haklarýný elde etmek için giriþtiði mücadeleyi kastediyoruz. Demokrasinin, isteyen herkese kendiliðinden, cömertçe haklarýný verdiðini kastetmiyoruz. Çünkü parlamenter düzen, yapýsý itibariyle fakirlerin haklarýný ancak baský ve zor altýnda kaldýðý için tanýmak durumunda olmuþtur. Eðer günümüzde bu haklar, demokrasinin belirgin özelliklerinden sayýlýyorsa bu, demokrasinin kendiliðinden bu þekilde doðmuþ olmasýndan veya herhangi bir ülkede doðrudan doðruya bu þekilde ortaya çýkacaðýndan deðildir. Onun bu niteliðe sahip olmasý meydana gelen keskin sýnýfsal mücadelelerden kaynaklanmaktadýr.

Ekonomik yanýyla kapitalizm, siyasî yanýyla liberal demokrasi, sosyal yanýyla da toplumun çözülüþü þeklindeki sapma, her þeyden önce Allah´ýn hayatý düzeltmek ve adaletle ayakta tutmak üzere indirmiþ olduðu Ýslâm hukukundan bir sapmadýr. Diðer taraftan "Býrak istediðini yapsýn, býrak istediði yerden geçsin" deyip, her þeyi yapmak isteyen, ele-avuca sýðmayan ferdiyetçiliðin sapmasýdýr. Bu ferdiyetçilik, ekonomi alanýnda kapitalizm, sosyal alanda ahlâkî baðlarý çözülmüþ laik toplum þeklini almaktadýr.

Liberal demokraside iktidar ise, hem servetin sahibi, hem hükmedici ve hem de hükmüne hiç kimsenin itiraz edemeyeceði kurum olan kapitalizmdir. Teoride "teþrî hakký" halka ait olmakla ve yine teorik planda halkýn itiraz etme yetkisi bulunmakla birlikte, gerçek böyle deðildir. Liberal demokraside ortaksýz ve tek baþýna mâbut Allah mýdýr, yoksa öte tarafta Allah ile birlikte veya yalnýzca kendilerine ibadet edilen uydurma ilâhlar var mýdýr? "Bu her iki ibadet þekli arasýnda herhangi bir fark yoktur. Çünkü Allah ile beraber baþkalarýna da ibadet edilirse, "þirk" olur. Allah´a ibadet edilmeyip, sadece uydurma ilâhlara ibadet edilirse bu da küfür olur." (Prof Muhammed Kutub, Demokrasi, Ýstanbul 1988, s. 356-365).

Demokrasi, hâlâ çoðu kimselerce belirsiz ve fakat saygýya lâyýk bir sistem kabul edilirken; toplumlarý yönlendiren bir sistem olmak yerine, insanlarýn temel hak ve hürriyetlerini teminat altýna alan ve halkýn saygýdeðerliðini sembolleþtiren "teorik bir doktrin" olarak varlýðýný sürdürmektedir. Halkýn temel hak ve hürriyetleri adil ve insan fýtratýný temel alan Ýslâm dininden baþka bir doktrinde gerçekleþmemiþtir. Çünkü Ýslâm geldiðinde yöneticiler mecazî manada deðil, gerçek manada bir kutsallýða sahip idiler. Kimisine Kayser, kimisine Kisra denmekteydi. Ýslâm, Allah nezdinde insanlarýn birbirine üstün olmadýklarý gerçeðini bir âbide gibi tarih içerisinde gerçekleþtirerek, Batý demokrasisinin hayalini kendi sistemi ve metodu içerisinde gerçekleþtirdi.


radyobeyan