Da'va By: armi Date: 09 Þubat 2010, 17:59:48
DA´VÂ
Hak aramak gayesiyle mahkemeye yapýlan baþvuru.
Lügatta duâ, niyâz, istek, temennî, nidâ, raðbet, mesele, savunulan görüþ düþünce, anlamlarýný kapsar. Ýslâmî hukûkî ýstýlahta "bir kimsenin, kadý´*nýn (hâkim) huzurunda bir hakký baþkasýndan talep etmesine" denir (Þeyh Nizâmüddin ve Heyet, el-Fetevâyi Hindiyye, Beyrut 1400, IV, 2; Ýbn Hümâm, Fethu´l-Kadîr, Beyrut 1316, VI,137; Mecelle, 1613). Baþka bir tarifi de þöyledir: "Baþkasýnýn elinde veya zimmetinde olan bir þeyi istihkaký bir kimsenin kendi nefsine izâfe etmesi, meselâ þunun elindeki þu mal benimdir" demesidir.
Ýslâm hukûkunda davalar, ceza ve hukûk (medenî) davalarý olarak iki kýsma ayrýlýr. Bu da haklarýn Ýslâm´da insan haklarý´ (hakku´n-nâs) ve Allah hakký´ (hakkullâh) þeklindeki ayrýmýna dayanýr. Dâvâ, mevcut bir hakký istemek veya hakka tecâvüzün def´i ve men´ini taleb þeklinde olabilir. Ayrýca hem kul hakkýna hem de Allah hakkýna tekâbül eden "muhtelit haklar" ayrýmý da söz konusudur. (Hayreddin Karaman, Mukayeseli Ýslâm Hukuku, I,121; Anahatlarýyla Ýslâm Hukûku, I, 326 vd.)
Bir davada hakkýný isteyene "müdde´î", kendisinden hak taleb edilene "müdde´a aleyh", dava konusuna "müddea" denir. Dava açýlmasý yazýlý dilekçeyle olur, ancak þifâhen de müracaat edilebilir. Hakký ihlâl edilen kiþi, bir dava dilekçesiyle kadýya müracaat ederek hakkýnýn tespit edilmesini ve geri verilmesini talep edebilir. Burada "taleb edebilir" derken hukûk davalarýnda hakký ihlâl edilen ferdin, dava açmaya zorlanamayacaðý kastedilmektedir. (Ýmam Kâsânî, el-Bedâiu´s-Senâi fî Tertîbi´þ-Þerâi, VII, 8) Mamafih, Allah Teâlâ (c.c.)´nýn hakkýnýn ihlâli (hadd cezalarý) durumunda, dava, zarûrî olarak gündeme girer.
Dava Açýlmasý, Davanýn Þartlarý Davanýn sahîh olabilmesi için bazý þartlarýn bulunmasý gerekir. Bir davanýn baþlayýp sürdürülmesi için usûlüne uygun olarak açýlmasý lâzýmdýr:
1) Davacýnýn ve davalýnýn akýllý olmasý. Delinin, mecnunun ve sabînin (çocuðun) davasý sahîh olmaz.
2) Davalýnýn, kadý huzûrunda bulunmasý gerekir. Kendisinden hak talebinde bulunulan kimse duruþmada hazýr olmadýðý müddetçe, davacýnýn iddiasý ve beyyinesi dinlenilmez. Zîra Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Ali´yi Yemen´e kadý olarak gönderirken: "Ýki taraf senin karþýnda yerini alýnca, her iki tarafý da iyice dinlemedikçe aralarýnda hüküm yerine" tavsiyesinde bulunmuþtur. (Sünen-i Tirmizî, Ahkâm, 5; Ýmâm Serahsî, el-Mebsût, XVII, 39). Hz. Ömer b. Abdülaziz bir kadýya davacýnýn mücerred iddiasýna dayanarak hüküm vermemesini tavsiye ederken:
"Sana gözünün çýkarýldýðý iddiasýyla gelen davacý hakkýnda, Ona iþkence edilerek gözü çýkarýlmýþtýr diye hüküm verme. Belki diðer þahsýn iki gözü birden çýkarýlmýþtýr" diyerek, "gâib" hakkýnda hüküm verilmemesini belirtmiþtir. Hanefi fukahâsý gaib hakkýnda hüküm verilemeyeceðini esas almýþlardýr. (Ýmâm Kâsânî, a.g.e., VII, 8). Ýmâm Þâfiî ise bazý hallerde gaib hakkýnda hüküm verilebileceðini esas almýþtýr.
3) Ýddia edilen husûsun müþahhas ve belirli olmasý.
4) Davanýn kadý tarafýndan, duruþma meclisinde (murafaa) hükme baðlanmasý gerekir. Mahkeme haricinde verilen hüküm geçersizdir. Zîra bu fiilde davalýya karþý (veya dâvâcýya) haksýzlýk sözkonusu olabilir.
5) Davacýnýn (herhangi bir mazereti yoksa) davasýný bizzat anlatmasý gerekir. Ancak davalý razý olursa davacýnýn adýna bir baþkasý vekâleten konuþabilir. Ýmâmeyn´e göre, davalý razý olmasa da davacý vekîl* tayin edebilir.
6) Dâvâcýnýn iddialarýnda çeliþki bulunmamalýdýr. Ancak nesebin ve hürriyetin tesbiti konusundaki dâvâlar müstesnadýr. Çünkü bu dâvâlarýn özünde çeliþki vardýr. Meselâ, bir kimse önce kendi mülkü olduðunu iddia eder ve konuþmasýnýn devamýnda sattýðýný beyan eder ve satma iþleminin sonradan deðil, önceden olduðunu söylerse bu bir çeliþkidir.
7) Dâvâcýnýn, dâvâ ettiði konunun sabit olmasý ihtimali bulunmalýdýr. Bir kimse hakkýnda dâvâcý: "Bu benim oðlumdur. Bunun bir benzeri daha doðurulmadý. Bunun mahkemenizde tesbitini istiyorum." derse, dâvâsý dinlenilmez. Çünkü sübût bulma ihtimali sözkonusu deðildir. (Þeyh Nizamüddin ve Heyet, Fetevây-ý Hindiyye, IV 2-3; Mecelle, 1616-1630).
Dâvânýn gerekliliði: Dâvânýn amacý, bir hakkýn sahibine verilmesi, anlaþmazlýklarýn giderilmesi, þer´î düzenin korunmasýdýr. Ýslâm dininin temel hedefi insanlarýn can, mal, akýl, nesil, din emniyetlerini muhafaza etmek, hürriyetlerini saðlamak ve zulmü ortadan kaldýrmaktýr. Bunun gerçekleþebilmesi için kazâ* faaliyetlerinin sýhhatli olmasý þarttýr. Ýslâm ulemasý: "Kazâ (mahkeme, yargý iþleri) muhkem bir farzdýr." hükmünde ittifak etmiþtir. (Ýmâm Kâsânî, a.g.e., VII, 2; Fetevây-ý Hindiyye, III, 306). Hak ve hürriyetler ihtilâf konusu haline gelince, Ýslâm dininin o meselelerdeki hükmünün açýklanmasý zarûri olur. Ýslâmî ýstýlahta "Belli bir metodla husûmetlerin (düþmanlýklarýn, ihtilâflarýn) ortadan kaldýrýlmasý ve anlaþamayan kimselerin aralarýnýn bulunmasýna kazâ denilir." tarifi yapýlmýþtýr. (Ýbn Hümam, a.g.e. V, 452; Ýmâm Kâsânî, VII, 2; Fetevây-ý Hindiyye, III, 306)
Rasûlullah, "Bir günlük adalet*, altmýþ yýllýk (nâfile) ibadetten hayýrlýdýr" (el-Aclûnî, Keþfu´l-Hafâ, II, 58, 1721) buyurmuþtur.
Ýslâm devleti, adaletin uygulanmasý ve davalarýn çözümünde Allah´ýn hükümlerinin uygulanmasý hususunda hassastýr. Buna karþýlýk tâðutî* iktidarlarýn her türlü kararý zulme dayanýr. Zira onlar, Allah´u Teâlâ´nýn mülkünde kendi hevâ ve heveslerine dayanarak uydurduklarý kanunlarla hükmetmeyi esas almýþlardýr. Usûl hukuku konusunda ilk kanunlaþtýrma çabasý olan Mecelle´den sonra, yine millî ve Ýslâmî kökenden gerekli usûl kanunlarý yapmak ve yeni ictihadî çalýþmalara gidilmeksizin Batý kökenli usûl kanunlarý aynen iktibas edildi. Bir müslümanýn kesin olarak tâðûtî hükümlerin verildiðini bildiði bir usûl ve hukûka riâyet edip etmeme meselesinde, tâðûtî karar mercilerine çok zorda kalmadýkça baþvurmamasý daha uygundur. Düzen, vatandaþ ihtilâfýna dair hükümler verir, müslüman-müslüman çeliþkisinde icrâ* ve kaza organý bulunmadýðýndan ve Ýslâmî hükümler yürürlükten kaldýrýldýðýndan, müslümanlar da ihtilâflarýnda mahkemelerde birbiri aleyhine dâvâ açmakta, lâik hukûkun himâyesini istemektedirler. Bir hakkýn ihlâli sözkonusu olduðunda, kendi eliyle hakkýný alamayan veya almaya kalktýðýnda kendisiyle ve toplumla çeliþmek ve maðdur olmak istemeyen her fert, devletin aracýlýðý ile hakkýný elde eder.
Ýslâm hukûkunda Allah hakký sahasýna giren haklar ile ta´zir türünden cezalarýn dýþýnda, dâvâ ve hüküm bulunmadan da bazý haklar alýnabilir. Meselâ, kýsas* hakkýnýn uygulanmasýnda, sövme ve hakarete karþýlýk vermede olduðu gibi.
Beyyine, Müdâfaa ve Def-i Dâvâ Dâvâlýnýn "def-i dâvâ" dâvâsýný kaldýracak bir karþý dava açmasý halinde dâvâlý, dâvâcýnýn haksýzlýðýný isbat edemezse, talebi üzerine davacýya yemin teklif edilir. Davacý yemin etmek istemezse, davasý düþer.
Bir hak, isbatý ile geri alýnabilir. Rasûlullah; "Beyyine dâvâcýya, yemin ise davayý inkâr ve reddeden davalýya düþer" (Buhârî, Rahn, 6; Tirmizi, Ahkâm, 12) buyurmuþtur. Beyyine, saðlam delil ve þahit demektir. Deliller, hâkimin hükmünün dayanaðýdýr. Ayrýca ceza dâvâlarýnda isbatlama hâkime de düþebilir. Deliller hakký ortaya çýkaracak her þeydir.
Bir kimse mücerred dava açmakla iddiasý hemen kabul edilmez. Ýbn Abbas´tan nakledildiðine göre Rasûlullah (s.a.s.) þöyle buyurur: "Ýnsanlara mücerred dâvâlarý ile iddia ettikleri þey verilse, birtakým insanlar bazý adamlarýn kanlarýný ve mallarýný iddia ederlerdi. Fakat dâvâlýya yemin vardýr. " (Buhârî, Þehadât, 20). Davalý da yeminden kaçýnsa veya zorunlu olarak yemin etmese; hâkim, davalýnýn bir defa yeminden kaçýnmasýyla dava edilen þeyi (dâvâ konusunu) onun aleyhine hükmeder. Hâkim, bir þâhit ve bir yemin ile dâvâlý aleyhine hüküm veremez. Ýmâm Þâfiî aksi görüþtedir. Yalnýz nikâhda, ric´î boþamadan dönme halinde, ilâda dönüþü inkâr edene, ümmü´l-veledde inkâr edene, nesebte hadlerde yemin teklif edilmez. Yemin vermek için hakkýný delil ile isbat edemeyen iki taraf kur´a çeker. Bir kimsenin hakkýný yemek için yalan yere yemin etmenin dünyevî ve uhrevî aðýr cezasý vardýr. Hadîslerde yalan yere yemin edenin yerinin Cehennem olduðu, onlar için çok elîm bir azabýn bulunduðu bildirilmiþtir. Rasûlullah, "Ben de sizin gibi insaným, siz muhakeme için bana baþvurursunuz. Bazýnýz dâvâsýný isbat hususunda bazýnýzdan daha akýllý ve daha becerikli olabilir. Ben de onun lehine iþittiðime göre hükmederim. Þimdi, bilmiþ olunuz ki, ben bir kimseye kardeþinin hakkýndan bir þey ile hükmedersem, þüphesiz onun için ateþten bir parça kesip ayýrmýþ olurum" (Ýbn Mâce, Ahkâm, 5; Ayrýca bk. Ö. N. Bilmen Istýlahât-ý Fýkhýyye Kamusu, VIII, 89, 90),
Dava ve mahkemeleþmelerde þahidler, müslim, âkîl, bâlîð, hür, saðlýklý, adil olma þartlarý taþýrlar. Yalancý ve vakarsýzlarýn þahitliði ile sadece kadýnlarýn þahitliði geçersizdir. Tek þahit, Hanefilere göre geçerli, Hanbeli ve Þâfiîlere göre geçersizdir. Kul haklarýnda þahitlik "nisab"ý, iki erkek veya bir erkekle iki kadýndýr.(Buhârî, Þehadât, 20). Ceza dâvâlarýnda nisab, iki erkek, veya zina ile ilgili þahadette dört erkek olarak deðiþir. Usûl ve fürûun karý ve kocanýn birbiri aleyhine, þahit ile davalý arasýnda düþmanlýk olduðunda þâhidlikler kabul edilmez. Amme dâvâlarýnda ise, bütün müslümanlar teklifsiz þâhit sayýlýr.
Teklif edilmesine raðmen yemin etmemeye "nükûl" denir. Yemin, vallâhi, billâhi þeklinde, Allah adýna yapýlýr. Yemin, hâkim huzurunda edilir. Vekiller yemin edemez. Yemin ancak hukûk davalarýnda geçerli bir delildir.
Diðer beyyinelerden "ikrar", bir kimsenin diðer bir kimsenin kendisinde olan hakkýný haber vermesidir. Ýlmu´l-kâdî, hâkimin þahsen bilmesi ve kanaati demektir. Maliki ve Hanbelîlere göre Ýlmu´l-kâdî delil olamaz. Hucec-i hattýyye denilen bir diðer delil de, þüphe ihtimali olmayan yazýlý vesikalar demektir. Ayrýca, hâkime kesine yakýn bilgi veren karîne ve emâreler de birer delildir.
Muhakeme: Yargýlama alenî yapýlýr; bazý hallerde gizli de olabilir. Önce dâvâcý söz alýr, sonra davalý konuþur, taraflar konuþurlarken birbirlerine müdâhale edemezler, dilsiz olanlara tercüman saðlanýr. Bazý dâvâlarda hâkim sulh teklif eder. Muhâkeme tamamlanýnca hâkim hükmünü taraflara açýklar, sonra onlara hükmün yazýlý olduðu "ilâmý" verir, hüküm tehir edilmez.
Muhâkemede hüküm verilirken, taraflar mahkemede bulunmak zorundadýr. Dâvâlýnýn gýyabýna hüküm verilebilir diyen Hanefilere karþý diðer üç mezhep gâib hakkýnda hüküm verilemeyeceðini söyler. Eðer taraflar çaðýrýlýp da mazeretsiz olarak gelmemiþlerse, kolluk güçleri onlarý bulur ve zorla mahkemeye getirir.
Temyiz, Hükmün Kesinleþmesi, Ýstinâf: Ýlk derece mahkemesinde hâkimin verdiði hüküm kesindir; ancak dâvâlý hükmün usûle ve kanunlara aykýrýlýðýný iddia edip bir üst mahkemeye gidebilir. Burada hüküm usûle uygun bulunmazsa iptal edilir ve yeniden görüþülmek üzere iade edilir. Ancak, ictihad ile ictihad iptal edilemez (bk. Mecelle, 16). Dâvâlý, hükümde noksanlýk, yargýlama hatasý, hâkim kusuru gibi sebeplerle temyize gidebilir. Meselâ Osmanlý devletinde temyiz mahkemesi olarak çalýþan Fetvahâne ile Meclis-i Tetkikât-ý Þer´iyye Dairesi gibi makamlar hükümleri bozabilirler veya yeniden görüþülmek üzere ilk mahkemeye iade edebilirlerdi.
Feragat ve Af: Hukûk dâvâlarýnda bir dâvâcý dâvâsýndan feragat edebilir (Beyhâkî, Sulh, 1). Kýsas ve diyet dâvâlarýnýn dýþýndaki ceza dâvâlarýnda af söz konusu olmaz. (Buhârî, Sulh 7, Nesâî, Kasâme, 15-16; Ýbn Mâce, Diyât, 16) Ceza dâvâlarý açýldýktan sonra af olmaz, ceza verilir ve yerine getirilir. (Ebû Dâvûd Hudûd, 6; Dârakutnî, Hudud ve Diyet, 336) Genel af konusu üzerinde müctehidlerin bir fikri yoktur. (Ayrýca bk. Adalet, Beyyine, Ceza, Hakem, Hakim, Hukuk, Kadý, Kaza, Keþif, Mahkeme, Sulh, Þehadet; Yemin).
radyobeyan