Ýslam Kavramlarý A-L
Pages: 1
Dai By: armi Date: 09 Þubat 2010, 17:32:03
DÂÎ




Davet eden, çaðýran, bir kimseyi bir þeye sevk ve teþvik eden kimse. Arapça "deave" fiilinin ism-i faili olan kelime hu anlamýyla kullanýldýðýnda, tarih boyunca insanlarý doðruya, hakka yöneltmek için Allah tarafýndan gönderilmiþ peygamberlerin birer dâî, yani davetçi olduðu anlaþýlmaktadýr. Peygamberlerin insanlarý Allah´a çaðýrdýklarý bir çok âyetlerle sabittir:

"(Ey Nebî) de ki: Benim yolum budur. Ben ve bana uyarýlar bilerek insanlarý Allah´a çaðýrýrýz." (Yusuf, 12/108)

"... Rabbim, doðrusu ben milletimi gece-gündüz Çaðýrdým... " (Nûh, 71/5)

"Ey inananlar, Allah ve Peygamber sizi hayat verecek þeye (Ýslâm þeriatýna) çaðýrdýðý zaman ona uyunuz" (el-Enfâl, 8/24)

"(Musa), ben sizi kurtuluþa (her yönüyle Ýslâm´ý kabule) çaðýrýyorum (ama) siz beni ateþe çaðýrýyorsunuz. Siz beni Allah´ý inkâr etmeye çaðýrýyorsunuz. ben ise sizi, güçlü olan, çok baðýþlayan Allah´a çaðýrýyorum" (el-Hicr, 15/41-42)

Peygamberler insanlarý ebedî kurtuluþ sebeplerine yani Allah´ýn vahdaniyet ve hâkimiyetini kabule çaðýran birer dâî olduklarý gibi, ümmetlerinden bu görevi yapanlar da Kur´ân diliyle medhedilmiþlerdir: "...Allah´a çaðýran kimseden daha güzel sözlü kim vardýr?" (en-Nahl, 16/33)

Ayný kelimeden türeyen dua da Allah´a yalvarma, Allah´tan dilekte bulunma, iman neticesi Allah´ý çaðýrma manalarýnda kullanýlýr: "Rabbýnýza yalvararak ve gizlice dua edin." (el-A´raf, 7/55)

"... Benden isteyenin, dua ettiðinde duasýný kabul ederim..." (11/186, 19/48, 72/20)

Allah´a samimiyetle inananlar, her zaman O´na dua ederken; insanlarýn bir çoðu darda kaldýklarý zaman Allah´a dua eder, geniþliðe erince hiç dua etmemiþ gibi hayata devam ederler; ya da Allah´a ortak koþarak O´na dua ederler. Bu tür dualar sahibine fayda vermediði gibi azgýnlýklarýný da artýrýr:

"Ýnsana bir darlýk gelince, yan yatarken, oturur veya ayakta iken bize yalvarýp yakarýr; biz darlýðýný giderince, baþýna gelen darlýktan ötürü bize hiç yalvarmamýþa döner..." (Yunus, 10/12)

"Gemiye bindikleri zaman, dini yalnýz Allah´a has kýlarak O´na yalvarýrlar, ama Allah onlarý karaya çýkararak kurtarýnca, kendilerine verdiði nimete nankörlük ederek O´na hemen eþ koþarlar..." (el-Ankebut, 29/65; ez-Zümer, 39/8)

"O gün Allah, bana ortak olduklarýný iddia ettiklerinize seslenin der. Onlarý çaðýrýrlar fakat hiç birisi onlarýn çaðrýsýna gelmez" (el-Kehf 18/52; Kasas, 28/64)

"Allah´tan baþkasýna yalvarma. Öyle yaparsan þüphesiz zalimlerden olursun." (Yunus, 10/106; ve 26/13, 28/88)

Öte yandan Ýsmailiye, Karmatiye ve Dürziye mezheplerinin esaslarýný halk arasýnda yaymakla görevli kimselere de dâî denilmektedir.

Ýslâm´ýn dâîleri, peygamberler ve onlarýn yolundan giden halis müminlerdir. Ancak Ýslâm itikâdî mezhepleri incelendiði zaman, Þiîlerde, imamýn kendisi için bir dâî tayin etmesi zorunludur. Ayrýca ve özellikle Batýniyye mezhebinde dâîlik, insanlarý mezheblerine davet etmek, yedi mertebede tahakkuk etmek üzere âdeta müessese halinde yaþamaktadýr. Bütünü, temelde muhatabý aldatmaya dayanan söz konusu yedi mertebe þunlardýr:

a) Teferrüs: Dâî, gizliliðe uyma hususunda, saðlam ve zâhirî þeyleri batýnî anlama gelecek þekilde yorumlayabilmelidir. Aldatabileceði ve aldatamayacaðý kimseleri tanýmalýdýr. Her insana durumuna göre konuþmalýdýr. Ýbadete meyilli kiþiyi mezhebine çaðýrmak istiyorsa, onu ibadete ve zühde sevkeder. Sonra ona ibadet ve farzlarýn sebeplerini sorar, böylece onu þüpheye düþürür.

b) Te´nis: Teferrüse yakýn olan bu hileli yol; insanýn kendi mezhebiyle ilgili olarak benimsediði þeyleri gözünde süslemek, sonra da ona benimsediði þeylerin yorumunu sorarak onu inançlarý hakkýnda þüpheye düþürmektir.

c) Rabt: Davet olunacak þahsý, þeriatýn esaslarýný tevil isteði hususunda merakta býrakmaktýr.

d) Tedlis: Þeriatýn zâhirî hükümlerinin (namaz, oruç, hacc, hadler..) kullara azab vermekten baþka bir þey olmadýðýný söyleyerek, etrafýndakileri batýnî (gizli) manalarý kabule müsait hale getirmek. Bu hususta "Ýnananlarla iki yüzlüler arasýna, kapýsýnýn içinde rahmet ve dýþýnda azab olan bir sur çekilir" (Hadid, 57/13) âyetini ileri sürerler.

e) Teþkik: Davet edilen þahsý, "Neden insanýn iki kulaðý, bir dili var? Tatlý su balýðý ile deniz balýðýný ayýran özellik nedir? Neden sabah namazý iki rekat, öðle dört, akþam üç rekattýr? Sûre baþlarýndaki hece harflerinin manalarý nelerdir?..." gibi sorularla þüpheye düþürmek.

f) Hal: Mezhebe çaðrýlan kiþiyi þeriatýn zâhirî hükümlerinden tamamen çýkarmak.

g) Sulh: Ýslâm´dan tamamen uzaklaþtýrmak. Haramlarýn helâlleþtirilmesi.

Bu sýralamalarla dâîler, muhataplarýný Ýslâm hakkýnda cevap veremeyecekleri tarzda þüpheye sevkettikten sonra, kendi batýl görüþlerini ileri sürerek muhatabý batýnî mezhebini kabule zorlarlar.

Konu üzerinde araþtýrma yapanlara göre Batýniyye davetini kuranlarýn baþýnda, Irak valisinin cezaevinde birbiri ile tanýþan Cafer b: Muhammed es-Sadýk´ýn kölesi Meymun b. Deysan ile Muhammed b. el-Hüseyin gelmektedir. Propagandalarýna Dendan ve Tuz dolaylarýnda baþladýlar. Þia´nýn gulatýndan olan Hulûliyye´nin sapýk fikrini benimseyen bir grup, Deysan´ýn davetine kulak verince o da kendisinin Muhammed b. Ýsmail b. Cafer ý es-Sadýk´ýn oðullarýndan olduðunu iddia etti ve bunu kabul ettirdi. Sonralarý Batýniyye mezhebine davet eden Hamdan Kýrmýt (Karmat) diye biri ortaya çýktý. Karamita bu adama nisbet edilir. Davet hususunda, bunu, Ebu Said el-Cennabî takip etti. Mýsýr´da 358-567/968-1171 yýllarý arasýnda hüküm süren Fatýmî hanedaný, mezhebin kurucularýndan ve davetçilerinden Meymun b. Deysan el-Kaddah´ýn devamýdýr. Ýran Karmatîleri de Hamdan Kýrmýt´ýn kardeþi Me´mun´un devamýdýr. Niþapur´da bu mezhebin eþ-Þaranî diye bilinen bir grup dâîleri zuhur etti. Haccac orada vali iken de öldürüldü.

Tarihi kaynaklara göre, Batýniyye´nin daveti el-Me´mun zamanýnda ortaya çýktý, El-Mutasým zamanýnda yayýldý. Batýniyye, kendilerinin kabul ettikleri Batýnî inanýþlarý üstün gören kimseleri "Usûs" olarak tayin ederlerdi. Bunlar âyet ve hadisleri kendi esaslarýna göre yorumlarlardý. Mecusilerin inançlarýyla Batýniyye´nin inançlarý birbirine benzerlik göstermektedir. Nur ve zulmeti, iyi ve kötüyü yaratan iki ayrý yaratýcý kabul eden Mecûsilere karþýlýk Batýniler de bu âlemin idarecisi olarak ilâh ve nefsi, diðer bir ihtimalle akýl ve nefsi kabul ederler. Ateþe tapma benzerliklerini de, Bermekiler´in er-Reþid´e süslü bir þekilde Kâbe´nin ortasýnda, üzerinde ebedi olarak öd aðacý yakýlacak bir buhurdanlýk koymasýný söylemekle ve mescidlerde buhur yakmakla ortaya koymuþlardýr.

Dâî, Þia´da Ýsmailiyye mezhebinin mertebe silsilesinde beþinci derecede bulunur. Ýsna aþeriyyenin oniki imamýna mukabil, dâîlerden baþka, Batýniler´in akidelerini yaymakla sorumlu olan oniki hüccetteri vardýr ve bunlarýn her biri Horasan, Irak ve el-Cezire´de davet ile meþgul olurlar. Ýmamýn ilmi de sadece sahibi Cezire ünvanýna sahip kiþilerce âleme yayýlýrdý. Batýnilerde sabýk (Bâri Teâlâ); tâlî (akl); cadd (heyulâ); feth (hâlü mutlak); hayal (zaman-ý mutlak) tabirleri vardýr ve bu tabirleri þer´î anlamlara uydurmak isteyenlere göre, sabýk; kalem; tâli; levha; cadd; baht; men ve ifâya, vermeye ve yasaklamaya memur edilmiþ olan melek; feth: cad´ýn veziri olan Mikâil; hayal: Cibril´dir.

Dürzilerde dâîler, daha aþaðý mertebedeki ruhânîlerin baþýnda bulunurlar. Vazifelerinde kendilerine yardým etmek üzere Ma´zun ve Mukassir denilen yardýmcýlarý vardýr. Selahiyetlerini tâlî adý verilen beþinci büyük ruhânî reisten alýrlar. Dâîlere "Dâ´îl Ýclâl: yüceliðe davet eden kimse" denildiði gibi; el-Cad ismi de verilir. Dâîler, müminlere okunmak üzere mezhebin üstadlarýndan risale ve sicil alýrlar.

Dâî kelimesi, biri diðerinden daha aþaðý mertebede bulunan þahýslara delâlet etmek üzere de kullanýlýr. Karmatîler ile Fatýmîler´in tarihlerinde "Dâî ed-Dua" tabirine rastlanýr.

En meþhur dâîler, Abdan ve Hamdan Karmat (Karmatî mezhebinin kurucularý) dir. Hamdan Irak´ýn ilk büyük dâîsidir. Zikraveyh de, maiyetindeki dâîlerle Suriye ve Irak hudutlarýndaki kasabalarý tahrip edebilecek derecede bir kuvvet toplamaya muvaffak olmuþ ve nihayet 294/906-907 yýlýnda maðlup edilerek öldürülmüþtür. Ebu Said el-Cennabî (v. 300/913) Ebû Abdullah Muhtasýb en küçük mertebede bir dâî olarak iþe baþlamýþ, askerî dehasý ile Ketama kabilesinin baþýna geçerek Ubeydullah adýna Kuzey Afrika´yý fethetmiþtir. Ubeydullah daha sonra Mehdi ilân olunarak 296/906 yýlýnda Mýsýr´da Fatýmîler hanedaný kurmuþ ve Ebû Abdullah´ý kýskandýðý iþin, tahta geçtiði yýl (298/911) onu öldürtmüþtür.


radyobeyan