Doksandokuzuncu Mektup By: derya Date: 07 Þubat 2010, 16:23:38
Doksandokuzuncu Mektup
Bu mektûb, molla Hasen-i Kiþmîrîye, cevâb olarak yazýlmýþ olup, Allahü teâlâyý hiçbir ân unutmamak nasýl olacaðý, insanýn kendini bilmediði uyku zemânýnda da, Onun unutulmýyacaðý bildirilmekdedir:
Kýymetli mektûbunuzu okumakla þereflendik. Bu yolun büyüklerinden bazýsý (rahmetullahi aleyhim ecmaîn) Allahü teâlâya her ân âgâh olduklarýný ve uyku zemânýnda da, her ân, Onu hâtýrladýklarýný haber vermiþdir. Bunun nasýl olacaðýný soruyorsunuz. Kýymetli efendim! Bunu anlatabilmek için, önce birkaç þeyi bildirmek lâzýmdýr. Kýsaca yazýyorum. Dikkatli okuyunuz!
Ýnsanýn rûhu, bu gördüðümüz cesed ile birleþmeden önce, terakkî edemez, ilerliyemezdi. Kendine mahsûs makâmda, derecede baðlý ve mahbûs gibi idi. Fekat, bu cesede indikden sonra, yükselebilmek hâssasý ve kuvveti ona verilmiþdir. Bu hâssasý, onu melekden üstün ve þerefli yapmýþdýr. Allahü teâlâ lutf ederek, ihsân ederek, rûhu, bu hissiz, hareketsiz olan, hiçbir þeye yaramýyan, karanlýk cesed ile birleþdirdi. Rûh ýþýðýný, karanlýk cesed ile birleþdiren, madde olmýyan, zemânlý, mekânlý olmýyan rûhu, maddeden yapýlan cesed ile bir arada bulunduran, Allahü teâlâ, çok büyükdür. Bütün büyüklük, üstünlükler, yalnýz Ona mahsûsdur. Onda hiç kusûr olamaz. Bu sözün manâsýný iyi kavramak lâzýmdýr. Rûh ile cesed, her bakýmdan, birbirinin aksi, zýddý olduðundan, bunlarýn bir arada kalabilmesi için, Allahü teâlâ, rûhu nefse âþýk etdi. Bu sevgi, bunlarýn bir arada kalmasýna sebeb oldu. Kurân-ý kerîm, bu hâli bize haber veriyor. Vettîn sûresinin bir âyetinde meâlen, (Biz insanýn rûhunu, güzel bir sûretde yaratýp, sonra en aþaðý dereceye indirdik) buyuruldu. Rûhun bu dereceye düþürülmesi ve bu aþka tutulmasý, kötülemeðe benzeyen bir medhdir. Ýþte rûh, nefse karþý olan bu aþký, sevgisi sebebi ile, kendini nefs âlemine atdý ve nefse tâbi, esîr oldu. Hattâ, kendinden geçdi. Kendisini unutdu. Nefs-i emmâre hâlini aldý. Sanki nefs-i emmâre oldu. Rûh, her þeyden dahâ latîf, [maddenin en hafîfi olan hidrogen gazýndan, hattâ bir elektrondan da dahâ hafîf] olduðundan, madde bile olmadýðýndan, her ne ile birleþirse onun hâline, þekline ve rengine girer. Kendini unutduðu için, evvelâ kendi âleminde, derecesinde iken, Allahü teâlâya olan bilgisini de unutdu. Câhil ve gâfil oldu. Nefs gibi cehâlet karanlýðý ile karardý. Allahü teâlâ, çok merhametli olduðu, çok acýdýðý için, Peygamberler (aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) gönderip, bu büyükler vâsýtasý ile rûhu kendine çaðýrdý ve maþûku, sevgilisi olan nefse uymamasýný, nefsi dinlememesini ona emr etdi. Rûh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, felâketden kurtulur. Yok eðer, baþýný kaldýrmaz, nefsle berâber kalmak, bu dünyâdan ayrýlmamak isterse, yolunu þaþýrýr, seâdetden uzaklaþýr. Bu sözümüzden, rûhun, nefsle birleþmiþ olduðu, hattâ kendisini unutup, nefs hâlini almýþ olduðu anlaþýldý. Ýþte rûh, bu hâlde kaldýkca, nefsin gafleti, câhilliði, rûhun da gafleti, cehâleti olur. Yok eðer, rûh, nefsden yüz çevirir, ondan soður, onun yerine Allahü teâlâyý severse ve kendi gibi, bir mahlûku sevmekden kurtulup, sonsuz var olan, hakîkî Bâkîye âþýk olup, bu aþk ile kendinden geçerse, zâhirin, yanî nefsin gafleti, cehâleti, bâtýna, ya?rûha sirâyet etmez. O, Allahü teâlâyý bir ân unutmaz. Nefsin gafleti, ona nasýl tesîr etsin ki, o nefsden, temâmen ayrýlmýþdýr. Zâhirden, bâtýna hiçbir þey geçmemiþdir. Ýþte bu vakt, zâhir gafletde iken, bâtýn âgâhdýr, uyanýkdýr. Her ân Rabbi iledir. Meselâ, bâdem yaðý, bâdem çekirdeðinde bulunduðu müddetce ikisi de ayný birþey gibidir. Yað, posadan ayrýlýnca, her ikisinin hâssalarý baþkadýr ve her bakýmdan ayrý iki þey olurlar. Ýþte, bu hâle yükselmiþ olan, bir mesûd, bir bahtiyâr kimseyi, bazan, tekrâr bu âleme indirirler. Allahü teâlâya ârif ve âlim olduðu hâlde, bu âleme döndürüp, onun mubârek, þerefli varlýðý vâsýtasý ile, âlemi nefslerin karanlýðýndan, cehâletinden kurtarýrlar. Böyle mubârek bir kimse, insanlarýn arasýnda bulunur. Görünüþde herkes gibidir, fekat rûhu hiçbir þeye baðlý deðildir. Allahü teâlâya olan bilgisi ve sevgisi iledir. Ýstemediði hâlde, onu bu âleme döndürmüþlerdir. Böyle bir müntehî, hakîkate eriþen biri, görünüþde, baþkalarý gibi, Allahü teâlâyý unutmuþ, mahlûklarýn sevgisine tutulmuþ sanýlýr. Hâlbuki, hakîkatde, kendisi, bunlara hiç benzememekdedir. Birþeyin sevgisine tutulmakla, ondan soðuyup, yüz çevirmek arasýnda çok fark vardýr. Þunu da bildirelim ki, böyle bir müntehînin, mahlûklara olan alâkasý ve sevgisi, kendi ihtiyârýnda, elinde deðildir. Dünyâya raðbet etmez. Hattâ, Allahü teâlâ, bu alâkayý istemekde ve beðenmekdedir. Baþkalarýnýn alâkasý, sevgisi ise, kendilerindendir, dünyâya sarýlýrlar. Allahü teâlâ bu alâkalarýndan râzý deðildir, beðenmez. Baþka bir fark da, baþkalarý bu âlemden yüz çevirip, Allahü teâlâyý tanýmaða ve sevmeðe kavuþabilirler. Müntehînin, halkdan yüz çevirmesine ise, imkân yokdur. Onun halk ile olmasý, vazîfesidir. Ancak, vazîfesi biterse, o zemân onu, bu geçici dünyâdan, ebedî, sonsuz âleme nakl ederler. Hakîkî makâmýna kavuþur.
Tesavvuf büyükleri, davet makâmýný, irþâd derecesini, baþka baþka anlatmýþlardýr. Çoklarý, (Halk arasýnda, Hak ile olmakdýr) dedi. Sözlerin baþkalaþmasý, söz sâhiblerinin hâlleri, dereceleri baþka baþka olduðu içindir. Herkes, kendi makâmýna göre, söylemiþdir. Herþeyin doðrusunu Allahü teâlâ bilir. Seyyid-üt-tâife Cüneyd-i Baðdâdînin (kuddise sirruh), (Nihâyete varmak, baþlangýca dönmekdir) buyurmasý iþte, yukarda bildirdiðimiz davet makâmýna uygun bir tarifdir. Çünki, baþlangýcda, hep mahlûkât görülmekde ve sevilmekdedir. Nitekim, (Ýki gözüm uyur, fekat kalbim uyumaz) hadîs-i þerîfi, kendilerinin Allahü teâlâya olan dâimî baðlýlýk ve uyanýklýðýný bildirmiyor; belki, kendi hâllerine ve ümmetinin hâllerine uyanýk olup, gâfil olmadýðýný haber vermekdedir. Bunun içindir ki, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) uyumasý, abdestini bozmaz idi. Peygamber, ümmetini korumakda, bir sürünün çobaný gibi olduðu için, ümmetini bir ân unutmasý, Peygamberlik makâmýna uygun olmaz. Bunun gibi, (Allahü teâlâ ile öyle vaktlerim oluyor ki, o zemânlarda, aramýza hiçbir üstün melek ve Peygamber giremez) hadîs-i þerîfi de, her zemân deðil, bazandýr. Bu zemânlarda da, mahlûklardan yüz çevirip, ayrýlmasý îcâb etmez. Çünki, Allahü teâlâ, ona tecellî etmekde, görünmekdedir. Yoksa O, mahlûklarý unutup, tecellîleri aramakda deðildir. Maþûkun, âþýka cilvesi gibi olup, âþýk maþûkun peþinde deðildir. Fârisî beyt tercemesi:
Sûret aynasýnda sefer, hareket olmaz,
Çünki onda nûrânî olmýyan sûret olmaz.
Hulâsa, mahlûklara dönülünce, önce kalkmýþ olan perdeler, geri gelmez. Arada perde olmadýðý hâlde, onu mahlûklar arasýna salýp, mahlûklarýn kurtulmasýna, uyandýrýlmasýna sebeb ve vâsýta kýlarlar. Böyle bir kimse, böyle bir pâdiþâha çok yakýn olan, bir devlet adamý gibidir. Bununla berâber, kendisine milletin iþlerini görmek, dertlerini çözmek vazîfesi de verilmiþdir. Sona gelip, geri dönmüþ olanlar ile henüz baþlangýçda olanlar arasýndaki farklardan biri de budur. Çünki, baþda olanlar, perdelerin arkasýndadýr. Geri dönmüþ olanlardan ise, perdeler kalkmýþdýr. Allahü teâlâ size ve doðru yolda olanlara selâmet versin! Âmîn.
radyobeyan