Ýslam Kavramlarý A-L
Pages: 1
Cebr By: armi Date: 06 Þubat 2010, 15:47:09
CEBR




Bir þeyi zaptetmek, tamir etmek, zorlamak, zor kullanarak (ikrah) ýslah etmek, telâfi etmek. Genel anlamda cebr´in mukabili ihtiyar; ikrâh´ýn mukabili de rýzâ´dýr.

Ýcbâr, kelime anlamý itibariyle ikrah´a yaklaþmakla, hatta bazý durumlarda birbirinin yerine kullanýlmakla beraber; her birinin kullaným alaný umumiyetle farklýdýr. Ýcbâr, daha ziyade, hukuken yetkili bir kimsenin þer´î bir hükmü gerçekleþtirmek amacýyla bir kimseye bir iþi zorla yaptýrmasý veya o iþi onun adýna, rýzasý ve ihtiyarý hilâfýna cebren yapmasý durumunu ifade eder. Ýkrah ise tam tersine, hukukî ve meþrû olmayan bir zorlamayý ifade eder.

Velâyeti altýnda bulunan kimseler hakkýnda, istesinler-istemesinler, tasarrufu geçerli (nâfiz) olan veliye "veliyy-i mücbir" denir. Ayný kökten türeyen "cübâr" kelimesi de, bir þeyin tazmin edilmesi gerekmeksizin telef olmasý anlamýndadýr. (Bilmen, Ö. N., Istýlahat-ý Fýkhiyye, VII, 270). Yine cebr kelimesinin sözlük anlamýna baðlý olarak Ýmam Þâfiî (ö. 204/819), hac esnasýnda vaki olan, meselâ, Arafat´ta gecelemeyi, þeytan taþlamayý ve mîkatta ihrama girmeyi terketme gibi kusurlarý telâfi etmek için kesilmesi gereken kurbaný "demu´l-cübrân" olarak adlandýrmýþtýr.

Meþru zorlama olarak da ifade edilmesi mümkün olan cebr ve icbar, baþta borçlar hukuku ve aile hukuku olmak üzere, ceza hukuku ve vergi hukuku gibi pek çok alanda söz konusu olabilmektedir.

Nitekim, velinin, bulûða ermiþ kýzý (bikr-i bâliða), kýzýn dilemesi olmaksýzýn-cebren- evlendirip evlendiremeyeceði hususu, Ýslâm hukukçularý arasýnda tartýþma konusu olmuþtur. Daha ziyade Hanefî hukukçular, bu konuda çoðunluk hukukçulardan farklý bir görüþ ileri sürmüþler ve veliye, bikr-i baliða´yý evlenmeye icbar yetkisi tanýmamýþlardýr. Hanefi hukukçular, icbâr yetkisi konusunda "küçüklük"e (sýðâr) itibar etmiþler; onu illet kabul etmiþlerdir. Þâfiî hukukçular ise, bu konuda "bekâret"i esas aldýklarý için, onlara göre kýzýn bulûða ermesi velinin icbâr yetkisini kaldýrmaz.

Ayný þekilde Hanefi hukukçularýn da dahil olduðu çoðunluk hukukçular, baba ve dedenin, "velâyet-i icbâr" (icbar yetkisi) bulunduðunu; dolayýsýyla, bulûða ermemiþ çocuðunu, rýzasýný ve görüþünü almaksýzýn evlendirebileceðini ifade etmiþlerdir. Bunun yanýnda Ebû Hanife, (ö. 150/767) miras ehli olan akrabanýn da bu hakka sahip olduðunu belirtmiþtir. Þu farkla ki; eðer evlendiren baba veya dede ise, küçük çocuk bulûða erdikten sonra evlenme akdinden vazgeçme ya da akdi feshetme hakký ve muhayyerliðine sahip olamaz. Fakat evlendiren, baba veya dede dýþýnda bir akraba ise, çocuk büluða erdikten sonra dilerse bu akde baðlý kalýr, dilerse onu fesheder.

Ebu Yusuf (ö. 182/798) ve Ýmam Muhammed (ö.189/805) ise, bulûða ermemiþ çocuðu ancak "asabe"* nin evlendirebileceðini ifade etmiþler, fakat bulûðdan sonra çocuðun muhayyer olup olmadýðý konusunda farklý kanaatlere sahip olmuþlardýr. Ebû Yusuf´a göre, asabeden birinin evlendirmesi durumunda çocuk, büluðdan sonra muhayyerlik hakkýna sahip deðildir. Ýmam Muhammed´e göre ise, çocuðu evlendiren baba veya dede dýþýnda biriyse, çocuk büluðdan sonra muhayyerlik hakkýna sahiptir. Yani, dilerse evlenme akdini devam ettirir; dilerse fesheder. (el-Cassâs, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Razî (ö. 370/981), Ahkâmu´l-Kur´an, II, 341).

Diðer taraftan, cebr ve icbarýn söz konusu olabildiði bazý hususlar kýsaca þöyle sýralanabilir.

Borcunu ödememekte direnen kimseye bir borcunnn ödettirilmesi, irtifak haklarýnýn gerçekleþtirilmesi, þuf´a* hakkýna aykýrý tasarrufun düzeltilmesi, zararýn ödetilmesi (ta´vîz) gibi konularda, kanunî yollarla cebr´e baþvurulabileceði kabul edilmektedir.

Kanunî cebr uygulamasý, esas itibariyle, toplumun sükûnet ve istikrarýný kesintisiz devam ettirmek, zayýfýn ya da maðdurun hakkýný, daha doðrusu haklýnýn hakkýný haksýzdan almak vb. gibi genel gayelere yöneliktir. Zaten hukukun etkin ve dengeleyici olabilmesi için, bu uygulama kaçýnýlmaz gözükmektedir.

Yunus APAYDIN



Kelâm: "Cebr" genel olarak irade ve ihtiyarýn zýddý anlamýnda kullanýlýp, ýstýlah olarak da, kulun fiilini Allah´a isnat etmek, þeklinde anlaþýlýr.

"Cebr"in sözkonusu edildiði bir durumda, kulun irade ve ihtiyarýndan bahsetmek mümkün deðildir. Bu anlayýþa göre, kul bir baský ve zorlama altýndadýr.,

Ýslâm mezhepleri tarihinde "Cebriyye" adýyla bilinen fýrkanýn temel görüþünü, bu "cebr" anlayýþý teþkil etmektedir. Cehm b. Safvan (ö.128/745)´in kurucusu olduðu bu fýrkaya göre, insan bu açýdan týpký cansýz varlýk gibi görülmektedir. Onlarýn tabiriyle kul, rüzgâr önünde giden bir yaprak gibidir. Allah´ýn yarattýðý fiillere sadece bir sahne durumundadýr ve insanýn yaptýðý fiiller insana mecazen nisbet edilir. Dolayýsýyla kul, taat ve masiyette mecbur olmuþ olur; herhangi bir sorumluluðu yoktur. Ayrýca fiiller zorunlu olunca da, ceza ve mükâfat zorunlu olmuþ olur. (Þehristânî, el-Milel ve´n-Nihal, Beyrut (t.y.), I, 85-86).

Cebriyye´ye zýd bir görüþe sahip olan "Kaderiyye" fýrkasýna göre ise, kul fiillerinde sonsuz bir irade ve ihtiyara sahiptir. Kullara ait fiillerin Allah´ýn yaratmasýyla deðil; kulun icadýyla meydana geldiðini iddia ederler. Dolayýsýyla dalâlet, hidâyet, hayýr ve þer tamamen kulun isteðine baðlýdýr.

Gerek Cebriyye, gerekse Kaderiyye Ýslâmî fýrkalar olmak hasebiyle bunlarýn doðuþunda nasslarýn rolü büyüktür. Kur´an-ý Kerîm incelendiðinde görülecektir ki, bazý ayetler her þeyin kaderinin önceden belli olduðuna delâlet ederken; bazýlarý ise insanýn iþlediði fiillerinde sorumlu olduðunu göstermektedir.

Cebr inancýna sahip olanlarýn sarýldýklarý ayetlerden bazýlarý þunlardýr:

"Allah her Þeyin yaratanýdýr. " (ez-Zümer, 39/62). "Þüphesiz biz herþeyi bir kadere baðlý (ölçüye göre) yaratmýþýzdýr. " (el-Kamer, 54/49). "Allah, sizi de yaptýklarýnýzý da yaratmýþtýr. " (es-Sâffât, 37/96). "De ki, Allah´ýn bize yazdýðýndan baþkasý baþýnýza gelmez. " (et-Tevbe, 9/51). "Allah´ýn doðru yola sevk ettiði kimse doðru yolda olur. Saptýrdýðý kimseler ise, iþte onlar mahvolanlardýr. " (el-A´râf, 7/178) ve diðer ayetler... Ancak buna mukabil insanýn irade hürriyetine sahip olduðunu gösteren âyetler de vardýr. (Bunlardan bir kýsmý için bk. el-Müddessir, 74/38; el-Kehf, 18/29; el-En´âm, 6/104).

Bu iki görüþü Ehl-i Sünnet açýsýndan ele alýrsak; Cebriyye´de, ilâhî emir ve yasaðýn, mükâfat ve cezanýn hiç bir deðeri olmamakta; kuldan sorumluluðun tamamen kaldýrýlmasýyla ilgili dinî hükümlerin iptali sözkonusu olmaktadýr. Kaderiyye´de ise adeta, Cenâb-ý Hakk´ýn mülkünde O´nun bilgisi ve iradesinin dýþýnda bazý þeylerin cereyan ettiðine inanýlmakla; bir nevî baþka bir yaratýcýnýn varlýðý kabul edilmektedir. Bu, itikad açýsýndan oldukça sakýncalý bir durum arzeder.

Her iki fýrkanýn inancý da Ehl-i Sünnet itikadýnca kabul edilmemiþ, tenkide tabi tutulmuþtur.

Ehl-i Sünnet itikadýnca kul, fiillerinde bir cebr (zorlama) altýnda deðildir. Ýrade ve ihtiyar sahibidir. Ancak Kaderiyye´de olduðu gibi, bunlar yüce Allah´ýn bilgisi ve iradesi dýþýnda deðildir. Ýnsan isteyerek fiillerinin sahibi olur. Ýsteyerek ve seçerek, kendi cüz´î iradesiyle yapacaðý fiilî tercih eder. Yüce Allah da o fiilî yaratýr. Yani yaratýcýsý sadece Allah´týr. Kul kesb edicidir.

Ýnsanýn iki türlü fiilî vardýr:

a)
Ýnsanýn irade ve ihtiyarý olmadan meydana gelen fiiller ki, kalp atýþý ve titreme gibi fiiller bu gruba girer. Bunlar insanýn irade ve ihtiyarý dýþýnda cereyan eder.

b) Ýnsanýn irade ve ihtiyarýyla yaptýðý ihtiyarî fiiller. Ýþte bu tür fiillerde irade ve seçme hürriyeti geçerlidir. Bu tür fiillerden kul sorumlu olur. Dolayýsýyla da ceza ve mükâfat sözkonusu edilir.

Ýnsanýn, kendi ihtiyarî fiillerini bir zorlama sonucu yapmayýp, iradesi doðrultusunda yapmasýndaki en önemli husus, onun bu fiillerin sorumluðunu üstlenmesidir. Þayet böyle olmasaydý, herhangi bir sorumluluktan sözedilmez; insanýn cansýz varlýktan bir farký kalmazdý. Ýnsan, iþlediði fiilde herhangi bir zorlama altýnda olmayacak, fiilî kendi iradesiyle iþlemiþ olacak ki; yaptýðý fiilden sorumlu olsun ve karþýlýðýnda ceza ve mükâfat tahakkuk etsin. Ancak daha önce de belirtildiði gibi, bu irade ve ihtiyar, fiili yaratma noktasýnda deðil, tercih ve seçme noktasýnda geçerlidir. (et-Tahanevî, Keþþâfu Istýlahati´l-Fünûn, Ýstanbul 1984, I, 199).

Ýnsanýn aklý, zekâsý, muhakeme gücü vardýr. O, mükemmel bir varlýktýr. Ne yaptýðýný ve ne edeceðini bilmelidir ve ona göre hareket etmelidir. Yüce Allah Kur´an-ý Kerîm´de "Yaratan Rabbi´nin adýyla oku! Kalemle öðreten, insana bilmediðini öðreten Rabbin en büyük kerem, sahibidir" (el-Alak, 96/3-5) buyuruyor. Yüce Allah´ýn "oku" emrine muhatap olan insan, iradesiz olamaz. Yine O´nun tarafýndan bilmediði þey öðretilen insan, sorumsuz ve baþýboþ olamaz. O irade ve ihtiyar sahibidir. Yaptýðýnýn ve yapmadýðýnýn sorumluluðunu taþýyacak kapasiteye sahiptir. Yine yüce Allah "Kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmýþsa onun karþýlýðýný görür" (ez-Zilzâl, 99/7-8) buyurmaktadýr. Yapýlan iyilik ve kötülüðün karþýlýðýnýn görülmesi, o iþlerin dileyerek ve isteyerek yapýlmýþ olmasýna baðlýdýr. Ceza ve mükâfât ancak o iþin istekle ve seçerek yapýlmasý sonucu sözkonusu olur.


radyobeyan