Ýslam Kavramlarý A-L
Pages: 1
Banka By: armi Date: 04 Þubat 2010, 14:17:03
BANKA




Para ticaretini meslek edinmiþ ekonomik kuruluþ. Genel olarak bankayý, mevduat toplayan, bu mevduatý ve kendi sermayesini, yedek akçelerini çeþitli ihtiyaçlar için deðiþik þekillerde kredi olarak veren, sanayi ve ticarî teþebbüsler kuran veya kurulanlara ortak olan ve yukarýda sayýlan konularla ilgili ticarî ve malî hizmetler gören itibar müessesesi, þeklinde tarif edebiliriz. Ekonomik hayatta, biri geliriyle ihtiyacýný karþýladýktan sonra elinde fazlasý kalan veya gelecekteki bir isteði için para biriktirmeye çalýþan, diðeri ekonomik ve ticarî yatýrýmlarýna para bulmaya çalýþan iki grup vardýr. Birinci grup, elindeki parasýný güvenli bir þekilde iþletmek ve bir miktar da gelir saðlamak ister. Diðeri iþyeri, fabrikasý veya tarýmsal iþletmesindeki iþleri yürütebilmek için borç para arar. Ýþte banka araya girerek tasarruf sahiplerinden ucuz faizle topladýðý parayý (mevduatý), para arayanlara daha yüksek faizle borç olarak vermek suretiyle aracý olur. Bu yüzden banka deyince ilk akla gelen faiz iþlemleridir.

Para ticaretinin geçmiþi hayli eskidir. Çok eski devirlerde para bozan, çeþitli ülke ve þehirlerin paralarýný birbirine çeviren, kendisine para verilen, isteyene borç para veren kimselerin ortaya çýkmasý bankacýlýðýn ilk belirtileridir. Bu gibi iþlerle uðraþanlara Milat´tan iki bin yýl önce Sümer ve Babil´de rastlanmaktadýr. Fakat bu konuda açýk bilgiler, Milat´tan önceki VIII. yüzyýla aittir. Bilinen Bâbil bankalarýndan en tanýnmýþ ikisi Egibi ve Neboahiddin adlarýný taþýmaktadýr. Bu kurumlar þarap satýþý, emlâk iþleri ve esir ticaretiyle uðraþmýþlar, mevduat ve emanet kabul etmiþler, rehin karþýlýðý borç vermiþler ve noterlik yapmýþlardýr. Eski Yunan, eski Mýsýr ve eski Roma´da da bu tür bankacýlýðýn izleri görülür. (Feridun Ergin, Ýktisat, Ýstanbul 1964, s. 609, 610 vd.)

"Banka" kelimesi Ýtalyanca "tezgâh, masa" anlamýna gelen "banko" kökündendir. Eskiden Ýtalya´da meydan ve sokak baþlarýnda önlerine birer masa koyarak madenî paralarý tartan, ayar kontrolü yapan, bunlarý baþka paralara çeviren, ihtiyaç sahiplerine faizle borç veren, senet kýran sarraflar vardý. Masa baþýnda para ticareti yapan bu kimselere banker (banchiero) denilirdi.

Bankacýlýk güvene dayanan bir kuruluþ olduðu için, Milat´tan önceki devirlerde bankacýlýk bakýmýndan en güvenli yerler, mabedler ve din adamlarý idi. Eski Yunan mabedlerinde birikmiþ servetler, altýn ve gümüþ, faiz ve kâr getiren iþlere yatýrýlmýþtýr. Yunan þehirleri de malî meselelerde özel kurumlara ve dinî teþekküllere baðlý kalmamak için âmme bankalarý kurmuþlardýr. Anadolu´da kurulmuþ ilk resmî bankalardan birisi Sinop þehrindeki devlet bankasý olup, bunun müdürü Diyojen´in babasý Hisesios idi. Diyojen de bizzat bankacýlýk yapmýþtýr. Fakat kalpazanlýkla suçlanmýþ ve mahkûm olmuþtur. Bunun üzerine Atina´ya gelmiþ, bir fýçý içine yerleþerek, kendisini ebedileþtiren meþhur felsefesini kurmuþtur (Ergin, a.g.e, 609, 610).

Avrupa´da XII. yüzyýldan sonra ticarette, XIX. yüzyýldan itibaren de sanayide hýzlý bir geliþmenin baþlamasý, banka hareketlerini de hýzlandýrmýþ ve güçlendirmiþtir. Ýslâm belde ve ülkelerinin bu ülkelerle ekonomik ve ticarî münasebetleri sonucu, banka faaliyetleri Ýslâm âlemine de yayýlmýþtýr. Ancak bankalarýn faiz iþlemi dýþýnda Ýslâmî bakýmdan meþrû sayýlan baþka muameleleri de yapmasý Ýslâm bankasý kurulup kurutamayacaðý, kurulursa hangi ölçü ve sýnýrlar içinde çalýþabileceði hususlarý müslüman ekonomistlerce araþtýrýlmaya baþlanmýþ, uygulama örnekleri verilmeye çalýþýlmýþtýr.

Ýslâm ahlâkla ekonomi arasýnda doðrudan baðlantý kurmuþ; nisbeti çok az bile olsa faizi kesinlikle yasaklamýþtýr. Çünkü ahlâk, faizle para verenle alan arasýndaki olumsuz iliþkiler bakýmýndan, faize razý olmamaktadýr. Buna baðlý olarak, Ýslâm´da altýn ve gümüþü fakir kesimden kaçýrarak biriktirme ve saklamayý yasaklayan ahlâkî ölçüler mevcuttur. Kur´an´da þöyle buyurulur: "Altýn ve gümüþü kasalarda gizleyen ve Allah yolunda sarfetmeyenlere acý bir azabý haber ver" (et-Tevbe, 9/34). Ýslâm´ýn ekonomik yapýsýný inceleyen yüzlerce düþünür, Ýslâm´la yeni ekonomik kalkýnma arasýnda bir çatýþma olmadýðýný ortaya koymuþlardýr. Jacques Austruy, Ebu´l-A´lâ el-Mevdûdî, Muhammed Bâkýr es-Sadr ve M. A. Mannan bunlar arasýndadýr.

Ancak sayýlarý az da olsa çaðýmýzda, Batýlý fikirlerden etkilenen bazý müslüman bilginler, Ýslâm´ýn kutsal emirlerinde önemli eksikler bulunduðu zehabýna kapýlmýþlardýr. Ýlk plânda Ýslâm´ýn yalnýz inançtan ibaret olduðunu, onun prensiplerinin modern dünya ile baðdaþamayacaðýný düþünerek yanlýþ bir yola girmiþlerdir. Gerçekte Kur´an ve sünnetin dünyaya yönelik hükümleri incelendiðinde, Ýslâm´ýn yalnýzca bir inanç deðil, sosyal bir sistem, bir düzen ve medeniyet olduðu görülür. Ýnanç da bu bütünün özü ve bir parçasýdýr. Fakat Ýslâm´ýn temel prensipleri, çaðýmýz ekonomik düþünce ekollerinin sert eleþtirilerine uðramýþtýr. Bu yüzden Ýslâm´ýn bankacýlýða bakýþ açýsý üzerinde kýsaca durmak istiyoruz.

Ýslâm´ýn esaslarýnýn iki temel kaynaðý olan Kur´an ve Sünnet, faizi bir zulüm olarak görür ve yasaklar: Faiz yiyenler mahþerde ancak þeytan çarpmýþ gibi kalkarlar. Bu, onlarýn; "Zaten alýþ-veriþ de faiz gibidir" demelerinden ileri gelmiþtir. Oysa Allah alýþveriþi helâl, faizi haram kýldý. Kime Rabbi´nden bir öðüt gelir ve faizcilikten geri durursa geçmiþ olanlar kendine kalýr, onun iþi Allah´a aittir. Kim faizciliðe dönerse, iþte onlar Cehennemliktir, onlar orada temelli kalacaklardýr. Allah faizi eksiltir, sadakalarý bereketlendirir. Allah faizi helâl sayan hiçbir günahkârý sevmez" (el-Bakara, 2/275-276)

Bazý düþünürler de Ýslâm´ýn faizi deðil, ribayý yasakladýðýný söylerler. Onlar Kur´an´ýn, üretim faaliyetlerinde bulunmak amacýyla alýnan ödünce ödenen faize karþý çýkmadýðýný öne sürerler. Onlara göre Kur´an, üretken ödünçlerin ekonomi üzerindeki olumlu etkilerinin pek bilinmediði Ýslâm öncesi devirlerde gelenek için alýnan ve asýl amacý üretim olmayan faize iþaret etmiþtir. Halbuki Kur´an bütün dönemler için kurallar koyar. Gerçekte ödüncün üretken olup olmamasý arasýndaki fark, bir derece farkýndan ibarettir. Ribaya, faiz denilse de, onun ödünç verilen sermayeye eklenen bir miktar olma özelliði deðiþmez. Bu bakýþ açýsý, bazý sözlüklerdeki ribanýn tarifine de yansýmýþtýr. Meselâ, The Oxford English Dictionary´da riba þöyle tanýmlanýr: "Aþýrý faiz haddi ile, özellikle kanunlarýn izin verdiðinden daha yüksek faizle ödünç para verme". Fakat faizin aþýrý haddinin ölçüsü nedir? Bugün için normal sayýlan faiz haddi, yarýn aþýrý sayýlabilir. Yine bir ülke için normal sayýlan faiz sýnýrý, diðer bir ülkede anormal sayýlabifir. Örneðin Amerika Birleþik Devletleri´nde bir banka % 8´den fazla bir faiz haddi tayin edemezken, bir malî ortaklýk benzer krediler için bu haddi yýllýk %30 ila % 36; kiþisel ödünçler için borç veren tefeciler ise, % 24 ila % 100 arasýnda tespit edebilir ve bu kanunlara da karþý sayýlmaz (M. A. Mannan, Ýslâm Ekonomisi, Terc. Bahri Zengin-Tevfik Ömeroðlu, Ýstanbul 1976, s. 309-311).

Alfred Marshall gibi klâsik iktisatçýlar, tasarruflarla faiz haddinin birbirine baðlý olduðu görüþündedirler. Faiz haddi yükseldikçe, tasarruf eðilimi artacak, faiz haddi düþtükçe, tasarruf eðilimi azalacaktýr. Tasarruflarýn artmasý, yatýrýmlarýn artmasý demektir. Klâsiklerin bu teorisi ünlü kapitalist iktisatçý J.M. Keynes tarafýndan çürütüldü. Keynes´e göre, yüksek faiz haddi özel sektörün yatýrým hacmini azaltýr. Ekonomiye ters yönde etki yapar. Sonuçta halkýn parasal geliri azalýr, bu da giderek tasarruf hacmini düþürür. Bununla birlikte Keynes % 3 faiz haddini normal sayarak, ekonomide faizsiz bir alternatif oluþturamamýþ; ancak insanlara Ýslâm´ýn bankacýlýk görüþünü kabul ederek, teþebbüs yoluyla para kazanmalarýný öðütlemiþtir (Mannan, a.g.e., s. 312, 313).

Ýslâm, faizi yasaklar; fakat yatýrýmý teþvik eder. Mevduatlar için para ödenmediði takdirde, tasarruf sahiplerinin mevduatlarýný iþletmeyecekleri, biriktirip saklama yoluna gidecekleri ile sürülebilir. Ancak bir Ýslâm toplumunda zekât, bu iddihâr´ý önler. Zekât, % 2,5´tan % 20´ye kadar deðiþen oranlarda olmak üzere, mal ve tasarruf üzerinden verilmesi zorunlu olan bir vergidir. Hz. Ebû Bekir´in zekât vermeyenlere karþý devlet gücünü kullanmasý bunu gösterir.

Ýslâmî bankacýlýk ortaklýk esaslarý üzerine kurulur. Buna göre, bütün bankacýlýk sistemine ortaklar,mevduat sahipleri ve ödünç alanlar kâr-zarar ortaðý olarak katýlabilirler. Emekle sermayenin bir iþe ortak olarak girebileceði bu sistem, mudarabe ilkesinin uygulanmasý ile iþler. Bu terimin modern anlamý sadece ortaklýk da deðildir. Bundan öte Ýslâm, ekonomik sistemin yöneltilmesi için maddî ve mânevî deðerleri birleþtiren bir ekonomik ahlâk getirmiþtir. Yine Ýslâmî bankacýlýk sistemi mudarabe esaslarýna dayalý bazý kuruluþlarca desteklenecektir. Bu gibi teþebbüslerin sonunda meydana gelen gelirler, yýl boyunca yapýlan masraflar çýkarýldýktan sonra bu üretim birlikleri arasýnda, üretime katýlma oranlarýna göre bölüþülür. Ayný kurallar uluslararasý ekonomik faaliyetler alanýnda da uygulanabilir.

Ýslâm bankacýlýðýnda, yatýrýlan mevduatlar iki türlü olabilir. Birincisi, geri çekme tarihi belirtilmeden yatýrýlan vadesiz mevduat. Bu tip mevduatlarda amaç paranýn güvenliðidir. Ýkinci tip mevduatlarda paranýn geri çekileceði tarih bellidir. Bunlar vâdeli mevduatý oluþturur. Banka bunlarý vâde durumlarýna göre gruplara ayýrarak, sürelerine uygun yatýrýmlarda çalýþtýrýr ve dönem sonlarýnda elde edilecek net kâr bankayla mevduat sahipleri arasýnda sözleþme esaslarýna göre paylaþýlýr. Banka, süresi belirli kâr-zarar tahvilleri çýkarabilir.

Ýslâm´da, kiþiler banka kredisine ihtiyaç duymadan, benzer kredileri doðrudan mudarabe yoluyla tasarruf sahiplerinden de temin edebilirler. Mudarabe ortaklýðý, uzun veya kýsa vâdeli her çeþit krediyi temin etmek için elveriþli bir ortaklýk çeþididir. Toplumda, elinde büyük meblaðlara ulaþan nakit parasý olan birçok kimse bunu iþletmek, ticarî bir iþte kullanmak ister. Ancak bilgisi, tecrübesi veya saðlýðý elveriþli olmadýðý için bu arzusunu gerçekleþtiremez. Yine toplumda bilgili, yetenekli ve ticaret iþine yatkýn bir çok kimseler de sermaye yokluðundan dolayý ticarete atýlamaz. Ýþte mudarabe þirketi birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir araya getirir ve iki taraf da bundan kârlý çýkar. Bu çeþit ortaklýk tamamen güvene dayanýr. Banka fonksiyonlarýnýn bir bölümünü üstlenebilecek olan mudarabe ikiye ayrýlýr.

a. Mutlak Mudarabe:
Sermaye sahibinin, herhangi bir kayýt koymaksýzýn, iþletmeciyi ticaret iþinde serbest býrakmasýdýr. Yalnýz kârýn paylaþýlma þeklini ve zamanýný belirlemekle yetinir.

b. Mukayyed Mudarabe:
Sermaye sahibi, ana parayý iþletmeciye verirken bazý þartlar öne sürer ve bunlara uymasýný ondan ister. Bu þartlar þunlar olabilir: Sermaye ile belirli beldede ticaret yapmayý þart koþabilir. Ýþletmeciden, belirli cins ve çeþit ticaret eþyasýný alýp-satmasýný isteyebilir. Ortaklýðýn, yani sermayeyi kullanmanýn süresini belirleyebilir. Belirli þahýs, veya firmadan mal almayý ve belirli kimse veya kimselere yahut bir firmaya satmasýný þart koþabilir. Bununla pazarlama acenta, þube ve benzeri tüm faaliyetler kastedilir. Meselâ; bir firma çeþitli þehirlerde güvenilir, yetenekli kimselere sermaye vererek, yalnýz kendi üretimlerini alýp satmasýný, yine sermayesi olmayan kimseye sermaye vererek, belli bir malý piyasadan temin etmek sûretiyle kendi firmasýna satmasýný isteyebilir. Bu ticaretten elde edilecek kâr, firma ile iþletmeci arasýnda sözleþme esaslarýna göre paylaþýlýr.

Kâr, banka veya sermaye sahibi ile iþletmeci arasýnda 1/2, 1/3, 2/3 gibi þâyi bir cüz olarak paylaþýlýr. Mudarabede maktû bir kârýn þart koþulmasý geçerli deðildir. Böyle bir þart mudarabeyi fasit kýlar. Çünkü mudarabe kârda ortaklýðý gerektirir. Meselâ, bir milyon lira % 40 maktû yani 400 bin lira kâr almak üzere, mudarabe yoluyla verilse, yýl sonunda tüm kâr 400 bin liradan ibaret kalsa, iþletmecinin emeði karþýlýksýz kalýr, % 150 kâr etmesi halinde de aldýðý 400 bin lira maktû kârý az bulabilir. Zaten burada, % 40 maktû gelir faiz olur. Gerçekte mudârabe akdi fâsit olduðu için, kârýn tamamý sermaye sahibine ait olur. Ýþletmeci yalnýz ecr-i misil, yani çalýþmasýnýn karþýlýðýný alabilir (es-Serahsî, el-Mebsût, XXII, 27 vd.; el-Kâsânî, Bedayiu´s-Sanâyi´, VI, 85, 109; Ýbn Rüþd, Bidâyetü´l-Müctehid, II, 234-237; eþ-Þîrâzî, el-Mühezzeb, I, 346, 388; Ýbn Kudâme, el-Muðnî, V, 62, 63 vd.; Hamdi Döndüren, Çaðdaþ Ekonomik Problemlere Ýslâmî Yaklaþýmlar, Ýstanbul 1988, s. 103 vd.).


radyobeyan