Zahid By: armi Date: 01 Þubat 2010, 12:46:47
Zahid-Zühd
Dünyâya düþkün olmayan, þüpheli olur korkusu ile mübâh olanlarýn (yâni izin verilenlerin, helâl olanlarýn da) çoðundan sakýnan kimse mânâsýna gelen zâhid, Ýmâm-ý Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin ifâdesine göre, dünyâya gönül baðlamadýðý için, insanlarýn en akýllýsýdýr. Berîka´da geçen bir hadîs-i þerîfte; "Allahü teâlâ, bir kulunu severse, onu dünyâda zâhid, âhirette râgýb (raðbet eden, isteyen) yapar. Ayýplarýný ona bildirir." buyrulmuþtur. (E. Ans. c.1, s.7)
Þüpheli olmak korkusu ile mübâh þeylerin çoðundan sakýnmak, dünyâdan ve dünyâlýk olan þeylerden uzak durmak mânâsýna gelen zühd hakkýnda, Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) þunlarý söylemektedir: "Zühd, insanýn kalbini dünyâ sýkýntýlarýndan uzak tutar. Allahüteâlânýn yüceliðini ve büyüklüðünü tanýmayý, tövbe etmeyi temin eder." (E. Ans. c.1, s.25)
El-Câmiu´s-Sagîr´de zikredilen bir hadîs-i þerîfte ise þöyle buyrulmuþtur: "Zühd, kalbe ve bedene rahatlýk verir, dünyâya raðbet ise, düþünce ve hüzün verir." Berîka´da geçen bir hadîste ise; "Dünyâda zâhid olaný, Allah sever. Ýnsanlarda bulunanlarda zâhid olaný, insanlar sever." buyrulmuþtur. Muhammed Hâdimî "Zahid âlimin iki rekat namazý, zâhid olmayanýn ömrü boyunca kýldýðý namazdan hayýrlýdýr." demiþ, Lokman Hakîm de; "Ey oðlum! Yakîn ve sabrý sanat edin. Allahü teâlânýn haram kýldýðý þeylerden uzak olursan, dünyâda zâhid ve mücâhid olursun." buyurmuþtur. (E. Ans. c.1, s.25)
Irak´ta yetiþen büyük velîlerinden Mekârim en-Nehr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, zâhidden sorulduðunda; "Nefsiyle uðraþýp, rahatý terkeden, makam ve mevkiye îtibâr etmeyen, þehvetlerden ve arzularýndan uzak, cihâd eden, tefekkür sâhibi, istikâmetten ayrýlmayan, ha- kîkatý kendine þiâr edinmiþ, kadere inanmýþ, mevlâdan hayâ eden kim- sedir." buyurdular.
Büyük velîlerden Süfyân-ý Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Zühd, yamalý elbise giymek, arpa ekmeði yemek deðil, dünyânýn faydasýz þeylerine gönül baðlamamak ve uzun emel sâhibi olmamaktýr."
"Para, mal ve mülk, kiþinin zâhid olmasýna mâni deðildir. Dünyâlýðý bulunmayan da zâhid sayýlmaz. Dünyânýn faydasýz þeylerine aþýrý düþkünlük olup olmadýðý araþtýrýlýp, ona göre hüküm verilir. Bir kimsenin elinde dünyâlýðý vardýr. Fakat zâhiddir. Bir kimsenin de dünyâlýðý yoktur. Lâkin zâhid deðildir. Mal, insanýn silâhý gibidir. Yâni, insan canýný, sýhhatini, dînini ve þerefini mal ile korur."
Velîlerin büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmý Ahmed bin Hanbel (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretleri ?Zühd nedir?? sorusuna; "Zühd üç türlüdür; câhilin zühdü, haramlarý terk etmektir. Âlimlerin zühdü, helal olanlarýn fazlasýndan sakýnmaktýr. Âriflerin zühdü, Allahü teâlâyý unutturan þeyleri terk etmektir." buyurdular.
Evliyânýn büyüklerinden Ahmed bin Yahyâ el-Celâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Zâhid kime denir?" diye sorduklarýnda; "Zâhid, kendisinin övülmesiyle yerilmesi arasýnda fark görmeyen kiþidir." buyurdular.
Yine birgün ona; "Zâhid kime denir?" dediler. "Zâhid; kötülenmekten ve övülmekten alýnmayan kimsedir. Zühd ise dünyâyý gözden ve gönülden çýkarýp yok saymaktýr." buyurdular.
Horasan´da yetiþen velîlerin meþhurlarýndan, tefsîr, kýrâat, hadîs, fýkýh ve tasavvuf âlimi olan Alâüddevle Semnânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Eðer bir kimse, boþ oturur, hiçbir iþ yapmaz, bu yaptýðýna da, "Zühd, dünyâyý terk etmek" adýný koyarsa, onun yaptýðý þeytana tâbi olmaktan baþka bir þey deðildir. Hiçbir faydalý iþ yapmayarak, ömrünü boþa harcayandan daha hayýrsýz bir kimse yoktur."
Irak evliyâsýndan Ali Sincârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Zühd, üç kýsýmdýr. Farz olan, fazîlet olan ve Hakka yakýnlýða sebeb olan zühddür. Haramlardan kaçmakla yapýlan, farz olan zühddür. Þüpheli olanlardan kaçmak da fazîlet olan zühddür. Mübahlarýn fazlasýndan sakýnmak da, Hakka yakýnlýðý saðlayan zühddür."
Evliyânýn büyüklerinden Ebû Abdullah-ý Turuðbâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zühd sâhibi olup, dünyâya ve onun içindekilere meyletmez- di.
"Sofî ve zâhid kime denir?" diye suâl edilince; buyurdular ki: "Sofî, her an Rabbi ile berâber olandýr. Zâhid ise, daha o makâma kavuþamayýp, nefsi ile uðraþan, onun kötü isteklerinden kurtulmaya çalýþandýr."
Evliyânýn büyüklerinden Ebû Bekr Kettânî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Zâhid; nefsi istediði halde dünyâdan yüz çeviren, Resûlullah´ýn sallallahü aleyhi ve sellem yolunda ve izinde yürüyen, gâyesi âhiret olan, cömert olup, Rabbine yönelendir."
Meþhûr âlim ve velîlerden Ebû Ýshâk-ý Þîrâzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri´nin, Ýbâdetinin çokluðunu, secdelerde yüzünün renginin deðiþmesini kimse inkâr edemezdi. Bütün gecesini ibâdetle, Kur´ân-ý kerîm okumakla geçirirdi. Nitekim Müzehheb kitâbýnýn her faslýný tamamladýðý zaman iki rekat namaz kýlardý. Zühdü, dünyâya hiç kýymet vermemesi o kadar çoktu ki, bir gün mescidde unuttuðu ve kendisinin de o günkü nafakasý olan bir dinârý (4.8 gr altýný), geri döndüðünde yerinde bulduðu hâlde, belki baþkasýnýndýr diye düþünüp, almaktan vazgeçti. Bu zühd ve verâ, onun zamânýnda baþka birisinde görülmedi. Sanki o, zamânýndaki bütün insanlarýn zühdünü kendinde toplamýþ, bu zühd onun süsü olmuþtu.
Evliyânýn meþhurlarýndan ve Tâbiînin büyüklerinden Ebû Müslim Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, zühd konusunda emsâli az görülen kimselerdendi. Dünyâ iþlerinden ancak zarûret mikdârý konuþurdu. Alkama bin Mersed demiþtir ki: "Zühd, dünyâya düþkün olmamak olup, bu da Tâbiînden sekiz kiþi ile sona erdi. Bunlardan biri de Ebû Müslim Havlânî´ydi. Çünkü o hangi mecliste oturup konuþsa sözü dünyâ ile ilgili þeylerden çevirir, böyle þeylerin konuþulmasýna mâni olurdu. Bir gün mescide girmiþti. Orada bir cemâat, iþlerinden, kölelerinden bahsederek konuþuyorlardý. Onlara dikkatle bakýp; "Sübhânallah! Biliyor musunuz siz þu hâlinizle neye benziyorsunuz? Þiddetli yaðmura tutulup sýðýnacak yer arayan bir kimseye benziyorsunuz. Aranýrken bir de bakýyor ki önüne iki kanatlý büyük bir kapý çýkýyor. Kapýyý açýp yaðmur kesilinceye kadar durmak için içeri giriyor. Bir de bakýyor ki girdiði evin tavaný yok! Üstü açýk! Sizin yanýnýza oturdum ve istiyorum ki Allahü teâlânýn zikri ile ve hayýrlý þeylerle meþgul olasýnýz. Yoksa siz dünyâ ehli, dünyâya düþkün kimseler olursunuz!" dedi.
Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Zühd; dünyâdan el etek çekmek ve dünyâ kimin eline geçerse geçsin kaygýlanmamaktýr."
Büyük velîlerden Ebû Osman Maðribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Zühd; harama düþmek korkusuyla mübahlarýn fazlasýný terketmek, sonra da dünyâlýklar kimin eline geçerse geçsin aldýrmamaktýr."
"Þüphesiz ki Allahü teâlâ, dünyâya düþkün olmayan zâhide istediðinden fazla, dünyâya raðbet edene, düþkün olana istediðinden az verir. Ýstikâmet sâhibine ise istediði kadar verir."
Þam´da yetiþen büyük velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretleri ?Zühd nedir?? diye soranlara; "Zühd, Allahü te- âlâ ile meþgûl olmana mâni olan her þeyi terk etmektir. Dünyânýn hiç ol- duðunu bilmeyen, zühd sâhibi olamaz." buyurdular.
Endülüs?te ve Mýsýr?da yetiþmiþ olan büyük velîlerden, Mâlikî mezhebi fýkýh âlimi Ebü?l-Abbâs-ý Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinin birinde buyurdular ki: "Zâhid dünyâda gurbettedir. Çünkü onun asýl vataný âhirettir. Yâni o âhirete yönelmiþtir. Zâhidin dünyâda gurbette olmasý, kendisi gibi âhirete yönelmiþ olanlarýn yok denecek kadar az olup, insanlarýn çoðunun dünyâya dalmýþ olmasý sebebiyledir. Kendisi gibi olanlar bulunmadýðý için, dünyâda gurbette sayýlmýþtýr."
Yine buyurdular ki: "Allahü teâlâya yemin ederim ki, üstünlük ve þerefi, mahluklardan bir þey beklememekte buldum. Bir gün bir köpek gördüm. Yanýmdaki ekmeði, yemesi için önüne koydum. Hiç iltifât etmedi. Bu hâline hayret ederek, ekmeði aðzýna yaklaþtýrdým, yine iltifât etmedi. Yâni mahluklardan bir þey beklemiyor ve mahlûklardan gelen bir þeyi kabûl etmiyordu. Bu sýrada gizliden bir ses duydum. "Köpeðin, kendisinden daha zâhid olduðu kimseye yazýklar olsun!" diyordu."
Kuzey Afrika´da yetiþen büyük velîlerden Ebü´l-Hasan-ý Þâzilî (rah- metullahi teâlâ aleyh) bir gün zühdden, dünyâya raðbet etmemekten bahsediyordu. Fakat üzerinde yeni ve güzel bir elbise vardý. O mecliste üzerinde eski elbiseler olan bir fakir; kalbinden; "Ebü´l-Hasan, hem zühdden anlatýyor, hem de üzerinde yeni elbiseler var. Bu nasýl zâhid- liktir? Hâlbuki asýl zâhid benim." diye geçirdi. Bu kimsenin kalbinden geçenleri anlýyan Ebü´l-Hasan-ý Þâzilî, onu yanýna çaðýrarak; "Senin üzerindeki elbiseyi görenler, seni zâhid sanarak hürmet ederler. Bundan dolayý sende bir gurur, kibir hâsýl olabilir. Hâlbuki benim üzerimdeki elbiseyi görenler, zâhid olduðumu anlayamazlar. Böylece ben, hâsýl olacak gururdan kurtulurum." buyurdu. Bunu dinleyen fakir, yüksek bir yere çýkarak oradaki insanlara; "Ey insanlar! Yemîn ederim ki, biraz önce kalbimden Ebü´l-Hasan hazretleri hakkýnda uygun olmayan þeyler düþünmüþtüm. Kalbimden geçeni anlýyarak, beni huzûrlarýna çaðýrýp nasîhat ettiler. Þimdi hakîkatý anlamýþ bulunuyorum. Þâhid olunuz ki, huzûrunuzda tövbe istigfâr ediyorum." dedi. Bunun üzerine Ebü´l-Hasan-ý Þâzilî o kimseye yeni bir elbise giydirip; "Allahü teâlâ sana seçilmiþlerin muhabbetini versin. Sana hayýrlar, bereketler ihsân eylesin." diye duâ eyledi.
Tâbiînin büyüklerinden, hadîs ve fýkýh âlimi Eyyûb-i Sahtiyânî (rah- metullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak Selâm bin Ebî Hamza an- latýr: Ebû Eyyûb´un (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetinde idik, þöyle buyurdular: "Zühd üç kýsýmdýr. Allahü teâlâya en sevimli geleni, en üstünü ve Allah indinde sevap bakýmýndan en büyüðü, her þeyden yüz çevirip, Allahü teâlâya ibâdet etmek, alýþ-veriþte haramdan sakýnmaktýr." sonra bize dönüp; "Ey âlimler! Allahü teâlâya en sevimli gelen zühd; dünyâya düþkün olmamak, helâl ve mübah olan þeylerde de haddi aþmamaktýr."
Evliyânýn büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir defâsýnda, ?Zühd sâhibi insanlarýn dereceleri nasýldýr?" diye sordular. O da þöyle buyurdu: "Akýllarýnýn derecesi ve kalb- lerinin temizliði kadardýr. Zâhidlerin en üstünü, en akýllý olanýdýr. En akýllý olanlar, Allahü teâlânýn emirlerini iyi anlayýp, onlarý yerine getirmek için bütün güçleriyle çalýþanlardýr. Bunlar, dünyâya düþkün olmayýp, âhirete yönelenlerdir. (Haram ve þüphelilerden sakýnýp, mübahlara fazla dalma- mak; dünyâdan yüz çevirip, âhirete yönelmekle olur.) buyurdular.
Abdullah bin Meymûn der ki: Hâris el-Muhâsibî hazretlerine, zühd, dünyâya raðbet etmemek, niçin kýymetlidir? Bunun sebebi nedir? diye suâl edildi. O þöyle cevâp verdi: "Bunun beþ sebebi vardýr. Birincisi, dün- yâ insaný, bir çok meþakkat ve sýkýntýlara düþürür. Ýnsanýn kalbini Allahü teâlânýn rýzâsýndan ve âhireti düþünmekten alýkor. Ýkincisi, dünyâyý se- venlerin derecesi, dünyâya raðbet etmeyenlerin derecesinden çok aþa- ðýdadýr. Üçüncüsü, dünyâyý sevmemek, insaný Allahü teâlâya yaklaþtýrýr ve cennetliklerin derecelerine yükseltir. Dördüncüsü, dünyâyý sevenlerin, kýyâmet gününde hesaplarý uzun olur. Beþincisi, Allahü teâlânýn katýnda dünyânýn bir sinek kanadý kadar bile kýymeti yoktur." (Burada ve benzeri yerlerde dünyânýn mânâsý: Allahü teâlânýn rýzâsýndan ve beðendiði þey- lerden uzaklaþtýrýp, âhireti unutturan þeyler demektir.)
Hindistan´da yetiþen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid Ýmâ- m-ý Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Zâhid, dünyâya gönül baðlamadýðý için, insanlarýn en akýllýsýdýr.
Tâbiînden ve haným velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rah- metullahi teâlâ aleyhâ) kimseden bir þey almazdý. Bir keresinde Hasan-ý Basrî hazretleri kendisini ziyârete gelmiþti. Kulübesinin kapýsýnda, zenginlerden birinin aðladýðýný gördü. "Niçin aðlýyorsunuz?" diye sordu. O zengin; "Zühd ve kerem sâhibi þu hâtun olmasa, halk mahv olur. O, zamânýn bereketidir. Allahü teâlâ bizi, bir çok belâ ve sýkýntýlardan onun hürmetine muhâfaza etmektedir. Ona bir mikdar yardýmým olsun diye þu keseyi getirdim. Fakat kabûl etmez diye aðlýyorum. Bunu ona verseniz, belki sizin hatýrýnýz için kabûl eder" dedi. Hasan-ý Basrî hazretleri içeri girip olanlarý bildirince, Râbia-i Adviyye buyurdu ki: "Ben bu dünyâlýklarý bunlarýn hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâdan istemeðe utanýr iken baþkasýndan nasýl alýrým? Allahü teâlâ bu dünyâda, kendisini inkâr edenlerin bile rýzkýný verirken, kalbi O´nun muhabbetiyle yanan birinin rýzkýný vermez mi zannediyorsunuz? O kimseye selâmýmýzý söyle. Kalbi mahzûn olmasýn. Biz Allahü teâlâdan baþkasýndan bir þey almamaya ahdettik. Hiç bir kimseden bir þey beklemiyoruz. Geleni kabûl etmiyoruz. Bir defâsýnda devlete âid olan bir kandilin ýþýðýndan istifâde ederek gömleðimi yamadým da kalbim daðýldýkça daðýldý ve dikiþleri sökünceye kadar kalbimi toparlayamadým."
Baðdât velîlerinden Rüveym bin Ahmed (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Zühd; dünyâyý küçük görüp, onun sevgisini kalbden silmektir."
Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Zühd, kullarýn Allahü teâlâya yönelmeleridir.
Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, fýkýh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir kimse gelerek; "Ben zühd sâhibi yâni dünyâdan ve dünyâlýklardan kaçýnan, þüpheli olur korkusuyla mübahlarý bile terk eden bir âlim görmek istiyorum. Bana öyle birisini gösterebilir misin?" dedi. Süfyân bin Uyeyne o kimseye; "Zühd, sýrf helâl olan rýzýkta olur. Bu zamanda rýzkýný helâlinden temin edebilmek mümkün mü ki siz öyle birini arýyorsunuz?" cevâbýný verdi.
Büyük velîlerden Ebû Bekr-i Þiblî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Zühd; kalbi mal yerine, onu yaratanýna döndürmektir."
Ýslâm âlimlerinden ve evliyânýn büyüklerinden Tâcüddîn Zâhid-i Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin hocasý Þeyh Sâ´dî-i Þîrâzî hazretleri, bir gün Ýbrâhim Zâhid´e; "Evlâdým! Bizim yanýmýzdaki terbiyen tamam olmuþtur. Bundan sonraki yetiþmen ve yükselmen ise, Seyyid Cemâleddîn´e havâle edilmiþtir. Geylân´a git. Cemâleddîn´in hizmetinde bulun." dedi. Bundan sonra Geylân´a gidip, orada Lâhicân´da oturan Cemâleddîn hazretlerinin dergâhýna vardý ve ona talebe oldu. Sohbet ve hizmetinden ayrýlmadý. Burada, yüksek olgunluklara, üstün makamlara ulaþtý.
Bir gün geçtiði bir yerde bulunan yabânî otlardan biraz kopardý. O otlarýn, elinde ham gümüþ olduðunu görünce hayret etti. Hâlbuki onun, böyle þeylerde gözü gönlü yoktu. Ýstemezdi. Dünyâlýk þeylerin elde bulunmasýný kabahat ve kusûr sayardý. "Ne kabahat iþledim ki böyle oldu?" diye aðlayarak secdeye kapandý.Tövbe ve istigfâr etti. Sonra yolunu deðiþtirip, baþka tarafa gitti. Bu defâ eline aldýðý otlarýn hâlis altýn olduðunu görüp, sýkýntý ve üzüntüsü daha da arttý. Hemen hocasý Cemâleddîn´in yanýna geldi. Aðlayarak olanlarý anlattý. Yalvararak, bu hâlden kurtulmak istediðini, bunun için kendisine yardým etmesini istirhâm etti. Ýbrâhim Geylânî´nin anlattýklarýný dikkatle dinleyen hocasý þöyle söyledi: "Bu öyle bir hâldir ki, tasavvuf yolunda ilerleyen sâliki, böyle þeylerle tecrübe ve imtihân ederler. Sen bu imtihaný kazandýn. Bütün nebî ve velîlerin rûhlarý ile birlikte, yerde ve gökte olan melekler ve bütün mahlûkât, sana Zâhid dediler ve nâmýný da Þeyh Zâhid koydular."
Zâhid, haram ve þüphelilere düþmek korkusuyla mübahlarýn çoðunu terk eden, dünyâya ve dünyâlýk olan þeylere muhabbeti olmayan, kalbi bunlara meyletmeyen kimsedir.
Bir gün hocasýnýn emri ile, tarladan bir çuval pirinci omuzlayýp dergâha getiriyordu. Bir ara çok yorulduðu için, çuvalý yere koyup birazcýk dinlenmek istedi. Bu esnâda, çuvaldan bir pirinç tânesinin düþtüðünü gördü. Onu alýp aðzýna atmak istedi. Fakat, bir tâne olmasýna raðmen buna ehemmiyet verdi. Bununla imtihân edilmekte olabileceðini düþündü ve pirinç tânesini çuvala koydu. Ýbrâhim Zâhid, çuvalla birlikte dergâha geldi. Hocasý Cemâleddîn hazretleri onu görünce; "Ey Ýbrâhim! Sözünde sadâkat gösterdin. Ahdine vefâ eyledin. Zâhid nâmýna lâyýk olduðunu isbât ettin." buyurdular.
Seyyid Cemâleddîn hazretlerinin huzûrunda yetiþip kemâle gelen Ýbrâhim Zâhid-i Geylânî, fetvâ verecek dereceye geldi. Evliyânýn büyüklerinden oldu.
Tâbiîn devrinde yetiþen büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ýnsanlarýn en zâhidi yâni þüpheli olmak korkusuyla mübahlarýn çoðunu terkeden kimse, temiz ve helâl kazanç peþinde koþandýr. Bu kimse, dünyâ iþleriyle ne kadar uðraþýrsa uðraþsýn, bu, zühdüne engel deðildir."
Mekke-i mükerremenin büyük âlim ve velîlerinden Vüheyb bin Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Zühd; dünyâ malýna âit olan kayýplarýna üzülmemen, eline geçen dünyâlýklar ile de þýmarmamandýr.
Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, hadîs, fýkýh ve kýrâat âlimi, velî Yûsuf bin Esbât (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine sordular: ?Zühdün gâyesi nedir?? O da; ?Sana ihsân olunan nîmete þýmarmamak, nasîb olmayan þeye de (niye nasîb olmadý) diye üzülmemektir.? buyurdular.
Osmanlý velî ve âlimlerinden Muhammed Zâhidü?l-Kevserî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) Ýslâmiyetin emirlerine uymakta, yasaklarýndan sakýn- makta, zühd, dünyâdan uzaklaþmakta ve takvâda âdetâ isminin canlý bir misâliydi. Dünyâ malýna ve makâmlarýna deðer vermez, dünyâ ehlinden uzak olmaya çalýþýrdý. Bu yönüyle seçkin bir kiþiliðe sâhipti. Hiç kimseye þahsî kin beslemezdi. Bir kimsenin kendisini aldattýðýný anlarsa, onu tahkik ederek araþtýrýr, o kimseyle bir daha münâsebet kurmazdý. Darlýk ve sýkýntýlara sabreder, kendisinde bulunan ilmî ve ahlâkî üstünlük sebebiyle diðer insanlardan kendini üstün görmezdi. Ýlmini istismâr vâsýtasý yap- maktan þiddetle sakýnýrdý. Bu sebeple çevresi oldukça geniþlemiþti. Hiç- bir ücret almadan ders verirdi. Yaptýðý kitap tashihlerinden bile herhangi bir para veya karþýlýk almazdý. Hayâtýnýn son günlerinde hastalýðý iyice artýnca, tedâvî masraflarýný karþýlayabilmek için kitaplarýný satmaya karar vermiþti. O halde iken dahi talebelerinin maddî yardýmlarýný kabûl etmemiþti. Sýkýntýlý günlerinde Fuâd Üniversitesinden iki profesör, kendisini ziyâret ederek üniversitede ders vermesini istediler. Zâhidül-Kevserî özür dileyerek bunu yapamayacaðýný belirtti. Onlar gittikten sonra; Niçin kabûl etmedinizdiye sorulunca; Ýçinde bulunduðum durumdan dolayý kesinlikle ücretli olarak ders vermemi istiyorlardý. Bunun için kabûl etmedim. Böyle bir iþi aslâ kabûl edemem. diye cevap verdi.
radyobeyan