Yemek By: armi Date: 01 Þubat 2010, 12:38:40
Yemek
Evliyânýn büyüklerinden Âhmed bin Alevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebelerinden biri; "Efendim sizden yemek yeme arzusu nasýl gitti Siz gençliðinizde yerdiniz." diye sordu. O da; þöyle buyurdular."Âlimler buyurdular ki: Yemenin yedi mertebesi vardýr. Birincisi yaþayacak kadar yemek; ikincisi, farz namazý kýlacak ve farz olan orucu tutacak kadar yemek. Bu iki mertebe yemek farzdýr. Üçüncüsü, nâfile olan namazý ve nafile orucu tutabilecek kadar yemek. Bu kadar yemek müstehabdýr. Ýmâm-ý Gazâlî bu konuya dâir; "Akýl sâhiplerinin gâyesi Cennet´te Allahü teâlâya kavuþmaktýr. Allahü teâlâya kavuþmak ise, ilim ve amel ile olur. Bunlara bedenin sýhhati ve selâmeti ile devâm edilebilir. Bedenin sýhhat ve selâmeti ise yiyeceklerden alýnan gýdâlarla olur. Ancak gýdâlar ihtiyaç mikdârý alýnmalýdýr. Bu yüzden selef-i sâlihinden bâzý âlimler bedenin ihtiyacý olan gýdâyý almayý din iþlerinden saymýþlardýr." Dördüncüsü, çalýþýp kazanmaya kuvvet saðlamak için yemek. Bu dînin beðendiði tokluktur. Beþincisi, midenin üçte birini dolduracak kadar yemek. Altýncýsý, midenin üçte birinden fazlasýna doldurulan yemek olup, mekruhtur. Çok yiyince insanda aðýrlýk ve uyku meydana gelir. Lokman Hakîm buyurdu ki: "Mîde dolunca insanýn düþüncesi, zekâsý uyur, durur. Öyle kimseden hikmet çýkmaz. Âzâlarý ibâdete karþý tenbel olur. Ýnsanlarýn ekserisi bu hâl üzeredir. Yedincisi, zarar verecek derecede çok yemek aþýrý doymak. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Her hastalýðýn aslý çok yemek yemedir." Bu haramdýr."
Velîlerin büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmý Ahmed bin Hanbel (rahme- tullahi teâlâ aleyh) sýk sýk talebesine buyururdu ki: "Yemeði, din kardeþ- leriyle sürûr içinde, fakirlerle ikrâm ve cömertlikle, diðer insanlarla da mürüvvet içinde yemek lâzýmdýr."
Tâbiînin meþhurlarýndan ve hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kiþinin, sevdiði yemeði terkede- bilmesi, aðýrbaþlýlýk ve þahsiyet yüksekliðindendir."
Evliyânýn büyüklerinden Ali Dede Bosnevî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hazretlerine, yemek yemenin âdâbý üzerine sorulunca cevaben;
"Ýmâm-ý Þâfiî hazretleri buyuruyor ki: "Ýnsanlar arasýnda yemek yemede þu haller vardýr. Bir parmakla yemek yemek kerihliktir, hoþ deðildir. Ýki parmakla yemek kibirdendir. Üç parmakla yemek sünnettendir. Dört ve beþ parmakla yemek, aceleciliktendir." dediler.
"Edirne evliyâsýndan olan Aþçý Yahyâ Baba (rahmetullahi teâlâ a- leyh) on beþinci asýrda yaþamýþtýr. Tunca kenarýnda Sultan Külliyesinde aþçý baþýlýk yapardý. Piþirdiði güzel yemekleri yiyip, yüce Allahü teâlâya þükreder; "Devâmý devlet nasîbi Cennet" diye duâ ederdi. Yemekten sonra sohbet ettiði zaman; "Vücudunu gýdâyla besleyen, þeklen pehlivan olur. Rûhunu Allahü teâlânýn aþký ile dolduran, gönülden evliyâ olur. He- lâl lokma ibâdet ettirir, haram lokma kötü yola sevk ettirir. Sizin karnýnýz toksa, hüner baþka açlarý görmektir." buyururdu.
Evliyânýn büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on beþincisi olan Þâh-ý Nakþibend Behâeddîn Bu- hârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin en baþta gelen talebelerin- den Alâeddîn-i Attâr þöyle anlatmýþtýr: Zamânýnda âlim ve sâlih kimseler ziyâretine gelip, hâlis ve helâl yemek yiyelim diye onun yemeklerini yerlerdi. Her zaman ve her iþte sünnet-i seniyyeye uyar ve bilhassa yemek husûsunda Peygamber efendimize uymaya çok dikkat ederdi. Çoðu zaman ekmeði kendi piþirir ve sofra hizmetini kendi yapardý. Yemek yerken; "Sofra baþýnda kendinizi Allahü teâlânýn huzûrunda biliniz. O´nun verdiði nîmeti yediðimizi unutmayýnýz." buyururdu. Cemâat ile toplu hâlde yemek yerken, içlerinden biri gaflet ile aðzýna bir lokma alsa; "Önündeki yemeði, Allahü teâlânýn huzûrunda olduðunu unutmadan ye! Allahü teâlâyý hatýrla, baþka þeyler düþünme. Allahü teâlâ, sana senden yakýndýr. O´nu düþün." buyururdu. Bir yemek gafletle, öfkeyle veya zorla piþirilse, o yemekten kendisi yemez, yedirmezdi.
Rivâyet edilir ki, bir zaman Þâh-ý Nakþibend hazretleri Gazyut denilen bir yere gitti. Orada talebelerinden birisi onlara yemek getirdi. Þâh-ý Nakþibend hazretleri buyurdu ki: "Bu hamuru yoðuran ve yemekleri piþiren kimse, baþlamasýndan bitirmesine kadar gadab hâlinde idi, kýzmýþ hâlde idi. Biz ondan hiçbir þey yiyemeyiz. Zîrâ böyle yapýlan yemeklerde hiçbir hayýr ve hiçbir bereket yoktur. Belki de þeytan yemek yaparken hep onunla bulunmuþtur. Bizler böyle bir yemeði nasýl yiyebiliriz?"
Buyurdu ki: "Yenilecek bir gýdâ, bir yiyecek, her ne olursa olsun gaf- let içinde, gadabla veya kerâhatle hazýrlansa, tedârik edilse, onda hayýr ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefs ve þeytan karýþmýþdýr. Böyle bir yiyece- ði yiyen kimsede, mutlaka bir çirkin netice meydana gelir. Gaflete dal- madan yapýlan ve Allahü teâlâyý düþünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayýr meydana gelir. Ýnsanlarýn hâlis ve sâlih ameller iþlemeye muvaffak olamamalarýnýn sebebi; yemede ve içmede bu husûsa dikkat etmediklerinden ve ihtiyatsýzlýktandýr. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huþû´ ve hudû´ hâlinde bulunmak, zevkle ve göz yaþý dökerek namaz kýlabilmek, helâl lokma yemeye, Allahü teâlâyý hâtýrlýyarak yeme- ði piþirmek ve yemeði Allahü teâlânýn huzûrunda imiþ gibi yemeðe bað- lýdýr. Vücûduna haram lokma karýþmýþ bir kimse, namazdan tad duy- maz."
Hindistan´da yetiþen büyük velîlerden Behâeddîn Zekeriyyâ (rah- metullahi teâlâ aleyh) mutfaðýnda çeþitli ve lezzetli yemekleri hazýrlattýrýr, kalabalýk bir sofrada talebeleri ile birlikte yemek yerdi. Herkese iltifat e- der, yemek esnâsýnda, etrâfýnda bulunanlara lokma ikrâm ederdi. Tale- beler böyle iltifatlardan çok hoþlanýrlar, böylece hocalarýna olan muhabbet ve baðlýlýklarý daha da artardý. Yemek esnâsýnda, bâzan faydalý güzel þeyler anlatýrdý. Bir akþam sofrasýnda, birlikte yemek yerlerken, ta- lebenin birisi, aldýðý bir lokma ekmeði çorbanýn içine batýrýp yedi. Hâce hazretleri bunu beðenip, sünnet olduðunu bildirdi ve; "Resûlullah efendimiz çorba tasýna, lokmanýn batýrýldýðý yemeðin üstünlüðünü, kendisinin diðer peygamberlere ve hazret-i Âiþe´nin diðer kadýnlara olan üstünlükleri gibi olduðunu bildirmiþlerdir." buyurdu.
Büyük velîlerden Biþr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; "Yediðin neredendir?" diye soranlara þöyle cevap verirdi: "Siz benim nereden yediðimi ne yapacaksýnýz. Kendinizin ne sûretle yediðinize bakýnýz. Çünkü gülerek yiyenle aðlayarak yiyen bir olmaz. Az yiyen el, çok yi- yene denk olmaz. Yediðiniz ekmeðin nereden olduðuna, çoluk çocuðu- nun oturduðu evin hangi yoldan kazanýldýðýna dikkat ediniz." buyururdu.
Baðdât´ýn büyük velîlerinden Câfer-i Huldî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Yediði yemeði, Allahü teâlâya ibâdet etmek ve O´nun dînine hizmet etmek niyeti ile yemeyen kimse, þu üç zarara birden yakalanmýþtýr. 1. Yemek yerken geçen zamâný zâyi etti, 2. Ýçinde bulunduðu vakti zâyi etmeye devam ediyor, 3. Gelecek zamâný karþýlamak fýrsatýný kaçýrdý."
Ehl-i beytten ve meþhûr velîlerden Ýmâm-ý Câfer-i Sâdýk (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Malý ve evlâdý çok olmasýný isteyen, nebâtî, sebze yemek çok yesin!"
Evliyânýn büyüklerinden Câfer bin Süleymân Dâbiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Ferkad es-Sebîhî´den naklederek buyurdular ki: "Sizden sonra þiddetli zamanlar gelecek. O zaman karýnlarýnýz üzerine gömleklerinizi sýkýca baðlayýnýz ve lokmalarýnýzý küçültünüz, lokmalarýnýzý iyi çiðneyiniz, suyu süzünüz. Sizden biriniz yemek yeyince, gömleðinizi gevþetmeyin. Çünkü baðýrsaklarýnýz geniþler. Yemek yiyeceðiniz zaman iki kalçanýzýn üstüne oturunuz ve sað uyluðunuzu karnýnýza bitiþtiriniz. Yemekten sonra oturmayarak gidip geliniz yâni yürüyerek hareket ediniz."
Ýslâm âlimlerinin ve velîlerin büyüklerinden Celâleddîn-i Devânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) yemek yeme âdâbýyla ilgili þöyle anlatýr:
"Önce elini, aðzýný, burnunu yýkamalýdýr. Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Yemekten önce elini yýkayan, fakirlikten kurtulur."
Ýlk lokmayý alýrken Besmele ile yemeðe baþlamalý, yemeði bitirince "Elhamdülillah!" demelidir. Ev sâhibi ise, en önce yemeðe o baþlamalýdýr.
Elini, elbisesini, sofrayý, örtüyü kirletmemeli, elle yenilecek þeyleri üç parmakla yemeli, yerken aðzýný açmamalý, büyük lokma almamalý, lokmayý aðzýna alýr almaz, çiðnemeden yutmamalý, normalden fazla da aðzýnda tutmamalýdýr. Bir lokmayý yutmadan, ikinci bir lokmaya el uzatmamalý, dökülen kýrýntýlarý toplamalýdýr. Yemek esnâsýnda parmaðýný yalamamalýdýr. Ama yemek bitince yalayabilir. Hattâ o zaman yalamak sünnettir.
Yemeðin rengine bakmamalý, yemeði koklamamalý, yemeðin hep birinden yiyip, diðerlerinden yememezlik etmemelidir.
Eðer sofrada iyi bir yemekten az bulunursa, diðerlerini býrakýp hep onu yememeli, diðer arkadaþlarýný kendine tercih etmelidir.
Önünden yemelidir. Ancak meyve tabaðýnýn diðer tarafýndan da alýnabilir. Aðzýna götürmüþ olduðu kemik ve benzeri þeyleri, ekmeðin ve sofranýn üzerine koymamalý, eðer yediði et veya lokmadan kemik çýkar- sa, yavaþca aðzýndan çýkarmalýdýr. Yemek yerken tiksindirici hareketler- den, sözlerden, hikâyelerden sakýnmalýdýr. Aðzýndan çýkardýðý bir þeyi kâseye, tabaða atmamalý, kýsaca; öyle yemek yemelidir ki, tabaðýnda ye- mek artsa, bir baþkasý tiksinmeden yiyebilmelidir. Misâfir ise, ev sâhibin- den önce yememeli, ama baþkalarý yemeðe baþlamýþsa, onlara uyup ye- melidir. Aç da olsa, buna riâyet etmelidir. Ama evinde ve mahremlerinin olduðu yerde hemen baþlayabilir.
Ev sâhibi ise, misâfirler yemekten el çektikten sonra, yemekten el çekmelidir. Yavaþ yavaþ yemeli, eðer kimse yemeðe devâm etmiyorsa, yalnýz kalýp, utancýndan býrakmamalýdýr.
Yemek arasýnda su içmek îcâbederse, rahat ve yavaþ içmelidir. Aðzýnýn ve boðazýnýn sesi su içerken duyulmamalýdýr. Dili ile diþlerinin arasýndan aldýklarýný yutmalý, ama kürdanla aldýklarýný uygun bir yere atmalý insanlarý tiksindirmemelidir.
Ellerini yýkarken ve temizlerken, parmaklarýný ve týrnak diplerini iyice yýkamalý, ayný þekilde dudaklarýný, aðzýný, diþlerini iyice temizlemeli, leðene tükürmemelidir. Aðzýný yýkadýðý suyu dökerken, eliyle örtmelidir. Yemek yemeden önce el yýkarken, baþkalarýndan öne geçmeye çalýþmamalýdýr."
Evliyânýn büyüklerinden Dâvûd-i Tâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) yemek yerken vakitten tasarruf olsun diye ekmeði suyun içine doðrar, çor- ba gibi yapýp öyle yerdi. "Çiðnemek, zamâný uzatýyor, bir lokmayý çiðnemek, elli âyet-i kerîmeyi, okumama engel oluyor, niçin zamâný zâyi edeyim." derdi.
Suriye´de yetiþen velîlerden Ebû Ýshâk Ýbrâhim bin Müvelled (rah- metullahi teâlâ aleyh) yiyip içmenin edepleriyle ilgili olarak buyurdular ki: "Yemekte edeb odur ki, yemek ancak zarûret olduðu zaman yenir. Her zaman yenmez."
Büyük velîlerden Ebû Osman Maðribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Mecbûriyet gibi özür hâli müstesnâ, aç gözlülük ve iþtahla zenginlerin yemeðine el uzatan kimse, ebediyyen iflâh olmaz."
Þam´da yetiþen büyük velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) nefsin isteklerine karþý çýkar, çok riyâzet ve mücâhede- de bulunurdu. Açlýk çekmek husûsunda meþhur oldu. Bu sebeple "Bün- dârü´l-Câiîn" (açlýk çekenlerin reisi) adýyla anýldý. Aç kalmanýn fazîletiyle ilgili olarak sohbetleri sýrasýnda þöyle buyurdu:
"Dünyânýn anahtarý tokluk, âhiretin anahtarý açlýktýr. Helâlden bir lokma az yemeði, akþamdan sabaha kadar namaz kýlmaktan daha çok severim. Çünkü, mîde dolu olunca, kalbe gaflet basar. Ýnsan Rabbini u- nutur. Helâlin fazlasý böyle yaparsa, mîdeyi haram ile dolduranlarýn hâli acaba nasýl olur?"
"Açlýk, Allahü teâlânýn hazînelerinden bir hazînedir. Onu sevdikleri- ne ihsân eder. Ýnsanýn karný doyunca, bütün âzâlarýný þehvet açlýðý kap- lar. Karný aç olanýn ise âzâlarý þehvetlere karþý bir arzu duymaz."
"En saðlam kale, dilini korumaktýr. Ýbâdetin özü açlýktýr. Ýnsaný Alla- hü teâlâdan uzaklaþtýran þeylere muhabbet etmek, bütün kötülüklerin baþýdýr."
"Karýn tokluðu, Allahü teâlâya karþý yapýlacak ibâdetlerin tam yapýlmasýna mânidir."
"Her þeyin bir helak sebebi vardýr. Kalpteki nûrun helâkinin sebebi ise tokluktur. Her þeyin pasý vardýr. Kalp nûrunun pasý tokluktur."
"Ben öyle insanlara yetiþtim ki, onlar açlýðý kendileri için ganîmet sayardý. Týpký þimdikilerin tokluðu ganîmet saydýðý gibi."
Yemek yerken hýzlý ve çok yememeyi tavsiye ederek þöyle buyurdu: "Karnýný týkabasa doyuran kimse altý þeye mübtelâ olur. Birincisi; ibâdet- lerinden haz duymaz, ikincisi; hâfýzasý zayýflamaya baþlar. Üçüncüsü; ibâdetler ona aðýr gelmeye baþlar. Dördüncüsü; baþkalarýna karþý þefka- ti azalýr. Beþincisi; arzu ve istekleri çoðalýr. Altýncýsý; aç olan müminler câmiye giderken, çok yiyen kimse helâya koþar."
"Dünyâ ve âhirete âit bir iþ dilemeden önce bir müddet aç kal. Dileðini sonra Allahü teâlâya arzet. Zîrâ tokluk, aklý ve kalbi bozar. Karný aç olanýn kalbi saf ve ince olur. Tok olanýn kalbi ise kör ve azgýn olur."
Yemeye þöyle bir sýnýr getirdi: Bir kimse kardeþinin yemeðinden onu memnun etmek için yerse yediðinin kendisine zararý olmaz. Fakat nefsânî bir hýrs ve þehvetle yiyecek olursa o zaman zarar görür.
Ebû Süleymân Dârânî hazretleri nefsine muhâlefet etmekte ve açlýk çekmekte çok ileri idi. Öyle ki bu ümmetten onun kadar açlýða tahammül eden pek az kimse olmuþtu. Yemek zamâný âdet üzere tuzluðu getirip önüne koyar, ekmeði tuza batýrýp yerdi. Bir defâsýnda tuzlukta kalmýþ olan bir susamý yemiþti; "Bu susamý yeyince bir müddet mânevî hâllerimi kaybettim." buyurdu.
Ebû Süleymân Dârânî hazretleri buyurdular ki: "Açlýktan karným arkama yapýþtýðý zaman yaptýðým ibâdetlerin tadýný daha çok duyuyorum. Zîrâ hikmet, gelin gibidir. Rahat içinde uyuyacaðý ve güveyi ile baþbaþa kalacaðý boþ bir ev ister!"
Horasan bölgesinin büyük velîlerinden ve Þâfiî mezhebi fýkýh âlimi Ebû Türâb-ý Nahþebî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, Câbir bin Abdullah´tan (radýyallahü anh) rivâyet ettiði hadîs-i þerîfte Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Hastalarýnýzý yemek için zorlamayýn, zîrâ Allahü teâlâ onlarý yedirir ve içirir." buyurdular.
En büyük velîlerden Ýmâm-ý Ebû Yûsuf (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini bir gün halîfe Hârûn Reþîd, yemeðe dâvet etmiþti. Sofraya tereyaðý, fýstýk, bâdem ezmesi getirdiler. Hârûn Reþîd; "Bunlardan âfiyetle yiyiniz, her zaman böyle yiyecekler ikrâm etmezler." dedi. Bu durum karþýsýnda Ebû Yûsuf hazretleri hocasýnýn yýllar önce annesine söylediði sözleri hatýrlayýp hocasýnýn kerâmetini anlayarak gözleri yaþardý. Hârûn Reþîd hayretle sebebini sordu. Ebû Yûsuf hazretleri de hâdiseyi anlattý: "Hocam Ýmâm-ý A´zam hazretlerinin derslerine yeni baþlamýþtým. Bir gün annem gelip; "Hoca efendi sizin geçiminiz yerinde, fakat biz muhtacýz. Çocuðun geçimimizi temin etmesi için ücretle çalýþmasý gerekiyor." dedi. Bunun üzerine hocam tebessüm edip; "Bu çocuk burada tereyað, fýstýk, bâdem ezmesi yemeyi öðreniyor." buyurdu dedi ve; "Ýþte bu yediðimiz hocamýn haber verdiði yiyecektir." diyerek, Ýmâm-ý A´zam hazretlerine rahmetle duâ etti.
Endülüste´te ve Mýsýr´da yetiþmiþ olan büyük velîlerden Mâlikî mezhebi fýkýh âlimi Ebü´l-Abbâs-ý Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini imtihan için bir kimse, ona helâl olduðu þüpheli bir yemek getirdi. Ebü´l-Abbâs hazretleri o yemeði kabûl etmedi ve; "Þüpheli bir þey ile karþýlaþtýðýmda, vücûdumdaki damarlar hareket edip beni îkâz ederler. Vallâhi karnýma, aslâ haram lokma girmedi." buyurdular. O kimse, hatâsýný anlayýp piþman oldu ve orada tövbe etti.
Kuzey Afrika´da yetiþen büyük velîlerden Ebü´l-Hasan-ý Þâzilî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Biz Hak´la olunca, mahlûktan hiçbi- rini görmeyiz. Ýnsanlýk îcâbý baksak bile, onlar güneþ ýþýðýnda dalgala- nan havadaki ince toz gibi görünür. Dikkatle baksan bir þey bulamaz- sýn."
Seydiþehir´de yaþayan büyük velîlerden Hacý Abdullah Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri talebelerine sýk sýk þöyle buyururdu: "Helal yemek lâzýmdýr. Dîn-i Ýslâma uygun kazanmak lâzýmdýr. Çünkü din, hakîkat ancak helâl yemekle meydana gelir. Tehlikenin baþý haram yemektir. Bir insan haramdan sakýnýr ise, onun için ibâdet ve tâat kolay- laþýr. Ýbâdetten tad alýr."
Evliyânýn büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) elini þüpheli bir yiyeceðe uzatýnca, parmaðýnýn damarý hareket et- meye baþlardý. Eðer bu harekete mâni olamazsa o yiyeceðin helâl olmadýðýný anlar ve yemekten vaz geçip, yemezdi.
Evliyânýn en büyüklerinden Hasan-ý Basrî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: "Ey Âdemoðlu! Karnýnýn üçte birine kadar ye, üçte birine kadar iç, üçte birini de düþünme ve teneffüs (solunum) için ayýr." sözü týp otoritelerini hayrete düþürecek mâhiyettedir.
Büyük velîlerden Ýbn-i Hafîf (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin gýdâsý her gece sâdece yedi kuru üzümdü. Hizmetçisi yedi tâne üzüm hazýrlar ve onu yerdi. Bedenen hafîf, rûhen yüksek bir hâle sâhipti. Hizmetçisi bir gece sekiz üzüm verdi. Farkýna varmadan bu sekiz kuru üzümü yedi. Kendinde önceki ibâdet ve zikir zevkini bulamayýnca, hizmetçisine sorup yedi yerine sekiz verdiðini öðrendi. Hizmetçiye; "Bundan sonra sen benim dostum deðilsin! Dost olsaydýn bunu yapmazdýn!" diyerek, hizmetinden uzaklaþtýrdý. Bu vazîfeyi baþka bir talebesine verdi.
Tâbiînin meþhûr âlimlerinden ve evliyânýn büyüklerinden Ýbrâhim bin Edhem (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Borcu olan kimse, borcunu ödemedikçe, yaðlý ve sirkeli taam yememelidir."
Hindistan evliyâsýnýn büyüklerinden Kayyûm-i Zaman Muhammed Sibgatullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini sevenlerden bir zât a- ðýr bir hastalýða yakalanmýþtý. Bir akþam þifâya kavuþabilmek niyetiyle duâ istemek üzere, yüksek huzûruna geldi. Kayyûm-i Zaman o sýrada yemek yiyordu. Hasta içeri girdiði zaman daha bir þey söylemeden, Kay- yûm-i Zaman ona; "Bu yemeklerin hangisinden yemek istersin?" dedi. O da; "Hepsinden yemek isterim. Hepsini seviyorum. Ama ne yapayým ki, perhiz ediyorum." dedi. Hastayý muâyene edip, ilâç veren doktor da Kayyûm-i Zaman´ýn sevdiklerindendi ve o sýrada orada bulunuyordu. Kayyûm-i Zaman, doktora dönerek; "Bu yemekler ona zarar verir mi?" dedi. Doktor; "Efendim, týb bilgimize göre, bu yemekler bu hastaya zehir gibi gelir ve öldürür." diye arz etti. Bunun üzerine hastaya dönüp; "Bu yemeklerden yeyiniz. Sizin þifânýz bunlardadýr." buyurdu. Hasta da tam bir iþtah ile ve hocasýnýn sözüne sýðýnarak o çeþit çeþit yemeklerden do- yuncaya kadar yedi ve Allahü teâlânýn izniyle hemen sýhhate kavuþtu.
Çin, Hindistan, Ýran ve Anadolu´da Ýslâmiyetin yayýlmasýnda büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî olan Ebû Ýshâk Kâzerûnî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) bir gün talebelerine ve sevenlerine buyurdular ki: "Siz kendi evinizde ve arkadaþlarýnýzýn evinde bulunduðunuz zaman önünü- ze yemek veya yiyecek bir þey getirilirse yalnýz yemeyiniz." Orada bu- lunanlardan birisi þöyle anlattý: "Ben her Cumâ günü namazdan sonra hocamýn hizmetini görür, sonra izin alýr, annemin yanýna giderdim. Bir Cuma günü yine ayný þekilde yaptým. Cumâ namazýndan sonra hocamdan izin alýp annemi ziyârete gittim. Eve varýp hürmetle annemin ellerini öptüm, duâsýný alýp oturdum. Annem gidip biraz hurma getirdi ve önüme koydu. Yememi söyledi. Ben yemedim. Annem çok ýsrar etti."
"Þunu senin için saklamýþtým." dedi. Annemin bu ýsrarý üzerine hocamýn bize olan nasîhatlerini anlattým. Annem; "Oðlum. Benim hatýrým için þu birkaç hurmayý yiyiver. Senin hocan bunu nereden bilecek." dedi. Annemin ýsrarýna dayanamayýp bir tâne hurma yedim. Fakat kalbime bir sýkýntý çöktü. Bir müddet sonra annemden izin alýp hocamýn huzûruna döndüm. Selâm verdim. Hocam Kâzerûnî selâmýmý aldýktan sonra; "Annenin yanýnda bulunduðun sýrada neler yaptýn ve ne yedin?" diye sordu. Ben sessiz kaldým. Hocam devam ederek yüzüme baktý ve; "Orada bir hurma yedin." buyurdu. Hocamýn bu sözü üzerine içimi öyle bir heybet ve korku kapladý ki, târif edemem. O günden sonra hiçbir hâlimin, iþimin ve sözümün hocama gizli olmadýðýna ve her þeyimizi ânýnda görmekte olduklarýna olan yakînim arttý. O hatâmdan dolayý tövbe ve istiðfâr ettim. O andan îtibâren arkadaþlarýmdan ayrý hiçbir þey yemedim.
Hindistan´da yetiþen büyük velîlerden Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Çok yemek yiyen, nefsinin kölesi olur. Bunun için az yemelidir. Bedeni ayakta tutacak kadar ve ibâdette kuvvetli olacak kadar yemek ile yetinmelidir.
Tâbiînin ve âlimlerin büyüklerinden veli Ebû Eyyûb Meymûn bin Mihrân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Dostlarýn sofrasýnda yenilen yemeðin hazmý kolay olur. Düþmanýn yemeði ise, insana aðýrlýk verir.?
Evliyânýn büyüklerinden Muhammed bin Anân (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin dâmâdý Þeyh Þemsüddîn Tuneyhî þöyle anlattý: ?Beldemizde bir þahýs vardý. Çok yemek yeme hastalýðýna mübtelâ olmuþtu. Bu þahýs, birgün Muhammed bin Anân?ýn dergâhýnda misâfir oldu. Orada yemek yedi. Dimyat?a gitmek için binek istedi. Hizmetçisi, Muhammed bin Anân?a; ?Bu þahýs, burada kaldýðý bir gecede, büyük bir balýk ve bir sepet dolusu hurma yedi. Yine de doymadý? dedi. Bunun üzerine Muhammed bin Anân onu yanýna çaðýrttý. Eline aldýðý bir dilim ekmeði ikiye böldü ve bir parçasýný o þahsa vererek; ?Besmele çek ve bu yarým dilim ekmeði ye? buyurdu. O þahýs o ekmeði yiyince doydu. O andan itibâren, bir daha fazla yemek yemedi. Muhammed bin Anân´ýn ona verdiði ekmek ile her zaman doyardý.?
Büyük velîlerden ve ?Silsile-i aliyye? denilen büyük Ýslâm âlimlerinin on üçüncüdsü olan Muhammed Bâbâ Semmâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkýnda Behâüddîn Buhârî hazretleri anlatýr: "Bir defâsýnda Hocam Muhammed Bâbâ Semmâsî ile yemek yiyorduk. Yemek bitince, bana bir ekmek uzatýp; "Al, bunu sakla!" buyurdu. Yemek yediðimiz hâlde, bana bu ekmeði vermesinin hikmetini düþünmeye baþlamýþtým. Bu sýrada bana; "Faydasýz düþüncelerden kalbi muhâfaza etmek lâzýmdýr!" buyurdu. Sonra yolculuða çýktýk ve bir tanýdýðýmýn evinde misâfir olduk. Misâfir olduðumuz evin sâhibinin sýkýntýlý bir hâlde olduðu görülüyordu. Hocam ona; "Niye üzülüyorsun?" buyurdu. O da; "Bir kâse sütüm var, fakat, süte banýp yemek için ekmeðim yok. Ona üzülüyorum" dedi. Hocam bana dönüp; "Ýþte acabâ ne için ayýrýyoruz? diye düþündüðün ekmek bu iþ içindi, ver sahibine yesin." buyurdu."
Evliyânýn büyüklerinden, kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisi olan Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yemek yemede ihtiyâtý o kadar çoktu ki, yemek piþirenin abdestli, hattâ huzur ve safâ sâhiplerinden olmasýný, yemek piþirirken çarþý, pazar ve dünyâ kelâmý söylenmemesini iyice tenbih ederdi. "Huzur ve ihtiyât sâhibi olmayanýn yemeklerinden, bir duman çýkar feyz kapýsýný kapatýr ve feyzin gelmesine engel olur, feyze vesîle olan temiz rûhlar, kalb aynasýnýn karþýlarýnda durmazlar" derdi. Bütün talebelerini bu husûsa riayete teþvik eder, az bile olsa, riâyet etmeyenlerin hâllerinden bunu anlardý.
Bir gün hâl ve keþf sâhibi dostlarýndan biri gelip; "Hâlimde bir baðlanma, bir kapanma, kalbimde bir karartý görüyorum ve hissediyorum, ne kabahat iþlediðimi bilemiyorum." deyince, Hâce hazretleri; "Yemeklerde ihtiyâtsýzlýk vâki oldu." buyurdu. "Yemekler, her günkü yemeklerdi." deyince, Muhammed Bâkî-billah hazretleri: "Ýyi düþününüz, iyi düþününüz ki, bundan baþkasý olmasa gerek. Muhakkak ufak bir ihtiyâtsýzlýk bu hâle sebeb olmuþtur." dedi. Ýyice düþününce; "Yemek piþerken, ihtiyâtlý olmayan, helâl olduðu þüpheli iki üç odunun da yemek piþirmek için yakýldýðýný hatýrladým." dedi. Bunun gibi, þüphelilerden sakýndýðý gibi, mübâh- larýn fazlasýndan da sakýnýr, mübâhlarý zarûret mikdârý kullanýrdý.
Yemek husûsundaki bu ihtiyâtý, onlarýn mübârek yollarýnýn ve hâllerinin letâfet ve temizliði sebebiyleydi. Temiz bir aynaya, bir nefesin bile tesir edeceði kadar, saf ve temizdi. Bu sebepten, talebeleri toplanýnca, etraflarýnda en temiz ve en muhlis olanlarý oturturlardý. Aralarýnda bir yabancý olsa, hemen onun gafleti, noksanlýðý, düþünceleri mübârek kalb aynasýna aksederdi.
Muhammed Bâkî-billah hazretleri buyurdular ki: "Sakýn helâl ve haramdan her bulduðunu korkusuzca yiyenlerden olma!"
"Haram ve þüpheli bir lokma yememek için, çok gayret ve dikkat etmelidir."
Irak´ta ve Mýsýr´da yaþamýþ olan velîlerden ve Þâfiî mezhebi fýkýh âlimlerinden Muhammed Emin Erbilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) yemek husûsunda ýsrar edenlere; "Tasavvuf yolcusunun yemeði ilim öðrenmek, Allahü teâlânýn ismini zikre devâm etmektir. O kimsenin düþüncesinin yemek, içmek olmasý ona yakýþmaz." buyurdular.
Ynt: Yemek By: armi Date: 01 Þubat 2010, 12:40:18
Velî ve Hanbelî mezhebî fýkýh âlimi Muhammed Kudâme (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hakkýnda Muhammed bin Ebî Bekr bin Amr þöyle anlatmýþtýr: Bir defâsýnda, beni yanýna çaðýrdý. Rahatsýzlýðýmdan perhiz yapýyordum. Beni yemeðe baþlattý ve bir kimse yemekten önce; Þe- hidallahü ennehü lâ ilâhe illâhü (Âl-i Ýmrân: 18) âyet-i kerîmesini ve Kureyþ sûresini okursa ve sonra yerse, o yemek ona zarar vermez. buyurdu.
Aklî ve naklî ilimlerde derin âlim, tasavvuf ehli ve velî Muhammed Kudsî Bozkýrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini imtihân için, yemekleri helâlden olmayan bir ziyâfete çaðýrdýlar. Yemekleri görünce, Allahü teâlânýn izniyle helâlden olmadýklarýný anladý. Ev sâhibinden özür dileyip, yemeklerden yemedi. Ev sâhibi, onun büyüklüðünü anlayýp, tövbe etti. Hâlis talebesi oldu.
Mýsýr´da yetiþen büyük velîlerden Muhammed Þâzilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebelere, toprak kab içerisinde az yemek verdiðinden, bir yaþlý kadýn Muhammed Þâzilî´ye kýzdý. Onu inkâr ederek; "Yemeðin azlýðý, onun velî olmadýðýný gösterir." dedi. Sonra gitti. Ýçinde kuzu ve ördek eti bulunan yemek yaptý, dergâha getirdi. Muhammed Þâzilî, Yûsuf Kutû- rî hazretlerine; "Ye!" buyurdu. Yemeðin hepsini tek baþýna yedi ve yine açlýktan þikâyet etti. Kadýn onu evine götürdü. Orada yediðinden daha fazla yemek yediði hâlde, yine þikayet ediyordu. Muhammed Þâzilî, ka- dýna buyurdu ki: "Bereket, çokluðunda deðil, evliyânýn yemeklerindedir." Bunun üzerine kadýn istigfâr etti ve tövbekâr oldu.
Yûsuf isimli bir þahýs, büyük velîlerden Muhammed Þâzilî hazretleri- ni sýk sýk ziyârete gelirdi. "Yemekte sofraya çok az ekmek konuyor, kar- ným doymuyor." derdi. Bir defâsýnda ziyâretine gelirken, iki de ekmek a- lýp, bunlarý koynuna saklamýþtý. Her zaman olduðu gibi, yine sofra kurul- du. Yine her zamanki kadar ekmek ve yemek kondu. Fakat o zât, ne ka- dar yediyse ekmeði bir türlü bitiremedi. Bitmediði gibi, hiç de eksilmedi. Muhammed Þâzilî hazretleri kendisine; "Ýyi ye sofradan aç kalkma ki, iki ekmeðe ihtiyâcýn kalmasýn." buyurdu. O kimse çok mahcub oldu. Ek- mekleri çýkarýp sofraya býraktý. Tövbe istigfâr etti.
Muhaddis, zâhid, âbid, ârif-i kâmil ve Tâbiînin büyük âlimlerinden Muhammed bin Vâsi hazretleri, Hasan-ý Basrî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hazretlerini çok severdi. Onun evine gider, Nûr sûresindeki; ?Sâdýk dostlarýnýzýn evlerinde yemenizde size bir günah yoktur.? meâlindeki â- yet-i kerîmesine uygun hareket ederdi. Hasan-ý Basrî de Muhammed bin Vâsi?nin bu hâline çok sevinirdi, dostlarýnýn evinde serbest hareket etme- sinden memnun olurdu.
Tâbiîn devrinin yüksek âlimlerinden ve velîlerin büyüklerinden Ýmâm Mûsâ Kâzým (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri Hadîs-i þerîf ilminde sika, güvenilir bir râvidir. Büyük bir hadîs imâmýdýr. Oðullarý Ali Rýzâ ve Ýbrâhim, Ýsmâil, Hüseyin ile kardeþleri Ali ve Muhammed, ondan hadîs-i þerîf rivâyet etmiþlerdir. Resûlullah´a kadar varan bir rivâyet ile bildirdiði bir hadîs-i þerîfte buyruldu ki: "Yemekten önce el yýkamak, fakirliði yok eder. Yemekten sonra yýkamak da, üzüntüyü giderir..."
Tabiînden hadîs ve fýkýh âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahme- tullahi teâlâ aleyh) hazretleri çok az yer ve þehvetlerden kaçýnýrdý. Herkese de böyle yapmasýný buyururdu. Hatta kendisi hiçbir þey yemiyor denecek kadar az yerdi. ?Þehvetlerini ve yeme içmeyi terkeden kimse kerâmet sahibi olur? buyurmuþlardýr. Her iþinde orta yolda idi. ?Ýþlerin en hayýrlýsý vasat (orta) yolda olmaktýr.? buyurmuþtur.
Hindistan´da yetiþen evliyâdan ve Çeþtiyye yolunun büyüklerinden Nizâmeddîn Evliyâ (rahmetullahi teâlâ aleyh) genelde bir parça arpa ekmeði ile, biraz sebze çorbasý yerlerdi. Bâzan çok mikdarda pirinç pilavý da alýrlardý. Yemeklerini hazýr olanlarla birlikte yerler, kendileri çok az yemelerine raðmen, âdâb-ý muâþerete riâyet ve diðerlerine refâkat etmek için, yemeye devâm ediyormuþ gibi görünürlerdi. Böylece, sofrada bulunanlar yemeðe devâm ederlerdi. Yemek yerken, sýk sýk fakirlerin hâlini düþünür ve onlarýn durumuna aðlamaya baþlardý. Onun mutfaðýnda, fakir, zengin, herkes için lezzetli yemeklerin her çeþidi hazýrlanýrdý. Fakat kendisi aslâ bunlardan yemezdi. Akþam namazýndan sonra talebelerinden bâzýlarý, her gün ona çeþitli yiyecekler gönderirlerdi. Fakat Nizâmed- dîn Evliyâ, bunlarýn hepsini fakirlere daðýttýrýrdý. Nizâmeddîn Evliyâ´nýn hayýrseverliði çok ve mükemmeldi. Bu da hocasýnýn duâsý bereketiyle idi. Hocasý Ferîdeddîn-i Genc-i Þeker, bir gün Nizâmeddîn Evliyâ´ya þöyle duâ etmiþti: "Ey Nizâmeddîn! Bugün sevdiðimiz sebze yemeðini çok güzel piþirmiþsin. Tuzu da uygun olmuþ. Alla- hü teâlâ, dergâhýnda çok tuz harcamaya seni muvaffak kýlsýn." Allahü teâlânýn ihsânýyla ve bu duânýn bereketiyle, tenceresi devâmlý kaynadý ve binlerce fakir, hergün onun mutfaðýndan yemek yedi. Kendisine gelen bütün hediyeleri, hergün güneþ batmadan önce muhakkak fakirlere daðýtýrdý. Cuma namazýna gitmeden önce, Nizâmeddîn Evliyâ, dergâhýn ve mutfaðýn her köþesine, hiç bir þeyin kalmadýðý ve hepsinin sadaka olarak verildiðinden emin olmak için bakardý. Yolcular, misâfirler ve onun dergâhýna gelen her çeþit insan, tam bir misâfirperverlikle karþýlanýr ve ihtiyaçlarý giderilirdi.
Evliyânýn büyüklerinden Nûr Muhammed Bedâyûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdu ki:
YEMEKTE ZULMET VAR
Hindistan?ýn Bedâyûn, þehrinde doðan bu zât,
Yine bu memlekette; Delhi de etti vefât.
Seyfeddîn Fârûkî?nin, bulunup sohbetinde,
Bir Kâmil-i mükemmil, oldu nihâyetinde.
Ýnsanlar her taraftan, feyiz ve nûr almaða,
Artýk onun yanýnda, baþladý toplanmaða.
Teveccüh etse idi, talebeye bir kere,
Hemen o talebenin, baþlardý kalbi zikre.
Helâlinden alýrdý, ekmeðinin ununu,
Ve kendi yoðururdu, eliyle hamurunu.
Dînin emirlerine, eylerdi tam riâyet,
Haramdan kaçýnmaða, ederdi hayli gayret.
Devamlý okuyarak, Resûl?ün hayatýný,
Ona göre yapardý, her iþ ve tâatýný.
Helâya, sað ayakla, girmiþti bir gün sehven,
Tasavvufî hâlleri, baðlandý bu sebepten.
Üç gün tövbe ederek, yalvarýnca Rabbine,
Önceki hâllerine, kavuþtu aynen yine.
Dünya düþkünleriyle, görüþmezdi kat?iyyen,
Her gün yiyeceðini, seçerdi helâlinden
O kadar çok ibâdet, etmiþti ki hayatta,
Çok ayakta durmakdan, büküldü beli hattâ.
Buyurdu: ?Otuz yýldýr, her hangi bir yemeði,
Geçirmedim kalbimden, piþittirip yimeði.
Ne zaman yiyeceðe, gerek duysaydým bilfarz,
Yanýmda ne bulduysam, o þeyden yerdim biraz.?
Bir günde, bir defa ve helâl yerdi muhakkak,
Bir yemek þüpheliyse, dururdu ondan uzak.
Yemek ikrâm etmiþti, kendisine bir zengin,
Bir bahâne söyleyip, yemedi ondan lâkin.
O dedi ki: ?Efendim, helâldi yemeðimiz,
Çok üzüldüm, acaba, ne için yemediniz??
Yakýn talebesine, buyurdu ki o hemen,
?Yemekte zulmet vardý, yemedim bu sebepten.?
Onlar araþtýrdýlar, gizlice bunu derhâl,
Gördüler ki yemeðin, malzemesi hep helâl.
Sonra anladýlar ki, o kimsenin niyyeti,
Hâlis deðil, mâlesef, gösteriþmiþ meðer ki.
Dünyaya düþkün biri, bu zâttan emâneten,
Bir kitap isteseydi, verirdi onu hemen.
Lâkin geri gelince, iki-üç gün müddetle,
Alýp da okumazdý, onu umûmiyetle.
Sohbet?in tesîriyle, kitaptaki o zulmet,
Daðýlýnca alýr ve okurdu en nihâyet.
En büyük talebesi, Mazhar-ý Cân-ý Cânân,
Ondan bahsettiðinde, aðlardý çoðu zaman
Derdi ki: ?Seyyid Nûr?a, siz yetiþemediniz,
Eðer ona yetiþip, bir defâ görseydiniz,
Derdiniz ki: ?Ne kudret sâhibidir ki Allah,
Böyle bir mübârek zât, yaratmýþ, sübhânallah.?
Herkesin baþ gözüyle, göremediklerini,
O, kalb gözüyle görür, anlardý herbirini.
Talebesinden biri, yabancý bir kadýna,
Bakýp da geldiðinde, hocasýnýn yanýna,
Buyurdu: ?Sende zinâ, zulmeti görüyorum,
Yabancý kadýnlara, bir daha bakma yavrum.?
Tâbiînden ve haným velîlerin büyüklerinden Râbia-i Adviyye (rah- metullahi teâlâ aleyhâ) hazretlerini, iki kiþi bir gün ziyârete geldiler. Ýkisi de açtý. "Yemeði helâldir" diye içlerinden yemek yimek geçti. O anda kapýya biri gelerek, Allah rýzâsý için bir þeyler istedi. Râbia hazretleri evdeki iki ekmeðini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kiþi kucaðýnda bir yýðýn ekmekle geldi. Râbia hazretleri ekmekleri saydý. On sekiz ekmek vardý. Dedi ki: "Ekmekler yirmi olsa gerektir." Ekmeði getiren, ikisini saklamýþtý. Çýkarýp iki ekmeði de verdi. Oradakiler hayretle sordular. "Bu ne sýrdýr? Biz senin ekmeðini yemeye gelmiþtik. Önümüze koyacaðýn ekmekleri kapýya gelene verdin. Ardýndan ekmek geldi. Eksik olduðunu söyledin." Cevâbýnda þöyle buyurdu: "Siz ikiniz gelince karnýnýzýn aç olduðunu anladým. Önünüze koyacaðým o iki ekmeði kapýya gelene verdim. Allahü teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnýný doyuramayacaðýný, bunun için bir yerine on vermesini istedim. Çünkü Allahü teâlâ Kur´ân-ý kerîmde (En´âm sûresi 160. ayet-i kerîmesinde) bire on vereceðini bildiriyor. Ben O´nun bu vâdine güvendim. Ýki ekmek yerine yirmi ekmek geleceðini bildiðim için de ekmeklerin noksan olduðunu söyledim."
Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Kýyâmet günü, az yemenin mükâfâtýný hiçbir amel karþýlayamaz."
Bir gün Sehl-i Tüsteri´ye "Günde bir defâ yemeðe ne dersin?" diye sorduklarýnda; "Bu sýddîklarýn yeme tarzýdýr." dedi. "Ýki öðün yemeðe ne dersin?" dediklerinde; "Bu müminin yeme tarzýdýr." dedi. "Üç defâ yeme- ðe ne dersin? dediklerinde, cevâbý biraz aðýr oldu.
Hindistan´da yetiþen büyük âlim ve velîlerden Senâullah-i Sebnehlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir defâsýnda, dünyâya düþkün olan devlet adamlarýndan birinin yemeðini yemiþtim. Kalbim ve rûhum sýkýldý. Mâneviyâtým bulandý. Ne kadar tövbe istigfâr ettiysem, eski iyi ve huzurlu hâlime gelemedim. Gerçi doðru yoldan hiç ayrýlmadým ama, mânevî lezzetimi kaybettim. Demek ki yediðim o yemek þüpheli imiþ."
Büyük velîlerden Süfyân-ý Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Yemeklerini toplu olarak bir sofrada yiyen ev halkýna meleklerin duâ ettiðini duydum. Bunlara Allahü teâlâ rahmet eder."
Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden olan Þâfi mezhebinin kurucusu ve evliyânýn büyüklerinden Ýmâm-ý Þâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) az yer, az uyurdu. "On altý senedir, doyasýya yemek yemedim." buyurdu. Sebebi sorulunca "Çok yemek bedene aðýrlýk verir, kalbi zayýflatýr, anlayýþý, idrâki azaltýr, çok uyku getirir ve böylece insaný ibâdetten alýkor. Kulluðun baþý az yemektir." buyurmuþtu.
Hindistan´da Bedâyûn þehrinde yetiþen evliyânýn büyüklerinden Þeyh Þâhî Mûytâb (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün talebeleri ile birlikte bir yere gittiler. Gittikleri yerde talebeler, yemek olarak pirinç ve süt piþirdiler. Yemek hazýrlanýp önüne getirildiði zaman Hâce Þâhî yemeðe nazar etti (baktý) ve; "Bu yemekte hýyânet kokusu vardýr, biz bundan yiyemeyiz" buyurdu. Talebelerin hepsi hayret edip; "Bizden hiç birimiz hýyânet etmemiþtir." dediler. Pirinç ve sütü piþiren iki kiþi hazret-i Hâce´nin huzûruna geldiler, dediler ki: "Efendim! Sütü piþirirken süt köpürmüþtü, taþacaktý. Mecbûr kalýp, taþmamasý için sütten bir miktar alýp içtik, þimdi ise bu kabahatimize piþmân olduk. Özür dileriz." Hâce Þâhî, "Yemek, dostlarýmýzýn (talebelerimizin) önüne gelmeden, o yemekten yiyen hýyânet etmiþ olur. Fakat, mâdem ki siz özür diliyorsunuz, piþmân oluyorsunuz, öyleyse affettim." buyurdu.
Kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen büyük âlim ve velîlerin on sekizincisi Ubeydullah-ý Ahrâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Muhammed aleyhisselâmýn ümmetinden "Mesh" yâni sûretinin deðiþtirilmesi, hayvan sûretine döndürülmesi kaldýrýlmýþtýr. Fakat bâtýndan, mânen sûretin deðiþmesi kaldýrýlmamýþtýr. Bâtýndan sûretin hayvan sûretine çevrilmiþ olmanýn alâmeti, büyük günah iþleyen kimsenin bu günahlarý iþlemekten, bâtýnýn, kalbinin elem duymamasý, iþlediði haramlar sebebiyle müteessir olmamasý, fýsk ve isyân olan iþlerde ýsrâr etmesidir. Bu öyle bir dereceye ulaþýr ve iþlediði büyük günahlardan dolayý kalbi o kadar kararýr ki, artýk tenbih ve nasîhat da yapýlsa gafletten uyanmaz."
Mevlânâ Gilân Ziyâretgâhî hazretlerinin oðlu Mevlânâ Burhâneddîn Muhammed þöyle anlatmýþtýr: "Ubeydullah-ý Ahrâr hazretleri, Þeyh Þâhi- n´in evinden çýktýðý sýrada, büyük biraderlerim Mevlânâ Abdürrahmân ve Mevlânâ Ebü´l-Mekârim önüne geçip, herbiri evine dâvet etti. Teþrif et- mesi için istirhâm ettiler. Hâce Ubeydullah-ý Ahrâr bana; "Sen niçin dâvet etmezsin?" buyurdu. "Bu arzu, gönlümde haddinden fazladýr. Fakat aða- beylerimin yanýnda küstahlýk etmedim" dedim. Bana, iki batman un ile çorba piþirmemi söyledi. "Bundan fazla bir þey yapma!" buyurdu. Emrini yerine getirdim. Köyün âlimleri, sâlihleri ve fakirleri, Hâce Ubeydullah-ý Ahrâr hazretlerinin teþrifini duyar duymaz, grup grup evime gelmeye baþladý. Ýki büyük sofa, gelenlerle doldu. Ýki sofa arasýndaki mâbeyn de doldu. Yine gelenleri almadý. Bir kýsmý da, dam saçaðýnýn altýna ve evin dýþýna oturdu. Ben bu kalabalýðý görünce, hatýrýmdan; "Bu kadar kimse geldi" diye geçti. Hâce Ubeydullah hazretleri bana tekrar; "Ýki batman undan baþka bir þey piþirme!" buyurdu. Bir türlü, biraz daha piþireyim di- yemedim. Son derece telâþlanýp, tereddüdde kaldým. Bu hâlde iken, Ubeydullah-ý Ahrâr hazretleri baþýný kaldýrýp; "Söyleyeceðimi söyledim. Söylediðim gibi yap, fazla piþirme!" buyurdu. Bu emri üzerine, çorba piþi- rip, büyük bir kaba doldurdum. O kabdan da, kâselere ve tabaklara dol- durarak, iki sofada ve mâbeynde oturan misâfirlere daðýttým. Komþu- lardan emânet tabak toplatýp, onlarla da dýþarýdaki topluluða çorba da- ðýttým. Herkese yetip, arttý. Emânet aldýðým tabaklara da doldurup, sâ- hiblerine gönderdim. Orada bulunanlar da, Ubeydullah-ý Ahrâr hazretle- rinin kerâmetiyle yemeðin herkese yetip arttýðýný görerek, hayret ettiler. Böylece onu daha çok sevip, baðlýlýklarý arttý."
Büyük velîlerden Utbet-ül-Gulâm (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatýr: "Ca- ným et istediði halde yedi sene almadým. Fakat sonunda bir mikdar alýp, piþirdim. Sonra yetim bir çocuða rastladým. Elimdeki eti ona verdim." Bu manzarayý görenler, Utbet-ül-Gulâm´ýn "Yoksullarý, öksüzleri, e- sirleri severek yedirirler." (Ýnsan sûresi:76) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyup, ondan sonra et yediðini görmedik dediler.
Müslim Abâdânî anlatýr: Sâlih el-Mürrî, Utbet-ül-Gulâm, Abdülvâhid bin Zeyd ve Müslim el-Esvârî bize gelip, deniz kenarýna indiler. Kendilerini bir ak- þam yemeðe dâvet ettim. Herkes sofraya oturmuþtu. Bu sý- rada görünmeyen birisi: "Ebedî ve nîmetler yurdu olan Cennet´ten, dün- yânýn geçici zevkleri, nefsin arzu ve istekleri seni alýkor." diye konuþ- muþtu. Utbet-ül-Gulâm bunu duyunca düþüp bayýldý. Yemekte bulunan- lar bir þey yemeden kalktýlar.
Rebâh el-Kaysî anlatýr: Utbet-ül-Gulâm ile berâberdik. Kendisine bir mikdâr hurma almýþtý. Akþam vakti sýralarýnda, rüzgâr esmeye baþladý. Bunun üzerine Utbet-ül-Gulâm; "Yâ Rabbi! Caným istediði halde bir seneden beri hurma almamýþtým. Fakat hurma yeme isteði bana gâlip gel- di. Yemek için aldým." dedikten sonra, aldýðý hurmalarý yemeyip, tekrar fakirlere daðýttý.
Ýstanbul´daki meþhûr velîlerden Vefâ Konevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine bir bahar günü, mevsim güzel, hava çok hoþ. Allah´ýn rahmet eserlerini görmeniz için dýþarý çýkmanýzý istirhâm ederiz dediklerinde; "Bugün müsâade edin. Akþam, her zaman yediðimden bir lokma daha fazla yiyeyim de, dýþarý çýkacak kuvvetim olsun." buyurdu.
Tâbiîn devrinde yetiþen büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Yakýnlarýndan birisine þunlarý tavsiye etti: "Yemeðe besmele (Bismillâhirrahmânirrahîm) ile baþla. Sonunda Allahü teâlâya, verdiði nîmetinden dolayý hamdet (Elhamdülillah, de)."
Mýsýrda yetiþen büyük velîlerden Zünnûn-i Mýsrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) az yemek yemeyi tavsiye ederdi. Bu sebeple; Ben hiçbir zaman mîdemi doyurmadým. Çünkü ne zaman mîdemi dolduracak olsam, ya günaha düþerim veya günah iþleme arzusuna kapýlýrým.buyurdu.
radyobeyan