Sevgi gadab By: armi Date: 01 Þubat 2010, 03:55:46
Sevgi-Gadab
Ýskenderiye´de yetiþen büyük velîlerden Dâvûd-i Ýskenderî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimse birini severse, onun bu sevgisi, bu sevgiye kavuþmasýna sebeb olaný da sevmeyi gerektirir."Evliyânýn büyüklerinden Ebû Ali Rodbârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde " Sevgi, kendini büsbütün sevgiliye hîbe ettiðin için sana senden hiçbir þeyin kalmamasýdýr." buyurdular.
Tâbiînin meþhurlarýndan ve büyük velî, fýkýh âlimi Ebû Ýdrîs Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün Muaz bin Cebel ?radýyallahü anh? hazretleri´ne; "Ben seni Allah için seviyorum." dedi. Muaz bin Cebel de ona; "Müjdelerim. Müjdelerim. Resûlullah´tan duydum. O; "Ýnsanlardan bir topluluk için, kýyâmet günü Arþ´ýn etrâfýnda kürsüler vardýr. Onlarýn ise, yüzleri dolunay gecesindeki ay gibidir. Ýnsanlar korku içindedirler. Fakat onlar korkmazlar. Onlar; Allahü teâlânýn kendilerine korku vermediði velî kullarýdýr. Onlar mahzûn olmazlar." buyurdu. Peygamber efendimize; "Onlar kimlerdir, yâ Resûlallah?" diye sorulduðunda; "Allahü teâlâ için birbirini sevenler." buyurdu." diye müjde verdi.
Evliyânýn büyüklerinden Fudayl bin Ýyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün küçük çocuðunu kucaðýna aldý, okþayýp baðrýna bastý. Çocuk; "Babacýðým beni seviyor musun?" dedi. Fudayl hazretleri; "Evet." dedi. Çocuk; "Peki Allahü teâlayý seviyor musun?" dedi. Hazret-i Fudayl; Tâbiî seviyorum." dedi. Çocuk; "Peki kaç tane kalbin var?" dedi. Fudayl; "Bir tane." deyince, çocuk; "Ey babacýðým! Bir kalbe iki sevgiyi nasýl sýðdýrabiliyorsun?" dedi. Hazret-i Fudayl, küçük çocuðunun bu derin mânâlý sözleri, kendi kendine söylemediðini, Allahü teâlânýn söylettiðini anlayarak yavrusunu kucaðýndan býrakarak eliyle baþýný dövmeye baþladý ve bundan sonra her an Allahü teâlâ ile meþgûl olacaðýna söz verdi. Oðluna da; "Ey oðlum! Sen ne güzel vâizsin." deyip baðrýna bastý ve; "Seni hakîki sevgilinin izni ve emri ile seviyordum." buyurdu.
Fudayl bin Ýyâd hazretleri buyurdular ki: "Yüce Allah´ý seviyor musun?" diye sana sorsalar, sükût et. Zîrâ eðer, hayýr, dersen kâfir olursun. Evet, dersen, hareketlerin O´nu sevenlerin hareketlerine benzememektedir. Onun için sahtekâr olursun."
Hindistan´da yetiþen büyük velîlerden Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Dehlî´den, Ecmîr´de bulunan hocasý Hâce Muînüddîn´e, ayrýlýk ateþine dayanamadýðýný, huzûruna varýp elini öpmek, mübârek huzûrlarý ile þereflenmek için müsâade istediðini bildiren bir mektup yazdý. Talebesini çok seven Hace Muînüddîn de, o günlerde Dehlî´ye doðru yola çýkmýþtý. Onun geldiðini haber alan Sultan ve ahâli, kendisini karþýlamak ve evlerine buyur etmek için þehrin dýþýna kadar çýktýlar. Necmeddîn-i Sugrâ ise, Hâce Muînüddîn´in geliþi ile hiç alâkadar olmamýþtý. Buna raðmen Hâce Muînüddîn, þehre geldikten sonra, Necmeddîn-i Sugrâ´yý evinde ziyâret etti. Sohbet esnâsýnda, Nec- meddîn, kendisinin Þeyhülislâmlýk makâmýnda bulunduðu hâlde, her- kesin Hâce Kutbüddîn´e raðbet ettiðinden, kendisinin îtibârýnýn kalmadý- ðýndan yakýnarak bâzý þeyler söyledi. Hâce Muînüddîn bu kimsenin hâline ve mânâsýz düþmanlýðýna üzülerek, tatsýzlýðýn ortadan kaldýrýlmasý için, talebesi Kutbüddîn´in Dehlî´den ayrýlarak kendisiyle berâber Ecmîr´e gelmesini emretti. Bunu haber alan Sultan ve ahâli þaþkýna döndüler. Çok üzüldüler. Nihâyet, Hâce Kutbüddîn hocasý ile berâber Ecmîr´e git- mek üzere yola çýktý. Fakat Sultan ve ahâli, Hâce Kutbüddîn´i çok sevdik- lerinden bu ayrýlýðý bir türlü kabûl edemiyorlardý. Hepsi yollara döküldü- ler. Feryâd ü figân ediyorlar, aðlâyýp sýzlayarak Hâce Muînüddîn´e, Hâce Kutbüddîn´i götürmemesini, Dehlî´de býrakmasýný isteyerek yalvarýyorlar- dý. Hâce Muînüddîn de ahâlinin Kutbüddîn-i Bahtiyâr´a olan muhabbetini anlayarak ve ýsrârlarýna dayanamayarak, Hâce Kutbüddîn´e burada kala- bileceðini söyledi ve; "Seni buradan alýp götürmekle, bu kadar çok insa- nýn üzülmelerini, gönüllerinin yaralanmasýný istemiyorum. Onlarý kendi- me tercih ediyorum. Kendim, senin ayrýlýðýna tahammül etmeye çalýþa- caðým. Sen burada kal! Ýnsanlara Muhammed aleyhisselâmýn doðru yolunu anlatarak, onlarýn ebedî felâkete gitmelerine mâni ol! Allahü teâlâ yardýmcýn olsun." buyurdu. Her ikisi de göz yaþlarý içinde ayrýldýlar. Biraz önce ayrýlýk gözyaþlarý döken Sultan ve ahâli, þimdi sevinçlerinden aðlý- yorlardý. Bu hâdise, onlarýn Kutbüddîn hazretlerini daha çok sevmele- rine, kendisine daha çok baðlanmalarýna vesîle oldu.
Medîne-i münevverede yaþayan âlim ve velîlerden Ýmâm-ý Mâlik bin Enes (rahmetullahi teâlâ aleyh) müslümanlar arasýnda Allahü teâlânýn rýzâsýna uygun sevgi ve muhabbetin bulunmasýnýn gerektiðini bildirerek; "Müsâfeha ediniz, aranýzdaki kin gider. Birbirinize hediye veriniz ki, seviþirsiniz ve aranýzdaki düþmanlýk gider." hadîs-i þerîfini naklederdi.
Ýmâm-ý Mâlik bin Enes hazretlerinin Peygamber efendimize karþý o- lan sevgi, saygý ve edebi sýnýrsýzdý. Resûlullah efendimizin ismi anýldýðý zaman, rengi deðiþir, yüzü sararýrdý. Bu durum orada bulunanlara aðýr gelirdi. Bir gün ona bu husûs söylenince, buyurdu ki: "Eðer siz benim gördüðümü görseydiniz, bu hâlimi hoþ karþýlardýnýz. Ben, Muhammed bin Münkedir´i gördüm. O hâfýzlarýn efendisi idi. Ona ne zaman bir hadîs-i þerîf sorulsa aðlamaya baþlardý. Câfer bin Muhammed, güler yüzlü bir zâttý. Yanýnda Resûlullah anýldýðý zaman yüzü sararýrdý. O, Resûlullah´- tan bahsettiði zaman mutlaka abdestli olurdu."
Büyük velîlerden Mansûr el-Betâihî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri hakkýnda Ahmed Rýfâî hazretleri þöyle anlatýr: "Dayým Mansûr´dan iþittim. Buyurdu ki: "Seven dâimâ kendinde deðildir. Bu kendinden geç- me hâlinden çýkamaz. Çýkarsa hayret hâline girer. Hayretten kurtulursa, sarhoþluða (kendinden geçmeye) döner."
Tâbiînden, meþhûr hadîs hâfýzlarýndan ve velî Mekhûl eþ-Þâmî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Sâlih bir zâtý seven, dolayýsýyla, Allahü teâlâyý sevmiþ olur. Ýlim öðrenmeye giden kimse, dönünceye kadar, Cennet yolunda sayýlýr.?
Evliyânýn büyüklerinden Sadreddîn Hayâvî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) anlatýr: "Ýzzeddîn Türkmânî´yi öyle bir hâl kapladý ki, heybetine tahammül edemeyip, feryâd ettim. O zaman yanýma geldi ve; "Sadreddîn bu ne hâl? Bizim buraya geliþimiz senin içindir." buyurdu. Sonra sâkinleþtim. Gönülden ona sevgi baðý ile baðlandýðýmý anladým."
Hindistan evliyâsýnýn büyüklerinden Sâlih Gülâbî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine, hocasý Ýmâm-ý Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yazdýklarý bir mektub:
"Allahü teâlâya hamd olsun. O´nun seçtiði kullarýna selâm olsun!
Kýymetli kardeþim Mevlânâ Muhammed Sâlih! Biliniz ki, sevilen þey, sevenin gözünde, hattâ aslýnda, her zaman ve her hâlinde sevgilidir. Ýncitirse de sevilir. Ýyilik ederse de sevilir. Sevmek nîmeti ile þereflenenlerin, sevmenin tadýný alanlarýn çoðu, sevgilinin iyiliklerine kavuþunca, sevgileri artar. Yahut incitmesinde de, iyiliðinde de, sevgileri deðiþmez. Hâlbuki, sevenler içinde pek azý vardýr ki, sevgilinin incitmesi, sevgilerini arttýrýr. Bu en kýymetli nîmete kavuþmak için, sevgiliye hüsn-i zan etmek lâzýmdýr. Hattâ, sevgili, býçaðýný, sevenin boðazýna dayasa ve her uzvunu parça parça etse, seven bunun kendi için hayýrlý olduðunu bilmeli, bunu büyük iyilik ve saâdet görmelidir. Ýþte, böyle hüsn-i zan ele geçerse, sevgilinin hiçbir hareketi çirkin gelmez ve "Muhabbet-i zâtiyye" ile þereflenir. Arada hiçbir sýfat, hiçbir nisbet, hiçbir îtibâr olmaksýzýn, yalnýz zât-ý ilâhiyyeyi sevmek, Habîb-i Rabbil´âlemîne mahsustur. Böyle sevmekle þereflenenlere, sevgilinin verdiði elemler, iyiliklerinden daha çok lezzet verir ve ferahlandýrýr. Sanýyorum ki, bu makam, Rýzâ makâmýndan daha üstündür. Çünkü Rýzâ makâmýnda olan, sevgilinin yaptýðý elemi çirkin görmez. Bu makamda ise, elemden lezzet almaktadýr. Mahbûbun cefâsý arttýkça, sevenin ferâhý ve sevinci artmaktadýr. Bu ikisi birbirine benzer mi? Sevgili, sevenin gözünde, belki aslýnda, her zaman her halde sevgili olduðu için sevenin gözünde, belki aslýnda mahbûb olur. Her zaman ve her hareketinde medhedilir, hamdolunur. Seven, onun elemini de, nîmetini de, hep medheder. Bunun için, sâdýk âþýklarýn; "Elhamdü- lillahi Rabbil´âlemîn alâ küll-i hâl" demeleri doðru olur. Sýkýntýlý ve neþ´eli zamanlarýnda hep hamd eden, hâmidlerden olur. Hamd etmenin þükret- mekten daha kýymetli olmasýnýn sebebi belki budur. Çünkü þükretmekte, sevgilinin nîmetleri göz önündedir ki, sýfatlarýndan, hattâ iþlerinden meydana gelmektedir. Hamd ederken ise, sevgilinin hüsn-i cemâli, yâni kendisi göz önündedir. Yâni zâtý da, sýfatlarý da, iþleri de, nîmetleri de elem vermesi de, hep sevilmekte, metholunmaktadýr. Çünkü, Allahü teâlânýn verdiði elemler, nîmetleri gibi güzeldir. Görülüyor ki hamd, senâ etmenin, övmenin en üstün þeklidir ve hüsn-i cemâli, en toplu olarak göstermektedir. Sevinç hâlinde de, sýkýntý hâlinde de hamd edilmektedir. Þükür ise, nîmet zamanlarýnda olup, devamlý deðildir. Nîmet kalmayýnca, ihsân bitince, þükür de kalmaz.
Suâl: Bâzý mektuplarda, rýzâ derecesinin, sevmekten ve sevgi derecesinden üstün olduðunu bildirmiþtiniz. Þimdi ise, sevmek makâmýnýn rýzâ derecesinden üstün olduðunu söylüyorsunuz. Bu iki söz arasýný bulmak nasýl olur?
Cevap: Þimdi bildirdiðimiz muhabbet makâmý, o mektuplarda yazmýþ olduðumuz muhabbet makâmýndan baþkadýr. O sevgide, az da olsa, çok da olsa, baþka baðlýlýklar ve görüþler de vardýr. O sevgiye de her ne kadar muhabbet-i zâtiyye diyorlar ve yalnýz kendisini sevmekdir biliyorlar ise de, yalnýz zâta, kendine sevgi deðildir. Çünkü, o sevgi makâmýnda bulunan baðlýlýklardan baþka þeyler de görmekten kurtulamýyor. Bu makamda ise, hiçbir baðlýlýk, hiçbir baþka görüþ yoktur. Bâzý mektuplarda, rýzâ makâmýnýn üstünde, ancak, Peygamberlerin sonuncusuna yol vardýr. Baþka kimse buradan ileri geçemez demiþtik. Her þeyin doðrusunu, özünü, Allahü teâlâ bilir.
Þunu bilmelidir ki, herhangi bir þeyin, zâhire (nefse, bedene) çirkin gelmesi, bâtýnýnýn, kalbin beðenmemesi demek olmaz. Görünüþte acý olmasý, hakîkatte tatlý olmasýna mâni olmaz. Çünkü, olgun bir ârifin þeklini, görünüþünü, herkes gibi býrakmýþlardýr. Ýnsanlýk sýfatlarýný, ondan almamýþlardýr. Böylece, onun kemâlini, baþkalarýnýn gözünden örtmüþlerdir. Dünyânýn, tecrübe, imtihan yeri olmasýný saðlamýþlardýr. Doðru yolda olan ile, yoldan çýkan, birbirine karýþmakta, benzemektedir. Kâmil olan ârifin, görünüþü ve þekli yanýnda, içi ve özü týpký bir insanýn, üzerindeki elbisesine baðlýlýðý gibidir. Ýnsanýn kýymeti yanýnda, elbisenin ne kýymeti vardýr? Onun sûretinin, hakîkati yanýndaki kýymeti de böyledir. Câhiller, ârifin sûretini, dað gibi görür. Kendi hakîkatsiz, özsüz sûretleri, görünüþleri gibi sanýr. Bunun için, bu büyükleri inkâr eder, inanmazlar, bunlardan istifâde edemez, mahrûm kalýrlar. Allahü teâlâ, doðru yolda gidenlere ve Muhammed Mustafâ´nýn izine yapýþanlara selâmet versin! Âmîn." (Ýkinci cild, otuz üçüncü mektup)
Hindistan´ýn büyük velîlerinden Seyfeddîn-i Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Allah adamlarýný ve evliyâyý sevmenin önemiyle ilgili olarak da buyurdular ki: "...Bu büyükleri sevme saâdetiyle, hiçbir üstünlük ölçülemez. Bu büyüklere muhabbet, bir kimsenin en üstün vasfý olmalýdýr. Bu sebeple sonsuz derecelere yükselmek ümîd edilir. Allah adamlarýný sevmenin insana kazandýracaðý üstünlükler ve dereceler, ifâde edilemez, kitaplara sýðdýrýlamaz. Vesselâm."
Osmanlý âlim ve velîlerinden Sýbgatullah Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Bir þey için olan hýrs ve gayret, ona olan sevginin netîcesidir."
"Müminin kabrinde yüzünün kýbleden çevrilmiþ görünmesi, dünyâ sevgisi üzerine ölmesindendir."
Büyük velîlerden Süfyân-ý Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin arkadaþlarý "Ey Süfyân! Güç ve tâkatýnýzýn üzerinde ibâdet ve nefsinizle mücâdele ediyorsunuz. Nefsinize biraz merhamet etseniz yine murâdýnýza erersiniz." dediler. Süfyân-ý Sevrî onlara; "Ey kardeþlerim! Âlimlerden duydum ki; "Kýyâmet günü Cennet ehli Cennet´e girip, makamlarýna vardýklarýnda bir nur görürler. Öyle ki o nur Cennet´in yedi katýný da aydýnlatýr. Bu durumda zannederler ki, bu nur Allahü teâlânýn cemâlinin nûrudur. Onun için secdeye kapanýrlar. Sonra Allahü teâlâ tarafýndan bir ses gelir; "Siz baþýnýzý secdeden kaldýrýn. Bu nur, Allahü teâ- lânýn cemâlinin nûru deðildir. Bir hûrinin, sâhibinin yüzüne karþý güldüðünde meydana gelen ve bu kadar yükselen nurdur." Bu hûrileri isteyenler kýnanmazlarsa, Rabbini istiyenler nasýl kýnanabilirler." buyurdular.
Büyük velîlerden Þâh Þücâ Kirmânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Evliyâyý sevmekten daha kýymetli ibâdet olamaz. Evliyâyý sevmek, Allahü teâlâyý sevmeðe yol açar. Allahü teâlâyý seveni Allahü teâlâ da sever.?
Þam´ýn büyük velîlerinden Ukayl el-Münbecî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün sefer hazýrlýðýný yapýp evinden çýktýðýnda, kendisini uðurlamak için bekleyen büyük bir topluluðu ve talebelerini gördü ve; "Bak senin için ayakta bekliyorlar." diye içinden geçirdi. Sonra da aðlamaya baþlayýp þu meâldeki þiiri söyledi: "Sizi sevmekte ben haddimi aþtým. Ýnandým ki, sizin sebebinizle ben merhamet olunurum. Büyükleri seven, seven kerîm olmasa bile, onlarý sevmek sebebi ile ikrâma kavuþur."
Hindistan evliyâsýnýn büyüklerinden Abdülazîz Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Allahü teâlâ, hayvanlarýn yaþamalarý, üremeleri için muhtaç olduklarý þeyleri her tarafta, bol bol yaratmýþ, bunlara kolayca kavuþmalarýný ve bulduklarýný kolayca kullanabilmelerini ihsân etmiþtir. Allahü teâlâ, insanlarda da þehvet ve gadab kuvvetlerini yaratmýþ ise de, insanlarýn muhtâc olduklarý þeylere kavuþmalarý, bulduklarýný kullanabilmeleri ve korktuklarýna karþý savunabilmeleri için, bu kolaylýðý ihsân etmemiþtir. Yalnýz, en lüzûmlu olan havayý her yerde yaratmýþ, ciðerlerine kadar kolayca girmesini insanlara da ihsân etmiþ, ikinci derecede lüzûmlu olan suyu, her yerde bulmalarýný ve kolayca içmelerini ihsân etmiþtir. Bu iki nîmetten daha az lüzumlu olan ihtiyaç maddelerini elde etmeleri ve elde ettiklerini kullanabilecekleri hâle çevirmeleri için, insanlarý çalýþmaya mecbûr kýlmýþtýr. Ýnsanlar çalýþmazlarsa, muhtaç olduklarý, gýdâ, elbise, mesken, silâh, ilaç gibi þeylere kavuþamazlar. Yaþamalarý, üremeleri çok güç olur. Bir insan, muhtaç olduðu bu çeþitli maddeleri yalnýz baþýna yapamayacaðý için, birlikte yaþamaya, iþ bölü- mü yapmaya mecbûr olmuþlardýr. Allahü teâlâ, merhamet ederek, seve seve çalýþabilmeleri, çalýþmaktan usanmamalarý için, insanlarda üçüncü bir kuvvet daha yarattý. Bu kuvvet, Nefs-i emmâre kuvvetidir. Bu kuvvet, þehvetlere kavuþmak ve gadab edilenlerle döðüþmek için insaný zorlar."
Tâbiînin meþhurlarýndan ve büyük velî, fýkýh âlimi Ebû Ýdrîs Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ: Ey Âdemoðlu! Kýzdýðýn zaman beni hatýrlarsan, gazablandýðým zaman ben de seni hatýrlar, helâk ettiðim kimselerle berâber seni helâk etmem." buyurdu.
Þam´ýn büyük velîlerinden Rislan Dýmeþkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) kýzmak ve öfkenin zararlarýný anlatýrdý. Bu hususta; "Hiddet (kýzgýnlýk), þerrin (kötülüklerin) anahtarýdýr. Gadab (kýzgýnlýk), seni öyle bir hâle sokar ki, artýk orada özür zelîldir, geçmez."
Yine; "Gadabýn (öfkenin) sebebi, kendinden üstün birinin, hoþlanmadýðý bir þekilde hücûm etmesidir. Öfke, insanýn içinden dýþýna doðru çýkar. Hüzün ise, dýþýndan içine doðru iþler. Öfkeden güç ve intikam hýrsý, hüzünden ise dert ve hastalýk doðar." buyurdu.
Kendisine eziyet edenleri affeder, baþkalarýna da böyle davranmayý tenbih ederdi. Bu hususta; "Eðer kendinde, sana düþman olan kimseyi yenmeye bir güç bulursan; bulduðun bu güce, kuvvete þükür olarak onu affet."
"Kerim olan kimse, eziyetlere dayanýr, belâlardan þikâyetçi olmaz."
Büyük velîlerden Yahyâ bin Muâz-ý Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
Hazretleri;
HAKÎKÎ SEVGÝ NASILDIR?
Yahyâ bin Muâz ki, evliyânýn büyüðü,
Verâ ile takvâda, vardý çok üstünlüðü.
Meþhurdu insanlara, vâz ile nasîhati,
Çok insan o sâyede, buldular hidâyeti.
Buyurdu: "Ey insanlar, gafleti atýn artýk,
Dünyâ uyku gibidir, âhiret uyanýklýk.
Uyuyup rüyâsýnda, aðlarsa biri þâyet,
Uyanýnca sevinir, ferâhlanýr o gâyet."
Öyleyse Allah için, aðlayýn ki bu demde,
Rahata eresiniz o ebedî âlemde.
Buyurdu ki: "Bir sevgi, hakîkî ise þâyet,
Bir iyilik görmekle, hiç artmaz o muhabbet,
Ve yine bir kötülük, görse de sevdiðinden,
Ona olan sevgisi, azalmaz eskisinden."
Buyurdu: "Sen ne kadar, edersen Hakk´a tâat,
Ýnsanlar da o kadar, sana eder itâat.
Sen Allah´a ne kadar, eylersen günah, isyân,
Sana dahi o kadar, karþý gelir çok insan."
.
Ve yine buyurdu ki: "Doðru, hâlis âlimler,
Sana, ebeveyninden, daha þefkatlidirler.
Zîrâ onlar katarak, gündüze gecesini,
Cehennem ateþinden, kurtarýr en son seni,
Ve lâkin ebeveynin, sana merhametinden,
Kurtarýr ancak seni, dünyâ felâketinden."
Buyurdu ki: "Dünyâya, aldanma, iyi taný,
O hep dolup boþalýr, sanki bir yolcu haný.
Bugün dünyâda isen, olmazsýn belki yarýn,
Hazýrla azýðýný, gaflete gelme sakýn!
Elini çabuk tut da, hazýrlan bir an evvel,
Zîrâ yaþayanlara, âni gelir hep ecel.
Eðlenmeyi býrak da, ibâdet yapmaya bak,
Zevk ü safâ sürmeyi, gel âhirete býrak."
Buyurdu: "Bir âlimde, varsa dünyâ sevgisi,
Onun, hiçbir kimseye, olmaz bir fâidesi.
Zîrâ kendine bile, hayrý olmaz ki zâten,
Nerde kaldý gayriyi, kurtarsýn felâketten."
Buyurdu: "Þâyet ölüm, konsa idi pazara,
Ehlullah, baþka þeye, vermezlerdi hiç para.
Cehennem´e götüren, amelleri iþleyip,
Sonra kalkýp Cennet´e, tâlip olmak ne garip.
Ahmak þu kimsedir ki, çok günah iþlerde hep,
Sonra Hak teâlânýn, affýný eder talep.
Akýllý da þudur ki, dünyâyý terk etmeden,
Âhiret azýðýný, hazýr eder gitmeden.
Bilir ki âhiretin, tarlasýdýr bu dünyâ,
Eker tohumlarýný çalýþýr ekseriyâ.
Kabire girmeden önce oraya hazýrlanýr,
Bilir ki her mümine, orada suâl vardýr.
O, ölmeden öðrenir, cevabýný onlarýn,
Bilir ki kendisine, sorulur bunlar yarýn."
Buyurdu ki: "Îmânýn, tam doðruysa Allah´a,
Sana, bundan kýymetli, bir nîmet olmaz daha.
Öyleyse kork ve titre îmânýn gitmesinden,
Zîrâ bir kelimeyle, gidebilir o senden."
Ynt: Sevgi gadab By: akmina Date: 01 Þubat 2010, 09:52:42
hayýrlý sabahlar paylaþýmýn için teþekkürler
radyobeyan