Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler By: derya Date: 31 Ocak 2010, 22:59:41
Kur´ân Okunurken Riayet Edilmesi Gereken Bâtýnî Ameller
Bunlar da on tanedir.
I.Kelâm´ýn Aslýný Anlamak
II.Tâzim
III.Kalp Huzuruyla Okumak
IV.Tedebbür (Düþünmek)
V.Tefehhüm (Anlamaya Çalýþmak)
VI.Tecerrüd (Anlamayý Engelleyen Herþeyden Uzaklaþmak)
VII.Tahsis (Kendine Hitap Edildiðini Bilmek)
VIII.Teessür (Müteessir Olmak)
IX.Terakki
X.Teberri
I. Kelâm´ýn Aslýný Anlamak
Kelâm´m azametini ve yüceliðini Allah Teâlâ´nýn celâl arþýndan mahlukâtýnýn anlayýþ derecesine inmek suretiyle yapmýþ olduðu lütuf ve fazileti bilmek gerekir. Kur´ân okuyan; Allah Teâlâ´nýn zâtî ile kaim bulunan ve kadîm bir sýfatý olan kelâmýnýn mânâlarýný lûtfuyla insanlarýn anlayýþýna ne þekilde müsait kýldýðýna dikkatle bakmalýdýr ve yine dikkat etmelidir ki, Allah Teâlâ´nýn o kadîm sýfatý, harflerin kývrýmlarýnda ve seslerin arasýnda nasýl tecelli etmiþtir? Oysa harflerle sesler, beþer sýfatlarýdýr. Çünkü beþer kendi sýfatlarýnýn vasýtasýyla olmazsa, Allah Teâlâ´nm sýfatlarýný arýlamaktan aciz kalýrdý. Ayný za-manda eðer Allah Teâlâ kelâmýnýn yüceliðinin hakîkatini harf-lerle örtmeseydi, onu dinlemek ne arþýn ne de fersin kârý olurdu.
Onun saltanatýnýn azametinden ve nurunun kývýlcýmlarýndan arþ ile fersin arasýnda her ne varsa bilcümlesi yanýp kül olacaktý. Eðer Allah Teâlâ (ce) Musa (a.s)ya sebatkârlýk ihsan etmeseydi Hak Teâlâ´nýn tecellisinin baþlangýçlarýna güç yetiremeyen dað gibi, Musa (a.s) da onun kelâmýný dinlemeye güç yetiremeyecekti Daðýn paramparça oluþu gibi, o da yok olup gidecekti. Allah Teâlâ´nýn kelâm-ý kibriyâsýnýn yüceliðini anlatmak ancak bâzý misaller vermek suretiyle mümkün olabilir.
Çünkü halk ancak bu þekilde anlar. Ýþte bunun için ariflerden bazýlarý kelâm-ý kibriyânýn azametini þöyle dile getirmiþlerdir: Levh-i Mahfuzda, bulunan kelâmullah´n her harfi, Kaf daðýndan daha büyüktür. Bütün melekler bir araya gelseler, tek bir harfini kaldýrmaya tâkat getiremezler. Tâ ki, levhin âmiri bulunan Ýsrâfil (a.s) gelir, o harfi, kaldýrýr ve Allah´ýn izni ve rahmetiyle yerinden kýpýrdatýr. Bu da Ýsrafil´in kuvvet ve takatiyle deðil Allah Teâlâ´nýn lûtfuyladýr.
Hükemâdan biri, Allah kelâmýnýn derecesinin yüceliðine ve insan anlayýþýnýn kusurluluðuna raðmen nasýl insan anlayýþýna varýp da orada sebat kýldýðýnýn hakikatini ince ve lâtif bir tâbir ile ifade edip bütün hakikatini belirten bir misâl vererek þöyle dedi: Bir hakîm, padiþahlardan birisini peygamberlerin þeriatýna davet etti. Padiþah, o hakimden birkaç sual sordu. Hakîm, padiþahýn ta´katýnýn yeteceði ve anlayacaðý bir tarzda o sualleri cevaplandýrdý. Bunun üzerine pâdiþah, hakîme dedi ki: ´Bana söyle bakalým, peygamberlerin getirdiðinin, insan kelâmý olmayýp, Allah´ýn kelâmý olduðunu iddia ediyorsun, bu takdirde insanoðlu Allah kelâmýný kaldýrmaya ve anlamaya nasýl güç yetirebilir?´
Hakîm de þöyle cevap verdi:
Biz insanlarý görüyoruz ki, bazý hayvanlara ve kuþlara maksadlarýný anlatmak istedikleri zaman, yani o hayvanlarýn ileri ve geri gitmesini, dönüp bakmasýný veya ilerlemesini kasdettikleri zaman, bakýyorlar ki, hayvanlar, insanlarýn akýl nurlarýndan çýkan insan kelâmýnýn anlamýný ayýrdetmekten acizdirler.
Oysa o kelâm gayet güzel, gayet süslü ve intizamlýdýr. Bu durumu gören insanlar, hayvanlarýn kalbine, hayvanlara uygun bir tarzda ýslýk gibi sesler ihdâs ederek ve onlarýn seslerine yakýn bulunan ýslýðý çalarak gayelerini onlara anlatýrlar ki hayvanlar, insanýn kendi seviyesine inip seslenmesi sayesinde insanýn gayesini anlasýn ve iradesini, cüz´i de olsa tatbik etsin.
Ýþte insanlar da böylece Allah Teâla´nýn kelâm-ý ilâhîsinin hakikatini ve sýfatlarýnýn kemâlini olduðu gibi anlatýldýðý takdirde anlamaktan acizdirler. Bu bakýmdan aralarýnda hikmetin bilinmesi için, kullandýklarý seslere týpký insanýn maksadýný hayvana anlatmak için kullandýðý ýslýk sesi gibi oldular.
Bu durum, o sýfatlarda gizli bulunan hikmetin mânâlarýna mâni deðildir. Beþer sesleri, altýnda gizli olan hikmetlerin þerefi için þereflendi ve o mânâlarýn büyüklüðüyle büyüdü. Bu bakýmdan insanýn sesi, hikmetin cesedi ve dýþý mesabesindedir. Hikmet de, insan sesinin nefsi ve ruhtan ötürü aziz ve þerefli olduðu gibi, kelâmýn telâffuz ve sesleri de altýndaki hikmetten ötürü o derecede þerefli olur. Kelâmýn mertebesi çok yüce ve derecesi büyüktür. Saltanatý herþeyi kahredici, hükmünün gerek hakta, gerekse bâtýlda geçerli ve belirleyici olduðu muhakkaktýr. Adaletle hükmeden O, emreden ve yasaklayan, hükmüne muhakkak rýza gösterilen ve herþeyi görüp ona göre hükmeden O! Bâtýl, hikmetli kelâmýn yanýnda dimdik durmaya güç yetiremez. Gölgenin güneþin ýþýnlarý önünde durmaya güç yetirmediði gibi...
Beþerin hikmetin derinliklerine nüfuz etmeye takati yoktur. Nitekim gözleriyle güneþe nüfuz edip bakmaya güçleri olmadýðý gibi...
Fakat buna raðmen gözlerinin görmesine vesile olan güneþ ýþýnlarýndan da mahrum deðillerdir. Ancak o ýþýnlarla ihtiyaçlarýný temin edebiliyorlar. Bu bakýmdan Allah´ýn kelâmý yüzü perdeli ve emri yerine getirilen bir pâdiþah gibidir. Galib ve görünen güneþ gibi, esas maddesi gözle görünmez. Pýrýl pýrýl parlayan yýldýzlar gibidir. Onlarýn seyrine vâkýf olmayan bir kimse de onlarla yolunu tâyin eder. Bu bakýmdan nefis cevherlerin hazinelerinin anahtarý o kelâmdýr. O kelâm, ayný zamanda öyle bir hayat suyudur ki, ondan içen ölmez. Öyle bir hastalýk devâsýdýr ki, ondan bir defa alan artýk hiçbir zaman hastalanmaz...
Hakimin, Allah kelâmýnýn mânâsýný anlatmak için zikrettiði misâl, o hakikatten bir nebzedir. Bundan daha fazlasýnýn Muamele Ýlmi bölümünde zikredilmesi uygun deðildir. Bu bakýmdan bununla yetinmek gerekir.
II. Tâzim
Kur´an´ý okuyan kiþi, bu iþe ilk baþladýðý zaman kalbinde konuþanýn (Allah´ýn) azametini hazýr bulundurmalýdýr.
Bilmeli ki, okuduðu beþer kelâmý deðildir ve yine bilmelidir ki, Allah Teâlâ´nýn kelâmýný okumakta gayet tehlikeli bir durum mevcuttur. Çünkü Allah Teâlâ (cc) þöyle buyurmuþtur:
Kur´ân´a ancak temiz olan kimseler dokunabilir.
(Vâkýa/79)
Nasýl ki, mushafýn cildine ve yapraklarýna ancak abdestli ve pâk olan bir kimse el sürebiliyorsa, öylece mânânýn bâtýný da (Allah´ýn hükmüyle) ancak kötülüklerden pâk olan kalbin bâtýnýna açýktýr, Allah´ýn azameti ve büyüklüðü ile nurlanan kalbe açýktýr ancak.
Nasýl ki, mushafýn cildine her elin deðmesi uygun deðilse, öylece harflerinin okunmasýna da her lisan ve mânâlarýnýn idrâkine de her kalp uygun ve elveriþli deðildir.
Ýþte bu tazimden ötürü Ýkrime b. Ebi Cehil, Kur´an´ý açtýðý zaman baygýnlýk geçirir ve derdi ki: ´Þu, rabbimin kelâmýdýr, þu, rabbimin kelâmýdýr´. Bu bakýmdan kelâma saygý göstermek, onun sahibine saygý göstermek demektir. Kiþi konuþanýn sýfatlarýný, celâlini ve fiillerini düþünüp idrâk etmedikçe konuþanýn azameti onun kalbinde yerleþmez.
Ne zaman ki kiþinin kalbinde, arþ, kürsî, gökler ile yerler arasýndaki cin, insan ve aðaçlar hazýr bulunursa ve ayný zamanda bütün bunlarýn yaradaný, bunlara güç yetiren, bunlarýn rýzkýný verenin bir olduðu düþüncesi yerleþirse, bütün bunlar onun kudretinin kabzasýnda fazl ve rahmet, hikmet ve satveti arasýnda þaþkýn þaþkýn dönerler. Eðer nimet verirse faziletinden nimet vermiþtir. Eðer azap ederse adaletiyle azap etmiþtir, ruhunu idrak ederse ve yine þunlar cennete gitsin dediðinde onlarýn cennete gitmesinden zerre kadar perva etmediðini, þunlar da cehenneme gitsin dediðinde, yine onlarýn cehennemi boylamasýndan zerre kadar müteessir olmadýðýný kavrarsa, iþte o zaman azamet ve yüceliðin hakikatini idrâk etmiþ sayýlýr. Bu bakýmdan bu gibi þeyleri düþünmek, önce konuþanýn azametini, sonra da konuþulanýn azametini okuyanýn kalbine yerleþtirir.
III.Kalp Huzuruyla Okumak
´Ey Yahya! Kitab´ý kuvvetle tut´ (Meryem/12) ayeti ´ciddiyet ve kuvvetle Kitab´a sarýl´ þeklinde yorumlanmýþtýr. ´Ciddiyetle kitaba sarýlmanýn mânâsý; kitâbî okurken himmeti herþeyden kitaba çevirmek ve kiþinin kendisini sadece ona hasretmesi demektir´.
Âlimlerden birine ´Kur´an´ý okuduðun zaman, nefsine herhangi birþey gelince vesvese ediyor musun?´ denildiðinde þöyle cevap vermiþtir: ´Benim nezdimde Kur´an´dan daha sevimli bir þey var mýdýr ki kalbime gelsin´.
Seleften bazýsý, bir ayeti okuduðu zaman, eðer kalbi o ayette mutmain olup onun mânâsýný anlamamýþsa ikinci bir defa onu tekrar ederdi. Ýþte bu sýfat bir önceki ayetin taziminden doðan sýfattýr. Zira kiþi, okuduðu kelâmý tazim ederse okudukça onunla müjdelenir, aralarýnda yakýnlaþma olur ve okuduðundan gafil olmaktan uzaklaþýr. Bu bakýmdan Kur´an´da kalbin ünsiyet edeceði mânâlar mevcuttur, yeter ki okuyucu bu iþin ehli olsun. O halde Kur´an´ý okuyan bað ve bahçelerde gezintiye çýkmýþ gibidir. Bu durumda nasýl olur da onun gayrisini düþünüp de onunla meþgul olabilir. Böyle zevk ve sefa yerlerinde dolaþan bir kimse elbette onlardan baþkasýný düþünmez.
Denildi ki: Kur´an´da meydanlar, bostanlar, kasýrlar, gelinler, ipekliler, bahçeler ve hanlar vardýr. Mim harfleri Kur´an´ýn meydanlarý, R harfleri Kur´an´m bostanlarý, H harfleri saraylarý/köþkleri, tesbih ve tenzihi bildiren ayetler gelinleri, Ha Mimler ipeklileri (gelinlikleri), mufassal sûreler bahçeleri, diðer kýsýmlarý ise hanlarýdýr. Bu bakýmdan okuyucu meydanlara girdiði, bostanlardan biçtiði, saraylara yerleþtiði, gelinleri gördüðü, ipeklileri giydiði, bahçelerde dolaþtýðý ve hanlarýn odalarýnda kaldýðý zaman, tamamen bu zevkin tesirinde kalýr. Artýk Allah´tan baþkasý ile meþgul olmaz. Kalbi baþka yerlere gitmediði gibi, fikri de daðýlmaz.
IV.Tedebbür (Düþünmek)
Düþünme, kalp huzurunun ötesinde bir mânâdýr. Zira insanoðlu bazan Kur´an´dan baþka þey düþünmez. Fakat buna raðmen sadece Kur´an´ý dinlemekle yetinir, mânâlarýný düþünce süzgecinden geçirmez. Oysa okumaktan gaye düþünmektir. Ýþte düþünmeyi teinin etmek için, Kur´an´ý tertîl ile okumak sünnet olmuþtur. Çünkü Kur´an´ýn zahirini tertîl ile okumak bâtýnýnda tedebbür (düþünme) imkânýný bahþeder.
Hz. Ali þöyle buyurmuþtur: ´Ýçinde anlayýþ bulunmayan bir ibadette hayýr olmadýðý gibi, içinde düþünme olmayan okumanýn da hayrý yoktur´.
Eðer kiþi ancak ayetleri tekrar etmek suretiyle düþünme imkânýna kavuþabiliyorsa, o zaman ayetleri tekrar ediversin. Ancak bir imama uymuþ ise, ayetleri tekrar etmeyi terketmek gerektir. Zira imama uyan bir kimse bir ayeti düþünmeye koyulduðu takdirde imam baþka bir ayete geçer, o zaman imamý dinlememiþ olur ve böylece günahkar olur. Hâli, týpký muhatabýnýn bir kelimesi hoþuna gidip de onunla meþgul olan, konuþmasýnýn diðer bölüm-lerini anlamayan bir kimsenin hâline benzemiþ olur...
Rükûa vardýðýnda, rükûdan önce okuduðu bir ayetin mânâsýný düþünmekte olup rükûda okunan teþbihlerin ne demek olduðundan gafil bulunan bir kimsenin hâli de böyledir. Zira bu hâl, artýk vesveseden baþka bir þey deðildir.
Amr b. Abdülkays ´Namaz içinde beni vesvese kaplýyor´ dediðinde kendisine sorulur: ´Seni saran vesvese dünya iþlerindeki vesvese midir?´ O da þöyle cevap verir: "Bedenimin mýzrak darbesiyle delik deþik oluþu, namazda dünya vesvesesinin beni kaplamasýndan daha sevimli gelir bana. Böyle bir hâl yoktur. Ancak kalbim rabbimin huzurundaki duruþumla meþgul oluyor. Ben nasýl bu huzurdan ayrýlacaðým diye düþünüyor ve vesveselere kapýlýyorum. (Bu huzurdan Allah katýnda makbul olanlardan olarak mý ayrýlacaðým, yoksa merdûd olanlardan mý?)´
Ýþte o böyle bir düþünceyi vesvese olarak kabul ediyordu. Hakîkatte de bu düþünce vesvesedir. Çünkü bu düþünce, insaný yaptýðý fiilin mânâsýndan uzaklaþtýrýr. Þeytan, bu mertebeye varan bir kimseyi, ancak dinî bir maksadla böyle meþgul edebilir. Yani onu daha faziletli bir dinî vazifeden bu þekilde menetmeye muvaffak olur. Hasan Basrî´ye Âmir b. Abdülkays´ýn bu hali söylendiði zaman þöyle dedi: Eðer siz Âmir´den naklettiðiniz bu sözde doðru iseniz bilin ki, Allah Teâlâ böyle birþeyi bizde yaratmýþ deðildir.
Hz. Peygamber (s.a) Besmele´yi okuyup yirmi defa tekrar etmiþtir,37
Rasûlullah´ýn (s.a) Besmele´yi tekrar etmesi, mânâsýný düþünmek içindir.
Ebû Zer Gýfâri´den þöyle rivayet edilir: Hz. Peygamber (s.a) bir gece önümüzde namaza durdu. Þu ayeti tekrar tekrar okudu: ´Eðer onlara azap edersen, þüphe yok ki onlar senin kullarýndýr ve eðer kendilerini baðýþlarsan, yine þüphe yok ki sen mutlak galibsin ve hükmünde hikmet sahibisin´. (Mâide/118)38
Temim ed-Dârî bir gece sürekli þu ayeti tekrar etti: ´Yoksa o kötülükleri iþleyip duranlar kendilerini iman edip, sâlih amel iþleyenler gibi mi yapacaðýmýzý, hayat ve ölümlerini bir tutacaðýmýzý mý sandýlar? Ne fena hüküm veriyorlar´. (Câsiye/21)
Said b. Cübeyr bir gece þu âyeti tekrarladý: ´Ey günahkârlar! Bugün mü´minlerden ayrýlýn´. (Yasîn/49)
Âlimlerden biri ´Herhangi bir sûreyi açýyorum. O sûrede gördüðüm bazý hakikatler akþamdan sabaha kadar o sûreyi bitirmekten beni alýkoyuyor´ buyurmuþtur.
Bir âlim de þöyle der: ´Mânâsýný anlamadýðým ve kalbimin nasibi içinde bulunmayan bir ayeti okuduðum zaman, ondan sevap elde ettiðime inanmýyorum´.
Ebû Süleyman ed-Dârânî´den þöyle hikâye edilir: ´Ben bir ayeti okuyorum, bazan dört veya beþ gece o ayeti tekrar edip duruyorum. Buna raðmen eðer o ayet hakkýndaki düþüncemi kesmezsem, baþka bir ayete geçme imkâný bulamýyorum´.
Seleften biri altý ay Hûd sûresini tekrar edip durur. Bir türlü bu zaman zarfýnda o sûrenin mânâsýný düþünmekten kendisini kurtaramaz.
Ariflerden biri þöyle der: ´Her cuma, her ay ve her sene bir hatmim vardýr. Ayný zamanda otuz seneden beri baþlattýðým bir hatmim vardýr ki, hâlâ onu bitirmiþ deðilim´.
Ýþte bütün bunlar düþünce ve tedkik derecelerine göre cereyan etmektedir. Bu zatlar, ayný zamanda þunu da söylemiþlerdir: ´Kur´an´ý okurken nefsimi ameleler yerine koyuyorum. Bazen günü gününe çalýþýyorum, bazen aylýk, bazen haftalýk, bazen de senelik çalýþýyorum´.
37) Ebûzer el-Herevî, (Ebû Hüreyre´den zayýf bir senedle)
38) Nesâî ve Ýbn Mâce, (sahih bir senedle)
Tefehhüm (Anlamaya Çalýþmak)
Tefehhüm, okuduðu her ayetten, gücü nisbetinde anlamaya çalýþmak demektir. Zira Kur´ân, Allah´ýn sýfatlarýný, fiillerini, peygamberlerin hallerini, peygamberleri yalanlayanlarýn hâllerini ve onlarýn nasýl helâk olduklarýný, Allah´ýn emirlerini, yasaklarýný, cennet ve cehennem zikrini ihtiva etmektedir.
Allah´ýn sýfatlarýný belirten bazý ayetler:
O göklerin ve yerin yaratýcýsýdýr. Size kendi cinsinizden çiftler yapmýþtýr. Davarlardan da çiftler... Sizi bu tarzda yaratýp üretiyor. O´nun misli gibi (ona benzer) tek birþey yoktur. O, bütün söylenenleri iþitir bir semî´dir, bütün yapýlanlarý gören bir basîr´dir.(Þûrâ/11) Melik ´tir (mülk ve saltanatý devamlý olandýr), Kuddûs ´tür (yani her türlü noksanlýk ve ayýplardan beridir, bütün âfet ve kederlerden salimdir), Mü´min dir (yâni emniyet verendir), Müheymin´dir (yani her þeyi gözetip koruyandýr), Azîz dir (yani herþeye galibdir), Cebbâr´dýr (yani kullarýn hallerini ve ihtiyaçlarýný düzeltendir. Varlýðý çok yücedir), Mütekebbir ´dir (azamet ve ululuk sahibidir).
(Haþr/23)
Bu bakýmdan okuduðumuz bu isim ve sýfatlarýn mânâlarýný derin derin düþünmelidir ki, bunlarýn sýrlarý kendisine inkiþâf etsin. Zira bu isim ve sýfatlarýn altýnda öyle mânâlar saklýdýr ki, o mânâlar ancak muvaffak olanlara belirir. Hz. Ali (r.a) þöyle demiþtir:
Hz. Peygamberin insanlardan gizleyip de sadece bana fýsýldayýp söylediði birþey yoktur. Ancak Allah Teâlâ´nýn, kitabý hususunda kuluna verdiði anlayýþ ve idrak müstesna!39
Bu nedenle okuyucu Kur´an´ýn mânâsýný anlamayý þiddetle aramalýdýr.
Ýbn Mes´ûd þöyle buyurmuþtur: ´Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini isteyen bir kimse, Kur´an´ý deþsin. Kur´an´ýn en büyük ilimleri Allah Teâlâ´nýn isim ve sýfatlarý altýndadýr. Çünkü insanlarýn çoðu o isim ve sýfatlardan ancak kendi anlayýþlarýna uygun mânâlar çýkarmýþlardýr. Oysa onlarýn derinlerine nüfûz etmemiþlerdir.
Allah Teâlâ´nýn Fiilleri
Gökleri, yeri ve onlardan baþka varlýklarý yarattýðýný zikretmesi gibi... Bu bakýmdan okuyan bu mânâlarý taþýyan ayetlerden Allah´ýn sýfatlarýný ve celâlini anlamalýdýr. Çünkü fiil, faile delâlet eder. Fiilin büyüklüðü failin büyüklüðüne delildir. Bu bakýmdan fiilde, fiil deðil fâil görünmelidir.
Hakký bilen, herþeyde O´nu görür. Çünkü herþey haktandýr. O´na dönecek, O´nunla kaim ve O´nun içindir. Bu bakýmdan hakîkat açýsýndan O, külldür. Yani herþey O´nun varlýðýný ilan etmektedir. Kim gördüðünde O´nu görmezse sanki O´nu tanýmamýþtýr. O´nu tanýyan da O´ndan baþka her ne varsa hepsinin bâtýl olduðunu tanýmýþ demektir. O´nun zâtý hariç, herþey helâk olur. Bunun mânâsý herþey ikinci bir halde iptal olunacaktýr demek deðildir. Belki herþey el´ân, eðer zâtý, zât olarak itibar edilirse bâtýldýr. Ancak Allah´ýn var ettiði ve O´nun kudretiyle meydana geldiði cihetle eþyaya itibar edilirse, o vakit varlýklarý bu mânâ ile sabit olur. Yani tâbi olmak yoluyla sâbit olurlar. Ýstiklâl yoluyla ise, mutlak bâtýldýrlar.
Ýþte bu keyfiyet, mükâþefe ilminin baþlangýçlarýndan bir baþlangýçtýr. Bu sýrra binâen okuyucu þu ayetleri okuduðu zaman sadece su, ateþ, ekin ve meni mânâlarýna düþüncesini hasretmemelidir. Belki meninin biri diðerine benzer cüzlerden müteþekkil olduðunu düþünmeli, sonra bu meninin et, kemik, sinir ve damarlara nasýl taksim edildiðini, çeþitli þekilde baþ, el, ayak, ciðer, kalp ve sâir âzâlar olarak meydana nasýl geldiðini, sonra buradaki kulak, göz, akýl ve sair þerefli sýfatlarýnýn nasýl belirdiðini, sonra bunlardaki gazab þehvet, kibir, cehalet, yalanlamak ve mücadele gibi çirkin sýfatlarýn nasýl olduðunu düþünmelidir.
Bahsi geçen ayetler þunlardýr:
Þimdi gördünüz mü o ektiðiniz tohumu?
(Vâkýa/63)Þimdi gördünüz mü (rahimlere) döktüðünüz meni yi?
(Vâkýa/58)Þimdi içmekte olduðunuz suyu bildirin bana!
(Vâkýa/68)Þimdi çakýp yakmakta olduðunuz ateþi bana haber verin!
(Vâkýa/71)
Evet, bu ayetleri söylediðimiz gibi düþünmelidir. Nitekim Allah Teâlâ þöyle buyurmuþtur:
O (inkarcý) insan görmedi mi? Biz onu bir nutfeden yarattýk. Þimdi de âþikâr bir mücadeleci kesiliverdi.
(Yâsin/77)
Evet, bu hikmetleri düþünmelidir. Düþünmeli ki, o hikmetlerin acaipliklerine ulaþabilsin. Acaiplerin acaibi ise, bu acaiplerin kaynaðý bulunan sýfatlardýr. Bu bakýmdan kiþi, daima sanata bakmalýdýr. Bakmalýdýr ki, orada yarataný görebilsin.
Peygamberlerin Hâlleri
Kur´ân okuyan insan peygamberlerin yalanlandýklarýný, nasýl vurulduklarýný ve bazýlarýnýn nasýl öldürüldüklerini Kur´an´dan dinlediði zaman, bundan anlamalýdýr ki; Allah (cc) peygamberlerden de, kendilerine peygamber gönderilen kimselerden de müstaðnidir.
Bu hâdiseler O´nun istiðna sýfatýna delâlet eder. Eðer bütün beþeriyeti helâk ederse, bu hadise O´nun mülkünde zerre kadar menfi bir tesir icra edemez. Baþka bir ayette peygamberlerin galip geldiklerini okuduðu zaman, Allah Teâlâ´nýn kudretine ve hakka yardým etmek hususundaki irâdesine yorumlamalýdýr.
Ynt: Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler By: derya Date: 31 Ocak 2010, 23:14:29
Peygamberleri Tekzib Edenlerin Hâlleri
Ad, Semûd kavimleriyle onlarýn baþýna gelen hadiseler gibi... Bu hadiseleri belirten ayetleri okuduðu zaman Allah´ýn satvet ve intikam alýþýndan korkmalýdýr.
Bu hadiseden kendi nefsi için ibret almalýdýr. Eðer gafil olur sû-i edebde bulunur ve Allah Teâlâ´nýn azabýnýn gecikmesine aldanýrsa ´Belki de Allah Teâlâ´nýn azabý yakama yapýþýr ve hükm-i ilâhîsi benim hakkýmda infaz edilir´ diye düþünüp nasibdar olmalýdýr. Böylece cennet ve cehennem ve Kur´an´ýn diðer konularýný dinlediði zaman, herbiri hakkýnda uygun þeyler düþünüp ibret almalýdýr. Bunlardan ne gibi ibret alýnýr? Bunu saymaya imkân yoktur. Çünkü sonsuzluða doðru uzanýp gider. Her kul, Allah Teâlâ kendisine bu sahada ne kadar nasib etmiþse ancak o kadarýný alabilir. Zira yaþ ve kuru her ne varsa tamamý hâdiseleri apaçýk beyân eden kitabda mevcuttur.
Ýþte bunun delili olan ayet:
De ki: Eðer rabbimin kelimeleri(ni yazmak) için bütün denizler mürekkeb olsa, muhakkak ki rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi. Bir o kadar daha yardýmcý getirsek bile...
(Kehf/109)
Yine bu sýrra binâen Hz. Ali þöyle buyurmuþtur: ´Eðer dileseydim sadece Fâtiha-i Þerîfe´nin tefsiri bahsinde yetmiþ deve yükü kitap yazabilirdim´.
Belirttiklerimizden gayemiz; Kur´an´ý anlamak yoluna iþaret etmektir ki bu kapý okuyucunun önüne açýlsýn. Bu sahayý tamamen sayarak arzetmek hususuna gelince, bu, beþer takatinin üstünde bir þeydir.
Kur´an´ýn hakikatlerini anlamakta az da olsa, nasibi olmayan bir kimse þu ayetin mefhumuna dahil olur:
O, münafýklardan seni dinlemeye gelen de var. Hatta senin yanýndan çýktýklarý zaman (sahâbîlerden) kendilerine ilim verilmiþ olanlara þöyle derler: ´O (Peygamber) demin ne söyledi?´ (Böylece alay ederler) Bunlar öyle kimselerdir ki, Allah kalplerini mühürlemiþtir de hep hevâlarýna uymuþlardýr.
(Muhammed/16)
Bunlarýn kalplerine vurulan mühür ise Kur´an´ý anlamalarýna engel olan þeylerdir ki, gelecek bahislerde zikrettiðimiz zaman bilinecektir.
Denildi ki: ´Mürid, ancak Kur´an´da bütün isteklerini gören bir kimseye denir´. Demek ki, bütün isteklerini Kur´an´da görmeyen mürid olamaz. Mürid olan bir kimse, Kur´ân´dan eksik sýfatlarý tam sýfatlardan ayýrdeder, mevlâsýnýn lütfuyla kölelere muhtaç olmaktan müstaðni olur.
39) Nesâî, (Ebû Hüreyre´den)
VI. Tecerrüd (Anlamayý Engelleyen Herþeyden Uzaklaþmak)
Kur´ân anlayýþýna mâni olan þeylerden kaçýnmak gerekir; zira insanlarýn çoðu, þeytanýn kalplerine gerdiði perde ve sebeplerden ötürü Kur´an´ýn mânâlarýný anlamaktan menedilmiþlerdir. Böylece Kur´ân sýrlarýnýn hikmetleri kendileri için perdelenmiþ ve basiretleri onu göremez olmuþtur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) þöyle buyurmuþtur:
Eðer þeytanlar, Ademoðullarmýn kalpleri etrafýnda cirid atmasaydýlar, Ademoðullarý melekûta bakabilecekti.40
Kur´an´m mânâlarý melekût aleminin cümlesindendir. Zahirî duyulardan gizlenip ancak basiret nuruyla müþahede edilen herþey de melekût alemindendir.
Kur´an´ý Anlamaya Perde Olan Hususlar
1. Kalbi, harflerin mahreçlerinden çýkmaya yönelmesidir. Böyle bir kimseyi, Kur´ân okuyucularýný Allah kelâmýnýn mânâlarýný anlamaktan alýkoymakla görevli bulunan bir þeytan sevk ve idare eder. Þeytan daima onlarý harfleri tekrar etmeye yöneltir. Ona daima ´harf mahrecinden çýkmadý´ vesvesesini verip durur. Bu bakýmdan böyle bir kimsenin düþüncesi yalnýzca harflerin mahreçleri üzerine teksif edilmiþ olur. O halde böyle bir kimseye nasýl olur da mânâlar inkiþâf eder, Bu gibi bir vesveseye itâat edip kurban giden bir kimse, þeytan için en büyük oyuncaktýr! (Allah korusun).
2. Uyduðu bir mezhebe mukallid olup da sadece taklid ettiði mezheb üzerine titremek, nefsinde dinlediðine sadece taassub yoluyla yer verip ýsrar etmek, basiret ve müþâhede ile ona ulaþmaya yanaþmamaktýr.
Ýþte böyle bir kimseyi inancý baðlamýþ bulunur ve bir türlü inanç baðlarýndan kurtulup ötelere adým atamaz.
Ýnandýðýndan baþka bir þeyin kalbine gelmesi adeta imkansýzdýr. Böyle bir kimsenin görüþü sadece dinlediklerine münhasýrdýr. Uzakta kendisine bir ýþýk görünüp dinlediklerine muhalif düþen mânâlardan herhangi bir mânâ baþ gösterirse, taklid þeytaný derhal kendisine hücum ederek þöyle der: ´Nasýl olur da böyle bir mânâ kalbine gelebilir? Oysa bu senin ecdadýnýn inandýklarýna muhaliftir!´
Bu bakýmdan kiþi, bu mânânýn þeytandan gelen bir gurur olduðunu zanneder, ondan uzaklaþýr ve benzerinden sakýnýr. Ýþte bu gibiler için sûfîler Ýlim perdedir´ demiþlerdir.
Sûfîlerin buradaki ´ilim´den kastettikleri; insanlarýn mücerred taklid ile üzerinde ýsrar ettikleri inançlardýr veya mezheb mutaassýblarmýn mücadele kelimelerinin mücerrediyle yazmýþ olduklarý ve geride gelenlere býraktýklarý mânâsýz ibarelerdir. Basiret nuruyla müþahede edilen ve keþfolunan hakîki ilme gelince, o, istenenin en sonu ve hedefi, olmak hasebiyle nasýl olur da perde olabilir?
Bu gibi taklid, bazan bâtýl olur ve ayný zamanda hakikatlerin bilinmesine de mâni olur. Meselâ arþ üzerindeki istiva´dan orada temekkün ve istikrar etmeye inananýn akidesi gibi...
Eðer böyle bir kimseye, meselâ Allah Teâlâ´nýn ´elKuddûs´ isminden ´Allah insanlar için câiz olan herþeyden mukaddestir´ mânâsý baþgösterirse, eski taklidi bir türlü bu mânânýn kalbine yerleþmesine imkân vermez.
Oysa bu mânâ onun kalbine yerleþirse ikinci ve üçüncü keþiflere kapý açarak onu çekebilir ve böylece keþifler biri diðerini takip ederek çözülmeye baþlar. Fakat bu hakîkat, onun bâtýl taklidiyle çarpýþtýðý için, derhal o taklid bu hakîkati onun kalbinden uzaklaþtýrýr.
Bazen de taklid hak olduðu halde yine de Kur´an´ýn mânâsýnýn anlaþýlmasýna ve keþfine mâni olmaktadýr. Çünkü insanlarýn inanmakla mükellef olduklarý hak, birkaç mertebe ve dereceye ayrýlýr. Onun baþlangýcý ve zahiri vardýr. Bir de bâtýnýnýn derinliði vardýr. Tabiatý zâhir üzerinde dondurmak, elbette bâtýnýn derinliðine dalmaktan insaný meneder. Nitekim bunu zâhir ve bâtýn ilimlerinin arasýndaki fark hususundaki Kavâid´ul-Akaid bölümünde zikretmiþtik.
3. Kiþinin bir günâhta ýsrar etmesi veya mütekebbir olmasý, az da olsa itaat olunan dünya hevesiyle mübtelâ bulunmasýdýr. Çünkü böyle bir durum kalbin kararmasýna ve paslanmasýna vesile olur. Bu durum, týpký aynanýn yüzündeki pas gibidir. Hakkýn tecellisine mâni olur. Bu durum ise, kalp için en büyük perdedir. Ýþte insanlarýn çoðu bu perde ile hakikati görmekten perdelenmiþlerdir. Þehvetler ne kadar kalbin üzerinde yerleþirse Allah kelâmýnýn mânâlarý da o kadar perdelenir. Kalpten dünya aðýrlýklarý ne kadar kalkarsa o derecede de mânânýn o kalpte tecelli etmesi yakýnlaþýr. Kýsacasý kalp ayna gibidir, þehvetler de pas... Kur´an´ýn mânâlarý da aynada görünen sûretler gibidir. Þehvetleri sökmek suretiyle kalbin temizlenmesi aynanýn parlatýlmasý gibidir. Ýþte bu hikmete binaen Hz. Peygamber (s.a) þöyle buyurmuþtur:
Ümmetim dinar ve dirhemi (serveti) yücelttiði zaman, onlardan Ýslâm´ýn heybet ve azameti sökülüp alýnýr. Emri hi´l-Ma´rufu ve Nehy-i an´il-Münkefi (iyiliði emredip ve kötülüðü yasaklamayý) terkettikleri zaman da, vahyin bereketinden mahrum olurlar.41
Fudayl b. Ýyaz (r.a) ´Vahyin bereketinden mahrum olmak Kur´an´ý anlamaktan mahrum olmaktýr´ demiþtir.
Allah Teâlâ (ce) Kur´an´ýn anlaþýlýr ve hatýrlatýcý oluþunda Allah´a dönüþü þart kýlarak þöyle buyurmuþtur:
Bütün bunlarý hakka ve hakîkate dönen her kul için bir ihtar ve bir ibret dersi olsun diye yaptýk.
(Kaf/8)
Fakat ancak küfürden dönen (Allah´ýn alâmetlerinden ibret alýr ve gerçeði) anlar.
(Mümin/13)
Ancak akýl sahipleri anlar.
(Ra´d/19)
Dünya aldanýþýný âhiret nimetlerine tercih eden bir kimse akýllýlardan olamaz ve bu hikmetten ötürü kitabýn sýrlarý kendisine açýlmaz!
4. Zâhirî bir yorumu okuyup ´Kur´ân kelimelerinin mânâlarý ancak Ýbn Abbas, Mücâhid ve benzeri müfessirlerden nakledilen mânâlardýr´ þeklindeki inanýþtýr. ´Bunlarýn ötesindeki mânâlar rey ve þahsi düþünce ile verilen mânâlardýr ve Kur´an´ý kendi reyiyle tefsir eden ateþte yerini hazýrlamýþ olur´ kanaatine varmaktýr.
Ýþte bu kanaat de Kur´ân mânâlarýnýn önüne çekilen büyük bir sed ve perdedir. Biz rey lie Kur´an´ýn tefsir edilmesinin mânâsýný dördüncü bölümde beyân edeceðiz ve bunun Hz. Ali´nin ´Ancak Allah´ýn kuluna verdiði anlayýþ ve idrak müstesna´ þeklindeki sözüne zýd düþmediðini kaydedip diyeceðiz ki; eðer Kur´an´ýn mânâsý sadece Ýbn Abbas, Mücâhid ve benzeri müfessirlerden nakledilen zahir mânâlar olsaydý, âlim olan insanlar Kur´an´ýn mânâsýnda ihtilâfa düþmezlerdi.
40) Namaz bölümünde geçmiþti.
41) Ýbn Ebî Dünya
VII. Tahsis (Kendine Hitap Edildiðini Bilmek)
Bu bakýmdan kiþi, Kur´an´m bir emrini veya bir yasaðýný dinlediði zaman, o yasaðýn ve emrin kendisine tevcih edildiðini takdir etmelidir. Bir va´d veya vaîdi iþittiði zaman, yine boyle takdir etmelidir ki, burada müsamere ve hikaye kastolunmaz.
Bunlardan gaye geçmiþlerin durumundan ibret almak ve okuyanýn bu hâdiselerden kendi ihtiyacýný idrâk etmesi kastolunmaktadýr. Çünkü Kur´an´m hiçbir kýssasý yoktur ki, o, Rasülullah ve ümmeti hakkýnda bir fayda temin etmek için sevkedilmemiþ olsun. Ýþte bu sýrra binaen Allah (cc) ´Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini saðlamlaþtýracak her haberi sana anlatýyoruz´ (Hûd/120) buyurmuþtur. Bu bakýmdan kul, Allah Teâlâ´nýn Kur´an´da bahsettiði peygamberlerin hâlleriyle ezâ ve cefâya karþý olan sabýrlarýyla, Allah´ýn yardýmýný beklemek için dindeki sebatkârlýklarýyla kendisinin de kalbini sabit kýlmak istediðini anlamalýdýr. Kul nasýl bunu böyle takdir etmeyecektir?
Oysa Kur´ân sadece Hz. Muhammed´e mahsus olarak inmiþ deðildir. Belki bütün âlemlere nur, rahmet ve þifadýr. Zaten Allah Teâlâ´nýn, Kur´ân nimetinin karþýlýðýnda þükretmeyi bütün beþeriyete emretmesi de bu mânâdan doðar...
Allah´ýn üzerinizdeki nimetini ve size öðüt vermek için indirdiði Kur´an´ý ve ondaki hikmeti düþünün. Allah´tan korkun ve bilin ki, Allah herþeyi kemâliyle bilicidir.
(Bakara/231)
Size öyle muazzam bir kitâb indirmiþiz ki, (iman ettiðiniz takdirde) bütün þerefiniz ondadýr. Hâlâ akýllanmýyacak mýsýnýz?
(Enbiyâ/10)
(Onlarý) açýk delillerle ve kitaplarla (gönderdik); sana da bu zikri (Kur´an´ý) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açýklayasýn, ta ki düþünüp öðüt alsýnlar.
(Nahl/44)
Ýþte Allah, onlarýn durumlarýný, insanlara böyle anlatýr.
(Muhammed/3)
Haberiniz olmayarak ansýzýn tepenize azap inmeden önce rabbinizden size indirilenin en güzeline tâbî olunuz.
(Zümer/55)
Bu Kur´ân, insanlara hak ölçüleri gösteren nurlardan ibarettir ve þüphesiz iman edecek bir cemâat için hidayet rehberidir.
(Câsiye/20)
Bu, insanlara bir açýklama, korunanlara yol gösterme ve öðüttür.
(Ali Ýmran/138)
Allah Teâlâ ilahî hitabýyla bütün insanlarý kasdettiði zaman elbette onun içinde fertleri de kasteder. Ýþte okuyucu da kasdolunan bir ferd´dir. Bu bakýmdan ona ve diðer insanlara ne olmuþ ki kendilerini Kur´an´a muhâtab saymazlar? O halde okuduðu Kur´anla kendisinin kasdolunduðunu takdir etmelidir. Nitekim Allah Teâlâ þöyle buyurmuþtur:
Bana þu Kur´ân vahyolundu ki? onunla hem sizi ve hem de kime ulaþýrsa onu korkutayým.
(En´am/109)
Muhammed b. Ka´b el-Kurazî þöyle buyurmaktadýr: ´Kur´ân kime teblið edilirse sanki onunla Allah Teâlâ konuþur. Bunu böylece takdir ettiði zaman Kur´an´ý herhangi birþey okur gibi okuyamaz. Kölenin efendisinden gelen bir mektubu okuduðu gibi okur ki, düþünüp içindeki emirlerle gereðince amel etsin´.
Bu sýrra binâen âlimlerden bâzýlarý: ´Þu Kur´ân rabbimiz tarafýndan bize gelen mektuplar mecmuasýdýr. O mektuplar rabbimizin ahidlerini bize hatýrlatýyor. Biz de namazlarýmýzda onu düþünerek okuyoruz. Tenha yerlerde onun üzerinde duruyoruz. Ýbadetlerimizde ve gidiþatýmýzda onu tatbik ediyoruz´ demiþlerdir
Mâlik b. Dinar þöyle buyurmaktadýr: ´Ey Kur´ân ehli! Kur´ân sizin kalbinize ne gibi bir tohum ekti? Biliniz ki yaðmur yeryüzünün baharý olduðu gibi, Kur´ân da mü´minin baharýdýr´.
Katâde þöyle demiþtir: ´Þu Kur´ân ile herhangi bir kimse dizdize gelip oturmuþsa mutlaka ya eksiklik veya fazlalýkla kalkmýþ olur. Nitekim Allah Teâlâ þöyle buyurur ´Biz Kur´an´dan öyle ayetler indirmekteyiz ki, mü´minler için þifa ve rahmettir. Zâlimlerin de ancak sapýklýðýný artýrýr´. (Ýsrâ/82)
Ynt: Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler By: derya Date: 31 Ocak 2010, 23:17:39
VIII. Teessür (Müteessir Olmak)
Teessür, kalbin çeþitli eserlerden, ayetlerin deðiþikliðinden ötürü çeþitli renkler almasý demektir. Bu bakýmdan kalp, her hâlin anlatýlýþýna göre hâllenir. O halden ötürü üzüntü, korku, ümit ve daha nice sýfatlarla sýfatlanýr. Kiþinin marifeti tamam oldukça, korkusu o nisbette kalpte çoðalýr.
Çünkü tazyik, Kur´ân ayetlerinde diðer durumlardan daha fazladýr. Kiþi maðfiret ve rahmetin ancak ariflerin elde edebileceði þartlara baðlandýðýný görür. Nitekim þu ayette ayný durum mevcuttur:
Bununla beraber þüphe yok ki, ben, tevbe eden, iman edip sâlih amel iþleyen, sonra da hak yolunda sebat gösteren kimse için çok baðýþlayýcýyým.
(Tâhâ/82)
Görülüyor ki, bu ayette çok baðýþlayýcýyým cümlesi dört þart ile takip ettirilmiþtir:
a) Tevbe,
b) îman,
c) Amel-i Sâlih,
d) Hak Yolunda Sebat
Þu ayette de ayný durum vardýr:
Andolsun asra ki, gerçekten insan ziyandadýr. Ancak iman edip sâlih ameller iþleyenler, birbirine hakký ve sabrý tavsiye edenler müstesnadýr.
(Asr/1-3)
Allah Teâlâ burada da dört þart zikretmektedir. Bu dört þartý zikretmediði ayetlerde de onlarý kapsayýcý ve derleyici bir þartý zikretmektedir.
Muhakkak ki ihsan (iyilik) yapanlara, Allah´ýn rahmeti pek yakýndýr.
(A´raf/56)
Ayetteki ´ihsan´, bütün þartlarý içine alan bir þarttýr. Ýþte böylece Kur´an´ý baþýndan sonuna kadar tedkik eden ve anlayan bir kimseye en uygun düþen durum korku ve üzüntüdür.
Bu sýrra binaen Hasan Basrî þöyle der: ´Allah´a yemin ederim, bugün hiçbir kul yoktur ki Kur´an´ý okuyup, Kur´ân´a iman etsin de hüznü ferahýndan daha çok olmasýn ve yine aðlamasý çok olup gülmesi azalmasýn. Yorgunluðu ve meþguliyeti çoðalýp istirahat ve tembelliði azalmasýn´.
Vüheyb b. Verd þöyle buyurmuþtur: ´Bütün hâdiselere, va´z ve nasihatlere dikkatle baktýk ve Kur´an´ýn dýþýnda kalpleri hassas yapan ve kalplere hüzün ve üzüntüyü celbeden bir þeye tesadüf etmedik´.
Bu bakýmdan kulun tilâvet ile müteessir olmasý, okuduðu ayetin bahsettiði sýfat ile sýfatlanmasý demektir. Vaîd ve þartlarla kayýtlý bulunan maðfiret ayetlerini okuduðu zaman eðer mânâyý anlamýþsa ölürcesine korkusundan küçülür. Allah Teâlâ´nýn geniþ rahmetinden bahsedip maðfireti va´deden ayetleri okuduðunda, sevincinden uçarcasýna müjdelenir. Allah´ýn zikrini, sýfat ve isimlerini belirten ayetleri okuduðunda celâl-i ilâhînin önünde baþýný eðer ve azametini hatýrlar. Kâfirlerden bahseden ve Allah hakkýnda muhâl olan sýfatlarý Allah´a nisbet ettiklerini beyan eden ayetleri okuduðu zaman sesini kýsar, onlarýn sözlerinin çirkinliðinden ötürü içinden hayâ ederek kýrýlýr. Meselâ, onlarýn Allah´a ´çocuk´ veya ´eþ? nisbet ettikleri gibi durumlarda, ulûhiyyet sânýna yakýþmayan sözlerinden iç âleminde infiale kapýlýr ve derhal sesinin hýzýný keserek ezik bir hâl alýr. Cennetin vasfýný okuduðu zaman, içinde cennete karþý bir iþtiyak duygusu belirir. Cehennemin vasfýný okuduðu zaman da korkudan azalan tirtir titremeye baþlar.
Hz. Peygamber (s.a) Ýbn Mes´ud´a ´Bana Kur´ân oku!´ dediði zaman îbn Mes´ud Nisâ süresini açarak okur ve ´Her ümmetten birer þahid getirdiðimiz ve seni de onlar üzerine bir þâhid yaptýðýmýz zaman, bakalým kâfirlerin hâli ne olacak?´ (Nisâ/41) ayetine vardýðý zaman Rasülullah´ýn iki gözünden yaþlar aktýðýný görür. Rasûlullah kendisine ´kâfi´ der. Bunun hikmeti; o hâlin müþahedesinin Rasûlullah´ýn kalbini tamamen ihâta etmesidir.
Allah´tan korkanlarýn bir kýsmý, vâid ayetlerini okuduklarý zaman, baygýnlýk geçirirlerdi. Bazýlarý da bu ayetleri dinlediðinde ölürdü. Bu bakýmdan okuyanýn bu hallerle hallenmesi, onu Allah Teâlâ´nýn kelâmýný hikaye edercesine okumaktan çýkarmýþ olur. Bu hallerle hallenen bir kimse: ´De ki: Eðer ben rabbime isyan edersem cidden büyük bir günün azabýndan korkarým´ (En´am/15) ayetini okuduðu zaman, eðer korkmazsa, sadece ayeti hikâye etmiþ olur.
´Ey rabbimiz! Ancak sana tevekkül ettik, sana ibadete koyulduk ve yalnýz sanadýr dönüþ´ (Mümtahine/4) ayetini okuduðu zaman, eðer Allah´a tevekkül edip ona dönüþ yapmamýþ ise, sadece bu ayeti hikaye etmiþ olur.
´Elbette bize yaptýðýnýz eziyetlere sabredeceðiz´ (Ýbrâhim/12)
ayetini okuduðu zaman, eðer hâli sabretmek veya gelecek eziyetlere karþý sabretmeye niyetlenmeyip de tilavetin halâvetine varmamýþsa, evet, eðer bu sýfatlarla sýfatlanmamýþ, kalbi bu durumlar arasýnda titrememiþse onun þu ayetleri okumaktan nasibi sadece dilini kýpýrdatmaktýr. Bununla beraber kendine açýkça þu ayetlerde lânet edilmiþtir:
Ýyi bilin ki Allah´ýn laneti zâlimler üzerinedir.
(Hûd/18)
Yapmayacaðýnýz þeyi söylemeniz Allah katýnda buðz bakýmýndan çok büyüktür.
(Sâf/3)
Ýnsanlarýn hesaplarý yaklaþtý, fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler,
(Enbiyâ/l)
Onun için (ey rasûlüm) sen bizim Kur´an´ýmýzdan yüz çevirip de yalnýz dünya hayatýný isteyen kimselere bakma!
(Necm/29)
Kim de tevbe etmezse iþte onlar kendilerine zulmedenlerdir.
(Hucurât/11)
O kiþi ayný zamanda Allah Teâlâ´nm þu ayetinin hükmüne de dahil olur:
Onlar içinde okuma ve yazma bilmeyenler vardýr ki Tevrat´ý bilmezler. Ancak birtakým kuruntu yýðýný uydurmalar düzer, sadece þüphe ve zanda bulunurlar.
(Bakara/78) ´
Yani onlar mücerred tilâvetle iktifa ederler. Ayný zamanda o kiþi þu ayetin de þümulüne dâhil olmuþ olur:
Göklerde ve yerde nice ayet(ler) var ki, onlarýn yanýndan yüzlerini çevirerek geçerler.
(Yusuf/1´05)
Çünkü Kur´ân, yer ve göklerdeki Allah Teâlâ´nm varlýk ve birliðine delâlet eden bütün alâmetleri beyan buyurmaktadýr. Kur´ân ayetlerini okuyup onlardan ibret almayan, o ayetlerden yüzçeviriyor demektir. Bu hikmete binâen denildi ki:
´Kur´an´ýn beyan buyurduðu sýfatlarla muttasýf olmayan bir kimse Kur´an´ý okuduðu zaman Allah Teâlâ ona ´Sen nerede, benim kelâmým nerede...
Sen ki benden yüzçevirmiþ bir kimsesin, bana dönüþ yapýncaya kadar kelâmýmý býrak, okuma!´ diye hitapta bulunur.
Âsi bir kimsenin Kur´ân okuyup tekrar ettiði zamanki misâli, padiþahýn fermanýný günde birkaç defa okuyan bir kimsenin haline benzer. Padiþah bu kimseye fermanýnda memleketini imâr etmeyi emretmektedir. Oysa o, memleketin tahribi ile meþguldür ve bütün yaptýðý sadece fermaný okumaktan ibarettir.
Eðer bu kiþi padiþahýn emrine muhalefet etmesiyle beraber fermanýný okumayý da terkederse padiþah ile alay etmekten ve bundan dolayý da cezaya çarpýlmaktan kurtulamaz.
Bu sýrra binâen Yusuf b. Esbât dedi ki: ´Ben Kur´ân okumaya niyetleniyorum. Fakat içindeki ahkâmý hatýrladýðým zaman, Allah´ýn azabýndan korkarak onu býrakýyor, tesbih ve istiðfar ile meþgul olmayý tercih ediyorum´.
Kur´an´ý okuyup ahkâmýyla amel etmekten yüz çeviren bir kimse þu ayet de kastolunan kimselerdendir:
Onlar ise, o söz ve teminatý sýrtlarýnýn arkasýna attýlar. Böylece karþýlýðýnda biraz para aldýlar. Bu ne kötü bir alýþveriþtir.
(Ali Ýmran/187) Ýþte bu sýrra binaen de Hz. Peygamber (s.a) þöyle buyurmuþtur:
Kalbiniz Kur´ân üzerinde ittifak ettikçe ve derileriniz onun için yumuþadýkça Kur´ân okuyunuz; (ancak o zaman okumuþ sayýlýrsýnýz). Ne zaman ki Kur´ân ile çeliþirseniz, demek oluyor ki siz Kur´an´ý okumuyorsunuz.42
Bazý rivayetlerde de ´Kur´ân ile çeliþtiðiniz takdirde Kur´an´ý býrakýp kalkýnýz´ denilmektedir.
Nitekim Allah Teâlâ da Enfâl sûresinin ikinci ayetinde
´Gerçek mü´minler yalnýz o kimselerdir ki; Allah anýldýðý zaman kalpleri korkarak ürperir. Onlara ayetleri okunduðu zaman imanlarýný artýrýr ve onlar yalnýz rablerine tevekkül ederler´ buyurur.
Hz. Peygamber (s.a) baþka bir hadîsinde þöyle buyurur:
Ýnsanlardan Kur´an´ý en güzel sesle okuyan o kimsedir ki onun Kur´ân okuduðunu dinlediðin zaman, onu Allah´tan korkar bir kimse görürsün.43
Allah´tan korkan bir kimseden dinlenen Kur´an´dan daha sevimli olarak, hiç kimseden dinlenilmez,44
Anlaþýldý ki, Kur´ân, sadece bu halleri kalbe celbetmek ve ahkâmýyla amel etmek için okunur. Eðer Kur´an´ýn okunmasmdaki gaye bu deðilse, sadece harflerin ve dilin kýpýrdamasý külfeti ise, bu önemsiz bir þeydir.
Bu hikmete binâen kurrâ´dan biri þöyle anlatýr: Bir üstadýmýn yanýnda Kur´ân okudum. Ýkinci bir defa okumak istediðimde beni þiddetle reddederek dedi ki: ´Kur´an´ý benim üzerime okuyup beni meþgul ediyorsun. Git, Allah Teâlâ´ya oku ve dikkat et ki, Allah Teâlâ sana neyi emretmekte ve seni nelerden sakýndýrmaktadýr?´
Ýþte sahâbe-i kiramýn (r.a) meþguliyetleri böyle Kur´anla hallenmek ve onun ahkâmýyla amel etmekti, Hz. Peygamber (s.a) vefat ettiði zaman yirmibin sahâbîsi vardý.45
Oysa onlardan sadece altý kiþi Kur´an´ý tamamen hýfzetmiþti. Bu altý kiþinin ikisi hakkýnda da ihtilâf vardýr. Sahâbîlerin çoðu bir veya iki sûreyi hýfzederdi. Bakara ve En´am sûresini hýfzedenler, sahâbîlerin âlimleriydi.
Birisi Kur´an´ý öðrenmek için huzur-i saadete geldiðinde Allah Teâlâ´nýn ´Zirâ kim zerre miktarý bir hayýr iþlerse onun mükâ-fatýný görecek, kim de zerre miktarý bir kötülük iþlerse onun cezasýný görecektir´ (Zilzal/7-8) ayetinin okunduðunu duyar ve ´Bukadarý bana kâfidir´ diyerek gider.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s,a) hazýr bulunanlara ´Bu kiþi Kur´an´ýn mânâsýný anlayarak gitti´ buyurur.
Ancak ayetin mânâsýný anladýktan sonra müzminin kalbine Allah tarafýndan ihsan edilen bu hâl ve benzerleri nâdir attandýr. Sadece dilin kýpýrdatýlmasma gelince onun faydasý pek azdýr. Belki sadece diliyle okuyup, okuduðunun hükümleriyle amel etmeyen bir kimse þu ayetin hedefi olmaya namzettir: ´Her kim de benim zikrimden (Kur´an´ýmdan) yüz çevirirse ona dar bir geçim vardýr ve onu kýyâmet günü kör olarak hasrederiz.
(Kur´an´dan yüz çeviren kimse) þöyle der: Ey rabbim! Beni niçin kör olarak hasrettin? Oysa ben (dünyada) iken görüyordum. Allah þöyle buyurur:
Cezan böyle! Sana ayetlerimiz geldi de onlarý unuttun. Ýþte bugün de böylece unutulursun.
(Tâhâ/124-126)
Yani o ayetleri terkedip onlarý düþünmedin ve onlara ihtimam göstermedin! Çünkü iþinde kusurlu olan kimse için ´o, iþi unutmuþ´ denir.
Kur´an´ýn hakkýyla okunmasý; lisan, akýl ve kalbin ortaklaþa okumasý demektir. Bu okumaktan lisanýn payý; tertil ile okuyup harfleri tasrih etmektir. Aklýn payý da mânâlarý tefsir etmek, kalbin payý ise, onlardan ibret alýp yasaklardan çekinmek, emirlere uymaktýr. Bu bakýmdan lisan tertîlle okuyor, akýl onun okuduðunu tercüme ediyor, kalp ise ondan ibret alýyor.
42) Müslim ve Buharî, (Cürýdeb b. Abdullah el-Becelî´den)
43)Ýbn Mâce, zayýf bir senedle
44)Hâkim, (Ebû Kasým el Gafýkî´den)
45)Yirmibin kaydý belki de sadece Medine´de bulunanlar içindir. Zira Ebû Zur´a er-Râzî ´Resûlullah (s.a) vefat ettiði zaman yüzondörtbin sahâbi vardý´
diyor. Bütün bunlar, ondan hadis dinleyen ve rivayet edenlerdir. Buharî veMüslim´de Enes´den rivayet edildiðine göre, Resûlullah´ýn zamanýnda bütün
Kur´an´ý hýfzedenler dört kiþidir ve hepsi de Ensâr´dandýr.
1.Ubey b. Ka´b,
2.Muaz b. Cebel,
3.Zeyd
4.Ebû Zeyd´dir.
Bu hadisin senedinde za´f vardýr.
Ynt: Kur'an Okunurken Riayet Edilmesi Gerekenler By: derya Date: 31 Ocak 2010, 23:19:31
IX. Terakki
Terakkiden maksat, Kur´ân okuyan bir kimsenin hâlden hâle girip Kur´an´ý, nefsinden deðil Allah´tan dinleyinceye kadar yükselmesidir. Bu bakýmdan okumanýn dereceleri üçtür:
A)En az derecesi, sanki Kur´an´ý Allah´a okur gibi okumaktýr.
Sanki Allah´ýn huzurunda durmuþ, Allah kendisine bakýyor ve okuduðu Kur´an´ý kendisinden dinliyor gibi düþünüp hissetmelidir. Kiþi kendisini böyle düþündüðü zaman, onun hâli, Allah´tan istemek, yalvarmak ve yakarmak olur.
B)Ýkinci derecesi kalbiyle Allah´ý müþahede etmektir. Sanki
Allah´ý görür ve onun lûtuflarýna mazhar olarak ona hitâb eder, nimet ve ihsanlarýna garkolarak onunla münâcatta bulunur. Böyle bir kimsenin durumu Allah´tan utanmak, onu tâzim etmek, ona kulak vermek ve kelâmýný anlamaktýr.
C) Kelâm´ýn içinde, konuþaný, kelimelerde de onun sýfatlarýný görmektir. Bu bakýmdan bu derecede olan bir okuyucu, ne nefsine, ne okuyuþuna ve ne de kendisiyle ilgili bulunan nimetlere kendisine verilmesi hasebiyle bakmaz. Bütün himmetini konuþana teksif eder. Fikri ve düþüncesi konuþan olur. Sanki konuþaný müþahede etmeye garkolmuþ, artýk baþkasýný görmez. Bu derece, mukarriblerin derecesidir. Bundan önceki derece ise, Eshâbu´l Yemînin derecesidir. Bunlarýn dýþýnda kalan derece ise, gafillerin dereceleridir.
Bu en yüce dereceden Cafer b. Muhammed es-Sâdýk haber vererek þöyle buyurmuþtur:
´Allah´a yemin ederim, Allah Teâlâ (cc) kelâmýnda halkýna tecellî etmiþtir. Ancak halk onu görmez´.
Yine kendisine ´Sana ne oldu ki, namaz içinde düþüp bayýldýn?´ diye sorulduðu zaman þöyle buyurmuþtur: ´Kalbimde bir ayeti tekrarlayýp duruyordum. Tâ ki onu, onunla konuþandan dinledim. O zaman O´nun kudretinin görünmesine cismim güç yetiremedi ve düþüp bayýldým´.
Böyle bir derecede kelâmýn tadý büyüdükçe büyür. Lezzetin münâcâatý oldukça kabarýr. Bu sýrra binâen hükemâdan biri þöyle buyurmuþtur:
Ben daha önce Kur´an´ý okuyup ondan hiçbir tad alamýyordum. Öyle ki onu sanki Rasûlullah ashabýna okuyor gibi dinleyinceye kadar...
Sonra bu makamdan daha üst bir makama çýktým. Kur´an´ý sanki Cebrâil Hz. Peygamber´e telkin ediyor gibi dinleyip, okudum. Sonra Allah Teâlâ baþka bir derecede tecelli etti. Bu bakýmdan þu anda Kur´ân dili ile konuþan Allah´tan dinlercesine okuyorum. Ýþte böyle olunca Kur´an´ýn lezzetini duydum. Öyle bir nimete gark olmuþum ki, onsuz bir an dahi yaþayamam.
Hz. Osman ve Huzeyfe b. Yeman þöyle demiþlerdir: ´Eðer kalpler pâk ve tâhir olsa, elbette Kur´an´ýn okunmasýna doyamazlar. ´Çünkü kalpler temizlikle kelâmda sahibini müþâhede etmek derecesine yükselir´.
Bu hikmete binâen de Sâbit el-Benânî þöyle buyurmuþtur: ´Yirmi sene Kur´an´ý meþakkat çekerek okudum. Yirmi sene de onunla nimettendim´.
Kelâmýn sahibinin (Allah Teâlâ´nýn) müþahedesine garkolup Allah´tan baþkasýný göremeyecek hâle gelen kul Allah Teâlâ´nýn þu emr-i celîline uymuþ olur:
O halde hemen Allah´a kaçýn!
(Zâriyât/50)
Ve Allah ile beraber baþka bir ilâh uydurmayýn!
(Zâriyât/52)
Bu bakýmdan herþeyde O´nu görmeyen, muhakkak O´nun gayrisini görmüþ demektir. Kul, Allah´tan baþka her neye iltifat ederse mutlaka onun o iltifatýnda gizli þirkten birþey vardýr. Muhakkak katýksýz Tevhid, herþeyde Allah´ý görmek demektir.
X.Teberrî
Teberri den maksat, Kur´an´ý okuyan kiþinin varlýk ve kuvvetinden teberri (uzaklaþarak) ederek nefsine katiyyen rýza ve temizlenmiþ gözüyle bakmamasýdýr.
Sâlihleri medhedip onlara Allah´ýn çeþitli nimetlerini va´deden ayetleri okuduðu zaman nefsini onlardan saymamalý, belki o vasýflara lâyýk olarak ibâdet edenleri ve o sahada doðru olanlarý görmeli, onlarýn kervanýna katýlmak için Allah Teâlâ´dan niyazda bulunmalýdýr. Âsiler ve kusurlularý yeren ve zemmeden ayetleri okuduðu zaman nefsini onlarla beraber görmeli ve kendisinin muhâtab olduðunu takdir ederek korkmalýdýr.
Ýþte bu sýrra binâen Ýbn Ömer (r.a) ´Ey Allahým! Ben zulmümden ve küfrümden/nankörlüðümden ötürü senden af dilerim´ dediðinde kendisine sorulur: ´Zulüm malûm ve fakat küfür ne demek?´ Bunun üzerine Ýbn Ömer þu ayeti okur:
Gerçekten insan çok zâlimdir, çok keffardýr (nankördür). (Ýbrahim/34)
Yusuf b. Esbat´a ´Kur´an´ý okuduðun zaman nasýl dua ediyorsun?´ diye sorulduðunda, ´Nasýl dua edeyim? Kusurumdan ötürü yetmiþ defa Allah Teâlâ´dan af diliyorum...´ diye cevap verir.
Bu bakýmdan kiþi Kur´ân hakkýnda nefsini böyle kusurlu görürse, onun bu görüþü Allah´ýn rahmetine yaklaþmasýna sebep olur. Çünkü yakýnlýkta uzaklýk gören bir kimse, kendisinde beliren korkudan ötürü yakýnlýkla taltif ediliyor ve bu korku o yakýnlýðýn ardýndan gelen diðer bir yakýn dereceye onu çekip götürür.
Kim uzaklýkta yakýnlýðý görüyorsa, aldanýr. Aldanýþý da onu uzaklýðýndan daha uzak bir dereceye çekip götürür. Kiþi nefsini Allah nezdinde razý olunmuþ gözüyle görürse, bu þekilde gördüðü nefsi kendisine perde olur. Nefsine iltifat etmek hududunu geçtiði ve okuduðunda Allah´tan baþkasýný müþâhede etmediði zamanda melekût aleminin sýrrý kendisine keþfolunur.
Ebû Süleyman ed-Dârânî þöyle anlatýr: Ýbn Sevban bir dostuna akþamleyin evinde iftara geleceði va´dinde bulunur. Buna raðmen kendisini bekleyen dostunun evine þafak sökünceye kadar gelmez.
Dostu ertesi gün kendisiyle karþýlaþýnca sorar: ´Hani akþamleyin bizde iftar edecektin? Va´detmiþtin? Va´dinde de durmadýn´. O da þöyle der: ´Eðer sana söz vermemiþ olsaydým, beni gelmekten men eden sebebi açýklayamazdým. Fakat kalbinin mutmain olmasý için açýklayayým: Yatsý namazýný kýldýðým zaman sana gelmeden önce bari vitir namazýný da kýlayým dedim. Çünkü ölümden emîn deðilim. Ne zaman vitir namazýnýn duasýna baþladým, bana cenne-tin rengârenk çiçekleriyle bezenmiþ bir bahçesi gösterildi. Ona baka baka bir de ne göreyim sabah oldu. Ýþte gelmeyiþimin hikmeti budur´.
Bu mükâþefeler ancak nefisten teberri, ne nefse, ne de hevâsýna iltifat etmekten uzaklaþýnca görünmeye baþlar. Sonra bu mükâþefeler keþif sahibinin haline göre deðiþir. Keþif sahibi reca ve ümit ayetlerini okuduðu zaman müjde hali kendisine galip gelir, cennetin sureti belirir. Sanki onu gözüyle görüyor gibi seyreder.
Eðer korku hâli kendisine galip gelirse kendisine cehennem gösterilir. Hatta onun azabýnýn çeþitlerini müþahede eder. Çünkü Allah Teâlâ´nýn kelâm-ý ilâhîsi lâtif kolaylýklarla çetin þiddetleri, ümit ve korkularý derleyici bir kelâmdýr. Bu ise okuyucunun hâllerine göre deðiþir; zira o sýfatlarýn bazýlarý rahmet ve lütuf, bazýlarý da intikam ve þiddettir.
Bu bakýmdan kelimeler ve sýfatlarýn müþahedesi hasebiyle olur. Okuyanýn kalbi hâllerin deðiþiklikleri arasýnda durmadan deðiþmektedir. Her hâle göre kalp, ona mahsus mükâþefeye hazýrlanýp yaklaþýr.
Çünkü dinlenen çeþitli oldu mu dinleyenin ayný hâlde durmasý muhaldir. Zira dinlenenin içinde razý olanýn kelâmý olduðu gibi, öfkelinin kelâmý, nimet verenin kelâmý, intikamcýnýn kelâmý, hiçbir þeyden çekinmeyerek ve perva etmeyerek hüküm veren mütekebbir ve cebbarýn kelâmý, ihmâl etmeyen, þefkat ve merhamette bulunanýn kelâmý da bulunmak-tadýr.
42) Müslim ve Buharî, (Cürýdeb b. Abdullah el-Becelî´den)
radyobeyan