Ýslam Kültürü K-Z
Pages: 1
Nimet By: armi Date: 31 Ocak 2010, 16:23:49
Nimet-Tefekkür
Büyük velîlerinden Ahmed bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) insan­larý, Cenâb-ý hakkýn kendilerine verdiði nîmetlerden baþkalarýný da istifâde et­tirmeye teþvik eder, Peygamber efendimizin þu hadîs-i þerîfini okurdu: "Allahü teâlâ bâzý kullarýna bâzý nîmetleri ihsân etmiþtir. Þâyet bu kullar, verilen nî­metlerle, baþkalarýný da faydalandýrýrsa, bu nîmetler onlarda kalýr. Eðer çevre­sindekileri bu nîmetten mahrûm ederlerse, ve­rilen nîmetler onlardan alýnýp baþ­kalarýna verilir."

Ýskenderiye´de yetiþen büyük velîlerden Dâvûd-i Ýskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânýn, kullarýna ihsân ettiði nîmetlerin en büyüklerinden birisi, aralarýnda irfân sâhibi velî bir zâtý bulundurmasýdýr. Ýs­terse insanlar onu tanýmasýnlar ve bilmesinler."

En büyük velîlerden Ýmâm-ý Ebû Yûsuf (rahmetullahi teâlâ aleyh) kendi­sinden nasihat isteyenlere çok kere; "Nîmetlerin baþý üç nîmettir. Birincisi bü­tün iyilikleri içine alan Ýslâm nîmetidir. Ýkincisi, hayâta tad ve­ren sýhhat ve âfi­yet nîmetidir. Üçüncüsü, insana faydalý olan (azdýrma­yan) zenginliktir."

Evliyânýn büyüklerinden Ýbn-i Atâullah Ýskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nîmetlerin çokluðu, seni, onlarýn þükrünü yap­maktan alýkoymasýn."

Hirat´ta yetiþen âlim ve büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Akýllýlar, ölümle sona eren her nîmeti, nî­met- ten say­mazlar. Ömür, ne kadar uzun olursa olsun ölüm yüz göste­rince, o uzunluðun ne faydasý olur? Nîmetin deðeri, sonsuz olmasýnda ve yok olmak tehlikesinden uzak bulunmasýndadýr."

Evliyânýn büyüklerinden ve kendilerine ?Silsile-i aliyye? denilen bü­yük âlim ve velîlerin yirmi ikincisi olan Muhammed Bâkî-billah (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Resûlullah´a tâbi olmak, Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdýnda bulunmak ve bu büyüklerin nisbetini (bað­lýlýk ve muhabbetlerini) kalbinde saklamak, dünyânýn her nîmetinden iyi­dir."

Evliyânýn meþhûrlarýndan ve büyük Ýslâm âlimi Muhammed Ma´sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Mektûbât-ý Ma´sûmiyye´sinin 1. cild 4. mek­tubunda þöyle buyurmaktadýr: "Bu bir köþede unutulmuþu hatýrlýya- rak, karde­þim Mevlânâ Muhammed Hanîf ile gönderdiðiniz mektup geldi. Okuyunca, çok sevindirdi. Ortaðý, benzeri olmayan cenâb-ý Hakk´a bað- lýlýðýnýzý ve O´nun mu­habbetinin ateþi ile yandýðýnýzý oku­yunca, sevinci- miz kat kat arttý. Bu âhir za­man fitne ve zulmeti içinde, Allahü teâlâ, bir kulunun kalbine, kendi sevgisini yerleþtirir ve kendi hic­râný, ayrýlýðý ile o- nu yakarsa ne büyük nîmettir! Bu nî­metin kýymetini bi­lip, þükrünü yap- mak lâzýmdýr. Durmayýp, bunun artmasýna çalýþarak, aþk-ý ilâhînin, en son derecesine yükselmesini beklemelidir. Hakîkî matlûbdan baþka hiç- bir þeye gönül baðlamamalý, faydasý olmayan þey­lerle uð­raþmamalýdýr. Muhabbet ateþi, nefs-i emmârenin azgýnlýðýndan, yükselmesin­den mey- dana gelen, izzet-i nefs perdesini tamâmen yaka­rak, ezelî ve ebedî ke- mâlâtýn nûrlarý, kalbi aydýnlatmalýdýr. "Nîmetlerime þükrederseniz, onlarý arttýrýrým." (Ýbrâhim sûresi: 7) buyrulmuþtur.

Büyük velîlerden Muhyiddîn-i Arabî (rahmetullahi teâlâ aleyh) velî­lik yolundaki yüksek derecesini ifâde ederek buyurdular ki: "Allahü teâlâ bana öyle nîmetler ihsân etti, bildirdi ki, istersem kýyâmete kadar gele­cek bütün ve­lîleri, kutublarý, isim ve nesebleriyle bildirebilirim. Fakat bâ­zýlarý inkâr ederler de, mânevî kazançlarýndan kaybederler diye korkuyo­rum."

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri kendisinden yüzlerce sene sonra ortaya çýka­cak olan telgrafýn çalýþma tekniðini bildirdi. Edison´u (1847-1931) dahi "Üstâ­dým" demek mecbûriyetinde býraktý. Fâtih Sultan Mehmed Hanýn Ýstanbul´u fet­hedeceðini, Yavuz Sultan Selîm Hanýn Þam´a gele­ceðini keþf yoluyla haber verdi.

Þeceret-ün-Nu´mâniyye fî Devlet-il-Osmâniyye isimli eserinde; "Sin, Þýn´a gelince, Muhyiddîn´in kabri meydana çýkar." buyurdu. Muhyiddîn-i Arabî haz­retleri, Þam´da, kalbi para sevgisiyle dolu bir grup kimseye; "Sizin taptýðýnýz, benim ayaðýmýn altýndadýr." dedi. Orada bulunanlar bu sözü anlayamadýlar. H.638 Rabî´ul-âhir ayýnýn 28. Cumâ günü, yetmiþ sekiz yaþýnda iken Þam´da fânî dünyâdan âhirete irtihâl etti. Sâlihiyye´de defnolundu. Þam halký, onun bü­yüklüðünü anlayamadýklarý için kabrinin üzerine çöp döktüler. Osmanlý Sultâný Yavuz Selîm Hân Þam´a geldi­ðinde; "Sin, Þýn´a gelince, Muhyiddîn´in kabri meydana çýkar." sözünün ne demek olduðunu anladý. Kabrini araþtýrýp bul­durdu. Çöpleri temizlete­rek, kabrin üzerine güzel bir türbe, yanýna bir câmi ve imâret yaptýrdý. Ayrýca Muhyiddîn-i Arâbî´nin vefâtýndan önce ayaðýný yere vu­rarak, "Si­zin taptýðýnýz, benim ayaðýmýn altýndadýr" buyurduðu yeri tesbit etti­rip, orayý kazdýrdý. Orada küp içinde altýn çýktý. Bundan, "Siz, Allahü teâlâya deðil de, paraya tapýyorsunuz" demek istediði anlaþýldý.

Tabiînden hadîs ve fýkýh âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Helâk olan bir kimsenin nasýl helâk oldu- ðuna hay­ret etmem. Fakat saâdete kavuþup, kurtulan bir kim­senin nasýl kurtulabildiðine hayret ederim. Ýyi biliniz ki; Allahü teâlâ bir kuluna, îmân ile ruhunu teslim et­mekten, îmân ile ölmekten daha büyük bir nîmet ver- memiþtir.?

Tâbiîn devrinde yetiþen büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Nîmetin baþý üçtür: Birincisi, Ýslâm nîmeti. Bütün nîmetler, bununla tamam olur. Müslüman olmadýk­tan sonra, hiç­bir nîmet insana fayda vermez. Ýnsan, ebedî seâdetten mahrum kalýr. Ýkincisi, sýhhattir. Bu nîmet olmadan hayâtýn kýymeti kal­maz. Dünyâ, insana, zindan gibi olur. Üçüncüsü, zenginliktir. Hayýr yolda kul­lanýlýrsa, insanýn çok ecir ve se­vâba kavuþmasýna vesîle olur."

Büyük velîlerden Yahyâ bin Muâz-ý Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: ?En çok sevindiðim ve sevdiðim þey, Allahü teâlânýn bana ihsân ve ikrâm ettiði îmân nîmetidir. En çok korktuðum þey ise, onun benden gitmesi­dir.?

Mevlânâ hazretlerinin meþhûr talebelerinden Ateþbâz Velî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) Mevlânâ hazretlerinin þu mânâdaki þiirlerini dilinden düþürmezdi. "Hangi kimsede tefekkür varsa, o kimse için her þeyde ibret vardýr."

Evliyânýn büyüklerinden Ebû Ali Rodbârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retleri; "Tefekkür nedir?" diye soran birisine; "Tefekkür dört türlü olur: Allahü teâlânýn mahlûklarýndaki güzel sanatlarý, faydalarý düþünmek, O´- na inanmaya ve sevmeye sebeb olur. O´nun vâd ettiði sevaplarý dü­þün- mek, ibâdet yapmaya sebeb olur. O´nun haber verdiði azaplarý dü­þün- mek, O´ndan korkmaya, kimseye kötülük yapmamaya sebeb olur. O´nun nîmetlerine, ihsânlarýna karþýlýk, nefsine uyarak günah iþlediðini, gaflet içinde yaþadýðýný düþünmek, Allah´tan hayâ et­meye, utanmaya sebeb olur." diye cevap verdi.

Evliyânýn büyüklerinden Ebû Amr ez-Zücâcî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) hazretlerine birgün bir grup insan; "Bir saat tefekkür, bir sene ibâ- detten hayýrlý­dýr." hadîs-i þerîfinin þerhi, açýklamasý nedir?" dedi. On­lara; "Buradaki tefekkü­rün mânâsý, nefsi unutmak, yok bilmektir." buyur­dular.

Horasan?da yetiþen evliyânýn meþhûrlarýndan Muhammed bin Hâ- mid Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: ?Tefekkür beþ çe- þittir. 1- Allahü teâlânýn yarattýðý þeylere bakýp, O?nun yüceliðini dü­þünmek. Bundan mârifet, Rabbini tanýmak hâsýl olur. 2- Allahü teâlânýn nîmetlerini ve ihsânla­rýný düþünmek. Bundan muhabbet hâsýl olur. 3- Al- lahü teâlânýn vâdettiði nî­metleri ve mükâfâtlarý düþünmek. Bundan ibâ- dete karþý raðbet ve ibâdet yapma þevki hâsýl olur. 4- Allahü teâlânýn azâbýný düþünmek. Böyle tefekkür eden kimse, Allahü teâlâya isyân et­mekten sakýnýr. 5- Allahü teâlânýn verdiði nîmet­ler ve ihsânlarý yanýnda, nefsin kötülüklerini düþünmek. Bundan da, geçmiþ gü­nahlarý hatýrlýyarak Allahü teâlâya karþý hayâ, utanma hâsýl olur.?

Büyük velîlerden Þeyh Osman bin Merzûk el-Kureþî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Kimlerden sakýnalým diye sorduklarýnda; "Ýþi karýþýk kim­selerle düþüp kalkanýn, hâli de karýþýk olur." buyurdular.

Cezâyir´de yetiþen Hadîs, kelâm, mantýk ve kýrâat âlimi Senûsî (rah- metullahi teâlâ aleyh) her ân Allahü teâlâyý tefekkür ederdi. "Ýnsan­larla bir­likte gülüyor görünüp, kalbi Rabbinin korkusuyla aðlayan kaç kiþi var- dýr." bu­yurarak, asýl maksadýn Allahü teâlâdan gâfil olmamak, O´nu unutmamak oldu­ðunu bildirirdi. Ýþte bu hâl, âriflerin, evliyânýn hâlidir.

Senûsî, Allah korkusunun fazlalýðý, devamlý murâkabe hâli ve her ân tefek­kür etmesi sebebiyle, dünyâda sanki hapiste gibiydi. Dâvûd aley- hisselâmýn yaptýðý gibi, bir gün oruçlu, bir gün oruçsuz olurdu. Az bir yemek ile iftar ederdi. Oruçlu olmadýðý günlerde de yiyecek bir þey istemezdi. Bâzan üç gün ve daha ziyâde, hiçbir þey yemeyip içmediði olur- du. Kendisine bir yemek ve­rilse yer, yoksa böyle devâm ederdi. Yi­yecek bir þeyler istemezdi.










radyobeyan