Fehm By: derya Date: 31 Ocak 2010, 14:03:48
Fehm (Haccýn Gerçeðini Kavramak)
Allah Teâlâ´ya (c.c), ancak þehvetlerden uzaklaþmak, lezzetlerden çekinmek, zarurî ihtiyaçla yetinmekle yaklaþýlabilir. Bütün hareketlerinde ve iþlerinde herþeyden uzaklaþarak sadece kendini Allah´a adamakla o makama varabilir. Ýþte bu mertebeyi elde etmek için eski milletlerin ruhbanlarý halktan kaçýnarak dað baþlarýný seçmiþ ve halktan uzak durmayý tercih etmiþ ve Allah´a yaklaþmak için bunlarý yapmýþlardýr. Allah Teâlâ´nýn aþký için halihâzýrdaki lezzetleri terkederek nefislerini âhireti elde etmek gayesiyle zor mücahedelere koþmuþlardýr. Allah Teâlâ (c.c) böyle kimseleri Kur´an-ý Kerîm´de övmektedir:
Sevgi bakýmýndan müminlere en yakýn olanlarýný da ´Biz hristiyanýz´ diyenlerini bulacaksýn.
Bunun sebebi þu: Çünkü onlarýn içinde bilgin keþiþler ve dünyayý terkeden râhibler vardýr. Hakîkaten onlar hakký kabul hususunda büyüklenmez ve kibirlenmezler. (Mâide/82)
Bu devir inkýraza uðradýktan ve halk þehvetlerinin arkasýnda sürünüp gittikten, sadece kendilerini Allah´ýn ibadetine vermeyip ve bu sahada gevþeklik gösterdikten sonra Allah Teâlâ (c.c) peygamber-i ziþân´ý Muhammed Mustafa´yý âhiret yolunu ihya etmek ve âhiret hakkýndaki peygamberlerin sünnetini yenilemek için gönderdi. Bu bakýmdan Hz. Muhammed´e ´Geçmiþ dinlerde ruhbanlýk ve seyyahlýk var mýydý?´ diye sorduklarýnda, Hz. Peygamber (s.a) þöyle cevap vermiþtir:
Allah Teâlâ bize onun yerine cihad etmeyi ve her tepeye çýkýþýmýzda tekbir getirmeyi (yani haccetmeyi) verdi.85
Hz. Peygamberden Kur´an´daki Sâlihîn diye tâbir edilen kavmin kimler olduklarý sorulunca ´Onlar oruç tutanlardýr´ cevabýný vermiþtir.
Bu bakýmdan Allah Teâlâ (c.c) hac ibâdetini, ruhbanlýk yerine geçirmek sûretiyle bu ümmete büyük bir nimet ve ihsanda bulundu. Beyt-i Atîk´in þerefi, Allah Teâlâ´nýn zât-ý ulûhiyyetine izafe edilmesinden ileri gelmektedir. Onu kullarýna maksud (hedef) olarak göstermesinden kaynaklanmaktadýr. Onun etrafýndaki arâzileri ona harem tâyin etmesi de onun þânýnýn yüceliðine delâlet eder.
Arafat sahasýný havuzuna akan oluk gibi kýlmýþtýr. Harem sýnýrlarý dahilindeki avlanmayý ve oradaki bitkilerin kesilmesini haram kýlmak sûretiyle Harem´in hürmetini daha da takviye etmiþtir. Harem´i týpký pâdiþahlarýn huzuru ve has bahçesi gibi kýlmýþtýr ki, uzak memleketlerden gelen ziyaretçiler Beyt´in rabbine tevazu göstererek toztoprak içinde oraya gelirler. Onun celâline boyun eðerek izzetinin önünde meskenet ve zilletlerini göstererek oraya gelirler.
Bununla beraber onun herhangi bir Beyt´e sýðmaktan veya herhangi bir beldenin sýnýrlarýnýn içine girmekten münezzeh olduðunu da itiraf ederler ki, bu onlarýn kulluk ve köleliklerini daha açýk ve itâatlarný daha tam bir þekilde göstermiþ olsun. Ýþte bu sýrra binâen nefislerinin ünsiyet kuramadýðý ve bir türlü çözemedikleri birtakým vazifeleri hac konusunda kendilerine yüklemiþtir. Meselâ cemrelere taþ atmak. Safâ ile Merve arasýnda yedi defa sa´y etmek gibi. Bu, mânâsý bilinmez ve sýrrý çözülmez hareketleri yapmakla insanoðlu sadece Allah´a karþý kulluðunun kemâlini izhar etmiþ olur. Zira diðer ibadetlerde aklýn idrak ettiði sýrlar mevcut olduðu için, insan onlara meyledebilir.
Meselâ zekâtta fakir fukaraya karþý þefkat vardýr. Bu yönü anlaþýlýr ve akýl da buna meyleder. Oruç, Allah düþmanýnýn elinde bir âlet olan þehvetin kýlýcýdýr. Nefsi meþgul eden þeylerden menedip sadece ibadete yöneltir. Namazdaki rükû ve secde, Allah Teâlâ´ya tevazu biçiminde birtakým fiillerden ibarettir. Nefislerin Allah Teâlâ´nýn tâzimiyle ünsiyet kurmasý belli bir hakikattir. Fakat Safâ ile Merve arasýndaki sa´y, þeytan taþlamalarý ve benzeri hac hareketleri ise, nefisler bunlardan nasibdar olamaz ve insan tabiatý bunlara ünsiyet kuramaz. Akýl da bunlarýn mânâ ve medlûlünü bir türlü çözemez. Bu bakýmdan bunlarý yapmak, olsa olsa, ancak Allah Teâlâ´nýn mücerred emrine uymak içindir ve onun emrine uyulmasý vâcib olmasýný düþünerek uyma niyetidir.
Bu gibi amellerde akýl, tasarruf sahasýndan uzaklaþtýrýlýr. Nefis ve tabiat ünsiyet ettiði yerden kaydýrýlýr. Çünkü akýlla mânâsý idrâk edilen þeylere . tabiat birazcýk da olsa meyleder. Bu bakýmdan tabiatýn bu birazcýk meyli, o emri yerine getirmeye yardýmcý olur. Böyle bir emri yerine getirenin tam mânâsýyla kulluk ve itâati bilinmemiþ olur.
Ýþte bu sýrlara binâen Hz. Peygamber (s.a), sadece haccýn niyetinde þöyle demiþtir:
Haccý yapmak ile hizmetinde olurum. Onu hakkýyla yapar, taabbüd ve kulluðumu göstermek için yerine getiririm.86
Böyle bir þeyi ne namazda, ne baþka ibadette söylemiþ deðildir. Mâdem ki, Allah Teâlâ´nýn hikmet-i ilâhisi, kullarýnýn kurtuluþu, amellerinin tabî isteklerine muhalif olmasýna baðlanýp, tabiatýn dizgini þeriatýn eline verilsin istemiþtir. Buna binaen kullar da amellerinde itaat üzere devam edip, kulluk gereðinden ayrýlmamalýdýr. O halde mânâlarý aklen çözülmeyen, sadece Allah´ýn emridir diye yapýlan ibadetler nefislerin tezkiyesi, onlarý tabiat ve aklýn gereðinden uzaklaþtýrýp kulluk gereðince hareket ettirmesi ibadetlerin en açýk ve büyük kýsmýndandýr.
Bu hikmeti anladýðýn zaman, kesinlikle anlamýþ olacaksýn ki, nefislerin bu acaip fiillerden ürkmesinin sebebi, ibadet sýrlarýndan gafil olunmasýndandýr. Haccýn esasý hakkýnda bu kadarýný anlamak kâfidir.
85) Ebu Dâvud, (Ebu Umâme´den)
86) Daha önce geçmiþti.
radyobeyan