Mevlana Kitaplýðý
Pages: 1
Fihi Ma-Fih By: armi Date: 27 Ocak 2010, 17:41:38
Fihi Ma-Fih

Çeviren: Abdülbaki Gölpýnarlý


RAHMÂN VE RAHÝM ALLAH ADÎYLE; ONA DAYANIRIM BEN

1. BÖLÜM: "Bilginlerin kötüsü, beyleri ziyaret eden bilgindir; beylerin hayýrlýsý da bilginleri ziyaret eden bey. Ne güzel beydir yoksulun kapýsýndaki bey; ne kötü yoksuldur beyin kapýsýndaki yoksul." Halk, bu sözün dýþ anlamýný almýþtýr. Onlarca bilgin kiþinin, bilginlerin kötülerinden olmamasý için beylerin tapýsýna gitmemesi gerektir. Halbuki sözün anlamý, onlarýn sandýklarý gibi deðildir. Asýl anlamý þudur:
Bilginlerin kötüsü, beylerden yardým gören, beyler yüzünden düzelen, doðru yolu tutan kiþidir. Beyler bana ihsanlarda bulunsunlar, beni saysýnlar, bana mevkii versinler kuruntusuyla, onlardan korkarak okumaya baþlamýþtýr da beyler yüzünden iþi düzene girmiþtir; bilgisizliði bilgiye dönmüþtür. Bilgin olunca da onlarýn korkusundan, onlarýn cezasýndan edep sahibi olur, ister-istemez doðru yolu tutar. Artýk ne çeþit olursa olsun, ister görünüþte bey onun ziyaretine gelsin, ister o, beyi ziyarete gitsin, herhalde ziyaret eden odur, ziyaret edilense bey. Fakat bilgin, beyler yüzünden bilgiye sahip olmamýþsa, önceden de, sonradan da bilgisi Allah için elde edilmiþse o baþka; balýk nasýl sudan baþka bir yerde yaþayamazsa, elinden baþka bir þey gelmezse bu bilgin kiþinin ele yolu-yordamý, ancak doðru yola gitmektir; bu, onun kendi huyundandýr.
Bu çeþit bilgini yürüten, çekindiren akýldýr. Zamanýnda, bilsinler-bilmesinler, herkes onun heybetinden çekinir; onun ýþýðýndan onun aksinden yardým ister. Böylesine bilgin, beyin tapýsýna gitse bile gerçekte ziyaret eden beydir, ziyaret edilen kendisi. Çünkü herhalde bey, aldýðýný ondan alýr, yardýmý ondan görür;oysa beye aldýrýþ bile etmez. O bilgin güneþ gibi heryana ýþýk salar; iþi-gücü, herþeye, herkese baðýþtýr.
Güneþte taþlarý lâ´l, yakut, inci, mercan haline getirir; toprak daðlarý bakýr, altýn, gümüþ madeni yapar;topraklarý yeþertir, tazeleþtirir; aðaçlara çeþit-çeþit meyveler baðýþlar. Onun iþi, sanatý vermektir, baðýþlamaktýr. Verir de almaz. Hani Araplarda söylene gelen bir atasözü vardýr; "Biz vermeyi öðrendik,almayý öðrenmedik" derler; onun gibi. Hâsýlý böylesine bilginler ziyaret edilenlerdir, beylerse ziyaret edenler.
Aklýma þu âyeti tefsîr etmek geldi. Söylediðim söze uygun da deðil amma mademki aklýma geldi
söyleyeyim de bitsin-gitsin.
Ulu Allah buyurur ki: "Ey Peygamber, ellerinizde bulunan tutsaklara de ki: Allah, yüreklerinizde hayýrlý bir niyet bulunduðunu bilirse size, sizden alýnandan daha da hayýrlýsýný verir, suçlarýnýzý örter. Allah, suçlarý örten bir rahîmdir."
Bu âyetin iniþine sebep þudur: Allah rahmet etsin, Mustafâ, kâfirleri bozmuþ, öldürmüþ, yaðmalamýþ, birçok tutsak tutmuþ, ellerini,ayaklarýný baðlatýp getirtmiþti. O tutsaklardan biri de, Allah razý olsun, amcasý Abbas´tý, o da onlarýn arasýndaydý. Bütün gece baðlanmýþ, hiçbir þeye güçleri yetmez, aþaðýlýk bir halde aðlýyorlar, inliyorlardý. Kendilerinden umut kesmiþlerdi. Kýlýcý, öldürülmeyi bekliyorlardý. Allah rahmet etsin, Mustafâ, onlara baktý da güldü. Onlar görüyorsun ya dediler, onda da insanlýk hali var; halbuki bende insanlýk huyu yok diye dâvaya kalkýþmýþtý. Dâvasý, gerçeðe aykýrýymýþ. Ýþte bak, bize bakýyor, bizi baðlanmýþ, zincirlere vurulmuþ bir
halde kendisine tutsak olmuþ görüyor da seviniyor; týpký nefsine uyanlar gibi hani. Onlar da düþmana üst oldular, onlarý kahrolmuþ gördüler mi sevinirler, çalýp çaðýrýrlar.
Allah rahmet etsin, Mustafâ, içlerinden geçeni anladý da dedi ki:
Düþmanlarýmý kahrettiðimi göreyim, yahut sizi ziyana uðramýþ göreyim de güleyim, sevineyim, hâþâ,bu benden uzak. Þu yüzden güleceðim geliyor: Can gözüyle görüyorum; bir topluluðu tutmuþum, külhandan cehennemden, o kapkara bacadan baðlarla, zincirlerle, çeke-sürüye, zorla cennete, Allah râzýlýðýna, ölümsüz gül bahçesine götürüyorum da onlar, bizi bu tehlikeli yerden o gül bahçesine, o eminlik yurduna ne diye çekiyor, götürüyorsun diye aðlayýp baðýrýyorlar; iþte bu yüzden gülmem tutuyor. Bütün bunlarla beraber söylediðim sözü anlayacak, hali ap-açýk görecek, can gözü daha sizde yok. Ulu Allah diyor ki: Tutsaklara söyle; de ki: Siz önce ordular topladýnýz; bir çok hazýrlýklarda bulundunuz; erliðinize, yiðitliðinize,çokluðunuza güvendiniz. Kendi kendinize, Müslümanlarý þöyle edeceðiz, böyle kýracaðýz, kahredeceðiz dediniz. Gücünüzün-kuvvetinizin üstünde daha zorlu bir güç-kuvvet ýssý olduðunu görmüyordunuz. Yok
ediciliðinizden daha üstün bir yok edicinin bulunduðunu bilmiyordunuz. Hâsýlý þöyle olsun-böyle olsun diye ne tedbirde bulunduysanýz hepsi de aksi çýktý. Þimdi korku içindesiniz amma hâlâ da o illetten tövbe etmediniz. Umudunuz yok, hâlâ da bir güç-kuvvet sahibi bulunduðunu görmüyorsunuz. Gücünüz-kuvvetiniz varken beni görmeniz, kendinizi bana karþý yok olmuþ bilmeniz gerek ki iþler kolaylaþsýn. Korkuya düþünce benden umut kesmeyin ki sizi bu korkudan kurtarmaya, emin etmeye gücüm yeter. Ak öküzden kara öküz çýkaranýn kara öküzden ak öküz çýkarmaya da gücü yeter. "Geceyi uzatýrsan, gündüzün bir kýsmý gece olur; gündüzü uzatýrsýn, gecenin bir kýsmý gündüz olur;ölüden diri çýkarýrsýn, diriden ölü belirtirsin" bu-yurulmuþtur. Þimdi tutsaksýnýz; fakat tapýmdan umut kesmeyin de elinizden tutayým sizin. "Allah’ýn rahmetinden umut kesmeyin; Allah rahmetinden kâfir olan topluluktan baþkasý umut kesmez."
Þimdi Ulu Allah buyuruyor ki: A tutsaklar, önceki yolunuzdan döner, Korkuda da, umutta da beni görür, herhalde kendinizi yok etmeme karþý yok olmuþ sayarsanýz sizi bu korkudan kurtarýrým; sizden yaðmalanan, elinizden çýkan her malý tekrar veririm size; hattâ kat-kat fazlasýný, daha da iyisini verir, sizi baðýþlarým; dünya devletine âhiret devletini de katarým.
Abbas, tövbe ettim, tuttuðum yoldan döndüm dedi. Mustafâ, Ulu Allah ettiðin dâvaya delil ister
buyurdu. Beyit:Aþk dâvasýna giriþmek kolay,Fakat o dâvâya kesin delil gerek.
Abbas, hadi dedi, ne delil istiyorsan söyle. Mustafâ, Müslüman olduysan, Müslümanlýðýn iyiliðini
istiyorsan, sende kalan mallarýn bir kýsmýný müslüman ordusuna baðýþla da Müslümanlýk kuvvetlensinbuyurdu. Abbas, a Allah Elçisi dedi, bende ne kaldý ki? Hepsini yaðmaladýlar; bir eski hasýr bile býrakmadýlar.
Allah rahmet etsin, Mustafâ, gördün mü buyurdu, gerçek deðilsin tuttuðun yoldan dönmedin; ne kadarmalýn var, nerde sakladýn, kime ýsmarladýn, nereye gömdün, gizledin, söyleyeyim mi? Abbas, hâþâ dedi.
Mustafâ buyurdu ki: Bu kadar malý anana vermedin mi; filân duvarýn dibine gömmedin mi, ona, dönersem bana verirsin; esenlikle dönmezsem þu kadarýný filân iþe harcarsýn, þu kadarýný filâna verirsin, bu kadarý da senin olsun diye etraflýca vasiyette bulunmadýn mý? Abbas bunu duyunca parmak kaldýrdý, tam gerçeklikle inandý. Dedi ki: Ey gerçek peygamber, ben, Hâman gibi, Þeddad gibi daha baþkalarý gibi eski padiþahlara nasýl felek yâr olduysa sana da yâr oldu, baht elverdi sanýyordum. Fakat bunu buyurdun ya, bildim-anladým ki bu devlet, o yandandýr, Allah’dandýr. Mustafâ buyurdu ki: Doðru söyledin bu sefer; içindeki þüphe ipi koptu, duydum; sesi kulaðýma geldi. Canýmýn ta içinde gizli bir kulaðým vardýr, kim þüphe ve kâfirlik zünnârýný koparýrsa o gizli kulakla o koparma sesini duyarým, can kulaðýma gelir. Þimdi doðru söyledin, iman ettin.
Mevlânâ buyurdu ki:
Bu tefsîri Emîr Pervâne´ye þunun için söyledim; dedim ki: Sen önce Müslümanlýða kalkan oldun.
Kendimi feda edeyim. Müslümanlýðýn kalmasý, Müslümanlarýn çoðalmasý için aklýmý, tedbirimi kullanayým da Müslümanlýk kalksýn dedin. Kendi fikrine güvendin. Allahyý görmedin, herþeyi Allah´dan bilmedin. Böyle olunca da Ulu Allah o sebebi, o çalýþmayý, Müslümanlýðýn zararýna sebep etti. Çünkü sen Tatar´la bir olmuþsun, Þam´lýlarý, Mýsýr’lýlarý yok etmek, Ýslâm ülkesini yýkmak için onlara yardým ediyorsun, Allah, Müslümanlýðýn kalkmasýna sebep olan tedbiri, Müslümanlýða zarar vermeye sebep kýldý. Þu halde Allah´a yüz tut, çünkü korkulacak bir hal bu. Sadakalar ver de seni, kötü bir hal olan þu korkudan kurtarsýn. Ondan umut kesme. Öyle bir ibadetten böyle bir suça attý seni; fakat o ibadeti kendinden gördün de o yüzden suça
düþtün. Þimdi suçta da umut kesme ondan; yalvar-yakar, o ibadetten suçu meydana getirenin,þu suçtan bir ibadet meydana getirmeye de gücü yeter. Sana bundan bir piþmanlýk verir önüne sebepler çýkarýr da gene Müslümanlarýn çoðalmasýna, Müslümanlýðýn kuvvetlenmesine çalýþýrsýn. Umut kesme ki "Allah’ýn rahmetinden, kâfir olan topluluktan baþkasý umut kesmez" Maksadým buydu, bunu anlasýn da þu halde sadakalar versin, yalvarsýn-yakarsýn dedim; çünkü çok yüce bir halden aþaðýlýk bir hale düþtü; fakat bu halde de umutlanmasý gerek.Ulu Allah aldatýr; insanýn, bana güzel bir tedbir elverdi, güzel bir iþ belirdi, yüz gösterdi diye aldanmamasý için güzel þekiller gösterir, içinde kötü þekiller vardýr. Her görünen, göründüðü gibi olsaydý
Peygamber o kadar keskin, o kadar aydýn, o kadar aydýnlatýcý görüþüyle gene de "Herþey nasýlsa öyle göster bana" der miydi? Güzel gösterirsin, gerçekte çirkindir. Çirkin gösterirsin, gerçekte güzeldir, özdür. Þu halde bize herþeyi, nasýlsa öyle göster de tuzaða düþmeyelim, biteviye yol azýtmayalým. Þimdilik senin tedbirin güzel olsa, aydýn olsa bile onun tedbirinden daha iyi olamaz; o, böyle derdi. Þimdi sen de her görünene her tedbire güvenme; yalvar-yakar, kork. Maksadým buydu benim. Oysa bu âyeti, bu tefsiri; þu anda ordular çekmedeyiz; onlara dayanmamak, bozguna uðrasak bile o korku, o çaresizlik halinde, gene ondan umut kesmemek gerek tarzýnda kendi meramýnca tevil etti; sözü dileðine göre anladý. Benim maksadýmsa
söylediðim þeyleri anlatmaktý.
2. BÖLÜM - Birisi, Mevlânâ söz söylemiyor dedi. Dedim ki: Sonucu o adamý yanýma benim hayalim çekti-getirdi. Þu hayalim, ona nasýlsýn, nicesin diye bir söz söylemedi. Sözsüz hayal, onu çekti buraya; hakýykatim onu sözsüz çeker de bir baþka yere götürürse þaþýlmaz bu iþe.
Söz, gerçeðin gölgesidir, parça-buçuðudur. Gölge çekerse gerçek haydi-haydiye çeker. Söz bahanedir;insaný insana çeken can baðdaþmasýdýr, söz deðil. Birisi yüz binlerce mucize görse, söz duysa, kerametler seyretse kendisinde o peygamberle, yahut o erenle bir can baðdaþmasý yoksa fayda etmez. Ýnsaný coþturan, kararsýz bir hale getiren can baðdaþmasýdýr. Saman çopünde kehlibarla birazcýk can baðdaþmasý olmasa hiç mi hiç kehlibara gitmez. Herþeydeki cinsin cinsiyle baðdaþmasý gizlidir, gözle görünmez.
Herþeyin hayali, insaný o þeye çeker. Bað-bahçe hayali, insaný baða-bahçeye çeker, dükkân hayali dükkâna.Fakat bu hayallerde düzenler de gizlidir. Görmüyor musun ki filân yere gidersin, piþman olursun, hayýr sanmýþtým amma dersin, deðilmiþ. Bu hayaller, örtüdür, âdeta; örtü ardýnda birisi gizli. Hayaller ortadan kalktý da gerçekler hayal örtüsü olmadan yüz gösterdi mi kýyamet kopar orda. Hal böyle olunca da piþmanlýk kalmaz. Seni çeken her gerçek odur, baþka þey de ondan baþka deðildir, seni çeken gerçeðin ta kendisidir. "O gün, gizli þeyler meydana vurulur."
Bu sözün de yeri mi ki söylüyoruz. Gerçekte çeken birdir, fakat sayýlý görünür. Görmez misin ki bir adam yüz þey ister, çeþit-çeþit dileklerde bulunur. Tutmaç isterim, börek isterim, helva isterim, kalya isterim, meyva isterim, hurma isterim der. Bu istek, sayý gösterir, sayýyý dile getirir amma temeli birdir, temeli açlýktýr, o da birdir. Görmez misin? Bir þey yer de doyarsa bunlarýn hiçbiri gerekmez der. Þu halde belli oldu ki on deðilmiþ, yüz deðilmiþ, birmiþ "Sayýlarýný, ancak sýnamak için yaptýk". Halkýn bu birdir, onlar yüz diye saymasý, bir sýnamadýr. Yâni erene bir derler, þu çokluk halkaysa yüz derler, bin derler. Bu, pek büyük bir sýnanmadýr. Bu görüþ, bu düþtüðünüz düþünce, yâni halký çok, onu bir görüþünüz, pek büyük bir sýnamadýr. “Sayýlarýný, ancak sýnamak için yaptýk" Hangi yüz, hangi elli, hangi altmýþ? Elsiz-ayaksýz, akýlsýzcansýz
bir bölük halk, týlsým gibi, cýva gibi oynayýp durmada. Þimdi onlara altmýþ, yahut yüz, yahut da bin dersin, bunaysa bir. Halbuki onlar hiçtir, buysa bindir, yüz bindir, milyondur. "Sayýlýnca azdýr onlar,saldýrdýlar mý çok."
Padiþahýn biri, birisine yüz kiþinin geçineceði kadar dünyalýk vermiþti. Ordudakiler bu iþin aleyhinde bulunuyorlardý. Padiþah kendî kendine, bir gün dedi, size gösteririm, neden bu iþi yaptým, anlarsýnýz. Savaþ oldu, savaþta herkes kaçtý, yalnýz oydu kýlýç vuran. Padiþah, iþte dedi, o iþi bunun için yaptým ben.Ýnsanýn, ayýrdetme kabiliyetini garezlerden arýtmasý, bir din dostu aramasý gerek. Din, dostunu tanýr amma siz ömrünüzü ayýrdetme kabiliyetinden mahrum bir halde geçirdiniz de onun da ayýrdetme kabiliyeti arýklaþtý, din dostunu tanýyamýyor. Sen, ayýrdetme kabiliyetinden mahrum olan þu bedeni besledin.
Ayýrdetme, bir huydan ibarettir. Görmüyor musun? Delinin de bedeni var, eli-ayaðý var, fakat ayýrt etmesi yok. Her pis þeye el atýyor, tutuyor, yiyor. Ayýrdetme, þu görünen bedende olsaydý pisi tutmazdý. Hâsýlý bildik ki ayýrdetme, lâtif bir anlamdýr, o da sendedir. Sense gece-gündüz, þu ayýrdetme kabiliyetinden mahrum olan bedeni beslemeye koyulmuþsun; bu, ancak bununla olur diyorsun; halbuki bu da onunla olur.
Nasýl oluyor da sen, hep þu bedeni geliþtirmedesin, onuysa tamamiyle bir yana atmýþsýn. Bu beden,ayýrdetme kabiliyetiyle durur, o kabiliyet bedenle durmaz. O ýþýk, þu söz, kulak ve bunlardan baþka pencerelerden dýþarýya vurur; bu pencereler olmasa baþka pencerelerden baþ çýkarýr. Týpký þunun gibi hani:Bir ýþýk getirmiþsin, güneþin önüne koymuþsun; güneþi bu ýþýkla, bu rnumla görüyorum diyorsun. Hâþâ; mum getirmesen de güneþ kendini gösterir. Muma ne ihtiyaç var?
Allahdan umut kesmemek gerek. "Gerçekten de kâfirlerden baþkasý Allah rahmetinden umut kesmez"umut, eminlik yolunun baþýdýr. Yola gitmiyorsan bari yol baþýný gözle. Eðrilikler yaptým deme, doðruluðu tut sen, hiçbir eðrilik kalmaz. Doðruluk, Musa´nýn sopasýna benzer, o eðriliklerse büyüler gibidir. Doðruluk geldi mi hepsini yer-gider. Kötülük ettiysen kendine ettin, senin cefan, nerden ona eriþecek?
Þ i i r
Bir kuþ o daða kondu, sonra uçtu-gitti;
Bak da gör, o daðda ne birþey fazlalaþtý, ne birþey eksildi daðdan.
Doðru oldun mu bütün onlar kalmaz. Sakýn umut kesme.
Padiþahlarla düþüp kalkmada þu bakýmdan tehlike yok: Gidecek baþ zâti gider; ha bugün, ha yarýn.
Fakat þu yüzden tehlike var ki onlar o makama geçtiler mi nefisleri kuvvetlenir, ejderha kesilirler. Onlarla görüþüp konuþan, onlarla dostluk dâvasýna giriþen, onlarýn malýný kabul eden bu adam da çaresiz onlarýn isteklerine uygun söz söyler; onlarýn kötü düþüncelerini, hoþlansýnlar diye kabul eder; aykýrý bir söz söyleyemez; bu yüzden tehlikelidir; çünkü dine ziyandýr. Onlarýn yanýný yaptýn mý temel olan öbür yan, sana yabancý olur. O yana ne kadar gidersen sevgilinin bulunduðu bu yan, o kadar yüz çevirir senden. Dünya ehliyle ne kadar uzlaþýrsan o, o kadar kýzar sana. "Kim, bir zalime yardým ederse Allah o zalimi, yardým eden kiþiye musallat eder."
Yazýktýr denize varýp da bir parçacýk su içmeyi, yahut bir testi su almayý yeter bulmak. Denizden
inciler, mücevherler, kuvvet veren yüz binlerce þeyler elde ederlerken denizden su alýp götürmenin ne deðeri vardýr ki? Aklý olanlar bununla övünür mü hiç, ne yapmýþtýr ki bu iþi yapan? Hattâ dünya, bir köpüðüdür bu denizin; denizse erenlerin bilgileridir. Ýnci de nerede? Bu dünya, çer-cöple dolu bir köpüktür amma o dalgalarýn çýkýp batmasý, yürüyüp dönmesi, denizin coþup kabarmasý, köpürüp kükremesi yüzünden o köpük, bir güzellik elde eder. "Kadýnlarý, oðullarý, yüklerle altýnlarý-gümüþleri, damgalanmýþ cins atlarý, davarlarý, ekinleri isteyip Özleyiþ sevgisi, bunlara ait sevgi, insanlar için bezenmiþ, süslenmiþtir."
Bezenmiþ, süslenmiþtir buyurdu ya, demek ki o güzel deðildir. "Güzellik, eðretidir onda, baþka bir yerdendir. O, altýn suyuna batýrýlmýþ, yaldýzlanmýþ kalp paradýr; yâni bir köprücükten ibaret olan þu dünya kalptýr, kadri, deðeri yoktur; fakat biz onu altýnla kaplamýþýz; çünkü "insanlar için bezenmiþtir,süslenmiþtir."
Ýnsan Allah usturlabýdýr, fakat usturlabý bilmek için müneccim gerek. Tere satanda, yahut bakkalda da usturlap bulunabilir, fakat ondan ne fayda görür usturlupla göklerin hallerini, dönüþlerini, burçlarý, tesirlerini, inkýlâplarý, bunlardan baþka daha birçok þeyleri ne bilir ki? Þu halde usturlap münecime fayda verir. "Kendini bilen rabbini bilir." Usturlap, nasýl göklerin hallerini gösteren bir aynaysa "And olsun ki Âdemoðullarýný ululadýk" diye anýlan insanýn varlýðý da Allah usturlabýdýr. Ulu Allah, onu, kendisini bilen,anlayan bir yaratýk olarak yarattýðýndan insan, kendi varlýðýnýn usrurlabýndan Allah tecellisini, neliksizniteliksiz güzelliði, soluktan- soluða, bakýþtan-bakýþa görür, seyreder; o güzellik bu aynadan hiç mi hiç ayrýlmaz.
Üstün ve yüce Allah’ýn öylesine kullarý vardýr ki onlar, hikmet, bilgi ve anlayýþ, ululuklar elbiselerini giyinirler. Halkta onlarý görecek görüþ yoktur amma onlar, pek kýskanç olduklarýndan bu elbiseleri giyerler de kendilerini gizlerler. Hani Mütenebbî, Kadýnlar ipekli elbiseleri süslenmek için deðil,Güzelliklerini korumak için giyindiler der ya, týpký onun gibi iþte.
3. BOLÜM - Birisi, gece-gündüz caným da, gönlüm de tapýnýzda hizmet etmede; fakat Moðollar´la uðraþmaktan, onlarýn iþleriyle oyalanmaktan vakit bulup da tapýnýza gelemiyorum dedi.
Mevlânâ buyurdu ki:
Bu iþler de Allah iþi; çünkü Müslümanlarýn emin olmalarýna, aman bulmalarýna sebep olmada. Onlarýn gönülleri olsun da birkaç Müslüman, emniyet içinde ibadete koyulsun diye kendinizi, malýnýzla, bedeninizle feda ettiniz. Þu halde bu da hayýrlý bir iþtir. Ulu Allah madem ki böyle bir hayýrlý iþe meyil vermiþ, ona aþýrý raðbet göstermeniz Allah yardýmýna mazhar oluþunuza delildir. Fakat bu meyilde bir gevþeklik, bir usanç hâsýl oldu mu bu, Allah yardýmýndan mahrum oluþunuza delildir. Çünkü ulu Allah, usanca uðrayan adamýn,o iþin öylesine bir hayýrlý iþe sebep olmasýný istemez. Hamam gibi hani. Hamam sýcaktýr amma o sýcaklýðý,külhanda yanan ot, odun, tezek gibi þeylerdendin. Ulu Allah, görünüþte kötü görünen, insaný tiksindiren sebepler meydana getirir; görünüþte kötüdür amma adamýn hakkýnda yardýmdýr, lûtuftur. Hamam bunlarla
kýzar, halka da faydasý dokunur.
Bu sýrada dostlar geldiler, içeri girdiler. Özür getirerek buyurdu ki: Size kalkmýyorum, söz söylemiyorum, hal-hatýr sormuyorum amma bu da aðýrlamaktýr. Çünkü herþeyi
aðýrlama, o vakte göre olur. Namazda babanýn, kardeþin halini-hatýrýný sormak, onlarý aðýrlamak yaraþmaz.
Namazdayken dostlara, yakýnlara iltifat etmemek, iltifatýn, okþamanýn ta kendisidir. Çünkü onlarýn yüzünden kendisini ibadetten, Allahya dalýþtan ayýrmaz, hatýrý daðýlmamýþ olur. Onlar da azaba, azara hak kazanmamýþ olurlar ki bu, iltifatýn ta kendisidir, okþayýþýn ta kendisidir; çünkü onlarý azaba uðratacak þeyden çekinmiþtir.
Birisi, Allahya namazdan daha yakýn yol var mýdýr diye sordu. Buyurdu ki: Gene namazdýr, fakat namaz, yalnýz þu görünen þekil deðildir. Bu, namazýn kalýbýdýr; çünkü bu namazýn önü vardýr, sonu vardýr. Önü, sonu olan herþey kalýptýr; çünkü tekbir, namazýn önüdür, selâm namazýn sonu. Þehadet getirmek de yalnýz dille söylenen söz deðildir. Çünkü onun da önü vardýr, sonu var.
Harfe, sese gelen herþeyin önü, sonu olur, o da görünüþtür, kalýptýr. Canýysa neliksiz-niteliksizdir, sonu yoktur; ne baþlangýcý vardýr, ne bitimi. Sonu-ucu þu namazý peygamberler icad etmiþlerdir. Þimdi þu namazý meydana çýkaran Peygamber þöyle der: "Allahla bir vaktim olur ki o vakte ne þeriatle gönderilmiþ bir peygamber sýðabilir, ne de Allahya yaklaþtýrýlmýþ bir melek" Þu halde bildik-anladýk ki namazýn caný, yalnýz þu görünen þekil deðildir; dalýþtýr, kendinden geçiþtir; þu halde bütün þekiller dýþarýda kalýr, oraya sýðamaz.
Salt anlam olan Cebrail de sýðmaz. Allah sýrrýný kutlasýn, Mevlânâ Bahâeddin Veled´den gelen bir hikâye vardýr: Bir gün ashap onu dalmýþ buldular. Namaz vakti de geldi-çattý. Bâzý müritler Mevlânâ, sözlerine aldýrýþ bile etmedi. Onlar kalktýlar, namaza koyuldular. Ýki mürit Þeyh´e uydu, namaza kalkmadý. Namaza durmayan o iki müritten birinin adý Hâcegî´ydi. Bu zat, can gözüyle ap-açýk gördü ki imamla beraber namaza duran ashabýn hepsi de kýbleye arka vermiþ; yalnýz Þeyh´e uyan o iki müridin yüzleri kýbleye karþý.
Çünkü Þeyh, bizden-benden geçmiþtir, onun, o oluþu yok olmuþ-gitmiþtir; varlýðý kalmamýþtýr; Allah ýþýðýnda helâk olmuþtur; "ölmeden önce ölün" sýrrýna ermiþtir. Artýk o Allah ýþýðý haline gelmiþtir. Kim Allah ýþýðýndan yüz çevirir de yüzünü duvara tutarsa kesin olarak kýbleyi arkasýna almýþtýr; çünkü o þeyh, kýblenin de caný kesilmiþtir. Hani þu halk yüzlerini Kâ´be´ye çevirirler ya; o Kâ´be´yi bir peygamber yapmýþtýr. O evi, o yaptýðý için de o ev, dünyanýn kýblesi olmuþtur. Peki, o ev kýble olursa peygamber, haydi-haydi kýble olur-gider; çünkü o ev, o peygamber yüzünden kýble olmuþtur.Allah rahmet etsin, esenlikler versin, Mustafâ, bir gün, bir dostu, seni çaðýrdým, nasýl oldu da gelmedin diye azarladý. O dost, namaz kýlýyordum dedi. Mustafâ dedi ki: Seni ben çaðýrmadým mý? Adam, çaresizim ben dedi. Mustafâ buyurdu ki:
Her vakit kendini çaresiz görürsen iyidir. Bunda kaldýðýn zaman nasýl kendini çaresiz görüyorsan, her halde, hattâ gücün-kuvvetin yeterken de çaresiz görmelisin. Çünkü senin gücünün- kuvvetinin üstünde bir güç-kuvvet var ve sen, her halde Hakka karþý yok olmuþ-gitmiþsin. Ýkiye bölünmüþ deðilsin sen ki kimi zaman çaren elinde olsun, kimi zaman çaresiz kalasýn. Onun gücünü-kuvvetini gör de kendini her zaman çaresiz, elsiz-ayaksýz, bunalmýþ yoksul olmuþ bil. Arýk bir adamýn da yeri mi var, sözü mü olur? Arslanlar, kaplanlar, timsahlar bile onun karþýsýnda hep çaresizdir, tir-tir titrerler. Gökler, yerler, hep çaresizdir, onun buyruðuna uymuþtur. O pek büyük bir padiþahtýr; onun ýþýðý, ayýn, güneþin ýþýðýna benzemez ki o ýþýk varken herhangi birþey, olduðu yerde kalakalsýn. Onun ýþýðý, perdesiz yüz gösterdi mi, ne gökyüzü kalýr, ne yeryüzü... Ne güneþ kalýr, ne Ay. O padiþahtan baþka kimsecik kalmaz. "Herþey helâk olur, ancak onun hakikati kalýr"
Padiþahýn biri, bir derviþe, Allah tapýsýndan dedi, bir tecelliye uðrarsan, o tapýya bir yakýnlýk elverirse sana, beni de an. Derviþ, ben dedi, o tapýya ulaþtým mý, o güzellik güneþi vurdu mu, kendimi bile hatýrlayamam, seni nasýl anayým?
Fakat Ulu Allah, bir kulu seçti de kendisinden geçirdi mi, kim onun eteðini tutarsa, kim ondan muhtaç olduðu birþeyi isterse, o ulu kiþi, Allah katýnda onu anmasa, istemese de Hak, onu yerine getirir. Hani bir hikâye söylerler; bir padiþah varmýþ, onun da pek özel, pek yakýn bir kulu varmýþ. O kul, padiþahýn sarayýna gideceði vakit ihtiyacý olanlar dertlerini anlatýrlar, ona, padiþaha sunsun diye yazýlý kaðýtlar verirlermiþ. O da bu kâðýtlarý cüzdanýna kormuþ. Fakat padiþahýn tapýsýna var di mý, padiþahýn güzelliðinin ýþýðý o kula vururmuþ da kul, padiþahýn karþýsýnda kendinden geçer-gidermiþ. Padiþahsa benim güzelliðime dalýp giden kulumun nesi var-nesi yok diye âþýkçasýna onun göðsünü, cebini yoklar, cüzdanýný ararmýþ. Derken o yazdý kâðýtlarý bulur, neler yazýlmýþsa hepsini yazar, tekrar kâðýtlarý cüzdanýna kormuþ. Böylece o söylemeden herkesin ihtiyacýný giderir, bir tanesini bile reddetmezmiþ. Hattâ dileklerini kat-kat, dilediklerinden de fazla
verirmiþ. Aklý baþýnda olan, ihtiyacý olanlarýn dileklerini padiþaha söyleyebilir baþka kullarýn yüz tane dileklerinden bir tanesini bile arada-sýrada yerine getirirmiþ.
4. BÖLÜM - Birisi, burada birþey unutmuþum dedi. (Mevlânâ) buyurdu ki:
Dünyada unutulmamasý gereken birþey var. Herþeyi unutsan da onu unutmasan korku yok. Fakat
herþeyi yerine getirsen, hatýrlasan, unutmasan da onu unutsan hiçbir þey yapmamýþ olursun. Hani bir padiþah seni belli bir iþ için bir köye yollasa, sen de gitsen de o iþten baþka yüzlerce iþ basarsan, hangi iþ için gittiysen onu yapmadýn, baþarmadýn ya, hiçbir iþ baþarmamýþ sayýlýrsýn. Þu halde insan dünyaya bir tek iþ için gelmiþtir, maksat odur. Onu baþarmadý mý, hiçbir iþ baþarmamýþ demektir. "Gerçekten de biz, arzettik emâneti göklere ve yeryüzüne ve daðlara. Derken onlar, onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular ve onu yükledik insana; þüphe yok ki çok zalim oldu, çok bilgisiz bir hale geldi o." O emâneti göklere arzettik, kabul edemedi. Bir bak da gör, göklerden aklý þaþýrtan ne iþler meydana gelmede. Taþlarý l´âl, yakut yapýyor; daðlarý altýn, gümüþ madeni haline getiriyor. Bitkileri, yeryüzünü coþturuyor, diriltiyor,
ölümsüz cennete döndürüyor. Yeryüzü de tohumlarý benimsiyor, meyveler veriyor, ayýplarý örtüyor,anlatýlmasýna imkân bulunmayan yüz binlerce þaþýlacak iþler baþarýyor, þaþýlacak þeyler meydana getiriyor.
Daðlar da çeþit-çeþit madenler veriyor. Bütün bunlarý yapýyorlar, yapýyorlar amma onlardan o bir tek iþ meydana gelmiyor da o tek iþi insan görüyor, baþarýyor, "And olsun ki Ademoðullarýný ululadýk" dedi,"Göðü, yeri aluladýk" demedi. Þu halde insanýn elinden bir iþ geliyor ki ne göklerin elinden geliyor o iþ, ne yerlerin, ne daðlarýn. O iþi de gördü mü, onda ne zalimlik kalýyor, ne bilgisizlik. Amma sen, o iþi görmüyorsam bunca iþ görüyorum ya dersin; dersin amma seni öbür iþler için yaratmadýlar ki. Bu, þuna benzer: Padiþahlarýn hazinelerinde bulunabilen, deðer biçilmez bir çelik Hint kýlýcýný tutmuþsun da kokmuþ öküz etine satýr olarak kullanýyor, sonra da boþu-boþuna býrakmadým ya, böylesine bir iþe kullanýyorum onu diyorsun. Yahut da zerresiyle yüzlerce tencere alýnabilen bir altýn tencereyi getirmiþsin, içinde þalgam piþiriyorsun. Yahut da mücevherlerle bezenmiþ bir býçaðý kýrýk bir kabaða mýh yapmýþsýn da diyorsun ki; Ýþ
görüyorum; kabaðý ona asýyorum, þu býçaðý öylece býrakmýyorum ya. Acýnacak, gülünecek iþler deðil de nedir bunlar? O kabak, bir pul deðerindeki bir tahta, yahut demir çiviye de asýlabilirken yüz dinarlýk býçaðý bu iþe kullanmak, akýl iþi midir ki?
Ulu Allah, sana pek büyük bir deðer vermiþtir. Buyurdu ki: "Gerçekten de Allah, cennet karþýlýðý olarak inananlarýn canlarýný, mallarýný satýn almýþtýr."
Deðer bakýmýndan iki dünyadan da artýksýn; Fakat neyleyeyim ki deðerini sen bilmiyorsun
Kendini ucuz satma; çünkü deðerin pek fazla senin. Ulu Allah buyuruyor ki: Sizi de, soluklarýnýzý da, vakitlerinizi de, mallarýnýzý da, zamanýnýzý da satýn aldým ben; bana harcarsanýz, bana verirseniz karþýlýðý ölümsüz cennettir; deðerin budur iþte bence. Fakat sen, tutar da kendini cehenneme satarsan kendine zulmetmiþ olursun. Hani o yüz dinarlýk býçaðý duvara
saplayýp ona bir kabak, yahut bir testi asan kiþi gibi.Þimdi gelelim sözümüze.
Bahane getiriyor da ben kendimi yüce iþlere harcamadayým. Fýkýh, hikmet, mantýk, nücûm, týp, daha da baþka bilgiler öðreniyorum diyorsun. Sonucu, bunlarýn hepsi de senin içindir. Fýkýh öðreniyorsan kimse elinden ekmeðini kapmasýn, elbiseni soymasýn, seni öldürmesin de sað-esen kalasýn diye öðreniyorsun.
Yýldýz bilgisini öðreniyorsan gökyüzünün hallerini, yýldýzlarýn yeryüzüne tesirlerini anlamak, yeryüzünde ucuzluk mu olacak, pahalýlýk mý; eminlik mi hüküm sürecek, korku mu; bilmek için öðreniyorsun; bunlarýn hepsi de sana ait. Yýldýz kutlu olur, kutsuz olur, senin talihinle ilgiliyse bu da senin için. Düþünürsen anlarsýn ki temel sensin, onlarýn hepsi de senin parça-buçuðun. Parça-buçuðunda bunca yayýlýþ, bunca þaþýlacak þeyler, bunca þaþýlacak haller, sonsuz âlemler olursa artýk var da gör, sen asýlsýn, sen de ne haller var. Çünkü parça-buçuklarýnda bile can âleminde ne çýkýþlar var, ne iniþler var, ne mutluluklar var, ne kutsuzluklar var, faydalar var, zararlar var. Hani, filân canda þu Özellik var, ondan þu iþ meydana gelir, filân þu iþe yarar dersin ya.
Senin þu uykudan, þu yiyip içmeden baþka bir gýdan daha var. "Rabbime konuk olurum, o beni
doyurur, suvarýr" denmiþtir ya. Bu dünyada o gýdayý unutmuþsun da þu gýdaya dalýp gitmiþsin; gecegündüz bedeni beslemedesin. Sonucu þu beden, atýndýr senin, bu dünya da o atýn ahýrý. Atýn gýdasý, ata binene gýda olamaz; onun da kendisine göre gizli bir uykusu, gizli bir gýdasý, gizli bir beslenmesi var. Fakat sana hayvanlýk üst olmuþ da atýn baþucunda, atlarýn ahýrýnda kalakalmýþsýn; ölümsüzlük dünyasýnýn padiþahlarýnýn, beylerinin safýnda yerin yok. Gönlün orda amma beden üst olmuþ da o yüzden gönlün de bedenin buyruðuna uymuþ, ona tutsak olup kalmýþ. Hani Mecnun, Leylâ´nýn bulunduðu yere giderken aklý baþýnda olunca deveyi o tarafa sürerdi. Fakat bir soluk da Leylâ´ya daldý mý kendisini de unuturdu, deveyi de. Devenin de köyde bir köþesi vardý. Fýrsat buldu mu geri döner, köye giderdi. Mecnun kendine geldi mi bir de bakar, görürdü ki iki günlük yolu gerisin-geriye dönmüþ-gitmiþ.
Böylece üç ay yollarda kaldý da bu deve, baþýma belâ oldu diye baðýrýp deveden yere atladý, yaya olarak yürümeye koyuldu.
Þiir:
Devemin dileði geride, benim dileðim ilerde;
Dilekte onunla benim aramda ayrýlýk var.
(Mevlânâ) buyurdu ki: Allah sýrrýný kutlasýn Seyyid Burhâneddîn-i Muhakkik söz söyler, sohbet ederken birisi, senin mehdini filândan duydum dedi. Seyyid, bir göreyim, bakayým buyurdu, o filân da kim? Kimin nesi? Beni tanýyacak,övecek bir derecede mi? Beni sözle tanýdýysa tanýmamýþ demektir. Çünkü bu söz kalmaz; bu harf, bu ses kalmaz. Bu dudak, bu aðýz kalmaz. Bunlarýn hepsi de arazdýr. Ýþimle tanýdýysa gene böyle. Yok, beni zâtýmla tanýdýysa o vakit anlarým-bilirim ki o, beni övebilir, o övüþ, bana aittir, beni övüþtür.
Hikâye: Bu, þuna benzer hani. Derler, anlatýrlar ya; padiþahýn biri, oðlunu, yýldýz, remil bilgileriyle baþka bilgileri öðrenmesi için hünerli bir topluluða vermiþti. Çocuk, pek aptal olmakla beraber bu bilgileri elde etmiþ, tam usta olmuþtu. Bir gün padiþah, yüzüðünü avucuna aldý, oðlunu sýnamak için gel dedi, söyle bakalým, avucumda ne var? Çocuk, avucundaki dedi, yuvarlak, sarý, ortasý boþ. Padiþah, doðru buldun dedi,peki, söyle bakalým, bu ne çeþit birþey, ne olabilir? Çocuk kalbur olacak dedi. Padiþah dedi ki: Akýllarý þaþýrtacak kadar ince vasýflarýný bilgi kuvvetiyle bildin de kalburun avuca sýðamayacaðýný nasýl bilemedin?
Þimdi zamane bilginleri de böyledir iþte. Bilgilerde kýlý kýrk yararlar, kendilerine ait olmayan þeyleri iyiden-iyiye bellemiþlerdir; onlarý iyice kavramýþlardýr. Fakat asýl önemli olan, bütün bunlardan fazla kendilerine yakýn bulunan, kendi varlýklarýdýr; kendi-kendilerini bilmezler. Herþeye helâldir, haramdýr diye hüküm verirler, bu caizdir, o caiz deðildir, þu helâldir, þu haramdýr diye hükmederler de kendileri helâl midir, yoksa haram mý; caiz midir, deðil mi; temiz midir, pis mi; onu bilmezler. Þu içi boþ oluþ, sarýlýk, þekil,yuvarlaklýk, yüzün için eðretidir. Yüzüðü ateþe attýn mý bunlarýn hiçbiri kalmaz; hepsinden arý olan özü, zâtý kalýr. Ýþte herþeyin vasfýný söylemek, bilgilere, iþlere, sözlere ait övüþlerde bulunmak da böyledir; buna benzer; bütün bunlardan sonra baki kalan zâtiyle ilgisi yoktur bunlarýn. Onlarýn övüþleri þuna benzer; Hep
bunlarý söylerler, anlatýrlar da sonunda, avuçtaki kalburdur hükmüne varýrlar; çünkü asýl olan þeyden haberleri yoktur.
Meselâ ben kuþum, duduyum, yahut bülbül. Bana, bir baþka türlü öt derlerse ötemem. Çünkü dilim, budur benim, baþka türlü söz söyleyemem ben. Bu, þunun aksinedir amma. Birisi kuþlarýn ötüþünü taklit eder, onlar gibi öter, fakat kuþ deðildir, kuþlarýn düþmanýdýr, avcýsýdýr o. Öter, þakýr; maksadý, kuþlarýn kendisini kuþ sanmalarýný saðlamaktýr. Ona, baþka türlü seslen deseler seslenebilir; çünkü bu ötüþ, onun ötüþü deðildir, eðretidir onda; baþka türlü ses de çýkarabilir o. Çünkü o, insanlarýn kumaþlarýný çalmak, her evden bir baþka kumaþ göstermek için öðrenmiþtir bunu.
5. BÖLÜM - Dedi ki :
Bu ne lûtuftur ki Mevlânâ þereflendirdi bizi; hiç beklemezdim; gönlümden bile geçmezdi; buna lâyýk da deðilim. Benim gece-gündüz el kavuþturup onun kullarýnýn-kölelerinin safýnda bulunmam gerekti;halbuki ona bile lâyýk deðilim hâlâ. Bu ne lûtuf?
(Mevlânâ) buyurdu ki: Bütün bunlar, himmetinizin yüceliðinden. Yüce, büyük bir dereceniz var. Aðýr,yüce iþlere koyulmuþsunuz. Himmetinizin yüceliði yüzünden gene de kendinizi kusurlu görüyorsunuz; buna razý olmuyorsunuz; kendinize birçok þeyleri gerekli biliyorsunuz. Gönlümüz daima tapýnýzda; fakat, bedenle de þereflenmeyi diledik. Fakat bedenin de pek büyük bir itibarý var; hattâ itibarýn da yeri mi? Beden, özle ortak. Özsüz beden, nasýl bir iþe yaramazsa bedensiz öz de bir iþe yaramaz. Hani tohumu, kabuksuz olarak yere ekersen baþ vermez, tutmaz; fakat kabuðuyla ekersen tutar, büyük bir aðaç olur. Þu halde bu bakýmdan bedenin de büyük bir kadri var; böyle de olmasý gerek zâti. Onsuz bir iþ görülemez; hiçbir maksada ulaþýlamaz; evet, vallahi de böyledir bu. Asýl, anlamý bilene, anlam haline gelene göre anlamdýr.
Hani derler ya "Ýki rek´at namaz, dünyadan da hayýrlýdýr, dünyadakilerden de." Amma bu, herkese göre deðil; birisi olsa da dünya yüzünde ne varsa hepsine sahip olsa, bütün dünyanýn malýna-mülküne sahipken hepsi elinden çýksa, iki rek´at namazýný kaçýrmak, ona bundan da daha zor gelirse iþte o kiþiye göredir bu.
Derviþin biri, bir padiþahýn yanýna vardý. Padiþah ona, ey zâhit dedi. Derviþ, zâhit sensin dedi. Padiþah,ben nasýl zâhid olabilirim ki dedi, bütün dünya benim. Derviþ, hayýr dedi, ters görüyorsun sen. Dünya da, âhiret de, bütün mal-mülk de benim, âlemi ben zaptetmiþim; bir lokmayla bir hýrkayý yeter bulan sensin."Artýk nereye dönerseniz dönün, Allahýn zâtýna dönersiniz." Bu, boyuna böyledir, tecelli hiç kesilmez,sonsuzdur, ölümsüzdür. Âþýklar, kendilerini o zâta feda etmiþlerdir, karþýlýk da istemezler. Âþýklardan baþkalarýysa yayýlan hayvanlara benzerler.
Buyurdu ki: Yayýlan hayvanlardýr amma kendilerine nimet verilmeye de lâyýktýr bunlar. Ahýrdadýr onlar amma ahýr sahibinin makbulüdür onlar. Dilerse içlerinden birini alýr, has ahýrýna götürür. Hani önceden yoktu, onu varlýða getirdi. Varlýk tavlasýndan cansýzlar arasýna getirdi; cansýzlar tavlasýndan bitkiler tavlasýna, bitkilikten hayvanlýða, hayvanlýktan insanlýðý, insanlýktan da melekliðe getirdi; bunun da sonu yoktur zâti. Bütün bunlarý da, onun bu çeþit pek çok, birbirinden yüce tavlalarý olduðunu ikrar etmen için gösterdi. "Elbette geçeceksiniz bir halden bir hale; artýk ne oluyor onlara ki inanmýyorlar?" Bunu, ilerdeki katlarý ikrar etmen için gösterdim, inkâr edip var olan budur ancak demen için deðil. Bir usta, sanatýný,hünerini, halký kendisine inandýrmak, göstermediði baþka hünerlerine de ikrar edip var olan budur ancak demen için deðil. Bir usta, sanatýný, hünerini, halký kendisine inandýrmak, göstermediði baþka hünerlerine
de ikrar ettirmek, inandýrmak için gösterir. Hani padiþah da, kendisinden daha baþka þeyler de istesinler,umsunlar, bu umutlarla keseler örsünler, diksinler diye baðýþlarda, ihsanlarda bulunur. Ýþte bu, bu kadardýr, padiþah artýk baþka birþey vermez; verip vereceði budur ancak desinler diye deðil. Hattâ padiþah,birisinin böyle diyeceðini, bu düþünceye kapýlacaðýný bilse ona asla ihsanda bulunmaz.
Zâhid ona derler ki iþin sonunu görür, dünya ehliyse ahiri görür. Fakat Allahya tam yaklaþmýþ arifler,ne sonu görürler, ne ahiri. Onlar, öne bakarlar da her iþin baþlangýcýný bilirler. Hani bilen biri buðday eker;bilir ki buðday bitecektir, buðday biçecektir o. Sonu, önceden görmüþtür. Arpa, pirinç, baþka þeyler eken de böyle. Madem ki önü gördü, sona bakmaz artýk; bütün sonlar, önceden malûmdur ona; fakat bunlar azdýr. Sonu görenlerse orta hallilerdir. Ahýrdakilere gelince yayýlan hayvanlardýr.
Ýnsana yolu gösteren derttir, hem de her iþte. Ýnsan, hangi iþe koyulura koyulsun, o iþin derdi, o iþin hevesi, aþký, gönlünde doðmazsa adam, o iþe giriþemez; o iþ, dertsiz kolay gelmez ona. Ýster dünya olsun,ister âhiret... Ýster alýþ-veriþ olsun, ister padiþahlýk... Ýster bilgi olsun, ister yýldýz; isterse baþkasý; hepsi de böyledir. Meryem de doðum aðrýsý baþlamadan baht aðacýnýn yanýna gitmedi. "Doðum aðrýsý, onu hurma aðacýnýn dibine sevk etti." Onu, aðaca götüren o dertti de kuru aðaç meyve verdi. Beden Meryem´e benzer.Her birimizin bir Îsâ´sý var. Bizde dert meydana gelirse Îsâ´mýz doðar; fakat dert olmazsa Îsâ, geldiði o gizli yoldan gider, gene aslýna kavuþur; ancak biz mahrum kalýrýz; faydalanamayýz ondan. Can, iç âlemde yokluk-yoksulluk içinde; tabiat dýþarda nimetlere gark olmuþ Þeytan, yiyip içmeden mîde fesâdýna uðramýþ, Cemþîd´se daha sabah kahvaltýsý bile etmemiþ.
Mesîh´in yeryüzündeykeni hastalýðýný tedâvi ettir;
Mesîh göðe aðmaya koyuldu mu derman, elden çýkar-gider.
6. BÖLÜM - Bu söz, anlamasý için söze muhtaç olan kiþiyedir. Fakat söz söylenmeden de anlayan kiþiye söz söylemeye hacet mi var? Gökler, yerler, anlayan kiþiye hep sözdür. Bunlarýn hepsi de "ol der,oluverir" sözüyle bildirildiði gibi sözden doðmuþtur. Yavaþ söylenen sözü bile iþiten kiþiye anlatmaya koyulmanýn, bar-bar baðýrmanýn ne lüzumu var? ,
Bir Arap þâiri, padiþahýn birinin tapýsýna geldi. Padiþah Türk´tü, Farsça bile bilmiyordu. Þâir, padiþaha arapça pek güzel bir kaside düzmüþtü. Padiþah tahtýna oturmuþtu. Bütün dîvan ehli huzurdaydý. Beyler,vezirler, teþrifata göre sýralanmýþtý. Þâir, ayaða kalktý. Getirdiði kasideyi okumaya baþladý. Padiþah beðenilecek yerlerde baþýný sallýyor, þaþýlmasý gereken yerde þaþkýnlýk gösteriyor, gönül alçaklýðý gösterilmesi gereken yerlerde iltifatlarda bulunuyordu. Dîvan ehli þaþýrdýlar. Padiþahýmýzýn arapça bir söz bile bilmezdi; tam yerinde nasýl oluyor da baþýný sallýyor; yoksa arapça biliyordu da bunca yýldýr bizden mi gizliyordu; arapça edebe aykýrý bir söz söylediysek vay bizim halimize diyorlardý..Padiþahýn pek sevdiði bir kölesi vardýr. Ona at verdiler, katýr verdiler, mal verdiler; bir o kadar daha vermeyi de boyunlarýna aldýlar.
Bize þu hali bildir, padiþah arapça biliyor mu, bilmiyor mu? Tam yerinde nasýl baþ sallýyordu; yoksa bu,keramet miydi, ilham mýydý, öðren de haber ver bize dediler.
Köle bir gün fýrsat buldu. Ava gitmiþlerdi, birçok av avlanmýþtý. Padiþahý memnun gördü, hali sordu.
Padiþah güldü de vallahi dedi, ben arapça bilmem; amma baþýmý sallýyordum, çünkü o þiirden maksadý nedir, onu anlýyordum da baþýmý sallýyor, anlýyor, beðeniyordum.
Artýk anlaþýldý ya, temel olan, maksattýr, o þiirse maksadýn parça buçuðudur; o maksat olmasaydý o þiir söylenmezdi. Maksada bakýlýrsa ikilik kalmaz. Ýkilik, parça-buçuklardadýr; temelse birdir. Nitekim þeyhlerin yollarý, görünüþte çeþit-çeþittir. Hallerinde, sözlerinde, hareketlerinde aykýrýlýk vardýr; fakat maksat bakýmýndan hepsi de birþeydir; o da Allahyý aramaktan, dilemekten ibarettir. Hani þu konaða bir yeldir,eser, gelir. Halýnýn bir ucunu kaldýrýr; kilimleri oynatýr; çer-çöpü havalandýrýr; havuzun suyunu zerre-zerre dalgalandýrýr; aðaçlarý, dallarý, yapraklarý oynatýr. Bütün bu birbirine aykýrý, çeþit-çeþit halleri belirtir amma maksat, temel, gerçek bakýmýndan hep bir þeydir; çünkü hepsinin hareketi bir yeldendir.(Biri dedi ki: Kusurumuz var. (Mevlânâ) buyurdu ki: Kim bu düþünceye düþer, ah ne haldeyim, neden böyle yapýyorum derse bu, dostluk ve yardýma uðrayýþ delilidir. "Azarlayýþ kaldýkça sevgi de vardýr" derler. Çünkü dostlar azarlanýr, yabancýlar azarlanmaz.
Amma azarlayýþta da fark var. Ýnsaný dertlendiren, müteessir eden, akýllandýran azar, sevgiye, yardýma delildir. Ýnsana dert vermeyen, geçip giden azar, sevgiye delil olamaz. Hani tozu gitsin diye halýyý döverler ya, akýllýlar buna azar demezler. Fakat baba çocuðunu, adam sevdiðini döverse buna azar derler; sevgi delili, böyle bir vakitte meydana çýkar. Þu halde madem ki kendinde bir dert, bir piþmanlýk görüyorsun; bil ki bu, Allah’ýn yardýmýna, sevgisine delildir. Kardeþinde bir ayýp görüyorsan o ayýp, sendedir de onda görüyorsun. Dünya aynaya benzer. Kendini onda görüyorsun sen. Çünkü "inanan, inananýn aynasýdýr." O aybý kendinden gidermeye bak. Çünkü ondan incindiðin zaman, kendinden inciniyorsun demektir.
Dedi ki: Bir fili, su içsin diye bir su kaynaðýna götürdüler. Fil, kendini suda görüyor, baþka bir fil var sanýyor, ürküyordu. Bilmiyordu ki kendinden ürkmekdedir. Zulüm ediþ, kin güdüþ, hasret, hýrs, insafsýzlýk,ululuk gibi bütün kötü huylar, sende oldu mu incinmezsin. Fakat bunlarý bir baþkasýnda gördün mü ürkersin, incinirsin. Bil ki kendinden ürkmedesin, kendinden incinmedesin. Ýnsan, kendi kelliðinden,kendindeki çýbandan iðrenmez; yaralý elini yemeðe sokar, parmaðýný yalar, gönlüne hiç de tiksinti gelmez.Fakat bir baþkasýnda küçücük bir çýban, yahut azýcýk bir yara görse onun yediði yemekten tiksinir, o yemek,içine sinmez. Ýþte kötü huylar da kelliliklere, çýbanlara benzer. Ýnsan, bunlar kendisinde oldu mu incinmez;fakat bir baþkasýnda bu huylarýn pek azýný bile görse ondan incinir, tiksinir. Sen ondan ürküyor, kaçýyorsun
ya, o da senden ürker, incinirse mâzur gör; senin inciniþin de onun için bir özürdür; çünkü sen onu görünce inciniyorsun ya, o da ayný þeyi görüyor da senden inciniyor. "Ýnanan, inananýn aynasýdýr" dedi,"kâfir, kâfirin aynasýdýr" demedi. Amma bu, kâfirin aynasý yok demek deðildir; onun da aynasý vardýr amma aynasýndan haberi yoktur.
Bir padiþahýn gönlü daralmýþtý, bir ýrmak kýyýsýna oturmuþtu. Beyler, ondan ürküyorlar, korkuyorlardý.Hiçbir suretle gülmüyordu yüzü. Bir maskarasý vardý; pek yakýndý ona. Beyler onu çaðýrdýlar. Eðer dediler,padiþahý güldürebilirsen sana þu kadar dünyalýk veririz. Maskara, padiþahýn yanýna gitti, fakat ne kadar çalýþtý-çabaladýysa bir türlü güldüremedi. Padiþah ona bakmýyordu ki bir maskaralýk yapsýn da onu güldürsün; boyuna suya bakýyor, baþýný kaldýrmýyordu bile. Maskara, padiþaha, suda ne görüyorsun dedi.
Padiþah, bir kaltaban görüyorum deyince maskara, a âlemin padiþahý dedi, bu kul da kör deðil ya.
Ýþte buna benzer hani; sen onda bir þey görüyorda inciniyorsan o da kör deðil ya, senin gördüðünü o da sende görürsün.
Ona karþý iki "ben" olamaz; oraya iki "ben" sýðamaz. Sen de "ben" diyorsun, o da "ben" diyor. Ya sen onun Önünde öl, ya o senin önünde ölsün de ikilik kalmasýn. Fakat o ölmez, buna imkân yok. Ne dýþ âlemde ölür o, ne zihinde; çünkü "o, bir diridir ki ölmez". Mümkün olsaydý ikilik kalksýn diye senin için ölürdü de hani; bu kadar da lütfü vardýr onun. Madem ki onun ölmesine imkân yok, sen öl de o, sana tecelli etsin, ikilik kalksýn-gitsin. Ýki kuþu birbirine baðlasan, ikisi de ayný cinstendir, iki kanat dört kanat olmuþtur, fakat gene de uçamazlar; çünkü arada ikilik vardýr. Fakat ölü bir kuþu, diri bir kuþa baðlasan diri kuþ uçar; çünkü ikilik kalmamýþtýr.
Güneþte öylesine bir lütuf var ki yarasaya karþý ölür; amma buna imkân yoktur da a yarasa der,
lûtfum herþeye ulaþmýþ, sana da ihsanda bulunmayý isterim. Sen öl; çünkü senin ölmen mümkün. Öl de ululuk ýþýðýmdan faydalan, yarasalýktan çýk, yakýnlýk Kafdaðý´nýn Zümrüdüanka´sý ol.
Allah kullarýndan bir kulda bile kendisini bir dost için feda etme gücü vardýr. Böyle bir kul, Allah dan dostunun saðlýðýný istemedeydi. Allah kabul etmiyordu. Ses geldi, ben onu istemiyorum dendi. O Allah kulu ýsrar etmede, duadan vazgeçmemedeydi. Allah ým diyordu; onun saðlýðýný dilemeyi gönlüme veren sensin;bu istek gitmiyor benden. Sonunda ses geldi: Dilediðinin olmasýný istiyorsan baþýný ver, sen yok ol, kalma,geç-git þu dünyadan. O kul, Yârabbi dedi, razý oldum. Öyle yaptý, dost için baþýyla oynadý da iþi oldu. Bir kulda bu lûtuf olur, bir günü bile, önü-sonu bütün dünya ömrüne deðen ömrünü feda ederse o lûtfu yaratanda böyle bir lûtuf olmaz mý? Ýmkân mý var buna? Madem ki onun yok olmasý mümkün deðil, bari sen yok ol gitsin.
Aðýr canlý biri geldi de (1) büyük bir kiþinin (2) üst tarafýna geçti-kuruldu. (Mevlânâ)
buyurdu ki: (1) Selim Aða nüshasýnda kelimenin altýna kýrmýzý mürekkeple "Þeyh Seref-i Herevî" yazýlmýþtýr (109 a). Ýzzet Koyunoðlu nüshasýnda da gene kýrmýzý mürekkeple "Müstevfî´nin evinde oldu. Þeyh Herevî idi." mealinde "Þeyh Herevî bûd der hâne-i Müstevfî kaydý ilâve edilmiþtir. (2) Selim Aða nüshasýnda gene alta "Çelebi Hüsâmeddîn" yazýlmýþtýr (109 a).
Iþýðýn üst yanýnda olmuþlar, yahut alt yanýnda olmuþlar, ne farký var onlarca? Iþýk yücelik dilerse
kendisi için dilemez; maksadý baþkalarýna fayda vermektir; baþkalarýnýn da ýþýðýndan faydalanmasýný ister. Yoksa mum, nerde olursa olsun, ister aþaðýda bulunsun, ister yukarýda, her halde de mumdur o. Mumun da yeri mi? Onlar ölümsüz güneþtir. Dünyada mevki, yücelik dilerlerse maksatlarý þudur: Halkta onlarýn yüceliðini görecek göz yoktur; onlar isterler ki dünya tuzaðýyla dünya ehlini avlasýnlar da halk, öbür yüceliðe yol bulsun, âhiret tuzaðýna düþsün. Hani Mustafâ da Mekke´yi, baþka þehirleri, onlara muhtaç olduðundan zaptetmiyordu; herkese yaþayýþ baðýþlamak, aydýnlýk vermek, görüþ lûtfetmek için zaptediyordu. "Bir avuçtur bu avuç ki vermeye alýþmýþtýr; almaya alýþýk deðildir."
Onlar halký aldatýrlar amma baðýþta bulunsunlar diye aldatýrlar, onlardan birþey almak için deðil. Bir adam, hileyle kuþçaðýzlarý tuzaða düþürmek, onlara yemek, satmak için tuzak kurar; buna düzen derler.
Fakat bir padiþah, kendindeki hünerden haberi bile olmayan deðersiz, acemi doðaný tutup elinde- bileðinde besleyip terbiye etmek, yüceltmek, ona avlanmayý belletmek için tuzak kurarsa buna düzen demezler.
Görünüþte düzendir amma doðruluðun, verginin, baðýþýn, ölüyü diriltmenin, taþý lâ´l haline getirmenin, ölü erliksuyunu insan þekline sokmanýn ta kendisidir; hattâ bunlardan da üstün bir þeydir bu. Doðan, kendisini niçin tutuyorlar, bunu bir bilseydi yeme muhtaç olmazdý da canla-gönülle tuzaðý arardý; padiþahýn eline kendiliðin-uçar, konardý.
Halk, onlarýn sözlerinin dýþ yüzüne bakar da der ki: Biz, bu sözleri çok iþittik. Ýçimiz, kat-kat dolu bu sözlerle. "Kalblerimizde kýlýf var; hayýr, Allah küfürleri yüzünden lânet etmiþtir onlara." Kâfirler,gönüllerimiz, bu çeþit sözlerin kýlýfýdýr, bu sözlerle dop-doluyuz biz derler de Allah, onlara cevap vererek buyurur ki: Hâþâ, gönüllerimiz bu sözlerle deðil, vesveselerle, hay.allerle, ikilikle, hattâ lanetle doludur.
Çünkü "küfürleri yüzünden Allah lâ-net etmiþtir onlara." Keþke o hezeyanlardan boþ olsaydý da bu sözlerin bir kýsmýný kabullenseydiler; fakat bu kabiliyet de yok onlarda. Gözleri, bir baþka renk görsün, Yûsuf´u kurt görsün; kulaklarý bir baþka türlü ses duysun, hikmeti saçma-sapan bir söz saysýn, gönülleri bir baþka renge boyansýn, vesveselerin, hayallerin yeri-yurdu olsun diye Ulu Allah, onlarýn kulaklarýný, gözlerini, gönüllerini mühürlemiþtir. Gönülleri kýþa dönmüþtür; buzdan, soðuktan ne varsa derilmiþ, toplanmýþtýr gönüllerinde. "Allah, gönüllerine ve kulaklarýný mühür vurmuþtur ve gözlerinde de örtü var onlarýn." Hattâ bunlarla dolu olduðunu söylemenin de yeri mi? Ne onlar, ne onlarla övünenler, ne de soylarý-soplarý, ömürleri boyunca gerçeðin kokusunu bile duymamýþlardýr, gerçeðe ait bir tek söz bile iþitmemiþlerdir. Bir testi var, Ulu Allah onu bâzý kimselere suyla dolu gösterir, onlarý bu suyla suvarýr, kanakana içerler. Bâzý kimselereyse boþ gösterir, dudaklarý bile ýslanmaz. Testiden su içemeyen ne diye þükretsin? Bu testiyi dolu gören kiþi þükreder.
Ulu Allah, "Allah Âdem´in balçýðýný kýrk gün yoðurdu" hükmünce onu düzdü-koþtu, bunca zaman yeryüzünde kala-kaldý. Lânet olasýca Ýblis, yere inmiþti. Âdem´in kalýbýna rastladý. O kalýba girdi,damarlarýnda döndü-dolaþti; iyice seyretti; kanla dolu olan damarlarýný, sinirlerini, hýltlarýný gördü. Dedi ki: Arþ ayaðýnda görmüþtüm, bir Ýblis yaratýlacak diye yazýlýydý. Eyvahlar olsun, þaþarým doðrusu Ýblis bu deðilse; olsa-olsa budur mutlaka.
Esenlik size dedi de kalktý (Mevlânâ).
7. BÖLÜM - Atabek’in oðlu geldi. (Mevlânâ) buyurdu ki: Baban boyuna Allahyla meþgul, inançý
da üstün; bu, sözünden anlaþýlýyor. Bir gün Atabek dedi ki: Rum kâfirleri, Tatar´a kýz verelim de din bir olsun; þu yeni din, þu Müslümanlýk ortadan kalksýn dediler. Dedim ki: Bu din, ne vakit bir olmuþ ki? Daima ikiydi, üçtü. Dindarlarýn arasýnda da boyuna savaþ vardý, öldürme vardý. Dini nasýl olur da bir yapabilirsiniz siz?
Mevlânâ bu hususta birçok faydalý þeyler söyledi de dedi ki:
Din orda, yâni kýyamet kopunca âhirette bir olur. Fakat burada, dünyada buna imkân yoktur. Çünkü burada herkesin bir dileði var, herkes bir baþka havada; bu, burada birliðe imkân vermez. Fakat kýyamette olur; çünkü herkes bir olur, bir yere bakar, birþey duyar, birþey söyler. Ýnsanda birçok þeyler vardýr. Fare vardýr, kuþ vardýr. Kimi olur, kuþ, kafesi yüceye aðdýrýr; kimi olur, fare, aþaðýya çeker. Ýnsanda yüz binlerce birbirine aykýrý canavarlar vardýr. Ancak oraya giderlerse fare, fareliði býrakýr, kuþ, kuþluðundan geçer;hepsi de bir olur-gider. Çünkü istenen þey, ne yücelerdedir, ne aþaðýlarda. Ýstenen meydana çýktý mý ne yukarýya uçar insan, ne aþaðýya iner. Birisi bir þey kaybetse saðý-solu arar, önde-ardda aranýr. Fakat onu buldu mu ne yukarýyý arar, ne aþaðýyý; ne solda arar, ne saðda; ne önde arar, ne ardda; her yan derilir, bir yerde toplanýr-gider. Kýyamet gününde de herkesin görüþü bir olur; herkes bir dili söyler, bir sözü duyar,
bir þeyi düþünür. Hani on kiþinin bir baðý, yahut dükkâný olsa, onu da ortak olsa sözleri de bir olur, dertleri de; oyalandýklarý þey de birdir.
Ýstenen bir kimsedir. Bu yüzden kýyamet gününde de herkesin iþi Allahya düþer de herkes bir olurgider. Bu bakýmdan dünyada herkes, bir baþka iþle uðraþýr. Birisi kadýn sevgisine düþer, öbürü mal sevdasýna. Biri kazanca düþer, öbürü bilgiye. Herkes, dermaným, zevkim, hoþluðum, rahatým ondadýr der,buna inanýr. Bu, Allah’ýn bir rahmetidir. Ýnsan dilediði, aradýðý þeye yönelir; fakat bulamayýnca geri döner.
Bir an durur, düþünür de der ki: O zevk, o rahmet, aranasý birþey; galiba iyi aramadým, tekrar arayayým.Gene arar, fakat-bulamaz. Böyle aranýr-dururken ansýzýn rahmet, perdesiz olarak yüz gösterir. Ondan sonra anlarbilir ki yol, o deðilmiþ.
Fakat Ulu Allah’ýn öylesine kullarý da vardýr ki kýyametten önce de böyledir onlar, gerçeði görürdururlar. Allah yüzünü, özünü ululasýn. Ali, buyurur ki: "Perde açýlsa da yakýynim artmaz." Yâni "kalýbý kaldýrsalar, kýyamet belirse, gene yakýynim ziyadeleþmez."
Bu, þuna benzer hani: Bir topluluk, kap-karanlýk bir evde her biri bir yana yüz tutup namaz kýlsa
gündüz olunca, yüzlerini kýbleden baþka bir yana çevirmiþ, o yana namaz kýlmýþ olanlarýn hepsi de namazlarýný kaza ederler; fakat geceleyin yüzünü kýbleye tutan, kýbleye yönelip namaz kýlan, ne diye kaza etsin? Zâten hepsi de onun döndüðü tarafa dönecekler. Þu halde þu gece çaðýnda ona yüz tutan, ondan baþkasýndan yüz çeviren kullar var ya, kýyamet, onlarca ap-açýk meydandadýr, kopmuþ-gitmiþtir zâten. Sözün sonu yoktur; fakat isteyen ne kadar isterse o kadar iner. "Hiçbir þey yoktur ki hazineleri katýmýzda olmasýn, fakat onu, ancak bilinen bir miktarda indiririz." Hikmet yaðmura benzer. Madeninde sonsuzdur,fakat ne kadar gerekse o kadar yaðar. Kýþýn, baharýn, yazýn, güzün, miktarýnca; baharýn biraz daha çok,yahut az. Amma geldiði yerde sonsuzdur o. Þekerciler þekeri, eczacýlar ilâcý kâðýda korlar. Fakat þeker,kâðýtta olduðu kadar deðildir. Þekerin madenleri, ilâçlarýn madenleri sonsuzdur; kâðýda nerden sýðacak?
Hani kýnamýþlardý da Allah esenlik versin ona, Kur´ân Muhammed´e neden âyet-âyet iniyor da sûre-sûre inmiyor demiþlerdi. Allah rahmet etsin, esenlik versin ona, Mustafâ buyurdu ki: Bu ahmaklar ne söylüyorlar? Bana tam olarak birden inseydi yanar-giderdim., kalmazdým ki. Çünkü bilip anlayan, azdan çoðu anlar, birþeyden birçok þeyleri, bir satýrdan defterleri. Bu, þuna benzer: Bir topluluk oturmuþ, bir hikâye dinliyordu. Ýçlerinden biri, anlatýlaný tam olarak biliyordu, olayýn içinde bulunmuþtu o. Bir iþaretten olayýn hepsini anlýyordu. Sararýyordu, kýzarýyordu, halden hale giriyordu. Baþkalarý, duyduklarý kadar anlýyordu, çünkü o hallerin hepsini bilmiyorlardý ki. Fakat bilen, o kadarýndan pek çok þey anlamýþtý.
Geldik sözümüze: Evet, aktarýn yanýna geldin mi, þekeri çoktur amma kaç parayla geldin, ona bakar, o kadar þeker verir. Burada da gümüþ para, himmettir, inançtýr. Ýnanç ve himmet miktarýnca artar-durur söz.
Þeker almaya geldin mi çuvalýna bakarlar, ne kadarsa o kadar tartarlar; bir kile, yahut iki kile verirler.Fakat adam, tutmuþ da deve katarlarý getirmiþse, birçok çuvallarla gelmiþse kilecilerin gelmelerini buyururlar. Çünkü bu iþ uzun sürecek, çabuk savulmayacak, kileci gerek derler; kilecileri getirirler. Böylece bir insan vardýr; ona denizler bile yetmez; bir insan da vardýr, birkaç katre yeter ona; fazlasý ziyan verir.
Bu, yalnýz anlam, bilgiler, hikmet âleminde böyle deðildir. Mallarda-mülklerde, altýnlarda, madenlerde hep böyledir. Hepsi de sýnýrsýzdýr, sonsuzdur; fakat adamýna göre sunulur. Çünkü insan, fazlasýna dayanamaz;deli-divâne olur. Görmez misin Mecnun´u, Ferhat´ý, onlardan baþka âþýklarý? Bir kadýnýn aþký yüzünden daðlara-ovalara düþtüler. Çünkü onlara, dayanamayacaklarý kadar istek sunuldu. Görmez misin Firavun´u?
Ona fazla mal-mülk sunuldu, Allahlýk dâvasýna giriþti. "Hiçbir þey yoktur ki onun hazineleri katýmýzda olmasýn." Ýyiden-kötüden hiçbir þey yoktur ki katýmýzda, haznemizde sonsuz defineleri bulunmasýn; fakat herkese, dayanacaðý kadar göndeririz, çünkü uygun olaný da budur.
Evet, bu adam inanmýþtýr, fakat inanç nedir, onu bilmez. Çocuk da ekmeðe inanmýþtýr amma inandýðý nedir, onu bilmez ya, týpký onun gibi iþte. Bitkiler de böyledir. Aðaç,susuzluktan sararýr-solar, kurur; fakat susuzluk nedir, bilmez. Ýnsanýn varlýðý bir bayraða benzer. Önce bayraðý dikerler; sonra akýl, anlayýþ, kýzýþ,öfke, yumuþaklýk, lûtfediþ, korku, umut gibi sayýsýný ancak Allah’ýn bildiði sonsuz huylardan meydana gelmiþ ordularý, her yandan, o bayraðýn altýna gönderirler. Uzaktan bakan, yalnýz bayraðý görür; fakat yakýndan bakan, bayraðýn altýndaki topluluðu da görür. Yâni gaflette olan, ancak þu bedeni görür, bilense bakýnca onda ne inciler-mücevherler var, ne anlamlar var, anlayýverir.
Birisi geldi. (Mevlânâ) dedi ki: Nerdeydin Özlemiþtik, neden geciktin?
O zat, böyle rastladý dedi. (Mevlânâ) bizde dedi, dua ediyorduk, bu rastgeliþ dönsün-gitsin,
kalksýn aradan. Ayrýlýk getiren rastlayýþ gerekmez. Evet, vallahi herþey Allah dandýr amma Allah a göre iyidir; bize göre deðil. Hani þu derviþler söylerler, herþey iyidir derler ya, doðru söylerler. Herþey Allah a göre iyidir, olgundur; fakat bize göre deðil. Zina etmek, namaz kýlmamak, namaz kýlmak, kâfir olmak,Müslüman olmak, Allah a eþ-ortak tanýmak, Allah ý bir, eþsiz-ortaksýz bilmek... Hepsi de Allah a göre iyidir; fakat bize göre zina etmek, doðrulukta bulunmak, kâfir olmak, Allahya eþ-ortak tanýmak, kötüdür;namaz kýlmak, hayýrlarda bulunmak iyidir; Allahya göreyse hepsi de bir. Nasýl ki bir padiþahýn mülkünde,zindan da var, daraðacý da var; elbise de verir, mal-mülk de ihsan eder; maiyetinde adamlar da bulunur;düðün-dernek de olur, zevk-neþ´e de; davul da vardýr, bayrak da... Hepsi vardýr, hem de padiþaha göre hepsi iyidir. Hani elbise vermek, onun saltanatýnýn yüceliðindendir ya;daraðacý, zindan, öldürüþ de saltanatýnýn yüceliðindendir. Ona göre hepsi de olgunluktur; fakat halka göre elbise vermekle daraðacýna
çekmek, nasýl olur da bir olur?
8.BÖLÜM - Çaçaoðlu, namazdan daha üstün nedir diye sordu.
(Mevlânâ), bir kere dedi, namazýn caný namazdan üstündür diye bu soruya cevap vermiþtik, etraflýca anlatmýþtýk, ikinci cevap da þu:
Ýman namazdan üstündür. Çünkü namaz, beþ vakitte farzdýr; imansa sürüp giden bir farz. Namaz, bir özürle kýlýnmayabilir, geciktirilmesi caizdir; burda da imanýn namazdan bir üstünlüðü var; çünkü iman hiç bir özürle býrakýlamaz, geri atýlamaz. Namazsýz imanýn faydasý vardýr, imansýz namazsa fayda vermez; iki yüzlülerin namazý gibi. Her dinin namazý bir baþka çeþittir; fakat hiçbir dinin imaný deðiþmez. Namazýn þekilleri, kýblesi, baþka þeyleri deðiþebilir; daha baþka farklar da var; dinleyenin zevkine, özleyiþine göre meydana çýkar. "Hiçbir þey yoktur ki onun hazineleri katýmýzda olmasýn, fakat onu, ancak bilinen miktarda indiririz. "Dinleyen, hamur yoðuranýn önündeki hamura benzer; söz de suya benzer. Hamura, ne kadar su gerekse o kadar su döker.
Þiir:
Gözüm, bir baþkasýna bakýyorsa ne yapayým ben?
Kendinden þikâyetlen; çünkü onun ýþýðý sensin.
Gözüm baþkasýna bakýyor, yâni baþka bir dinleyen arýyor senden baþka; ne yapayým ben, gözümün ýþýðý sensin. Sen, senliðindesin, kendinden, varlýðýndan kurtulmamýþsýn ki aydýnlýðýn yüz bin kat artsýn.
Hikâye: Bir adam vardý, pek arýktý, pek aþaðýlýktý; bir serçe kuþuna benzerdi, gözlere o kadar küçük görünürdü. Onu görmeden, çirkinliklerinden arýlýklarýndan þikâyet eden aþaðýlýk kiþiler bile onu gördüler mi,Allah´ya þükrederlerdi. Bütün bununla beraber padiþahýn divanýnda vezirin yüzüne karþý sert sözler söylerdi,büyük lâflar ederdi. Vezir, bu yüzden dertlenir, fakat hazmederdi. Sonunda bir gün vezir kýzdý; ey divan ehli, bu olmayasýca, onmayasýca herifi ben tuttum, topraktan kaldýrdým, besledim-geliþtirdim. Bizim, bizim atalarýmýzýn ekmeðiyle, nîmetiyle, bizim soframýzda adama döndü de yüzümüze karþý bu çeþit sözler
söyleyecek bir dereceye geldi diye baðýrdý. Adam sýçrayýp kalktý da a divan ehli, a devletin büyük adamlarý ,a devletin direkleri dedi; doðru söylüyor. Onun ve atalarýnýn nimetiyle, artýk ekmeðiyle beslendim,büyüdüm de sonunda böyle aþaðýlýk bir hale geldim, böylesine rezil-rüsvây oldum iþte; baþka birinin ekmeðiyle nimetiyle beslenseydim belki yüzüm de, boyum-posum da, deðerim de bundan iyi olur, bundan üstün olurdu; o beni yerden kaldýrdý amma ben, boyuna "keþke toprak olsaydým" deyip durmadayým; bir baþkasý beni topraktan kaldýrsaydý belki böyle maskara olmazdým.
Þimdi, Allah eri tarafýndan terbiye edilen mürîdin caný kanatlanýr. Fakat bir müzevvir, bir gösteriþçi tarafýndan terbiye edilen ondan bilgi belleyen, terbiyeyi, savaþmayý ondan öðrenen, caný onun yüzünden sararýp solan kiþi, týpký onun gibi aþaðýlýk, arýk, bunalmýþ, gamlý bir hale gelir, iþkillerden kurtulamaz,duygularý noksan kalýr. "Onlar ki inanmazlar, dostlarý þeytandýr onlarýn, onlarý ýþýktan karanlýklara çýkarýr."
Caný, gizli þeyleri görsün-göstersin diye bütün bilgileri, insanýn mayasýna katmýþ, o mayayý öyle yoðurmuþ.Hani arý-duru su, dibinde taþ mý var; çakýl mý, baþka þey mi, ne varsa, yüzünde de ne yüzüyorsa hepsini gösterir ya; bu, sonradan birþey yapýlarak suya verilen eðreti bir hal deðildir, onun temelinde, aslýnda vardýr bu, yaratýlýþtan verilmiþtir ona; fakat su toprakla, yahut baþka renklerle bulandý mý o hâssa, o hüner , ondan ayrýlýr, onu unutur-gider.
Ýþte Ulu Allah, bulanmýþ, bir baþka renge girmiþ küçük sular, onlara karýþtý mý, bulanýklýklarýndan
kurtulsunlar, o eðreti renkten halâs olsunlar diye peygamberleri, erenleri, arý-duru ulu sular gibi gönderdi.
Küçük su, kendisini arý-duru görünce hatýrýna gelir, önce böyle arý-duruydum gerçekten de der; bilir ki bulanýklýklar da eðretiymiþ, renkler de eðreti. Bu eðreti þeylere uðramadan önceki halini hatýrlar da "bu birþey ki, bundan önce de bununla rýzýklanmýþtýk biz" der. Þu halde peygamberlerle erenler, insana önceki hali hatýrlatýrlar, mayasýna yeni birþey eklemezler insanýn. Þimdi büyük suyu bilip tanýyan, ben ondaným,onunum diyen her bulanýk su, akar, ona kavuþur, karýþýr-gider. Fakat büyük suyu tanýmayan, onu kendisinden baþka gören, kendi cinsinden baþka bir cinsten sanan bulanýk su, renklerle, bulanýklýklara sýðýnýr; sonunda da ona karýþmaz; denizden uzak mý, uzak düþer. Hani (Peygamber) buyurmuþtur ya:"Canlardan, biliþenler uyuþurlar; bilmeyenler, hoþlaþmayanlar aykýrýlýða düþer." Onun gibi iþte. Gene bunun için (Allah) buyurmuþtur: "And olsun ki, size, sizden bir peygamber geldi." Yâni ulu su, küçük suyun
cinsindendir, ondandýr, onun mayasýndandýr. Küçük su, ulu suyu kendinden görmüyor, onu inkâr ediyor,tiksiniyor ondan ya, bu da suyun kendinden deðildir; bir kötü eþ-dostun yüzündendir; onun sekli suya vurur da ondan. O kötü eþ-dost, onunla öylesine karýlmýþ-birleþmiþtir ki ulu sudan, denizden ürküp kaçmasý,kendinden midir, yoksa o kötü eþ-dostun kendine vuruþundan, kendisinde görünüþünden midir, bunu bile bilemez, anlayamaz; hani týpký toprak yiyen gibi, o da topraða meylim, huyumdan mýdýr, yoksa tabiatýma karýþmýþ bir hastalýktan mý der; bilemez de bilemez.
Bil ki tanýk olarak söze gelen her beyit, her âyet, her hadîs, çeþitli olaylarý görmüþ iki tanýða benzer;nerde tanýklýk ederlerse oraya uygun tanýklýkta bulunurlar. Hani iki tanýk, bir evin vakýf olduðuna tanýk olurlar. Gene o iki tanýk, bir dükkânýn satýþýna tanýklýkta bulunurlar. Ayný iki tanýk, bir nikâha da tanýk olurlar. Hangi olayda bulunurlarsa o olaya göre tanýklýk ederler. Tanýðýn görünüþü bu, anlamý ayrý. Allah bizi de faydalandýrsýn, sizi de. "Renk, kan rengi amma koku, misk kokusu."
9. BOLÜM - O dedik, sizi görmeyi arzuluyor; Hudâvendgâr´ý görmeyi dilemekteyim deyip
duruyor.
Mevlânâ buyurdu ki:
Hudâvendgâr´ý þu anda, gerçek olarak göremez.Çünkü onun Hudâvendgâr´ý görsem diye görmeyi
arzuladýðý þey, Hudâvendgâr´ýn yüzündeki örtüdür; bu anda Hudâvendgâr´ý örtüsüz göremez. Halkýn babaya, anaya, kardeþe, dostlara, göklere, yerlere, baðlara, bahçelere, sayvanlara bilgilere, ibadetlere,yiyeceklere, içeceklere, hâsýlý bu çeþit þeylere duyduðu istek, beslediði sevgi onlarý benimseyip esirgeyiþ de buna benzer. Hepsi de Allahyý özler, onu ister. Bu þeylerin hepsi de örtüdür. Bu dünyadan geçtilerde o padiþahý örtüsüz gördüler mi bilirler-anlarlar ki onlarýn hepsi de perdeymiþ, yüze tutulan örtüymüþ;diledikleri, gerçekte o bir tek þeymiþ. Ýþte o vakit bütün güçlükler çözülür, gönüllerindeki bütün sorularýn,cevabýný iþitirler; herþey açýða çýkar. Allah’ýn cevabý her müþkülü teker-teker, ayrý-ayrý cevaplandýrmayý da gerektirmez. Bir cevapla bütün sorular, bir uðurdan bilinir, müþkül çözülür-gider. Hani kýþýn, herkes,elbisesine bürünür, kürkünü giyer, bir tandýr baþýna çöker. Emekliye-sürüne soðuktan bir bucaða girer,sýðýnýr ya. Aðaç, ot, daha baþka bütün bitkiler de soðuktan meyvesiz, yapraksýz kalýrlar; soðuk, bir zarar
vermesin diye varlarýný-yok-larýný içlerine çeker, gizlerler. Bahar görünüp de cevaplarýný verince, onlarýn ölümü-dirime, bitkiye ait çeþitli sorularý bir uðurdan cevaplandýrýlmýþ olur, müþkülleri hallolur-gider. Hepsi de baþ çýkarýrlar, o belâ neden gerekmiþ, anlarlar, bilirler. Ulu Allah bu örtüleri, bir iþ için yaratmýþtýr.
Allah’ýn yüzü, örtüsüz görünseydi biz ona dayanamazdýk, faydalanamazdýk da; örtüler yüzünden yardým görmedeyiz, faydalanmadayýz. Þu güneþi görüyorsun ya, hani onun ýþýðýyla yol yürüyoruz, görüyoruz, iyiyi kötüden ayýrdediyoruz; onunla ýsýnýyoruz; aðaçlar, baðlar-bahçeler meyve veriyor; ham meyveler, ekþi, acý meyveler, onun ýsýsýyla oluyor, olgunlaþýyor, tatlýlaþýyor; altýn, gümüþ, lâ´l, yakut madenleri, onun tesiriyle oluyor, türlü sebeplerle bunca faydalar veren þu güneþ, daha yakýna gelse hiç bir fayda vermez; hattâ bütün dünya, bütün halk yanar-gider, birþeycik kalmaz. Ulu Allah daða, örtüyle-perdeyle görününce daðý,aðaçlarla, güllerle, yeþilliklerle dolduruyor,süslenmiþ-bezenmiþ bir hale sokuyor;, fakat örtüsüz-perdesiz
göründü mü, onu alt-üst ediyor, zerre-zerre parçalayýp gidiyor. "Rabbi, daða göründü mü onu param-parça etti."
Birisi, kýþýn da ayný güneþ yok mu diye sordu (Mevlânâ) dedi ki:
Bizim koyundan bahsediþimiz, örnek getirmektir; maksadýmýz budur. Yoksa orda ne koyun vardýr, ne deve. Örnek baþkadýr, denk-eþit oluþ baþka. Akýl, onu çabasýyla anlayamaz; anlayamaz amma çabasýndan da ne vakit kurtulur akýl? Çabasýný býrakýrsa akýl deðildir o. Anlaþýlmaz, anlamaya imkân yoktur amma akýl, ona derler ki gece-gündüz, o tek sevgiliyi anlamak için düþüncelere dalar, çalýþýr-çabalar, kývranýr-durur, kararsýz bir hale düþer. Akýl, pervaneye benzer, sevgiliyse mum gibidir. Pervane, kendini muma vurur,yakar, helak olur-gider; fakat pervane de ona derler ki o yanýþtan zarar görse, elemlere düþse bile muma dayanamasýn; kendisini atsýn-gitsin. Bir yaratýk olsa da pervaneye benzese, fakat mumun ýþýðýna dayansa, kendisini ona atýp yakmasa o yaratýk, pervane deðildir. Pervane de kendisini mumun ýþýðýna vursa da o ýþýk
pervaneyi yakmasa ona da mum demezler. Þu halde Allahya dayanan, ona ulaþmak için çalýþýp
çabalamayan kiþi, insan deðildir; fakat Allahyý anlar-bilirse o bilinen-anlaþýlan da Allah deðildir. Ýnsan ona derler ki çalýþýp çýrpýnýr, Allah’ýn ululuk ýþýðýnýn çevresinde rahatý-kararý kalmaz.Allah da odur ki insaný yakar-yandýrýr, yok eder-gider, fakat hiçbir akýl, onu anlayamaz.
10. BÖLÜM - Pervâne dedi ki: Mevlânâ Bahâeddi

Ynt: Fihi Ma-Fih By: armi Date: 27 Ocak 2010, 17:48:03
Þimdi bu halk da böyledir. Esirgeme yüzünden birisi öðüt verse hased ediyor derler. Fakat o adamda bir maya varsa sonunda anlama yüz tutar. Çünkü ona Elest gününde bir katredir, damlamýþtýr; sonunda o katre, iþkillerden, mihnetlerden kurtarýr onu. Gel, niceyebir uzak kalacaksýn bizden, niceye bir iliþkiler,sevdâlar içinde bunalýp duracaksýn? Fakat insan, bir topluluða ne söz söyliyebelir ki o topluluk, o çeþit sözü ne bir kimseden duymuþtur, ne þeyhinden.
Mayasýnda ululuk olmayan,
Büyüklerin adlarýný duymaya dayanamaz.
Anlama yüz tutmak, önce o kadar güzel görünmez amma gittikçe tatlýlaþmaya baþlar. Görünüþün
tersinedir bu. Þekil önce güzel görünür, onunla ne kadar çok düþer-kalkarsan o kadar soðursun ondan.
Nerde Kur´ân´ýn þekli, görünüþü, nerde Kur´ân´ýn anlamý. Ýnsana bak; nerde þekli, nerde anlamý? Ýnsanýn þeklindeki anlam gitti mi bir soluk bile evde býrakmazlar onu.
Allah sýrrýný kutlasýn, Mevlânâ Þemseddîn buyurur, anlatýrdý. Büyük bir kervan bir yere gidiyormuþ.
Çöle düþmüþler. Ne bir mâmurluk bulmuþlar, ne bir içim su. Derken ansýzýn bir kuyuya raslamýþlar; fakat kovasý yokmuþ. Bir kab elde ederler, ip bulurlar. Kaba baðlayýp kuyuya sallarlar. Çekince bakarlar ki ip kesilmiþ kova yoktur. Bir kap daha bulup sallarlar. Çekince bakarlar ki ip kesilmiþ, kova yok. Bir kap daha bulup sallarlar. Gene ip kesilir. Derken kervandan birini iple kuyunun dibine indirirler, o da çýkmaz, orda kalýr. Kervanda akýllý biri varmýþ; o, ben ineyim der. Onu sallarlar. Kuyunun dibine varmasý yaklaþýnca korkunç bir Zenci karþýsýna çýkar. Akýllý adam, bundan kurtulmama imkân yok, bâri aklýmý baþýma devþireyim, kendimi kaybetmeyeyim, bakalým, baþýma ne gelecek der. Zenci, uzun masal söyleme der,
tutsaðýmsýn benim, doðru cevap vermedikçe hiçbir þeyle kurtulamazsýn. Adam, buyur der. Zenci, yerlerden neresi daha iyidir diye sorar. Akýllý adam, kendi-kendine tutsaðým, çaresizim onun elinde; Baðdat desem, yahut baþka bir þehri söylesem belki onun yerini kýnamýþ olurum der. Ýnsana nerde bir eþ-dost bulunursa orasý daha iyidir; isterse orasý kuyu dibi olsun, orasý daha iyi; isterse fâre deliði olsun, orasý daha iyi diye cevap verir. Zenci, beðendim-beðendim, kurtuldun; dünyada bir tek adam var, o da sensin; Þimdilik seni býraktým-gitti; senin yüzünden öbürlerini de âzâd ettim; bundan böyle hiç kan dökmeyeceðim; dünyadaki
bütün insanlarý senin sevginle sana baðýþladým der. Sonra da bütün kervan halkýný suvarýr, kandýrýr. Þimdi bundan maksad, anlamdýr; bu anlamý bir baþka çeþit söyleyebilmek de mümkün, fakat mukallid, ancak þu þekli görür; onlara söz söylemek güçtür. Þimdi bu sözü baþka bir örnekle söylesen de duymazlar.
19. BÖLÜM - Tâceddin Kabaî´ye, þu mollalar aramýza giriyorlar, halký, din yoluyla inançsýz býrakýyorlar dediler buyurdu. (Sonra da) dedi ki:
Hayýr, onlar bizim aramýza girip bizi inançsýz edemezler. Hâþâ, bizden deðildir onlar. Hani bir köpeðe altýn tasma takarlar ya. Takarlar amma bu yüzden o köpeðe av köpeði demezler ki. Avlanmak, av köpeðindeki bir huydur, bir hünerdir; ister altýn tasma tak, ister yün. Bilginlik de cübbeyle, sarýkla deðildir bilginlik, bilgin kiþinin özündeki bir hünerdir; bilgin, ister aðýr kumaþtan yapýlmýþ kaftan giysin, ister abayakebeye bürünsün, farketmez. Nitekim Peygamberin zamanýnda da münâfýklar, din yolunu kesmek istediler; mukallidi din yolunda gevþetmek için namaz elbisesi giyindiler. Çünkü kendilerini Müslümanlardan
göstermeselerdi bunu baþaramazlardý. Yoksa bir Firenk, yahut Musevî, dini kýnasa sözünü dinlerler mi hiç?
"Vay o namaz kýlanlara ki namazlarýnýn þartlarýný unuturlar önem vermezler, gösteriþ için kýlarlar, en deðersiz þeyi bile vermezler."
Sözün tümü þu: O ýþýk sende de var, fakat insanlýk yok; insanlýk iste; maksat budur; bundan ötesi boþ söz ancak. Söz fazla bezenince maksat unutulur. Bir bakkal, bir kadýný seviyordu. Kadýnýn cariyeciliðiyle, þu halde, bu haldeyim, seviyorum, yanýyorum, kararým yok, sitemlere uðramýþým, cefâler çekmedeyim, dün þöyleydim, dün akþamým þu halde geçti diye haberler yolladý; uzun-uzadýya masallar okudu. Cariyecik, kadýnýn yanýna varýnca dedi ki: Bakkalýn selâmý var; gel de diyor, seni þöyle böyle edivereyim. Kadýn, bu kadar soðuk mu söyledi dedi. Cariye, o uzun-uzun söyledi-durdu amma maksadý bu, temel olan da maksattýr, ötesi baþaðrýsý dedi.
20. BÖLÜM - (Mevlânâ) buyurdu ki:
Gece-gündüz uðraþýyor, kadýnýn huylarýný güzelleþtirmeye çalýþýyorsun. Kadýnýn pisliðini kendinle temizlemedesin; kendini onunla temizlersen daha iyi olur; çünkü onu da kendinle beraber temizlemiþ olursun. Kendini, onun için temizle; ona doðru git. Sence olmayacak bir söz bile söylese doðru söylüyorsun de. Kýskançlýðý býrak. Kýskançlýk, erkek huyudur amma þu bir tek iyi huyla birçok kötü huylar peydahlanýr sende. Allah rahmet etsin, esenlikler versin, Peygamber, bunun için "Müslümanlýkta keþiþlik yoktur"
buyurdu; keþiþler yalnýz yaþarlar, daðlara çýkarlar, evlenmezler, dünyadan vazgeçerler; bunlar yoktur Müslümanlýkta. Allah rahmet etsin, esenlikler versin, Peygamber’e ince, gizli bîr yol gösterdi yüce, büyük Allah. Nedir o yol? Kadýnlarýn cefâlarýný çekmek, olmayacak sözlerini dinlemek, onlara üst olmak, kendi huylarýný temizlemek, güzelleþtirmek için evlenmek. "Gerçekten de sen, pek büyük, pek güzel huylara sahipsin."
Ýnsanlarýn cefâlarýna, eziyetlerine dayanmak, kendi pisliðini onlara sürmek gibidir. Senin huyun,
onlarýn kötülüklerine dayanman yüzünden güzelleþir, iyileþir; onlarýn huylarýysa bu saldýrma, bu haddini aþma yüzünden kötüleþir. Bunu bildin ya, kendini temizlemeye bak. Onlarý, kendi pisliðini onunla temizlediðin bir çaput bil. Nefsini yenemezsen aklýný baþýna devþir de tutalým, aramýzda nikâh yok; baþý boþ bir sevgili o; istek üstün olunca yanýna gidiyorum de; kýzgýnlýðýný, hasedini, kýskançlýðýný bu yolda yen, gider kendinden; onlarýn cefâsýna dayanmak, olmayacak þeylerine tahammül etmek tadýný alýncaya dek bu dersi ver kendine. Ondan sonra artýk bu ders olmadan da dayanmaya baþlarsýn, kendine zulmetmeye alýþýr
gidersin; çünkü artýk faydaný, apaçýk bunda görürsün.
Rivâyet etmiþlerdir; Allah rahmet etsin, esenlikler versin, Peygamber, sahâbeyle bir savaþtan gelmiþti.
Bu gece þehrin dýþýnda yatacaðýz, yarýn gireceðiz þehre diye davul çalýn buyurdu. A Allah elçisi dediler,sebebi ne? Olabilir ya dedi, kadýnlarýnýzý yabancý erkeklerle buluþmuþ görürsünüz; canýnýz sýkýlýr; bir fitnedir, kopar. Sahâbeden biri dinlemedi; kalkýp gitti; karýsýný bir yabancýyla buldu. Peygamber´in yolu buydu:
Kýskançlýðý, öfkeyi gidermek için zahmet çekmek; kadýný doyurmak, giydirip kuþatmak için zahmet çekmek;yüz binlerce hadsiz-hesapsýz zahmetler tatmak; böylece de Muhammed´lik âlemi yüz gösterinciyedek dayanmak, Îsâ´nýn yolu, çabalamak, yalnýzlýk, isteðe uymamaktý; esenlikler ona, Muhammed’in yoluysa kadýnýn ve insanlarýn derdini-cefâsýný çekmek. Mâdemki Muhammed´in yoluna gidemiyorsun, bâri Îsâ´nýn
yoluna git de bir uðurdan yoksun kalma. Sende bir arýlýk varsa yüz sille yersin, meyvesini, karþýlýðýný ya görürsün, yahut da göreceðine inanýrsýn; mademki buyurmuþlardýr, haber vermiþlerdir, elbette böyle bir þey var, sabredeyim de zamaný gelir, birdenbire o haber verdikleri þey bana da ulaþýr dersin; ulaþtýðýný da görürsün. Deðil mi ki bu zahmetler yüzünden þu anda hiçbir þey elde edemedim amma sonunda defineler bulacaðým diyorsun. Bunu gönlüne koymuþsun; defînelere ulaþýrsýn, beklediðinden, umduðundan fazlasýný
elde edersin. Bu söz, þimdi tesir etmez amma bir zaman sonra daha piþkin, daha olgun bir hale gelirsin, o vakit adam-akýllý tesir eder sana.
Kadýn nedir, dünya ne? Ýster söyle, ister söyleme; o, neyse gene odur, yaptýðýný býrakmayacaktýr o. Hattâ söyledikçe daha da beter olur. Meselâ bir somun al, koltuðuna koy, sakla, bunu kimseye
vermeyeceðim de vermeyeceðim; vermek þöyle dursun, göstermeyeceðim de de. Ekmek, bolluðundan,ucuzluðundan yerlere dökülüp saçýlmýþtýr, köpekler bile yemiyor amma vermemeye, göstermemeye kalkýþtýn mý, bütün halk ona düþer; sakladýðýn, göstermediðin o ekmeði mutlaka göreceðiz diye yalvarmaya, seni kýnamaya, sövmeye koyulur. Hele koltuðuna-yenine sakladýðýn, vermemeye,göstermemeye savaþtýðýn o ekmeðe öylesine düþerler ki bu düþkünlük, haddi-sýnýrý aþar-gider. Çünkü "Ýnsan men´edildiði þeye düþer." Kadýna gizlen diye emrettikçe onda, kendini gösterme isteði çoðalýr-durur; halkta da o kadýn ne kadar gizlenirse onu görmek isteði o kadar artar. Þu halde sen oturmuþsun, iki tarafýn da isteðini kýzýþtýrýyorsun. Sonra da bunu doðru-düzen bir iþ sanýyorsun; oysa ki bu iþ, bozgunculuðun ta kendisi. Mayasýnda kötü bir iþte bulunmamak varsa, yapma desen de, demesen de iyi huyuna, temiz yaratýlýþýna uyacak, ona göre hareket edecektir o; býrak, iþkillenme sen. Yok, tersine, mayasý pisse gene kendi yolunu tutacaktýr o. Gerçekten de yapma-etme, görünme demek, isteði arttýrýr ancak; baþka þeye yaramaz.
Þu adamlar, Allah sýrrýný kutlasýn, Tebrizli Þemseddîn´i gördük diyorlar. A hoca diyor, onu gördüm ben.
A kýzkardeþi orospu, nerde gördün? Damdaki deveyi görmeyen, iðne yordamýný gördüm, ipliði de geçirdim diyor. Ne hoþ söylemiþler o hikâyeyi; hani, iki þeye güleceðim geliyor demiþ; biri, Zencinin parmak uçlarýný karaya boyamasý, öbürü körün pencereden baþýný çýkarmasý. Onlar da týpký buna benzer. Can gözü kör olanlar, beden pencerelerinden baþlarýný çýkarmýþlar; ne görecekler ki. Onlarýn beðenmelerinden, inkâr etmelerinden ne çýkar? Akýllýya göre ikisi de birdir. Beðenen de, beðenmeyen de... Ýkisi de görmemiþtir,saçma-sapan söylenip durmada. Önce görüþü elde etmek gerek, ondan sonra bakmak. Görüþ elde edildikten sonra da nasýl görülecek onlar? Dünyada bunca görüþ sahibi, gerçeðe ulaþmýþ erenler var; onlardan baþka da erenler var; onlarý bunlar bile göremezler. Onlara "Allah’ýn örttüðü, gizlediði erenler"
derler. Þu erenler, yârabbi, gizli erenlerinden birini göster bize diye yalvarýp yakarýrlar. Fakat onlar dilemedikçe, onlara gerekmedikçe ne kadar gözleri açýk olsa göremezler o gizli erenleri. Þu baþý boþ kahpelerden hiçbiri, onlarca gerekmezse ulaþamaz onlara, göremez onlarý. Allah’ýn gizli erenlerini, o gizli erenler dilemedikçe görmeye-tanýmýya imkân mý var? Bu iþ kolay bir iþ deðil. Melekler bile bunda kaldýlar da "Biz seni överek noksan sýfatlardan arý olduðunu söylemedeyiz, seni kutlamadayýz", hepimiz de seviyoruz seni, hepimiz de candanýz, salt ýþýðýz; þunlar, þu bir avuç topraktan ibâret, obur insanlar, "Kan dökecekler" dediler. Þimdi bütün bunlar, insanýn ibret alýp tir-tir titremesi içindir. Kutsal meleklerin ne
mallarý vardý, ne mevkileri. Ne perdeleri vardý, ne örtüleri. Salt ýþýktý onlar. Allah güzelliðiyle, salt aþkla gýdalanýrlardý. Ýleriyi görürlerdi; gözleri keskindi. Böyle olmakla beraber insanýn, eyvahlar olsun; ben kim oluyorum ki; nerden neyi tanýyacaðým diye tir-tir titremesi, hattâ insana bir ýþýk ýþýsa, bir zevk yüz gösterse bile ben buna nerden layýkým ki deyip Allahya binlerce defa þükretmesi için melekler, inkârla ikrar arasýnda kala-kaldýlar.
Bu sefer Þemseddîn´in sözünden daha da çok zevk duyacaksýnýz; çünkü insanýn beden gemisinin
yelkeni inançtýr. Yelken oldu mu, yel, onu büyükbir yere sürer-götürür. Fakat yelken olmazsa söz, bir yeldir ancak.
Ne hoþtur sevenle sevilenin arasýnda hiçbir teklif-tekellüfün olmayýþý. Bütün bu teklif-tekellüfler,
yabancýlar içindir. Aþktan baþka herþey haramdýr âþýða. Bu sözü iyice, tam anlatýrdým amma yeri-sýrasý deðil. Suyun gönül havuzuna akmasý için çok arklar açmak, dereler kazmak gerek. Yoksa ya dinleyen topluluk usanýr, yahut da söyleyene usanç gelir, bahaneler getirir; dinleyenlerden usancý gideremeyen kiþininse iki pul bile deðeri yoktur. Âþýk, sevgilinin güzelliðine delil getirmez kimseye. Hiç kimse de sevgilinin güzel olmadýðýný belirten bir delili âþýðýn gönlüne yerleþtiremez. Þu halde anlaþýldý ki burada delilin iþi yok; burada aþk istemek gerek. Þimdi beyitte mübalâða yapsak da âþýk hakkýnda mübalâða deðildir o. Görüyoruz hani, mürîd , þeyhin görünüþüne, þekline özünü, anlamýný saçýp döküyor da,A þekli bile binlerce anlamdan daha da hoþ olan diyor. Çünkü zâten þeyhe gelen mürîd, önce kendi özünden, varlýðýndan geçer, þeyhe muhtaç olur.
Bahâeddin, þeyhin þekli için kendi anlamýndan geçmiyor, kendi anlamýndan, þeyhin
canýna ulaþmak, anlamýna varmak için geçiyor, deðil mi diye sordu.
(Mevlânâ) buyurdu ki:
Böyle olamaz; böyle olursa her ikisi de þeyh olur. Þimdi içinde bir ýþýk elde etmelisin ki þu iþkil
yükünden kurtulasýn, emin olasýn, içinde böyle ýþýk bulunan kiþinin gönlünde, beylik, vezirlik gibi dünyâyla ilgili düþünceler parlasa bile bir þimþek gibi çakýp geçiverir. Hani dünya ehlinin gönlünde de Allah korkusu, erenlerin âlemini özleyiþ gibi görünmeyen dünyâyla ilgili düþünceler parlasa bile bir þimþek gibidir bunlar,çakar-gider. Allah ehli olanlarsa tümden Allahya vermiþlerdir kendilerini; Allahya tutmuþlardýr yüzlerini;Allahyla oyalanýrlar; Allahya dalmýþ-gitmiþtir onlar. Dünya hevesleri, erkekliði kalmamýþ adamdaki istek,gibi bir yüz gösterir, fakat durmaz, geçer-gider. Dünya ehli de ahret hallerinde tam bunun tersinedir.
21. BÖLÜM - Þerîf-i Pâ-sûhte der ki:
Dünyaya aldýrýþ bile etmeyen o kutlu nîmet sahibi,
Herkesin,herþeyin canýdýr da cana boþverir
Vehmin neyi kavrarsa
Onun kýblesidir o, fakat vehme aldýrýþ bile etmez.
Bu söz, berbat bir sözdür. Ne padiþahý övüþtür, ne kendini övüþ. A adamcýk, o, sana aldýrýþ bile
etmesin, bundan ne zevk alýrsýn sen? Dostlarýn sözü deðil, düþmanlarýn sözü bu. Adam, düþmanýna, sana boþvermiþim, aldýrmýyorum bile der. Þimdi þu ateþ gibi giden âþýk Müslümaný bir seyret, sevgiliden zevkþevk elde etmiþ de sevgili diyor, bana aldýrýþ bile etmiyor. Bu, þuna benzer: Bir külhancý, külhanda oturmuþ da padiþah diyor, sana da aldýrýþ etmez, bütün külhancýlara da boþverir. Þu külhancý adamcaðýzdan padiþah
vazgeçmiþ, ona aldýrýþ bile etmiyor; peki bu adamcaðýz, ne zevk alabilir bundan? Evet, söz þuna devler, ki külhancý, ben külhanýn damýna çýkmýþtým; padiþah geçiyordu. Selâm verdim ona; bana birhayli baktý da geçti-gitti; sanki hâlâ da bana bakmada desin. Bu bir sözdür ki o külhancýya zevk verir. Fakat padiþah külhancýlara boþverir sözü, ne padiþahý övüþtür, ne külhancýya zevk verir. "Vehmin neyi kavrarsa" diyor. A adamcýk, senin vehmine de esrarkeþin vehminden baþka ne olabilir ki? Ýnsanlar, senin vehmine de aldýrýþ etmezler. Vehminle onlara hikâyeler anlatsan usanýrlar, kaçarlar. Vehim de ne oluyor ki Allah ona aldýrýþ
etmesin. Aldýrýþ etmeyiþ âyeti kâfirler hakkýndadýr; hâþâ, mü´minler hakkýnda olamaz. A adamcýk, Allah’ýn aldýrýþ etmeyiþi meydanda, herkes bilir bunu; sende bir hâl olur da bir-þeye deðerse üstünlüðü ne kadarsa o kadar aldýrýþ eder sana.
Þeyh-i Mahalle de derdi ki: Önce görüþ gerek; söyleyip duymak sonra. Nitekim padiþahý
görürler amma padiþaha yakýn olan, onunla görüþüp konuþan adamdýr.
(Mevlânâ) buyurdu ki:
Bu eðri, berbat, tersine bir söz. Allah eserlik versin, Mûsâ söyledi, iþitti de ondan sonra görmeyi
diledi. Söz makamý Mûsâ´nýn, görme, Allah rahmet etsin, esenlikler versin; Mustafâ´nýn. Öyleyse bu söz nasýl doðru olur, ne biçim sözdür bu?
(Mevlânâ) buyurdu ki:
Birisi, Allah sýrrýný kutlasýn, ârifler padiþahý Tebrizli Þemseddîn´in katýnda dedi ki: Bu sabah, kesin delille Allah’ýn varlýðýný isbât ettim. Mevlânâ Þemseddîn buyurdu ki: Demin melekler gelmiþlerdi; Allah ömürler versin, dünyadakilere karþý kusurda bulunmadý da hamdolsun Allahya, Allahmýzýn varlýðýný isbât etti diye duâ ediyorlardý bu adama. A adamcaðýz, Allah’ýn varlýðý zaten meydanda; onu isbâta delil gerekmez ki. Sen bir iþ yapacaksan onun katýnda bir mertebe, bir makam sahibi ol, o mertebede, o makamda kendini isbât et; yoksa o, senin delilin olmasa da vardýr. "Hiçbir þey yoktur ki onu överek noksan sýfatlardan arý olduðunu söylemesin."
Bunda þüphe yok ki bu fakýyhler zekidir, kendi alanlarýnda gördükleri þeyleri yüzde yüz, tam görürler.
Fakat onlarla öbür dünyanýn arasýna, caizdir, caiz deðildir düzeninin kurulmasý için bir duvardýr,
çekmiþlerdir. Bu duvar, onlara engel olmasaydý o bilgiyi hiç okumazlardý; o iþ, öylece kala-kalýrdý. Allah sýrrýný kutlasýn ulu Mevlânâ da buna benzer bir örnek getirir de buyururdu ki:
O dünya bir denize benzer, bu dünyâsa köpük gibidir. Üstün ve Ulu Allah, köpükçeðizi de mâmur bir hale getirmeyi diledi de bir bölük halkýn arkasýný o denize döndürdü; onlar, bununla oyalanmasalar halk, birbirini yok eder, köpükçeðiz de bu yüzden yok olur-gider. Bir çadýrdýr, padiþah için kurmuþlar. Bir bölük halký da bu çadýrýn kurulmasýna memur etmiþler. Birisi, ben ipi germeseydim der, çadýr nasýl düz dururdu.
Öbürü ben mýhý çakmasaydým der, ipi nereye baðlarlardý. Herkes de bilir ki bunlarýn hepsi, çadýrda oturup sevgiliyi seyretmek isteyen padiþahýn kullarýdýr. Çulha vezirlik isteðine düþseydi de bez dokumasaydý bütün dünya halký, çýr-çýplak kalýrdý. Ona, bu iþe karþý bir sevgi, bu iþte bir zevk verdiler de iþini yeter buldu. Þu halde bu topluluðu, bir köpükçeðizden ibâret olan dünyayý düzene sokmak için yaratmýþlardýr; dünyayý da o erenin düzeni için. Ne mutlu o kiþiye ki dünyayý, onun düzeni için yaratmýþlardýr; onu, dünyanýn düzeni için
deðil. Þu halde üstün, Büyük Allah, herkese, giriþtiði iþte bir yetiniþ, bir tat veriyor; yüz bin yýl ömür sürse o iþi býrakmýyor; her gün o iþe karþý sevgisi daha da artýyor; o iþte, o sanatta mahareti artýp duruyor; ondan lezzetler buluyor, hoþlanýyor. "Hiçbir þey yoktur ki onu överek noksan sýfatlardan arý olduðunu söylemesin" demiþler ya. Ýp gerenin ayrý bir tesbihi var, mýh çakanýn ayrý bir teþbihi. Direði yonan, yapan marangozun ayrý bir tesbihi var, çadýr bezini dokuyanýn ayrý bir tesbihi; çadýrda oturup zevk eder, safâ süren erenlerinse bam-baþka bir tesbihi.
Þimdi bu topluluk, yanýmýza geliyor ya; sussak usanýrlar, incinirler; bir-þey söylesek onlara lâyýk olan sözü söylemek gerek, o vakit de biz inciniriz. Giderler, bizden bezmiþ, kaçýyor diye kýnarlar bizi. Odun tencereden kaçar mý hiç? Kaçsa-kaçsa tencere kaçar, tencere dayanamaz, Ateþin odundan kaçmasý,kaçmak deðildir. Onu arýk görmüþtür de o yüzden uzaklaþmýþtýr ondan. Gerçekte, ne halde olursa olsun tencere kaçmaktadýr. Þu halde bizim çekinip kaçmamýz, onlarýn çekinip kaçmasýdýr. Biz aynayýz; onlarda bir
kaçýþ varsa o görünür bizde; onlar için kaçarýz biz. Ayna, içinde insanýn kendisini gördüðü bir araçtýr. Bizi usanmýþ görüyorsan o usanç, onlarýn usancýndan ileri gelir; çünkü usanç, arýklýk sýfatýdýr; buraya usanç sýðmaz; ne iþi var usancýn burada?
Þöyle rasgeldi, hamamda Þeyh Salâhaddin´e fazla tapý kýldým. O da bana karþý fazla bir gönül
alçaklýðýnda bulundu. O gönül alçaklýðýndan þikâyet ettim. Bu sýrada gönlüme þu düþünce geldi; kendikendime, tapý kýlmada aþýrý vardýn; gönül alçaklýðýný yavaþ-yavaþ göstermek gerek;önce elini ovarsýn, sonra ayaðýný. Derken azar-azar, iþi bir yere vardýrýrsýn ki artýk o tapý kýlma, o gönül alçaklýðý, görünmez olur; o da buna alýþýr-gider. Hâsýlý onu zahmete sokmamak, alçak gönüllülüðe karþýlýk alçak gönüllülük etmeye zorlamamak gerek... Onu buna alýþtýrýrsan yavaþ-yavaþ alýþtýrýrsýn. Dostluðu da böyle yapmak gerek,düþmanlýðý da böyle azar-azar. Önce öðüt verirsin; dinlemezse döversin, gene dinlemezse kendinden
uzaklaþtýrýrsýn. Kur´ân´da da deniyor ya: "Kadýnlara öðüt verin, yataklarýnýzý ayýrýn onlardan, dövün onlarý."
Dünya iþleri de böyle gider. Görmez misin? Ýlkbaharýn barýþý, dostluðu, baþlangýçta azar-azar bir ýsý gösterir; derken daha çok, derken daha da çok. Aðaçlara bak; yavaþ-yavaþ geliþirler. Önce bir gülümseme;derken yavaþ-yavaþ yapraklanýrlar, meyve verirler, varlarýný-yoklarýný elde ederler; derviþçe, sûfîce, neleri varsa ortaya korlar; hepsini de oynarlar, yutulurlar.Dünya iþlerinde olsun, ahret iþlerinde olsun, iþe ilk giriþmede aþýrý gidene o iþ, kolaylaþmaz. Meselâ rýyâzat mý yapacak, yolunu þöyle göstermiþler: Bir batman ekmek yiyorsa her gün bir dirhem azaltýr; bir-iki yýl geçti mi yediði ekmeði yarým batmana indirmiþ olur.
Öylesine azaltýr ki bedene onun azalýþýný göstermez. Ýbâdet de, ibâdete yüz tutuþ da, namaz da böyle. Hiç mi namaz kýlmýyor; namaza baþladý mý, Önce beþ vakit namaz kýlar, onu býrakmamaya gayret eder, ondan sonra boyuna arttýrmaya koyulur.
22. BÖLÜM (*)- Temel olan, Ýbni Çâvûþ´un, Allah sýrrýný kutlasýn, Þeyh Salâhaddin´in aleyhinde
bulunmamasýdýr. Böylece faydalar elde eder, þu karanlýklardan kurtulur, perdeler, önünden kalkar. Bu Ýbni Çâvûþ, neler diyor onun hakkýnda? Ýnsanlar, þehirlerini, babalarýný, analarýný, ayâllerini, soylarýný-boylarýný býrakýrlar da Hintten-Sintten yola düþerler, giydikleri demir çarýklar paralanýr-gider. Maksatlarý da o âlemden koku almýþ bir eri bulmaktýr. Niceleri vardýr, bu özleyiþle ölürler de aradýklarýný bulamazlar. Bu çeþit bir eri, evinde hazýr bulmuþsun da ondan yüz çeviriyorsun; bu, büyük bir belâ, büyük bir gaflet deðil de nedir?
Allah saltanatýný ebedî kýlsýn, Þeyhlerin Þeyhi, Allah ve din Salâh´ý hakkýnda bana Öðüt verir, gerçekten de büyük bir adam, pek ulu bir er; yüzünde de görünüyor zâten; en önemsiz þey þu: Hangi gün yanýna gittiysem bir kere bile adýnýzý, efendimiz, mevlâmýz þeklinden baþka bir þekilde andýðýný duymadým; günlerden bir gün bile bu sözleri deðiþtirmedi derdi. Onu perdeleyip bu halden baþka bir hale düþüren, kötü
garezleri deðil de nedir? Þimdi de Þeyh Salâhaddin hiçbir þey deðil diyor. Salâhaddin, onun kuyuya düþmek üzere olduðunu görüyor da baþka insanlarý da kavrýyan esirgeyiciliði yüzünden kuyuya düþme diyor; baþka ne yapýyor ki ona. Bu esirgemeden tiksiniyor o.
Salâhaddin´in râzý olmadýðý bir þey yaparsan kahrýnýn tâ içine dalarsýn. Onun kahrýnda oldukça da nasýl için açýlýr? Gittikçe cehennem dumanýna dalarsýn, gittikçe kararýrsýn. Oysa öðüt veriyor sana, diyor ki:
Kahrýmda kalma; kahýr yurdumdan, gazep yurdumdan lûtuf, rahmet yurduma taþýn; çünkü benim râzý olduðum þeyi iþlersen sevgi yurduma, lûtuf yurduma girersin; bu yüzden de gönlün açýlýr, ap-aydýn olur. O sana, senin iyiliðin için, hayrýn için öðüt veriyor; sense bu esirgemeyi, bu öðüt vermeyi kötü bir düþünceye,bir gareze veriyorsun. Böylesine bir erin, senin gibisine karþý ne gibi bir kötü düþüncesi, ne gibi bir garezi olabilir? Sen, haram olan þaraptan, yahut afyondan; yahut semâ´dan, yahut bu çeþit bir baþka sebepten sarhoþ olursun da o anda bütün düþmanlarýndan razý olursun, onlarýn suçlarýný baðýþlarsýn, ayaklarýný-ellerini öpmek istersin. Kâfir, mü´min, bu anda bir görünür sana. Þeyh Salâhaddin´se bu zevkin temelidir; zevk denizleri onun katýndadýr. Allah korusun, nasýl olur da birisine kin güder, birisine garez besler o. Bu sözleri, bütün kullarý kavrayan esirgeyiþinden, acýyýþýndan söylüyor ancak; yoksa bu çeþit çekirgelere, kurbaðlara ne
garezi olabilir ki? Bu saltanat, bu ululuk ýssý, hiç þu yoksullarla eþit olur mu?
Bengisu karanlýktadýr derler. Karanlýk, erenlerin bedenleridir; bengisu da onlardadýr. Bengisuya, ancak karanlýkta ulaþabilirsin; þu karanlýktan çekinirsen, kaçarsan bengisuya nasýl ulaþacaksýn? Puþtlardan puþtluðu, kahpelerden kahpeliði öðrenmek istersen binlerce istemediðin þeye, köteðe, dilemediðin þeylere katlanmak gerek, bunu belleyip elde etmek için dayanmak gerek deðil mi? Bu, böyleyken peygamberlerin,erenlerin duraðý olan ölümsüz, sürüp giden yaþayýþý istiyorsun da sonra hoþ görmediðin bir þeye uðramamak, sendeki bâzý huylardan vazgeçmemek dileðindesin; nasýl olur bu?
Þeyh sana, eski þeyhler gibi karýný, evlâdýný, malýný, mevkiini býrak demiyor. Eski þeyhler, bunlarý
derlerdi. Hattâ karýný býrak derlerdi, onu biz alacaðýz; mürîtler de dayanýrlar, katlanýrlardý buna. Size kolay bir öðütte bile bulunsa neden katlanmýyorsunuz, neden tutmuyorsunuz bunu? "Nice þeyler var, tiksinir,çekinirsiniz, oysa ki hayýrdýr size." Üstlerine körlük, bilgisizlik çöken þu insanlar, ne söylüyorlar; hiç düþünmüyor bunlar. Ýnsan bir çocuðu, bir kadýný sevse neler yapar, ne düþkünlüklere katlanýr; onu kandýrmak için malýný-mülkünü feda eder, varýný-yoðunu verir de gönlünü eder; gece-gündüz vazgeçmez ondan, usanmâz-bezmez; fakat ondan baþka herkesten usanç gelir ona. Þeyhin, Allah’ýn sevgisi, bundan önemsiz midir? En aþaðý bir buyruktan, en küçük bir öðütten alýnýyor da çekiniyor, vazgeçiyor þeyhten.
Anlaþýldý ki o ne âþýk, ne de istekli. Âþýk olsaydý, isteði bulunsaydý söylediklerimizin kat-kat fazlasýna katlanýrdý; gönlüne baldan da, þekerden de tatlý gelirdi.
(*) Bu bölüm arapçadýr.
23. BÖLÜM- (Mevlânâ) buyurdu ki:
Tokat tarafýna gitmek gerek; o tarafýn havasý sýcak; Antalya da sýcak amma ordakilerin çoðu Rum;sözümüzü anlamazlar. Amma Rumlarýn arasýnda da öyle kiþiler var ki anlýyorlar. Birgün, bir topluluk içinde konuþuyordum. Aralarýnda kâfirler de vardý. Söz arasýnda aðlýyorlar, tat duyuyorlar, halden hâle giriyorlardý.
Birisi, onlar ne anlarlar, ne bilirler ki... Bu çeþit sözü, seçkin Müslümanlarýn bile binde biri
anlayabilirken onlar ne anlýyorlar da aðlýyorlar diye sordu.
(Mevlânâ) buyurdu ki:
Bu sözün özünü anlamalarý gerekmez; sözden maksat neyse onu anlarlar ya. Sonunda hepsi de
Allah’ýn birliðini söyler; hepsi de der ki: Allah yaratýcýdýr, rýzýk veren odur, herþeyde tedbir, tasarruf ýssýdýr,
herkes dönüp ona varýr; ceza da ondandýr, baðýþlama da. Bu söz, Allahyý anlatýyor, Allah anýþsý; bu sözü duydular ya; herkes heyecana düþer, tat alýr; özleyiþi artar herkesin; çünkü bu sözden sevgilinin, özlenenin, istenenin kokusu geliyor. Yollar ayrý amma maksat bir. Görmez misin? Kâ´be´ye giden yollar çok. Kimisi Anadolu´dan gider; kimisi Þam´dan, kimisi Ýran´dan, kimisi Çin´den. Kimisi de deniz yoluyla Hint´ten gelir,Yemen´den gelir. Yollara bakarsan büyük bir ayrýlýk var, sýnýrsýz bir ayrýlýk var. Fakat maksada bakarsan hepsi de birleþmiþ, bir. Herkes gönlünden Kâ´be´ye gitmeyi geçirmede; gönüllerin Kâ´be´ye büyük bir baðlýlýðý, sevgisi var, bu isteðe hiç mi hiç ayrýlýk, aykýrýlýk sýðmýyor. Bu istek, ne küfürle ilgili, ne îmanla. O
ilgide hiçbir bulanýklýk yok. Hani ayrý-ayrý yollar var dedik ya; herkes oraya vardý mý yoldayken birbirleriyle çekiþip savaþmalarý da kalmaz, ayrýlýk-aykýrýlýk da biter-gider, dedi-kodu da. Yolda giderlerken bu, ona, senin tutuðun yolun aslý yok, sen kâfirsin derdi; o da bunu öyle görürdü ya; Kâ´be´ye vardýlar mý bilirler, anlarlar ki o savaþ, yoldaymýþ maksatlarý meðerse birmiþ. Meselâ kâsenin caný olsaydý kâseciye kul-köle kesilirdi; onunla aþk oyununa giriþirdi. Þimdi þu kâseyi yapmýþlar ya; kimisi bunu sofraya böyle koymak gerek der;kimisi içini yýkamalý der; kimisi tekmil yýkamalý der; kimisi yýkamak gerekmez der. Ayrýlýk-aykýrýlýk bu þeylerdir. Fakat kesin olarak kâseyi bir yapan, bir yaratan var; kendi-kendine meydana gelmemiþtir; bunda
herkes birdir; bunda hiç kimsenin ayrýlýðý yoktur.
Þimdi geldik insanlara. Ýnsanlar, gönüllerinde Allah sevgisini taþýrlar, onu dilerler, ona yalvarýrlar; herþeyi ondan umarlar; ondan baþka herþeyi düzüp-koþan, herþeye gücü yeten birini tanýmazlar. Bu çeþit anlayýþsa ne küfürdür, ne îman. Ýçyüzde bir adý yoktur amma o anlam suyu içten coþup dil oluðundan aktý mý donar, þekle, söze girer; o vakit adý, küfür olur, îman olur; iyi olur, kötü olur. Hani bitkiler yerden biter ya; önce bir þekli yoktur onlarýn. Þu dünyaya yüz tuttular mý baþlangýçta güzel, ince görünürler, renkleri aktýr. Dünyaya ne kadar ayak basarlar, dünyaya ne kadar gelirlerse o kadar kaba bir hale gelirler, o kadar katýlaþýrlar, baþka bir renge bürünürler. Ýnananla inanmayan, bir arada otursa, fakat birþey söylemese ikisi
de birdir. Düþünce yüzünden hiç kimse sorumlu olamaz. Adamýn içi, hürlük dünyasýdýr. Çünkü düþünceler göze görünmezler; düþüncelere göre hüküm verilemez. "Biz görünüþe, dýþa göre hüküm veririz; gizli þeyleriyse Allah bilir." Düþünceleri Ulu Allah belirtir sende; sen yüz binlerce çabada bulunsan, lâhavle çeksen düþünceleri uzaklaþtýramazsýn kendinden. Hani Allah’ýn araca ihtiyacý yoktur derler ya; görmez misin, þu düþünceleri sende, araçsýz, kalemsiz, þekilsiz-renksiz nasýl belirtmede. Düþünceler, havada uçan kuþlara, ormanda gezen ceylânlara benzer. Kuþu tutup kafese koymadýkça þerîatta satman, doðru olmaz;
zâti havadaki kuþu satamazsýn; buna gücün yetmez: Satýmda satýlan þeyi alana vermek þarttýr. Elinde deðil ki neyi vereceksin? Düþünceler, içte kaldýkça adsýz-sansýzdýr; onlara hüküm yürütemezsin; ne küfür diyebilirsin, ne Müslümanlýk. Kadý, içinden þunu ikrar ettin, bu çeþit bir satýþta bulundun; gel, içinden þu düþünceyi geçirmediðine and iç der mi hiç? Diyemez; çünkü hiç kimse gönülden geçene, hatýra gelene hüküm yürütemez. Düþünceler, havadaki kuþlardýr. Þimdi söze geldi mi, o anda küfür, yahut Müslümanlýk olduðuna, iyi, yahut kötü bulunduðuna hükmedilebilir. Nitekim bedenler bir âlemdir, hayaller bir âlem,vehimler bir âlem. Ulu Allahysa bütün âlemlerin ardýnda; ne o âlemlerin içindedir, ne dýþýnda. Þimdi þu
düþüncelerde Allah’ýn tedbirine bak, kullanýþýný seyret; bunlarý nasýl neliksiz-niteliksiz yaratmada; nasýl kalemsiz, araçsýz düzüp koþmada. O hayali, o düþünceyi araþan, göðsünü yarsan, zerre-zerre etsen bulamazsýn, orda. Kanda da bulamazsýn, damarda da. Yukarda da bulamazsýn, aþaðýda da. Hiçbir yerde bulamazsýn. Yaný-önü yoktur onun; neliksiz-niteliksizdir o. Dýþarda da bulamazsýn onu. Allah’ýn düþünceleri düzüp koþmasý bu kadar göze görünmez, bu kadar adsýz-sansýz olursa bütün bunlarý yaradanýn izi-tozu belirmez, gözlere görünmez de görünmez olduðunu artýk var, seyret. Hani þu kalýplar, anlamlara karþý, göze görünür þeylerdir, bu anlamlarsa göze görünmez, neliksiz-niteliksizdir ya; Allah’ýn lûtfu karþýsýnda âdeta bedenler, göze görünür þekillerdir.
Perdeler ardýndan o kutsal can bir görünseydi,Ýnsanlardaki akýllarý da beden sayarlardý, canlarý da.
Ulu Allah, düþünceler âlemine sýðmaz; hiçbir âleme de sýðmaz ya. Düþünceler âlemine, yahut bir baþka âleme sýðsaydý düzülüp koþulanýn onu kavramasý, düþüncelerin yaratýcýsý olmamasý gerekirdi. Þu halde bilindi-an-laþýldý ya, o bütün âlemlerin ötesinde.
"Allah, and olsun ki Elçi sinin rüyasýný gerçekleþtirdi; Allah izin verirse Mescidül Harâma, kesin olarak gireceksiniz." Herkes Kâ´be´ye gireceðiz der. Kimisi de Allah izin verirse gireceðiz der. Allah izin verirse diyenler âþýklardýr. Çünkü âþýk, kendini bir iþ-güç görüyor, dilediðini yapýyor görmez; sevgilinin iþine-gücüne koyulmuþ görür. Bu yüzden de sevgili dilerse gireriz der. Þimdi zâhir ehline göre Mescidül Harâm, halkýn gittiði bu Kâ´be´dir. Âþýklara, haslara göreyse Mescidül Harâm, Allahyla buluþmadýr. Onun için de Allah dilerse derler, ona ereriz, görme yüceliðine ulaþýrýz. Fakat sevgilinin Allah izin verirse demesine az rastlanýr.
Bir garibin hikâyesi vardýr hani. Fakat garip gerek ki garibin hikâyesini iþitsin, duyabilsin.
Allah’ýn öylesine kullarý vardýr ki onlar, özlenilenlerdir, sevilenlerdir. Ulu Allah onlarý diler. Âþýklarýn ödevleri neyse Allah, onlara karþý, o ödevleri iþler; böylesine bir iþtir, iþler-durur. Hani âþýk, Allah izin verirse varýrýz diyordu ya; Ulu Allah, o üstün ere karþý bunu der. Bunu anlatmaya koyulsak Allahya ulaþmýþ erenler bile ipin ucunu yitirirler; iþ böyleyken bu çeþit haller, bu çeþit gizli þeyler, halka nasýl söylenebilir?
Kalem buraya geldi de baþý yarýldý-gitti.
Minâre üstündeki deveyi göremeyen devenin aðzýndaki bir tek kýlý nasýl görebilir? Biz gelelim ilk
hikâyeye:Allah izin verirse diyen âþýklar, yâni sevgilinin iþine-gücüne koyulmuþ olanlar, sevgili izin verirse, dilerse diyenler var ya; onlar Allahya dalmýþlardýr. Oraya yabancý sýðmaz; orda yabancýyý anmak haramdýr.
Yabancýnýn da yeri mi? Kendisini yok etmeyen oraya sýðmaz. "Evde-barkta Allahdan baþka þey yok." Þimdi buracýkta iþte; "Allah Elçisinin rüyasýný" diyor ya; þimdi bu rüya, âþýklarýn, gerçeklerin, özliyenlerin rüyasýdýr. Yoruluþu da öbür dünyada meydana çýkar. Zâti bütün dünya hayalleri rüyadýr; yoruluþu da öbür dünyada meydana çýkar. Hani bir rüya görürsün, ata binmiþsin. Umduðunu bulacaksýn derler. Atla umudun ne ilgisi var? Sana ter-temiz paralar verirler, bunu görürsün; bir bilginden, güzel, temiz þeyler duyacaksýn diye yorarlar. Para, söze ne diye benzesin? seni daraðacýna asmýþlar görürsen; bir topluluðun baþý olursun.
Daraðacý, ne diye baþlýða, baþbuðluða benzesin? Böylece dedik ya, dünyanýn halleri bir rüyadýr. "Dünya,uykuya dalmýþ kiþinin saçma-sapan düyasýna benzer." Yoruluþlarý da öbür dünyada bir baþka çeþit olur;buna benzemez. Onu Allahsal düþ yorucu yorar; çünkü ona herþey ap-açýktýr. Bu, þuna benzer hani; bir bahçývan, bahçeye girer; aðaçlara bakar; dallarda meyveleri görmeden bu hurmadýr, bu incirdir, bu nardýr,bu armuttur, bu elmadýr diye hükmeder; çünkü bu bilgiyi elde etmiþtir o; yorduðu þeylerin, verdiði hükümlerin gerçek olduðunu görmesi, o rüyanýn sonucu ne oldu, bunu anlamasý için kýyâmetin kopmasý gerekmez. Bahçývan, bu dal ne meyve verir, nasýl önceden bilirse o da bu rüyanýn yorumu nedir, önceden görmüþtür. Mal, karý, elbise... Dünyanýn herþeyi, bir baþka þey için gerektir, özü, kendisi gerek deðildir bunlarýn. Görmez misin? Yüz bin dirhemin olsa, sen de aç kalsan, hiç de ekmek bulamazsan o paralarý yemen, onlarla geçinmen mümkün mü? Kadýn, çocuk meydana getirmek, isteði gidermek için gerek. Elbise
soðuktan korunmak için gerek. Böylece bütün þeyler birbirine ulanýr-gider; tâ, ululandýkça ululansýn, Allah a varýr, zâti asýl istenen de odur; öbürünü onun için isterler, baþka bir þey için deðil; çünkü o, hepsinin ötesindedir, hepsinden iyidir, hepsinden daha yücedir, hepsinden daha güzeldir. Peki, hal böyleyken onu, ondan daha aþaðý birþey için nasýl isterler? "Herþey döner, ona varýr-dayanýr." Ona eriþenler, tümden dileðe eriþir; artýk ondan daha sonra geçilip gidilecek bir yer yoktur.
Ýnsan, kuþkular iþkiller içindedir. Ondan kuþkuyu, iþkili gidermeye imkân yoktur; meðer ki âþýk olsun.Âþýk oldu mu, onda ne kuþku kalýr, ne iþkil. "Birþeyi sevdin mi ona karþý kör eder, saðýr eder seni o sevgi."
Ýblis Âdem´e secde etmedi; buyruða karþý geldi; dedi ki: "Beni ateþten yarattýn, onuysa topraktan
yarattýn." Benim özüm ateþten, onun özüyse topraktan. Yücenin, aþaðýlýk kiþiye secde etmesi nasýl yaraþýr?
Bu suç, bu karþý koyuþ, Allahyla bu çekiþme, Ýblis´i lânete uðrattý, uzaklaþtýrdý da yarâbbi dedi, hepsini sen yaptýn, senin sýnamandý bu; sonra da bana lânet ediyorsun, uzaklaþtýrýyorsun kendinden beni. Âdem´se suç iþledi; Ulu Allah onu cennetten çýkardý. Ulu Allah Âdem´e dedi ki: A Âdem, seni suçlandýrdýðým, yaptýðýn suç yüzünden seni sýkýþtýrdýðým zaman niçin benimle çekiþmedin; elinde delil de vardý; bana, herþey senden, sen yaptýn; dünyada ne dilersen o olur; dilemediðin þey asla olmaz demedin. Elinde böylesine doðru, saðlam bir delil varken neden böyle bir söz söylemedin? Âdem, yârabbi dedi, bilmeye biliyordum amma sana karþý edebi býrakmadým elden, bir de sevgim, sana karþý koymaya býrakmadý beni.
(Mevlânâ) buyurdu ki:
Bu þerîat, su içilecek bir kaynaktýr. Padiþahýn dîvanýna benzer hani. Orda yapýlmasý gereken,
yapýlmamasý buyurulan þeyler, öldürme, adâlette bulunma gibi halkýn geri kalanlarýyla, ileri gidenleriyle ilgili buyruklar var. Padiþahýn dîvanýndan çýkan buyruklar sayýsýzdýr, sayýlamaz onlar. Pek de güzeldir, pek de faydalýdýr. Dünya o buyruklarla durur. Fakat derviþlerin, yok-yoksul kiþilerin hali, padiþahla görüþüp konuþmaktýr; buyruk verenin bilgisini öðrenmektir. Nerde buyruklarý bilmek, nerde buyruk vereni bilmek,padiþahla konuþup görüþmek. Arada pek büyük bir fark var. Padiþahla konuþup görüþenlerin halleri bir medresedir sanki. Orda fakýyhler var. Her fakýyhin bir müderrisi var; yaratýlýþýna göre ders veriyor. Buna karþýlýk da ona aylýk veriyor. Birine on, öbürüne yirmi, daha öbürüne otuz. Sözü, herkesin kendi anlayýþýna
göre söylüyoruz. "Ýnsanlara, akýllarý miktarýnca söz söyleyin, akýllarýnýza göre deðil; böyle hareket edin de Allah ý, Elçi´sini yalanlamasýnlar."
24. BÖLÜM- Bu imâreti herkes bir kuruntuyla yapar. Ya vergili olduðunu göstermek için, ya adýnýn anýlmasýný saðlamak için, yahut da bir sevâb elde etmek için. Ulu Allah’ýn maksadý da erenlerin rütbelerini yüceltmek, yattýklarý yerleri ululatmaktýr. Onlarýn ululanmaya ihtiyaçlarý yoktur, zâten uludur onlar. Mumu yüksek bir yere koymak isterler ya; bu, mum için deðildir, baþkalarý içindir. Ona aþaðý nedir, yukarý ne?
Mum, nerde olursa olsun ýþýklýdýr. Fakat ýþýðýn baþkalarýna da ulaþmasýný isterler. Þu güneþ de
gökyüzündedir; aþaðýda olsa gene güneþtir o; güneþtir amma dünya karanlýkta kalýr. Þu halde onun yukarda olmasý, kendi için deðildir, baþkalarý içindir. Hâsýlý erenler de yüceden, aþaðýdan, halkýn ululamasýndan münezzehtir, böyle þeylere aldýrýþ bile etmezler. Sana da o âlemin zerre kadar bir tadý, bir bakýmlýk lütfü yüz gösterse o solukta yüceden de, aþaðýdan da, alýþveriþten de, baþbuðluktan da usanýrsýn; herþeyden daha yakýndýr varlýðýn sana ya ; ondan da bezersin; hatýrýna bile gelmez. O ýþýðýn mâdenidir onlar; o tadýn özüdür onlar; artýk aþaðýyla, yukarýyla baðlarý mý olur? Onlarýn övünmeleri Allahyladýr; Allah da yukardan, aþaðýdan münezzehtir. Þu aþaðý-yukarý, bize göredir; çünkü ayaðýmýz, baþýmýz var bizim. Allah rahmet etsin,esenlikler versin, Mustafâ buyurdu ki: "Onun aðmasý balýk karnýnda oldu, bense göðe aðdým, Arþ´a vardým dîye beni, Yûnus´tan üstün tutmayýn." Yâni, beni dedi, bu yüzden üstün tutacaksanýz tumayýn; çünkü onun
aðmasý balýk karnýnda oldu; bense göklerin yücesine aðdým; fakat Ulu Allah’ýn ne aþaðýsý vardýr, ne yukarýsý. Yukarýya nasýl vurur, görünürse, aþaðýya da öyle vurur; öyle görünür; balýk karnýna da öyle vurur,Öyle görünür. O yüceden de münezzehtir, aþaðýdan da. Her yer birdir onca.
Çok kimseler vardýr ki baþarýrlar, maksatlarý bam-baþkadýr; Allah’ýn maksadýysa bam-baþka. Allah,Muhammed dinini ululamak, yaymak, dünya durdukça durdurmak istedi. Bak da gör; Kur´ân için ne kadar tefsîrler yapýldý; onar-onar ciltler, sekizer-sekizer ciltler, dörder-dörder ciltler. Bunlarý meydana getirenlerin maksatlarý, kendi üstünlüklerini göstermek. Zemahþerî, kendi üstünlüðünü göstermek için bunca gramer,lûgat, yerinde kullanýlmýþ söz incelikleriyle "Keþþâfý” meydana getirdi; maksadý kendi üstünlüðünü, kendi bilgisini göstermekti; fakat bununla da asýl maksat meydana geliyordu ki o da Muhammed dininin ululanmasýydý. Þu halde bütün halk, Allah iþini görmede; fakat Allah’ýn maksadýndan haberleri bile yok;onlarýn maksatlarý baþka. Allah, dünyanýn durmasýný istiyor da onlarý isteklere düþürüyor. Kadýna, zevk
almak için yaklaþýrlar; fakat ondan bir oðlan doðar. Böylece güzelliði için, tatlýlýðý yüzünden bir iþe koyulurlar; fakat o iþ âlemin durmasýna sebep olur . Demek ki gerçek yönünden Allahya kulluk ediyorlar;ediyorlar amma o kuruntuyla yapmýyorlar bu iþi. Gene bunun gibi hani, mescitler yaptýrýrlar; kapýsýna, duvarýna, tavanýna bunca paralan harcarlar. Fakat itibar kýbleyedir; maksat odur; ululanan kýbledir , yapanlarýn, düzüp-koþanlann maksadý bu deðildir amma bu iþlerle kýble, ululandýkça ululanýr.
Erenlerin þu büyüklüðü, görünüþte deðildir. Ýyvallâh, onlarýn yüceliði, büyüklüðü var amma neliksizniteliksiz.
Þu dirhem puldan üstündür ya, görünüþte deðildir bu. Meselâ dirhemi dama koysan, altýný da
aþaðýya; kesin olarak herhalde üstün olan altýndýr; inci, lâ´l de altýndan üstündür; ister aþaðýda olsun, ister yukarda. Hani kepek, kalburun üstündedir de un altýnda kalmýþtýr; onun gibi týpký; kesin olarak üst olan undur, isterse altta olsun. Þu halde yücelik görünüþte deðildir; anlamlar dünyâsýndadýr; o öz, onda varken herhalde odur üst olan, odur yüce olan.
25. BÖLÜM- Birisi içeriye girdi (Mevlânâ) buyurdu ki:
Sevgilidir, alçak gönüllüdür o. Bu, mayasýnda var onun. Hani meyvesi çok olan dal gibi; o meyve
onu aþaðýya eðer. Meyvesi olmayan dalsa selvi gibi yücelere baþ çeker. Meyve haddini aþtý mý da
büsbütün yerlere döþenmesin diye o dala direkler dayarlar. Allah rahmet etsin, esenlikler versin,
Peygamberimiz pek alçak gönüllüydü; çünkü önden-sondan bütün dünyanýn meyvesi onda toplanmýþtý; bu yüzden de herkesten daha alçak gönüllüydü. "Selâm vermede Allah Elçisi´ni kimse geçememiþtir."
Peygamber´den önce kimse ona selâm verememiþtir; çünkü Peygamber, sonsuz bir gönül alçaklýðýyla ondan önce selâm verirdi. Fakat tutalým önce selâm vermesin, gene de gönlü alçak olan oydu, selâmda ilk davranan oydu; çünkü selâmý ondan öðrendiler, ondan duydular. Öncekiler de, sonra gelenler de, hepsi onun vuruþudur, hepsi onun gölgesi. Bir kiþinin gölgesi, eve ondan önce girse gölge, görünüþte öncülük eder görünür amma gerçekte ilk giren, o kiþidir. Çünkü gölge, ona uyar. Bu huylar, þimdi meydana gelmiþ de deðil. Tâ o vakitten, Âdem´in zerrelerinde vardý. Onun parça-buçuklarýnda vardý bu zerreler. Kimisi aydýndý, kimisi yarý aydýn, kimisi de karanlýk. Bu, þimdi meydana çýkmada. Fakat bu aydýnlýk, bu ýþýklýk,daha öncedir; onun zerresi Âdem´de hepsinden daha arýydý, daha aydýndý, daha alçak gönüllüydü.
Kimi insan vardýr, öne bakar; kimi insan vardýr, sona bakar. Sona bakanlar üstündür, büyüktür;
çünkü görüþleri sonadýr son-uca. Öne bakanlarsa daha has kiþilerdir. Onlar, sona bakmamýza ne hacet var derler. Mademki buðday ekmiþlerdir önce, elbette arpa bitmeyecek sonunda. Arpa ekenler de buðday biçmeyecekler. Þu halde onlar öne, baþlangýca bakarlar. Bir bölük halk da vardýr, daha da hastýr onlar; ne öne bakarlar, ne sona. Onlarýn hatýrýna ne ön gelir, ne son; onlar. Allahya dalýp gitmiþlerdir. Bir bölük halk daha var ki dünyâya dalmýþ... Onlar da öylesine gaflete dalmýþlardýr ki ne öne bakabilirler, ne sona;bunlar, cehennem otlarýdýr. Þu halde anlaþýldý ya, temel Muhammed´dir; "Sen olmasaydýn gökleri yaratmazdým" denmiþtir ona. Yücelikten, gönül alçaklýðýndan, buyruk yürütmeden, yüksek rütbelerden ne varsa hepsi de onun baðýþýdýr, onun gölgesi; çünkü ondan meydana gelmiþtir bunlar. Hani þu el ne yaparsa aklýn gölgesidir o; onun gibi, aklýn gölgesi vuruyor ele. Aklýn gölgesi yok amma gene de gölgesiz
bir gölgesi var; hani kimi insanýn varlýksýz bir varlýðý vardýr ya; týpký onun gibi. Bir adama aklýn gölgesi vurmasa bütün uzuvlarý hareketten kalýr. El, tutup kav-rayamaz; ayak, adým atýp yol yürüyemez; göz,birþey göremez; kulak, bir-þey duysa ters duyar. Þu halde bu organlarýn hepsi de aklýn gölgesi yüzünden doðru, düzgün, iyi iþler görüyorlar, yerinde iþler baþarýyorlar; gerçekte bütün o iþler, akýldan meydana geliyor, organlar birer araç. Böylece bir insan da vardýk ki pek büyüktür, vaktin halîfesidir; o Akl-ý Küll´e benzer; insanlarsa onun organlarýdýr sanki; ne yaparlarsa onun gölgesiyle yaparlar. Onlarýn birinden ters iþler meydana gelirse bu, Akl-ý Küll´ün gölgesini, o adamýn baþýndan aldýðýndandýr. Bir adam delirmeye baþlar hani, beðenilmeyecek iþlere koyulur; herkes de anlar ki aklý baþýndan gitmiþtir onun; akýl, gölge salmamaktadýr ona; aklýn gölgesinden, aklýn korunmasýndan uzak düþmüþtür o. Akýl, melek cinsindendir.
Meleðin þekli yoktur amma kolu-kanadý vardýr; aklýnsa ne þekli vardýr, ne kanadý; böyle olmakla beraber gerçekte birdir onlar; bir iþi baþarýrlar; huylarý da birdir. Mâdemki bir iþi görmedeler, görünüþe bakmamak gerek. Onlarýn görünüþünü yaktýn, erittin mi hepsi de akýl olur; ne kolu kalýr, ne kanadý. Demek ki bildik,öðrendik ki hepsi de akýl olur; ne kolu kalýr, ne kanadý. Demek ki bildik, Öðrendik ki hepsi de akýldýr; fakat bedene bürünmüþ; bu yüzden de onlara görünen akýl derler. Hani mumdan bir kuþ yaparlar; o gene o mumdur, bir þekle bürünmüþtür amma gene o mumdur o. Buz da böyledir. Erittin mi su olur. Buz haline gelmeden önce de suydu; kimse onu eliyle tutamazdý, ele-avuca sýðmazdý. Fakat buz haline gelince elle tutulabilir, eteðe konabilir. Aradaki fark bundan ibârettir. Yoksa buz, o sudur, ikisi de birþeydir. Ýnsanýn hali de þöyledir: Meleðin kanadýný, getirip eþeðin kuyruðuna baðlamýþlar; olabilir ya demiþler, eþek,meleðin ýþýðýndan ýþýklanýr; onunla görüþüp konuþma yüzünden melek olur. Eþeðin onun rengine
boyanmasý, melek olmasý mümkündür çünkü,
Beyit
Îsâ, akýlla yüceldi, göklere aðdý;
Eþeðinin de yarým kanadý olsaydý eþeklikte kalmazdý.
Eþeðin insan olmasýna ne diye þaþýlsýn; Allah’ýn herþeye gücü yeter. Þu çocuk, ilk doðduðu zaman eþekten de beterdir(*). Elini pisliðe atar, yalamak için aðzýna götürür. Anasý döver, býrakmaz onu.Eþeðinse bari bir ayýrdediþi var; iþerken, üstüne sidik sýçramasýn diye ayaklarýný açar. Ulu Allah, eþekten beter olan bir çocuðu insan ederse, eþeði insan yaparsa ne diye þaþýlsýn. Allah’ýn katýnda þaþýlacak hiçbir þey yoktur. Kýyamette insanýn bütün organlarý teker-teker, ayrý-ayrý, eli, ayaðý, öbür organlarý söz söyleyecek. Felsefeciler bunu te´vîl ederler de el nasýl söz söyleyebilir derler; elde bir iz, bir eser peydahlanýr da söz yerine geçerse o baþka. Hani bir yara olur, bir çýban çýkar da el söz söylüyor, isilik veren birþey yedim de böyle oldum diyor denebilir. Yahut el yaralansa, yahut da kararsa el söz söylüyor,beni býçak kesti, yahut isli tencereye süründüm diyor denebilir. Elin, öbür organlarýn söz söylemesi böyle olabilir derler. Sünnîler hayýr derler; olamaz. O el, o ayak, duyulacak sözler söyler; dil nasýl söylerse hani.
Kýyamet gününde insan, ben çalmadým diye inkâr eder. El, evet, çaldýn, ben de aldým diye apaçýk söyler.
Adam, yüzünü eline, ayaðýna tutar da sen söz söylemezdin, nasýl oluyor da konuþuyorsun der. "her þeyi söyleten Allah bizi konuþturdu" derler; herþeyi söze getiren; kapýyý, duvarý, taþý, kerpici söyleten, bizi de söyletti; herþeye söz söyleme gücünü veren Yaratýcý, nasýl senin dilini söze getirdiyse bizi de söze getirdi
derler. Dilin bir et parçasýdýr, elim bir et parçasý. Bir et parçasý olan dilin söz söylemesi akla sýðar mý? Çok et parçasý görmüþsündür; söz söylemeleri sence mümkün görünmez; görünmez amma Allahya göre dil bir bahanedir: Söz söyle buyurdu mu söz söyler. Neye de söyle buyurur, hükmederse söyler.
Söz, dinleyenin miktarýna göre söylenir. Bizim sözümüz su gibidir; subeyi akýtýr onu. Su ne bilsin
subeyi hangi eliyle hýyar ekilmiþ yere mi akýtmýþtýr onu, lâhana ekilmiþ yere mi, yoksa soðan ekilmiþ yere mi? Þunu biliriz ancak; su çok geldi mi o yerler daha susuzdur; az gelirse orasý dar bir yerdir; bir bahçedir, yahut dört duvarla çevrilmiþ küçücük bir yerdir. "Allah, dinleyenlerin anlayýþlarýna göre hikmet ilham eder öðüt verenlere." Ben ayakkabý dikicisiyim; deri geniþ amma ayak ne kadarsa o kadar keserim, o kadar dikerim.
Ýnsanýn gölgesiyim, insanýn boyuncayým;Boyu ne kadarsa o kadarýný ben.
Yeraltýnda hayvancýklar vardýr; yeraltýnda yaþarlar; karanlýktadýr onlar. Yaþadýklarý yerde göze,
kulaða muhtaç deðillerdir. O yüzden de gözleri, kulaklarý yoktur. Göze, kulaða ihtiyâcý olmayana ne diye göz, kulak versin? Yoksa Allahda göz, kulak az deðil, yahut nekeslik yok. Fakat birþeyi ihtiyâca göre verir.
Ýhtiyâcý olmayana birþey verecek olursa o þey, ona yük olur. Allah’ýn hikmeti, lütfü, keremi yükü almaktýr; iþ böyleyken nasýl olur da birisine yük yükler? Meselâ keser, testere, törpü gibi dülger araçlarýný bir terziye versen, bunlarý al desen, ona yük olur bunlar; terzi bu araçlarla iþ göremez ki. Þu halde Allah, bir þeyi ihtiyâca göre verir. Bu, þuna benzer hani; yeraltýnda yaþayan o kurtlar, o karanlýkta yaþar-giderler. Bir bölük halk da vardýr; þu dünyâyý yeter bulurlar, bu dünyâya ihtiyaçlarý yoktur; Allah a buluþmayý özlemezler. Can gözü, akýl kulaðý, ne iþlerine yarar onlarýn. Þu baþ gözüyle bu dünyâ iþi olur-gider; o yana gitmeyi kurmazlar bile; onlara nasýl olur da can gözü verir? Ýþlerine yaramaz ki.
Sanma ki yol alanlar yok,Ýzleri belirmeyen olgun kiþiler yok
Sen sýrlara mahrem deðilsin de Sanýyorsun ki baþka çeþit erler yok.
Þimdi dünya, gafletle durur. Gaflet olmasa bu dünya kalmaz. Allahyý özleyiþ, ahreti anýþ, esriyip
kendinden geçiþ öbür dünyanýn mîmârýdýr. Tümden yüz gösterse bunlar, tümden o dünyâya gideriz,burada kalmayýz. Ulu Allah burada kalmamýzý, iki dünyânýn olmasýný diledi de iki kâhya dikti. Biri gaflet,öbürü uyanýklýk; böylece iki dünyâ da mâmur olur-gider.
(*) Satýrýn kenarýna arapça, "hamdolsun Allahya ki insan þeklinde eþek yarattý-hadîs" sözü yazýlmýþtýr.
26. BÖLÜM - (Mevlânâ) buyurdu ki:
Katýmda, yahut ben yokken lûtuflarda bulunuyorsunuz, çabalarda bulunuyorsunuz. Açýkça teþekkür etmiyorsam, sizi ululamýyorsam, sizden özür dilemiyorsam, bunlarda kusur ediyorsam kendimi büyük gördüðümden, yahut aldýrýþ etmediðimden, yahut da nîmet verenin hakkýný, karþýlýðýnda sözle, iþle neükâfatta bulunacaðýný bilmediðimden deðil. Fakat sizin ter-temiz inançýnýzdan biliyorum ki siz, onu özden, Allah için yapýyorsunuz, ben de özrünü Allah dilesin diyorum, ona býrakýyorum. Mâdemki yaptýðýný onun için yaptýn; teþekkür etmeye kalkýþsam, dille sizi ululasam, övsem Allah’ýn vereceði sevâbýn bir kýsmýný ben vermiþ olurum. Çünkü bu gönül alçaklýðý göstermeler teþekkür etmeler, övmeler, dünya tadýdýr. Dünyâda bir zahmettir, çekersin ya; bu, bir mal vermeye, bir mevki baðýþlamýya benzer; bunun karþýlýðýnýn da tümden Allahdan gelmesi daha iyi. Bu yüzden teþekkür etmiyorum. Zâti teþekkürde bulunmak, dünya istemektir. Çünkü mal yenmez ki, mal olduðundan istenmez mal. Malla at alýrlar,halayýkçaðýz alýrlar, köle alýrlar; bir mevki elde etmek isterler; böylece de övülmeyi dilerler. Zâti dünyâ
dediðin de adamýn büyük, saygý deðer olmasýdýr; böyle olan adamý överler, sayarlar.
Buhârâ´nýn Dokumacý Þeyhi, büyük bir erdi; gönül ehliydi. Bilginler, büyükler, onun katýna gelirler ziyâretine varýrlar, tapýsýnda diz çökerler, otururlardý. Þeyh, anadan doðduðu gibiydi, okuma-yazma bilmezdi. Kur´ân´ýn tefsîrini, hadîsi onun dilinden duymak isterlerdi. Derdi ki: Ben arapça bilmem; âyeti,hadîsi benim dilime çevirin de anlamýný söyleyeyim. Âyeti diline çevirirlerdi. O tefsîr etmeye, gerçek nlamlarýný söylemeye koyulurdu. Allah rahmet etsin, esenlik versin derdi; Mustafâ, filân duraktayken bu âyeti söyledi. Sonra o duraðýn makamlarý böyledir der, o duraklarýn, o yollarýn hallerini, oraya aðmayý etraflýca anlatýrdý. Bir gün Muarrif Alevî, onun tapýsýnda kadýyý övüyor, dünyâda böyle bir kadý olmaz,rüþvet almýyor; eþi yok; pervâsýz; özü doðru; Allah için halka adâletle muâmele etmede diyordu. Þeyh dedi ki: Þimdilik rüþvet almýyor diyorsun; biyol yalan bu söz. Sen Alevîsin, Mustafâ soyundansýn, sonra da
tutuyor, onu övüyorsun; bu rüþvet deðil mi? Onun karþýsýnda onu övüyor, onu anlatýyorsun; bundan daha iyi rüþvet mi olur?
Tirmiz Þeyhülislâmý, Seyyid Burhâneddin, gerçekle ilgili sözleri güzel söylüyor; bunun sebebi de
þeyhlerin kitaplarýný, sözlerini, onlarýn sýrlarýyla ilgili yazýlarý okumuþ olmasý dedi. Birisi, sen de okuyorsun;nasýl oluyor da Öyle söz söylemiyorsun dedi. Dedi ki: Onda dert var, savaþma var, ibâdet var. Adam peki dedi, neden bunu söylemiyorsun, neden bu, hatýrýna bile gelmiyor da okumasýný söylüyorsun? Temel olan bu, biz onu söylüyoruz, sen de onu söylesene. Onlarda, o dünyânýn derdi yok. Kimisi ekmek yemeðe gelmiþ, kimisi ekmeði seyretmeye. Bu sözleri öðrenip satmayý isterler. Bu sözler, bir geline, güzel bir halayýkçaðýza benzer; onu, satmak için alýrlar hani. O halayýkçaðýz, onu ne diye sevsin, ne diye ona gönül versin. O alýþ-veriþte bulunan kiþinin aldýðý tat, satýþtadýr; erliði yoktur onun; halayýkçaðýzý satmak için alýyor; erliði, erkekliði yok ki halayýkçaðýzý kendisi için alsýn. Puþtun eline, güzelim bir Hint kýlýcý geçse onu,
satmak için alýr. Yahut bir babayiðidin yayý, eline düþse onu da satmak için alýr. Çünkü onra o pazý yoktur ki tutsun da o yayý çeksin. O, yayý istese bile kiriþi için ister; fakat kiriþi çekecek gücü de yoktur; sadece kiriþi sever. Onu da sattý mý, parasýný allýða, rastýða verir puþt, baþka ne yapacak ki? Onu sattýktan sonra ondan daha iyi ne alacak acaba?
Süryancadýr bu söz; sakýn anladým demeyin. Ne kadar çok anlar, bellersen o kadar uzak düþersin
anlamaktan, bellemekten. Bunun anlayýþý, anlayýþsýzlýktýr. Senin uðradýðýn belâ, düþtüðün musibet, elde ettiðin yoksunluk, o anlayýþtandýr. O anlayýþtan kurtulman gerek ki birþey olasýn. Sen diyorsun ki kýrbamý denizden doldurdum, deniz, kýrbama sýðdý; mümkünü yok bunun. Evet, kýrbamý denizde yitirdim dersen bu söz güzel; temel olan da bu. Akýl, seni padiþahýn kapýsýna götürünceyedek güzeldir, dilenir. Onun kapýsýna geldin mi aklý boþa; o anda akýl, ziyan verir sana; yolunu keser. Meselâ biçilmemiþ bir kumaþtan bir kaftan, yahut bir cübbe diktirmek istiyorsan akýl, seni tutar, terziyedek götürür. Akýl, bu ânadek iyidir; seni
terziye ulaþtýrýr. Þimdi bu anda aklý boþamak gerek; terziye karþý kendi düþünceni býrakmak gerek. Hasta da böyledir. Aklý o zamanadek iyidir ki onu tutar, hekime götürür. Hekime vardýktan sonra aklý bir iþe yaramaz artýk; kendisini hekime tapþýrmasý gerek.
Senin gizli-gizli attýðýn nâralar, dostlarýn kulaklarýna geliyor; duyuyorlar onlar.Birþeyi olan, bir özü,bir derdi bulunan kiþi anlaþýlýr. Deve katarýnýn içindeki esrik deve, gözünden, yürüyüþünden, aðzýnýn köpürüþünden, daha da baþka þeylerinden belli oluverir: "Secdelerinin izleri yüzlerinden belli olur,yüzlerinde görünür." Aðacýn kökü ne yiyorsa aðacýn gövdesinden, baþýndan, dallarýndan, yapraklarýndan,meyvelerinden belli olur. Birþey yiyip içmemiþ aðaçsa solar-sararýr; nasýl olur da attýðýnýz þu yüce nâralar gizli kalýr? Bu nâralarýn sýrrý, bir sözden sözler anlamanýz, bir harften nice þeyler duymanýzdýr. Hani birisi,Vasît okumuþtur, büyük-büyük kitaplar okumuþtur. Tenbîh´ten bir sözdür, duyar; onun þerhini okumuþtur;o bir tek meseleden temeller, meseleler anlar. Tenbîh´in bir tek harfini duyunca hay der, yâni ben bu sözde birçok þeyler görmedeyim; onu elde etmek için zahmetler çekmiþim, gecelerimi gündüz etmiþim,
defîneler bulmuþum demek ister. "Göðsünü açýp ferahlatmadýk mý" denmiþtir ya, gönül anlatýlmaya kalkýþýlsa sonu gelmez. Oysa o þerhi okumuþtur; bir iþâretten birçok þeyler anlar. Fakat okumaya daha yeni baþlayan, o sözden anlamýný anlar; ne haberi vardýr onun, ne de hay-hay eder, nâralar atar.
Söz, duyanýn miktarýna göre söylenir, dinleyen, o hikmeti ne kadar çekmeye uðraþýr, ne kadar
onunla gýdalanýrsa hikmet, o kadar söylenir. O istemezse hikmet de söylenmez, yüz göstermez. Ne þaþýlacak þey der, neden söz söylemiyor? Söyleyecek olan da ne þaþýlacak þey diye cevap verir, neden söz söyletmiyor? Sana dinleme gücünü vermeyen, söyleyene de söyleme isteði vermiyor. Allah rahmet etsin,esenlikler versin; Mustafâ´nýn zâmanýnda bir kâfirin Müslüman bir kölesi vardý; mayasý temiz bir köleydi.
Sahibi, taslarý al da hamama gidelim dedi. Yolda mescidin önünden geçiyorlardý. Mustafâ, sahâbeyle mescidde namaz kýlýyordu. Köle, efendim dedi, Ulu Allah hakkýyçin þu tasý bisoluk tut da iki rek´at namaz kýlývereyim; kýlar-kýlmaz gelirim. Köle mescide girdi, namaz kýldý. Allah rahmet etsin, esenlikler versin,Mustafâ, dýþarý çýktý; bütün sahâbe de dýþarý çýktý. Köle mescidde yapayalnýz kaldý. Efendisi, kuþluk çaðýnadek bekledi, a köle, çýk dýþarý diye baðýrdý.Köle, býrakmýyorlar beni diye cevap verdi. Ýþ sýnýrý aþýnca adam, baþýný mescidden içeri uzattý; býrakmayan kimdir, onu görmek istiyordu. Ne kimseyi gördü, ne kimsenin gölgesini, ne bir ayakkabý vardý, ne kýmýldayan kimsecik. Köleye, seni dýþarý býrakmayan kim
dedi. Köle, seni içeriye sokmýyan biri var ya dedi, beni dýþarý býrakmayan o. Sen onu görmezsin hani, zâti insan, görmediði, duymadýðý, anlamadýðý þeye âþýktýr. Gece-gündüz onu arar, ister; görmediðime kulumköleyim ben der. Anladýðýndan, gördüðünden usanýr, kaçar. Bu yüzdendir ki filozoflar, Allah’ýn görüleceðini inkâr ederler; derler ki görürsen doyabilir, usanabilirsin, buysa olamaz. Sünnîlerce o, bir renkte, bir þekilde görünürse usanýlýr. Her solukta yüzlerce renkte, yüzlerce þekildedir. "Hergün bir iþtedir o." Yüz binlerce yýllar görünse bir görünüþü, bir görünüþüne hiç mi benzemez. Sen de þu anda Allah ý izlerinde, iþlerinde görüp duruyorsun. Her solukta çeþit-çeþit görmedesin; bir iþi, bir iþine hiç benzemiyor.
Sevinç vaktinde bir baþka görünüþ, aðlayýþ vaktinde bir baþka görünüþ, korku vaktinde bir baþka görünüþ,umut vaktinde bir baþka görünüþ. Allah’ýn iþleri, iþlerinin görünüþü, izlerinin-eserlerinin görünüþü, renkrenk, çeþit-çeþit olur, bir-birine benzemezse elbette zâtýnýn görünüþü de böyledir, iþlerinin görünüþüne benzer. Onu, bununla kýyasla. Sen de bir parça-buçukken Allah’ýn gücüyle bisolukta bin hale geliyorsun,bir kararda durmuyorsun.
Kullardan kimi kullar vardýr, Kur´ân´dan Allahya varýrlar; kimisi de vardýr, hastýr; Allahdan gelirler de Kur´ân´ý burada bulurlar; bilirler, anlarlar ki onu Allah yollamýþtýr. "Biziz Kur´ân´ý indiren; ve gerçekten de biziz onu koruyacak olan." Müfessirler derler ki bu âyet, Kur´ân hakkýndadýr. Bu tefsîr de iyidir amma þu da var: Yâni sana bir öz, bir istek, bir sürek verdik; onu koruyan, yitirmeyen, bir yere ulaþtýran da biziz. Sen bir kere Allah de, ondan sonra ayaðýný dire; bütün belâlar sana gelir-çatar. Birisi, Allah rahmet etsin,esenlikler versin, Mustafâ ya dedi ki: Gerçekten de seni seviyorum ben. Mustafâ dedi ki: Aklýný baþýna al,ne diyorsun sen? Adam, seni seviyorum dedi. Mustafâ, aklýný baþýna al, ne diyorsun sen dedi. Adam tekrar, seni seviyorum ben deyince Mustafâ, öylesine ayaðýný dire dedi; kendi elinle seni öldüreceðim, vay sana. Birisi, Allah rahmet etsin, esenlikler versin, Mustafâ´nýn zamanýnda, tapýsýna geldi de dedi ki: Senin
bu dinini istemiyorum, vallahi istemiyorum, bu dini geri al. Senin dinine girdim gireli bir gün olsun, dincelmedim; mal gitti, kadýn gitti, çocuk gitti; saygý görmem kalmadý, gücüm-kuvvetim kalmadý, dileðimisteðim kalmadý. Mustafâ, hâþâ dedi; benim dinimin þânýndan deðildir ki bir yere gitsin, birinin gönlüne yerleþsin de o adamý kökünden söküp atmasýn; evini-barkýný silip süpürmesin, ter-temiz etmesin de geri gelsin; "Ona ancak ter-temiz olanlar dokunabilirler." Nasýl sevgilidir o ki sende kýl kadar bile olsa, kendini sevmek, varlýðýna baðlanmak varken kendisine yol versin sana. Dostun yüz göstermesi için adamýn,tümden kendinden de, dünyadan da usanmasý, kendine düþman kesilmesi gerek. Bizim dinimiz de hangi gönülde yerleþirse o gönlü Allahya ulaþtýrmadýkça, gerekmeyen þeyleri o gönül ýssýndan ayýrmadýkça ondan el çekmez. Peygamber buyurdu ki: Þunun için din-celmedin, gam yemedesin: Gam yemen, önceki
sevinçleri, neþ´eleri kusmandýr. Mîdende onlardan birþey kaldýkça yemen için sana birþey vermezler;kusarken kimse birþey yiyemez. Kusmasý kesildi mi, o vakit yemek yer. Sen de sabret, gam yeme; gam yemen kusmaktýr; kusman bitti mi bir neþ´edir, çýkagelir; hem öylesine bir neþ´e ki gam yok onda; öylesine bir gül ki tiken yok onda; öylesine bir þarap ki baþaðrýsý vermez o. Dünyâda gece-gündüz dincelme,esenleþme istiyorsun. Bunun dünyâda olmasýna imkân yok; amma gene de bir soluk bile isteði býrakamýyorsun. Dünyâda bir rahata ersen, bir huzur bulsan bile o rahat, o huzur, çakýp giden, durmayan bir þimþek gibidir. Hem de nasýl bir þimþek? Dolularla dop-dolu, yaðmurlarla dop-dolu, karlarla dop-dolu,mihnetlerle dop-dolu bir þimþek. Meselâ birisi, Antalya´ya gitmek istese, fakat Kayseri yolunu tutsa,Antalya´ya varacaðýný umsa da, çabadan vazgeçmese de bu yoldan Antalya´ya ulaþmasý mümkün deðildir;ancak Antalya yolunu tutarsa, topal da olsa, arýk da olsa gene varýr, eriþir; çünkü yolun sonu orasý. Dünya
iþi bile zahmetsiz, eziyetsiz kolaylaþmýyor, ahret iþi de böyle.Bâri þu zahmeti, þu eziyeti ahretten yana harca da yitmesin. Sen diyorsun ki: Ey Muhammed, al benim dinimi, dincelmiyorum ben. Bizim dinimiz,adamý dilenen þeye ulaþtýrmadýkça býrakýr mý hiç?
Hani anlatýrlar, bir öðretmen, yoksulluðundan kýþ günü, sâdece ketenden bir cübbe giyinmiþti.
Olacak bu ya, sel de daðdan bir ayýyý sürükleyip götürüyordu. Ayýnýn baþý, su içindeydi, gizlenmiþti.
Çocuklar sýrtýný gördüler de hoca dediler, iþte bir kürk, suya düþmüþ, sen de üþüyorsun; al onu. Hoca pek muhtaçtý, pek üþüyordu. Bu yüzden postu almak için suya atýldý. Ayý, hocaya pençe attý. Adamcaðýz, su içinde ayýya tutulmuþ-kalmýþtý. Çocuklar, öðretmen, kürkü getir, getiremiyorsan býrak da sen gel diye baðýrdýlar. Öðretmen, ben kürkü býrakýyorum amma kürk beni býrakmýyor, ne yapacaðým, ben de bilmiyorum dedi.
Allah özleyiþi ne vakit býrakýr seni? Burada þükretmek gerek ki irâdemiz, elimizde deðil, Allah
elindeyiz biz. Hani çocuk, küçükken sütten, anasýndan baþka birþey bilmez; tapacak odur ancak ona. Ulu Allah, hiç onu, bu halde býrakýr mý? Daha ileri çeker; ekmek yemeye, oyun oynamaya düþürür. Derken oradan da çeker, akýl duraðýna ulaþtýrýr. Þu çocukluk, öbür dünyâya göre de týpký-týpkýsýnadýr; öbür dünyâda da bir baþka meme var; seni hâline koymaz, Öylesine bir yere ulaþtýrýr ki o hâlin çocukluk olduðunu, hiçbir þeye yaramadýðýný anlarsýn. "Þaþarým bir bölük halka ki onlarý zincirlere baðlarlar da cennete sürüklerler." "Tutun, baðlayýn onlarý zincirlerle." Sonra nîmetlere ulaþtýrýn, sonra da olgunluða ulaþtýrýn. Balýkçýlar, balýðý birden avlamazlar. Olta, balýðýn boðazýna takýldý mý, kaný aksýn, gevþesin,arýklasýn diye birazcýk çekerler. Sonra hâline býrakýrlar. Derken gene çekerler. Sonunda tam arýk-laþýr, o vakit tutup alýrlar. Aþk oltasý da insanýn boðazýna takýldý mý, kendisinde bulunan güç, pis kan, yavaþ-yavaþ ondan akýp gitsin diye Ulu Allah, onu yavaþ-yavaþ çeker. "Gerçekten de daraltan da Allahdýr, geniþleten
de."
"Allah dan baþka yoktur tapacak" sözü, herkesin inancýdýr. Bir de haslarýn inancý var. Haslarýn
inancý, "Ondan baþka varlýk yoktur" sözüyle belirtilir. Hani bir kiþi, rüyâda padiþah olduðunu görür. Tahta kurulmuþtur; kullar, perdeciler, beyler, çevre yanýnda ayakta durmadadýr. Padiþah olmam gerek, hem de benden baþka padiþah yok der. Bir de uyanýr, bakar ki evde, kendisinden baþka kimsecikler yok. Bu kez,benim der, benden baþka kimse yok. Fakat buna uyanýk göz gerek, uykulu göz, göremez bunu, onun iþi deðildir bu. Her bölük, öbür bölüðe aslý yoktur der. Bunlar, gerçek biziz, vahiy bize gelmiþ, onlarýn aslý yok der. Onlar da bunlara bu çeþit söyler. Böylece yetmiþ iki millet, birbirlerine, aslý yok der. Þu halde hepsi de þunda birleþiyor: Diyorlar ki hepsine de vahiy gelmemiþ; demek ki vahyin yokluðunda birleþiyorlar; gene bir bölüðe vahiy geldiðinde de hepsi bir, bunda da birleþiyorlar. Þimdi aklý-fikri baþýnda bir ayýrdeden inanç
ýssý gerek ki o bir bölük hangisidir, bunu bilsin, anlasýn, "Ýnanan, anlayýþlýdýr, ayýrdedicidir."
(Birisi) sordu, dedi ki: Bilmeyenler, anlamayanlar çok, bilenler, anlayanlar az.
Bilmeyenlerle, özü düz olmayanlarla bilenleri ayýrdetmeye kalkýþsak bu iþ uzun sürmez mi?
(Mevlânâ) buyurdu ki:
Bilmeyenler çoktur, bilenler azdýr amma o azý bildin mi hepsini bilmiþ olursun. Hani bir avuç
buðdayý bildin mi, dünyâdaki bütün buðday ambarlarýný bilmiþ olursun ya; hani birazcýk þekeri tattýn, tadýný anladýn mý, yüz çeþit tatlý yapsalar þekeri biliyor, anlýyorsan, yediðin þeyde þeker bulunduðunu bilir,anlarsýn ya; onun gibi iþte. Boynuz kadar bir þeker kamýþýný emen kiþinin þekeri tanýyýp bilmemesi için iki boynuzlu olmasý gerek.
Size bu söz, tekrar gibi görünür; bu da ilk dersi anlamamýþ olmanýzdandýr; bu yüzden bize de hergün, bunu söylemek gerekiyor. Hani bir öðretmen, bir çocuðu üç ay okutmuþ, çocuk gene de "elifte birþey yok" sözünü geçememiþ. Çocuðun babasý gelmiþ de galiba demiþ, hizmette kusurumuz var; bir kusurda bulunduysak buyurun da daha çok aðýrlayalým sizi. Öðretmen, yok demiþ; sizin kusurunuz yok; fakat çocuk bu dersi geçemiyor. Çocuðu çaðýrmýþ; "elifte birþey yok" de demiþ. Çocuk, "birþey yok" demiþ,"elifte" diyememiþ. Muallim demiþ ki: "Görüyorsun, hal, gördüðün gibi; bu dersi bile geçemedi, bunu bile öðrenemedi; ona yeni bir ders nasýl vereyim?
(Mevlânâ) hamd âlemlerin rabbi Allah´a dedi de sonra buyurdu ki:
Þimdicek, hamd âlemlerin rabbi Allaha dedik ya; ekmek, nîmet azaldý, yedik, bitirdik diye deðil bu hamd. Nîmetin sonu yok; fakat iþtah kalmadý, konuklar doydular; o yüzden hamd Allaha dendi. Bu ekmek,bu nîmet, dünyâ ekmeðine, dünyâ nîmetine benzemez; çünkü dünyâ ekmeðini, dünyâ nîmetini, iþtahsýz olarak da, dilediðin kadar zorla yiyebilirsin; çünkü caný yoktur; nereye çekersen seninle gelir; caný yoktur
ki senden çekinsin, dilemediði yere gitmesin. Bu, Allahsal nîmetin tersinedir. Allahsal nîmet, hikmettir;canlý bir nîmettir. Ýþtahýn varsa, adam-akýllý üstüne düþersen senin yanýna gelir, sana gýdâ olur. Fakat iþtahýn kalmadý, üstüne düþmedin mi, onu zorla yiyemezsin, zorla kendine çekemezsin. Yüzünü örter,kendini göstermez sana.
Kerâmet hikâyelerini söyledi de

Ynt: Fihi Ma-Fih By: armi Date: 27 Ocak 2010, 17:49:38
Þu söz, o kadar da büyük bir söz deðildir, o kadar da kuvveti yok. Nasýl büyük olabilir ki sonucu
sözdür iþte; hattâ arýklýk verir; fakat Allah ona bir tesir vermiþtir, insana Allahyý dileyip bulma heyecanýný verir. Söz, arada bir perdedir, bir yüz örtüsü. Ýki-üç harfin bir araya gelmesinden doðan söz, ne diye yaþatsýn insaný, ne diye heyecan versin insana? Meselâ biri çýkagelir yanýna; ona saygý gösterirsin, merhaba dersin. Bu yüzden senden hoþlanýr, seni sever o. Birine de iki-üç sözle söversin. O iki-üç söz öfkelendirir,kýrar-geçirir o adamý. Þimdi iki-üç sözün, sevginin artmasýyla, râzýlýðýn meydana gelmesiyle, öfkelendirmeyle, düþmanlýk meydana gelmekle ne ilgisi var. Fakat Ulu Allah, herkesin gözü onun güzelliðini, onun olgunluðunu görmesin diye perdeler, örtüler yapmýþtýr bunlara; ince perdeler gerek arýk gözlere. Sonra da o, bu perdeleri buyruklar haline getirir, sebepler yapar. Þu ekmek, gerçekten yaþayýþa sebep deðildir: Fakat Ulu Allah, onu yaþayýþa, güç-kuvvet buluþa sebep etmiþtir. Nihayet o cansýzdýr; insanýn yaþayýþý yok onda. Nasýl oluyor da gücü çoðaltýyor? Onda can olsaydý diri olurdu zâti.
52. BÖLÜM - Birisi, þu beytin anlamýný sordu:
A kardeþ, sen, o düþüncesin ancak;
Ondan baþka neyin varsa kemiktir, kýldýr.
Buyurdu ki:
Sen þu anlama bak; o düþünce sözü, o özel düþünceye bir iþâret. Anlamý geniþletmek için düþünce
dedik ona; gerçekte o düþünce deðil; olsa bile insanlarýn anladýklarý bu cinsten düþünce deðil. Düþünce sözünden maksadýmýz buydu. Ýnsan, o anlamý, halkýn anlamasý için biraz daha aþaðýlara inerek anlatmak istese insan, konuþan hayvandýr der. Ýster gizli olsun, ister duyulsun, burada söz, düþünce olur; ondan ötesi de hayvan. Demek ki insanýn düþünceden ibâret oluþu, öte yanýnýn kemikten, deriden baþka bir þey olmayýþý doðrudur.
Söz güneþe benzer; bütün insanlar onunla ýsýnýr, onunla yaþar. Güneþ, boyuna vardýr, hazýrdýr,
herkes, herþey, boyuna onun yüzünden sýcaktýr; fakat her vakit görünmez. Yaþayanlar da onun yüzünden yaþadýklarýný, onunla ýsýndýklarýný bilmezler. Fakat þükür olsun, þikâyet olsun, ister hayýr olsun, ister þer, söz söylemeye koyuldular mý, güneþ göze görünür. Gökyüzündeki güneþ gibi hani. Daima ýþýr-durur amma ýþýðý bir duvarý ýþýtmadýkça görünmez. Týpký bunun gibi söz güneþinin ýþýklarýda boyuna vardýr amma, harf, ses vasýtasiyle belirmedikçe görünmez. Çünkü, güneþ lâtiftir, hava da lâtiftir. Kesif bir þey gerek ki o kesâfet vasýtasiyle o lâtif nesne göze görünsün, belirsin. Meselâ birisine Allah sözü hiç yüz göstermemiþ, þaþkýn bir halde donakalmýþ. Allah þöyle etti, böyle buyurdu, böyle yapma dedi dedikleri zaman ýsýnýr o adam,
Allah’ýn letâfetini görür. Amma önce de vardý o ýþýk; hem de ona vurup duruyordu. Fakat yap-yapma emirleri söylenmedikçe, Allah’ýn yaratýþý, gücü anlatýlmadýkça o ýþýðý göremiyordu. Kimi kiþiler vardýr;güçleri yetmez de bal yiyemezler, arýktýrlar, bal aðýr gelir onlara; kuvvetlenmeleri için zerde gibi, helva gibi bir yemeðin içinde yiyebilirler. Sonunda kuvvetleri bir hadde varýr ki balý, bal olarak da yemeye baþlarlar.
Hâsýlý anladýk-bildik ya, söz, lâtif, daima ýþýyan, ýþýðý hiç kesilmeyen bir güneþtir. Fakat sen, güneþi görmek,ondan zevk almak için kesif birþeye muhtaçsýn. Derken iþ bir yere varýr ki ýþýklarý, o letâfeti kesif bir vâsýta olmadan da görebilirsin; buna alýþýrsýn, onu seyretmeye koyulursun, güç kuvvet sahibi olursun; o letâfet denizinde þaþýlacak renkler, þaþýlacak þeyler görür-seyredersin. Neden þaþýyorsun ki o söz, söylesen de,söylemesen de boyuna sende var. Düþüncende söz yok dersen deriz ki: Onda da söz var; hem de boyuna var. Ýnsan, konuþan hayvandýr demiþler ya, o canlýlýk, sen diri oldukça sendedir; o halde sözün de boyuna seninle olmasý gerek. Hayvanýn bir þey çiðnemesi, geviþ getirmesi, hayvanlýðýnýn belirmesidir amma boyuna çiðneyip geviþ getirmesi þart deðil. Söz de buna benzer; söylemek, meram anlatmak içindir amma boyuna
söylemek de þart deðil ya.Ýnsanýn üç hali vardýr. Ýlki þudur: Adam, Allah çevresinde çizginmez; herkese ibâdette, hizmette bulunur. Kadýna, erkeðe, mala-mülke, çocuða, taþa, topraða ibâdet eder de Allahya ibâdet etmez. Derken insanda bir bilgi, bir anlayýþ belirir, Allahdan baþkasýna hizmet edemez olur. Derken bu halde de ileri gittikçe gider; öyle bir hale gelir ki ne Allahya tapý kýlýyorum diyebilir, ne tapý kýlmýyorum diyebilir; bu iki mertebeyi de aþmýþtýr artýk. Bu topluluktan bir ses bile duyulmaz.
Allah, ne hazýrdýr, ne gaaip; ikisini de yaratandýr o; yâni hazýr oluþu da o yaratmýþtýr, gaaip oluþu da.
Öyleyse ikisinden de ayrýdýr o. Çünkü hazýr olsa kayboluþun bulunmamasý gerekir; kayboluþ, bulunmayýþ varsa bulunuþ da var demektir. Çünkü hazýr oluþ, bulunuþ halindedir bulunmayýþ, kayboluþ. Demek ki o ne bulunmayýþla vasfedilebilir, ne bulunuþla. Bunlarla vasfedilecek olsa zýddan zýddýn doðmasý, gerekir. Çünkü bulunmayýþ halinde bulunuþu yaratmasý gerek; bulunuþsa bulunmayýþýn zýddý. Bulunmayýþ da týpký bunun gibi. Hâsýlý zýddýn doðmasý, Allah’ýn kendisine bir benzer yaratmasý caiz deðildir. «Ona benzer yok» diyor.
Bu mümkün olsaydý üstün olmayaný üstün görmek gerekirdi; ayný zamanda birþeyin, kendini meydana getirmesi gerekirdi. Oysa ki her ikisi de olamaz. Buraya vardýn ya, dur artýk, aklýný yorma; aklýn iþi yok burada. Deniz kýyýsýna varan durmak da kalmayýncayadek durur, kalakalýr. Bütün sözler, bütün bilgiler,bütün hünerler, bütün zenaatler, bu sözden tat-tuz bulur. Bu söz olmasa hiçbir iþte, hiçbir zenaatte tat-tuz kalamaz. Bu, böyledir amma bilmezler; zâti bilmek de þart deðildir. Þuna benzer hani; bir adam, mallýmülklü bir kadýn alýr; kadýnýn sürüleri, yýlkýlarý, daha da birçok malý-mülkü vardýr. Adam, o koyunlarý görürgözetir, atlarý týmar eder, bahçeleri-baðlarý sular. Bu hizmetlerle oyalanýr amma bu iþlerden, o kadýnýn varlýðýyla tat alýr. Kadýn aradan kalksa o iþlerin de tadý-tuzu kalmaz, hepsi de ölür-gider; cansýz görünür
adama. Dünyadaki bütün zenaatler, bütün bilgiler, herþey, ârifin zevk ýþýðýndan dirilik bulur, hoþluða erer,
sýcak görünür. Onun zevki olmasa, onun varlýðý olmasa bütün bu iþlerde ne zevk kalýr, ne tat. Hepsi de ölü görünür insana.
53. BÖLÜM - Buyurdu ki:
Önceleri þiir söylerken þiir söylemeye büyük bir istek duyardým; o vakit-ki þiirlerimde tesirler vardý.Þimdiyse o istek arýklaþtý; battý-gitti; fakat gene de þiirlerimde tesirler var. Ulu Allah’ýn türesi bu; her þeyi doðuþ vaktinde geliþtirir; onda büyük tesirler yaratýr, birçok hikmetler belirtir. Batýþ vaktinde de ayný geliþtirme vardýr. «Doðunun da rabbidir, batýnýn da.» Yâni doðan istekleri de yetiþtiren odur, batan istekleri de.
Mu´tezile der ki: Ýþleri yaratan kuldur. Kuldan beliren her iþin yaratýcýsý, yapýcýsý kuldur. Böyle
olmasýna imkân yok. Çünkü kuldan beliren her iþ, ya akýl, can, kuvvet, beden gibi kulun araçlarýndan biriyle belirir; yahut da vasýtasýz belirir. Ýki halde de kulun bir þey yaratmasýna imkân yoktur. Bu organlarla bir iþ görülse bunlarý bir araya toplamaya gücü yetmez; þu halde o, bu araçla bir iþi yaratamaz; çünkü araç,onun hükmü altýna girmez. Bu araç olmadan da bir iþ yaratamaz, çünkü araçsýz bir iþ görmesine imkân yoktur; demek ki ne halde olursa olsun, iþleri yaratan Allahdýr, kul deðil. Hayýr olsun, þer olsun, kuldan beliren her iþi kul, bir kuruntuya uyar, bir þey umar da yapar. Fakat o iþteki hikmet, kulun aklýna-fikrine geldiði kadar deðildir. O iþte kendisine görünen anlam, kendisine beliren hikmet, elde ettiði fayda,gördüðü, elde ettiði kadardýr da o yüzden o iþi iþlemiþtir. Fakat onun tümden bütün faydalarýný Allah bilir; o
iþten neler elde edecek, Allah bilir onu. Meselâ, ahrette sevab elde etmek, iyi bir ad-san ýssý olmak,dünyada da aman bulmak için namaz kýlarsýn. Fakat o namazýn faydasý o kadar deðildir; vehme sýðmayacak kadar yüz binlerce faydalar elde edeceksin amma faydalarý Allah bilir de kulu bu iþe koyultur.
Þimdi insan, Allah’ýn kudret avucunda bir yaya benzer. Ulu Allah, onu iþlerde kullanýr-durur. Gerçekte yapan-eden Allahdýr; yay deðil. Yay bir araçtýr, fakat Allahdan haberi yoktur, dünyanýn durmasý için gaflet içindedir. Kimin elindeyim ben diyen, kimin elinde olduðunu bilen yay, ne büyük yaydýr. Ne diyeyim þu dünyaya ki gafletle durur; direði gaflettir. Görmez misin, birini uyandýrdýlar mý, dünyadan bezer, dünyada sanki erir-yok olur-gider. Ýnsanoðlu, küçükken büyümeye baþlar ya, gaflet vasýtasiyle büyür, geliþir; yoksa hiç mi, hiç boy atmazdý, büyümezdi. Mâdem ki gaflet vasýtasiyle mâmur oldu, büyüdü; Allah gene ona,istesin, istemesin, zahmetler yollar, çalýþmalar verir; böylece de o gafletleri yur, arýtýr onu da ondan sonra
o âlemle tanýþtýrýr insaný. Ýnsanýn varlýðý, bir çöplüðe benzer, pislikten meydana gelmiþ bir tepedir. Pislikten meydana gelen tepe üstünse, padiþahýn yüzüðü vardýr orda da ondan dolayý üstündür. Ýnsanýn varlýðý, bir çuval buðdaydýr; padiþah, þu buðdayý nereye götürüyorsun; benim ölçeðim orda diye baðýrýr. Ýnsanýnsa ölçekten haberi bile yoktur; buðdaya dalmýþ-gitmiþtir. Ölçekten haberi olsaydý buðdaya nerden aldýrýþ ederdi. Þimdi seni yüce âleme çeken, aþaðýlýk âlemden seni soðutan her düþünce, o ölçekten vuran parýltýdýr; o ölçeðin ýþýðýdýr ki dýþarýya vurmadadýr; insan bu ýþýk yüzünden o âleme meyleder. Yok, tutar da
aþaðýlýk âleme meylederse bu ölçeðin perde altýnda gizlenmiþ olduðunu bildirir.
54. BÖLÜM- Birisi, Kadý Ýzzeddin´in selâmý var; boyuna sizi Övüyor dedi.
(Mevlânâ) buyurdu ki:
Kim bizi iyilikle anarsa Dünyada adý, Ýyilikle anýlsýn.
Bir kimse, bir kimse hakkýnda iyi söylerse o hayýr, o iyilik, kendisinedir, gerçekte kendisini övüyor demektir. Bu, þuna benzer: Birisi, evinin çevresine güller, fesleðenler eker; evinin bahçesini güllükgülüstanlýk yapar. Ne vakit bakarsa gül görür, fesleðen görür, boyuna cennettedir. Ýnsan, insanlarýn hayrýný söylemeyi huy edinirse birisinin hakkýnda hayýrlý sözler söylemeye koyulur; o da onun sevgilisi olur; onu andý mý, sevgilisini anmýþ olur. Sevgiliyi anýþ güldür, gül bahçesidir, güzel kokudur, esenliktir. Fakat birisinin kötülüðünü söylerse onun nefretini .kazanýr; o adam da onu andý mý, hayâli gözünün önüne geldi mi, yýlan,
akrep görmüþe, yahut tiken, çöplük görmüþe döner. Madem ki gece-gündüz, güller, gül bahçeleri,
Ýrembaglarý görebilirsin, elindedir bu; peki, ne diye tikenliklerde, yýlanlarýn bulunduðu yerlerde gezerdolaþýrsýn?
Herkesi sev de boyuna güllükte-gülüstalýkta yaþa. Herkesi düþman bilirsen düþmanlarýn hayalleri
gelir gözünün önüne; gece-gündüz tikenliklerde, yýlanlarýn bulunduðu yerlerde gezip dolaþýrsýn âdeta.
Erenler, herkesi severler, iyi görürler ya; bunu baþkalarý için yapmazlar, kendileri için bu iþe giriþmiþlerdir;kötü, tiksinilen bir hayal görmemek isterler. Madem ki þu dünya da insanlarý anmaktan, hayallerini görmekten kaçýnmaya imkân yok; nefret edilen bir kötülük, yollarýný kesmesin diye anýþ-larýnýn da,hatýrlayýþlarýnýn da hep sevimli, hep güzel olmasýna çalýþýrlar. Demek ki halka ne yapýyorsan, halký nasýl hayýrla, þerle anýyorsan hepsi de dönüp sana geliyor. Ulu Allah bunun için «Kim bir iyilik ederse kendisinedir o; kim kötülük ederse gene kendisinedir o» buyurur; «Zerre aðýrlýðýnca hay-reden hayrýný görür; zerre aðýrlýðýnca þer eden þerrini görür» buyurur
Birisi þu soruyu sordu:
Ulu Allah «Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacaðým» deyince melekler, «Orda
bozgunculuk edecek, kan dökecek bir topluluk mu yaratacaksýn? Oysa ki biz hamdederek
noksan sýfatlardan arý olduðunu söylemedeyiz, kutlamadayýz seni» dediler. Daha Adem
gelmemiþti; melekler, önceden insanlarýn bozgunculuk edeceðine, kan dökeceðine nasýl
hükmettiler?
(Mevlânâ) buyurdu ki:
Bu sözü iki bakýmdan dediler; biri nakle dayanýr, öbürü akla. Nakle dayanan þu: Melekler bir
topluluðun meydana çýkacaðýný, sýfatlarýnýn þöyle olacaðýný Levh-i Mahfûz´da gördüler, okudular; bu yüzden haberleri vardý, ikincisi de þu: Melekler, akýl yoluyla yerden, topraktan yaratýlan insanlarýn, çaresiz hayvan sýfatýnda olacaklarýný, hayvandan da gene çaresiz bu çeþit iþler meydana geleceðini buldular. Bu anlam,insanda olacak, konuþacak, söz söyleyecek insan; fakat madem ki hayvanlýk var insanlarda, çaresiz suç iþleyecekler, kan dökecekler. Çünkü bu, insanlarýn gerekli huyu.
Bir bölük insan da baþka bir anlam verir. Bunlar derler ki: Melekler, tüm akýldýr, salt hayýrdýr. Onlarýn bir iþte dilekleri, istekleri hiç yoktur. Meselâ, sen uykuda bir iþ yapsan onu dileyerek, isteyerek yapmazsýn;bu yüzden de sorumlu olamazsýn, kýnanamazsýn. Rüyada küfre dair bir söz söylesen, Allah birdir desen,yahut zina etsen bir þey denemez sana. Melekler, uyanýkken bu haldedir; insanlarýn hali, bunun tersinedir;onlarýn dilekleri, istekleri, tamahlarý, hevesleri vardýr. Kendileri için herþeyi isterler; herþey kendilerinin olsun diye kana girmek de isterler ki bu, hayvan huyudur. Demek ki meleklerin hali, insanlarýn haline zýttýr.
Bu yolla insanlarýn hallerinden haber verebilirler; orda söz de yoktur, dil de, fakat böyle demeleri, yâni hem söz söylememeleri, hem de söylemeleri þuna benzer: Hani þâir, havuz, doldum dedi der ya; havuz söz söylemiyor amma anlamý þu: Eðer dili olsaydý böyle derdi. Þimdi her meleðin içinde bir levh vardýr; o levhe bakar da gücü yettiði kadar dünya hallerini, dünyada olacak þeyleri önceden okur. Vakti geldi de o okuduðu, bildiði þey oldu mu Ulu Allahya inancý çoðalýr, sevgisi, esrikliði artar; Allah’ýn ululuðuna, gizli þeyleri biliþine þaþýrýr-kalýr. Bu sevginin, inancýn, þaþmanýn çoðalmasýna da sessiz-sözsüz tespihidir onun.
Hani bir mimar, kalfasýna haber verir de þu yapýlmakta olan saraya bu kadar tahta, bu kadar kerpiç, bu kadar taþ, bu kadar saman gidecek der ya; derken saray tamamlanýr; mimarýn dediði kadar da harç harcanýr; hem de eksiksiz-artýksýz; bu hal karþýsýnda mîmann bilgisine kalfanýn inancý artar. Onlarýn halleri de buna benzer iþte.
Birisi Þeyh´e sordu; dedi ki:
Allah rahmet etsin, esenlik versin, Mustafâ´ya» «Sen olmasaydýn gökleri yaratmazdým»
dendi; bu kadar ululukla beraber «Keþke Muhammed´in rabbi Muhammed´i yaratmasaydý»
derdi, bu nasýl olur?
Þeyh buyurdu ki:
Örnekle aydýnlanýr; buna bir örnek getirelim de anlayýn. Köyün birinde bir adam vardý. Bir kadýný
sevdi. Ýkisinin de evi-otaðý birbirine yakýndý. Beraberce yaþarnýya, birbirinden geliþmeye, birbiriyle büyümeye baþladý bunlar. Yaþayýþlarý bile biribirindendi bunlarýn. Hani balýk gibi; balýk da suyla yaþar ya.
Yýllarca bir aradaydýlar. Derken Ulu Allah, onlarý zengin etti. Birçok koyunlar, öküzler, atlar, mal-mülk, altýn,uþak-köle nasib etti onlara. Malýn-mülkün, adamýn çokluðundan þehre vardýlar, orda yerleþtiler. Ýkisi de padiþahlara lâyýk birer büyük konak aidi; adamlarýný o saraya yerleþtirdiler. Bu, bir tarafa düþtü, öbürü o tarafa. Hal bu hadde varýnca o yaþayýþý, o zevki sürdüremediler. Gönülleri ýmýl-ýmýl yanmadaydý. Gizli-gizli feryadlar ediyorlardý amma hallerini dile getirmelerine de imkân yoktu. Sonunda bu yanýþ haddi aþtý; onlarý tümden ayrýlýk ateþine yaktý. Yanýþ da son hadde eriþince duanýn kabul edileceði yere varmýþ oldular. Atlan,
koyunlarý, azalmaya baþladý. Yavaþ-yavaþ ilk hallerine döndüler. Uzun bir ölümden sonra gene o köyde biraraya geldiler. Yiyip içmeye, koþuþup murad almaya, murat vermeye koyuldular; ayrýlýk acýsýný da anarlardý. Þimdi Muhammed de «Keþke Muhammed´in rabbi Muhammed´i yaratmasaydý» dedi ya;
Muhammed´in caný, yapa-yalnýz kutluluk âleminde, Ulu Allahyla buluþmuþtu. Büyüyüp duruyor, o rahmet denizinde balýk gibi dalgalar yutuyordu. Bu âlemde peygamberlik, halka kýlavuzluk duraðýna ulaþtý,büyüklük, padiþahlýk buldu, ad-san, sahabe ýssý oldu amma Önceki zevk âlemine döndükçe keþke diyordu,peygamber olmasaydým,.keþke bu âleme gelmeseydim. Çünkü o mutlak buluþmaya karþý bunlarýn hepsi de yüktür, azaptýr, zahmettir. Bütün þu ibadetler, çabalar, kulluklar, Allah hakkýna, onun ululuðuna karþý þuna benzer: Birisi gelir, sana karþý eðilir, yere baþ kor, kalkar, gider. Allah tapýsýnda bütün yeryüzünü baþýna koþan buna benzer, bir kerecik baþýný yere koymuþ sayýlýrsýn. Çünkü Allah’ýn hakký daha da çoktur; onun lütfü, senin varlýðýndan da öncedir sana. Seni nerelerden çýkardý da getirdi, var etti, kulluða, tapý kýlmaya istidat verdi sana da onun kulluðuna dair lâf ediyorsun. Bu kulluklar, bu ibâdetler þuna benzer: Tahtadan,
yünden insancýklar, hayvancýklar yaparsýn da ondan sonra Allahya, bana buncaðýzlar hoþ geldi; hoþ geldi amma can baðýþlamak senin iþin dersin; can baðýþlarsan ibâdetlerimi diriltmiþ olursun; baðýþlamak senin iþin dersin; can baðýþlarsan ibâdetlerimi diriltmiþ olursun; baðýþlamazsan ferman, gene senin.
ibrahim buyurdu ki: Allah odur ki yaþatýr, öldürür. Nemrûd, ben de yaþatýr, öldürürüm dedi. Ulu
Allah ona saltanat vermiþti ya; o da kendini, gücü yeter gördü; bu iþi Allahya vermedi; ben de diriltirim,ben de öldürürüm dedi. Bu saltanattan maksadým bilgidir. Ulu Allah insana bilgi, anlayýþ, derine dalýþ baðýþladý; insan da ben bu iþi yaparým, þu iþleri diriltir, meydana getiririm, bundan zevk alýrým dedi. Hayýr...
Odur dirilten, odur öldüren.
´ Birisi Ulu Mevlânâ´ya sordu da dedi ki: Ýbrahim Nemrûd´a, Allahm öldürür, diriltir dedi.
Nemrûd, ben de bunu yaparým deyince ibrahim, bu kez bir baþka delil getirdi de benim Allahm dedi güneþi doðudan doðdurur, batýdan batýrýr. «Gerçekten de Allah güneþi doðudan doðdurun Sen de Allahlýk dâvasýný güdüyorsan tersini yap. Þimdi burada, Nemrûd´un Ýbrahim´i alt etmesi gerekir; çünkü ilk sözünü býraktý; ona cevap vermeden bir baþka delil getirmeye koyuldu.
Ulu Mevlânâ buyurdu ki:
Baþkalarý herze yediler, sen de herze yemedesin. O bir sözdür, iki örnekle söylenmiþ. Sen de
yanýlmýþsýn onlar da. Bunun bir çok anlamlan var. Bir anlamý þu: Ulu Allah seni yokluk bucaðýndan ana rahmine getirdi; orda þekil verdi sana; senin doðun, ana rahmiydi, ordan doðdun; mezar batýsýna batacaksýn; bu, ilk sözün bir baþka þekilde aynýdýr. Allah diriltir, öldürür; þimdi senin de gücün yeterse mezar batýsýndan dýþanya çýkar, gerisin-geri rahim doðusuna batýr. Bir baþka anlamý da þu: Arif, ibâdete dalar, çalýþýr-ça-balar, yüce iþlere giriþir; böylece de kendisinde bir aydýnlýk, bir zevk, bir esriklik, bir huzur,bir esenlik belirir. O ibâdeti, o çabayý býraktý mý, o hoþluk, batýya gider, batar. Þu iki hal, ibâdet, ibâdeti býrakýþ, doðudur, batýdýr onca. Bu batýþ hali, kötülüklerde bulunma, bozuk-düzen gitme, suç iþleme halidir ya; diriltmeye gücün yetiyorsa o ibâdetlerden, itaatlerden doðan o aydýnlýðý, o esenliði þimdi, batýþ halinden doðdur. Fakat bu, kulun iþi deðildir; kul, bunu hiç mi hiç yapamaz. Bu, Allah’ýn iþidir; dilerse
güneþi batýdan doðdurur, dilerse doðudan; çünkü «Dirilten de odur, öldüren de.»
Kâfir de Allah’ýn noksan sýfatlardan arý olduðunu söyler, onu teþbih eder, inanan da. Çünkü Ulu
Allah haber vermiþtir; kim doðru yolu tutar, doðruluða çalýþýr, þariate, peygamberlerin, erenlerin yollarýna uyarsa onda bunca hoþluklar, aydýnlýklar, dirilikler belirir; bunun tersine hareket edenin gönlünde de böylece karanlýklar, korkular, kuyular, belâlar baþ gösterir demiþtir. Madem ki her ikiside bu yollarý tutmuþlar, Ulu Allah’ýn vâdettiði þeyler, artýksýz-eksiksiz doðru olacak, çýkacaktýr. Þu halde ikisi de Allah ý teþbih ediyor; o bir dille, bu bir dille; fakat bu teþbih edenle teþbih eden arasýnda fark var. Meselâ, bir hýrsýz hýrsýzlýk eder; onu tutarlar, daraðacýna asarlar: O da Müslümanlara öðüt vermede, hýrsýzlýk edenin
hali budur demededir. Birisine de padiþah, eminliði, doðruluðu yüzünden elbise verir; o da Öðüt
vermededir Müslümanlara; fakat hýrsýz o dille öðüt verir, emin kiþi bu dille. Sen, iki Öðütçünün arasýnda ki farký seyret.
55. BOLÜM - Buyurdu ki: Nasýlsýn, gönlün hoþ mu? Gönül aziz bir-þeydir. Aða benzer. Düzgün,
saðlam olmalý ki av tutsun. Gönlü, hatýrý hoþ olmayan, yýrtýlmýþ aða benzer; bir iþe yaramaz. Birisinin hakkýnda beslenen dostluk da aþýrý olmamalý, düþmanlýk da. Bunlarýn ikisinden de að yýrtýlýr; ortalama gerek. Aþýrý olmamasý gerek dediðimiz bu dostluk, Allahdan baþkasýnýn hakkýnda. Allah hakkýndaysa aþýrýlýk düþünülemez bile. Sevgi ne kadar ileri olursa o kadar iyidir. Allahdan baþkasýna beslenen sevgi aþýrý olursa... Halk feleðe kapýlmýþtýr, feleðin çarkýysa boyuna döner; halkýn hali de hal-den-hale döner-durur.
Birisi aþýrý sevildi mi, o kiþinin boyuna kutlu olmasýný, büyük bir halde kalmasýný ister insan. Bunaysa imkân yoktur. Bu bakýmdan adamýn hatýrý darmadaðýn olur, caný sýkýlýr. Düþmanlýk da aþýrý olursa adam,düþmanýnýn hep kutsuz olmasýný, aþaðýlýk olmasýný ister. Oysa ki feleðin çarký döner, onun ahvali de kimi vakit kutlu olur, kimi vakit kutsuz. Boyuna kutsuz olmasý da mümkün deðildir; bu yüzden gene caný sýkýlýr.
Fakat Allah sevgisi, bütün âlemde, ateþi kutlu bilenlerde Musa dinine uyanlarda, Hýristiyanlarda, bütün,bütün var olanlarda gizlidir. Kim vardýr ki kendisini meydana getireni sevmesin? Sevgi onda gizlidir amma engeller göstermez onu. Engeller kalktý mý, o sevgi de görünür. Var olanlarýn da sözü mü olur, yeri midir yâni? Yokluk bile kendisini varlýk âlemine getirir umuduyla coþup köpürmededir. Yokluklar, bir mevki elde etmek umuduyla padiþahýn tapýsýnda saf düzmüþ dört kiþidir sanki. Herbiri, öbüründen utanmada; çünkü onun umusu, öbürünün umudunu kýrmada. Evet, yokluklar da var olmak umuduyla saf düzmüþlerdir;
herbiri, beni var et demede, Allah’ýn önce kendisini var etmesini dilemededir de birbirlerinden utanýrlar âdeta. Þimdi yokluklar böyle olunca var olanlar nasýl olurlar? «Hiçbir þey yoktur ki onu Överek noksan sýfatlardan arý olduðunu söylemesin.» Buna þaþýlmaz; olmayan herþeyde onu överek noksan sýfatlardan arý olduðunu söyler; asýl þaþýlacak þey budur.
Kâfirlik de, din de... Her ikisi, senin yolunda yelip dururlar; Hem de birdir, ortaðý yok
diye-diye.
Bu bir evdir ki yapýsý gafletten. Cisimlerin, âlemin durmasý, hep gafletle. Þu büyüyen, geliþen beden de gafletle geliþmiþ, yetiþmiþ. Gaflet küfürdür; din, küfür olmadýkça mümkünü, yok, olamaz. Çünkü din,küfürden vazgeçmektir. Þu halde küfür gerek ki terkedilsin. Demek ki ikisi de bir þey; deðil mi ki bu, onsuz olmuyor, o da bunsuz olmuyor; birbirinden ayrýlmýyorlar demek. Yaratýcýlarý bir. Bir olmasaydý yaratýcýlarý,birbirinden ayrýlýrdý onlar. Madem ki yaratan bir; «Birdir, ortaðý yok» demektir.
Seyyid Burhâneddin güzel söz söylüyor amma sözlerine Senâyînin sözlerini çok alýyor dediler.
Seyyid buyurdu ki: Bu, þu söze benziyor: Meselâ, güneþ güzel amma ýþýk veriyor demiþler. Bunda bir ayýp yok ki. Çünkü Senâyînin sözünü nakletmek o sözü göstermek, belirtmektir. Herþeyi güneþ gösterir. Neyi görmek istersek güneþin ýþýðýyla görürüz. Güneþin ýþýðýndan maksat, herþeyi göstermesidir zâti. Ancak þu güneþ, iþe yaramayan þeyleri gösterir. Ýþe yarayan þeyleri gösteren güneþ, güneþin gerçeðidir, gerçek güneþtir. Bu güneþ, o gerçek güneþin parça-buçuðudur, o gerçek güneþin geçici bir þekildir. Artýk siz de,parça-buçuk aklýnýz miktarýnca þu gönül güneþinden bir ýþýk elde edin, bilgi ýþýðýný isteyin de baþ gözüyle görüneme-yen þeyler görünsün size, bilginiz artsýn. Her ustadan, her dosttan bir þey anlamayý, bir þey
bellemeyi umun. Demek, anladýk ya, þu görünen güneþten baþka bir güneþ var ki anlamlar, onunla meydana çýkýyor, gerçekler onunla görünüyor. Þu kaçýp sýðýndýðýn, onunla hoþlaþtýðýn parça-buçuk bilgi, o büyük bilgiden, o bilginin ýþýðý. Bu ýþýk, seni o büyük bilgiye, o asýl güneþe çaðýrýyor. «Onlardýr uzaktan seslenilenlerin ta kendileri.» Sen bu bilgiyi kendi yanýna çekiyorsun. Oysa diyor ki: Ben buraya sýðmam;sen de oraya geç varýrsýn. Benim buraya sýðmama imkân yok; senin oraya gelmen de zor. Fakat imkâný olmayaný meydana getirmek mümkün deðil; deðil amma zoru baþarmak mümkün. Zor amma çalýþ-çabala da ulu bilgiye ulaþ. Onun buraya sýðacaðýný umma; buna imkân yok.
Bunun gibi hani, zenginler de Allah zenginliðini severler de bu sevgiyle pul-pul, habbe-habbe para biriktirirler; sonunda zenginliðin ýþýðýyla zengin olmayý isterler. Oysa ki zenginliðin ýþýðý, onlara der ki: Ben çaðýncýyým, o büyük zenginliðe çaðýrýyorum sizi. Beni buraya çekmeye kalkýþmayýn, buraya sýðmam ben. Siz bu zenginliðe gelin. Hâsýlý temel olan sondur. Son iyi olsun. Son iyiliði de þudur hani. Bir aðacýn kökü, o can âleminde dikili olsa, dallarý-budaklarý, meyveleri baþka yerlere sarksa, meyveleri baþka yerlere dökülse sonunda o meyveleri toplarlar, o baða götürürler; çünkü kökü o baðdadýr. Fakat tersine olsa bu iþi,görünüþte teþbih eder, Allah birliðini söyler insan; söyler amma kökü bu âlemdedir; bütün meyvelerini de
bu âleme getirirler. Kökü de, dalý-budaðý da o âlemde olursa bu, nur mudur, nurdur.
56. BÖLÜM - Ekmeleddin dedi ki:
Mevlânâ´ya âþýðým; yalnýz onun yüzünü görmek istiyorum; ahret hiç aklýma gelmiyor
zâti. Bu düþünceler, bu kuruntular olmaksýzýn yalnýz Mevlânâ ile uzlaþmýþým, onun cemâliyle
huzura kavuþuyorum; onu görünce, yahut hayâlini düþününce tatlar buluyorum.
(Mevlânâ) buyurdu ki:
Ahret, Allah aklýna gelmiyor amma bütün bunlar, bu sevgide gizli,bu sevginin içinde. Halîfenin
tapýsýnda güzel bir oyuncu kýz çalpara çalýyor, oynuyordu. Halîfe, sanatýn ellerinde dedi. Kýz, ayaklarýmda ey Tann Elçisinin halîfesi dedi; ellerimdeki güzellikte ayaklarýmýn güzelliði de gizli; onun için ellerim güzel.
Mürit, ahreti etraflýca hatýrlamaz amma þeyhi görmekle ahret tadýný, þeyhten ayrýlmakla ahret´korkusunu duyar; bütün ahret ahvali bunda gizlidir. Nitekim birisi oðlunu, kardeþini okþar-sever; oðulluk, kardeþlik,vefa umusu, acýmak, esirgemek, yakýnlara sevgi, iþin sonu, yakýnlarýn yakýnlardan umduklarý baþka faydalar
var ya; bunlarýn hiçbiri aklýna bile gelmez amma bütün bunlar, o sevip okþamada gizlidir hep o sevip okþamanýn içindedir. Hani yel de sopada tahtada gizlidir ya; sopada, tahtada yel olmasaydý ateþ onu yakamazdý; çünkü yel, ateþin otudur, ateþin yaþayýþýdýr: Görmez misin, üfürmekle ateþ dirilir. Sopa, tahta,suda, toprakta bile olsa yel, gizlidir onda. Gizli olmasaydý suyun yüzüne çýkamazdý. Söz söylüyorsun ya; akýl, beyin, dudak, damak, dil; bedenin baþlan sayýlan bütün parça-buçuk-lar... Unsurlar, tabiatlar, gökler...
Daha da yüz binlerce sebepler ki âlem, bunlarla durmada... Tâ sýfatlar âlemine var, sonra da zâta... Söz için gerekli bu kadar çok þeyler var amma bununla beraber gene de bu anlamlar sözle görünmezler,meydana çýkmazlar; fakat önceden de söylediðimiz gibi bütün bunlar, sözde gizlidir.
Ýnsana her gün beþ-altý kere isteksizlik, zahmet, gelir-çatar. Ýnsanýn elinde deðildir ki bunu gidersin.
Kesin olarak insandan deðildir, bir baþkasýn-dandýr bu. Ýnsan, onun buyruðu altýndadýr. O baþkasý, insaný görür gözetir. Çünkü kötü bir iþ iþledikten sonra insana bir sýkýntý vermede. Görüp gözeten olmasaydý nasýl olur da o kötü iþe uygun bir sýkýntý verirdi insana? Bütün bu isteksizliðe, can sýkýntýsýna karþýlýk gene de insanýn içi, ben böyle bir kiþinin buyruðu altýndayým demez. «Allah insaný, kendi sureti üzerine yarattý.»
Allah, kulluk sýfatýnýn zýddý olan Allahlýk sýfatýný eðreti olarak vermiþtir insana. Baþýna bunca vurur da insan gene baþ çekmeden vazgeçmez, o sýkýntýlarý, o eline geçmeyen þeyleri çabucak unutur-gider. Fakat fayda vermez bu unutuþ insana; o eðreti sýfatý ona mülk etmedikçe silleden kurtulamaz insan.
57. BÖLÜM - Ârifin biri dedi ki: gönlün ferahlasýn diye bir külhana gittim; külhan, bâzý erenlerin
kaçýp sýðýndýðý yerdir. Gördüm ki külhancýnýn bir çýraðý var. Belini baðlamýþ, hizmet etmede. Külhancý, þunu yap, bunu et diyor ona. O da çevik bir tarzda dediðini yapýyor. Buyruðu hemencecik yerine getirmesi,külhancýnýn hoþuna gitti de evet dedi, böyle çevik ol. Hep böyle çevik olur, edep gözetirsen yerimi sana veririm; kendi yerime geçiririm seni. Beni bir gülmedir, tuttu, gönlümdeki düðüm çözüldü, ferahladým. Bu dünya baþlarýnýn hepsi de kullarýna karþý böyledir iþte.
58. BÖLÜM - Buyurdu ki:
O müneccim diyor ki: Gökleri, þu toprak küreyi görüyoruz ya; siz, bunlardan dýþarý bir þey var diye dâvâya giriþiyorsunuz; bence bundan baþka hiçbir þey yok; varsa gösterin, nerde? Bu soru bozuk bir kere,hem de baþtan bozuk. Çünkü, nerdedir, göster diyorsun; oysa ki onun yeri yok zâti. Sonra gel bakalým,sen göster, senin o itirâzýn nerden geliyor, yeri nerde? Dilde deðil, aðýzda deðil, göðüste deðil. Bütün bunlarý bir-bir kaz; zerre-zerre, param-parça et; bak bakalým, itirâzýný, o düþünceni bunlar da bulabilecek misin? Bildik-anladýk ki düþüncenin yeri yok. Sen, daha kendi düþüncenin yerini bilemiyorsun, düþünceyi yaratanýn yerini nasýl bileceksin? Sana bunca düþünceler, binlerce kuruntular geliyor; çeþit-çeþit hallere
düþüyorsun. Hiçbiri de senin elinde deðil, senin buyruðuna uymuyor. Bunlarýn doðuþ yerini bilseydin,nerden geldiklerini anlasaydýn dilediðin gibi çoðaltýr-eksiltirdin. Bütün bunlarýn geçidi sende amma nerden geliyor, nereye gidiyor; ne yapmak gerek; senin haberin yok. Kendi ahvalini bilmekten âcizken yaratanýný bilmeyi nasýl umuyorsun? Kahpenin kardeþi gökte yok diyor. A eþek, yok olduðunu nasýl biliyorsun? Evet,
gökyüzünü karýþ-karýþ ölçtün-biçtin; her yaný gezdin-dolaþtýn da haber veriyorsun, orda yok diyorsun, öyle mi? Evindeki kahpeyi bilmiyorsun, gökyüzünü nerden bileceksin. Hey gidi-hey; bir göktür, duymuþsun;yýldýzlarýn, göklerin adlarýný iþitmiþsin; bir lâftýr, ediyorsun. Gökyüzünü bilseydin, yahut göðe bir karýþ aðsaydýn, bu herzeleri yemezdin. Biz de bu sözü söylüyoruz. Allah gökyüzünde deðil diyoruz amma bizim bu sözden maksadýmýz, gökyüzünde deðildir, yâni gökyüzü onu kaplayýp kavrayamaz; odur gökyüzünü kavrayan, kaplayan demektir. Fakat neliksiz-niteliksiz olarak gökle ilgisi var, neliksiz-niteliksiz olarak seninle ilgisi olduðu gibi hani. Herþey onun kudret elinde, herþey onun mazharý, onun tasarrufunda. Þu
halde gökten, varlýktan dýþarý deðil, fakat onlarda da deðil. Yâni bunlar, onu kavrayamaz; odur hepsini kavrayan, kaplýyan..
Birisi, yer, gök, Arþ, Kürsî olmadan Allah nerdeydi diye sordu. Dedim ki: Bu soru da baþtan bozuk.
Çünkü Allah, ona derler ki onun yeri olmasýn. Sense bunlardan önce nerdeydi diye soruyorsun. Sende olan bütün þeylerin de yeri yok. Sende olan þeylerin yerini bildin mi ki onun yerini arýyorsun? Hallerin,düþüncelerin bile yerleri yokken düþünceleri yaratanýn yeri nasýl düþünülebilir? Düþünceyi yaratan, elbette düþünceden daha lâtiftir. Meselâ, bir ev yapan mimar, elbette evden daha lâtiftir; çünkü bunun gibi yüzlercesini de yapabilir, bundan baþka yüzlercesini de. Hiçbiri, öbürüne benzemez. Baþka baþka tedbirler kuran o mîmarsa, mîmardan da daha lâtiftir: daha üstündür. Ancak o letâfet, duygu âlemine giren bir ev kurmadýkça, bir iþ yapmadýkça görünmez; bir ev kurmalý, bir iþ yapmalý ki letâfeti, yüzünü göstersin. Þu soluk, kýþýn görünür, yazýn görünmez. Bu, yazýn soluk kesilir, soluk yoktur demek deðildir. Yaz lâtiftir,
onun için yazýn soluk görünmez; kýþýn tersine hani. Bunun gibi senin sýfatlarýn, senin anlamlarýn da lâtiftir,
bir iþ olmadýkça göze görünmez. Meselâ, yumuþaklýðýn vardýr amma göze görünmez. Derken bir suçluyu
baðýþlarsýn; yumuþaklýðýn duygu âlemine çýkar, görünür. Böylece kahýr da edersin sen; fakat kahrýn da
göze görünmez. Fakat bir suçluyu kahrettin, vurdun-kýrdýn mý, kahrýn da göze görünür. Böylece sonu yoktur bunun; ulanýr-gider. Ulu Allah da pek lâtiftir, bu yüzden göze görünmez. Kudreti, sanatý gözle görülsün diye göðü, yeri yarattý. Bu yüzden de «Göðe bakmazlar mý; nasýl da kurduk onu» buyurur.
Söz, benim elimde deðil; bu yüzden de incinirim. Çünkü dostlara öðüt vereyim derim, bunu isterim;söz, buyruðuma uymaz. Bu yüzden incinirim iþte. Fakat sözüm benden daha yücedir, ben onun buyruðu altýndayým; bu yüzden de sevinirim. Çünkü Allah’ýn söylediði söz nereye varýrsa orasýný diriltir; pek büyük tesirleri görülür. «Attýðýn zaman sen atmadýn, Allah attý.» Allah’ýn yayýndan fýrlayan oka hiçbir kalkan,hiçbir zýrh engel olamaz; bu yüzden sevinirim. Bilgi, tümden insanda olsaydý da bilgisizlik bulunmasaydý insan yanardý, varlýðý kalmazdý. Demek ki bilgisizlik de istenmede; þu yüzden istenmede ki varlýðýn durmasý onunla. Bilgi de istenmede; þu yüzden istenmede ki Allahyý bilmeye sebep. Demek ki ikisi de birbirine yardýmcý. Bütün zýtlar da böyle. Gece, gündüzün zýddý amma ona yardýmcý; gündüzle ayný iþi görmede.
Boyuna gece olsaydý hiçbir iþ görülmezdi, hiçbir iþ baþa çýkmazdý. Boyuna da gündüz olsaydý göz, baþ,beyin þaþýrýr-kalýr, deli-divane olur, bir iþ göremezdi. Geceleyin dinleniyorlar, uyuyorlar da beyin, akýl-fikir,el-ayak, göz-kulak, bütün organlar güç-kuvvet buluyor; gündüzün de o kuvvetleri harcýyor; demek ki hiçbiri, öbürüne zýt deðil. Þu dünyada bir kötü iþ göster ki onun içinde bir iyilik olmasýn; hangi iyidir o iyi ki onda bir kötülük gizli bulunmasýn? Meselâ, birisi, birini öldürmeyi kastederken zinâ etmeye koyulur. Zinâya koyulduðundan da kan dökmemiþ olur. Zinâ kötüdür ama adam öldürmeye engel olduðu için iyidir. Demek ki iyi-kötü, birþeyden ibâret, bir-birinden ayrýlmalarýna imkân yok. Burada Mecûsîlerle bahsimiz var. Onlar iki Allah vardýr; biri hayrý yaratýr, öbürü þerri derler. Þimdi sen bana þersiz bir hayýr göster de þer Allahsý
vardýr, hayýr Allahsý vardýr diye ikrar edelim. Ýmkan yok buna: çünkü hayýr, þerden ayrý deðil ki. Mâdem ki hayýrla þer, iki ayrý þey deðil, mâdem ki aralarýnda ayrýlýk yok, þu halde iki Allah olmasý da mümkün deðil.
Biz, mutlaka inan, bu, söylediðimiz gibidir diye zorlamýyoruz seni; hiç olmazsa diyoruz; olmaya ki dedikleri gibi ola diye bir saný bilirsin sende diyoruz; onun için söylüyoruz hani. Fakat bu da meydanda ki inanmadýn sen. Nasýl oldu da böyle olduðuna inanmadýn? Allah, a kâfirceðiz buyuruyor, «Onlar gerçekten de dirileceklerini sanmazlar mý bir pek büyük gün için?». Vaatlerde bulunduk ya, doðru olmasýn sakýn diye bir saný da mý belirmedi sende? Kâfirler, bir sanýya damý düþmedin; neden ihtiyatla hareket etmedin,neden bizi aramadýn diye kýnanacaklar zâti.
59. BOLÜM - «Abû-Bekr, çok namaz kýldýðýndan, çok oruç tuttuðundan, çok sadaka verdiðinden
üstünlüðe ulaþtýrýlmadý; gönlündekinin yüzünden yüceltildi.» Peygamber buyuruyor ki: Abû-Bekr´in baþkalarýndan üstün oluþu, çok namaz kýldýðýndan, çok oruç tuttuðundan deðil; ona Allah lûtfetmiþ de o yüzden; o da sevgidir. Kýyâmette namazlarý, oruçlarý, sadakalarý terâziye korlar. Fakat sevgiyi getirdiler mi, terâziye sýðmaz. Demek ki temel, sevgidir. Onu iste de çoðalt. «Hareketlerde bereketler var.» Yolculuðu arttýrmazsan sermâye elden çýkar. Yerden de aþaðý deðilsin ya. Yeri bellerler, aktarýrlar, bir baþka renge sokarlar; bitkiler bitirir. Kendi haline býraktýlar mý, katýlaþýr- gider. Kendinde bir istek, bir dilek gördün mü,gel, git: bu gitmenin ne faydasý var deme. Sen git, fayda da görünür elbet. Ýnsanýn dükkâna gitmesindeki
fayda, ihtiyâcýný bildirmeden baþka bir þey deðildir. Ulu Allah, evde otursa da adamýn rýzkýný verir derler ya,bu aldýrmamak dâvasýna giriþmektir. Rýzk, tepeden inmez ya. O yavrucak aðlar da anasý, ona süt verir. Bu aðlamamda ne fayda var düþüncesine kapýlsa, aðlamak, süt vermeye neden sebep olsun kuruntusuna düþse sütten kalýr. Þimdi görüyoruz ya, çocuða, aðladýðý için süt verilmede. Birisi, bir beyin, bir baþýn önünde eðiliyorum, secdeye kapanýyorum, ne fayda var bunda düþüncesine dalabilir. Fakat tapý kýlýyorsun,diz çöküyorsun ya; sonunda o bey sana acýyor, bir parçacýk ekmek veriyor. Beyden sana acýyan, beyin derisi, eti deðildir. Bey öldükten sonra da bu deri, bu kemik yerindedir; uykuda, dalgýnlýkta da öyle. Fakat o vakit, onun önünde tapý kýlman yiter-gider. Anladýk ya, o beydeki acýyýþ göze görünmüyor. Mâdem ki deride,kemikte bulunan görmediðimiz bir þeye tapý kýlmadayýz; deriden, kemikten dýþarý birþeyin de bulunmasý
mümkün. Deride, kemikte gizli bir þey olmasaydý, Abû-Cehil´le Muhammed bir olurdu, aralarýnda bir fark kalmazdý. Þu kulak, ister saðýrýn olsun, ister duyanýn, görünüþte birdir; arada bir fark yoktur. O da kulak, bu da; fakat duyanýn kulaðýnda bir duyan var; o gizli, o görünmüyor; demek ki temel, Allah’ýn lûtfu. Tut ki bir beysin, iki tane de kulun var. Biri çok hizmetler ediyor, senin için birçok yolculuklara katlanmýþ; öbürüyse tembel, kullukta ileri deðil. Fakat bir de bakýyoruz ki sen o tembel köleyi o hizmeti çok köleden fazla seviyorsun. O çok hizmet eden köleden de geçmiyorsun amma böyle olmuþ iþte; sevgiye hükmedilemez ki. Bu sað göz, öbürü sol göz; görünüþte ikisi de bir. Peki, acaba o sað göz ne hizmette bulundu da sol göz olmadý? Sað el ne iþ gördü ki sol, onu görmedi? Sað ayak da böyle. Sað göz, lûtfa uðramýþ iþte. Böylece Cuma günü, baþka günlere üstün olmuþ. «Gerçekten de Allah’ýn verdiði rýzklardan
baþka rýzklarý da vardýr; onlar Levha yazýlmýþtýr; onlarý Cuma günü isteyin.» Þimdi þu Cuma, ne hizmette bulundu ki baþka günler, o hizmeti etmediler. Fakat Allah, ona lûtfetmiþ; bu yücelik ona nasib olmuþ. Bir kör, beni kör yarattýlar, mâzûrum dese þu körüm, mâzûrum demesiyle körlük ondan gider mi hiç; günün yüzünü, güzellerin yüzlerini görebilir mi hiç? Körün, topalýn, mâzûrum demesi, kendisine fayda vermez,kendinden zahmeti gidermez. Þu kâfirler küfür içindeler ya, küfür zahmeti içindeler, amma bir bakarsak
görürüz ki o zahmet de lûtfun ta kendisi. Çünkü o, esenlik zamanýnda Allahyý unutur, zahmete düþtü mü anar. Þu halde cehennem, kâfirin tapýnaðýdýr, mescididir. Çünkü Allahyý orda anar; hani zindanda,hastalýkta, diþ aðrýyýnca anarlar ya, onun gibi. Zahmet geldi mi, gaflet perdesi yýrtýlýr, Allahyý ikrar eder,sýzlanmaya, aðlamaya koyulur; yârabbi, ey merhametli Allahm demeye baþlar. Ýyileþti mi, gene gaflet perdeleri gerilir önüne; nerde Allah der; bulamýyorum, göremiyorum ki; neyi arayacakmýþým? Zahmet,meþakket vaktinde gördün, buldun ya; fakat þimdi görmüyorsun. Mâdem ki sýkýntýya düþünce görüyorsun,sýkýntýyý musallat eder sana da Allahyý anarsýn. Cehennemlik, esenlikte Allahdan gaafildi, onu anmazdý bile.
Cehennemdeyse gece-gündüz Allahyý anar. Allah, âlemi, göðü, yeri, Ayý, güneþi, dolaþan yýldýzlarý, iyiyi,kötüyü, halk, kendisini ansýn, kulluk etsin ona, noksan sýfatlardan arý olduðunu söylesinler diye yarattý ya;
Mâdem ki kâfirler, esenlikte anmýyorlar; yaratýlýþlarýndan maksat da onu anmalarý; öyleyse onu anmalarý için cehenneme atýlýrlar. Ýnananlara gelince: Onlara sýkýntý vermeye hâcet yok; onlar, bu esenlikte o sýkýntýdan gaafil deðiller; o sýkýntýyý, o zahmeti boyuna önlerinde görmedeler; akýllý çocuk gibi hani. Akýllý çocuðu bir kez falakaya yatýrýrlar, yeter; falakayý unutmaz o. Fakat ahmak çocuk unutur; bu yüzden de onu her solukta falakaya yatýrmak gerek. Zeki at da böyledir; bir kere mahmýz yedi mi, bir daha mahmýzlamýya hâcet yoktur onu. Fakat ahmak ata her solukta mahmýz gerek. Zâti insanlarý taþýmaya lâyýk deðil, pislik yüklerler onu.
60. BÖLÜM - Kulaðýn bir þeyi tevâtürle iþitmesi, o þeyi görüþ hükmündedir; o þeyi görmüþtür diye hükmedilir. Hani babandan oldun, anandan doðdun ya; sana, onlardan meydana geldin dediler. Bu çok-çok söyleyiþ, sence öylesine bir gerçek olmuþtur ki onlardan doðmadýn deseler duymazsýn, iþitmezsin bile.
Nitekim Baðdad´ý, Mekke´yi bir çok kiþiden duymuþsunuzdur, tevâtürle bunlarý iþitmiþsindir; sana bu þehirler yok deseler, andiçseler gene inanmazsýn. Bildik- anladýk ya, kulak, birþeyi tevâtürle duyarsa bu, görüþ hükmündedir. Görünüþte tevâtürle söylenen söze nasýl görüþ hükmünü verirlerse bir adam da gerek ki onun sözü, tevâtür hükmünde olsun. Çünkü o, bir kiþi deðildir, bin kiþidir. Onun bir sözü de yüz bin söz sayýlýr:
Buna ne diye þaþmalý? Þu zâhir padiþahý bile bir kiþi amma yüz bin kiþi sayýlmada. Yüz bin kiþi, bir sözsöylese kulak asýlmaz da o söyledi mi, yerine gelir. Zâhirde böyle olunca canlar âleminde haydi- haydi olur.
Dünyayý tamamiyle gezdin amma onun için gezmedin ki. Senin bir kere daha gezip dolaþman gerek. «De: Gezin yeryüzünü.» O geziþ benim için deðildi; sarýmsak, sovan içindi. Bir maksat için dolaþtýn ya; o maksat perde oldu sana; beni görmeye býrakmadý seni. Hani pazarda birisini aramaya, birisini bulmaya çalýþýr,gezer-dolaþýrsýn; kimseyi göremezsin o vakit; görsen bile hayal gibi görürsün. Yahut da bir kitapta bir mesele ararsýn; gözün de o meseleyle dolmuþtur, kulaðýn da, aklýn da... Yapraklarý çevirirsin de gene bir þey göremezsin. Bundan baþka bir kuruntun, bundan baþka bir maksadýn oldu mu, nereyi gezersen gez; nerde dolaþýrsan dolaþ, o maksatla dolmuþsun sen; baþka bir þey göremezsin artýk.
Allah râzý olsun. Ömer´in zamanýnda biri vardý, pek kocamýþtý. Öyle bir hale gelmiþti ki kýzý süt verirdi aðzýna, çocuklar gibi sütle beslerdi onu. Allah râzý olsun. Ömer, o kýza buyurdu ki: Þu zamanda senin gibi baba hakkýný gözeten bir çocuk yok. Kýz cevap verdi de doðru buyuruyorsun dedi; ancak benimle babamýn arasýnda bir fark var. Ben de ona hizmet ediyorum, hizmette hiçbir kusurum yok. Fakat babam beni besler,yetiþtirir, aman, bir kazâya uðramasýn diye üstüme titrerdi; bense gece-gündüz, sýkýntýsýnýn üstümden kalkmasý için Allahya duâ ediyor, ölümünü istiyorum. Babama hizmet ediyorum amma onun benim üstüme titreyiþini nenden bulayým? Ömer buyurdu ki: Bu kýz, Ömer´den daha fakýyh. Yâni, ben görünüþe göre
hüküm verdim, sen iþin içyüzünü söyledim. Fakýyh ona derler ki birþeyin özünü bilsin, içyüzünü, gerçeðini anlasýn. Hâþâ. Ömer gerçeði bilmez, iþlerin sýrrýný anlamaz deðildi. Fakat sahâbenin huyu böyleydi;kendilerini küçük gösterirler, baþkalarýný överlerdi.
Çok kiþi vardýr, huzurda bulunmaya gücü yoktur; huzurda bulunmayýnca hali daha hoþ olur. Hani
gündüzün bütün aydýnlýðý güneþtendir amma adam, bütün gün güneþ deðirmisine bakarsa onun elinden hiçbir iþ gelmez, gözleri kamaþýr- gider. Bu adamýn bir iþle oyalanmasý daha iyidir; bu, güneþ deðirmisine bakmamasýdýr iþte. Gene buna benzer; sayrýnýn yanýnda, iþtahýný açmak, onu heyecana getirmek,kuvvetlendirmek için güzel yemeklerden söz açmak iyidir amma o yemekleri getirip önüne koysak, ona zarar verir o yemekler. Anlaþýldý ya, Allahyý arayýp dilemede tir-tir titremek, aþka düþmek gerek. Kimde titreyiþ yoksa onun da titreyenlere hizmet etmesi gerek. Aðacýn bedeninde, hiç mi hiç meyve bitmez; çünkü orda titreyiþ yok. Dallarýn, budaklarýn uçlarý titrer; fakat gene de dallara, budaklara kuvvet veren, aðacýn bedenidir; meyve yüzünden balta yarasýndan da emindir. Mâdem ki aðacýn bedeni, ancak baltayla titriyor;titreyenlere hizmet etmesi için titrememesi, öylece durmasý daha hoþ.
Çünkü Muîneddîn o, aynüddin deðil. Bir «mim» yüzünden fazlalýk elde etti amma «Olgunluða
eklenen fazlalýk, noksanýn ta kendisidir.» O «mim«in olmasý da kusurdur, noksandýr; hani bir adam, altý parmaklý olur. Bu, bir fazlalýktýr amma kusurdur, noksandýr. Ahad olgunluktur; Ahmed´se, henüz olgunluk duraðýnda deðildir. O «mim» kalktý mý, tüm olgunluk kesilir; yâni Allah, herþeyi kavramýþ, kaplamýþtýr. Onun üzerine neyi eklersen noksan olur. Bu bir sayýsý, bütün sayýlarla beraberdir, onsuz hiçbir sayý olamaz.
Seyyîd Burhâneddin, faydalý bir söz söylüyordu. Ahmaðýn biri sözünü kesti de bize dedi, örneksiz söz gerek. Seyyîd buyurdu ki: Sen örneksiz gel de örneksiz söz iþit. Sen de sana bir örneksin, þu görünen beden deðilsin sen. Bu þeklin, gölgendir senin. Biri öldü mü, filân gitti derler. O, þu bedenden ibâretse nereye gitti ki? Anlaþýldý ya; senin görünen þeklin, özünün örneði, böylece de görünüþüne bakarlar da özünü anlarlar;bu, saðlanmýþ olur. Göze görünen herþey kabadýr; hani soluk da yazýn görünmez; fakat kýþ olunca soðuðun çetinliði yüzünden görünür.
Peygambere, Allah gücünü, Allah kuvvetini göstermesi, halký çaðýrarak uyandýrmasý gerek, fakat bir kimseyi istidat duraðýna ulaþtýrmak, onun iþi deðildir; bu iþ, Allah iþidir. Allah’ýn iki sýfatý vardýr: Kahýr, lûtuf.
Peygamberler, ikisine de mazhardýr. Ýnananlar, Allah lûtfuna, kâfirler, Allah kahrýna mazhar olmuþlardýr.
Allah ý ikrar edenler, kendilerini peygamberlerde görürler, kendi seslerini onlardan duyarlar, kendi kokularýný onlarda bulurlar. Hiç kimse, kendisini inkâr edemez. Bu sebeple de peygamberler, ümmetlerine,biz siziz, sis de bizsiniz; aramýzda yabancýlýk, ayrýlýk, yok derler. Birisi, bu benim elim dese ondan hiç de tanýk istemezler; çünkü el, onun parça-buçuðudur amma onunla birdir- beraberdir. Fakat filân, benim oðlumdur dese tanýk isterler; çünkü o da parça-buçuðudur amma ondan ayrýlmýþtýr, ayrýdýr.
61. BOLÜM - Kimileri der ki: Sevgi, saydýrýr, hizmet ettirir adama. Böyle deðil. Sevilen kiþinin isteði,saygý göstertir, hizmet ettirir. Sevgili dilerse seven, tapý kýlar, hizmete koyulur; ondan boyuna hizmet belirir.
Fakat sevilen bunu istemiyorsa seven de vazgeçer hizmetten. Çünkü tapý kýlmayý býrakmak, sevgiyi gidermez ki. Seven tapý kýlmasa, hizmet etmese bile ondaki sevgi, sevgiliye tapý kýlar, hizmet eder. Temel olan sevgidir, tapý kýlmak, hizmet etmek, onun parça-buçuðudur. Yen sallansa, elin sallanmasýndandýr bu sallanýþ; fakat el sallanýnca mutlaka yenin de sallanmasý gerekmez. Meselâ birisinin cübbesi pek geniþ olsa da cübbenin içinde oynasa-dursa, cübbe de hiç kýpýrdamasa pekâlâ olabilir; yalnýz cübbeyi giyen oynamadýkça cübbe oynamaz; buna imkân yoktur. Fakat kimi kiþi olur ki cübbeyi adam sanýr; yeni el sayar;
mesti, þalvarýn parçasýný ayak beller; oysa ki bu el, bu yen, bu mest, bir baþkasýnýn elidir, bir baþkasýnýn yeni, bir baþkasýnýn ayaðý. Hanî filân, fiþmanýn eli altýndadýr, filânýn eli bu kadara yeter, filâna söz el vermiþtir derler ya; bu sözlerde ki elden-ayaktan maksat, kesin olarak bu el, bu ayak deðildir.
O bey geldi, derlenip toparlanmamýza sebep oldu; kendisi çýktý-gitti. Balarýsýnýn mumu balla bir araya getirmesi, sonra uçup gitmesi gibi hani. Çünkü onun varlýðý þarttý, kalmasý deðil. Analarýmýz- babalarýmýz, o balarýsýna benzerler; istekliyi istenenle bir araya getirirler; âþýðý sevgiliye kavuþtururlar; derken ansýzýn uçuverirler. Ulu Allah onlarý, mumla balý bir araya getirmeye vasýta kýlmýþ. Onlar uçup giderler, mumla bal,bir de bahçývan kalýr. Bunlar zâti baðdan dýþarý çýkamazlar. Bu bað, öylesine bað deðil ki buradan çýkýlýp gidilebilsin. Giderlerse bile ancak baðýn bir bucaðýndan öbür-bucaðýna giderler. Bedenimiz bu kovandýr sanki; ondaki mumla bal da Allah aþký. Babalarýmýz, analarýmýz vasýtadýr amma onlarý da bahçývan yetiþtirir,ondan terbiye görürler. Kovaný bahçývan yapar. Ulu Allah, balarýlarýný bu iþe koþunca onlara bir baþka çeþit
elbise verir; o iþe göre bir elbise. Öbür dünyaya gittiler mi, elbise deðiþtirirler; çünkü orda bir baþka iþ görür onlar. Yoksa insan, gene o insandýr; deðiþen elbisedir ancak. Hani birisi savaþa giderken savaþ elbisesi giyer, silâh kuþanýr, baþýna miðfer giyer; çünkü vakit, savaþ vaktidir. Fakat meclise gelirken de o elbiseyi çýkarýr; çünkü mecliste baþka bir iþe koyulacaktýr; fakat adam, gene o adamdýr. Fakat sen onu, o elbiseyle gördün ya, yüz çeþit elbise deðiþtirse düþünce o elbiseyle düþünürsün o adamý. Birisi bir yerde bir yüzük
yitirse, onu oradan alýp götürmüþlerdir amma o, yüzüðümü burada yitirdim diye hep orda döner-dolaþýr.
Yaslý adamýn mezarýn baþýnda, hiçbir þeyden haberi olmayan toprak yýðýnýnýn çevresinde dönüp dolaþmasý,topraðý öpüp durmasý gibi. Bu, yüzüðümü burada yitirdim demektir amma hiç onu, orda býrakýrlar mý? Ulu Allah bunca sanat meydana getirdi, kudretini gösterdi de bir gün iki caný kalýba alýþtýrdý; bu da Allah’ýn hikmeti. Ýnsan, þu bedeniyle bir soluk mezara girse - otursa korkarým, deli-divâne olur. Bu böyleyken þekil tuzaðýndan, kokmuþ kalýptan sýçrar- kurtulur da nasýl orda oturur-kalýr? Ulu Allah, insanlarýn gönülleri mezarda ki yalnýzlýktan, kara topraktan korksun diye, onlarý yeniden-yeniye korkutayým diye o türeyi kurmuþ. Hani yolda, bir kervaný bir yerde soyarlar; kervandakiler, belli olsun, burasý korkulu bir yer, tehlikeli
bir yer, herkes anlasýn diye oraya iki-üç taþý, birbiri üstüne korlar; iþte bu mezarlar da bu çeþittir, tehlikeli yerdir diye görünen iþâretlerdir. Korku, insanlarýn gönlüne tesir eder ya, bir suç iþlenmesi gerekmez.
Meselâ, filân senden korkuyor derler; oysa ki sana karþý bir suç iþlememiþtir o; fakat bu söz yüzünden ona acýrsýn, gönlünde bir sevgi belirir. Tersine, filân senden hiç korkmuyor, gönlünde sana karþý bir ürküntü yok deseler yalnýz bu söz yüzünden, içinden öfkelenirsin ona. Þu koþmak var ya, korkudandýr. Bütün âlem koþuyor, fakat herbirinin koþmasý, halince. Ýnsanýn koþmasý bir baþka çeþit, bitkinin koþmasý bir baþka çeþit,canýn koþmasý bir baþka çeþit. Canýn koþmasý, adým atmadan, iz belirtmeden. Koruða bir baksana. Ne kadar koþtu da sonunda üzüm oldu. Þimdi tatlýlaþtý amma hemencecik bu duraða ulaþmadý ki. Ancak o koþuþ göze görünmez, duyguyla anlaþýlmaz. Fakat bu duraða ulaþtýktan sonra anlaþýlýr ki buraya gelinceyedek bir hayli
koþmuþ. Hani suya dalýp su altýnda yüzen kiþi de yol alýr, fakat gittiðini kimsecikler görmez. Birden sudan baþýný çýkardý mý, buraya varýncayadek su altýnda yüzüp gittiði anlaþýlýr.
62. BOLÜM - Dostlarýn gönüllerine öylesine sýkýntýlar gelir ki onlarý hiçbir ilâç iyi edemez. Ne
uyumakla iyileþir, geçer, ne gezip tozmakla, ne yiyip içmekle... Ancak dostu görmekle geçer o sýkýntý.
«Dostla buluþmak, sayrýya þifâdýr.» Hem de o haddedek ki münâfýk bile müminlerin arasýna girse de otursa,onlarýn tesiriyle bir solukta mümin olur-gider. Hani Allah’ýn buyurduðu gibi: «Ýnananlarla buluþtular mý,inandýk derler.» Bu, böyleyken inanan, inananla düþer-kalkarsa ne olmaz? Münâfýk kiþiye bile bunu yapýyor,
inanana ne faydalar verir, bir bak da seyret. Bak da gör, þu yün, akýllý biriyle buluþtu, nasýl nakýþlarla bezenmiþ bir kilim, bir halý oldu. Þu toprak bir akýllýyla buluþtu, bu çeþit güzelim bir yapý oldu. Akýllý kiþinin sohbeti, cansýzlara bile bu çeþit tesirlerde bulunursa inananýn, inananla görüþüp konuþmasý, ne çeþit bir tesirde bulunur? Cüz’î nefsin, cüz´î aklýn sohbetiyle cansýzlar, bu mertebeye ulaþtýlar. Bunlarýn hepsi, cüz´î aklýn gölgesi. Gölgeye bakýlýp sahibi, kýyas yoluyla anlaþýlabilir. Þimdi sen de bir kýyasla; ne biçim bir akýl, ne biçim bir hüner gerek þu gökler, þu ay, güneþ, þu yedi kat yer, onun yüzünden meydana gelsin. Bütün bu varlýklar Akl-ý Küll´ün gölgesi. Cüz´î aklýn gölgesi kendisine göre; Akl-ý Küll´ün gölgesi olan varlýklar da
kendisine göre. Allah erenleri, bu göklerden baþka gökler görmüþlerdir de bu gökler gözlerine görünmez;pek aþaðý görünür onlara bu gökler. Bunlara ayaklarýný basmýþlar da aþmýþlar, geçip-gitmiþlerdir.
Can ilinde gökler var ki
Dünya göklerine iþ buyurmada(*).
Ýnsanlar arasýnda þu özelliðe sahip olan, Zühal göðünün üstüne ayak basmýþ bulunan birisinin
bulunmasýna þaþýlýr mý hiç? Biz de toprak deðil miydik? Ulu Allah öylesine bir kuvvet verdi bize ki o kuvvetle cinsimiz olan topraktan seçildik, onu istediðimiz þekle, dilediðimiz hale soktuk; o bizim dileðimize uydu; ne yapmak istersek, ne þekle sokmak dilersek râmoldu bize. Gâh yücelere çekiyoruz onu, gâh aþaðýlara koyuyoruz. Gâh þarap haline getirmedeyiz, gâh kâse, testi yapmadayýz. Gâh uzatmadayýz, gâh kýsaltmada.
Önceden biz de o topraktýk, onun cinsindendik amma Ulu Allah, bizi o kuvvetle seçti-yüceltti. Þimdi biz de bir cinsiz ya; Ulu Allah kimimizi seçse de biz, ona karþý cansýz sayýlsak, o, bizi istediði hale soksa, bizim ondan haberimiz bile olmasa, fakat o bizi görse-bilse, bunda þaþýlacak ne var ki? þimdilik haberimiz olmasa dedik ya; tam habersizlik deðil maksadýmýz. Çünkü herþeyde birþeyden haberi oluþ, bir baþka þeyden haberi bile olmayýþtýr. Toprak bile cansýzdýr amma Allah’ýn kendisine verdiðinden haberi vardýr. Haberi olmasaydý suyu nasýl kabullenirdi, her tohuma, o tohuma göre nasýl dadýlýk ederdi, nasýl beslerdi onu. Birisi, bir iþe
adam-akýllý sarýldý, o iþe koyuldu mu, o iþteki uyanýklýðý, ondan baþka iþlerden haberi bile olmayýþýdýr. Biz, bu gaflet sözüyle tüm gafleti kastetmiyoruz. Bir kediyi tutmak istemiþler; bir türlü tutamamýþlar. Bir gün o kedi,kuþ avlamaya koyulmuþ, tümden kendini o iþe vermiþ; kuþ avlamaktan baþka herþeyi unutmuþ; o sýrada yakalayývermiþler onu. Demek ki tümden dünya iþlerine sarýlmamak, kolayýna gitmek, aman, þu incinmesin,bu incinmesin gibi baðlarla baðlanmamak gerek. Definenin, hazinenin incinmemesine bak; çünkü onlar
incinirse gene o sevindirir, neþ´elendirir onlarý; fakat Allah korusun, ona kim söz geçirebilir, kim ne edebilir?
Meselâ, senin her çeþitten kumaþlarýn olsa boðulurken hangisine el atarsýn? Hepsi de gereklidir amma þu meydandaki hazinene sarýlýrsýn. Çünkü bir inciyle, bir tek lâ´lle binlerce süslenecek þey alýnabilir. Aðaçtan tatlý bir meyve çýkar. O meyve, aðacýn parça-buçuðudur amma Ulu Allah, o parça-buçuðu seçmiþ, tümden üstün etmiþtir. Ona öylesine bir tatlýlýk vermiþtir ki ondan baþka aðacýn hiçbir yerine o tadý vermemiþtir. Bu yüzden de o parça-buçuk, tümden üst olmuþtur, aðacýn özü odur, aðaçtan maksat o. Hani Ulu Allah buyurur ya: «Hattâ onlardan bir korkutucu geldi mi, þaþar-kalýrlar.»
Birisi, «Bende bir hal var ki diyordu, oraya ne Muhammed sýðabilir, ne Allahya
yaklaþmýþ bir melek.»
Þeyh buyurdu ki:
Þaþýlacak þey, acaba bir kulda, Muhammed´in sýðmayacaðý bir hal olabilir mi? Demek bir hal var ki Muhammed sýðmýyor o hâle, bulamýyor o hâli de senin gibi koltuðu kokmuþ biri o hale sahip oluyor ha. Bir maskara, padiþahý güldürmek istiyordu. Pek kýzmýþtý,pek incinmiþti padiþah. Padiþahý güldürürse herkes bir þey verecekti ona; vaatlerde bulunmuþlardý. Padiþah, bir dere kýyýsýnda öfkeli bir halde dereyi seyre dalmýþtý.
Maskara da padiþahýn yanýnda durmuþ, dereyi seyrediyordu. Padiþah maskaraya bakmýyordu bile; suya dalmýþ-gitmiþti. Maskara bunda kaldý da padiþahým dedi, suda ne görüyorsun ki boyuna bakýp duruyorsun?
Padiþah, bir kaltabaný görüyorum dedi. Maskara, eh dedi, bu kulun da kör deðil ya. Þimdi demek bir vaktin olacak ki Muhammed o vakte sýðmayacak ha... Acaba bir hal olabilir mi ki senin gibi koltuðu kokmuþ kiþi o hâlin zevkine varsýn da Muhammed´de o hal olmasýn? Ne kadar hal sahibi olduysan onun yüzü suyu hürmetine oldun; onun yüzünden haller elde ettin. Çünkü önce bütün vergileri, baðýþlarý onun önüne dökerler de sonra baþkalarýna daðýtýrlar. Allah’ýn türesi böyledir. Ulu Allah buyurdu ki: «Esenlik sana ey Peygamber; Allah’ýn rahmeti, bereketleri sana.» Bütün saçýlarý sana saçtýk. O dedi ki: «Allah’ýn temiz kullarýna da.» Allah yolu pek korkuluydu, adam-akýllý baðlanmýþ, kapanmýþtý, karlarla dop-doluydu. Önce o,canýyla oynadý; at sürdü; yol açtý. Kim bu yola giderse onun kýlavuzluðuyla, onun yardýmýyla gider; çünkü yolu o meydana getirmiþtir; her yere bir niþan koymuþ, sopalar dikmiþ, bu yana gitmeyin, þu yana gitmeyin... O yana giderseniz Âd kavmi gibi, Semûd kavmi gibi helâk olursunuz, bu yana giderseniz
inananlar gibi kurtulursunuz demiþtir. Bütün Kur´ân bunu anlatýr. «Kur´ân´da ap-açýk deliller vardýr.» Yâni bu yollarda niþanlar dikmiþiz; birisi o sopalardan birini kýrmak isterse herkes, yolumuzu yýkmadasýn, bizi helâk etmeye çalýþýyorsun; yoksa sen yol kesici misin diye ona kasteder. Þimdi, kýlavuz Muhammed´dir, önce Muhammed´e gelmeden kimse bana gelemez: Hani bir yere gitmek istediðin vakit önce, filân yere gitmek gerek, uygun olan bu diye akýl kýlavuzluk eder; ondan sonra göz kýlavuz olur; ondan sonra da organlar harekete gelir. Organlarýn gözden, gözün de akýldan haberi yoktur amma iþ, bu sýraya göre olur-gider. Ýnsan gaflettedir amma öbürleri gaafil deðildir insandan. Hâsýlý dünya iþine sýký sarýlmamak gerek; gevþek sarýlmak
gerek. Çünkü Allah etmesin, dünya iþine sýký sarýldýn, iþe iyice giriþtin mi, iþin gerçeðinden gaafil olursun.
Allah râzýlýðýný dilemek gerek, halkýn râzýlýðýný deðil. Çünkü halktaki o râzýlýk, o sevgi, o esirgeme eðretidir;onlarý halka Allah vermiþtir. Dilerse esenlik de vermez, zevk de. Bütün zevk, bütün nimet sebepleri varken hepsi de zahmet, meþakkat olur. Hâsýlý bütün sebepler, Allah kudretinin elinde bir kaleme benzer. Kalemi oynatan da Allah elidir, yazan da; o istemedikçe kalem oynamaz. Þimdi sen kaleme bakýyorsun da bu kaleme bir el gerek diyorsun. Kalemi görüyorsun da eli görmüyorsun. Kalemi görüyorsunda eli aklýna bile getirmiyorsun. Nerde gördüðün, nerde söylediðin? Onlara gelince: Onlar, boyuna eli görürler de bir de kalem gerek derler. Hattâ elin güzelliðine bakarlar da kalemi hatýrlamazlar bile; yalnýz böylesine el, kalemsiz
olmaz derler. Sense bir yerdesin ki kalemi seyretme tadýna kapýlmýþsýn da el aklýnda bile deðil; artýk onlar da, o elin seyri yüzünden nasýl olur da kaleme dalarlar. Arpa ekmeðinden tat almýþsýn; nerden buðday ekmeðini anacaksýn? Onlar da buðday ekmeði varken nasýl olur da arpa ekmeðini anarlar? Yeryüzü, sana öylesine bir zevk vermiþ ki göðü istemiyorsun bile. Oysa ki asýl zevk yeri göktür; yeryüzü gökten hayat bulur.
Göktekiler, nerden yeryüzünü hatýrlarýna getirecekler? Þimdi hoþluklarý, güzellikleri, sebeplerde görme;anlamlar, sebeplere eðreti olarak verilmiþtir; çünkü zarar veren de odur, fayda veren de; çünkü zarar da ondandýr, fayda da. Sen ne diye sebeplere kakýlmýþ-kalmýþsýn?
«Sözün hayýrlýsý, az olaný, maksadý bildirenidir.» Sözlerin en iyisi, fayda verenidir, çok olana deðil.«Kul huvallah» pek azdýr görünüþte; Bakara sûresiyse hayli uzundur. Fakat meram anlatma bakýmýndan «Kul huvallah», Bakaradan üstündür. Nûh, bin yýl insanlarý çaðýrdý, baþýna kýrk kiþi toplandý. Allah rahmet etsin, esenlik versin Mustafâ´nýn çaðrýþ zamaný ne kadardý, meydanda; fakat bunca ülkeler inandý ona;
dininden bunca erenler, bunca yeryüzü direkleri geldi. Demek ki îtibar, azlýða-çokluða deðil; maksat merâmý anlatmak. Kimi kiþinin az sözü, çok sözden daha faydalý olur. Hani Allah’ýn ateþi pek çok, pek çetin olursa ondan faydalanamazsýn, yanýna bile yaklaþamazsýn onun; oysa ki arýk bir mumdan faydalanýrsýn. Demek ki maksat faydadýr. Bir de kimi insana, sözü duymamak faydalýdýr. Onlar görürler, bu da yeter-gider onlara; o faydalýdýr bu çeþit kiþilere. Duyarlarsa ziyan verir onlara söz. Bir þeyh, bir ulu kiþiyle görüþmek için Tebrîz´e
geldi. Þeyhin zâviyesine varýnca geri dön, senin için budur faydalý diye bir ses duydu; buraya ulaþtýn ya,þeyhi görürsen ziyan gelir sana diyordu ses. Az, fakat faydalý söz, þuna benzer: Yanmýþ bir mum, yanmamýþ bir mumu öper-gider; o muma zâti bu yeter, maksadýna eriþir-gider.
Peygamber, o görünen þekil deðildir ki; onun þekli, bindiði attýr. Peygamber, o aþktýr, o sevgidir; boyuna ölümsüz kalan da odur. Hanî Sâlîh´in devesi gibi, görünüþte deve. Peygamber, o aþktýr, o sevgidir; ölümsüz olan da odur.
Birisi dedi ki; Neden minârede yalnýzca Allahyý övmüyorlar da Muhammed’i de anýyorlar.
Ona dediler ki:Zâti Muhammed´i övüþ, Allahyý övüþtür. Örneði de þunun gibi: Hani birisi, padiþaha Allah uzun ömür versin; bana padiþaha yol veren, yahut padiþahýn adýný bana söyleyen kiþi de yaþadýkça yaþasýn dese onun övüþü, gerçekte padiþahý övmedir. Bu peygamber, bana bir cübbe verin, ihtiyâcým var; yahut cübbeni,elbiseni bana ver diyor mu? Cübbeyi, malý ne yapacak o? O, senin elbiseni yeðinleþtirmek istiyor ki güneþin ýsýsý ulaþsýn sana. «Allahya güzel bir tarzda borç verin» diyor; yalnýz mal istemiyor, cübbe istemiyor. O sana, maldan baþka pek çok þeyler vermiþ. Bilgi vermiþ, düþünce vermiþ, anlayýþ vermiþ, görüþ vermiþ; bir soluk olsun diyor; görüþünü, düþünceni, kuruntunu, anlayýþýný, aklýný bana harca; malý, sana verdiðim bu araçlarla
elde etmedin mi? Hem kuþlardan sadaka istiyor o, hem tuzaktan. Güneþin önünde çýr-çýplak kalman daha iyi; yakmaz-karartmaz seni bu güneþ; adamakýllý aðartýr, bem-beyaz eder seni. Soyunamýyorsan bâri elbiseni yeðinleþ-tir de güneþin zevkini gör. Bir zamandýr, ekþiliði huy edinmiþtin, bâri tatlýlýðý da bir dene.
(*) Bu beyit, bizim nüshada yok.
63. BOLÜM - Dünyada tahsille, bellemekle elde edilen her bilgi, «bedenler bilgisi»dir. Ölümden
sonra meydana gelen bilgiyse «dinler bilgisi»dir. «Ben Allahyým» bilgisini bilmek «bedenler bilgisi»dir; «Ben Allah ým» olmak, «dinler bilgisi»dir. Mum ýþýðýný, ateþi görmek «bedenler bilgisi»dir; ateþte yanmak, mum
ýþýðýnda yanýp erimek «dinler bilgisi»dir. Görülen herþey «dinler bilgisi»dir; bilgiyle ilgili olan, bilinen her þey «bedenler bilgisi»dir. Hani dersin ya, gerçek, görüþtür, görmektir; bundan öte bütün bilgiler, hayal bilgisidir.
Meselâ bir mühendis düþünür, bir medrese kurmayý hayâlinde canlandýrýr. Bu, bir düþüncedir; doðrudur da;fakat hayâldir. Medreseyi kurduðu, yaptýðý zaman gerçek olur. Þimdi hayâlden hayâle de farklar var. Abû Bekr´in, Ömer´in, Osmân´ýn, Alî´nin hayâli, sahâbenin hayâlinden üstündür. Hayâlden hayâle çok fark var.
Bilen bir mühendis, bir ev kurma hayâline düþer; mühendis olmayan da hayâllenir; arada büyük bir fark var;çünkü mühendisin hayâli, gerçeðe daha yakýndýr. Bu yanda hayâlden hayâle çok uzun yol var, çok büyük fark var; o yanda da gerçekler âleminde, görüþ âleminde, görüþten görüþe farklar var; hem de sonadek sürer-gider bu. Hani derler ya, yedi yüz perde var, karanlýklardan, yedi yüz perde var, ýþýktan... Hayâl âleminden olan herþey, karanlýk perdesidir; gerçekler âleminden olan herþey, ýþýk perdesi. Fakat hayâl olan
karanlýk perdeleri arasýnda fark olmadýðý gibi pek de lâtif olduklarýndan gözle de görünmez o perdeler.
Görüþten görüþe bu kadar büyük, bu kadar derin fark olduðu halde gerçekler âleminde de o farký anlamaya imkân yoktur.
64. BÖLÜM - Cehennem ehli cehennemde, dünyada olduklarý gibi hoþ, rahat bir haldedir. Çünkü
cehennemde Allahdan haberleri olacak; dünyadaysa Allahdan haberleri yoktu. Allahdan haberdar olmaktan daha hoþ bir þey de yoktur. Dünyayý istemeleri, bir ibâdette bulunup dünyada da Allah lûtfuna mahzar olandan haber almayý istemelerindendir; yoksa dünyanýn, kendileri için ahretten daha hoþ olmasýndan deðil.
Münâfýk kiþiyi, cehennemin en aþaðýlýk çukuruna atmalarý þu yüzdendir: Ýman, kucaðýna geldi onun da, küfrü kuvvetliydi, inanmadý; Allahdan haberdar olmasý için azâbý, daha çetin olur onun. Kâfirin yanýna gelmedi
îman; küfrü de zayýf; pek az bir azâpla Allahdan haberdar olur. Hani baþa sarýlan pusu da tozlanýr, halý da tozlanýr. Pusuyu, bir tek kiþi azýcýk silker, tozu gidiverir; ter-temiz olur. Fakat halýnýn tozunu gidermek için dört kiþinin adam-akýllý çýrpmasý gerek; onun gibi iþte.
Cehennemlikler «Allah’ýn size rýzk olarak verdiði þeylerden bize de saçýn» diyorlar ya; hâþâ;
istedikleri yenecek, içilecek þeyler olamaz. Bu, bulduðunuz þeylerden, size vuran, sizi parlatan ýþýktan bize verin demektir. Kur´an, bir geline benzer. Sana yüzünü göstersin diye çarþafýný çekersin. Onu okuyorsun amma bir hoþluk yüz göstermiyor, bir þey açýlmýyor sana ya; çarþafýný çektin onun; fakat seni istemedi; sana bir düzen kurdu; sana kendisini çirkin gösterdi; yâni ben dedi, o güzel deðilim. O, kendisini her þekilde gösterebilir, gücü yeter buna. Fakat çarþafýný çekmezsin, râzýlýðýný dilersen, tarlasýný sularsan, uzaktan-uzaða ona hizmetler eder, tapýlar kýlarsan, neden râzý olursa onu yapmaya çalýþýrsan çarþafýný çekmesen de yüzünü
gösterir sana. Allah ehlini aramak gerek. «Kullarýmýn arasýna katýl da cennetime gir» buyurdu çünkü. Ulu Allah herkese söz söylemez. Dünya padiþahlarý da çulhayla konuþmazlar. Herkes padiþaha onun vasýtasiyle yol bulsun diye bir vezir, bir nâip dikmiþlerdir. Ulu Allah da kim Allahyý dilerse ona baþvursun, ona kul olsun diye bir kulunu seçmiþtir. Bütün peygamberler bunun için gelmiþtir; Allahya onlardan baþka yol yok.
65. BÖLÜM - Sýrâceddin dedi ki: Bir þey söyledim, içime dert oldu.
(Mevlânâ) buyurdu ki:
O memurdur, o sözü söylemene engel oluyor. O memur gözünle göremezsin amma onun sürüþünü,onun verdiði derdi görür de bilirsin ki bir memur var. Su altýnda yüzersin; sana güller, fesleyenler dokunur.
Baþka bir yana gidersin, tikenler batar sana. Anlarsýn ki bu yan, tikenliktir, kötüdür, adama eziyet verir; o yansa güllük-gülüstanlýktýr, esenliktir; ikisini de görmezsin amma anlarsýn. Bu anlayýþa vicdanî anlayýþ derler;görünenden de açýktýr bu. Meselâ açlýk, susuzluk, öfke, sevinç... Hepsi de gözle görülmez amma görünürden de açýktýr bunlar. Çünkü gözünü açsan görülen bir þey yoktur ortada; yoktur amma açlýðý kendinden hiçbir düzenle gideremezsin. Yemeklerdeki sýcaklýk, soðukluk, tatlýlýk, acýlýk da böyledir; gözle görülmez; görülmez
amma görülenden daha da açýktýr. Hâsýlý bu görüþle ne iþin var senin, þu bedenle ilgin nedir ki? Sen, bunsuz varsýn, boyuna da bedensiz-sin zâten. Geceyse bedene aldýrýþ bile etmezsin; gündüzse iþlere koyulurgidersin;hiç de bedenle deðilsin; peki, ne diye tir-tir, titrersin þu bedenin üstüne; bir an bile onunla deðilsin ki; hep baþka yerlerdesin; sen nerdesin, beden nerde? «Sen bir ovadasýn; ben bir ovadayým.» Beden, pek yaman bir þaþýrtmacadýr. Ýnsan sanýr ki o öldü mü kendi de öldü-gitti. Hey gidi hey; ne ilgin var bedenle senin? Büyük, pek büyük bir göz baðý bu. Firavun´un büyücüleri, bir zerrecik bu gerçeði anladýlar,
bedenlerini fedâ ediverdiler; gördüler ki bu bedensiz var olmuþlar; bedenin onlarla bir iliþiði yok. Ýbrâhim,Ýsmail, peygamberler, erenler de böyle; bedeni, oluþunu, olmayýþýný anladýlar da boþverdiler bedene.
Haccâc esrar içmiþti de dalgay

Ynt: Fihi Ma-Fih By: ceren Date: 07 Mart 2019, 19:58:51
Esselamu aleykum. Bizlere bu bilgileri sunan kardesimizden rabbim razý olsun inþallah. ..

radyobeyan