Esrarut Taharat By: derya Date: 27 Ocak 2010, 17:06:44
ESRARUT TAHARAT
Giriþ
Kullarýna lütfederek onlarý nezâfete mecbur eden Allah´a hamd u senalar olsun.
Temizlenmeleri için kalplerine nur lütuflarýný akýtan, rikkat ve letâfet özelliðine sahip bulunan su ile bedenlerini temizlemeye imkân veren Allah´a þükürler olsun.
Kâinatýn tümünü hidayet nuruyla dolduran Allah´ýn Rasûlü Hz. Muhammed Mustafa´ya, O´nun güzel ve temiz âline, kýyâmet gününde, bereketiyle, korkudan bizi kurtaran, bizimle her türlü âfetin arasýna bir siper gibi giren o zâta salât ve selâm olsun!
Allah Teâlâ þöyle buyurmaktadýr:
Orada günahlardan ve pisliklerden temizlenmeyi seven adamlar vardýr. Allah da böyle çok temizlenenleri sever.
(Tevbe/108)
Hz. Peygamber ise þöyle buyurmuþtur:
Din nezâfet üzerine binâ edilmiþtir.1
Namazýn anahtarý temizliktir.2
Temizlik imanýn yarýsýdýr.3
Yine Kur´an´da þöyle buyurulmaktadýr:
Allah size bir güçlük dilemez. Fakat sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki, þükredesiniz.
(Mâide/6)
Basîret sahipleri bu ayet ve hadîslerin zahirlerine bakarak Ýslâm´da kalp temizliðinin herþeyin baþýnda geldiðine hükmettiler.
Çünkü Hz. Peygamber´in ´Temizlik imanýn yarýsýdýr´ hadîsinden, sadece su ile temizlenip atýlan kirler kastolunmamýþtýr; zira sularla zahirî kirler temizlense dahi, kalp, harâbe ve kirlerle dolu oldu mu böyle bir zahirî temizlik nasýl olur da imanýn yarýsý olabilir? Olamaz ve olmasý da uzak bir ihtimaldir.
Taharetin dört mertebesi vardýr:
Birinci mertebe: Zâhirî necaset ve pisliklerden temizlenmektir.
Ýkinci mertebe: Azalarý günahlardan temizlemektir.
Üçüncü mertebe: Kalbi çirkin ve rezil sýfatlardan temizlemektir.
Dördüncü Mertebe: Sýrrý mâsivadan temizlemektir. Bu tür temizlik, temizliðin en yüksek derecesidir ancak peygamberlere ve sýddîklara mahsustur.
Bu dört mertebenin her birindeki temizlik, o sahadaki çalýþmanýn yarýsýdýr. Çünkü sýrrýn çalýþmasýndaki en büyük gaye, çalýþana, Allah´ýn celâl ve azametinin görünmesidir. Allah´tan gayrý þeyler, sýrdan göç edip çýkmadýkça, hakikî olarak Allah´ýn marifeti o sýrda konaklamaz. Bu sýrra binaen Allah Teâlâ "De ki: ´Allah o kitabý indirdi´. Sonra onlarý býrak, bâtýl dedikodularýnda oynayadursunlar" (En´am/91) buyurmaktadýr.
Çünkü Allah´ýn marifeti ile Allah´tan gayrý þeylerin bir kalpte toplanmasý ve bir araya gelmesi mümkün deðildir
Allah Teâlâ bir kiþinin göðsünde iki kalp yaratmýþ deðildir ki, mârifetullah birinde, Allah´tan gayrý þeyler de diðerinde olsun!
Kalp amelinin en büyük hedefi; kalbi, güzel ahlâk, sahih ve meþrû inançlarla süslemektir, Kalp, bu iyi ahlâk ve meþrû inançlarýn zýdlarýndan temizlenmedikçe onlarla sýfatlanamaz. Fâsýklýk ve rezil inançlar atýlmadýkça öbürleri kalpte yerleþemez. Bu bakýmdan kalbin temizlenmesi, kalp amelinin yarýsý ve ikinci yarýsýnýn da amamlanmasýnda þart koþulan birinci parçasýdýr, Ýþte temizlik, bundan dolayý ve bu mânâ ile imânýn yarýsý veya parçasý olmaktadýr.
Azalarýn yasaklardan temizlenmesi de böylece âza amelinin yarýsýdýr ve ikinci yarýsýnýn oluþmasýnda da þarttýr. Bu bakýmdan âza amellerinin yarýsý temizlenmeleridir.
Bu temizlik ayný zamanda âzanýn tamirinde büyük rol oynayan ibadetlerin doðru olmasýnýn da þartýdýr. Ýþte imanýn makamlarý bunlardan ibarettir ve her makamýn bir derecesi vardýr.
Kul, o derecelerin üstüne, ancak o derecelerden geçmek suretiyle varabilir. Çirkin sýfatlardan sýyrýlmadan sýrrýn temizliðine, kalbi, çirkin ahlâktan temizlemeden iyi ahlâkla tamirine varýlamaz.
Azalan huylardan temizleyip bu dereceyi geçmeden, ibâdetlerin mânevî süslenmelerine eriþemez. Matlûb ne kadar aziz ve þerefli ise, ona varmak için o nisbette zorluklar olduðu gibi, ona giden yol da uzun ve daðdaðalý olur.
Sakýn bu emre, temenniler ve kolaylýkla varýlacaðýný zannetme. Evet, basiret gözü kör olup, bu derecelerin farklýlýðýný idrâk etmeyen bir kimse, taharetin mertebelerinden ancak istenilen öze nisbetle kabul mesabesinde bulunan en son derecesini anlayabilir ve ötesine çýkamaz. Bu bakýmdan, basireti kör olan bir kimse, ancak taharetin en basit mertebesine dalar ve onun mecralarýný teker teker arar, bütün vaktini istincâ yapmak, elbise yýkamak, zahirin temizliðini yapmak ve bolca akan sularý aramakla geçirip zayi eder.
Vesvese ve hayâlin hükmüyle Allah ta-rafýndan istenilen þerefli taharetin sadece bu olduðu zannýna kapýlýr. Selef-i sâlihînin sîretini bilmediði gibi, onlarýn bütün vakitlerini kalbin temizlenmesine ve tefekküre sarfettiðini de bilmez ve onlarýn, içlerinin temizliði yanýnda bedenî temizliðe pek önem vermediklerinden de gafildir.
II. Halife Hz. Ömer (r.a) o kadar büyüklüðüne raðmen, hristiyan bir kadýnýn testisindeki sudan abdest aldýðýndan ve ashâb-ý kirâmýn yaðlý yemeklerden sonra ellerini su ile yýkamak suretiyle deðil, ancak ayaklarýnýn altýna sürmekle iktifa ettiklerinden, sabun yerine esnan denilen köpüklü bitki ile yýkanmayý yeni çýkmýþ bid´atlardan saydýklarýndan gafildirler.
Ashâb-ý kirâm (r.a) camilerde toprak üzerinde namaz kýlar, yollarda yalýn ayak gezerlerdi. Toprak üzerine tevâzularýndan dolayý, oturanlar ashabýn en büyüklerinden sayýlýrdý, Ýstincada sadece taþ ile temizlenmekle iktifa ederlerdi.
Ebû Hüreyre ve diðer Suffe ashabý þöyle anlatmaktadýrlar:
Biz kýzartýlmýþ eti yer, namaz için kamet getirildiði zaman, parmaklarýmýzý mesciddeki kumlarýn arasýna sokar ve toprakla siler, derhal namaza istirâk ederek tekbir alýrdýk.4
Hz. Ömer þöyle anlatýr:
´Biz Rasûlullah´m zamanýnda köpüklü esnan ile yýkanmanýn ne olduðunu bilmezdik. Bizim mendillerimiz ayaklarýmýzýn altýydý. Yaðlý birþey yediðimiz zaman elleri-mizi ayaklarýmýzýn altýna sürmek suretiyle temizlerdik´.5
Rasûlullah´tan sonra ilk baþgösteren bid´atlarýn dört tane olduðu söylenir:
1- Elekler ve kalburlar,
2- Köpüklü esnan,
3- Sofralar,
4- Doya doya yemek.
Bu bakýmdan ashabýn bütün gayesi; bâtýnlarýný temizlemek ve bu sayede Rasûlullah´a lâyýk bir ümmet olmaktý. Hatta onlardan bazýlarý ´Nalýnlarla namaz kýlmak, onlarý çýkarýp namaz kýlmaktan daha efdaldir´ buyurmuþtur. Çünkü Hz. Peygamber, Cebrâil kendisine ´Senin nalýnlarýnda necâset vardýr´ dediði zaman onlarý çýkarmýþ ve öylece namaza durmuþtur.
Rasûlullah´ýn nalýnlarýný çýkardýðýný gören ashâb da kendi nalýnlarýný çýkarmýþtýr. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) ´Nalýnlarýnýzý neden çýkardýnýz?´6 diye sormuþtur.
Ýmam Nehâî namazda nalýnlarýný çýkaranlar hakkýnda ´Temiz nalýnýný çýkarýp öylece namaza baþlayanlarýn nalýnlarýnýn muhtaç bir kimse tarafýndan alýp götürülmesini temenni ediyorum´ buyurmuþtur.
Ýþte selef-i Sâlihîn, zahirî emirlerde, bu kadar musâhale ve kolaylýk taraftarý idiler. Çarþý ve sokaklardaki çamurlarda yalýn ayak gezer ve o çamurlarýn üzerinde, icabýnda sakýnmadan otururlardý.
Mescidlerde hiçbir þey sermeden yerde namaz kýlar, hayvanlar ile sürülen ve hayvanlarýn kirlettiði buðday ve arpa unundan çekinmeden yerler o, necasetler içerisinde yuvarlanan deve ve atlarýn terinden sakýnmazlardý.
Selef-i sâlihînden hiç kimsenin zahirî necasetlerin ince teferruatýna dalýp sorduðu nakledilmemiþtir. Ýþte selefin zahirî necasetler hakkýndaki kolaylýk ve musahelesi bu raddeye varmýþtý.
Zamanýmýzda, cehaletin ifrat derecesini nezafet ve temizlik sayan bir gruba sýra gelmiþtir. Maalesef bu grup, cehaletin ifratýndan gelen zahiri temizlikleri dinin temel ve esasý olarak kabul etmektedirler. Vakitlerinin çoðunu gelinleri süsleyen, tel ve duvak takan kadýnlar gibi zahirî süslere hasretmektedirler.
Bâtýnlarý ise, harâb olduðu gibi, kibir, ucub, cehalet, riya ve nifak pislikleriyle de doludur.
Bu kötü fiillerini kötü görmedikleri gibi tasvip de etmektedirler. Eðer bu zamanda bir mü´min sadece taþ ile istincâ etmekle iktifa ederse, yalýn ayak gezerse, seccadeyi kaldýrýp toprak üzerinde namaz kýlarsa veya seccade yerine mescidin hasýrlarý üzerinde namazlarýný eda ederse veya ayaðýna deriden yapýlmýþ terlik giymeksizin halýlar üzerinde gezerse veya ihtiyar bir kadýnýn testisinden veya mütedeyyin (dindar) olmayan bir kiþinin tasarrufunda bulunan bir sudan abdest alýrsa, böyle bir kimsenin baþýna kýyamet kopar ve yaptýklarýný þiddetle itham ederek kendisini pis insan olarak kabul ederler. Cemaatlerinden uzaklaþtýrýr, onunla arkadaþlýk yapmayý, hele onunla yemek yemeyi çok kötü birþey kabul ederler.
Bu bakýmdan zamanýmýzdaki cahiller, imandan olan yamalý ve periþan görünüþü pislik ve ahmaklýk; sözde temizliði ise nezafet kabul ederler. Bu bakýmdan mârufun münker (yani iyinin kötü) ve münkerin de mâruf sayýldýðýný, dinin hakikatinin silinip, þekilciliðin dinî hakikatin ve dinî ilimlerin yerini aldýðýný, þu zamanýmýzda, kolayca müþahede edebiliriz.
´Sen sûfîlerin sonradan ihdas ettikleri þeklî ve zahirî temizliklerini de mi haram ve münkerâttan sayýyorsun?´ diye soracak olursan, iyi bil ki tafsilât vermeksizin mutlak bir þekilde sûfîlerin yaptýklarýna ´haram´ ve ´münker´ demekten Allah´a sýðýnýrým.
Ancak diyebilirim ki; tasavvuf ehlinin hallerinde görünen nezâfet ve bu nezâfet için çekilen zorluklar ve hazýrlanan kap ve âletler, kullanýlan terlikler ve yüzü toz ve pisliklerden korumak için baþa geçirilen peçeler ve diðer sebepler, mücerret bir þekilde zatlarýna bakýlýrsa, mubahtýrlar. Bazen onlarý iyiliklerden saydýracak niyet ve durumlarla bir arada bulunduðu gibi, bazen de haram ve münkerâta sürükleyecek niyetlerle beraber bulunurlar.
Haddi zâtýnda mübâh olmalarýna gelince, bu gizli olmayan bir hakikattir. Çünkü malýn sahibi bu þeyleri yapmak suretiyle malýnda, beden ve elbisesinde tasarruf etmektedir. Zayi edip, israfa kaçmadýkça bunlarda tasarruf yapabilir.
Haram ve mahzurlu olmalarýna gelince, onlarý dinin esasý olarak kabul ve Hz. Peygamber ´Din, nezafet temeli üzerine binâ edilmiþtir´ hadîs-i þerifini onlarla tefsir etmesi sebebiyle olur ki, þekilciliði dinin esasý ve bu hadîs-i þerifin tefsiri olarak telakki eden kimseler, selef-i sâlihînin gidiþatýný takip edip þekilciliðe dalmayanlarý günahkâr ve âsî kabul ederler. Böyle bir telâkki ise, felâketin katmerlisidir.
Bu yaptýklarýyla zahirlerini halka süslü göstermek ve halkýn dikkatini çekmeyi kastediyorlar. Ýþte böyle bir davranýþ þeriatýn çirkin gördüðü riyakârlýðýn tâ kendisidir.
Bu bakýmdan sûfîlerin giyiniþ ve kuþanýþlarý bu iki sebebe dayanýrsa mahzurlu ve haramdýr. Eðer bu giyim ve kuþamdan gaye zahirî süs deðil de ancak iyi bir niyetse, o takdirde bu giyiniþ ve kuþanýþ münker deðildir. Fakat bununla beraber, bu þekilde giyinmeyen ve kuþanmayanlara da hücum etmemek gerekir. Böyle giyim ve kuþamla meþgul ol-mak suretiyle namazý, vaktinin evvelinden tehir etmemek ve daha efdal olan bir ameli onun için býrakmamak, ilim ve benzeri iyi amellerin gecikmesine sebep olmamak þartýyle mübâh ve helâl olabilir.
Eðer menfî bir tesir yapmayýp iyi bir niyetle yapýlýrsa Allah´a yaklaþtýrýcý bir amel olarak kabul edilmesi de mümkündür. Fakat böyle bir giyim ve kuþam, ciddiyetle çalýþanlara kolay kolay müyesser olamaz. Ancak tembellere nasib olur ki o tembeller de eðer vakitlerini bu zahirî süslere sarfetmeseler, mutlaka ya uyku ile veya boþ konuþmalar ve dedikodu yapmak suretiyle geçireceklerdir.
Bu bakýmdan tembellerin zahiri giyiniþ ve kuþanýþla ilgilenmeleri daha evlâdýr. Çünkü zahiri taharet ve temizliklerle meþgul olmak hiç olmazsa, zaman zaman Allah´ýn zikrini gerektirir ve ibâdetleri hatýrlatýr.
Bu bakýmdan böyle bir gidiþat þeriatça münker olmayan veya israf sayýlmayan bir duruma insaný sevketmedikçe zararsýz bir hareket olarak kabul edilebilir.
Ýlim ve amel ehline gelince, onlarýn, ancak zarurî ihtiyaç miktarý vakitlerini, zahirî taharet ve temizliklere sarfetmeleri câiz olabilir. Zarurî ihtiyaçtan fazla böyle þeylere vakit sarfetmek ilim ve amel ehline uygun bir davranýþ deðildir ve mücevheratýn en kýymetlisi olan ömrü fuzulî yere sarfedip, eldeki fýrsatý deðerlendirmemek gibi bir felâkettir.
´Nasýl olur da, ilim ve amel ehlini istisna ederek, diðer kimselere ruhsatlý olan birþeyi onlar için ruhsatlý sayamazsýn´ denilemez ve bu ayýrýma þaþmak da gerekmez.
Çünkü Ebrâr´ýn iyilikleri Ebrar´dan daha üstün olan Mukarribler için kötülük sayýlmaktadýr. Yani avam için ruhsatlý olan; iþlenmesinde hiçbir mahzur bulunmayan hareketler havâss için mahzurludur.
Tembeller nezafeti terkedip ve nezafete ihtimam veren ehl-i tasavvufa hücum etmemeli ve ´Ben zahirî nezafeti terketmek suretiyle kendimi sahâbe-i kirama benzetiyorum´ iddiasýnda da bulunmamalýdýr.
Çünkü ashaba, zahirî temizliðe pek önem vermemek suretiyle benzemeye çalýþmak, ancak zahirî temizlikten daha önemli olan iç temizliðiyle meþgul olunduðu takdirde mümkün olabilir.
Nitekim Dâvud-i Tâî´ye ´Neden sakalýný taramýyorsun?´ denildiði zaman þu cevabý vermiþtir: ´Eðer sakalýmý taramaya vakit bulursam, o zaman iç temizlikten kurtulmuþum demektir´.
Ýþte bu sýr ve hikmete binaen öðreten âlim, öðrenmek isteyen talebe ve ilmiyle amel etmek isteyen âlimin elbiselerini kendi eliyle yýkamak suretiyle vaktini harcamasýný uygun bulmuyorum.
´Yýkayýcýlar, belki yýkadýklarý þeylerde kusur eder, temiz sularla yýkamýyorlar da ondan dolayý ben, bizzat kalbim mutmain olsun diye bu vazifeyi görüyorum´ demek suretiyle kendisini mâzûr göstermek de doðru birþey deðildir.
Çünkü selef, tabaklanmýþ derileri giyerek namazlarýný kýlar, debbaðm kimliðini ve tabaklanmýþ elbisenin temiz veya necis birþeyle mi bu hale getirildiðini sormazlardý. Ancak necaseti gözleriyle gördükleri zaman sakýrýýrlardý.
Ýnce ihtimallari kaale alýp detaylara inmezlerdi. Onlar sadece riyanýn ve zulmün inceliklerine dalýp, derin derin düþünmeyi iþ edinirlerdi.
Bir ara Süfyan es-Sevrî (r.a), beraberinde yürüyen ve o esnada baþýný kaldýrýp ma´mur ve yüksek bir kapýya bakan arkadaþýna ´Sakýn ona ve onun gibi kapýlara bakma. Çünkü senin gibiler o kapýlara bakmamýþ olsaydý, onlarýn sahipleri de bu israfa girmezlerdi´ buyurmuþtur.
Bu bakýmdan þatafatlý bir kapýya bakan bir kimse, kapýyý o þekilde yapýp israfa girenin yardýmcýsý olur. Ýþte selef-i Sâlihîn, zihinlerini bu incelikleri elde etmek için kullanýrlardý. Zahiri necasetin ihtimallerinde zihin yormazlardý...
Âlimin, elbisesini ona yýkatmasý ve kendisinin de ilimle meþgul olmasý kendisi için daha efdaldir. Çünkü alim, elbisesini yýkayýcýya yýkatmak suretiyle ona ücret verip kolaylýk gösterdiði için iyilik yapmýþtýr. Yýkayýcý ise, nefsi emmâresini, helâl bir amelle meþgul etmekle susturmuþ ve meþguliyeti müddetince günahlardan kurtulmak suretiyle iyilik yapmýþ olur.
Çünkü nefis birþeyle iþtigal etmediði takdirde sahibini meþgul eder. Eðer yýkayýcý, âlimin elbisesini yýkamakla bir âlime iyilik yapmak niyetini taþýyorsa, bu niyetiyle bu hareket, onun için en faziletli hareketlerden birisi olur. Bu bakýmdan âlimin, vaktini, elbise yýkamak gibi basit þeylere sarfetmesi uygun bir hareket olmadýðý için elbisesini yýkayan birisinin bulunmasý ve o sayede vaktini ilim tahsiliyle deðerlendirmesi, âlim için en iyi harekettir. Yýkayýcý da böyle bir hareketle meþgul olup nefs-i emmârenin desiselerinden kurtulursa, kendisi için hayýrlý olur. O halde her iki taraftan, yani âlimin tarafýndan da, yýkayýcýnýn tarafýndan da hayýrlar oluk þeklinde akar.
Bu misâl ile buna benzer çalýþmalarýn neticeleri düþünülüp idrâk edilebilir. Çalýþmalarýn faziletleri ve bir kýsmýnýn diðerinden önce gelmesinin gerekliliði de böylece anlaþýlabilir. Bu bakýmdan ömrün sayýlý dakikalarýný en önemli iþlere sarfetmek, bütün dünya iþlerini incelemek ve saymaktan daha önemlidir.
Bu mukaddimeyi hakkýyla idrâk ettiðin zaman, taharetin dört mertebeli oluþu sana güneþten daha bâriz bir þekilde görünür. Bundan sonra bilmen gerekiyor ki, biz bu bölümde taharetin dördüncü mertebesi olan zahirî nezafetten baþka birþeyden bahsetmeyeceðiz. Çünkü bu bölümün birinci þýkkýnda sadece zahirî ve bedenî taharetten bahsedilir.
Bu hakikatlerden sonra deriz ki; zahirin temizlenmesi üç kýsma ayrýlýr:
A)Pisliklerden
B)Hadesten
C)Bedenin ifrazatlarýndan
Bedenin ifrazatlarýndan temizlenmek, ancak týrnaklarýn kesilmesi, kasýklarýn kazýnmasý veya ilaçla kýllarýnýn giderilmesi, sünnet ameliyesi ve benzerleriyledir
1)Hadîse bu þekliyle muttali olamadýðýný söyleyen Irâkî, Ýbn Hibban´m Hz.Aiþe´den naklettiði ´Temizlenin; zira islâm temizliktir´ þeklindeki hadîsi
göstermektedir. Krþ. Taberânî, Evsat, (Ýbn Mes´ud´dan zayýf bir senedle)
2)Ebû Dâvûd ve Tirmizî, (Hz. Ali´den); Tirmizî, ´Tahâret babýnda en sahihve en hasen hadîs budur´ demektedir
3) Tirmizî, (Benî Selim kabilesine mensup bir kiþiden)
4) Ýbn Mâce? (Abdullah b. Hâris´ten)
5) Irâkî, Hz. Ömer´den böyle bir rivayete rastlamadýðým söylerken, Ýbn Mâce
buna benzer ve daha kýsa bir hadîsi Hz. Câbir´den rivayet etmektedir
radyobeyan